Jump to content

˙˙˙züʎ sɹәʇ


adEda

Önerilen Mesajlar

Sevgilim, uyuyabildin mi? Tüm onca saldırı ve işkencenin ardından o son ölüm vuruşunu yapıp da uykuya düşmene ve acıdan biraz olsun uzaklaşmana izin verdi mi zihnin, vermedi mi? O kadar yordu mu, yormadı mı? "Yeter" dedin mi, demedin mi? Kafanın içi, dilinde dönüp duranı dinledi mi, yoksa kendi gürültüsünde sahip olduğun tüm enerjiyi sömürürcesine gevezeliğe devam mı etti? Bir kum fırtınası gibi ortalığı toza dumana bulamaktan ibaret bir şey mi bu, yoksa ayağının altında yer kayıyor da daha derin ama daha sağlam bir zemine mi düşmek üzeresin? Ben düştüğün yerde olacak mıyım? Ben nerede olduğumu bilecek, sen beni olduğum yerde görecek misin? Çabam, çaban bir yere varacak mı? Vardığımız yerde hayat bize sahiden de arzuladığımızı yaratma şansı tanıyacak mı? Yaratmak; ne kadar gerçek, ne kadar tehlikeli, ne kadar özel, ne kadar değerli, ne yönden gerekli..? Ben kazanının kepçesi miyim, ateşi mi? İnsan sevdiği şeyi beslemeli. Her seven beslemez, çokça sevilmiş ancak çokça da aç kalmış biri olarak bunu bilirim halbuki.

 

"Bak, elime bir hayat tutuşturulmuş,

hala bilmiyorum onunla ne yapmam gerektiğini.

Bak, eline bir hayat tutuşturulmuş,

biliyorsan söyle bir hayatla ne yapılması gerektiğini."

 

Hiç bir şeyin duruluk kazanamadığı bir noktada, ciğeri yakan bir nefes almak gibi. Ben bunu bilmez miyim?

 

Karşımda duran bir ayna... Aynanın içinde biri yanıyor mu pişiyor mu bilmiyorsun. Aklın yetmiyor yardımcı olmaya, yetmiyor çünkü zihinlerinizi kurcalayanın ne olduğunu anlamaya. Tüm bu muammanın yamacına bir ses daha oturuyor. Bu denli bir sevgi seni tüm potansiyelini kullanmaya ittiğinde dahi aklın yetmiyorsa, diye fısıldıyorum kendime, başka ne zaman yetecek ki?

 

Yaşam boyunca isteklerimize yöneldiğimiz gerçeğine gözümü dikiyorum ve diyorum ki "Tüm istediğim iyi hissetmen..." Anlaşılacağıma duyduğum güvenle 'ama'sını da ekliyorum sonra. "İyi hissetmen, doğru ahşaptan yapılmış bir tahtta."

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ÇEMBER

 

Şu çemberin içinden çıkıp da

bir spirale varamadık napalyon.

Bir tam tur döndük,

genişleyecek alan bulamadık.

Başladığımız yerde bittik işte.

Ne güzel bittik!

Nasıl güzel başladıysak,

öyle güzel bittik.

 

Bana "Gerçeği senden gizlemeye ne gücüm yeter,

ne de bunu yapacak kadar karaktersizim." dedi.

Karşımda duran önünde çırılçıplak kalmaktan çekinmeyeceğim tek kişiydi.

Bendeki gerçeği esirgemedim.

Bendeki gerçeği esirgeyemezdim.

"Çok üzüleceğim." dedim,

"Öyle ki, her nefeste yanacak içim."

Her şeyin ardından yaptığım gibi

varoluşun şartı olan bir ama ekledim

"Hiç bir şeyi kusmak istemeyeceğim!"

 

Az evvel dizlerimin üzerine çöktüm

ve boyutumu kabullendim.

Az evvel dizlerimin üzerine çöktüm

ve çemberi kabullendim.

Az evvel dizlerimin üzerine çöktüm

ve onu her şeyiyle kabullendim;

gülüşünü,

gelişini,

sevişini

ve en son gidişini...

 

Ben

az evvel dizlerimin üzerine çöktüm.

"Artık sıfırım!"

Bilmiyorum, bu hayatla ne yaparım.

Ölüme sığmaz.

Umuda sığmaz.

Yan cebime atsam,

oraya sığmaz.

 

Oyuna?

Sığar belki.

 

Şimdi içiyorum.

Hem de hızlı içiyorum.

Uykuya düşene kadar.

Uykuya

düşene kadar.

 

Uykuya düşmeden evvel,

bu geceye iki çift laf bırakmak boynumun borcudur.

"Zaman dar.

Hoş kal.

Sen sen ol,

sen kal."

 

Yarın sabah uyandığımda

dünyaya daha farklı bakıyor olacağım.

"Hey hat!" deyip de daha çok söveceğim belli ki.

"Ne yaşadın ki sen, konuşuyorsun?" diyenlere

daha çok güceneceğim mesela.

Çemberinin çapını sonsuz sananlara

bir tarafımla güleceğim belki.

Ben, ben olacağım yine

ama farklı bakacağım hayata.

Bir idealin bile yerle bir olduğuna şahit oldum çünkü;

her bir turun nasıl bittiğine...

 

Saint Petersburg,

ancak böyle yumar gözlerini.

Biliyorum ki Saint petersburg

arayacak gözlerini.

Bu şehir mutlaka çağıracak seni.

 

Olsun.

 

Hiç bir şeyi kusmak istemeyeceğim.

 

Utanmasam

öperdim.

 

Hoş kalacağım de,

sözün olsun.

Bir iyi geceler

son sözüm olsun.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Böyle derin bir hüzün içinde,

öğüt vermek benim neyime?

demeden önce.

- - -

 

Bu metin var olma ihtimalinden çok olamama ihtimalini barındırmaktadır. Çünkü böyle bir ruh halinde (hal maskesinin, ruh maskesinin ardına sığınmaktan oldukça çekinsem de), anlatma hevesim rüzgarın tehdidi altında titreyen toz zerrecikleri kadar acizdir bir zemine tutunmaktan. Burada hala okuduğunuz bir şey varsa şayet; gerçekleşme ihtimali minimal olan şeylerin bile aslında potansiyellerini ortaya koyma heyecanıyla ensenizde derin, hızlı ve kıpırtılı nefesler aldığı gerçeğini iliklerinize kadar hissetmeden geçmeyin. Hatta, tercihen öyle derinden hissedin ki bunu, ensenizdeki tüyler yavaştan diken diken olsun. Lakin durun, kanınız donmasın hemen! Daha diyeceğim ki

“Var olma ihtimali olan her şey, en az gerçekleşen kadar vardır aslında.

Bu yüzden var olma ihtimali olan her şey, varmışcasına kabullenilmelidir tarafımızca.”

Bir gidiş, bir düşüş, bir hiç; kalışın, tırmanışın veyahut hep’in sizi mutlu ettiğinden daha fazla hayal kırıklığına uğratmamalı sizi.

 

Karanlıklar! İçime sinen durumların gölge yanları! O karanlıklar gün geliyor da dolanıyor ayağıma, bolca hüzünle sarmalıyor beni. Çok üzüyor olabilir belki ama kabullenemeyeceğim bir şey veremez bana. Çoktan sindirdiğim bir şeyi kusamam ki! İçinize sinmeyen şeylerden koşarak kaçın. Yapıştıkları an yakanıza, silkinerek atın.

 

Şimdi içinden “Sadede gel patates cücüğü!” diyen varsa şayet… Sadet, bu metnin bir sadede varacak olma ya da olmama ihtimallerinin her ikisini de kabullenmiş olmanızdır, ki buraya kadar okumuşsunuz. Sizin için kayda değer bir yere varamadıysam ya da bir anlam ifade etmediysem, kızmaya hakkınız olduğunu sanmıyorum. : )

 

Kısaca,

“Umut, ana yemeğiniz olmasın. Hiç doyurucu değil.”

“Ara sıcak?”

“O olabilir, belki…”

 

***

 

“Öyleyse, nasıl tutunacağım ben bir şeylere? Nasıl hevesleneceğim, nasıl hırslanacağım?” diye soran varsa eğer, bana değil de bir tutunabilene sorsun. Aklım oraya kadar yetemedi daha.

 

Belki alışkanlıktan çemberi koşar dururuz, kim bilir?

 

***

 

Not: Her karanlığı da kabullenmeyin tabi, bazı karanlıkların “aman dikkat!” diye bağıran bir tınısı var.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

varacağı yer olmayan bir mektuptur

 

ki kibarlığı bir kenara kalsın...

 

 

 

Kaçtım işte. Ama kıçın kıçın değil. Ben gitmek istiyorum, dedim de gittim. Gidebileceğim en uzak yere gittim lakin pek de uzun değil iplerim. Oturdum şimdi bahçede. Buralar şimdi serin. Aslında bahçenin bile en uzak köşesine gittim. Yine de çaprazımda sokak lambası, arkamda evin ışıkları var ve bu izleniyor hissi yaratmaya yetiyor. Sanki ensemde birisi kelimelerimi izliyor. İzleyen değil de izlenmek için olan ışıklar, insan eliyle yerleştirilmeyenler olsa gerek. Yıldızların tepemden bakarkenki tek niyeti, gökyüzünün daveti. Ben galiba kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. Yalnızlık tanımım nasıl da değişti zamanla. Yalnızlığı ilk tanıdığımda, 'seninle oyun oynayacak kimsenin olmaması'ydı. Hiç dert etmedim. Gücenmedim. Çünkü o vakitler yalnızlık aynı zamanda yaratıcılıktı. Çok sıkılırsam, aklım hayali arkadaşlar bile yaratırdı. Arkadaşlara ne gerek vardı aslında? En büyük dostluklarım gemim, dalgalarım, başıma aldığım tüm adrenalin dolu belalarımdı. Belki yine hayat değil ama yaratıcılık beni o vakitler hep oyalardı. O yüzden yalnızlık tozdu, dumandı. Puff derdim ve bir nefeste yok olurdu... Kimsenin deliliğimi yaşıma sığdırmaya çalışmadığı zamanlardı. Yalnızlığı ikinci kez tanıdığımda bir de 'kaçış' oldu, deliliğimin sığındığı ve saklandığı yer. Çünkü bu delilik insanların keskin bakışlarına sığamaz, genişleyince birine temas eder de mutlaka patlardı. Böylece yalnızlık, beni ben yapan keseyi doldurduğum yegane alan oldu. Onu üçüncü tanıyışımda her şey bi tık daha trajikti. Çünkü kesenin içindekileri boşalttığımda kimsenin eğilip de bir taş kaldırmaya çalışmadığına şahit oldum. Kalabalıklar çakıllarımın üzerinden koşarak, yürüyerek, emekleyerek geçti gitti. Kimse değerlerini bırak anlamayı, hesaplamayı bile akıl etmedi. Topalların ve emekleyenlerin hakkını yemeyeyim. Onlar kimi zaman eğilip baktı lakin bilirim ki tüm ilgileri çaresizliklerindendi. Bunun dışında, söyleyecek şarkım boldu bol olmasına da neredeyse kimse kulak vermedi. Kulak verenlerinse bir kısmı, duydukları hoşlarına gitmemiş olsa gerek ki kulaklarını tıkadı, geri kalanı dinlediğini duymadı. Yalnızlık 'kalabalık' ve 'anlaşılamamanın verdiği iç gıcıklayan his'ti artık. Yalnızlığı bir sonraki tanıyışım aslında bir yâri tanıyışımla aynı zamandı. Bu iki yalnızlık ara sıra istişare ettiği müddetçe, yalnızlığın kalabalıktan sıyrılması, kendi dansını etmesi, kendi dilini konuşması kutsaldı, romantikti, biricikti. Ah, biriciklik ne özeldi, nasıl da güzeldi! O istişare, bu yalnızlıklardan birisini bir gün tatmin etmemiş olsa gerek ki, romantizm çok da uzun sürmedi. Zaten aklın bulaştığı bir yerde ne için için, uzun uzun yanabilir ki? Yürek kurar, akıl kutsar. Sonra gün gelir ve akıl kendi kutsadığını yıkar. Bu böyledir. Yalan değil. Şu anki kanaatimdir. Belki akıl bir gün bu söylediğimi de yıkar ve kanaatim değişir. Sonucunda bir paradoksun içine cumburlop(?) düşerim. : ) Kim bilir? Kim bilebilir... Ah konuşurken nasılsın demediğinde şükrediyorum, bilmezsin. Bana "ne var ne yok?" de, "nerelerdesin?" de, "neler yapıyorsun?" de; ama "nasılsın?" deme. Ben sana yalan da söyleyemem, kötüyüm de diyemem artık. İki ucu yüreği çarpan bir değnek bu soru, neresinden tutayım? Sen sormazsan kolay olur, çünkü ben "tüm yalnızlık tanımlarım üst üste binip sırtıma oturdu" diyemem, hele "hiç bir şeye yeltenecek hevesim yok" hiç diyemem, "çaresiz hissediyorum, anlamıyorum" diyemem. Aslında yaramı söylemekten, sana soyunmaktan gocunmam, bilirsin. Yahu ben doğrudan korkmam! Ama şarkıda dediği gibi, "ben seni arayamam". Sebebim var, biliyorsun... Diyor ki, "dile getiriş şeklimle kırıcı oldum sanırım, özür dilerim". Tanrım sen vicdan verdin de, bir yerde bir hata var, sevdiğim adam hissettikleri için özür diliyor! Adam diyorum ama o adamın içinde parıl parıl bir çocuk gülüyor. O adam bugün bir yaş daha büyüyor ve bana düşen küçük bir 'mutlu yaşlar' ya, nasıl zoruma gidiyor... Gidiyor, gidiyor da, e olan olmuş. Özrünü dilediğinde de ona da aynı şeyi söylüyorum ya zaten. "Olan olmuş, bırak kibarlığı bi kenara kalsın" diyorum. 'Dert etme' demelerden en samimisi bu geliyor. Samimiyet! Dışardan iki yabancı gibi durduğumuzu bilsem de; ben hiç bir samimiyeti bu kadar arzulamamış, bu kadar yaşamamış, bu kadar yakından tanımamıştım. Ondan başka kimse bilmez bunu, bilmesin... Kaça kaça soğuklara, gölgelere, akşamlara; üşüttüm galiba. Hapşı tıpşı... İlaç içmiyorum hemen ama! Hep yaptığım gibi. Vücudum mentalitemden daha hırslı mı hayata tutunmak konusunda, görmek için onu teste tabii tutuyorum. İyileşirim elbet. İyileşirim ve bu da aklımın kanaatine küfür olur. Olsun. Olan olmuş. Tüm hayatın kibarlığı bi kenara kalsın. O zaman "ben feleğin su çarkına...!". Yahu, içimi biraz umutla dolduracağım o gün gelirse eğer ben feleğe karşıma seni çıkartıp da şu dünya üzerinde beni anlayabilen bir ademoğlu olduğunu gösterdiği için şükredeceğim belki ama şimdi anca yitirdiğime ağlarım. Bu kez kaybettiğim, cebimden düşürdüğüm bozukluk değil çünkü. Anlat anlat bitmiyor. Anlat anlat dur, varmak istediğin yere bir türlü varmıyor. Varsa tabi. O kadar çok düşünüyorum ki... Olabilitesi olmayan şeylerin 'olsaydı'sını hayal ediyorum sürekli. Korkunç şeyleri düşünüyorum, ama korkmuyorum. Güzellikleri hayal ediyorum, ama heyecanlanmıyorum. Hiç birinin gerçekleşme imkanı olmadığını biliyorum ama kafam hep meşgul. Amacı olmayan düşünceler bir çoğu, bir yere varmayan. Bu çok anlamsız. Aslında belki de benden iyi bir yazar olur lakin ben yazacaklarımdan, yaratıcaklarımdan bile korkuyorum. Ben var ya ben, her an her şeyi düşünüyorum. Ben şu hayatı karman çorman yaşarken senin hüznün, endişen, heyecanın bile tertipli. Ah yar, (bu sevgi sözcükleri hep sesimi duyamayacak olmanın rahatlığı, yoksa şu vakitten sonra çağırmaktan utanmam mı?) hepimiz düşünüyoruz, biliyorum. Şu hayattan, pencere pervazında pür dikkat adımlayan bir kedinin muntazamlığıyla geçmeyi hangimiz istemezdik ki? Ama senin düşüncen bile tertipli. Senin düşüncen bana varır, geçer gider de ben kızmam, alınmam. Senin düşün beni sarar da ben... Anladın artık. Kırgınım yalnız tabii, o ayrı. Sana değil de hayata belki. Olsun. Hayat yapacağını yapmış, olan olmuş, bırak kibarlığı bir kenera kalsın...

 

060818-0043

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

09.08.18

Perşembe

 

Sevgili Midil,

Güzellikler varlığında arandığından çok yokluğunda aranırmış ya, ben de sana hep sessizce kanatlanıp gittiğin vakitlerde yazıyorum. Zaten mektubun gereğidir mesafeler. İnsanın yanı başında durana anlatacak hikayesi kalmıyor pek. Adet yerini bulsun diye ve senden bir cevap geleceğine inanmasam da, merakımı bastıracak olmasam da, eylemde bulunup da hayata öykünmek adına soruyorum "neredesin?" diye. Biraz şiirsellik ekleyeceğim buna, sana yazdığım her mektupta yaptığım gibi.

"Ah, Midil! Benim biricik uçan atım Midil, nerelerdesin?" diyeceğim. İç çekeceğim. Derin nefeslerimle külden köze dönecek, hafiften yanacağım çünkü hiç bir manzara ışık oyunu olmadan yeterince büyülü olamaz. Bildiğim, aklımın yettiği bir kaç küçük şeyden biridir bu; gündüzden, geceden ve gün batımından öğrendiğim.

Şu sıralar nasılsın sorusundan, ı-ıh yok korkmak da değil, nasıl desem, epeyce çekiniyorum. Yanımda olsan bir bakış atacak, dilin dönse konuşacak, toynakların yerine parmakların olsa yazacak, bu soruyu bana sen de soracaksın, biliyorum. Zaten bunları sana ya o yüzden ya da kendi kendimle konuşmaktan bunaldığım ve aynı zamanda bilmişlik taslamaktan artık sıkıldığım, bu yüzden de kendi hikayemden başka anlatacak hiç bir şeyim kalmadığı için yazıyorum.

Yüreğim kaldırırsa bir bir anlatacağım, Midil. Neler olduğunu değil de; nerede olduğumu, neler yaptığımı, belki nasıl hissettiğimi... Anlarsın ya.

Tüm bunlar sayfalar tutacak belki. Bir yerde okumuştum. Özür diliyordu, "Bu kez mektubum uzun oldu, kısa bir mektup yazacak vaktim yoktu." diyordu. Ne kadar da doğru. Bir şeyleri kısaca anlatmak çokça efor gerektiriyor. Uzunca bir süredir ağzıma bir laf dolamıştım ben de 'basite indirgemek' diye. Peki ne demek basite indirgemek? Şu demek: Şeylere sahip olduğundan öte bir anlam yüklemeden onların içindeki güzelliği görmek, sade bir yorum getirmek, o yorumla uyuşmak ve böylece tüm karmaşadan, zihne işkence eden o avare kaosdan sıyrılmak! Her şeyi sadeleştirebilirim sanmıştım. Öyle ya Midil, insan dediğin apayrı bir saftirik, eğer başarırsam kolay olur sanmıştım. Başarmak ne peki? Başarmak, kendi doğrundan şaşmadan ona uygun hareket etmek demek. Formül belli de, hayat kimsenin doğrusunu dinlemiyor. Hayat yaşlanmış, şişmiş, git gide kibirlenmiş, burnu havada ve üzerinde eline geçen yaşamı dinleyip anlayamayacak kadar çok ölü toprağı var onun. Senin doğrun da neymiş? Bi sor bakalım hayat senin sesini duymuş mu? "Hah, doğru dedin!" demiş mi hiç? Bi sor, haydi...

Her neyse. Dediğim gibi, 'ne oldu'yu anlatmayacağım. Anlayamadığımı susmayı, ortalama bir insandan daha iyi beceririm neyse ki. Gerçi 'ne oldum'u da pek anlamadım velakin 'ne oldum'un gizi "ben kimim, neyim?" sorusunun ebediyen var olmaya ant içmiş bilinmezliğinin ta kendisi, bu yüzden onu anlamadan da konuşmaya çokça alışık ve bu sırada durumun farkındayız. Ee, bundan da çekinsek, biz insanlar ölümüne susarız.

Nerede olduğumdur- Sen gittikten sonra ben de beni insanların şerrinden koruyacak yerlere göç etmeyi istedim. Ben diyeyim kaçış, sen de sıyrılış. Olduğum yerden çekip gitmek istedim. Rüzgar, yağmur ve gölge istedim, belki insanlar tüm bunlardan uzak durduğu için bana izole olmanın yegane sembolü olarak göründüler. Senin gibi kanatlarım olmadığını biliyorsun, çok uzaklara gidemedim ama kuşların öttüğü, mavinin ve yeşilin görüldüğü, gündüzleri güneşin tenimi ısıttığı, akşamları rüzgarların beni yerden yükselttiği, geceleri de battaniyenin altına girmenin tatlı geldiği serinlikte bir yer buldum.

Ne yaptığımdır- Gündüzleri kitap okuyor, kedi köpekle oynuyor, domates doğruyor, kışlık yapımına yardım ediyorum. Akşamlarım müzik dinleyip eşlik etmekle geçiyor. Elime de bir kahve fincanı aldım mı sanki sahi bir meşguliyetim varmış gibi duruyor da, dışarıda geçirdiğim 3 saat kimseye batmıyor. İnsanlar başka hiç bir şey yapmadan yeri göğü izlemenin de bir eylem olduğunu unutuyor.

Ve geceler... Tüm gün düşüncenin kıyısında kumla oynayan, koca koca dalgalardan kaçınan, yine de sık sık ıslanan zihnim geceleri "artık zaman geldi" der gibi kendini derin sulara atıyor, açılıyor da açılıyor. Bir alışkanlıktır, almış başını gidiyor. Her gece o sulardan yuta yuta gözleri kararıyor da öyle uykuya düşüyor. Bir de elim sıkça kelimelere yazıya gidiyor. Kimi zaman içimdekileri kusacağım geliyor da yazıyorum. Kimi zaman yazıp da kendimi meşgul edesim geliyor, ona tutunuyorum. Kimi zaman var; aklımdan ne sözler, ne alicengizler, nice unutulmaması gerekenler geçiyor da oturup dökmeye tenezzül etmiyorum, kendimde o kadar hevesi bulamıyorum. Belki sustuğumun önceliği vardır konuştuğuma ama, bu kimin umrunda? Hayat marjinal olacağım diye baştan tırnağa absürt kokular sürünmüş, salına salına geziyor. Ben bir küçük yanlışlık, gücüm doğruya yettiği kadar yetiyor.

Nasıl hissettiğimdir- Nasıl hissettiğimi anlatmayı bir türlü beceremiyorum. Kimi zaman suyu kurumuş kuyudan aşağı düşmeye devam edip, kimi zaman da asılı kalırken bu halime sık sık yanıyor, çokça gülüyor, bazıları hiç bir şey hissedemiyor, nadiren de fokur fokur kaynıyorum. Sen beni anla artık, veyahut anlama. Ne hikmetse şu hal, ondan uzak dur.

Simdi beni geçelim, seni soralım, Midil. Nerelerdesin? Neler yaparsın? Benim diyarı karanlıklar sardı da yine, sen nerelere göç ettin? Dünya gezegeninin çevresinde kaç tur attın? Her vakit parıldayan, daima kalabileceğin bir yer, bir düş, bir zihin bulabildin mi? Bulduysan eğer işin sırrının ne olduğunu öğrenebildin mi? Anlat. Uzun uzun anlat ki bu kasvetten biraz olsun sıyrılayım.

Bazen karanlıkta yürürken nal sesleri duyar gibi oluyorum. "Yoksa..." diyorum kendi kendime. Gerçi sesler çoook uzaklardan geliyor, biliyorum.

Keşke gelsen geri de, biraz renk kussak sağa sola. Böyle olmuyor, Midil. Bekliyorum hep.

Sabır taşı derler ya hani, düpedüz yalan. Sabır taş olsa, o taş çatlaya çatlaya avucumda koca bir çöl olurdu.

Bir gün tekrar görüşmek ümidiyle,

hep parıl parıl, renkli ve kanatlı kal.

Sevgi ve özlemle,

*

090818-0130

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bomboş ve bombok bi söylence, tabi öyle de denirse.

 

 

Sana bir şiir yazacak gibi oluyorum sonra

Olmaz diyorum uykun varken yat uyu

Bari, diyor o şairane ses

Komik bir şey olsun

Demek ki mesele romantikleşme endişesiymiş

Uykusuzluk değil

Zaten bayılmadan uyuyamıyorum

İkna oldum

Vallahi billahi buraya mutsuz bir şey yazmayacağım

 

O şiir yazma isteği

İçimdeki hayranlıkla birlikte uyandı galiba

Yo hayır hayranlık uyanmadı

Hiç uyumadı aslında

Tam da kıvrılmış uykuya yatacaktım

Belki çiçekli yorganın samimiyeti

Belki bir yatak örtüsünü

Veyahut bir koltuk örtüsünü

Pek muntazam bir şekilde düzelten hayalin

O üzerine oturmuş

Oldukça da şık duran kararlılıkla

Kafamın içinde hareket ederken

Hayranlık yatakta doğrulmuş

Bağdaş kurmuş

Ve bu şiiri yazmaya başlamıştı

 

Mutlu bir şiir yazamam

Lakin

Mutsuz bir şiir yazmayacağım

Ne aklı

Ne mantığı

Ne kafiyeyi kovalayacağım

Aralarından biri benimle flört etmeye kalkarsa

Belki aynı masaya otururum

Kalbimi çalmaya çalışırken

Mutlaka bir kaç kaliteli laf ederler

Keselerinde ne varsa dökerler

Filozoflar da böyledir

Şairler de

Profesörler bile böyledir

Gülerim de borcumu öderim belki

Ki bu şiire bir iki kafiye yapıştırmaya

Biraz da mantık kurmaya

Yüzüm olsun

İnsanlar böyledir işte

Onlar böyledir

Sen de böylesindir biliyorum

Ben bile böyleyim biliyorsun

Amma ve lakin

Hiç birine kulak asmayacağım

Bana inan

Çünkü hiç birisi

Bu manyak hiperaktifi

Yanında

Nefes alışverişlerini saymazsak

Uzay kadar sessiz

Dışarıda her şey olup biterken

Tam orada zaman durmuş gibi

Hareketsizce uzanmaya ikna edemeyecek

Hiç biri bu gözlerin ardından baktığımda

Hiçe bürünmeye yeltenebilecek kadar

Dolu gözükmeyecek

 

Şüphesiz ki

Bunca söylence senin kulağına asla varmayacak

Bu yüzden

Tam da bu yüzden

Saçma bir şiir olacak bu

Ama mutsuz olmayacak!

 

Mekanda kalsak

Zamanda ve bizde geriye gitsek mesela

Kesin gelir usulca kıvrılırdın yanıma

O ana kadar düşüncesi bile ağır gelmiş yün yorgan

Hafiflerdi bir anda

Ve kim bilir

Bir alışkanlık olmaya aday bile olurdu belki

 

Sevişirdik de

Konuşmadan değil ama

Mutlaka kaybedilmiş bir savaş

Yarım bırakılmış bir kitap

Üzerinde boş yapılacak bir alan

Veya duyulmuş özlü bir söz vardır konuşacak

Neden seviştiğimizi anlayacak

Ve kendimizi tekrar tekrar ikna edecek kadar konuşurduk önce

Susana kadar konuşurduk

Bilirdik ki

Bazen

Konuşmak bile bir başına

Sevişmektir özünde

Ve sevişirken susup gözlerini sıkıca yumanlar

Bir yerde bir yanlışlık sezenler olmalılar

Diye düşünürdük

Biz yanlışlığa yer bırakmayacak kadar

Çok konuşurduk

 

Romantikleşirdik bile belki

Yapış yapış değil

Sakız etmeden seni beni

Sonra

Sen mutlaka

Çok da gecikmeden

Zırhına ve disipline bürünürdün

Ben kesin senin ne düşünüyor olduğunu

Yeri

Göğü düşünür

Bi süre daha romantik takılırdım

Lakin

Bunlardan bahsetmenin sırası değil şimdi

Bu mutsuz bir şiir olmadığı gibi

Romantik bir şiir de olmayacak!

 

Yalansız biterse bir şey

İnsanlığın süre gelmiş alışkanlığına ters düşer

Yalanı eksik etmemek gerekirse

Özlediğimden değil

Şiir yazasım geldi sadece

 

160818-0253

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

şeffaf olmayı beceremediğinden mütevellit

yeşil camdan bir şişe

yeşilçam'dan değilse de

onunkisi de

şişenin çapında

acıklı bir hikaye

 

.

 

haydi iç

iç bakalım gönlünce

 

dibi görünce

doldurup da

pencere kenarına yerleştirmektense

kır beni kır kır kır

 

pa-ram-par-ça

rampaparampaparaa!

görmek için

ne denli boş da olabileceğimi

 

geç üzerimden

varsa cesaretin

yapışacağım ayaklarına

belki saplanacağım etine

kanamayacak ama!

öyle ince...

 

senin teninde bir ince sızı

ve rahatsızlık hissi

üstüne basarsan

yakar canını belki

sarhoşluğun geçtikçe

 

ben pa-ram-par-ça

rampapapapmpaa!

acı da değil

ne tutabilirim ki endişesi

artık içimde

 

sen yine de

kır beni kır kır kır

doldurup da

pencere kenarına yerleştirmektense

rampapparampra!

yoksa dibim yosun tutar kesin

ve sen fark etmezsin bile

 

yaşa bakalım yiğidim

yaşa gönlünce

devir şişeleri ömrünce

bilerek ya da bilmeyerek

özgürsün

güvenle basacak yerin kalmayıncaya dek

 

haydi şerefe!

 

y2.jpg

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

HEA

 

I am not the only traveler

who has not repaid his debt.

I’ve been searching for a trail to follow again.

Take me back to the night we met

and then I can tell myself

what the hell I’m supposed to do.

And then I can tell myself

not to ride along with you.

 

I had all and then most of you,

some and now none of you.

Take me back to the night we met,

I don’t know what I’m supposed to do,

haunted by the ghost of you.

Oh take me back to the night we met.

 

When the night was full of terror

and your eyes were filled with tears,

When you had not touched me yet,

Oh take me back to the night we met.

 

I had all and then most of you,

some and now none of you.

Take me back to the night we met.

I don’t know what I’m supposed to do,

haunted by the ghost of you.

Take me back to the night we met.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kalp kırma özgürlüğünü kazanmak için üzülüp durmayı bırakın.

Sevmek için sevilmeyi beklemeyin.

"Olsun!" diye ağlamayın artık.

Kızmak, ağlamak, sevmek...

Bunlar çarpıtıldıkça hepsini başka bir kefede bıraktım.

Benden heykelcik yaratmayın.

Rafınızdan atlamak yapılamayacak kadar zor değil.

Stop.

201018-2359

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

 

Sonradan eklenmiş bir başlık.

 

 

Bir yazıya nasıl başlanır ki? Bir başlasam sonu gelmez oysaki. Hatırladım! Kısa bir ifade bırakırım ben çoğu zaman yazdıklarımın başına. Bir kıvılcım gibi...

Bir şey yazdığımı fark etmemek de çok önemli aslında. Konuşup insanlara anlatmaktan farkı kalmıyor akışına bırakamadığımda. İşte hep bu yüzden bastım ben şu kedinin kuyruğuna.

Bazı laflar var. Ne güzel anlatıyor bazı şeyleri. Ama hepsi talan edilmiş kütüphaneler sanki. Annenin oynasın diye misafir çocuğunun eline verdiği, o en sevdiğin, pek sanatsal bulduğun biblo gibi. Demek istediğini diğerleri gibi anlatırsan seni de onlardan sanacakları endişesi. O yüzden başka bir yolunu bulmalıyım değil mi? Gerçeğin üstüne bir çarşaf örtüp şehir meydanına yerleştirsem biri silüetinden tanır belki! Çarşafı kaldırsam ve gerçeği hepten çırılçıplak bıraksam güçsüzlüğünü kat kat giyinerek örtmeyi normalleştirmiş birileri onu taciz eder, bu besbelli. Ben bu gerçeği ne yapayım şimdi? Ben bu gerçeği nasıl göstereyim, nasıl koruyayım ki?

Ölümüne yalnız hissediyorum fakat bayılıncaya kadar koşup kaçmak istiyorum şu sıralar herkesten. İnsanları sevmediğimden değil bu istek. Hiç kimse memnun değil sahiden ve benim tüm bunları anlamak veya anlamlandırmak için vakte ihtiyacım var. Bilmeye ihtiyacım var. Bilmeye veya inanmaya. Birbirine karıştırmazsam ne âlâ! Bir damla daha yaş düştü, pıt! Demek çok sağlam bir tespit yaptım.

Tutuldum. Kekeme oldum. Dilim dönmüyor. Hiç bir şeye elim gitmiyor. Bir an geliyor, aniden yutma kabiliyetimi yitiriyorum. Sarhoş gibi adımlıyorum. Ulan bu yol öyle düz ki aklımı allak bullak ediyor, dediğim bile oluyor. Yani sosyal hayat bir çember, hem de ateşten. Çemberin sınırlarını yargılar oluşturuyor. Alıştım. Alıştım ama yediremiyorum hala...

Yine de kaçmıyorum. Belki kaçamıyorum. Bir yerden sonra kaçamayacağımı bildiğimden belki. Boynumdaki zincirden mi yoksa? Ne zincirmiş be! Ben vurmadım bunu boynuma. Kıramıyorsam o benim kabahatimdir belki ama bile isteye girmezdim bu koğuşa. İçeride herkes açlıktan birbirini kemiriyorken, ben gerginlikten dişlerimi gıcırdatıyorum. Ranzanın ikinci katından atlasam ölür müyüm acaba, diye düşünüyorum. Kıysam canıma, ruhum duvardan geçebilir mi? Dilim dilim doğrasam kendimi, tekrar toplayabilir miyim parmaklığın ardında? Buz gibi koridorlarda bir ses yankılanıp duruyor: "...her şey mübah, her şey mübah..." Bu metafor burada bitsin. Bu kadarını düşünmek bile yeterince darladı beni. Süsünden püsünden ayırırsak çingeneyi, bu şu demek aslında: Gerçekten de elimden gelenin en iyisini yapmış olduğumu bilinceye kadar kalmakta direneceğim bu dünyada. Tamamdır çingene, verdim mesajı. Giy renkli eteğini, doldur kadehi! Çal müzik. Dans et gölge! Sen de kendi eğlencene bak 'kendi', yeter artık sürekli beni izleme! Sabaha karşı yatar uyuruz. Belki rüyada 'bir' oluruz. Bulur muyuz bir yolunu? Girdiğimiz madenler bize mezar olmazsa iyi! "Dikkat! Çalışma bölgesine girmek tehlikeli ve yasaktır." Ne lanet ibare. Böylece kimseler gerçekten tanımayacak bizi.

Biraz gerçekliğe dönmeli artık. Daha salyangozlar yürütecektim oysaki, spirallerde dönecektim ama gözümdeki yaş bu gecelik bitti. Hem kalbim yüz onla giderken sürünmenin bahsi edilir mi ki?

Bütünde şaşıp detayda kaybolalım. Kafamı yastığa koyacağım. İşte bugünün gürültüsü. Bugünün görüntüsü. Göğün kızılı ne güzel. Buradan nereye hangi vapur gider? Tek bir keyif kaldı ama başka kentler vardır elbet bundan beter. Yarısında söndürdün sigaranı. Yine birden bire hiç de canın istemedi. Yahu tamam hoş da buna nasıl bağımlı olunur ki? Dile getirme aman bu düşünceyi. Ah öyle bir kukla eder ki insanı, küçümseme dopamini! Göğe bakıp içine seslendin. Canım prefrontal cortex, niçin yaşın beş? Bütün dünya içip gezse keşke de seninle ben de biraz eğlensek.

Bu ilaç seni masada oturtacak; önünde biri yavaş yavaş yürürken ağlamayacak, etrafta koşturmayacak, karşındakini daha uzun dinleyecek ve tabutuna çok daha kolay sığacaksın. Öteki seni üç vakte kalmadan derin bir uykunun içine düşürecek. Pembe olanlar kalbini şakaklarından ve avuç içlerinden alıp tekrar göğüs kafesinin içine taşıyacak... Bir şeyler içime sinmiyor. Ben zaten sevgilisinin koynunda bile uyuyamamış insanım. Pamuklarda yatırsanız kendi kemiklerim batar. Beni yine biri sevse kalbim endişeden kanat yapıp uçmaya kalkar...

 

Ya susacak bu zihin,

belki orada hakikati bile bulacak

ya inanmayı seçecek

ya da bir bok bilmediği için

korkudan titreyecek hep.

 

Burada bitsin artık bu metin.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

dağınık

 

Burada durup da hiç bir şey yapmıyorum. Biri yaklaştığında elimi telefona atıyorum. Burada durup hiç bir şey yapmadığım anlaşılmasın diye. Ekranda parmaklarımı kaydırıyorum. Ben bunu okurum ya dediğim sekmelerde yalandan tur atıyorum. Özellikle bu aralar odada duramıyorum geceleri. Balkona çıkıp pencereyi açıyorum. Ayakta dikiliyorum. Altı metre ötede başka bir apartman var. Onun buzlu, kutu kutu kare pencereleri. Birileri muhtemelen uyksundan kalkıp uyuşuk uyuşuk tuvalete adımladığında yanıp yanıp sönen ışıkları izliyorum. Bazen tahmin etmeye çalışıyorum. "Şimdi sol üstteki yanacak!" Yıllardır aynı oyunu oynuyorum. Sonra kombinin üstündeki kırmızı dijital rakamları izliyorum belki. Arkamda salonun ışığı yansa, biri mutfağa uğrasa, üst komşu uyansa rahatsız oluyorum. İnsanların hangi mevsim ortalama saat kaçta yattığını, ne kadar sürede bir sigara yaktığını ve hiç kimsenin sokağa ya da göğe bakmadığını ben biliyorum. Bazen bağırasım geliyor. "Uyanın ulan aya bakın!" "Uyanın çok güzel yağmur yağıyor, gök gürlüyor, şimşek çakıyor..." Belki biri, bir şey de beni izliyor. 'Kendi' gözünü bana diktiğinde "Bu kadar az deneyime mahkumken saatlerce kafa yoracak bu kadar çok şeyi nereden buluyorsun?" diye soruyor. Bilmiyorum. Ama düşünce kendi kuyruğunu kovalamaktan bıktı. Neyse gel dans edelim...

Az önce annem geldi. "Üşüteceksin." diyip penceremi kapattı. Haydaa. Rahat nefes alamadığımı bilmiyor tabii. "Hadi yatağa. Artık beynin şey olacak..." Bu neydi şimdi? Çok uzun zaman sonra... Bunu bi arkadaşım söyleseydi güler, abartıp "Ya beynime daha ne olabilir ki!" derdim. Azıcık taşırıp öfkemi "Daha duşa gireceğim ben." dedim.

İnsanın gizlemesine rağmen içten içe kontrolü kaybettiği vakitle insanların onun üzerine düştüğü vaktin kesişmesinin acayip tiz bi yanı var...

"Bebekken seni kucağıma alır sekizden dörde balkon boyunca yürürdüm." dediği geldi aklıma şimdi. Uyumazmışım ya. Komik düşünce. Ve korkunçlaşıyor daha da düşününce.

Anne, ben kim olacağım? Senin için ne olacağım? Ben kimin için yaşayacağım kendimden sonra? Size daha kaç kere kırılacak, kaç kere kızacak, dil uzatacak ama daha ne kadar sizi üzmekten çekineceğim acaba? Yalanım yok, ama gizlediğim çok. Ne o olabilirim ne bu olabilirim gibi. Ne kopabilirim halkadan ne de boynumu eğebilirim. Ne anlamanızı sağlamaya gücüm yetecek ne de olduğum kişiyi saman altında su misali yürütmek içimi kemirmeyi bırakacak sanki.

Beni biraz olsun tanısanız çok korkardınız. Beni tamamen bilseniz anlardınız. İçinizi göğe kadar huzur ve içinizi dipsiz kuyu gibi bir korku kaplardı. Belki kafası karışık suratım suda dalgalanır ve size de yansırdı.

Beni bilemezsiniz. Ama beni bilseydiniz ben bir ben kadar daha korkardım.

Ben beni bilebilsem kuyuya mı atlardım yoksa dünyanın çekim alanından mı çıkardım? Bi kez atlasam kuyunun dibinin de evrenin sonsuzluğu olduğunu göreceğim belki. Bi kez 'dibine kadar' korksam, yitirir miyim korkunun kendisini?

Anne. Lütfen sorma ve söyleme. Kafamın içinden açıklama dilenmekten yoruldum. Neyi neden yaptığımı bilmiyorum. Sen de sorma. Çünkü ben öfkelendikçe boğazımdaki yumru büyüyor. Tamamen boşverebilmen mümkün mü ki beni? ...diye düşündü yazdıklarını tek tuşla silebilen biri.

Neyse. Çok sorma. Beynim şey olacak falan filan sonra. Zaten az uyuyorum ya. Daha fazla deformasyona hiç gerek yok.

 

150419-0314

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

MUNDAR

 

Bugün de gecenin tatsızılığını ölçüp biçerek uyumaya çalışmanın ne kadar yerinde bir karar olacağını idrak etmeye çalışırken aniden kafamın içinde bir dışses yükseldi ve günlerdir süregelen keyifsizliğime belki de biraz neşe katmak adına içinde bulunduğum durumu yine kafamın içindeki seyirci kitlesine sunmaya başladı. Elbette orada ve burada bu kez de yalnızca ben vardım, bu yüzden dışses şöyle bir şey söyledi: Herkes benden ne cacık olacağını merak edip kimileri köstek olur, kimileri çok şey bekler ve kimileriyse hem çok şey bekleyip hem köstek olurken ben hala insanlığın gerçekten umut vadedip etmediğini idrak etmeye çalışarak sağduyumun ne kadar uzun olduklarını idrak etmeye yanaşamadığı vakitler öldürüyor ve bir anımı ekstazi yutmuşçasına yükseklerde, bir sonraki anımı ise kapkaranlık bir zindanda zincirlenmiş kadar bitik hissederek geçiriyorum. Dünyayı keşif sürecimin başında humanizmle dolup taşmam, ardından insanlığın şerrinden kaçıp doğada inzivaya çekilme fikrine sarılmam, sonrasında da insanın garip de olsa hayran kalınası bir yaratık olduğuna ve sosyal bi varlık olduğum için insanların hayatı pek daha anlamlı kılacağına uyanarak insanlara seslenme motivasyonuna bürünmemi teker teker ve tekrar tekrar anımsayıp içselleştirirken şu an nasıl bir düşünce evresi içinde olduğumu idrak etmeye çalışıyorum. Umutlarım çatır çutur yarılırken insanlığa karşı tahamülüm git gide azarlıyor. İnsanlığa karşı tahamülüm azalırken aklımda üç seçenek beliriyor: Bunlardan biri umudumu yitirmemek adına direniş göstermek ve düzene savaş açmak. (Hah, ne cüretkâr! Bazen diyorum ki ben kimim de böyle bir misyon yükleniyorum?) İkincisi her şeyi olduğu gibi kabullenmek. Savaşmayıp sevişeyim yani. (Bunu sahiden midem almıyor. Tiksindiğim şeye dönüşmek mi? İmdaaat! Yapamayacağım galiba...) E üçüncüsü de bu diyardan çekip gitmek. (Bu konuya zaten hiç girmiyorum. Kefeni var, mezar taşı var, kazması var...) Bana nolmuş da insanların yaptıkları ve söyledikleri bi kulağımdan girip ötekinden çıkmadan evvel beynimin içinde F1 yarış arabası gibi sadece bin bir manevrayla sağı solu dağıtmakla kalmayıp bir de gürültüsüyle tatava yapmaya başlamış? En sevdiklerim ve en güvendiklerim bi süreliğine sırayla konuşsun, lütfen! Çatır çutur iniyoruz aşağı! Yanılacak vaktim var mı, yok mu? Belki de sorulması gereken ilk soru bu. Kendimi adayabileceğim bir şey lazım. Ne ki o? İkincisi de bu olsun mu? Hemen de üç soru oldu bile. Çünkü sorular hep yollu. "Bulacağım ulan bi yolunu!" diyen ses çok mu yoruldu? Bilmiyorum artık. Gelsin beni ikna etsin. Canlı canlı derimi yüzebilirler. Kıyamete kadar, hatta kıyamet boyunca savaşırım. Ama gelsin beni bi ikna etsin... Motivasyonsuz bir deliyim. Bu yüzden yok hiç delilin-iz. AHAHA. Beni bul. Beni ikna et. Darağacında asılı duran ipi kes. Beni bul.

 

Dışses'den içses'e

sevgilerle.

 

30.04.19 03:30

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Başlarsam, başlamış olurum.

Nadiren bitiririm.

Başlayıp bitirdiysem bitmiştir işte.

Ancak 'bitir-ecek' isem muhtemelen bitirmeyeceğim.

Belki de başlarım, bırakırım, unutur, hatırlar da bir gün bitiririm. Tabi başladım henüz; yani bırakmadım daha, unutmadım.

Belki kaybolmuşumdur. Başlarken, bitirirken hep. Bi şeylerin peşinden koşarken, hareketin içinde. Anlamak için kendimi dilim dilim bölerken, bu tarz bi acıyı bile hissedemez olmuşumdur. Yine de hep eksik hissetmişimdir. Hissettiğim acı da yazıp çizdiklerimin kağıt kesiğidir. Sahiden, içimi kusayım derken kendimi kesmişliğim var mıdır acaba? Biz insanlar bayılırız bayağılığa. Ama dürüstlüğü hep el üstünde tuttum ben. İç sesimi anlayamadan ifadede bulunmayayım diye sessizliğe büründüğüm zamanlar oldu. Zamanlar oldu, oldu, oldu... Zamanı da böldüm! Önce üçe. Yarını sonsuza böldüm sonra. Dünü yüze. Bugünü de aklımın estiği bi kaç farklı yere böldüm. Halbuki ne dünü gördüm ne günü... Geceyi de görmedim! O beni gördü. Hep de fısıldadı gördüklerini. Zekiydi ama fevriydi. Gece ben-im belki de. Kimi geceler uyumsuzluk hissi uzaklaştığı için diyorum, bi şekilde yolumu bulduğum için. Biraz da gözümün feri söndü mü, diye soramadığım için. Neyse. Belki devam ederim, ki 'bitir-ecek' isem muhtemelen bitirmeyeceğim.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

17.05.19 - 04:16

 

...

Elim yoruldu artık. Eskiden daha çok rahatlardım yazdığımda. Daha da iyi yazıyordum sanki. Göğsümdeki ağırlıktan beslenirdim. Yine geçmezdi hiç lakin onu oradan alıp yazının üzerine koyardım, izi çıkardı kocaman. Kurtulamasam da ağırlıktan, o sırada ferahlardım biraz. Silkinemesem de toptan, prova ederdim. Sayfada kalan şey ağırlığın izi olduğundan daha üstü kapalı yansıtırdım onu. Kendimi anlatırdım yine ama bunu o tek öznenin ya da bu dünyanın sınırlarına bu denli sığışarak yapmazdım. Değişenin ne olduğunu bilmiyorum. Yaza yaza bi yere varamadım mı, aklım iyice dağıldı da artık düşüncelerimi yazıya dökecek kadar toparlayamıyor muyum? Rutinin içinde kendimi yazdıklarımla tekrar etmekten mi çekiniyorum? Kafamın içinde yarattığım dünyalar da mı normalleşti? Ne kadar az şey bildiğimin farkına daha çok vardım da suskunlaştım mı? Yoksa sadece vakit mi ayırmıyorum? Neyse ne...

...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

“Sana beni sevmeyi yasaklıyorum!”

 

Hani bazı sesler var. Yani, sesler hep var. Ama bazı cümleler var, çok daha net, içerideki gürültüden sinsice sıyrılmış, kafanda tekrar tekrar yankılanan. Arka planında kalan onca anlaşılması güç gürültü bile bir şeyler ifade edebiliyorken, ne anlama geldiğini asla anlayamadığın o yüksek sesli cümleler. “Lan,” diyorsun içindeki sese, “bir anlam yüklemeden ne uyduruyorsun kendi kendine?”. Sanki yürüyüşe çıktığın parkta tanımadığın bi grup manifesto okuyor. O denli yabancı kalıyorsun. Bildiğin bir şey var yine de. Şu ki senden başka kimse yok, bir başınasın ve o ses de senin sesin. Deliliğine veriyorsun önce. Çöpçü diyorsun kendine, hurdacı seni… “Ivır zıvır bunlar. Kelimelerle oynuyor işte.” Ama o cümle kendini tekrar edip duruyor. Bedene bürünüp karşında dikilecek gibi. Merak ediyorsun. Evet, merak edecek kadar canın var hala.

 

İçimdeki ses “Sana beni sevmeyi yasaklıyorum!” diye bağırıyor. İçimdeki eller omuzlarından tutuyor. İçimdeki gözler, yaşarmaktan korkuyor olsa da onun gözlerine saplanmış. İçim kaskatı kesilmiş, ciddiye alınmak için kıvranan beş yaşındaki bir çocuk gibi çünkü şakası yok, mecazı yok, abartısı yok, dönüşü yok sanki. Ne demek istediğinin anlaşıldığından emin olmak istiyor, yine bir çocuk kadar ısrarcı.

 

*

 

Yine döndüm boşluğuma.

Boşluk ağlatıyor beni, yalan değil

ama boşlukta ağlamak da hiç kolay değil.

 

Bu yüzdendi. Hep içine girip saklanabileceğim, her şeyden arınabileceğim bi mağaram, kolayca ağlayabileceğim bi yer olsun istedim. ‘Mutluluk çadırım’ olsun diye bekledim. Hatta hayatımın bi noktasında otuzlarında bir kadın gibi üzüldüğümü hissettim. Utandım da öyle hissettiğim için. Haksızlıktı düpedüz kendime ettiğim. Benim yaşlarımdaki bi insan öyle üzülmemeliydi. Bir kaç şiirini sevdim Madak’ın, utancımdan kalanların çoğunu okumadım. Zaten mutsuz’u da kimseye emanet edemedim. Sırf mutsuz kimselerin başına bela olmasın diye göçüp gitmediğim zamanlar oldu belki de.

 

İçimdeki isyan otuzlarında bir kadın gibi yaşamama izin vermedi elbette ama bir kez öyle hissettikten sonra da üstümden atamadım o hissi. Aynı adam gelip de her canımı yaktığında aynı yumuşak başlılıkla üzüldüm, aynı sessizliğe büründüm. İçimdeki deli, pamuk ipliğiyle bağlanmış bir trapezden sarkıp hayata öfkeyle gülümserken, ona o denli kararlı yaklaştım ki her şeyin kontrolüm altında olduğuna inandı. “Değil!” dedim. Beni bilsin diye deliliğime soyundum. Yine de, sanıyorum ki o varken kendimi hayatın ucuna itmediğim için bunu deneyimleme şansı bulamadı, ikna olmadı. Kendi kendime tekrar ettim ondan sonra hep “Değil, her şey kontrolüm altında değil…” diye. Ne kadar çat pat! hareket eden biriydim ben? Onu neden böyle sevmedim? Kendimi tanıyamadığım zamanlar oldu. Bi insanın en aklı başında yaptığı şey en tutkulu eylemi olabilir miydi? Bi insanın en aklı başında yaptığı şey sevmek olabilir miydi sahi?

 

Aklımı yitirmezsem eğer

bir gün bunun kararını vereceğim.

 

Bildiğimi sandığım bi şey var. Bu bildiğimin içinden çıkamıyorum işte. “Böyle olmuyor, başka türlüsü de zaten hiç olmuyor.”

 

Aslında ben, ona beni sevmeyi neden yasaklamak istediğimi de anlıyorum gibi biraz. Mesela yatakta yan dönüp yatamıyorum günlerdir. Kollarını etrafıma sarıyormuş gibi geliyor. Dönüşünü hatırlıyorum. O beni bi şekilde ikna eden, “Geri buldum seni, bırakmam!” diyen sıkı sıkı kucaklayışı canlanıyor. Kovmak istiyorum. Unutmak istiyorum, en azından hatırlamamak. Beceremiyorum. Kendim beceremediğim için de unutulmak istiyorum belli ki. Hem beni severse, anlattıklarımda kendisini bulur. Halbuki tüm bu hisler falan onun dediği gibi değil mi? Ne benimle alakası var ne de onunla!

 

“Bana bak. Ayırma gözlerini! Aç kocaman kulaklarını!

Sana

beni sevmeyi

yasaklıyorum.

 

Yapabilirmişim gibi.

Yapabilirmişsin gibi.

 

 

241219-0400

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bu bir çözüm olabilir mi?

bu bir başlık olabilir mi?

 

*

 

yav arkadaş

öyle bir dünya ki

aşk acısı çekmeye utanır oluyorsun.

birleri aç çünkü.

biriler yanıyor.

içim gibi.

ama sevgilim,

sahi çok özledim.

 

koala nüfusunun yüzde otuzu helak olmuş.

keşke koalalar ölmese.

keşke koalalara ne kadar üzüldüğümü

anlatabilsem sana.

 

kendini üzerek

beni koruyabileceğini sanıyorsun.

sen

sahiden de yanılabilir misin?

pek tabii.

bu kadar da insiyatif alma.

bırak,

yaşayacaksam da

öleceksem de

buna ben karar vereyim.

varoluş krizimdeki

irade kırıntıları.

haddini aşma.

bunları da yitirmeyeyim.

çünkü

show must go on,

baby!

 

bi daha hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını hissettiğin anlar vardır.

zaten hiç bir şey

hiç bir zaman eskisi gibi değildir

ama bazı anlar öyle keskindir ki

böyle bir gerçeği hissedersin bile,

görmekle kalmazsın.

 

hep sanki genç yaşımda ölecekmişim gibi geliyor

ama bir yanım biliyor

...

bildiğini.

 

"insanlar neler yaşıyor..." diyorlar.

kafama mı sıkayım lan ben?

ben anlıyorum o insanları.

derdim o.

n'olsun kafama mı sıkayım?

"bu fatura bi' sana böyle gelmiyor,

herkese öyle."

bu daha mı iyi?

"şükret, afrika’da çocuklar açlıktan ölüyor."

anlamadım,

afrikadaki çocukların aç olmasına mı şükredeyim?

 

hayır.

yüzündeki oyuklarda su kuyusu aç.

 

ben anlamaktan nefret ettim,

sevgilim.

dünyayı anlamaktan,

seni anlamaktan.

ama hiç diyemedim

"keşke anlamasam."

seni anlamayı da

her şeyden çok arzuladım zaten.

bence sevgi böyle bi' şey.

beyin kıvrımlarında gezmek istedim.

 

sevgilim,

onlar'ın tanrısı gibi bi' pezevenk daha tanımadım.

inanmadığıma küfürler savurdum.

inanmadan küfrettim!

böyle bir şey olabilir mi?

ben de inandıklarımın adını tanrı koydum.

inandıklarım gerçek olabilir mi?

 

sevgilim,

ağlayarak leblebi yiyorum.

böyle bir çözüm olabilir mi?

 

sanki mümkün

dilimi ısırıp kanatmam

susayım diye

ama inandığım bi yazar

kalemi öpmüş,

"yazmasam deli olacaktım."

 

yazmasam deli olur muydum ben de?

bilmiyorum.

çünkü yazdım.

dünya böyle bi' yer.

binin içinde bir'i biliyorsun.

böyle bir gerçeklik olabilir mi?

 

sevgilim,

kafama sahiden sıkasım var!

en azından

sıkmış olmayı istiyorum,

yaşamak istesem bile.

anlatabiliyor muyum?

anlıyorsun bence.

samimiyetime inansan da

inanmasan da.

kafama sıkasım var çünkü

böyle bir dünyaya

anlam

yüklenebilir mi, sevgilim?

 

sevgilim,

bi' ölesim var

bi' isyan edesim.

isyan etmek için

yaşamam şart

ve

yazı tura atasım değil,

sana sorasım var.

orada mısın?

oradasın.

buraya gelir misin peki?

burada mısın?

 

insan utanıyor be!

aşk acısı çekmeye

çünkü

birileri soğukta donarak ölüyor

gün aşırı adımladığım sokaklarda.

birileri intihar ediyor

belki de açlıktan ölmesin diye.

 

sevgilim kafayı yiyorum,

kafayı,

kafayı.

o sıkamadığım kafayı!

peynir kes,

ekmek getir.

 

kafayı yiyorum.

ne o bitiyor,

ne ben doyuyorum.

 

sevgilim,

ağlamıştım kollarında.

dakikalarca ağlamıştım

çakma bir cumartesi

o dandik şarabı içtiğimizde.

senin yüzünden

ama

suçluluğundan çok

affettiğim için seni.

kanıtlarım var.

mesela

ağladıktan sonra

öptüm seni!

sonuçta

yine senin sayende ağlamıştım.

 

çok imreniyorum şairlere.

shakespeare'a falan hele.

çok imreniyorum

bi şiiri üç ayda yazdıkları için.

benim öyle bi vakte inancım,

öyle bir sabrım,

sabit bir fikrim yok sevgilim.

canım sağ olsun mu yine de?

 

sevgilim,

ormanlar yanıyor.

kulaklarımda çıtırtısını duyabiliyorum ateşin.

cayır cayır yanıyor ormanlar

ve ben alkol döküyorum

içime içime.

böyle bir çözüm olabilir mi?

kendimi imha ederek,

olmayan günahlarımı ödeyebilir miyim?

"I thirst."

sevgilim

ama herkesin yüzü sirke satıyor susuzluğuma

düşümdeki suda gördüğüm yansımamın ta kendisi gibi.

kafayı bulmak zorundayım sanki,

kaybedebilmiş gibi.

 

 

060120-0519

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bunu kaybetmeyeyim. Belki üstüne anlatacak bir şeylerim olur.

...

 

I've been trying my best to keep the distance. I've been trying my best to understand from the far. Now, I see I should find a way to do the 'nothing', which requires the best effort. Actually, I'm not very promising as what I'm trying to face is the most challenging issue of humankind, lol.

I've just had an idea how tiring I am both for me and others sometimes, questioning everything, wanting others to be able to understand what I mean, supposing that I am able to understand them just because I really make an extreme effort to do so. I have a marvellous passion, my intention is pure, what I do is not bad, but the way I do it is not wise enough. I can see this now as I feel unhealthy and exhausted. OMG, I'm not even functioning well... The actions that come from wisdom wouldn't tire me this much, I think. I'll be somewhere seeking the truth, trying to have some ideas about who I am, wishing the best for you, feeling the pain that I must feel(damn, damn, damn), and maybe trusting... well... everything if possible. Sorry for my aggression till now. By the way, this text has a potential to be seen as a confession. And if you think this is demagogy go fcuk yourself. This is a mirror indeed. Upss. Sorry for my agression again. Trying, as I've just told you.

*

130120-0023

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

var-mışım.

 

arkadaş,

ben herkesin hayatında olmasını isteyeceği biriymişim

ama kapıda nöbet tutuyorum.

 

arkadaş,

ben çok zeki biriymişim

ama bazı dertlere derman olamazmışım.

 

arkadaş,

ben çok anlayışlı bir insanmışım

ama böylesini anlayamazmışım demek ki.

 

arkadaş,

ben çok güçlüymüşüm,

affetmişim,

hiç kolay olmayanı yapmışım,

ama doğruları duymak bana yalnızca mutsuzluk verirmiş,

bununla başa çıkamazmışım.

 

arkadaş,

ben çok kontrol sahibi bir insanmışım

ama nasıl olmuşsa o dolmuş, ben taşmışım!

 

180120-0220

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ayselle alakası olmayan bi şiir

benim adım aysel değil

beni üzsen de problem değil

benim adım aysel değil

benim ne kabuslarım var

sandığın gibi değil

 

bence de mükemmel değilsin

belki kötüsün, biraz çirkinsin

ama sandığın gibi değil

benim adım aysel değil

ve beni üzsen de problem değil

 

sen sen ol

seni elbette öperler

n’olur anlat bi şeyler

ah nasıl da hoş titrer boğazındaki teller

bak cebimde kalmış döktüğüm teller

e öyle bi durumda aysel bile terler

sandığın gibi değil

çoktan raydan çıktı trenler

 

ölümüm elinden olacak

seziyorum

 

“lan aysel,

ben de kapı dışarı edildim

bunun nesi özel?”

 

290120-0223

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...