Jump to content

Etkilendiğiniz Şiirleri, Dörtlükleri Yazın


illuminator_25

Önerilen Mesajlar

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzele mi bakmalı?

Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?

Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?

Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

Solması için gülü dalından mı koparmalı?

Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?

Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?

Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor Hugo

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Gözlerin gözlerime değince

Felaketim olurdu,ağlardım

Beni sevmiyordun,bilirdim

Bie sevdiğin vardı,duyardım

Çöp gibi bi oğlan,ipince

Hayırsızın biriydi fikrimce

Ne vakit karşımda görsem

Öldüreceğimden korkardım

Felaketim olurdu,ağlardım

Ne vakit Maçka'dan geçsem

Limanda hep gemiler olurdu

Ağaçlar kuş gibi gülerdi

Sessizce bir cigara yakardın

Parmaklarımın ucunu yakardın

Kirpiklerini eğerdin,bakardın

Üşürrdüm,içim ürperirdi

Felaketim olurdu,ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi

Jezabel kan içinde yatardı

Limandan bir gemi giderdi

Sen kalkıp ona giderdin

Benzin,mum giderdin

Sabaha kadar kalırdın

Hayırsızın biriydi fikrimce

Güldü mü cenazeye benzerdi yüzü

Hele seni kollarına aldı mı

Felaketim olurdu ağlardım...

özellikle su bolumdeki sözler.....

Güldü mü cenazeye benzerdi yüzü

Hele seni kollarına aldı mı

Felaketim olurdu ağlardım...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

dün akşam bütün yüzünle bana doğru eğilmiştin

gözlerin hüzünle doluydu güya beraberdik

öptüm ki sen değilmişsin büyük yalnızlığımmış

yalnızlığımı emziren korkunç karanlığımmış

dün akşam yeniden ıhlamurlar boyunca gittim

yine yoldan çingeneler geçiyorlardı

 

öksüz bir cıgara gibi iki nefeste bitirdik

sonuna geldik birlikte başladığımızın

üfledik birer birer ışıklarını söndürdük

haziran gecesi içindeki aşkımızın

karanlıkta kaldık yalnızlıkta kaldık

istanbul çığlık çığlık ter döküyordu

 

gökyüzü en karanlıktı sonra gözlerin

fabrika durağı'ndaki bayram yerinde

lâcivert saçlı kürtlerin sonra devrilmişliği

yumruk kadar yürekleriyle sonra çocuklar

sonra niyet çeken askerler karanlıktı

sonra sessiz sedasız sevişen ıhlamurlar

 

o akşamın eteklerinde iki mahzun çocuktuk

izinli jandarmalar nişan atıyorlardı

atlıkarıncalar gıcır gıcır gülüyorlardı

yorgunluğumuza rağmen adeta mesuttuk

canavar yoksulluğumuzu sanki unutmuştuk

başımızı sokacak evimizin olmadığını

iki yakamızın uç uca gelmediğini

halimizi soran olmadığını sanki unutmuştuk

içimizden ebabil kuşları geçiyorlardı

 

o akşam fabrika durağı'ndaki bayram yerinde

elbirliğiyle bir donanma yaşadık

ıslıklı denizlerin ihtirasını yaşadık

gözbebeğimizdeki kan siyaha dönmüştü

bayramın sonu gelmişti oysa ışıklar sönmüştü

ben yıkılıp gitmiştim erken kalkacaktım

sen bir rüzgâra girmiştin erken kalkacaktın

ikimiz ekmeğimizin peşine düşmüştük

öyle uzun sevişmeye vaktimiz yoktu

 

attila ilhan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ben hiç böylesini görmemiştim

vurdun kanıma girdin itirazım var

sımsıcak bir merhaba diyecektim

başımı usulca dizine koyacaktım

dört gün dört gece susacaktım

yağmur sönecekti yanacaktı

sameland seferden dönecekti

duvardaki saat duracaktı

kalbim kendiliğinden duracaktı

ben hiç böylesini görmemiştim

vurdun kanıma girdin itirazım var

 

emperyal otelinde bu sonbahar

bu camların nokta nokta hüznü

bu bizim berhava olmuşluğumuz

bir nokta bir hat kalmışlığımız

bu rezil bu çarşamba günü

intihar etmiş kötümser yapraklar

öksürüklü aksırıklı bu takvim

ben hiç böylesini görmemiştim

vurdun kanıma girdin itirazım var

 

sesleri liman sislerinde boğulur

gemiler yorgun ve uykuludur

sabahtır saat beş buçuktur

sen kollarımın arasındasın

onlar gibi değilsin sen başkasın

bu senin gözlerin gibisi yoktur

adamın rüyasına rüyasına sokulur

aklının içinde siyah bir vapur

kıvranır insaf nedir bilmez

 

otelin penceresinde duracaktın

şehri karanlıkta görecektin

karanlıkta yağmuru görecektin

saçların ıslanacak ıslanacaktı

kış geceleri gibi uzun uzun

tek damla gözyaşı dökmeksizin

maria dolores ağlayacaktı

istanbul'u yağmur tutacaktı

bütün bir gün iş arayacaktım

sana bir türkü getirecektim

kulaklarımız çınlayacaktı

 

emperyal oteli'nin resmini çektim

akşam saçaklarından damlıyordu

kapısında durmanı söylemiştim

yüzün zambaklara benziyordu

cumhuriyet bahçesi'nde insanlar geziyordu

tepebaşı'ndaki küçük yahudiler

asmalımesçit'teki rum kemancı

böyle rüzgarsız kalmışlığımız

bu bizim çektiğimiz sancı

el ele tutuşmuş geziyordu

gazeteler cinayeti yazıyordu

haliç'e bir avuç kan dökülmüştü

 

emperyal oteli'nde üç gece kaldık

fazlasına paramız yetmiyordu

gözlerin gözlerimden gitmiyordu

dördüncü gece sokakta kaldık

karanlık bir türlü bitmiyordu

sirkeci garı'nda sabahladık

bilen bilmeyen bizi ayıpladı

halbuki kimlere kimlere başvurmadık

hiçbiri yüzümüze bakmıyordu

hiç kimse elimizden tutmuyordu

ben hiç böylesini görmemiştim

vurdun kanıma girdin kabulümsün.

 

attila ilhan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

PARİS

 

bu kartı sana paris’ten atıyorum

 

çok türkçe bir aşkın ortasında

çok türkçe bir yağmurun mağarasında

çift kâğıtlının son dumanına sinen erezyonda

kelimelerden

beni aşağılayan, bir hiç yerine koyan kelimelerden

ve tehlikeli, korkunç hayvanlardan kurtulduğum,

kendime doğru

bir çıkış yolu bulduğum

güzel bir zamanda..

 

bu kartı sana paris’ten atıyorum:

 

bugün mavinin ayrı bir havası

bugün rüzgârın özel bir şıklığı var,

bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim!

bugün kuşlarla senden, senin

o çok efkârlı ellerinden konuştuk uzun uzun

bugün kuşlarla senin resmini çizdik

bütün karakol duvarlarına

biraz sandviç yedik, biraz su içtik seni düşünerek

allahına kadar fırlamaydık senin anlayacağın

bugün kuşların yaşgünü çünkü sevgilim

bugün kuşlara senin ismini armağan ettim!

 

gereksiz eklem ağrıları ve kriz değil midir

ışıksız gözlerime bir nebze kan

pul pul olmuş tenime enjektör kapanları kuran,

duran

sonra yürüyen

sonra bir daha duran

seyyah kalbime tüm ihtişamıyla boşalan

hap niyetine sıcak elektriğin doludizgin sersemliğinde

üşürken, açken

kolları kısa ceketimin yakalarını kaldırırken

sorgumda soruyorum bunları, hep soru kalanları:

niye ayrıldık (cevabı kullanılmış, aids riski taşıyor)

nasıl sustuk (cevabı, kalabalık getto masallarında)

niçin birbirimize çarpa çarpa bir suça ortak olduk

şimdi hangi dozda hangi ekolde zırvalıyorum

sokaklarda mora mor çalan dönme bir gitaristken

koşabiliyor muyum, nefes alabiliyor muyum, sıçabiliyor muyum

dehşetli yerlerimden

en karanlık gizlerimden çalakalem vurulmuşken

otuz üçünde kahpe bir anarşist

sırtında yetmiş yedi hançer yarası

bir polisten tokatlanmış magnum ve ben

gece camlarını, ******.mlarını yumruklarken

ya da

 

çıplak ayaklarımla boş ilaç şişelerini ezerken

her yer, herşey kırmızıya boyanırken duruluyorum

ölmek üzere olan birinin üstünde dönen

puşt akbabalar gibi yüzümün üstünde dolanıyor ruhum!

bu kartı sana ben

sanırım

paris’ten atıyorum!

 

mamafih,

niye gelmişim, nerden gelmişim, neden burdayım

sanki

ekmeğe karışmışken toprağı özleyen buğdayım!

sevgilim, ben ne soysuz bir adamım -ki

kopan mi telinin yerine kurumuş bir gözyaşı takıyorum

evet! evet!

koşuyorum, yuvarlanıyorum, bağırıyorum, ağlıyorum

faşizme yenilmişken

avla avcının mesafesi daralmışken

otuz üçünde bozguna uğramış bir devrimci

kıçında yetmiş yedi.azrak yarası

bu kartı sana ben

büyük ihtimal

paris’ten atıyorum!

 

 

Küçük İskender

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

DEMEDİM Mİ

 

Oraya gitme demedim mi sana,

seni yalnız ben tanırım demedim mi?

Demedim mi bu yokluk yurdunda hayat çeşmesi ben'im?

 

Bir gün kızsan bana,

alsan başını,

yüz bin yıllık yere gitsen,

dönüp kavuşacağın yer ben'im demedim mi?

 

Demedim mi şu görünene razı olma,

demedim mi sana yaraşır otağı kuran ben'im asıl,

onu süsleyen, bezeyen ben'im demedim mi?

 

Ben bir denizim demedim mi sana?

Sen bir balıksın demedim mi?

Demedim mi o kuru yerlere gitme sakın,

senin duru denizin ben'im demedim mi?

 

Kuşlar gibi tuzağa gitme demedim mi?

Demedim mi senin uçmanı sağlayan ben'im,

senin kolun kanadın ben'im demedim mi?

 

Demedim mi yolunu vururlar senin,

demedim mi soğuturlar seni.

Oysa senin ateşin ben'im,

sıcaklığın ben'im demedim mi?

 

Türlü şeyler derler sana demedim mi?

Kötü huylar edinirsin demedim mi?

Ölmezlik kaynağını kaybedersin demedim mi?

Yani beni kaybedersin demedim mi?

 

Söyle, bunları sana hep demedim mi?

 

----MEVLANA---

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

daha az seviyorum seni

giderek daha az

unutur gibi seviyorum

azala azala

aramızdaki uzaklığın karanlığında

 

geceler kısalıp, gündüzler uzuyor böyle olunca

daha az seviyorum seni

kendini iyileştiren bir yara gibi

daha az

ve zamanla

 

sen geceyi tutuyorsun, ben nöbetini

uzak dağ kışlalarında

görmüyoruz birbirimizi

usul usul sis iniyor

kopmuş yollara

ışığı hafif, uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin

bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda

sevgilim sevgilim

yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin

nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da

 

artık daha az seviyorum seni

unutur gibi, ölür gibi daha az

yeniden ödetiyorum kendime

onca aşkın öğretemediğini

kolay değildi

yalnızca sevgilimi değil, evladımı da kaybettim ben

kaç acı birden imtihan etti beni

bir tek gece vardır insanın hayatında

ömür boyu sürer nöbeti

bu da öyleydi,

iyi ol, sağ ol, uzak ol

ama bir daha görme beni.

 

murathan mungan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

Dudaklar gülerken insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzele mi bakmalı?

Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

 

Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?

Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?

Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

 

Solması için gülü dalından mı koparmalı?

Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?

Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?

Saçlar bağ, gözler silah, gülüş kurşun olamaz mı?

 

[ Victor Hugo ]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Canımı çok yakan şeyler olur; ama yine de susarım, tükenirim.

Buna izin de veririm aslında. Salaklığımdan mı? Hayır!

Ben kimseye ”Git!” de demem, diyemem.

O kişi vazgeçilmez olduğundan mı? Hayır.

Ona o kadar şeye rağmen, o kadar değer veririm ki,

Her gün yaptıklarına utansın diye.

Ama bir gün öyle bir giderim ki

Kaybedeceğim hiçbir şey olmaz

 

[ Sunay Akın ]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu , ama acı çekip ayyaş olunabilirdi. Bir süre, gençlikte özellikle, talihin senden yana olduğunu sanabilirdin, bazen senden yanadır da gerçekten. Ama senin farkında bile olmadığın ve senin aleyhine işleyen birtakım ortalama hesaplar ve kanunlar vardır, her şeyin yolunda gittiğini sandığın zamanlarda bile.Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan, ve daha önce o odalarda olmuş olmanın da bir yararı olmaz, daha da kötüdür hatta, çünkü bir daha bu duruma düşmemeye karar vermişliğin vardır. Bir sigara daha yakmaktan, bir içki daha içmekten, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka bir şey de gelmez elden.

C.Bukowski

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Müjgan’a Aşk Şarkıları

 

1

 

dinlerdim telâşlı kanûnlardan sarışın türkçeyi

nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi

ürkek bir çilenti usulca yoklardı bahçeyi

nerde tâvus kuşları nerde müjgân'ın gençliği

nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi

 

okşamak kumrallığını içimden uysal lambaların

beyhude ıslıklarını yakınlaşan sonbaharın

akşam tenhalığında birlikte duygulanmaların

saklı mutluluğuyla dalgından çok daha fazla dalgın

nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi

 

bir parça son yalnızlığa öncekiler hazırlıktır

insan bırakmaz sevdiğini sevmek insanı bırakır

kalırsa gözlerinin elinde yaldızı belki kalır

ney üşür kanûn pırıldar udlar oldukça karanlıktır

nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi

 

 

2

 

o akşam da lambamızı söndürmüştük nedîm ile

nedîm'den bile kıskandığım sevdiğim ile

son şarkılar dağılmıştı mevsim ile

yalnız çamlıca'da bir ud yankılanırdı

 

dünyayı tumturaklı bir yalan sayanlar

yalanın dehşetini yaşlandıkça anlar

nâzım'ın pirâye'yi sevdiği zamanlar

ölse ölümünden ne suçlar çıkarılırdı

 

boğucu bir sessizlikte ateşten goncalardır

o demirden şiirler ki sanki tabancalardır

umutsuz hangi gününde el atsan ateşe hazır

nâzım onları yazarken duvarlar çatırdardı

 

gördün sessizce buluştuğunu nâzım'la nedîm'in

lâcivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin

birinin elinde vâridât'ı simavnalı bedreddin'in

birinin ağzında gül elinde mey kâsesi vardı

 

 

3

 

istanbul puslu karaltıyla müstef'ilün bir gemi

duyulur padişah saltanatıyla bulutlara demirlediği

soğuk akşamlar çalar saatlar kadife konakta

ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta

 

o soyut kuşlar su aydınlığında atlas yorganların

yüz yıllık hüznüyle yüklü osmanlı zindanlarının

pul pul dağılırlar tasalı bol yansımalı boşlukta

ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta

 

gece hattât yesârî'nin süzüldükçe vav kayıkları

işlenir yeni baştan bütün sevmek yanlışlıkları

bilmem tamamlanır mıydık bir başka yaşamakta

ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta

 

o şarkı söylese çalgıların korkup bıraktıklarından

büyülü tamburların kendi başlarına çaldıklarından

ulaşır hâfız post'a sesi yankılarla sonsuzlukta

ben uyansam da ay ışığından müjgân uyumakta

 

4

 

akşam kılıçlar düşürdüğü ayın ışığından boğaz'da

müjgân mıdır bir uzak gülümsemek midir sazda

ferahnâk'ta iyimser kötümser çarçabuk hicâz'da

müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da

 

üretir sessizliği erguvanlar düşler sevdayı tamamlar

suları yansıtır camlar cıvalı bir beyazda

müjgân mıdır yoksa sabahlamak mı hâfız'la şirâz'da

divanlardan gül çığlıkları horasanlı papağanlar

şehzâde çılgınlıkları o unutulmaz yazda

 

müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da

 

attila ilhan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Dönelim

Döndürsün bizi

Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi

Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan

Ve akılda kalan bir yokuştan

Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından

Ve çocukluktan

Dönelim

Dönelim mi biz

Gençlikten, oralardan

Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan

Dönelim mi acıya

Acıya, büyük acıya

Ve soralım mı acaba

Ey büyük yalnızlık insansan eğer

Bir kaya

Dalgalar yalarken onu

O bakarken kaskatı kalabalıklara

Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

 

Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey

Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı

Kedilerden örülmüş bir semte

Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi

Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri

Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan

Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği

Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği

Belki de genç bir şairden ödünç alınan.

 

Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey

Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola

Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki

Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda

Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi

Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına

Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına

Azıcık vakit kalmış

Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar

Gövdenin yazgıya başkaldırması mı

Ruhi Beyin

Başkaldırması mı yoksa

 

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı

Vaktinde anlamanın sevinci mi

Ya da biraz geç kalmanın

O gereksiz tedirginliği mi

Hangisi

 

Ama belli ki sonundayız her şeyin

En sonunda.

Edip Cansever

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir karşılığı yoktu gidişinin

Sonuçsuz sebeplerdeki soru ekleri gibi gereksiz..

İnanmayacaksın ama, artık yoktu da önemi..

 

Darmadağın bir adamdın kafa tutarken aynadaki tek sıra yosmalarına..

Toparlanmaya çalışsan da, çakılırdın betona, umutsuzluğun çelmesiyle eskaza..

Darmadağın bir adamdın özün kısasıyla..

 

Şeytan etek uzatmış secde beklerken, her pişmanlık bir günah siliyordu defterinden..

Sen ağlamak istiyordun, inanmıyordu hiç kimse.

Her gün bir çocuk öldürürken içinde,af dilerdin beş para etmez masumiyetinle..

 

Sevmiştim seni, yüzü bıçakla yırtılmış bir sonbahar gecesinde..

Sevmiştim, boyunu geçen günahlarınla cehennemlik yüzünü..

Yıllar geçse de tanırım seni, bugün gibi..

 

Yüzündeki jilet kesikleri..

 

Ucu paslı bir testere gibi kesiyordu, ağzıma kustuğun cümlelerin..

’’Bugün ölümdü,

dün intihar..Ve yarını yok geleceğin..’’

 

İki satırlık aşklardan biliyordun, uzun metraj yalnızlığını

Aslında işin aslı,

Şizofrenik bir iç kanaması..

 

Ne zaman ağlasan yüzün dökülürdü suretinden..

Çoktan kaybedilmiş bir savaşta, hala kılıç sallar gibi yenik..

Kan damlardı gözlerinden..

Yara almış, delik deşik..

 

Aşkın sıvı haliydi damarlarında cirit atan kırmızı..

Hiç anlamasan da, saf haliydi yalnızlık, gömebilseydin gözlerine aşkı....

 

Sevdiğin her kadın ecelindi..

Bu gün sevişiyorsan,

Yarın cenaze töreni..

 

 

Zeynep Ergün

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

uçuk kızlar sızıyor uykularına

soğuk elleri mosmor gözleri loş

fena halde sarhoş

içine ağlayan

ayılamayacak bugünden yarına

hayatları nafile

hayalleri boş

donuk dudaklarının kıyısında kan

 

nasıl kayboldukları anlaşılamıyor

 

sanki hep borçludurlar başkalarına

en kral sebep mımya yalnızlıkları

sorular büyütürler

cevabı olmayan

baykuş kahkahaları bütün şarkılarına

başlayıp korkudan

yarım bıraktıkları

aranıyor anonsu polis radyolarından

 

nasıl kayboldukları anlaşılamıyor

 

attila ilhan / uçuk kızlar balladı

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İncitir tenini

Kim olursa olsun sevişmek,

İncitir yüzleri olmayan bedenlerin

Kimsesiz hazları...

Çarmıha gerilmiş ruhlar

...Döner boşluğun çarkında.

Bir elin burada, bu aşksız zamanlarda,

Bir elin yorgun kalbinde,

Döner bir gün döner diye beklersin,

Tenini incitmeden kalbinin kapısını açacak el,

Eldeki incetilmiş büyü, sabır, yangın...

Beklersin, beklersin...

Beklerken,

Kalbini bir ıssızlığa, umut dolu bir yokluğa emzirirsin...

 

Cezmi Ersöz - Kalbini Bir Issızlığa Emzirirsin

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Öptü beni : «— Bunlar, kâinat gibi gerçek dudaklardır,» — dedi.

«Bu ıtır senin icâdın değil, saçlarımdan uçan bahardır,» — dedi.

«İster gökyüzünde seyret, ister gözlerimde :

«körler onları görmese de, yıldızlar vardır,» — dedi...

 

Nazım Hikmet

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bugün ayın on dördü ortalık gün gibi maşallah

paris'in üstüne kırk yıldız doğmuş kırk bir buçuk

tuttum birine ses ettim ulan dedim abdullah

abdullah değilim dedi ben dedi sofu marguerite

ben sainte josephine dedi öteki gözü açık

öteki la bergere dedi güneydoğu'daki ifrit

kömür kör olur ışımaz sürüm sürünür inşallah

 

altın fıçı'da iki tek attık bizim mırç'la beraber

aman bir anjou şarabı attık dostlar başına

seine boyunu tuttuk yürüdük Iyon garı'na kadar

ne bal gözlü kızlar geçti en altın gözlü

dudaklarını yazayım dedim gözlerini yazdım boşuna

sekseni bayılıp cigara aldık tuzlu mu tuzlu

dumanları aya tükürdük seksener seksener

 

voltaire'de gaumont sinemasında kuyruk olmuş ahali

iki saat traj için çün beklemek enayilik

mırç beni başgöz etti hoşlandım bekarlık hali

bir gavur gelin düşündüm bizim müstakbel hanede

adına bir marie-therese dedik bir colette dedik

romanlık isimler uydurduk tutturamadık yine de

dilini arı soksun mırç boynuna vebali

 

kırk yıldız doğmuş kırk canlı camdan kırk yıldız

bir kilise geldi höst dedi eski zaman biçimi

önümüz sıra ******lar uzamış yalnız yalnız

kilise salınır durur bir külah beş külah

bir roman okumak arzusu sardı mı içimi

esaslı bir kitap almalı mutlaka yarın sabah

üstüne düşüp bitirmeli uykusuz duraksız

 

ulan dedim abdullah herif kızdı bas git dedi

ayın on dördü döndü dürüldü girdi koynuma

kırk canlı camdan kırk yıldızı Iyona doğru çekildi

mırç'ın tavanarasında bir de çin çayı içtik

bir rezalet ki birader kulak verme adına

işbu şiire B'yle başladık İ'yle bitirdik

okudu kimi beğendi kimi hiç beğenmedi

 

attila ilhan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yağmurun solgunluğu derede boyutlanır

Annenin ise çocukta

 

Elimin uzağında poyraz armudu, yorgun sonbahar

 

Kırlar deyince, alıç ağaçları, ahlâtlar

Gökyüzü, ot…

Kırların giysisi yalnızlık

 

Bir şehir donatırım, bir de sözcüğün olur

 

Yeleğimi rüzgâr uçurur yoruldukça

Mendilin yere serilir terden

Yaban havayı kokla, dereleri toparla

 

Bıçakla karpuzun kalbini, kanını sil

 

Ellediğim bulutları gökyüzü doldurur nasılsa

 

Hikâyesi terli yaşlı avlu

Çözüp oturur sonbaharında günün yorgunluğunu

Dişiliğini dökerek çoğalır çiy

 

Öylesine izlerim yoksul otları

 

Kötü bir huyum var, gökyüzüne bakarım

Patikayla düğmelerim tepeleri

 

Çocuk değilim desem, tutup baş göz eder annem

 

Bir hatıra edinirim kendime

Tarlaların kalbinden kazıp çıkardığım

 

Bir tümce donatırım, bir de şarkın olur

 

alıntıdır..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bir sen değilsin ki zeliha da var

zeliha’nın çığlık çığlık doğurmuşluğu

bir baş soğan gibi kırılmışlığı

ümmühan da var bir sen değilsin ki

ardemis’in kan kırmızı sarhoşluğu

sonra melâhat’ın kahrolmuşluğu

bir sen değilsin ki başkaları da var

nehir uğultularıyla içimi dolduran

başımı döndüren yüzümü güldüren

memleketimin bereketli kadınları

 

kimileri ısparta’da halı dokuyorlar

elleriyle uykularını dokuyorlar

bir hasene yayık dövüyor

bir rüzgâr hasene’yi dövüyor

zeynep yakasına çiçek takıyor

hafız hanım mevlüt okuyor

kimileri dersen yorgan kaplıyorlar

kimileri eğilmiş üzüm topluyorlar

hiçbir hallerine kusur bulamıyorum

uyurken açılsam üstümü örtüyorlar

elimi yıkasam havlu tutuyorlar

isimlerini bir bir çıkaramıyorum

memleketimin bereketli kadınları

 

gözyaşına ekmek bandığınız cevriye’dir

beyaz beyaz ağlaması bilmem niyedir

bilsem niye kimileri odun indiriyorlar

yüzlerini kıble’ye dönüyorlar

bir türlü yanlarına varamıyorum

hatice nasipsiz keçisini sağıyor

huysuz ağa hatice’yi sağıyor

zühre hatice’den sıtmalı doğuyor

bunda bir iş var soramıyorum

memleketimin bereketli kadınları

 

attila ilhan

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnce a’dan Şapkasını İsteyen Kadın: Fragaria Vesca

 

En çok, bir denizin güvertesinde kırılırdı kalplerimiz Vesca

seni orada ne zaman öpsem,

mandalina kokardı şaraplar.

her kaçışında adımların uzaklaşan bir atın nal sesleri gibi kızgın

ve biraz daha paytak.

sedef sertliğinde geçen soğuğun, incitirdi.

incinirdi göğüm alabildiğine.

incinirdi ishak.

 

Gözlerini seviyorum, evet.

ama ben senin en çok cinayet mahalline vuruldum.

delilleri toplamak için eğilişine,

yerdeki ayrılık izini silerken çıkardığın gözyaşı sesine,

ben o tedirginliğe vuruldum.

üzerimi örtmeleri için bilerek unuttuğun isimsiz aşk mektupları

savrulurken çoktan uzaklaştığın sokaklarda

ben en çok, kalbimin yerini biliyor olmana vuruldum.

 

 

İnce a’dan şapkasını istemeye benzemiyor yağmurlar Vesca.

daha kıvrımında sabahlayacağın yumuşak g’ler var.

kan kokusu var daha balıkçı düğümü ellerimde.

ustanın çırağına söylemediği üç şey gibiydin;

öğrenilmemiş,

paylaşılmamış,

ikinci bir fikre yerleşmemiş.

gittin!

 

İsmini bilmediğim şehirlerden,

ellerime kadar uzuyor şimdi boynundaki floş.

mevsimler ormanda öpüşüyor.

hayâl;

biz de bir sokranın gölgesinde.

eyyyy gülabdan!

sen söyle;

 

“Neden herseferinde bu kadar çok özleniyor giden?”

 

Oysa kimse kimsenin bir şeyi değil

herkes hâlâ görünürde münzevi.

saçların hep dağınık kalacak o şehirlerde Vesca.

bir cesetin etine saplanmış halde gömüldü

o çok sevdiğin firketen.

 

İnan artık hiç sabah olmayacak

takunya sesleriyle uyanacak mezarlarından ölüler.

bir flânel üzerinde devlet tarafından isimsiz bir matbaada basılacak

açık bırakılmış bir ev telefonu gibi hayata hep meşgul

hayatı hep meşgul yaşayan gençliğimiz.

 

Ellerini seviyorum Vesca,

ama ben senin en çok yüreğimi söke söke gidişine vuruldum.

bir hedef tahtası oldum,

örümceklerin büyüyüp kader olduğu masallarda.

her masalda bir sindirella var sandım çocuk gibi

geri aldım şehirdeki tüm saatleri, tüm masalları.

bir çift kunduraya vuruldum.

seni benden başka bulabilecek bir prens yokken

arabanı çeken atların ayağı kırıldı o gece.

benim de kalbim.

onlarla birlikte kör bir köşede vuruldum.

 

 

 

Delikdeşik göğüm,

sular yükseldi.

boyum Vesca , adının son harfi kadar.

yani bize kalan, bozbulanık bir ölüm.

biraz terkedilmişlik meselesi.

 

 

Tek farkımız,

sen mezar taşımda "sebeptir" diye adını görünce,

mezarlığın ortayerinde mutluluktan havaya uçan bir cephanelik / sağ

bense, firketeni kullanarak gizliden cennetin kapısını açmış

başında sarı halkası, elinde liriyle kalpsiz bir adam / ölü.

 

 

Necmettin TOPÇU

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...