Jump to content

˙˙˙züʎ sɹәʇ


adEda

Önerilen Mesajlar

 

"Let's suppose that you were able every night to dream any dream you wanted to dream,

and you would naturally as you began on this adventure of dreams, you wouldfulfil all your wishes.

You would have every kind of pleasure, you see, and after several nights you would say, well

that was pretty great, but now let's have a surprise, let's have a dream which isn't under control.

Well, something is going to happen to me that I don't know what it's gonna be.

Then you would get more and more adventurous, and you would make further and further out

gambles as to what you would dream, and finally you would dream where you are now."

-Alan Watts

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

n e b u l a

 

"Gözlerde yaş yoksa, ruh gökkuşağına sahip olamaz."

-Kızılderili atasözü

 

Sonsuz bir karanlık sarmalıyor bizi

ve varolunamaz bu soğukta.

Ne kurt, ne kuzu...

Kimse barınamaz böylesine bir yoklukta.

Güneş hiç doğmadığından

upuzun bir gece sürüyor.

Gözleri yalnızca güneşi izlemeyi bildiğinden

saatlerin kalpleri atmıyor.

Bizse pek düşkünüz varoluşa.

İşte tam da bu yüzden

şimdi

gülümseyin yıldızlara!

 

Sessizlik hakimse madem bu kara boşluğa

sallayın çıngıraklarınızı

tüm çocuklar adına.

 

Çünkü yürek,

biraz bulut

biraz da sus olma gereğine uyandığında

miskinlik tuz buz olacak.

Gözler bu buğulu camın ardında

renklerin birbirine nasıl karışmış olduğunu

belki de ilk kez gerçekten görecek.

 

Bu sonsuz karanlığın içinde

hayatın hiç bir zaman

tat tuz vaad etmediğine uyandığınızda,

işte o zaman

derin bir nefes alıp

üfleyin ruhunuzdan tüm bu renkleri,

varolmak adına!

 

Eğer tüm bunlara bakıp da

soran olursa, "bu ne la?"

 

Dersiniz ki,

 

"nebula!"

"nebula!"

 

"nebula!"

...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Burun kemiklerini sızlatan, tuzlu iç çekişler eşliğinde bir iç dökme girişimidir. Anlaşılma kaygısı, anlaşılma kaygısı duyulmadan anlatılmaya çalışılacaktır.

 

...

 

Yanlış anlaşılmak, bazılarımızın başına gelen en büyük haksızlıktır.

 

...

 

Şimdi yürümek isterdim. Gecenin sessizliğinde, sarı sokak lambalarının, güneşin gösterdiğinden çok farklı gösterdiği sokaklarda. Dümdüz, hiç bir şey düşünmemeye çalışarak, önüme bakmadan, yavaşlamadan... Taa ucuna kadar yürümek isterdim. Suya kadar giderdim. Ve durup düşündüğümde - ki düşünürdüm de tekrar tekrar, dalgaların sebebinin öfkem olduğunu hissedene kadar- belki de yürümeye devam ederdim, sudan ileri, sudan içeri, sudan... taa dibine kadar.

Ölümün doğum suyu gelmiştir.

 

...

 

Şimdi yürümek isterdim. Gecenin sessizliğinde, sarı sokak lambalarının, güneşin gösterdiğinden çok farklı gösterdiği sokaklarda. Dümdüz, hiç bir şey düşünmemeye çalışarak, önüme bakmadan, yavaşlamadan... Taa ucuna kadar yürümek isterdim. Suya kadar giderdim. Ve durup derin bir nefes aldığımda -ki titreyen yüreğimi ancak derin bir nefes, güçlü bir rüzgar ferahlatabilir- muhtemelen bir çok sorun, pantolonumdaki tebeşir izi kadar basit görünürdü.

 

...

 

Şimdi yürümek isterdim. Gecenin sessizliğinde, sarı sokak lambalarının, güneşin gösterdiğinden çok farklı gösterdiği sokaklarda. Dümdüz, hiç bir şey düşünmemeye çalışarak, önüme bakmadan, yavaşlamad- dururdum birden bire. Çünkü bazen, hiç bir şey yapmak gelmez içimden. Eve dönerdim. Yatar uyurdum. Geçsin diye kırgınlık hissi unutmaya çalışırdım yarışı, savaşı, sonu gelmez telaşı...

 

...

 

Ya tüm heves sönerse bir nefesle ve küsersem bütününüze...

 

Ya kendimi trapezde sallandırırsam, perde kapandıktan sonra? Ya da önce?

 

Son bir kez, çok yanlış anlaşılsam!

Son bir kez, gösterinize malzeme olsam?

Son bir kez, en büyük haksızlığı kabullensem,

ve bitse sonra.

Ölüm daha önce de ipte sallanmıştır.

 

...

 

Anlaşılmak isteyen akıl değil yürektir, bunu da unutmayın.

 

...

 

Anlaşıldığına inanmak, her adımda daha zor olacak gibi gözüküyor buradan bakınca.

 

Çünkü insanların suratlarına bakıp da, neye bakıyor olduklarını bilmek, kolay değildir.

 

...

 

Şerbet kokulu günler

sizin olsun,

 

*

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

xxx

 

Birisi kolunu tutuyor.

Dön bak bakalım.

Bir. İki. Üç.

Korkun,seni bulmuş.

Korkun seninle kalabalık bir caddede karşılaşmış.

Bak,korkun kolunu tutuyor.

Şimdi alacağın nefes çok kıymetli,

çünkü daha önce

belki bir kaç kez böylesine ihtiyaç duymuştun.

Sevginin yüke,

yükünün korkuya dönüştüğü zamanı

nasıl hatırlıyorsun?

Kafanı kaldırıp bakabilecek misin bakalım...

Gözlerini kaçırıyorsun.

Bir daha!

Evet.

Korkun şaşkın.

Korkun seni

hep gözlerini kaçıran bir kız olarak hatırlıyor çünkü.

Konuşuyor şimdi,

diyor ki

"Gülümsüyorsun..."

Kalbin bacada sıkışmış bir kuş gibi debelenirken

şöyle dedin

"Hoşuma gidiyorsun."

Korkun heyecanlandı.

Korkun'un gözleri parıldıyor.

Korkun yine sanıyor ki-

"Dur," diyorsun korkun katlanırken ama

kime dediğin belli değil.

"ne söyleyecektin?"

Sessizliği dinliyormuş gibisin.

Hayır sesizliğidinlemiyorsun.

Gözlerin döneceği yönü çoktan şaşırdı.

Küçülsün diye gözünde,

uzaklaşıyorsun korkundan

adım

adım

...

xxx

 

 

 

 

[video=youtube_share;-uJ61jgFCMM]

I want to take a breath that's true

I look to you to see the truth

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

(Bu bir mektup denemesidir. Zaten hiç bir zaman sahip olamamakla birlikte, hiç bir amaca ulaşmamıştır. Sevginin ve öfkenin ürünüdür. Anaşılma çabası, iç çekişlerle işlenmiştir. Bu bir metafor değildir. Ah, lanet gitsin! Tekrar ediyorum, bu bir metafor değildir.)

 

. . .

 

 

 

Düşüncen

mideme vuruyor.

 

Sanırım kusacağım!

 

Bunu anlayabilir misin?

Hayır,

kendini çaresizlik içinde görmenin,

nasıl olup da beni gerçek bi çaresizliğe bıraktığını

anlayabileceğine inanmıyorum.

Canımı yakıyorsun,

hiç dokunmadan,

hiç gözükmeden,

hiç bir şey söylemeden.

Sen öyle korkuyorsun ki,

senin için başka bir yüreğin daha titreyebileceğine

inanmıyorsun.

 

Bana sakın güzel bir şey söyleme.

Bunun için fazla kızgınım.

Ve eğer bana kızgınsan,

sakın belli etme

çünkü o zaman daha da üzgün olacağım.

Beni sevmeni istemiyorum

ama beni sevmeme ihtimalinden de korkuyorum.

Vazgeçmişliğini gözümün önüne getirdiği için.

Görmek istemiyorum.

Şimdi, sen bunu anlayabilir misin?

Kendine dışarıdan bakabilir misin yani?

İnanmıyorum.

 

Senin için düşen herhangi bir gözyaşı

kendi düşüreceklerinden eksiliyorsa eğer,

karşındaki büyümek zorunda kaldıkça

küçülme lüksü buluyorsan,

onun umutlarını hızlı bir alevle büyütürken

hiç çekinmiyorsan,

yani tüm bunları kabul edebiliyorsan,

beni anlamış olduğunu söyleyebilir misin?

Hayır, söyleyemezsin.

 

Düşüncen

mideme vuruyor.

Belirdiği anda,

ciğeri yakan keskin bir koku gibi,

canımı acıtıyor.

Titreyen bir göğüs kafesinin

ve iç çekmeye kadar varamayan nefes alışverişinin

nasıl hissettirdiğini bildiğini biliyorum.

Ama sakın,

beni anladığını söyleme.

Anlayamazsın.

 

Arayışının farkındayım.

Samimiyetinin sahte olmadığını biliyorum.

ama sakın,

güzel bir şey söyleme

bunun için fazla kırgınım.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

korkarca'nın arayışıyla hindiba'nın özgürlük anlayışı

 

...

 

"Ah," dedi bizim korkarca, "hiç bir kavuğa sığamadım!" O ahlar üfledikçe, ayrıla ayrıla uçuştu hindiba. "Ah," dedi "yaşasın, ne mutlu bana!"

 

Zamanın içinde sessiz bir andı, korkarca duyulabileceğinin farkına vardığında haklı isyanına başladı. Nereye gideyim, diyordu. Ne siyahı ne beyazı sığıyordu koca ormana; geceleri parlıyor, gündüzleri göze batıyordu. Sevdiği yerde sevilmiyor, sevilmedikçe kabul etmiyordu bulunmayı. Sevilme arzusunun ağırlığı altında ezilirken, sevmenin hafifliğini öğrenebilmiş değildi hala. Huyudur dedik ya, tartar ölçerdi. Lakin 'hafiflik' ölçülebilir olmadığından, aklına bile gelmezdi var oluşu. Tüm o korkuları barındırdıkça, ait hissetmek ne de zor gelirdi ona. Aşamazdı. Sual ederdi, ederdi ama akıllanmazdı. "Alaycı Kuş" derdi hep, "ya benim de taklidimi yaparsa?". Hatalarını sayardı, tüm ayıplarını... Yutardı ağzından çıkanları. Tüm bu korkular kokuşunca içinde kızardı bir de. Kendine kızardı. Herkese kızardı. Bizim hindiba'ya da kızardı. Yine de üzülürdü de ona. Ah zavallı, diye geçirirdi içinden, nasıl da dağılıp saçılıyor rüzgarda. Fakat "Yaşasın!" derdi hidiba, "Yaşasın.". Korkarcanın aklı bir türlü yetmezdi bu tavrına. Hindiba, sırrını erdirmeye çalışırdı ona ama ne mana!

Onun özgürlük anlayışı barışmaktı rüzgarla, savaşmayı bırakalı çok olmuştu aslında. Haklı sayılırdı. Lakin öyle beyazdı ki hindiba, inanmayı onun sözlerine, başaramadı korkarca.

 

Ah korkarca,

canım korkarca;.

keşke yaşamı anlamak, senin için de bir labirentten çıkmak kadar zor olmasaydı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ah midil,

Soruyorum biliyor musun, "nasıl olmalı?" diye. Çok güzel cevaplar veriyorlar. Hani, açıkçası bayağı aklıma yatıyor da. Asıl şaşırtıcı olanın ne olduğunu bilebilir misin bakalım? Söylüyorum. Cevaplarken göğüsleri öyle kabarıyor ki sorduklarımı, kusursuz olduklarına emin olabilirsin. Yani diyorum ki, bakınca anlıyorsun! Şimdi diyeceksin ki bana "emin misin?". Açıkçası kolay inanılır değil, evet, fakat öyleee gururlular ki, dediğim gibi görünce anlıyorsun. Herkes mükemmel yani midil! İmreniyorum, nasıl oluyor da bu kadar kusursuzlar? Ben neden böyleyim, midil? Benim neden tonlarca hatam var? Ah, bilmiyorum. Tek günahkar benim demek ha?

Neyse, boşver bunu da... Sen nerelerdesin bakalım? Neden gittin? Benim biricik uçan atım midil... Nerdesin?

Yoksa benim tonlarca hatam yordu mu seni de?

Ahh özür dilerim! Lütfen geri gel.

Bak sözüm olsun; sen gel, ben onları arkamda bırakmayı öğreneceğim. Sen gel, tamam mı?

 

 

Bolca hayalet gönderiyorum.

Sevgilerle,

 

*

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

-Hüznüm seni korkutmuştu belki, ama onun benim için aslında ne kadar güvenli bir bölge olduğunu bilemedin sen. Toprak atma, dedim ya! Ya çüremezse orada, dedim ya? Keşke anlasaydın demeyeceğim ama, bunu anlayasmışsın iyi olurmuş. Süzülebilmek iyidir bazen. 'Gözyaşı cilde iyi gelir' gibi. Çıldırmazsın bak en azından, inan buna.-

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

xxx

 

Sığamadım hiç bir yere.

Yüreğimin üstüne bir taş koyamadım!

Zaten pır pır atarken o, sağlam bir temel kuramazdım.

Ve

yollara aitsem de,

hakim değilim gidişe.

 

Gözüm pencerelere takılır bazen.

O pencerelerde silüetler belirir sanki,

kollarını sıvar,

canımı almaya hazırmış gibi.

Hayal gücüm yaşama isteğimle alay eder.

"Eşşek sıpası!" der yürek,

kızar mı sever mi bilemezsiniz.

Kulağa komik de gelse, zaman sakız gibi aslında.

Sorup sorup durmasınlar bana artık.

Çenelerini yormasınlar.

Göğün mavisine dalmışken

kirin pasın bahsini açmasınlar.

Kaçan kovalanır derler.

Söyle onlara uykuyu kovalamasınlar!

 

Kelimelerin yaşlanmasına izin verelim,

sonra bırakalım masal anlatsınlar.

 

xxx

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

-bir bunama telaşı-

 

 

280117-0223

 

 

Uyku, öyle hep anlatıldığı gibi göz kapaklarıma değil de, hücrelerime saldırıyor sanki. Yatsam, uyusam belki de daha iyi, ama yazacağım. Yazsam ne olur, yazmasam ne olur oysa ki?

 

 

...

 

 

Haydi. Toplaşın... Toplaşın! Hepiniz toplaşın! Küçükler, büyükler... Gelin! Ölümü kabullenemeyenleri de çağırın, yüzündeki çizgileri sayamayanları da. Saymak demişken... Yıldızları anlamaya çalışmış olanlara, mutlaka haber edelim! Toplaşın, toplaşın.... Büyük sorular soracağım. Yüreği küçük olan gelmesin ama! Alacağım, vereceğim yok onunla. Sonra... efendime söylemeyeyim, -evet evet, söylemeyeyim... Siz de söylemeyin! Söylemeyin ki mırın kırın edecek varsa her cürretkar lafa, bulunmasın aramızda. Ya da aynen şöyle diyin: "Efendim, efendim! Giyecekseniz benim papuçlarımı, ve yürüyecekseniz bir mil (çünkü böylesini öğütlemiştir bilgeler), buyrun efendim, buyrun; siz de gelin! Amaa yook, kürkünüz ağır gelecekse, o zaman başka! Kalın siz. Hem ne olacak canım, bir kaç söyleneni de duymayı verin?" Böyle diyemeyecek olanınız varsa, o da gelmesin.

Tarla farelerinin kulağa ne kadar zavallı geldiğini bilirim ben. Duydum. Çok kez duydum bunu. Peki siz, tarla farelerinin her söyleneni (fısıltılar dahil!) duyduğunu, bildiğini bilir misiniz? Ha? ... Duyamadım? Du-ya-ma-dım!

Toplaşın, toplaşın... Toplaşın bakalım. İyice artsın sayımız. O sırada da gevezelik edelim. Edelim, edelim de... kimsenin canını sıkmayalım, oldu mu? Güzel de, nasıl olacak o iş? Kimin neyden ne zaman sıkılacağı hiç belli olmuyor; kimin neye güleceği, kimin hangi espriden anl- Durun! Durun! Çağırmadık değil mi öylesini? Oley be! Yaşadık öyleyse, özgürüz, özgür! Kimse alınmayacak söylediklerimize. Ahh, kalp kırmama özgürlüğü... bir düşünsenize.

Bu arada; deneyenler, kırılanlar ve hep pes eder gibi olanlar duymamış olabilir sesimizi. Küçükler, gidin bi' kapılarını çalın bakalım; emin olalım. Onlar da, onlar da kesinlikle gelsinler!

Başka, başka... Bilemiyorum... Bilemiyorum, içime bir şüphe düştü yine. Deliriyorum galiba! Yok canım, daha neler! Unutuyorum galiba... Neyi? Neyi? Bilmiyorum. Hiç bilmiyorum...

Siz ne diye geldiniz şimdi? Bu ne kalabalık? Bilmez misiniz, ben kalabalığı sevmem. Sevmem kalabalığı. Hem niye sevecekmişim ki? Türlü türlü insan var; bıyık altından güleni, kibir altında ezileni, hayalleri olana yazık edeni... daha nicesi! Ha böylesi olmasa, tamam, hay haaaay! Hoş gelmişler... de... sanki kendiliğinden sıyrılacaklar diğerlerinin içinden.

Sizi kim topladı buraya? Ha? Çekilin. Çekiliiin! Açılın. Kaçamayacağımı hissedersem, bağıracağım. AÇILIN!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

010218-0606

Dost,

gel de konuşalım biraz.

Dost,

gel de çenem düşsün ha?

Gel ve biraz yürek yedir ki

dilim dönsün zamana.

Çünkü hikayeler uzun,

hislerse karmakarışıksa,

bahsini açmak zordur zamanın.

 

Sen bunu bilirsin.

Gel,

gel ama

farklı gel.

Çünkü ben zaten

ondan bundan

tattım tutam tutam.

Hatta dayanamayıp

istifra ettim zaman zaman.

Sen farklı gel.

Sen oyununu at kesene,

kafiyeni tak koluna,

giy konserveden miğferini,

bin atına da,

öyle gel.

 

Bir türkü al yanına.

Eski bir nefes olsun.

Bir masal ezberle,

umut dolu olsun.

 

Hemen konuşmam belki.

O yüzden yanına

çenemi düşürecek bi şey de al.

 

Ağzımı açtığımda

sanacaksın ki

konuştukça kendimi buluyorum.

Ne ala!

Doğrusu,

işin o kısmı muamma.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yarın uyandığımızda göreceğiz,

bu bir rüya mı değil mi.

Daha sonra bileceğiz belki

böylesine kabus denir mi.

Lakin aklımız yetmez şimdi.

Yürekte mevsimler nasıl bir hızla dönüyor?

Kabuk atarsa eğer,

yapraklarının yenisi ne kadar hassas oluyor çiçeğin?

Anlasak.

Yağmur iyi gelecek o topraklara belki,

lakin benim bir yudum su içecek halim yok.

Uyanmak gerek.

Uyanmak için

uyumak vaktidir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Mezelik patates püresi,

 

Fıyuuuuuuvvffffşşşk!

 

zamandan zaman: 22.12.2016 - 01:53

# Kendime Söylem #

Ne yapman, nereden başlaman gerektiğini düşünüp duruyorsun çok uzun zamandır. Neyin doğru olduğundan emin olmayı bekliyorsun. Farkında değil misin, durup doğru adımdan emin olacağın anı beklerken daha çok kök salıyorsun bulunduğun yere? Hareket et! İyi veya kötü, doğru ya da yanlış; bi şeyler yap. Hareket etmeden öğrenemezsin ki…

Su gibi ol. Akışkan, hareketli, coşkulu… Aynı zamanda derin ve duygusal.

Cesur ol. Biliyorsun, korkmaya değecek hiç bir şey yok burada. Biliyorsun ya, işte o bildiklerini unutma. Her an farkında ol.

Güçlü ol eda. Güçleneceğin anı bekleme. Ezelden beri güçlü ol. Sen dinlendiğini mi sanıyorsun yoksa? Hiç ara verdin mi var olmaya?

Kandırma. Kendini kandırma. Mutluluk uğruna yalanlara sığınmaya değmez.

Ha gerçekçi olayım diye hayallerinden vazgeçme. Söylenenlere kulak asıp da yanılma, ikisi zıt şeyler değil aslında. Hem eğer kanarsan mutlu olduğuna, hayallerine olan inancını yitirmeye başlamaz mısın?

‘Zaman’ eda… Zamanı kavra. Her şey zaman. Her şey zamanda.

Sana sonsuz doğum hakkı tanıyorum. Her an yeniden doğabilirsin. Her an rahme kapatıp kendini, kafanı dinleme hakkı tanıyorum sana. Ama sancıları da hesaba katmayı unutma, tamam mı?

Gözlerini kapatmaktan korkma. Neden bu kadar tedirginsin? Sen uyurken dünya başının çaresine bakabilir kanımca.

Ah, eda… Kendine kızıp durmayı bırak. Dışarıya gösterdiğin affediciliği kendine de uygula. Başkalarının hata payını hesaba katıyorken kendine karşı neden bu kadar öfkelisin? Övünmediğin gibi insan denilen ırkla, yaptıklarından da kendini sorumlu tutma.

Sev. Her anı, her acıyı, her hatayı sev. Her insanı sev. Eleştirdiğin şeyi bile sev, minnet duy.

Gülümse. Mutlu olmaya çalış. Çünkü sen başardığında aslında mutluluk her anda.

Derin bir nefes al eda. Derin bir nefes… Aldığın nefesi geri vermeyi unutma.

Ve yürü. Nereye gittiğini bilmen gerekmez. Yüzünde, ruhunda memnuniyet olsun her adımda.

 

Fıyuuuuuuvvffffşşşk!

 

zamandan zaman: bugün, şuan. / 130218-1936

 

kendi.1. “E gülüm sen nasıl bir bokun içinde olduğunu zaten biliyormuşsun? Biliyormuşsun nasıl kurtulacağını. Nasıl başardın bu kadar kırılmayı?”

 

kendi.2. “Bilmekle oluyor mu allah aşkına, bari sen yapma! Hem kırılmak değil, kırılmak değil… Ezildim ben. Nasıl ezildim ama, ah!”

 

“Ezilmek demek…”

 

“Yaa, ezilmek işte! Nasıl yükler altında hem de. Tabi sen o zamanlar pek kördün, anlayamadın.

Kördün şefkatten,

kördün hevesten,

kördün işte… ”

 

 

 

(kendi.1. , gider.

kendi.2. , kendi başına kalır.

Yüzünü göğe çevirir…)

 

 

Ahh anacığım,

(ağlar bile)

 

doğur beni artık.

Vah anacığım,

özgür bırak beni.

Çekmem gereken sancıları çektim,

çekmen gereken sancıları çektin,

gerektiğince,

fazlaca çektik anam,

izin ver şimdi

çiçek açayım!

 

 

Ben huzuru tartmamayı

öğrenir gibi oluyorum anacığım.

 

 

“Huzur, yüzmek gibi bir şey olsa keşke,”

dediydim ya,

meğer huzur yüzmek gibiymiş zaten!

 

 

Umut var, umut!

 

 

Ben bugün öyle bir gerçek’i diledim ki:

Ne ağıt yakmayı

ne de kahkahalar atmayı

bilmediğinden emin olduğum

çakma bir çingene bile,

kendi yalanının yanında

kandı benim yalanıma.

Biliyorum,

bu tanrıyı bile güldürmüştür!

Tanrı; yeşili, maviyi, rüzgarı, suları, ışığı

kucaklamayı bileni sever.

Tanrı, sevgilileri sever.

Tanrıyı tanrıya sorsak,

‘günah’ yoktur.

Bunu neredeyse bilirim.

 

 

Öyleyse,

kurulan bazı cehennemler

insanın iyiyi arayışındandır;

diğerleri ise

insanın hasta halli ‘oluş’undandır.

 

 

130218-2041

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

. . .

 

Kahvemi içmeyi unuttum.

 

Hayatın ölçütü, zaman olmamalı belli ki.

 

Sözleri kurşun gibi bir şeydi sanırım. Yo, hayır. Birine ateş etmek böyle bir şey değil. Birine ateş etmek zorunda kalmıştım. Onun sözleri, oksijen gibi olmalı. Hayat verir. Ama ciğeri de yakar aslında. Tabii daha çok hayat verir. Aslında bir kere japon yapıştırıcısı solumuştum. Çok solumuştum hem de. Yanlışlıkla olmuştu. Ciğeri yakışı, yüreğin acısından farksızdı. Aslında, sanırım aynı şeydi. Konu bu değildi. Her neyse. Üzüldüm biraz. Aslında çok da biraz değildi. Birazın birazı mı daha çok, birazın çok'u mu? Konu bu da değildi. Zihin onlarca, yüzlerce, binlerce; zihin, sayılarca ipe bağlı. Sürüklenmek üzere çekiliyor. Bu yüzden yolundan sapıyor. Ki konunun bununla tam da ilgisi yok. Kahvemi içmeyi unutmuş olmamın belki de bir anlamı var. Soğuk da içilebilir ne de olsa. Çünkü bu gece erken yatmasam iyi olur. Bu gece kendimi masada bırakıp yatağa girmesem hemen, daha sağlıklı olur. Play list'te Let It Be çalıyor. Ben açmadım. Bir anlamı var mı? Bir anlam. Tek bir anlamı var mı? Konu tam olarak bu da değil. Aslında, tüm bunlar konuyla alakalı, lakin konu bu değil. Söylediklerinin beni üzen bir yanı var, ciğerimi yakan bir yanı. Bir yanım hayata sıkı sıkı tutunuyor, diyor. Sonra diyor ki, diğer yanım... . Üzüyor ama; rahatsızlık veren, iç gıdıklayan bir şey değil bu. Bu arada, konu tam anlamıyla bu. Özür diliyor ardından. Bundan bahsetmemem gerekirdi, diyor. Üzülüyorum. Ama zaten kızmıyorum. Tamamıyla gerçek. Bundan da bahsetmek gerekiyor zaman zaman, demek o an aklıma gelmiyor. 'Hüzne saygı'dan bahsetmiştim bugün. Belki de bu, ona bu şekilde konuşmak için cesaret veriyor. Cesaretini seviyorum. Çok güçlü. Bu, yıkıcı bir güç değil. Bu hayata tutunan bir güç. Koca bir adam, bir de afacan. Onu neden sevdiğimi bütünüyle kavramak mümkün değil gibi. Cebinizde bir yerde, çok yakında taşımak isteyeceğiniz ama ele avuca sığmaz biri. Sanki, Bir çok şeyden uzakta, bir çok şeye yabancı; hayatın bir çok gerçeğine yakın durmaya çalışıyor. Bilen bilir, bugün hayatta bir çok şey gerçekten uzak yaşanıyor. O, bunu biliyor. Kafası karışık, ki bunu da biliyor. Yine de net. Kendine güveniyor. Bu yanıyla hayatta bulunmayı benden daha iyi başarıyor. Umarım, diyorum, sen benim Tyler'ım değilsindir, çünkü eğer sen sahiden varsan, hayat daha bi' anlaşılır demektir. O ise, umarım senin Tyler'ınımdır, diyor. Bu ne demek bilemiyorum. Açıklıyor; olduğun kişi bile buysa, olmak istediğini tanımayı çok isterim. Utanıyorum. Mütevazilik yapmayı beceremiyorum, benim harcım değil. Konu değiştirmeli. Filmi bir ara tekrar izleriz, diyor. İzleriz. Bugün gözlerini gözlerime sabitledi. Gözler, insanın içine doğru giden bir tünel gibi. Zaten insan da kuyu gibi bir şey. Ben gözlerimi kaçırıyorum. Kafamı müzik dinliyor gibi sekiz çizerek sallıyorum sanırım. Böyle bir şey yapıyorum. Bende var bu. Aksine alışmam vakit alacak gibi. Aslında çok aptalca. Çünkü gözlerinin içine bakmayı başarabildiğim bir an bile fotoğraflanmayı hak ediyor. Gözümün önünden gitmiyor. Zihnimde imgeler beliriyor: Filmi makineden çekip çıkar. Salla, salla, salla... İşte şimdi beliriyor. Bu fotoğrafı hep defterimde kaldığım son sayfanın arasına koyacağım. Hayranlık böyle bir güdü. Somut hiç bir şeye ihtiyacınız yok, zihninizin gözde bir köşesinde sürdürülebiliyor. Bazen beni çok şaşırtacak şeyler söylüyor. Sabah erken namaza kalkacağım, diyor, uzun zamandır yapmadım. Oysa ki tanrıya falan inanmıyor. Peki. Yadırgamıyorum bile. Her eylemde bir amaç aramamak gerek, bunu o da biliyor. Var olan hiç bir yanını yok saymıyor. Gerçeğin hiç bir yanını yok saymıyor. Kötüyü de görüyor ve iyiyi arıyor. Basite inmenin ne olduğunun farkında. Çok gerçek. Bana çok yakın. Benliğim gizlenme ihtiyacı duymuyor. Ondan bana bir zarar gelmeyeceğini biliyorum. O bunu "zaten soğuk olmazsa, insan giyinmek zorunda da kalmaz" diye süsleyerek dile getiriyor. Bütün günüm kafama tıkılan çöple geçiyor; ve onun yanında olmak, tertemiz derin bir nefes almak gibi. Yaksa canımı... Yakarsa, diyorum kendi kendime, yaksın canımı. Değerini dile getirmeye çalışırken, 'gerçek' kelimesini sıkça kullanıyorum. Onda, içime sinen bir şey var. Onda bana ait bir şey var. Bu kadar şanslı olmaya hiç de alışık olmadığım aklıma geliyor. Sağduyumun buna inanası gelmiyor. Aklımsa sağduyumun bu tavrını çok saçma buluyor; ee, bilirsiniz, her zaman siyahı çekmiş olmanız ileride beyaz gelme ihtimalini azaltmaz. Öte yandan, gürültüden ibaret şeyler bunlar. Çünkü tüm bunların ötesinde, inanıyorum. İkna oldum.

 

O, içime siniyor.

Onu yitirme fikri can yakıcı.

Yine de onu sevmek başlı başına dopdolu bir mesele.

Onu sevmek, öyle yapış yapış bir durum değil.

 

Sözüm var,

ona bu denizin dibinden kum getireceğim.

 

Kahvemi içtim.

Sanırım onlarca şarkı dinledim.

Bu gece de yine, benim.

Bir kibrit yakayım.

Bir ateş olsun...

Ateş olsun, su olsun,

hava ve toprak olsun.

İnsan yaşama dair her unsurdan zevk alıyor özünde.

 

Gecenin mumunu üflerken dilek de dileyeceğim.

 

*

 

050418-0339

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

*

 

günebakan

 

http://www.edirnegazetesi.com.tr/images/haberler/2017/10/ciftci-memnun.jpg

Ayçiçeği, papatyagiller familyasından çekirdekleri ve yağı için yetiştirilen sarı çiçekli bir tarım bitkisidir.

 

Ayçiçeği dünyada ve Türkiye'de en önemli yağ bitkilerinden biridir. Marmara Bölgesi'nde daha çok yetiştirilir. Trakya Bölgesi'nde yoğunluk gösterir. Ayçiçeğinin üstündeki çekirdekler fabrikalarda işlenerek satılır.

 

Veyahut bir ayçiçeği kafası tarladan bin bir çabayla koparılır. Çekirdekleri, yalak tepesinde elektrik tellerine dizilen birer kumru edasıyla oturan gençler tarafından, tezek kokusu eşliğinde, taze taze tüketilir. Ayçiçeği tarlaları arasında yalnız yürümek hiç de yalnız hissettirmez, ama tuhaftır da yani.

 

.

 

.

 

.

 

.

 

.

 

.

 

.

 

.

 

.

 

.

 

.

 

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

serbest salınımlar

 

...

 

Sanırım bazı şeylerden uzaklaşmak daha iyi olacak. Kendi kulübeme çekilip 'onlar'la değil de, yaşamla yüz göz olmak daha iyi. Aslında ötekileştirmek kötü bir şey, ancak daha çok 'sıyrılmak'tır böylesi. Güzeli, onu görmeyen gözlere sokmayı bırakacağım sanırım veya, daha doğrusu, bunu onlara daha doğal bir yolla yapacağım. İnsanların kurduğu karmaşanın beni zapt etmesinin önüne geçmeye çalışacağım. Amacım, anlaşılmaktan öteye geçmeli. Amacım anlamlı bir miras bırakmak, aslolanla sağlam ilişkiler içinde yaratmak olmalı ve bunun altında aslında yaşamdan alınan keyif yatmalı. Tüm bunlara rağmen, sıfıra inme ve bu dünyadan geldiğim gibi çırılçıplak gitme fikrini de kabullenmeli. Zaten belki de hafızalarda hiç yer etmemeli. Bunu bilmekle kalmayıp, buna uyanmanın zamanı gelmiş olsa gerek.

Onun hayatıma nadir bulunan bir disiplin getirdiğini görüyorum. Her sahici endişeyi, hüznü, kederi içime çekmeye hazırım da; çünkü zaten bana yaşadığımı hissettirecek olan asıl şey gerçek bir nefes almak. Zamanın içine tam de yerleştirilemeyecek bir çizgide durduğum için "onu özledim" deme hakkını buluyorum kendimde, evrenin izniyle.

 

İnsanlar, insanlar...

 

Denmiş ki,

"Her Adem görüneni sen Adem mi sanırsın?"

 

Ayıklayınız pirincin taşını!

 

 

*

 

 

110418-0323

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

beyaz leblebi

 

Tuhaf bir meşguliyet hayat.

Belki de eziyet.

Öyleyse baş etmek

büyük bir meziyet.

 

Babamın birasının mezesi,

yuvarlanır gider

beyaz leblebi.

Kovalayanı yoktur ama

yuvarlanır gider.

Kim bilir bir leblebi

hayattan ne ister?

 

Anlaşılmak ne demek!

Kimilerinin 'leb-' demeden daha

katır kutur başı ezilir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

(zaten'li ve keşke'li, fakir kafiyeli.)

 

...

 

Zaten

‘içe sinmek’ daimiliği değil,

sahiciliği ifade ediyordu.

İçe sinen yaktıkça içimi

belki biraz zalimlik de sızıyordu

duyduğum inanca doğru.

 

Tatsızdı zaman,

yine de birileri

özlemle dişlerini sıkıyordu

zamana karşı.

 

“ ‘Ulaşılamaz’ mı daha zordur

uzak mesafede bulunan bir ‘ulaşılabilir’ mi?”

gibisinden bir soruya yanıt olur gibi

ayağımın altında

kuru bir dal parçası kırıldı.

Patikanın toprağı

hatırladığımdan kat be kat yumuşaktı.

 

Oysa ki,

sonunda gelincikler de açmıştı.

Yaz,

kapıları oynak bir melodiyle tıngırdatmaya başlamıştı.

Ederlezi!

Anam

“ateşin üstünden üç kere atla” dedi.

Ateşin bana çok yakın olduğunu,

ciğerlerime kadar sindiğini göremedi.

Kördü anacığım,

tıpkı diğerleri gibi.

 

Bahçemizde gül yoktu.

Babaannem kasıntı bir kadındı

ve

faydasız hiç bir şey ekmezdi.

(O, öyle bir kadındı ki

çiçeklerin güzelliğindeki faydayı göremezdi.

Bahçemizi

tombul tombul domatesler süslerdi.

Mutluluktan al al,

kanlı canlı gülümsetirdi beni

tekerleklerimizin

bu bahçeyi ziyareti.

Tabi tüm diğer şeyler gibi

bu da zamanla değişti.)

Gerçi bahçemizde gül ağacı olsaydı bile,

bu bir şeyi değiştirmezdi.

Ben çiçekleri severim

ama gül

benim için fazla gösterişli.

Sevmediğim bir şeyden,

medet umamazdım.

Hem zaten

böyle bir durumu

dileklerle kurtaramazdım.

 

Yorgundum,

yığıldım.

Öyle yorgundum ki

eğer yığılmasaydım,

yine bir şekilde

yığılırdım.

Ayıldığımda

çokça şey görecekmişim meğer.

 

Ah hayat,

belki de ona

karahindiba gibi dönecektim!

Tohum tohum uçacak,

çok vakte kalmadan açacaktım dilimi.

 

Keşke babaannemin kovanları

hala arılarla dolu olsaydı.

Dilimi bal arısı soksaydı.

Soksaydı da

ona güzel şeyler anlatabilseydim.

İçim biraz neşe dolsaydı da

öpüp öpüp onu

dudaklarında doğal bir tatlılık bırakabilseydim.

Kim bilir,

belki o vakit

onu bu kadar çabuk

bu kadar ani yitirmezdim.

Ah hayat,

keşke bu kadar zalım olmayaydın da

ona bu keyfi yaşatabilseydim.

 

Anlatacaklarım

“Peki öyleyse, biz şu köşede…”

der gibi içime oturdu sonra.

Şimdi konuşsam,

bunu son bir çırpınış edasıyla yapmayacağıma

beni kim inandırabilir?

Bana acımasını istemem.

Onun duruşu eşsizdir.

 

Affettim.

Yemin ederim,

hiç kızgın değilim.

 

Ama bilmiyorum

onu yargılamalarının önüne nasıl geçeceğim.

Anlamalarını sağlayamam ki

ne de olsa

gerçekte peygamber değilim.

 

 

070518-0253

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Boyumdan uzun bir matematik dersi girişimi.

Çarpımın ne olduğu:

Hayatın sizi genişletmek ve büyütmek için dayattığı şeyler vardır.

Kalanın ne olduğu:

Hayat bizi onunla bununla çarptığında ortaya çıkanları kesip biçtikten sonra elimizde kalanlar, bazen hiç bir yere sığamayacak kadar küçüktür.

Sonucun ne olduğu:

Çoğu zaman, sonuç arayışımız bir eşitliğe varmakta. Basite inmekte bir cevap saklı, ancak bu uğraş zaman almakta.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...