Jump to content

Etkilendiğiniz Şiirleri, Dörtlükleri Yazın


illuminator_25

Önerilen Mesajlar

Münacaat

 

Bu yaşa erdirdin beni,gençtim almadın canımı

ölmedim genç olarak,ölmedim beni leylak

büklümlerinin içten ve dışardan

sarmaladığı günlerde

bir zamandı

heves ettim gölgemi enginde yatan

o berrak sayfada gezindirsem diye

ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.

Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi

genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için

halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti

demedim dilimin ucuna gelen her ne ise

vay ki gençtim

ölümle paslanmış buldum sesimi.

 

Hata yapmak fırsatını Adem’e veren sendin

bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana

gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda

gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi

haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne

bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak

bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini

tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş

ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

 

Çeşme var, kurnası murdar

yazgım

kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.

 

Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim

nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da

gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem

ne fark eder demişim

bilmeden farkı istemişim.

Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine

arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!

Yola madem

çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım

hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine

yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar

yola devam ederdim.

 

Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim

gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın

onunla ben

hep sevişecek gibi baktık birbirimize.

bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

 

Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar

ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde

hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık

bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için

kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık

eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce

alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık

ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı

doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız

ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık

gönendi dünya bundan istifade

dünya bayındırladı:

Bir yakış,bir yanış tasarımı beride

öte yakada bir benî adem

her gün küsülü kaldık.

 

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan

artık bu yaşa erdirdin beni,anladım

gençken almadın canımı,bilmedim

demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş

çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer

çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış

insanın insana raptolduğu cevher.

 

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

taşınacak suyu göster,kırılacak odunu

kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?

 

İsmet Özel

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ruh halim

Sen yalnızlığımın düşmanı, Seni terk eden, seni yapmadığını kendine yapandır Ve sen terk ederken de güzeldin. Dostları görünce açtık kolları Kaldırdık perdeleri Aşk denen şeytan buldu yine açığımızı. Mikrop kaptı hep kalpleri. Bir gün göreceğiz birbirimizi. Herkesin gördüğünü görmezden gelip, Kimsenin bakmadığı gibi bakacağız birbirimize. Konuşmayacağız elbet ama anlayacağız. Senin bana yaptığını ben sana yapamam ama, Yani, sapamam o yola. Eğer ben başka bir tende teselli bulursam farkım kalmaz senden . İnkar etme boşuna..Yokluğun var kocaman.. Aklımdan çıkmamak güzel ama hep olmaz ki. Hiç gelmezsen hep özleyemem ki. Arada bir yerde hatırlanmakta var kim benden daha çok hakediyor ki..Her prensip her değer bedelini bekler o yüzden gitmedin hala.. Görsem tanımam seni . Hep birşeyler hatırlatmaz bazen unutturur gördüklerim.. Sayende öğrendim artık yalancısın kokusunu bildiğin yabancısın... Ceyhun Yilmaz

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tir'd with all these, for restful death I cry,

As, to behold desert a beggar born,

And needy nothing trimm'd in jollity,

And purest faith unhappily forsworn,

And guilded honour shamefully misplaced,

And maiden virtue rudely strumpeted,

And right perfection wrongfully disgraced,

And strength by limping sway disabled,

And art made tongue-tied by authority,

And folly (doctor-like) controlling skill,

And simple truth miscall'd simplicity,

And captive good attending captain ill:

Tired with all these, from these would I be gone,

Save that, to die, I leave my love alone.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Gözlerin üstüme eğilince yüreğim taşabilir

sesinle batık aşklar çekilir kıyılarıma

ne bahçesi kalır gecenin ne suların feneri

dağlar küsebilir bize denizler terk edebilir

sonumu yitiririm senin karanlık ormanında

 

 

Gözlerindeki telaş kimin bakışlarını dindirebilir

gözlerin kimsenin bakmadığı bir çocuk gibi

ıssız ve öyle kırılmış ki hiç susmayabilir

gün gelir kötü bir şiir bile dokunur insana

çünkü bazı sözcükler anılardan da kederlidir

 

 

Bu şiir kederlidir çünkü gözlerin kederlidir

bu şiir kederlidir çünkü… ağlama şimdi

gözlerin gözyaşlarından da kederlidir!

 

 

Haydar Ergülen

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

altı kadın vardı demir kapının önünde,

beşi toprağa oturmuş, ayakta biri;

 

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde.

besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi.

 

altı kadın vardı demir kapının önünde,

ayakları sabırlı, ellerinde keder,

 

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,

cin gibi bakıyor kundaktakiler.

 

altı kadın vardı demir kapının önünde,

sımsıkı gizlemişler saçlarını,

 

sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,

biri kavuşturmuş avuçlarını.

 

bir jandarma vardı demir kapının önünde.

ne dost ne düşman, nöbet uzun, hava sıcak.

 

bir beygir vardı demir kapının önünde,

nerdeyse ağlayacak.

 

bir köpek vardı demir kapının önünde.

burnu kara, tüyü sarı,

 

kamış sepetlerde yeşil biber vardı,

torbalarda kömür, heybelerde soğan sarmısak.

 

altı kadın vardı demir kapının önünde

ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim;

altı kadından biri sen değildin, ama

beş yüz erkekten biri bendim.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Beyaz adam

küçücüktü ilk geldiğinde

ve oturmaktan

bütün kemikleri sızlıyordu

büyük teknesinde

 

Beyaz adam

kızılderililerin sunduğu yiyeceklerle beslenip

topraklarına uzandığında büyüdü

bulutlar arasında

barış içinde yaşayan

manitu yerine

tapmamızı istediği de

işkence görüp

çarmıha gerilen

bir ölüydü

 

Beyaz adam

özgürlük adına

dev bir kadın heykeli dikti

doğu denizinin kıyısına

ve her gece

altında dans ettiğimiz yıldızları

bayrak diye tutsak etti

bir bez parçasına

 

Beyaz adam

özgürlük gibi adaleti de

bir kadın heykeliyle simgeledi

ama elinde terazi tutan

zavallı kadın

gözleri bağlı olduğu için

kendisine tecavüz edenin

kim olduğunu göremedi...

 

-Sunay Akın

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çiçekli badem ağaçlarını unut.

Değmez,

bu bahiste

geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.

Islak saçlarını güneşte kurut :

olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın

nemli, ağır kızıltılar...

Sevgilim, sevgilim,

mevsim

sonbahar...

 

Nazım Hikmet Ran

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

hiçbir şeyin önemi yok

bir yatakta debelenmekten başka

ucuz hayaller ve bir birayla

yapraklar ölürken ve atlar ölürken

ve ev sahipleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;

canlıdır müziği, çekilmiş perdelerin,

sinek sürüleri

ve patlamalar sonsuzunda

son insanın mağarası;

hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,

boş şişeden, keyiften,

kıstırılmış, bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,

kendisine sözcükler öğretilip,

ölsün diye

arkası yastıkla desteklenmiş

gençlikten başka.

 

-

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı.

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı.

 

Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı.

 

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.

Yılların telâşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi.

 

Gizli bahçenizde

Açan çiçekler vardı,

Gecelerde ve yalnız.

Vermeye az buldunuz

Yahut vakit olmadı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

erkeğin aradığı kadın olmak istedin

uzattın saçlarını geceler boyu

düşlerin uykularına sığmadı

sabaha nöbetçi

geceye isyankar oldun

koynuna aldığın karanlık ısıtmadı kollarını

aynadaki yüz sana mı aitti..?

 

erkeğin aradığı kadın olmak istedin

temizledin ihanetlerle kirlenmiş olan yüreğini

sevişmek,

sahnesi olmayan bir oyun,

kırbaçsız bir sahipti yumuk ellerinde

ellerini suskunluğunla yıkadın

gözlerinin ıslaklığı yağmurdan mıydı..?

 

erkeğin aradığı kadın olmak istedin

biriktirdin özlemlerini ayrılıklara inat

gezinirken rüyalarının sahilinde,

kırık cam parçaları kesti ayaklarını

sadece bedenden akmadı kan,

yüreğin sızladı

kilitledin dudaklarını iki yüzlü öpüşlere

suskunluğun ümitsizliğinden miydi..?

 

erkeğin aradığı kadın olmak istedin

soyundun yağmurlarda gündüz vakti

eline el değdi sarıldın

ve terkedildin uçurum kıyılarında

şarkını çaldılar ihpar etmedin

çocukluğundu isyanlarını bastıran

bekledin,

beklediğinin kim olduğunu bilmeden

acıların büyüttüğü yürek yoksa senin miydi..?

 

erkeğin aradığı kadın olmak istedin

yalnızlığına kustun bütün gözyaşlarını

çirkefliğin biri beş paraydı

beş kuruşa sattın umutlarını

devirdin,

bütün kadehleri devirdin bar köşelerinde

özlediğin gelmedi yıkıldın

uzun ve kıllı kollar taşıdı vücudunu

vücudunu temiz tutmak için savaştın

haykırışlara gizlediğin savunmasız çocukluğun muydu..?

 

erkeğin aradığı kadın olmak istedin

bastırdın arzularını yağmurlu günlerde

utanılacak hiçbir şey kalmamıştı

soyundun,

çıplaklığını gösterdin gün batımı kızıllığında

saçların dağınık ve uzundu

beline kadar indi yılların birikmişliği

göğsünde büyüttüğün masumiyeti denize bağışladın

seviştin rüzgarla kimse görmeden

doğurduğun yalnızlık rüzgarın oğlu muydu..?

 

erkeğin aradığı kadın olabilirdin belki de

ama erkek neyi aradığını bilemedi

erkeğin aradığı kadın,

erkeğin düşlerinde kaldı

 

...ama sen hiç yılmadın

erkeğin aradığı kadın olmak istedin sadece

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yanarım

 

Düşen yapraklarının arkasından çırpınan

Bir dal gibi bakarım dünkü şiirlerime,

Zavallılıklarının suçu benimken, inan,

Onlara zulmedecek, zaman, benim yerime.

 

San'at, bahar günümde, çiçekli bir fidandı,

Kış gelince bir balta altında parçalandı...

Dün gölge veren ağaç, bugün ocakta yandı,

Şimdi bir yan bakan yok kül olan hünerime!

 

Sevda başımda ateş, gurbet içimde düğüm...

Yangından çıkan eşya gibi kırık, döküğüm.

Fakat bunlar değildir uğruna yaş döktüğüm,

Yanarım benden evvel can veren eserime.

 

(Faruk Nafiz Çamlıbel)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kor gecelerin kara alevi düşerdi üzerime hergece,

Ansızın çökerdi yalnızlık üzerime ,

Dar gelir bu oda , Şu duvarlar , Yanan ışık,

Ve Kokunun sindiği bu yatak...

Gündüzleri Açamazdım Gözlerimi Güneşe,

Sabahları yiyemez , içemez , konuşamazdım kendimle,

Ey gidi aşk neredesin şimdi ?

Sen orda, ben burda..!!

İki ayrı kalp ırak köşelerde...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

YOSUN GÖZLÜ SEVGİLİM

 

Ben bir başaktım biçilmeyi bekleyen

Ve sen o zamanlar yosun gözlü sevgili

Hiç bilmediğin umutlar ötesindeydin

Ve yıllanmış şaraptı içtiğim gözlerinden

Sen idin en tutkulusu melodilerin...

Mevsimler hiç geçmedi sanki bak şimdi nisan yağmurlarında gözlerim

Beni terkedip gittiğin o anadan beri...

Aslında yosun gözlü sevgili

Aramızda yaşanmış ve bitmiş olan

Aşk değildi hiçbir zaman

Sadece içimizdeki yaşama sevinciydi tükenen

Tek düzeneğinden sıyrılıpta hayatın

O hep hayalini kurduğumuz açık denizlere yelken açamamaktı bizimkisi.

Ve mahalleli BERDUŞ koymuştu adımı

Neymiş içki içer tütün çekermişim geceleri

Birde 10 da girmezmişim içeri

Mahallenin o en sevdiğim hatunları

Birde lakap takmışlarkii onu hiç sormayın SERSERİ..

Berduşça sarsılır Serseri gibi gezerim

Ama içlerinden birini

Hani o da biliyorya der-di halimi

Kedi yavrusu gibi kaçırır gözlerimden gözlerini

Ben hergece çok ayrı dertten alıştım bu merede

Herkesler kötülerde

Neşelendilermi yada keyifleri kaçtımı

Benden bile fazla gö.türürler şişeyle...

Neyse ; bunlar uzun hikaye

Elimde şarap şişem Cebimde emektar sigaramla

Seyr-i alemdeyim dünyayı ben yine

O simsiyah gökyüzünde umutlarım yıldız olmuş kayıp gitmişti bir meçhule

Ve sen, ve sen söyle yosun gözlü sevgili;

Aydınlatabilirmisin geceleri,heryeri,herşeyi

Ben güneşim diye

Yağan yağmura dam olup,

yeryüzüne dökülen damla damla sulardan beni koruyabilir misin,

Sen zamanı durdurabilirmisin,dakika dakika

saniye saniye,

Hiç kafa tutabilirmisin esen rüzgara,

Mani olabilirmisin ağacın dökülen yapraklarına ,

Ve bir defa olsun gözleriminiçine baka baka,

İsyanla

Kinle

nefretle yada

Sevgiyle

Haykırabilir söyleyebilir misin

BEN SANA AŞIĞIM diye.......

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sevgiliyi Huzura Davet

 

 

Savrulmada uzun yeleleri, işitiyorum Gölgemsi Atları,

Şiddetli toynakları gürültülü, gözleri beyaz ışıkla dolu;

Kuzey üzerlerinde açıyor geceye ait dar ve ürpertici katları,

Sabah dağılmadan önce açıyor gizli sevincini doğu,

Batı ağlıyor solgun çiy içinde ve iç çekerek geçip gidiyor,

Güney aşağılara doğru güllerini fırlatıyor kızıl ateşin:

Ah boşunalığı uykunun, umudun, arzunun ve düşün,

Yokoluşun atları boğucu balçığa batıyor:

Sevgili, göz kapakların aralansın, vursun kalbin bırak

Üstünde kalbimin, aksın saçların göğsümün üzerinde,

Aşkın ıssız saatini boğarak huzurun derin seherinde,

Ve onların savrulan yelelerini, gürültülü ayaklarını saklayarak.

 

William Butler YEATS

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

suyun ayak sesi

 

annemin sessiz geceleri için!

 

kaşanlıyım

geçinip gidiyorum

bir lokma ekmeğim, azıcık aklım,

iğne ucu kadar bir zevkim var.

ağaç yaprağından iyi bir annem,

akan sudan iyi dostlarım var.

ve bir de bu yakınlarda bir tanrım:

şu şebboyların arasında, o ulu çamın altında

suyun bilincinin üzerinde, otun yasasının üzerinde.

ben müslümanım.

kıblem kırmızı bir güldür

namaz yerim bir pınar, mührüm nur

seccadem ova.

ben pencerelerin kalp atışıyla abdest alırım

namazımın içinden ay akar, tayf akar.

bütün zerreleri billurlaşır namazımın,

namazımın arkasında taş görünür:

ben namazımı

rüzgar servinin minaresinde ezanını okuduğunda kılarım

otun başlama tekbirinden,

dalganın “kad kamet”inden sonra kılarım.

kâbem su kıyısında,

kâbem akasyaların altındadır.

kâbem bir esinti gibi bahçeden bahçeye,

şehirden şehre gider.

hacerül esved’im bahçenin aydınlığıdır.

kaşanlıyım

işim resim yapmaktır.

bazen boyalarla bir kafes yapar size satarım

içindeki mahpus gelinciğin şarkısıyla

tazelensin diye yalnız gönlünüz.

ne hayal, ne hayal... biliyorum

tuvalim cansızdır,

iyi biliyorum, resmimin havuzu balıksızdır.

kaşanlıyım

soyum belki

hindistan’da bir bitkiye, siyelk toprağından yapılmış bir çömleğe,

soyum belki de

buharalı bir fahişeye dayanır.

babam, kırlangıçların iki gelişinin ardından, iki kar yağışının

babam eyvanda iki yatışın ardından,

babam zamanların ardından öldü.

babam öldüğü zaman, gökyüzü maviydi.

annem ansızın sıçradı uykusundan, kızkardeşim güzelleşti

babam öldüğünde bütün bekçiler şairdi

kaç kilo kavun istiyorsun? diye sordu bana bakkal

sordum: gönül hoşluğunun gramı kaça?

babam resim yapardı

saz yapar, saz çalardı

iyi bir hattı da vardı.

bahçemiz bilgeliğin gölgesinin düştüğü taraftaydı.

bahçemiz duyguyla bitkinin düğümlendiği yer,

bahçemiz bakışın, aynanın ve kafesin kesişim noktasıydı.

bahçemiz belki de mutluluğun yeşil çemberinin bir yayıydı.

tanrının ham meyvasını çiğniyordum o gün uykuda,

suyu felsefesiz içiyor,

dutu, bilgisiz topluyordum.

bir nar çatladı mı el tutku fıskiyesine dönüşüyordu

bir çayırkuşu öttü mü yürek dinlemenin zevkiyle yanıyordu

bazen yalnızlık, yüzünü camın arkasına dayar,

kah coşku gelir, elini duygunun boynuna dolardı.

düşünce oyun oynardı.

hayat, bir bayram yağışı, sığırcık dolu bir çınar gibi bir şeydi

hayat o zamanlar, bir ışık ve oyuncak bebek sırasıydı.

bir kucak özgürlüktü.

hayat o vakitler bir müzik havuzuydu.

çocuk parmaklarının ucunda yavaş yavaş uzaklaştı yusufçuklar sokağından.

yükümü bağlayıp çıktım yeğni hayaller şehrinden.

yüreğim yusufçuk gurbetiyle dolu.

ben dünyaya konuk gittim:

ben keder ovasına,

ben irfan bağına,

ben bilimin aydınlık eyvanına gittim.

dinin basamaklarını çıktım,

şüphe sokağının sonuna kadar,

gönül tokluğunun serin havasına,

muhabbetin ıslak gecesine dek gittim.

aşkın öbür ucunda biriyle buluşmaya gittim.

gittim, gittim kadına kadar,

hazzın çırasına kadar,

tutkunun sessizliğine,

yalnızlığın kanat sesine kadar.

neler görmedim ki yeryüzünde:

bir çocuk gördüm ay’ı kokluyordu.

kapısız bir kafes gördüm,

içinde, aydınlık kanat çırpıyordu.

bir merdiven gördüm,

aşk onunla melekler âlemine çıkıyordu.

bir kadın gördüm, havanda ışık dövüyordu.

öğlen, sofralarında ekmek vardı, yeşillik vardı

şebnem tepsisi vardı,

sevginin sıcak kasesi vardı.

bir dilenci gördüm, sokak sokak gezip çayırkuşunun şarkısını dileniyordu.

bir kavun kabuğunun önünde eğilen bir çöpçü gördüm.

bir kuzu gördüm, uçurtmayı yiyordu.

bir eşek gördüm yoncayı anlıyordu.

“nasihat” otlağında tok bir inek gördüm.

bir şair gördüm, “siz” diyordu bir zambağa hitap ederken.

bir kitap gördüm, kelimeleri billurdan.

bir kâğıt gördüm, bahardan.

bir müze gördüm yeşilden uzak,

bir cami gördüm sudan uzak.

umutsuz bir fakihin yastığının ucunda

sorularla dolup taşan bir testi gördüm.

bir katır gördüm, yükü yazı

bir deve gördüm, yükü “hikmet ve nasihat”in boş sepeti.

bir arif gördüm, yükü “tenenaha ya hû”

aydınlık taşıyan bir tren gördüm,

fıkıh taşıyan bir tren gördüm, nasıl da ağır gidiyordu.

siyaset taşıyan bir tren gördüm (ne de boş gidiyordu)

nilüfer tohumları ve kanarya şarkısı taşıyan bir tren gördüm

ve bir uçak gördüm, binlerce fit yükseklikten

penceresinden toprak görünüyordu:

ibibiğin ibiği,

kelebeğin kanadındaki benekler,

kurbağanın havuzdaki aksi,

ve sineğin yalnızlık sokağından geçişi.

bir çınardan yere inen serçenin aydınlık isteği.

güneşin olgunlaşması,

ve oyuncak bebeğin seherle güzel kucaklaşması.

şehvet serasına giden basamaklar,

alkol mahzenine inen basamaklar,

kırmızı gülün bozuluş yasasına

hayatın matematiğinin idrakine

aydınlanmanın damına

tecelli sekisine giden basamaklar.

annem aşağıda

ırmağın hatırasında bardak yıkıyordu.

şehir görünüyordu:

çimentonun, demirin ve taşın geometrik göğerişi

ve damları güvercinsiz yüzlerce otobüs

bir çiçekçi indirim yapıyordu çiçekte.

iki yasemin ağacı arasına, salıncak kuruyordu bir şair,

bir oğlan çocuğu okul duvarını taşlıyordu

küçük bir çocuk, erik çekirdeğini babasının solgun seccadesine tükürüyordu

ve bir keçi haritadaki “hazar”dan su içiyordu.

bir çamaşır ipi görünüyordu: yorgun bir sütyen.

bir arabanın tekerleği, atın durmasına hasret,

at, arabacının uyumasına hasret,

arabacı ölüme hasret.

aşk görünüyordu, dalga görünüyordu

kar görününüyordu, dostluk görünüyordu.

söz görünüyordu.

su görünüyordu ve eşyanın sudaki aksi…

kanın sıcaklığında, hücrelerin serin gölgeliği.

yaşamın ıslak tarafı.

insan doğasının hüzünlü doğusu

kadın sokağında aylaklık mevsimi.

mevsim sokağında yalnızlık kokusu.

yazın elinde bir yelpaze görünüyordu.

tohumun çiçeğe yolculuğu

bu evin sarmaşığının o eve yolculuğu

ayın, havuza yolculuğu,

nevruz çiçeğinin topraktan fışkırışı.

körpe asmanın duvardan süzülüşü.

şebnemin uyku köprüsüne yağışı.

mutluluğun ölüm hendeğinden atlayışı.

hadisenin sözün arkasından geçişi.

bir pencerenin ışığın isteğiyle savaşı.

bir basamak ile güneşin yüksek ayağının savaşı.

yalnızlık ile bir şarkının savaşı:

armutların güzelliğinin boş bir sepet ile savaşı.

nar ile dişlerin kanlı savaşı.

“naziler”in naz çiçeğiyle savaşı.

papağan ile fesahatin savaşı.

alnın mührün soğukluğuyla savaşı.

cami çinilerinin secdeye saldırışı.

rüzgârın sabun köpüğünün miracına saldırışı.

kelebek ordusunun “zararlılarla mücadele” programına saldırışı.

yusufçuk takımının boru döşeyen işçilere saldırışı.

kamış kalemin kara alayının kurşun harflere saldırışı.

sözün şairin çenesine saldırışı.

bir asrın bir şiir tarafından fethi,

bir bahçenin bir sığırcık tarafından fethi,

bir sokağın iki selam tarafından fethi,

bir kentin üç dört tahta süvari tarafından fethi

bir bayramın iki oyuncak bebek, bir top tarafından fethi.

ikindi yatağında bir çıngırağın katli

uyku sokağında bir masalın katli

bir hüznün bir marşın emriyle katli.

neonun fermanıyla ayışığının katli.

bir söğüdün devlet eliyle katli.

üzgün bir şairin karçiçeği tarafından katli.

yeryüzü tümüyle görünüyordu:

yunan sokağında düzen gidiyordu.

baykuş “babilin asma bahçelerinde” ötüyordu,

rüzgâr, hayber geçidinde tarihin çerçöpünden bir yumağı doğuya sürüklüyordu.

durgun “negin” gölünde bir kayık çiçek götürüyor,

benares’te her sokağın başında ebedi bir ışık yanıyordu.

insanları gördüm.

şehirleri gördüm.

ovaları, dağları gördüm.

suyu ve toprağı gördüm.

ışığı ve karanlığı gördüm.

bitkileri ışıkta ve bitkileri karanlıkta gördüm.

hayvanları ışıkta ve hayvanları karanlıkta gördüm.

ve insanları ışıkta ve insanları karanlıkta gördüm.

kaşanlıyım, ama

benim şehrim kaşan değil.

benim şehrim kayıp.

ben heyecan ve hummayla

gecenin öbür tarafına bir ev yapmışım.

ben bu evde,

otun nemli bilinmezliğine yakınım.

ben bahçenin soluk alışını duyuyorum.

ve karanlığın sesini bir yapraktan döküldüğünde.

ve ağacın arkasından aydınlığın öksürük sesini.

her taş yarığından suyun aksırığını.

baharın çatısından kırlangıcın sesini.

ve açıp kapanan yalnızlık penceresinin saf sesini.

ve aşkın belirsiz deri değiştirişinin temiz sesini.

kanatta uçmak zevkinin toplanışını

ruhun kendi koşumlarını çözüşünü.

ben tutkunun ayak sesini,

ve kanın damardaki yasal adımlarını duyuyorum.

güvercin kuyularının seher çarpıntısını,

cuma gecesinin kalp atışını

karanfilin düşüncede akışını

hakikatin saf kişneyişini, uzaktan

ben maddenin esişini işitiyorum

ve coşku sokağında inanç ayakkabısının sesini.

ve aşkın ıslak gözkapakları üzerinde,

ergenliğin hüzünlü müziği üzerinde,

nar bahçelerinin şarkısı üzerinde yağmurun sesini.

ve gece vakti mutluluk şişesinin kırılmasının,

güzellik kağıdının yırtılmasının

gurbet kâsesinin rüzgârla dolup boşalmasının sesini.

ben yerin başlangıcına yakınım.

çiçeklerin nabzını tutuyorum.

tanışım suyun ıslak yazgısıyla, ağacın yeşil alışkanlığıyla.

ruhum eşyanın taze tarafında akar

ruhum gençtir

ruhumun bazen şevkten öksürüğü tutar

benim ruhum işsizdir:

yağmur damlalarını, tuğla derzlerini sayar.

ruhum bazen yoldaki taş gibi gerçektir.

ben birbirine düşman iki çam görmedim,

gölgesini yere satan bir söğüt de görmedim

karaağaç dalını bedava verir kargaya.

nerede bir yaprak varsa, orada içim açılır

bir haşhaş dalı varoluşun selinde yıkamıştır beni.

bir böcek kanadı gibi, seherin ağırlığını biliyorum.

bir saksı gibi, göğermenin musıkîsini dinliyorum.

meyve dolu bir sepet gibi olgunlaşmak için sabırsızlanıyorum.

bir meyhane gibi uyuşukluğun sınırındayım

sahildeki bir bina gibi ebedi çekiminden tedirginim denizin.

istediğin kadar güneş, istediğin kadar bağlılık,

istediğin kadar çoğalış.

ben bir elmayla mutlu olurum

bir papatyayı koklamakla.

bir aynayla, temiz bir bağlılıkla yetinirim.

gülmem, bir balon patlarsa.

gülmem, bir felsefe ay’ı ikiye bölerse.

ben bıldırcının kanat sesini tanırım,

toyun karnının renklerini, dağ keçisinin ayak izlerini.

iyi bilirim ravent nerede yetişir,

sığırcık ne zaman gelir, keklik ne zaman öter, şahin ne zaman ölür,

çölün uykusunda ay nedir,

tutku sapındaki ölümü

ve sevişmenin dişleri arasındaki lezzet böğürtlenini.

güzel bir adettir yaşam

yaşamın ölüm genişliğinde kanatları,

aşk kadar sıçrayışı vardır.

yaşam, alışkanlık rafına kaldırıp

senin benim unutabileceğimiz bir şey değildir.

yaşam deren elin cazibesi

yaşam yazın buruk ağzında turfanda siyah incirdir,

yaşam böceğin gözünde ağacın boyutudur.

yaşam yarasanın karanlıktaki tecrübesidir.

yaşam bir göçmen kuşun gariplik duygusudur.

yaşam bir köprünün düşünde dolaşan bir tren düdüğüdür,

yaşam bir uçağın kapalı penceresinden bir bahçeyi görmektir,

roketin uzaya fırlatıldığı haberi,

ayın yalnızlığına dokunuş,

başka bir gezegende çiçek koklamak düşüncesidir.

yaşam bir tabak yıkamaktır.

yaşam yol kenarındaki arkta on kuruş bulmaktır.

yaşam aynanın “karesi”dir.

yaşam çiçek “üstü” sonsuzdur.

yaşam yer “çarpı” yüreğimizin çarpıntısıdır.

yaşam solukların yalın ve eşit geometrisidir.

nerede olursam olayım

gökyüzü benimdir.

pencere, fikir, hava, aşk, yeryüzü benimdir.

ne önemi var

bazen bitmesinin

gurbetin mantarlarının?

bilmiyorum

neden “at soylu hayvandır, güvercin güzeldir.” derler

ve neden hiç kimsenin kafesinde akbaba yok.

yoncanın kırmızı laleden neyi eksiktir.

gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli

sözcükleri yıkamalı.

sözcük kendisi rüzgâr, sözcük kendisi yağmur olmalı.

şemsiyeleri kapatmalı.

yağmur altında yürümeli.

düşünceleri, hatıraları yağmur altına götürmeli.

şehrin bütün halkıyla yağmura çıkmalı.

dostu yağmur altında görmeli.

aşkı yağmur altında aramalı.

yağmur altında bir kadınla sevişmeli.

yağmur altında oyun oynamalı.

yağmur altında yazmalı, konuşmalı, nilüfer ekmeli.

yaşam peyderpey ıslanmak,

yaşam “şimdi”nin havuzunda yüzmektir.

çıkaralım giysileri:

su bir adım ötededir.

aydınlığı tadalım.

bir köy gecesini, bir ceylanın uykusunu tartalım.

leylek yuvasının sıcaklığını duyalım.

çimenlerin yasasını çiğnemeyelim.

bağda zevkin düğümlerini çözelim.

ve açalım ağzımızı ay çıkarsa

kötülemeyelim geceyi

ateşböceği bağın görünüşünden habersizdir demeyelim.

getirelim sepeti

bütün bu kırmıyızı, bütün bu yeşili toplayalım.

sabahları ekmekle ebegümeci yiyelim.

her sözün dönemecine bir fidan dikelim,

iki hecenin arasında sessizlik tohumu serpelim.

içinde rüzgâr esmeyen kitabı okumayalım,

ve içinde şebnemin kabuğunun ıslak olmadığı kitabı,

ve içinde hücrelerin boyutsuz olduğu kitabı okumayalım.

istemeyelim sineğin tabiatın parmak ucundan uçmasını

kaplanın yaratılış kapısından dışarı çıkmasını istemeyelim.

ve bilelim eğer solucan olmasaydı hayattan bir şey eksilirdi

ağaçkurdu olmasaydı ağacın yasası zarar görürdü.

ölüm olmasaydı bir şeyi arar dururdu elimiz

ve eğer ışık olmasaydı, uçmanın canlı mantığı değişirdi.

ve bilelim mercandan önce

denizlerin düşüncesinde boşluk vardı.

ve nerdeyiz diye sormayalım,

hastanenin taze petunyasını koklayalım.

ve talih fıskıyesinin nerede olduğunu sormayalım

sormayalım hakikatin kalbinin neden mavi olduğunu

atalarımızın esintileri nasıl, geceleri nasıldı, sormayalım.

geride canlı bir uzay yok.

geride kuş ötmüyor.

geride rüzgâr esmiyor.

geride çamın yeşil penceresi kapalı.

geride bütün fırıldakların üzerine toz konmuş.

geride tarihin yorgunluğu var.

geride dalganın hatırası sahile sessizliğin soğuk sedefini döküyor.

deniz kıyısına gidelim

suya ağ atalım

çekelim tazeliği sudan.

yerden bir çakıl taşı alıp,

varoluşun ağırlığını hissedelim.

ateşimiz çıktıysa ay’ı kötülemeyelim.

(bazen ateşim çıktığında ay’ın aşağı indiğini görürdüm

elimin melekler katına eriştiğini,

ispinozun daha iyi öttüğünü.

ayağımdaki yara,

yerin iniş çıkışlarını öğretti bana.

bazen hasta yatağımdayken çiçeğin hacmi kaç katına çıkmıştır

daha da büyürdü turuncun çapı, fenerin yarıçapı)

ve ölümden korkmayalım,

(ölüm güvercinin sonu değildir

cırcır böceğinin ters dönmesi değildir ölüm.

ölüm akasyanın zihninde akar.

ölüm düşüncenin güzel ikliminde yaşar.

ölüm köy gecesinin kimliğinde sabahtan söz eder.

ölüm üzüm salkımı ile gelir ağza.

ölüm kızıl gerdanlı kuşun gırtlağında öter.

ölüm kelebek kanatlarındaki güzellikten sorumludur.

ölüm bazen reyhan toplar.

ölüm bazen votka içer.

bazen gölgede oturup bize bakar.

ve hepimiz hazzın akciğerlerinin,

ölüm oksijeni ile dolu olduğunu biliriz.)

yazgının sesin çitlerinin ardından işittiğimiz

canlı sözünün üzerine kapıyı kapatmayalım.

perdeyi kaldıralım:

bırakalım duygu biraz hava alsın.

bırakalım ergenlik dilediği çalının altında konaklasın.

bırakalım içgüdü oyun peşinde koşsun

ayakkabılarını çıkarıp mevsimlerin ardısıra çiçeklerin üzerinden atlasın.

bırakalım yalnızlık şarkı söylesin

bir şeyler karalasın,

sokağa çıksın.

sade olalım

sade olalım, ister bir banka gişesinde, ister bir ağacın altında.

bizim işimiz değil kırmızı gülün sırrını anlamak.

bizim işimiz belki de:

yüzmektir kırmızı gülün büyüsünde.

bilgeliğin arkasında çadır kuralım,

bir yaprağın çekiminde elimizi yıkayıp

sofraya oturalım,

sabah güneş doğarken doğalım,

heyecanları uçuralım,

uzayın, rengin, sesin, gülün penceresinin idrakinin yüzüne su serpelim

“varlık”ın iki hecesi arasına, gökyüzünü oturtalım,

ciğerlerimizi sonsuzlukla doldurup boşaltalım,

bilginin yükünü kırlangıcın omzundan alıp yere koyalım,

isimleri geri alalım buluttan, çınardan, sivrisinekten, yazdan.

yağmurun ıslak ayakları üstünde, sevginin zirvesine çıkalım.

insana, ışığa, bitkiye ve böceğe kapıları açalım

bizim işimiz belki de,

nilüfer çiçeği ve çağ arasında,

hakikatin şarkısının peşinde koşmaktır.

 

kaşan, çınar köyü, yaz 1964.

 

sohrab sepehri

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İndiği haneyi zamanla tanır,

Alışamaz önce, soğuk davranır.

Nihayet benimser ten kafesini

Ayrılırken bu kez ağlar kıvranır.

 

Letafet mi güzel, madde mi iyi,

Ne arar kafeste, bilmem ki neyi.

Özgürlüğü tadan bu zavallı kuş,

Nasıl sevdi hayret, bu viraneyi!

 

İnerken Allah’a verdiği sözü,

Unutup kirlenmiş tertemiz özü.

Hatırlamaz olmuş anayurdunu,

Şimdi melül mahzun, solgundur yüzü.

 

Yıpranır giderek, yaşlanır kafes,

Nice nev-civanlar şimdi tık nefes.

Güvercin bu hâle yanar yakılır,

Odur viraneden gelen yanık ses.

 

Vade tamam olur, diner fırtına,

Çileli güvercin döner yurduna.

Biterken hasretlik yeniden başlar,

Ayrılırken ağlar, bakar ardına…

 

Burkulur yüreğim güller solunca,

Söner ümit nurum süre dolunca,

Servi boylu ay parçası güzelin

Kim bakar yüzüne toprak olunca.

 

Dalınca güvercin o son uykuya,

Anlar ki bu hayat tümüyle rüya!

Neler görür neler kalkınca perde.

Sonsuzluğu yaşar haz duya duya…

 

Vücut ikliminde bir an göründü,

Biraz cilveleşip sırra büründü.

Kimseler bilmedi mahiyetini,

Bir şimşekti sanki çaktı ve söndü…

 

(İbn Sinâ)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Anne girmem bu oyuncak dükkanına

Orda toplar, tayyareler, tanklar var.

Seviyorum söğüt dalı atımı

Tekme atmaz, ısırmaz

Ben yaşamak istiyorum

Ağaç gibi sessiz sessiz ve rahat

Karınca kararınca değil,

serile serpile boylu boyumca.

Anne girmem bu oyuncak dükkanına

orda toplar, tayyareler, tanklar var.

 

Cahit Irgat

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...