Jump to content

˙˙˙züʎ sɹәʇ


adEda

Önerilen Mesajlar

Zamanda Biri

 

Biri yaşarmış zamanın birinde.

 

 

Zamanın birinde, biri yaşarmış.

 

 

Ben sormuştum kim diye,

kimse söylememişti.

 

 

“Zamanın hangi birinde?” diye sordum sonra

Çünkü çok zaman taşımıştım ben

aklımda, yüreğimde…

 

 

Yine de söylemediler.

Oysa ki söyleseydiler,

tanırdım elbet bir yerlerden.

 

 

Zamanın birinde, birine denk gelmiştim mesela.

Çok şey denemiş biri,

En son her şeyden vazgeçmişti.

 

 

Başka bir zamanda, başka biri

bileklerini kesmişti.

Oysa ki her yeri sarardı neşesi.

 

 

Çok keyifli zamanlar vardı sonra,

sohbeti hoş insanlar vardı.

 

 

Pek çok,

pek çok zamanlar oldu böyle.

Nice nice insanlar oldu.

 

 

Aynı zamanda aynı düşü kuran insanlar da görmüştüm,

aynı düşü farklı zamanlarda kuranlar da.

 

 

Evet,

Zamanlar dışında, düşlerde de gezmiştim.

Ama herkes gezer düşlerde,

zamanda biri de gezmiştir elbet.

Bu yüzden diyorum ya, tanımalıydım.

Söyleseydiler, bir yerlerden tanırdım.

 

 

Biliyorsunuzdur,

düşünde düşen bile var.

Bir kaç kere ben de düşmüştüm düşümde.

 

 

Ama düştüğüm yerde bile, çok insan tanıdım.

Bu yüzden diyorum hep…

Söyleseydiler kim olduğunu,

bir yerlerden tanırdım.

 

 

Az evvel yine sordum.

Meğer onlar da bilmiyormuş kim olduğunu.

O zaman tanıdım;

Zamanda biri, herkesten bir idi.

Azıcık senin, azıcık benim kanımdan çalmış mayası.

Sormuştum ya kim o diye, birilerine

onların kanından bile.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

“Zamanın hangi birinde?” diye sordum sonra

Çünkü çok zaman taşımıştım ben

aklımda, yüreğimde…

 

Ah benim küçük dostum... Ahh...

 

 

 

“Zamanın hangi birinde?” diye sordum sonra

Çünkü birçok zamanda yitirilişlerine şahit olmuştum

aklımın,yüreğimin,umutlarımın...

 

Ah benim acınası ruhum... Ahh...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

hayatı eline almak niyetiyle hayatı ele almak

 

Doluyum, yağacağım. •••

 

 

İnsanın yüreği hevesle, sevgiyle, düşlerle ve cesaretle doluyken, kendisini hareketlerini kısıtlayıcı bir durum içinde bulması kadar acı başka bir hal daha tanımıyorum.

 

 

Hüznü, kederi tatmış olmakla beraber bunların insanı yaşamaya biraz daha yaklaştırdığına inanıyorum; tıpkı sevmek gibi, paylaşmak, öğrenmek gibi.

 

 

Fakat olduğun yere saplanıp kalmak, insanın ancak kafasının içinde umutları, girişimleri, hayal kırıklıklarını korkunç bir döngü içinde yaşayıp durması ne yazık!

 

 

Yaşamak gerek.

 

 

Yalnız öyle ürkmüş ki büyüklerimiz hayattan, ellerinde olsa bizi bir kutuya yerleştirip yaşamdan uzak bir yerde saklayacaklar. Varoluş nedenimiz değillermiş gibi. Sanki yaşamdan hiç zevk almamışlar gibi.

Biz de bu evrimden payımızı alıyoruz tabi. Büyük bir hevesle atıldığımız hayattan şüphe duyup uzaklaşma düşünceleriyle yüz göz oluyoruz sık sık.

 

 

Benim anladığım kadarıyla, anladığım tarafıyla, şöyle bir düşünce sunuyor Montaigne denemelerinden birinde: İnsan aşk yapmayı ahlaksızlık olarak görmeye, onu günah saymaya başlamıştır çünkü bunun sonucunda doğan, insan denen varlığın yanlışlığını görüp pişmanlık duymuştur yarattığıyla.

 

 

İnsanlığın tüm ahlaksızlığı yaşama sırt çevirmesi benim için. Kendi kendisini tüm güzellikleriyle, kusurlarıyla kabul etmektense reddetmesi. Bir adım daha önde dursun diye, ipin ucunu kaçırması.

Tanrı'ya karşı işlenebilecek tek günah bu belki de.

Ruhsuzlaşmak, tatsızlaşmak… Bile isteye… Utana sıkıla…

 

 

Kalpler etrafınızı kaplayıp da sizi kısıtlamaya başladığında, bir de katılaşmışlarsa, kırıklara neden olma cesaretini edinmek gerek yaşamın kucağına atılmak adına, her ne kadar zor da olsa.

 

 

Aldanmamak gerek yanlış duyulan sevgiye, ona karşı mahcup olmamak gerek belki de ama zaten insan yüreğine akıl mayalayabilseydi biraz olsun, daha nice güzellikere varırdı…

Yemin ederim, aynı hayata bir kez daha gelmeyeceğiz. Yeniden doğuşu öngören inançlar dahi hak veriyor bu söylediğime, elini çabuk tut diyor.

 

 

“Eğer sana seçme şansı verselerdi, kısacık hayatın ardından öleceğini bile bile yaşamayı kabul eder miydin?“ diye soruyor Jostein Gaarder bir kitabında.

“Evet” demek istiyorum. Kocaman bir eeeveeet! Lakin bilemiyorum nasıl…

 

 

10.08.2017 04:22

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

 

Ölüm.

 

Siz neye ölüm diyorsunuz mesela?

Ben bilmiyorum. Ki zaten genelde sığmayı beceremiyorum kelimelere. O yüzden hiç bulaşmadan tıp! diye susmalarım ya da açtım mı ağzımı uzun uzun konuşmalarım. Üç kelimeyi bir araya getirmek için beş dakika düşündüğüm olur, iki kelimeye inmek istersem eğer, bi’ beş dakika daha…

Ölüm hakkında öyle çok fikrim var ki, sanki hiç bir fikrim yok gibi.

Değişim sona erdiyse ölüm gelmiştir, diyorum. Çünkü yaşam bir hareketliliktir, dönüşümdür benim için. Yaşam doğanın kalp atışlarını duyabildiğiniz yerdedir. Öyle ki bir taş senden benden çok yaşar özünde. Çünkü parçalanacak olmanın endişesini taşımaz. Küçülecek olmak ürkütmez onu, hafifletir aksine.

Ağaçlar da ölürmüş. Bir ağaç daha fazla büyüyemiyorsa, meyve vermiyorsa ve uzanmıyorsa dalları göğü kucaklarcasına; ölmüş derler ona. (Yalnız ağacın ölümüne kimse şahit olmaz, bu yönüyle gizemlidir.) Ya ben de hiç büyüyememişsem bugün, hiç bir meyve vermemişsem, uzanmamışsam maviye, ya ben de hiç gelişmemişsem? Ben de ölmüşümdür.

Ölüleri bem beyaz bir kefene sararlar. Neden bilmiyorum. Belki amaç örtmektir ayıpları, günahları; gizlemektir tüm acayipliği. Öyleyse eğer, demek beni de kat kat kefene sarmışlar! Haklıysam eğer, ben de ölmüşümdür.

Bilmiyorum, ölüm hüzün mü getiriyor size yoksa kavrayış mı.

Bilmiyorum yaşamın değerini ölüm üzerinde konuşarak bulabilir miyiz.

Bilmiyorum rengini, derinliğini.

Bilmiyorum bir kapıya mı

yoksa uzayın karanlık soğuk bir noktasına mı daha çok benzer.

Bilmiyorum vaktim ne kadar ama

her kanat çırpışında benden uzun yaşıyormuş gibi geliyor kelebek.

Bilmiyorum….

 

En önemlisi şu ki

nerede dondurulmuş bir ruh görsem, pek yanar canım.

Tuttuğum yas ölenlere değil, hiç yaşayamamış olanlara!

 

tumblr_oujy3erB9A1v2qa4uo1_1280_718x800.jpg

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bi tanrının tüm bunların sorumlusu olmasını ben de isterdim. İsyan etmek kolay olurdu elbet, cesaret göstermekten. Lakin ne yazık ki, sevgili insanlar, tüm bunların sorumlusu biziz. Hayatı iğne iplikle bu kadar detaylı, bu kadar kasıntı işleyerek felaketin kanaviçesini yarattık.

İşin umut verici tarafı şu ki durumu bu hale getiren bizsek, aksini sağlama şansımız da var. Yani sadist bir tanrının keyfini beklemek zorunda değiliz iyiye doğru yol almak için. Ne istediğimizi bilmemiz ve özverili davranmamız gerek. Sahi siz ne istiyorsunuz? Bir düşünün. Benim istediğim böyle bir şey değil mesela.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

saymak

 

Bir taş olsun, senden benden daha yalnız değil. Kimse “sen burada duramazsın az öteye!” demiyor çünkü ona.

 

Bir sarmaşıktan daha çok güven uyandırmıyoruz mesela. Söyler misiniz hangi birimiz kendisini bir başkasının kollarına bırakır saf güvenle, aşk görüşü bulandırmadıkça?

 

“Ben bir buluttan daha hafifim” diyen varsa, el kaldırsın.

 

Su kadar sevemeyiz mesela

çünkü su kadar hayat vermeyiz hiç bir canlıya.

 

Karahindiba tek suretiyle beş yüz mil yol alır,

biz beş yüzle iki adımı anca gideriz.

 

Kabul edelim, onun kadar özgür değiliz

 

ve rüzgar kadar fedakar.

 

Bir ağaç gibi niyetli değiliz gök yüzünün gizini öğrenmeye.

 

Doğada hiç bir şey bir başkasının varoluşuna saygısını yitirmediğinden; yalnızlık, kibir insana mahsus. Biz de insanlık olarak evrenin mucitleriyiz,

belki her birinden zekiyiz

ama akılsız.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bügün hayat çok kolay olsun dedim, çarşambaya şiir yazdım.

 

 

Çarşamba

 

 

Merhaba,

 

benim adım Çarşamba.

 

Ben her şeyin ortasıyım.

 

Bir vaktin içinde,

 

belki bi parça alışkanlığım.

 

Caddenin birinde kurulan,

 

gürültülü bi pazarım.

 

O pazardan iki liraya aldığın

 

iki kuruşluk çamaşırım.

 

Gizlerken ayıplarını,

 

değerimle ayıplanırım.

 

Merhaba,

 

be nim a dım çar şam ba

 

üç heceyim

 

parça parça.

 

Yarının planı,

 

dünün olayı,

 

bugünün adı olmaya meraklıyım.

 

Benim adımdır Çarşamba!

 

Dizinin üstüne oturup da yazılmış bi şiir oldum

 

nasıl ama?

 

Pek bi sıradanım aslında.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

#S2

-------------

 

 

 

Öyle görünüyor kiintihar eğilimin var.

İntihar eğilimi mi?A, hayır.

Evet, zaten kabul edenine az rastlanır.

 

İzninizle ben bir şey sorabilir miyim? Hayatın gizini çözmüş gibisiniz. Bunun yanlış bir eylem olduğuna nasıl kanaat getiriyorsunuz?

İşte kabulleniyor gibisin şimdi.

Lütfen soruma cevap verin.

Ee, şey… çünkü insan doğası hayatta kalmaya programlıdır. Bu doğal değil. Burada bir problem var demekt-…

Yani, yararlı olmaya mı çalışıyorsunuz?

Tabii ki!

İnsana. Ve doğaya!

Hıhı… Elbette.

 

Ahahaha!

Neden gülüyorsun?

Neden sorguladınız ki? Bu hoş bir şey değil mi?

Tabii, ama insanlar hayatlarını sonlandırmaya karar verdiğinde de aşırı neşeli halle-…

Biliyorum, biliyorum. Yine de söyleyin bana, benim kadar gülümseyen başka birini daha gördünüz mü? Size öyle olduğunu düşündüren şey intihar eğilimime olan inancınız. Bakın, gerçekten keyif aldığım için gülümsüyorum. Siz üstüme üstüme gelirken, kendimi savunurken bile, bundan keyif alıyorum. Görmüyor musunuz?

 

Lütfen, üstüne gelmiyoruz. Yardımcı olmaya çalışıyoruz.Bu kadar saldırgan davranması beni hiç şaşırtmıyor…

Saldırgan davranmıyorum. Aslolanı mevzubahis ediyorum sadece. Yararlı olmaya çalışıyordunuz.

 

Bakın, size intihar için bir ton neden sunabilirim. Öncelikle bir insan olarak şu dünya üzerinde boşu boşuna yer kaplıyorum, hem de her şeye zarar vererek.

Tüm tüketiminizi hayvandan çaldığımız sütten, bulaşığımızı yıkarken harcadığımız, kirlettiğimiz sudan ibaret mi sanıyorsunuz? Bunun üretim aşamasında kullanıllan tonluk kısmı da var. Yediğimiz faydasız besin için harcadığınızdan kıçımızı sildiğimiz tuvalet kağıdına kadar, zarar veriyor ve tüketiyoruz!

Peki karşılığında gerçekten yararlı ne katıyoruz? Hiç!

 

Her şey öyle bir hale gelmiş ki insan kendisini her şeye zarar veren aç bir canavar gibi hissediyor. İnsanlıktan tiksiniyorum… Hem de canlı, cansız her şey gibi insana da bu kadar değer verirken.

Bakın. En basitinden, bir doğa-severin bile intihar etmek için yeterince nedeni var.

Tüm bunlara rağmen; merak etmeyin yeterince bencilim, yaşamak istiyorum. Dediğiniz gibi, bir insan olarak yaşamaya programlıyım ve bu hayatı deneyimlemek istiyorum.

 

Ayrıca biliyorum ki ben durumun farkındayım, bu canavardan ibaret değilim. Ve bundan fazlası olmak için gösterdiğim koca bir çabam var.

Ve siz… Siz her ne kadar durumu inkar ettiğim yönünde kendinizi kandıracak olsanız da söyleyeyim; ortada çözülmesi gereken bir sorun yok, sorunu siz yaratıyorsunuz çünkü benim problelerimden başka bir şeyle uğraşacak gücünüz yok, ne yazık ki. İşte söylüyorum, ben gerçekten iyiyim.

En kötüsü ne olur söyleyeyim mi? İsteğin ölmesi. Heveslerin çürütülmesi. İşte o zaman ortada hiç bir şey kalmaz. Her şey içi boş bir hal almaya başlar. Tebrik ediyorum, bunu iyi başarıyorsunuz.

İntihar eğilimim yok fakat şu işe bakın ki

siz beni öldürmek istiyormuşsunuz gibi hissediyorum!

 

Sanırım bugünlük süremiz doldu.

Öyleyse, bu koltuğu; karşısında sık sık onu anlıyormuşsunuz gibi kafa sallayacağınız, ara sıra güzlüğünüzün üstünden süzeceğiniz ve sessizliğini not defterinizin sayfalarını karıştırarak kapatacağınız başka bir kurbanınıza bırakıyorum. İyi günler. Bi kahve daha için ve beyaz giyin, daha ciddi duruyorsunuz. Ben de saygımı yitirmemek adına siz diye hitap edeceğim ne de olsa.

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sonbaharda dalgalar.

Genzimde yosun kokusu var.

Günlerden pazartesi.

Bu hüzün de neyin nesi?

Ah dostum,

liğme liğme bak dostun.

Gerginiz. Yorgunuz.

Yine de denize dönük yüzümüz.

Yani, en güzel ve en buruk anlar.

Suyun çekiminden belki,

döküldük denize.

Direnmek aklımızdan geçti tabi;

geçti, gitti...

İçini dökmenin bencil,

anlaşılmanın haklı isteği ile

bir olduk bin sözle.

Senin hikayen uzundu.

Benim hikayemin başlangıcıysa şöyleydi:

"Yüreğin gülümsediği zamanlardı

ve gözyaşı cilde iyi gelirdi."

Ama zaten,

Kibritçi Kızı saymazsak,

kaç hikaye başladığı gibi biter ki?

"Gözyaşı, içime içime yağmaya başladı sonra."

Bu kadar çok su,

kalpte ağırlık demektir.

"Ben de güldüm ona.

Ben de hissettim onunla.

İtiraf etmek gerekirse şayet,

evet ben de sevdim onu."

Sevdim.

Ve kızdım sonra.

Anlatmak, hatırlamaktır.

Hatırlamak, tekrardan hissetmektir.

Ve hissetmek dişlerini sıkmak,

ve hissetmek kasılması kaslarının,

ve hissetmek mideni boşaltma isteğidir bazen.

Yine de anlattım.

Öteki yandan,

madem rüzgar böylesine ısrarlıydı koca bir yakarış uğultuya karıştı:

"Es daha da es! Şimdi, yok et bari her şeyi. "

...

Susalım.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çok özlemişim seni.

Seni çok özlemişim.

Öyle çok özlemişim seni.

Bir yanım,

öyle çok özlemiş ki seni!

 

Dönüp baksam

bulamam.

 

 

 

Bol yıldızlı kış günlerinde

sıcacık bir dokunuş gibi

hafif bir selamdı gelişi

Ardından tanıdık bir melodi

Ve hatırlattığı

çocuksu bir melankoli

 

Hevesler,

içinde düşler.

Zaten yıldızlardan bizim payımıza ancak

bir avuç yaldız düşer.

 

Bir paltonun içinde

iki büklüm olmuş hayalin.

Neredeyse

dokunmak üzereyim.

Karton kapak, sayfalar…

Kitap yine paltonun cebinde

Bitmeyi bekliyor bir hikaye

Sarılmak üzereyim…

 

Ama karşıma çıkı verir

ketum bakışların,

o ruhsuz halin,

hayata köleliğin!

 

Ne yapmalı?

 

Benim saçlarım

üç yıldız taşırdı en fazla

Ve sönüp gideceklerini

içten içe bilirdim

Bir ağaca emanet ettim onları

Ne de olsa

vazgeçebilmeliydim.

 

Vazgeçemiyorsa insan,

sırf o yüzdendir kalışı.

Yoksa sevginin ipleri,

öyle çelikten değildir

çünkü sevgi

en azından

bir kuş kadar hafiftir!

 

Uçamayacaksak,

kuş olmanın ne anlamı var?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

çobanın değeri

 

 

Atlas'ın yükü beş ise,

üçtür benim yüküm.

Süzülür yaşlar,

bir tutam neşeyle

büklüm büklüm.

Oysa ki ben,

yoluma taş koysalar

memnun olurdum.

Dökülür damla damla

belki yağmur,

su,

diyar diyar gezer

bulut olurdum!

Lakin kural çok.

Dahası,

kural çokken oyun yok!

Yasak

biliyorsan konuşmak,

bilmiyorsan susmak.

Bu terslikte bir iş var.

“Bu işte ne çorba var?”

Çorbanın tuzu yok,

çobanın değeri.

Ne işe yarasın eşşeğin semeri?

Satsan satamazsın,

ne ki semerin ederi?

Yarım yarım harcayıp da kendini

bitememek paradoksudur

bu çağın adeti.

Bilmiyorum neyin savaşı.

Kokutuyor ortalığı,

up uzun bir sidik yarışı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

boşluk.doğum.bir-yarım-ölüm

 

“Ben biraz boşluğa düşmüştüm.

Öyle uzak zamanlar idi

şimdiden,

istesem dönemem.

Up uzun bir ara idi

ve hiç bir yaprak düşmemişti

veyahut

anam bana gebe değildi henüz.

Kurt karıncayı kovalardı.

Kimse kimseye "aptal” demezdi.

Akıl yoktu,

akıllı yoktu,

aklı olmasa da

aklıyla övünen yoktu.

Aslı yoktu.

Hiç bir şey yoktu! “

 

*

 

"Bir gün, güneş diyarın

bir başka zamanındayken,

güneşten çoook uzakta

doğu verdim ben.

Feryat figan!.

Zarar ziyan.

‘Ölü’ diye korktum dediğinden anamın

bilirim ben.

Doğdu’m diye korktuğumdan

hatırlarım.”

 

*

 

“ Ben biraz ölüme düşmüştüm,

günlerden varsın

samantesi olsun.

Yüküm saman kabası,

yüküm demir okkası.

Olsun.

Ben samanın

yeşil olduğu zamanı düşlemiştim,

ben demirin değerini unutmuş idim,

altında ezilir iken.

Ölüme düşmek de değil,

ben ölüme ezilmiş idim. ”

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Gümüş suyu.

 

 

Çocuğum,

su gibi berrak olsun hislerin.

 

Aman çocuğum,

gümüş karışmasın suyuna.

 

Arınayım, diye

her baktığında etrafına

kendi yüzünü görürsün şayet

çünkü geceleri yatağına uzandığında

ay ışığı yansıyıp da çoğalmayacak her zaman

o gümüşten aynaya

eğer ki

gümüş karışırsa suyuna.

 

Sakın çocuğum,

öyle çok değer yükleme hislerine,

akışını ağırlaştırma duygularının.

 

Her yansımada kendi yüzünü gördüğünde

hatalarını tartarsın yoksa

sakın karıştırma gümüş

suyuna

çok ağlarsın sonra.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

yarım-ölüm sualinde hindiba ile korkarca

 

Yarım-ölüm diye demiştik bundan evvel. Dilimizin ucunda yuvarlamıştık hal'imizi. Yazının ucundan tük!ürmüştük.

"Ölmek nasıl olur da bir yarım alır yamacına, hindiba?" diye sorar bana korkarca. "Ölmek, tamamlamaktır nihayetinde yaşamı."

Öyle ya! Ama ama'sı var her şeyin, doğada yeri olmamasına rağmen, yarım-ölüm'ün bile bir manası var.

Titrer yüreği korkarcanın. Sual eder. Onun halidir ki ne varsa tartar, ölçer. Tartamazsa, ölçemezse korkarca; pırpır eder yüreği.

Bir yarım-ölüm demek insanın yarısını gömmek değil.

Bir yarım-ölüm demek neleri istemediğinden emin olup da, ne istediğini bilememek gibi bir şey, canım korkarca.

Bir yarım-ölüm, kafanın üstünde asılı duran kocaman, çok keskin bir bıçak gibi, yaşamdan kopma tedirginliğidir ama o ipi kimse kesmez aslında.

Ne zaman gözlerini kapatmaya karar verirsen yaşamsı tavra, içinde onu iyileştirebileceğine dair bir ses duyacak, ufukta bir ışık göreceksin. Sıkışıp kalacaksın daracık oluşuna.

Ne ciğerin ne yüreğin titresin isterim, dostum korkarca, lakin tartıp ölçmek mümkün değil bu yarım hali. İlla ki istiyorsan hesap kitap, şuna bak:

Benim kara'm eksik hala, senin de bi-r fazlan var.

Ben gözlerimi açmadıkça, sen huyundan kurtulmadıkça, doğanın içine doğamayacağız.

Ben büyümeden, sen küçülmeden biraz, yaşayamayacağız anamızın koynunda.

Yarım-ölüm öyle haldir ki, keşke masallarda anlatılmış kocaman bir yalan olsaydı, korkarca!

Keşke uydurmuş olsaydım da dilimi eşek arısı soksaydı.

Ölüm çalsaydı kapımı, ama böyle bir hal olmasaydı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...