Jump to content

Etkilendiğiniz Şiirleri, Dörtlükleri Yazın


illuminator_25

Önerilen Mesajlar

Çocuklar ölebilir yarın,

Hem de ne sıtmadan ne kuşpalazından

Düşerek de değil kuyulara filân;

Çocuklar ölebilir yarın,

Çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,

Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında,

Ne bir santim kemik, ne bir damla kan,

Çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında

Arkalarında bir avuç kül bile değil

Arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.

 

Nazım Hikmet Ran

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hayatlarımız hep ikinci kişilerin üstüne kurulu,

en sevdiğimiz şarkıyı başkası söyledi,

en sevdiğimiz kitabı başkası yazdı,

en sevdiğimiz filmde başkası oynadı

ve en çok başkalarını sevdik kendimizi değil.

Bizim olan hayatı başkalarına muhtaç yaşıyoruz

işte bu çok garip..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir güzellik yap kendine.

Sadece sahip olduklarını düşün, mutlu ol onlarla.

Bırak sahip olamadıkların üzülsün senin olmadıklarına...

 

Bir güzellik yap kendine.

Keşkeleri hiç düşünme.

Bırak keşkeler üzülsün senin seçimlerine...

 

Bir güzellik yap kendine.

Sevdiklerinin sevgisini büyüt içinde.

Bırak sevmediklerin üzülsün kalbinde yerleri yok diye...

 

Bir güzellik yap kendine.

Kimseleri sevmediğin kadar, kendini sev sadece.

Bırak seni sevmeyenler üzülsün;

Yüreklerine sığamayacak kadar büyüksün diye...

 

~Paul Auster~

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aşka Sevdalanma

 

Can verme sakın aşka aşk afeti candır

Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır

Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an

Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır

Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz

Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır

Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma

Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır

Aşk içre azap olduğu bilirem kim

Her kimseki aşıktır işi ahü figandır

Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin

Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır

Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var

Aldanmaki şair sözü elbette yalandır.

Fuzuli

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Malesef onu çok şımarttım .

Hiç aramız kötü olmayacak gibi davrandım .

Her istediğini yaptık beraber .

Üzmedim onu , üzmeye kıyamadım .

Heran her dakika konuşmak istedim .

Hoşuna gidecek herşeyi denedim .

Huzur verdim ona , mutluluk verdim .

Hata yapmasına rağmen küçücük bir lafı ile affettim .

Saf bir çocuğun sevgisi gibi sevdim …

Bunları yaptım işte .

Adam gitmekte de , benden sıkılmakta da haklı …

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Günlerdir itildiğim yalnızlığın kollarındayım.

Başka başka şehirlerde, çok farklı yüzlerdeyim.

Gülümseyen yeni yaptığım maskem!

Üzerimdekiler cafcaflı kılıfım.

Görünmesin hiç bir yara izim diye makyaj banyolarındayım…

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Malesef onu çok şımarttım .

Hiç aramız kötü olmayacak gibi davrandım .

Her istediğini yaptık beraber .

Üzmedim onu , üzmeye kıyamadım .

Heran her dakika konuşmak istedim .

Hoşuna gidecek herşeyi denedim .

Huzur verdim ona , mutluluk verdim .

Hata yapmasına rağmen küçücük bir lafı ile affettim .

Saf bir çocuğun sevgisi gibi sevdim …

Bunları yaptım işte .

Adam gitmekte de , benden sıkılmakta da haklı …

 

cok fazla doğru

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

*Daha güzel bir şiir yazılamaz sanırım

 

TÜTÜN DÜKKANI

 

 

hiçbir şey değilim.

hiçbir şey de olmayacağım.

bir şey olmayı istemem.

ancak, dünyanın bütün düşleri var bende.

odamın pencereleri,

kimsenin kim olduğunu bilmediği, milyonlarca

kişiden birinin odasının

(tut ki tanıyorlar, odamı ne bilsinler...)

devamlı insanların gelip geçtiği bir caddenin

gizemine açılıyorsunuz,

bütün düşüncelere sapa kalan bir caddeye,

gerçek, imkansızca gerçek; kesin, bilinmezcesine

kesin

varlıkların ve kayaların altındaki şeylerin

gizemiyle,

duvarları rutubetlendirip insanların saçalrına

aklar düşüren ölümle,

hiçlik yolunda her şeyin katarını süren kaderle.

gerçeği öğrenmiş gibi yıkıldım bugün.

ölmek üzereymiş gibi aydınlandım bugün.

ve bu eve, caddenin bu yanına dönmek üzere

el sallamaktan daha fazla

bir yakınlık duymamıştım eşyalara.

bu bina ve caddenin bu yanı, sıra sıra vagon olur,

kalkış düdüğüyle

kafamın içinde döne döne,

ve bu gidiş sinirlerimi gerer, çıtırdatır

kemiklerimi.

bugün şaşkınım, düşünmüş taşınmış ve unutmuş

biri gibi.

caddenin karşısındaki tütüncü dükkanının

dış gerçekliği

ve her şeyin bir rüya olduğuna dair hislerimin

iç gerçekliğiyle duyduğum sadakat arasında

kaldım bugün.

çuvalladım her şeyde.

hedefsiz olduğum için, belki de, hiçliğe

yuvarlandım,

evin arka camından kaçarak fırlatıp attım

bana sundukları eğitimi.

kırlara çıktım da büyük umutlarla:

bütün bulduğum çimenler ve ağaçlardı,

insanlarsa diğerleriyle aynı.

gerisin geri camdan içeri girdim, bir sandalyeye

oturdum.

ne düşünmeliydim?

ne olduğumum bilmeyen ben, ne olacağımı

nereden bilirim?

düşündüğüm olmak mı? ama ben çok şey olmayı

düşünüyorum!

aynı şey olmayı düşünen öyle çok kişi var ki,

hepimiz birden olamayız.

dahi mi?! şu anda yüz binlerce beyin, benim gibi,

bir dahi olduğunu hayal ediyor,

ve muhtemelen tarih birini bile kaydetmeyecek.

hayali fetihleri bir gübre yığınından başka bir şey

olmayacak.

hayır, kendime inanmıyorum.

bütün tımarhaneler kesin yargı sahibi delilerle

dolu!

ya ben? hiçbir kesin yargısı olmayan, onlardan

daha mı az, daha mı çok haklıyım?

hayır, ben bile...

şu anda kaç tavan arasında veya başka katında

dünyanın,

hayal kuran, kendisi olduğuna inanmış ne dahler

var, bilsen!

nice kibirli, soylu ve pırıltılı hedefler var ki

-evet, gerçekten kibirli, soylu ve pırıltılı

ve belki de ulaşılabilir-

bir nebze olsun gerçek gün ışığı göremeyecek ve

onlara

kulak verecek birini bulamayacaklar.

onu fethetmeye doğanlar içindir dünya,

haklı olsalar bile fethetmeyi hayal edenelr için

değil.

napalyon'dan daha fazlasını yaptım düşlerimde.

isa'dan daha fazla insanlık sığdırdım fani

göğsüme.

kant'ın bir kere olsun kaleme almadığı felsefeler

kurdum gizlice.

ne var ki ben tavan arasındaki adamım ve belki de

hep böyle olacağım;

ben hep kerameti kendinde biri olacağım;

ben hep kapısız duvarların kapılarının yüzüne

kapanmasını bekleyen biri olacağım,

sonsuzluğun şarkısını bir tavuk kümesinde

çığıran ve tanrı'nın sesini kapatılmış bir

kuyuda duyan.

bana güvenmek mi? aman, hayır, kalsın orda.

savur doğa ateşler içindeki başıma

güneşini, yağmurunu, saçıma dolanan rüzgarını,

geriye kalanlar da gelsin gelirse; gelmeleri

gerekiyorsa, veyahut gelmesinler.

yıldızların hasta kalpli kökleri,

bir an önce kalkalım da yataklarımızdan

fethedelim bütün dünyayı,

uyanalım ki belirsizdir o,

kalkalım ki yabancıdır o,

terk edelim evi ki bütün yeryüzüdür o,

dahası güneş sistemi,samanyolu ve sonsuzluk.

(çikolata te, küçük kız;

çikolata ye!

gör, şu dünyada daha farklı bir metafizik yok

çikolatadan başka.

gör, bütün dinlerin öğrettikleri de farklı değil

şekerci dükkanının öğrettiklerinden.

ye, küçük pasaklı, ye!

böyle hakikatli çikolata yiyebilir miyim ben de

senin gibi?

ama düşünüyorum da, gümüş kağıdı

kaldırdığımda kalay yaprağı sadece

geriye kalan.

her şeyi atıyorum yere, tıpkı hayatımı attığım

gibi.)

ama en azından bir acı kalıyor geriye o

olmayacağım şeyden,

hızlı kaligrafisi bu dizelerin,

imkansız adına yıkık sütunlar.

en azından gözyaşsız bir aşağılama hediye

ediyorum kendime,

en azından soylu olan kol hareketleriyle attığım

gibi

varlığım olan kirli çamaşırları, liste yok, devam

ediyor nesnelerin seyri,

gömleksiz kalıyorum evde.

(sen, avutucu olan, var olmayan ve bundan

dolayı avutucu olan,

yunan tanrıçası, yaşayan bir heykel gibi

yontulmuş.)

sen, düşünülmeyecek kadar soylu ve çaresiz

roma vatandaşı,

sen, gezgin şarkıcıların tanrıçası, parlıyor

güzelliğin önünde,

sen, onsekizinci yüzyılın markizi, dekolte giysiler

içinde ve uzaklarda,

babamızın zamanından kalma anlı şanlı sokak

kadını,

modern bir şey belki de -bilmiyorum nesin-,

olan biten hepsi bu, sensin ilham verdikçe

verecek!

kalbim boşaltılmış bir çöp kutusu.

insanlar nasıl yalvar yakar olurlarsa ruhlara,

yalvarıyorum öyle

ben de kendime, ve bulamıyorum hiçbir şey.

pencerenin önüne gidiyorum ve görüyorum

caddeyi bir mutlak açıklık gibi.

görüyorum dükkanalrı, görüyorum kaldırımları,

görüyorum geçip giden arabaları,

görüyorum karşıdan karşıya geçen giysili canlı

varlıkları,

görüyorum herkes gibi var olan köpekleri de,

ve bütün bunlar yük oluyor omuzlarıma bir

sürgün hükmü gibi,

yabancıdır hepsi, her eşy gibi.

yaşadım, okudum, sevdim ve hatta inandım,

ne var ki bugün kıskanıyorum her dilenciyi o bn

olmadığı için.

görüyorum her bir paçavrasını, yaraları ve

yalanı,

görüyorum da kendime bakıyorum bir: belki de

sen hiç yaşamadın, hiç okumadın, hiç

sevmedin, hiç inanmadın.

(çünkü gerçekte her şeyi yapmak mümkün

olabilir de olmayabilir de.)

belki de sen sadece kuyruğu koparılan bir

kertenkele gibi var oldun,

kertenkeleden ayrı bir kuyruk olarak sürünüp

duran.

yarattım kendimden hiç bilmeden iyiyi,

ne yapabilirdim kendimden, olmayandan.

yanlış kılıklara büründüm bir zamanlar,

hemen olmadığım biri sandım kendimi

ve bir şey diyemedim, kayboldum.

maskeyi çıkaracağım anda ise yüzüme

yapışmıştı o.

çıkarıp da aynada gördüğümde kendimi

zaten yaşlanmıştım.

sarhoştum, sökemediğim kılığımı nasıl giydiğimi

bilmek de istemiyordum artık.

maskeyi fırlatıp

helada sızdım.

sahibinin şımarttığı bir it gibi.

böylesi daha zararsızdı,

ve ne asil olduğumu kanıtlayacak bu hikayeyi

yazacaktım,

nafile dizelerimin müzikal cevheri

caddenin karşısındaki Tütüncü Dükkanı'ndan

bakmak yerine

sadece kendi yarattığım bir şey gibi size

bakabildiğimdendir,

var olmanın bilinçliliğini ezdiğimde,

ayyaşın tökezlediği halı

ya da çingenelerin çaldığı beş para etmez bir

paspas gibi.

ama işte Tütüncü Dükkanı'nın sahibi kapıya çıktı

öylece duruyor.

cansıkıcı bir boyun eğmişlikle bakarım ona,

yarı yarıya ulaşılmaz bir ruhun sıkıntısıyla

birlikte.

o da ölecek, ben de öleceğim...

o tabelasını bırakacak geride, bense şiirlerimi,

nihayetinde onun da izi kalmayacak, benim

şiirlerimin de.

bunu belirleyen cadde de ölecek en nihayetinde,

neticede şiirlerimi yazdığım dilde.

ardından bu dolanıp duran gezegen de,

bütün bunların hepsi olduktan sonra ölecek!

diğer güneş sistemlerindeki başka gezegenlerde

bize benzer bir şeyler,

şiir gibi bir şeyler yazmaya,

tabela gibi bir şeyin altında hayata devam

edecekler.

mutlaka biri diğeriyle karşılaşır.

daima bir şey diğeri kadar yararsızdır elbette.

imkansız, gerçeklik kadar aptalcadır.

daima iç gizem, yüzeyde uyuyan gizemlilik kadar

gerçektir.

mutlaka bu ya da daima o

ya da ne biri ne de diğeri.

ama Tütüncü Dükkanı'na adamın biri girmiştir

(tütün almaya mı?)

ve makul gerçeklik aniden çarpar beni,

sandalyemden şöyle bir doğrulurum -nerjik,

kati, insanca-

ve bu dizeleri, aksini söylesemde, yazmaya...

bir sigara yakarım onları ayzmayı düşünürken

ve o sigarada, bütün o düşündüklerimin

özgürlüğünün tadını alırım.

gözlerim dumanı izler

kendi izimmiş gibi.

ve zevklenirim o hassa ve en uygun anda

tüm düşüncelerden kurtuluş

ve tam hissedilemeyenlerin metafizik

uyanıklığıyla.

şöyle bir kaykılırım sandalyede

tüttürmeyi sürdürerek.

kader izin verdiği sürece

tüttürmeye devam edeceğim.

(şu benim çamaşırcı olan kadının kızıyla

evlenseydim, belki mutlu olacaktım.)

sandalyeden kalkar, pencereye giderim.

adam Tütüncü Dükkanı'ndan çıkmıştır

(bozuklukları mı cebine koymaktadır?)

hah, tanıdım onu: hiç de metafizik olmayan

Esteves bu.

(tütüncü kapıya çıkmıştır.)

ilahi bir dürtü altındaymışcasına

Esteves döner ve beni görür,

bir selam sarkıtır,

ben de "Merhaba Esteves diye bağırırım

ve evren

ümitlerin, ideallerin olmadığı yerine çekilir

ve Tütüncü gülümser.

 

 

Fernando PESSOA -Alvaro De CAMPOS imzasıyla.-

 

çeviri: Adnan ÖZER

 

kaynak: Fernando PESSOA / 20.Yüzyılın Yalnızı, Everest yayınları

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Mutluluğun nirvanasındayım ve söyleyebilirim yeri gelmişken

Ben sadece huzur istemiştim ama ortaya karışık seni vermişler

Bakma bana o dakika tamam dedim yeter ki gül

Senden öncesi bir ters bir düz senle başlar ve senle biter

Gülüm anlıyorum,senle karışıyorum her an, varsan tamam

Bu aşk üstüne basmaksa bak

Adını yazıyorum yürüdüğüm asfaltlara

30 haziranı en hassas yapan aldığım en büyük hediyedir o

Ne demeye saat on ikiyi geçmiyor durdu.durdu bu akşam zaman

Belki bu aşk bana zarar ama katlanırım

bana kızma ürküp uzaklaşırım

Peki paranoya yaratırsam bile diyemiyorum

bana bükme dudaklarını

Zaman o ki bizi bir araya getiriyor

bir bildiği var can tamamdır

Ben seni nefret duygularımı yitirdiğim andan kazandım

Anlam kat bana

Başkalarıyla karıştırıyodum

başta başkalarıyla kırıştırıyodum

Ama yaşta kalınca kuruntu

tadında bu duygu tam anladım aşka varınca

Yine anlıyorum bir bakışa yazacak kadar

hatta kucaklaşmamak

Tetikten akacak kana

yoldan çıkacağım yada her yol sapacak sana

Daralıyorum bir iyi bir kötü

Ben sana değil insanlara kuduruyorum öfkeden

Her gün seni karalıyorum iyi ol yeter

Bitiyor mu deme yanındayım

korkmak sana yakışıyor mu

Ben senken biz olduk

Gelmek yada terketmek mi zor ki

seni bıraksam erkeklik mi kaldı

Her yer sen yazdığım her şiirde sen varsın

Kötü gününde bile yer yer gül

Ben tebessümüne savaşırken ederim her dansı

Kılına zarar beni çıkarır zıvanamdan

Kimseye güven olmuyo bu zamanda

Sana kızamam ben yanı başımda çakılı kal

Onlardan sakınacağım da bana sarılacaksın adı çıkacak aşk diye

Bu harpte kim bilir kaç gövdeyiz

Ama bu hikayede sadece ikimiz baş roldeyiz

 

(sokrat st)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...