Jump to content

Etkilendiğiniz Şiirleri, Dörtlükleri Yazın


illuminator_25

Önerilen Mesajlar

MONA ROZA/SEZAİ KARAKOÇ

 

Zeytin ağacının karanlığıdır

Elindeki elma ile başlayan

Bir Yakut yüzükte aydınlanaN sır

Sıcak ve minnacık yüzündeki kan

Zeytin ağacının karanlığıdır

 

Ellerin ,ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi

Ellerinden belli olur bir kadın

Denizin dibinde geziyor gibi

 

 

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Henüz dinlemedin benden türküler

Benim aşkım öyle uymaz her saza

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

 

 

 

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Meyveler sabırla olgunlaşırmış

Birgün gözlerimin ta içine bak

Anlarsın ölüler ne için yaşarmış

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

 

 

Açma pencereni perdeleri çek

Mona Roza seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Roza ben öteliyim

 

 

Artık inan bana muhacir kızı

Dinle ve kabul et itirafımı

Bir soğuk bir garip bir mavi sızı

Alev alev sardı hertarafımı...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sayılarla Ayrılık

 

Saat 03:07

Uykusuz geçen 28. saat 3. dakika..

Boşalan 4. şişe,dolan 16. bardak..

Çalan 3. telefon,açılmayan 4. kapı..

Görülen 23. hayal ve unutulan yüzlercesi..

Duyulan 4. ses ama hepsi bir,hepsi onun sesi.

Hatırlanan 83. anı,hafızadan alel acele silinenlerden arta kalan..

Biten 3.sigara,verilen sözlere ihanet eden 3. duman.

Ağzına kadar suyla dolan 8. bardak,içilen 5. hap..

Kayan 4. yıldız,kırılan 13.kalp

Yazılan 6. mektup,vazgeçilen 9. karar..

Onsuz geçen ilk gece,sanki yıllar var sabaha kadar.

Karalanan 3. resim,tualden sızan 3. ölü peri

Açılan 5. pencere,intihar eden 10. umut o gittiğinden beri.

Yorgun düşen bedenin 3. imdat çağrısı

Yatakta kıvrandıran bilmem kaçıncı kalp ağrısı

Gözlere yer eden 13. ihanet

Düşen 13. Aşk Davası..

 

(Alıntı)

 

03.07 önemli benim için.. Belki de o yüzden çok sevdim bu şiiri..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bugün vefat eden Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın çok sevdiğim bir şiiri. Kısacık bir dörtlükte ne de güzel anlatmış yare duyulan sevginin büyüklüğünü.

 

Seni

Öyle uzun seviyorum ki seni

Ya yaradılışta doğmuşum

Ya ölümsüzün biriyim ben...

F.Hüsnü Dağlarca

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ASIL ADALET

 

İnsanlarda tek sıcak kanun,

üzümden şarap yapmaları,

kömürden ateş yapmaları,

öpücüklerden insan yapmalarıdır.

 

İnsanlarda tek zorlu kanun,

savaşlara, yoksulluğa karşı

kendilerini ayakta tutmaları,

ölüme karşı yaşamalarıdır.

 

İnsanlarda tek güzel kanun,

suyu ışık yapmaları,

düşü gerçek yapmaları,

düşmanı kardeş yapmalarıdır.

 

Hep var olan kanunlardır bunlar,

bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar,

yayılır, genişler, uzar gider

t"a akla kadar.

 

 

 

Paul ELUARD

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu

Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor

Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun

Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına

Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor

Bir de seni ekliyorum susuşlarıma

 

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında

Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler

Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde

Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri

Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak

Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

 

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman

Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere

Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun

İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim

Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın

Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

 

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür

Bir tufan olurum sustuğun her yerde

 

Ahmet Telli

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sayfalarımın beyazlığında bir kaç mum alevinin dansı,

ilk uyanışı değil bu gözlerimin,yada son kapanışı,

ne bir nefes kadar umut dolu nede bugün gibi perişan,

ağlar durur gözyaşlarım,artık dualarımda pişman.

Kasisyah...Suskun Pusula...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

saklı tuttun,saklı tutmanı sevdim

en kranlıga açılan kapını sevdim

yüzümü döndürmek için

az mı denizler,dalgalar az mı yangınlar bulutlar

geldi savruldu üstüme, geldi yıkıldı

 

bir nıce batık taşlara gemilerim

yıkılmış ağaçlara bir nice golgelere

gemilerim dedim beni alır götürür onun kıyısına

bırakır onun ülkesine koskoca bir uykunun ardında

bir ormanın ardında karıncaların

 

olmadı mı en çok onu sevdim

saçlarını kurutmaya yaz güneşi

olmadı mı ellerini sevdim gülüşlerini

ateşler yaktım ısındım karanlığında yolma çıktıkça gözlerinin akşamı

ne ürkek ne büyük olduklarının akşamı

 

sevdim . . . çağrıladım ben seni

geceler günler yanlız olduğumun kıyılarında

aydınlığı sürüp giderken yan yana gelmelerin

dedim elleri kim bilir kimi elinde . . .

saçları dudakları kim bilir kimin . . .

 

KEMAL ÖZER

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İNTİHAR

 

Ölüm adını hatırlatır,

 

ölüm unutturur.

 

Kurtarıcım gelir,

 

paslı bir bıçağın kuytularından.

 

Bileklerimden akan kanı,

 

dudakların kutsar.

 

Kadim zamanlarla,

 

boyuyorum ruhumu siyaha.

 

Geçmiş nefretleri uyandırıp,

 

güneşi lanetli bir gecede söndürmek.

 

Acıyı son bir kez yüceltip,

 

sende hatırlar gibi,

 

kendi benliğimde unutmak...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

büyük sevdalar büyük hasretler bırakırmış ardında

ben sana hasretler biriktirdim başucumda,

karanlık gecelerde aydınlık düşler biriktirdim

ve kimsesizliğimin akşamlarında

sana hasret türküler biriktirdim...

ben sana eskiden kalan

ama hiç eskimeyen

bir sevda biriktirdim

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

TOBACCO KIOSK

by Fernando Pessoa

 

I am nothing

I shall always be nothing

I cannot wish to be anything.

Aside from that, I have within me all the dreams of the world.

 

Windows of my room,

The room of one of the world's millions nobody knows about

(And if they knew about me, what would they know?)

Open onto the mystery of a street continually crossed by people,

To a street inaccessible to any thought,

Real, impossibly real, certain, unknowingly certain,

With the mystery of things beneath the stones and beings,

With death making the walls damp and men's hair white,

With the Destiny driving the wagon of everything down the road of nothing.

 

Today I am defeated, as if I knew the truth.

Today I am clear-minded, as if I were about to die

And had no more kinship with things

Than a goodbye, this building and this side of the street becoming

A long row of train carriages, and a whistle departing

From inside my head,

And a jolt of my nerves and a creak of bones as we go.

 

Today I am bewildered, as one who wondered and discovered and forgot.

Today I am divided between the loyalty I owe

To the outward reality of the Tobacco Kiosk of the other side of the street

And to the inward real feeling that everything is but a dream.

I have missed everything.

And since I had no aims, maybe everything was indeed nothing.

 

What I was taught,

I go down from the window at the back of the house.

I went to the countryside with grand plans,

But all I found in it was grass and trees,

And when there were people, they were just like other people

I step back from the window and sit in a chair. What should I think about now?

 

(…)

I have dreamed more than Napoleon did.

I have held against the hypothetical heart more humanities than Christ.

I have secretly created philosophies no Kant has ever written.

But I am, and perhaps always should be, the one from the attic

Although I don't live in it;

I shall always be someone not born for this;

I shall always be the one who just had qualities;

I shall always be the one who has waited for a gate to open next a wall without a door

And sang the song of the infinite in a poultry-yard,

And heard God's voice in a blocked-up well.

Believe in myself? No, not in me and not in nothing.

May Nature be dissolved on my feverish head

Her sun, her rain, the wind that ruffles my hair,

And the rest, let it come if it must, it doesn't matter.

Hearts in thrall to the stars,

We have conquered the whole world before leaving our beds.

But we were awakened and it was opaque,

We rose and he was strange to us

We left the house and it was the whole world,

And also the Solar System, the Milky Way and the Indefinite...

 

(Eat your chocolates, little one!

Eat chocolates!

Know there are no metaphysics in the world but chocolates.

Know that all the faiths don't teach more than confectionery.

Eat, dirty one, eat!

If only I could eat chocolates with the same veracity you do!

But I think, and when I lift the silver paper of a leaf of tin-foil

I let everything fall to the ground, as I have done to my life.)

 

(…)

Musical essence of my useless verses,

If only I could face you as something I had created

Instead of always facing the Tobacco Kiosk across the street,

Forcing underfoot the consciousness of existing,

Like a carpet a drunkard stumbles on

Or a straw mat stolen by gypsies and worth nothing.

 

But the Tobacco Kiosk owner has come to the door and is standing there.

I look at him with the discomfort of an half-turned head

And the discomfort of an half-grasping soul.

He shall die and I shall die.

He shall leave his signboard and I shall leave my poems.

His sign will die, and so will my poems.

And soon the street where the sign is, will die too,

And so will the language in which my poems are written.

And so will the whirling planet where all of this happened.

On other satellites of other systems something like people

Will go on making something like poems and living under things like signboards,

Always one thing facing the other,

Always one thing as useless as the other,

Always the impossible as stupid as reality,

Always the mystery of the bottom as powerful as the mysterious dream of the top.

Always this or always some other thing, or neither one nor the other.

 

But a man has entered the Tobacco Shop (to buy tobacco?),

And plausible reality suddenly hits me.

I half rouse myself, energetic, convinced, human,

And I will try to write these verses in which I say the opposite.

 

I light a cigarette as I think about writing them,

And in that cigarette I savour liberation from all thoughts.

I follow the smoke as if it were my personal itinerary

And enjoy, in a sensitive and capable moment

The liberation of all the speculations

With the conscience that metaphysics is a consequence of not feeling well.

 

Afterwards I throw myself on the chair

And continue smoking.

As long as Destiny allows, I will keep smoking.

 

(If I married my washwoman's daughter

Maybe I should be happy.)

Upon that, I rise. And I go to the window.

 

The man has come out of the Tobacco Kiosk (putting change in his trousers?).

Ah, I know him: he is Esteves without metaphysics.

(The Tobacco Kiosk owner has come to the door.)

As if by a divine instinct, Esteves turned around and saw me.

He waved hello, I greet him "Hello there, Esteves!", and the universe

Reconstructed itself for me, without ideal or hope, and the owner of the Tobacco Kiosk smiled.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kendine Kıyan

 

Hiçbir yıldız kalmayacak gecede.

Ne de gecenin kendisi kalacak.

Öleceğim ve benimle birlikte ölecek

çekilmez, katlanılmaz evrenin tümü.

Yok edeceğim piramidleri, madalyaları,

yüzleri ve anakaraları.

Yok edeceğim birikimini geçmişin.

Toza dönüştüreceğim tarihi

ve tozu toza.

Son kez batan güneşe bakıyorum.

Son kuşu duyuyorum.

Kimseye kalıt bırakmıyorum hiçliği.

 

Jorge Luis Borges

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Blowin' In The Wind

 

How many roads must a man walk down

Before you call him a man?

Yes, 'n' how many seas must a white dove sail

Before she sleeps in the sand?

Yes, 'n' how many times must the cannon balls fly

Before they're forever banned?

The answer, my friend, is blowin' in the wind,

The answer is blowin' in the wind.

 

How many times must a man look up

Before he can see the sky?

Yes, 'n' how many ears must one man have

Before he can hear people cry?

Yes, 'n' how many deaths will it take till he knows

That too many people have died?

The answer, my friend, is blowin' in the wind,

The answer is blowin' in the wind.

 

How many years can a mountain exist

Before it's washed to the sea?

Yes, 'n' how many years can some people exist

Before they're allowed to be free?

Yes, 'n' how many times can a man turn his head,

Pretending he just doesn't see?

The answer, my friend, is blowin' in the wind,

The answer is blowin' in the wind.

 

Bob Dylan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Karşımdasın işte...

 

Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni

Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim

Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim…

 

Tıkandığım o an,

Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte

Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım

Ellerim buz gibi, ben harda kaldım

Bir senfoni vardı kulağımda çalınan

Bitti artık hepsi...

 

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.

Bakış açım belli oldu yine

Geride kalan, ardından bakar gidenlerin

Bir meltem olacak rüzgârım dahi kalmadı benim

Dağlara çarptım her esişimde

Yollara küfrettim her gidişinde...

 

Demiştim sana hatırlarsan:

“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,

‘zamanla bırakmamak’tır…”

 

Şimdi bana, geçen o zamanın

Unutulmaz sancısı kalır…

 

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?

Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...

--------------------

SUSUŞTU YÜZÜN

 

bir ufukta bitiyor yüzün

ve başka bir gökyüzü başlıyor

komşu ellerle sarmalanıyorsun

yanıyorsun...

 

ne kadar övülsen az

avazım çıktığı kadar susuyorum

ismindeki sesli harfleri

 

mayınlı bir gülümsemeyle

senin karasularında olmak

üstünde ilkbahar bir entari;

sanki

yeniden

eski bir öyküye başlamak...

 

yüzündeki o billur akşam kahvaltısı

sürgülerken özümü,

ne kadarını sustuk konuştuklarımızın?...

 

YILMAZ ERDOĞAN

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

LİMAN KIRINTILARI

 

Bahamalı martılar beni çağırdı

bir ikinci bahar gecesi.

Yalan söyledim

yırtık blucinli tayfalara

Seni sevmediğimi söyledim.

Oysa rıhtımlar

en şarkılı dalgalarla yıkanıyordu

Midye kabuklarında sakladım gözyaşlarımı;

Hastaydım

kırık kötümser bir öksürük yapışmıştı boğazıma

Seni unutmak gerekiyordu...

 

Bahamalı martılar beni çağırdı

bir ikinci bahar gecesi.

İskele fenerlerinin altında oturup

seni bekledim sevgilim

Ellerim ıslaktı, gözlerim ıslaktı.

Gelip caydırabilirdin beni gitmekten

Oturup sigara içer, anlaşabilirdik...

Sana tapacağım yalan değildi

benim olursan

Seni seviyordum, seni istiyordum...

Bahamalı martılar beni çağırdı

bir ikinci bahar gecesi.

Filler gibi içtim liman meyhanelerinde;

seni unutmak için içtim...

Senin sokağında geceler yıldızsızdı

senin sokağında gece yağmur yağıyordu

Ben zayıftım, çabuk ıslanıyordum

Bana sevmek yaramıyordu,

ben sevilemiyordum...

Bahamalı martılar beni çağırdı

bir ikinci bahar gecesi.

Sana bırakacağım bu kentin

üç semtinde üç damla gözyaşı döktüm

Birincisi seni ilk gördüğüm yerdi

ikincisi seni ilk öptüğüm yerdi

Üçüncüsü... söylemeye dilim varmıyor,

üçüncüsü bana git dediğin yerdi

İşte bu mısraları orda karalıyorum;

işte demir aldı şilebimiz

Gidiyor, gidiyor, gidiyorum...

 

EDGAR ALLAN POE

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hep daha çok boşvermiş göründüm, daha çok endişelenerek…

Daha çok alay ettim kendimle, hayatla…

Hep tutarak kendimi, hiç ağlamadım

Daha çok gülümsedim, çok kızgındım oysa

Daha cesur göründüm, korkudan ölüyordum oysa

Daha güçlü gibi göründüm, aklımı kaybetmeye yakınken düşünüp durmaktan

Panikten sağa sola koşacak gibiyken, oturdum sakin sakin

Ve gülümsedim bilmişcesine… Hiç bir şeyi bilmeden

Sarılmak istiyordum birine, hiç kimse bana sarılmadı diye…

Sarılmadım kimseye ama, hiç kimse sarılmadı diye bana

Kafamda bir yerlerde, beyaz koridorlarda gölgeler arasında,

Koşarken ben deli gibi, soluk soluğa kovalıyordu yalnızlığım beni,

Her an yakalayacak gibi…

Sevmek istedim, sevmedim, kendimi çıkarırım diye açığa

Her şey önemsiz oldu benim için, kendim bile…

Hep öyle sandılar, gördükleri gibi yani

Ama yanıldılar, değildim göründüğüm gibi

Hep rol yaptım, her gün ayrı maske taktım

Korktum herşeyden, hiç göstermedim kendimi

Oradaydım esasında ama gerçek şuydu,

Kimsenin bilmediği biriydim

Hep açıksözlüymüşüm gibi davrandım

Aklımdan geçenleri asla söylemedim oysa

Hep oyunu izledim, hiç müdahale etmedim

Karışmadım

Ama zannettiler ki, oynadım

Oysa ben hiç dahil etmedim kendimi oyuna

Aklımdan siyah geçerken, beyaz dedim

Siyah deseydim olmazdı, uğraşırdınız benle

Ben uğraşmak istemedim sizinle

Dahil olmak istemedim oyuna

Beyaz dedim ve gizlendim

Bilmediniz Demezdim hiç düşündüklerimi, hissettiklerimi

Denmezdi, ayıp olurdu nedense…

Kırılırdınız

Güya yakındık ya biz birbirimize, korkunç mesafelerle

Ama anlatılmazdı, ayıp olurdu

Kral çıplak hesabı…

Tercihen ikiyüzlülük modaydı

Çıkmaz sokaklara aşinaydık ya biz

El mahkum gülümserken, gözlerimiz donuktu

Hep aynı devam ederdi bu oyun, kısır döngü

 

Herkes çok iyi bilirken beni

Giderek daha bir gizledim kendimi

Anlatılamaz haldeydi tüm bu hesaplar

Anlatmayı denediysem de önceleri

Geri çekildim yenik, manzara iç açıcı değildi…

Her şey yolunda gibi görünürken

Her gün duyar oldum çekip gitme, kaybolma özlemini…

Kimsenin bilmediği, tanımadığı bir yerde

Bir yabancı olabilmek yegane dileğimdi

Her şeyi kimse istemedi bilmek

Kimse istemedi duymak

Sözlere dökülmesi sakıncalılar listesi uzar giderdi

Sustum; içimde bir yerlerde gölgesi bol serin odalarımda kapanan kapıları sayarak…

Hep yalnız kalırdım hiç şikayet etmezdim değil mi

Taş duvarlar gibiydim değil mi

Yine de yosun tutardım çok ender de olsa ağladığım için

http://www.melankolik.org/2007/02/04/bilmediler-anlamadilar-ve-yanildilar/

şairi yazılmamış

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ÇADIR KUŞAĞI

 

 

 

İstersem gülümserim,

kolay ne var bundan.

Ama karanlığı kalacak gözlerimde

mezar çiçeklerinin,

bir yaşlı selvinin karanlığı kalacak,

alt üst olmuş yurdumun köylerinde,

acı sessizlikle kuşatılmış yurdumun köylerinde,

yıkıntılar arasında güçbelâ ayakta duran

bir yaşlı selvinin.

 

Hangi halkı parçalamıştır tarih,

parçaladığı kadar benim halkımı?

Halkım benim oldu toprağımdan,

saçıldı dört bir yana halkım benim.

Daldı yurdum uykuya

iççekişleri arasında ufkun.

Bense burdayım,

gözlerim kapkara, zifir gibi,

çadırların karanlığını taşır gözlerim.

Çocuk dudakları değil bu dudaklar artık,

analarını çağıran dudaklar değil,

döndüler kuru bir ekmeğe,

çağırmazlar hiç kimseyi.

 

Siz orda barıştan dem vurun hâlâ,

ben burda durayım köksüz.

Ben burda boşluğa asılmış bir tavan.

Çadırlarda büyüyen bir kuşağım ben,

ben, çadırlarda çoğalan.

Bir daha kulak verin,

bir daha dinleyin beni:

Büyüyen ve çoğalan bir kuşağım

ben kara çadırlarda.

Kalsın sizin ekmeğiniz sofranızda.

Uyuyayım ben burda aç ve susuz.

 

Ama tarih dört açsın gözünü

bizim çadır kuşağına.

 

Salim Jabran

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

The Hag of the Iron Wood had three children,

And the daughter was death,

The son was destruction,

And the third encircled the world.

It is cold in Niflheim, in your cell

Beneath the stone, where you hate me

Redly in your dreams. I am your prey, again and again,

Not out of love but rage, for what I have done to you.

Yet better you take my dreamself,

However deep the wounds,

Than ravage another. I will not hide behind those I love

When the Great Wolf comes; take me, bite off my hand,

Limit and cripple me,

Make me bleed and weep,

Make me remember, every day after,

When I reach instinctively and fall ever short,

The price of my honor,

And still it will be worth the price.

 

Mountain's roots.

 

Your feet are chained, predator of the sun,

With the chain made of six impossible things

That you may not run free in the world

And drink slaughter. I know what you would do.

Your lies cannot convince me that you would

Ever be harmless. Nor would you fight for the good.

There is no way around this trap.

You threaten me with terrible things,

Should I shut the door on your cage,

But I will not be moved by threats. The worst you can do

Is hurt me, and should you be free,

That would come of its own at any rate.

At the bottom of the mountains are the caves

Where dwell black things, evil that never sees the light,

The place where you hide from your mess,

And leave me to the binding of wounds

And tearful recriminations. There I chain you,

And there let you lie on damp stone

Beside the echoing trickle of underground rivers.

I will bring you food and drink, what meager stuff I can,

Heavy with the drugs of fantasy and dream,

And you will not die, but only sleep

And chase the sun in dreams. It is kinder this way.

 

Beard of a gentle woman.

 

Your phallus is bound, son of the fire,

Most male in a family of slippery genders.

All penetration is good to you,

Cock ramming home into screaming hole,

Teeth slicing through skin,

Tongue gouging into arteries,

Muzzle ripping into the softness of a curving belly.

They are all to be taken, save you

Who never yield yourself up in that way.

You have no color vision, wolf-child,

All is black or white, and you are black,

And that is that. I will not let you forget

The wound, the castration, the inescapable fact

That there is more than man in this body,

Whether you would have it so or not. I bind you

With the symbols of the third, your sister-brother,

Who lies like your coils of chain around the world.

Lust will not stir you. It is kinder this way.

 

Spittle of a bird.

 

Your jaws are bound with sleep, you whose teeth

Would rend and tear the very sun.

I sit with raven's spittle in my hair

And sing a croaking song, one that will lull you

Perhaps imperfectly, but well enough for now.

Like the soft music that whines everlastingly

From the radio on the prison's death row,

Soothing each angry man to sullen apathy,

I will sing to drown out your growls

And remind you that I have not forgotten you,

Even if you must be bound. It is kinder this way.

 

Footfall of a cat.

 

Your howl is bound, singer whose voice

Turns the blood to ice, freezes the prey

Where it stands unblinking, paralyzed.

Silence rules outside your cell; your whimpers

Will not be heard by others.

Nor will your terrible words of seduction,

Your razor-sharp tongue that cuts and lashes.

You will not lure in any others

To crouch and reach timidly between the bars.

They have no key to let you out anyway,

And their finger-bones are not yours to gnaw on,

Like smug trophies in the back of your cell.

Nor will you hear their voices through these walls,

But only velvet stillness. Nothing will

Disturb your sleep. It is kinder this way.

 

Breath of a fish.

 

Your sniffing nose is bound,

Hunter, tracker, chaser of prey;

For when you are free, none escapes its keenness.

You run the trail close behind,

They can hear your panting, the pounding tread

Of your sharp-nailed paws, and their breath

Catches in their throats. Only water,

River or stream, breath of the fish that swim therein,

Can foul your tracking, foil your lethal purpose,

Make you howl in confused rage at the riverbank.

So I surround you with the river of my tears

That you might not be waked from your sleep

And go springing at the bars, only to fall

Choking on the cold stone. It is kinder this way.

 

Nerves of a bear.

 

Your endless strength is bound,

Your tireless seeking of new throats to catch.

There is but one thing greater than the Rokkr warrior,

Snarling beast of the pack,

Jotun blood in your veins turned to werewolf,

And that is Odhinn's bears of rage

Who go into battle impervious to pain and wounds.

So must I be impervious to your cries

And never touch the door. You will make certain

That I share that pain, whether I will or no,

But it must never sway me

Lest I come to pity, and in your world

Pity is rewarded only with death.

For I too love you, Wolf - how could I not?

And it tears my heart to bind you,

But there is no other choice. The bars must be strong

And close together, and you must rest,

Close your wild golden eyes,

And not dwell too much on the reality

Of your prison. It is kinder this way...

 

...at least to you, if not to me.

 

For Fenris must be chained

Or Chaos will be King.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.

"O olmazsa yaşayamam" demeyeceksin.

Demeyeceksin işte.

Yaşarsın çünkü.

Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.

Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.

Çok sevmezsen, çok acımazsın.

Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.

Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini...

Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.

Senin değillermiş gibi davranacaksın.

Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.

Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.

Çok eşyan olmayacak mesela evinde.

Paldır küldür yürüyebileceksin.

İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,

Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.

Gökyüzünü sahipleneceksin,

Güneşi, ayı, yıldızları...

Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.

"O benim" diyeceksin.

Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin...

Mesela gökkuşağı senin olacak.

İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.

Mesela turuncuya, ya da pembeye.

Ya da cennete ait olacaksın.

Çok sahiplenmeden,

Çok ait olmadan yaşayacaksın.

Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.

İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...