Jump to content

Nazım Hikmet Ran Şiirleri


falco x

Önerilen Mesajlar

Mavi Gözlü Dev, Minnacık Kadın ve Hanımelleri

 

 

O mavi gözlü bir devdi.

Minnacık bir kadın sevdi.

Kadının hayali minnacık bir evdi,

bahçesinde ebruliii

hanımeli

açan bir ev.

Bir dev gibi seviyordu dev.

Ve elleri öyle büyük işler için

hazırlanmıştı ki devin,

yapamazdı yapısını,

çalamazdı kapısını

bahçesinde ebruliiii

hanımeli

açan evin.

 

O mavi gözlü bir devdi.

Minnacık bir kadın sevdi.

Mini minnacıktı kadın.

Rahata acıktı kadın

yoruldu devin büyük yolunda.

Ve elveda! deyip mavi gözlü deve,

girdi zengin bir cücenin kolunda

bahçesinde ebruliiii

hanımeli

açan eve.

 

Şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev,

dev gibi sevgilere mezar bile olamaz:

bahçesinde ebruliiiii

hanımeli

açan ev..

 

 

Nazım Hikmet Ran

 

 

 

KARIMA MEKTUP

 

Bir tanem!

Son mektubunda:

"Başım sızlıyor

yüreğim sersem!"

diyorsun.

 

"Seni asarlarsa

seni kaybedersem;"

diyorsun;

"yaşayamam!"

 

Yaşarsın karıcığım,

kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;

yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı

en fazla bir yıl sürer

yirminci asırlarda

ölüm acısı.

 

Ölüm

bir ipte sallanan bir ölü.

Bu ölüme bir türlü

razı olmuyor gönlüm.

Fakat

emin ol ki sevgili;

zavallı bir çingenenin

kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli

geçirecekse eğer

ipi boğazıma,

mavi gözlerimde korkuyu görmek için

boşuna bakacaklar

Nâzım'a!

 

Ben,

alaca karanlığında son sabahımın

dostlarımı ve seni göreceğim,

ve yalnız

yarı kalmış bir şarkının acısını

toprağa götüreceğim...

 

Karım benim!

İyi yürekli,

altın renkli,

gözleri baldan tatlı arım benim;

ne diye yazdım sana

istendiğini idamımın,

daha dava ilk adımında

ve bir şalgam gibi koparmıyorlar

kellesini adamın.

Haydi bunlara boş ver.

Bunlar uzak bir ihtimal.

Paran varsa eğer

bana fanila bir don al,

tuttu bacağımın siyatik ağrısı,

Ve unutma ki

daima iyi şeyler düşünmeli

bir mahpusun karısı.

 

 

BİR AYRILIŞ HİKAYESİ

 

Erkek kadına dedi ki:

-Seni seviyorum,

ama nasıl,

avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp

parmaklarımı kanatarak

kırasıya

çıldırasıya...

Erkek kadına dedi ki:

-Seni seviyorum,

ama nasıl,

kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,

yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,

yüzde hudutsuz kere yüz...

Kadın erkeğe dedi ki:

-Baktım

dudağımla, yüreğimle, kafamla;

severek, korkarak, eğilerek,

dudağına, yüreğine, kafana.

Şimdi ne söylüyorsam

karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..

Ve ben artık

biliyorum:

Toprağın -

yüzü güneşli bir ana gibi -

en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..

Fakat neyleyim

saçlarım dolanmış

ölmekte olan parmaklarına

başımı kurtarmam kabil

değil!

Sen

yürümelisin,

yeni doğan çocuğun

gözlerine bakarak..

Sen

yürümelisin,

beni bırakarak...

Kadın sustu.

SARILDILAR

Bir kitap düştü yere...

Kapandı bir pencere...

AYRILDILAR...

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kız Çocuğu / Nazım Hikmet Ran

 

Kapıları çalan benim

kapıları birer birer.

Gözünüze görünemem

göze görünmez ölüler.

 

Hiroşima'da öleli

oluyor bir on yıl kadar.

Yedi yaşında bir kızım,

büyümez ölü çocuklar.

 

Saçlarım tutuştu önce,

gözlerim yandı kavruldu.

Bir avuç kül oluverdim,

külüm havaya savruldu.

 

Benim sizden kendim için

hiçbir şey istediğim yok.

Şeker bile yiyemez ki

kâat gibi yanan çocuk.

 

Çalıyorum kapınızı,

teyze, amca, bir imza ver.

Çocuklar öldürülmesin

şeker de yiyebilsinler.

 

Her dinleyişimde tüylerim diken diken oluyor.....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Seviyorum seni

ekmeği tuza banıp yer gibi

Geceleyin ateşler içinde uyanarak

ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi

Ağır posta paketini

neyin nesi belirsiz

telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi

Seviyorum seni

denizi ilk defa uçakla geçer gibi

İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık

içimde kımıldayan birşeyler gibi

Seviyorum seni

Yaşıyoruz çok şükür der gibi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

güneşi içenlerin türküsü

 

Bu bir türkü:-

toprak çanaklarda

güneşi içenlerin türküsü!

Bu bir örgü:-

alev bir saç örgüsü!

kıvranıyor;

kanlı; kızıl bir meş'ale gibi yanıyor

esmer alınlarında

bakır ayakları çıplak kahramanların!

Ben de gördüm o kahramanları,

ben de sardım o örgüyü,

ben de onlarla

güneşe giden

köprüden

geçtim!

Ben de içtim toprak çanaklarda güneşi.

Ben de söyledim o türküyü!

 

Yüreğimiz topraktan aldı hızını;

altın yeleli aslanların ağzını

yırtarak

gerindik!

Sıçradık;

şimşekli rüzgâra bindik!.

Kayalardan

kayalarla kopan kartallar

çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.

Alev bilekli süvariler kamçılıyor

şaha kalkan atlarını!

 

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

 

Düşmesin bizimle yola:

evinde ağlayanların

göz yaşlarını

boynunda ağır bir

zincir

gibi taşıyanlar!

Bıraksın peşimizi

kendi yüreğinin kabuğunda yaşayanlar!

 

İşte:

şu güneşten

düşen

ateşte

milyonlarla kırmızı yürek yanıyor!

 

Sen de çıkar

göğsünün kafesinden yüreğini;

şu güneşten

düşen

ateşe fırlat;

yüreğini yüreklerimizin yanına at!

 

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

 

Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk!

Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız,

toprak kokuyor bakır sakallarımız!

Neş'emiz sıcak!

kan kadar sıcak,

delikanlıların rüyalarında yanan

o «an»

kadar sıcak!

Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak,

ölülerimizin başlarına basarak

yükseliyoruz

güneşe doğru!

 

Ölenler

döğüşerek öldüler;

güneşe gömüldüler.

Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!

 

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaaaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

 

Üzümleri kan damlalı kırmızı bağlar tütüyor!

Kalın tuğla bacalar

kıvranarak

ötüyor!

Haykırdı en önde giden,

emreden!

Bu ses!

Bu sesin kuvveti,

bu kuvvet

yaralı aç kurtların gözlerine perde

vuran,

onları oldukları yerde

durduran

kuvvet!

Emret ki ölelim

emret!

Güneşi içiyoruz sesinde!

Coşuyoruz,

coşuyor!..

Yangınlı ufukların dumanlı perdesinde

mızrakları göğü yırtan atlılar koşuyor!

 

Akın var

güneşe akın!

Güneşi zaaaaptedeceğiz

güneşin zaptı yakın!

 

Toprak bakır

gök bakır.

Haykır güneşi içenlerin türküsünü,

Hay-kır

Haykıralım!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden

ölmek de ayıp değil,

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte

yani yürekte.

 

Meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey

kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

 

Seversin dünyayı doludizgin

ama o bunun farkında değildir

ayrılmak istemezsin dünyadan

ama o senden ayrılacak

yani sen elmayı seviyorsun diye

elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık

yahut hiç sevmeseydi

Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

 

o hayatta iken gereken saygıyı goremeyen vatanını cok sevdıgı halde vatan haını ılan edılen bana gore en buyuk şairdir .... NAZIM HİKMET RAN

 

 

Kesinlikle Katılıyorum sana gelmiş gecmiş en büyük en iyi şairlerdendir...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Dayanamam Nazım'a

SALKIM SÖĞÜT

Akıyordu su

gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.

Salkımsöğütler yıkıyordu suda saçlarını!

Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere

koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!

Birden

bire kuş gibi

vurulmuş gibi

kanadından

yaralı bir atlı yuvarlandı atından!

Bağırmadı,

gidenleri geri çağırmadı,

baktı yalnız dolu gözlerle

uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!

 

Ah ne yazık!

Ne yazık ki ona

dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,

beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!

 

Nal sesleri sönüyor perde perde,

atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!

 

Atlılar atlılar kızıl atlılar,

atları rüzgâr kanatlılar!

Atları rüzgâr kanat...

Atları rüzgâr...

Atları...

At...

 

Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

 

Akar suyun sesi dindi.

Gölgeler gölgelendi

renkler silindi.

Siyah örtüler indi

mavi gözlerine,

sarktı salkımsöğütler

sarı saçlarının

üzerine!

 

Ağlama salkımsöğüt

ağlama,

Kara suyun aynasında el bağlama!

el bağlama!

ağlama!

 

1928

 

 

 

Not: "Salkımsöğüt" ile "Bahri Hazer" Nâzım Hikmet'in ününün sanat

çevrelerini aşmasını ilk sağlayan şiirleridir. Odeon firmasının şairin

kendi sesinden plağa aldığı bu şiirler kahvelerde çalınıp dinlenmeye

başlamıştı. Nâzım Hikmet yazarken düşündüğü bir ahenge uyarak

şiirlerini çok güzel okurdu. Okunup dinlenmelerine herhangi bir yasal

engel bulunmayan bu şiirlerin şairin adını çok yaygınlaştırdığı

düşünülerek Odeon firması plağa yeni basımlar yapmaması için

uyarılmıştı.

 

Şiiri Nazım Hikmet'in kendi sesinden dinlemek için:

http://www.unix-shells.com/~yolgezer/mp3/Nazim Hikmet - Salkim Sogut.mp3

 

paylaşım için teşekkürler ama acamıyorum. adrestemi yoksa erişimimde mi bir sorun var anlayamadım...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Meşin Kaplı Kitap

 

 

 

Yaldızlı meşin kabı

Parçalanmış kitabı

Ay altında dün gece

Deli bir derviş gibi

Mumu sönmüş rahlesi yere devrilmiş gibi

Okudum saatlerce

 

Yaldızlı meşin kabın

Parçalanmış koynunda uyuklayan kitabın

Çevirdikçe küf kokan her sarı yaprağını

Sandımki eşiyorum bir mezar toprağını

İnce el yazıları canlandı birer birer

 

Masallarda çizilen yüzleri gösterdiler

İblis bir yılan oldu Adem Havvaya kandı

Kardeşini öldüren lanetli ruhu gördüm

Koca yahta bir gemi ummanlarda çalkandı

Ufuklardan güvercin bekleyen Nuh'u gördüm

İsmaili'in topuğu kumdan çıkardı zemzem

Tur-u Sina da Musa kaldırdı kollarını

Asasını vurunca yarıdı bahr-i kulzem

Buldu ben-i İsrail Kudüs'ün yollarını

Zekeriya zikrini

Bir sonsuz aha verdi

Doğdu İsa bikrini

Meryem Allah'a verdi

Kureyş-i Muhammed'e kucak açtı Medine

Bir ateş mezar oldu kerbela Hüseyin'e

 

Sayıfalar döndükçe bunlar hep birer birer

Doğrulup devrildiler

Ay battı güneş doğdu

Kalbimde ateş doğdu

Yaldızlı meşin kabı

Parçalanmış kitabı

Varsın gömülsün diye bir ebedi uykuya

Attım kör bir kuyuya

 

Yazık yazık bizeki asırlarca aldandık

Karanlıkta çizilen izleri görmek için

Görüp yüz sürmek için

Yazık yazık bizeki bir çırağ gibi yandık

Ne gökten necat geldi ne bir parça merhamet

Çlışan esirlere İsa, Musa, Muhammet

Sade bir satır dua bir tütsü buhur verdi

Masal cennetlerinin yollarını gösterdi

Ne beş vaktin ezanı ne anjelüs çanları

Zincirden kurtarmadı yoksul çalışanları

Yine biz köleleriz efendilerimiz var

Yine her melun taşı yosunlanmış bir duvar

Esir efendi diye koymuş da adlarını

İki bahta ayırmış arzın evlatlarını

 

Efendi işletiyor esir işliyor gene

Yine efendilerin gümüşlü sofrasından

Kar gibi ekmeğinden şarap dolu tasından

Kırıntı artık bile düşmüyor işleyene

Yine biz esir geçen her günün akşamında

Eve sade bir lokma ekmek getiriyoruz

Gece yağmur inlerken evimizin damında

Isınabilmek için güneşi bekler gibi

Birbirine sokulan hasta köpekler gibi

Yırtık yorganımızın altında titriyoruz

Çiftimiz balyozumuz sonsuz çalışmamızla

Asırlardır bağrında inleyen kazmamızla

Heyecana geldide kara toprağın kalbi

Kendini teslim eden taze bir kadın gibi

Çiçeklerle donandı dünya isimli ağaç

Biz bu ağacımızın dibinde ölürken aç

Efendiler gösterip sırıtan dişlerini

Birer birer topluyor bütün yemişlerini

 

Efendiler ağalar evliyalar keşişler

Ebedi karanlığın boğulsun kollarında

Artık temiz ruhların aydınlık yollarında

Sade bir din bir hak bir kanun varsa

O da işleyen dişliler

.

 

Nazım Hikmet Ran

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

basit yaşayacaksın. basit

mesela susayınca su içecek kadar basit...

dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.

tek düğmesi olacak elindeki cihazın;

tek bir düğme, tek bir cümle gibi...

sevince lafı dolandırmadan söylediğin

’seni seviyorum’ gibi.

basit bir öpücük yetecek sana...

basit, sıcak bir öpücük;

ve o öpücükle dolacak tüm günlerin,

tüm düşlerin.

o öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,

öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.

kabak çekirdeği verecek sana

rakamların veremediği mutluluğu.

el yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak

en değerli kağıdın -hep yanında taşıdığın, atmaya kıyamadığın.

iki harekette giyiniverecek,

iki harekette soyunuvereceksin.

kısacık olacak uyanman,

ve yola çıkman arasında geçen süre;

kısacık olacak sıcacık kollara dolanman ve

yolculuklara çıkman arasında geçen süre.

kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;

bakışların bile anlatabilecek kendini.

beklentilerin de basit olacak:

kaf dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.

bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;

ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana en ucuz

aşk romanını.

pankreasının sağlığına dua edeceksin

kapatırken gözlerini.

zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.

bir kaşarlı tost olacak aradığın

nasıl oturacağını

bilemediğin sofrada,

parmakların en kıymetli çatalın.

yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık

denklemleri.

iskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.

bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana

kontrplak bir gitarda doğru basılmış bir ’fa diyez’in

mutluluğunu.

makyajı ilk ’a’ sına kadar bilmen yetecek.

temizlik kokacak en pahalı parfümün.

’bilmiyorum’ diyebileceksin bilmediğinde ve

çok normal olacak ’onu da’ bilemeyişin.

tek dereden su getirmen yetecek,

bir ’istemiyorum’ diyebilmeye,

ne durduğu fark etmeyecek abanın altında.

saatin, sadece saati gösterecek,

telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın,

küçük bir not defteri olacak ’bilgini’ en hızlı ’sayan’.

basit yaşayacaksın, basit.

sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi

basit...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir elmanın yarısı biz

yarısı bu koskoca dünya.

Bir elmanın yarısı biz

yarısı insanlarımız.

Bir elmanın yarısı sen

yarısı ben

ikimiz...

 

Kısa oldu ama aklımda kalan en hafif ,kısa ve en anlam yüklü şiirlerinden biri bu...umarım beyenirsiniz...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ELLERİNİZE VE YALANA DAİR

 

Bütün taşlar gibi vekarlı,

hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,

bütün yük hayvanları gibi battal, ağır

ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz.

 

Arılar gibi hünerli, hafif,

sütlü memeler gibi yüklü,

tabiat gibi cesur

ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizliyen elleriniz.

 

Bu dünya öküzün boynuzunda değil,

bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.

 

Ve insanlar, ah, benim insanlarım,

yalanla besliyorlar sizi,

halbuki açsınız,

etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.

Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,

göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.

 

İnsanlar, ah, benim insanlarım,

hele Asya'dakiler, Afrika'dakiler,

Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik adaları

ve benim memleketlilerim,

yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,

elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,

elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.

 

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,

Avrupalım, Amerikalım benim,

uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,

ellerin gibi tez kandırılır,

kolay atlatılırsın...

 

 

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,

antenler yalan söylüyorsa,

yalan söylüyorsa rotatifler,

kitaplar yalan söylüyorsa,

duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,

beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,

dua yalan söylüyorsa,

ninni yalan söylüyorsa,

rüya yalan söylüyorsa,

meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,

yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,

söz yalan söylüyorsa,

renk yalan söylüyorsa,

ses yalan söylüyorsa,

ellerinizden geçinen

ve ellerinizden başka her şey

herkes yalan söylüyorsa,

elleriniz balçık gibi itaatli,

elleriniz karanlık gibi kör,

elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,

elleriniz isyan etmesin diyedir.

Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız

bu ölümlü, bu yaşanası dünyada

bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

 

[1949]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bütün taşlar gibi vekarlı,

hapiste söylenen bütün türküler gibi kederli,

bütün yük hayvanları gibi battal, ağır

ve aç çocukların dargın yüzlerine benziyen elleriniz.

 

Arılar gibi hünerli, hafif,

sütlü memeler gibi yüklü,

tabiat gibi cesur

ve dost yumuşaklıklarını haşin derilerinin altında gizliyen elleriniz.

 

Bu dünya öküzün boynuzunda değil,

bu dünya ellerinizin üstünde duruyor.

 

Ve insanlar, ah, benim insanlarım,

yalanla besliyorlar sizi,

halbuki açsınız,

etle, ekmekle beslenmeğe muhtaçsınız.

Ve beyaz bir sofrada bir kere bile yemek yemeden doyasıya,

göçüp gidersiniz bu her dalı yemiş dolu dünyadan.

 

İnsanlar, ah, benim insanlarım,

hele Asya'dakiler, Afrika'dakiler,

Yakın Doğu, Orta Doğu, Pasifik adaları

ve benim memleketlilerim,

yani bütün insanların yüzde yetmişinden çoğu,

elleriniz gibi ihtiyar ve dalgınsınız,

elleriniz gibi meraklı, hayran ve gençsiniz.

 

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,

Avrupalım, Amerikalım benim,

uyanık, atak ve unutkansın ellerin gibi,

ellerin gibi tez kandırılır,

kolay atlatılırsın...

 

 

İnsanlarım, ah, benim insanlarım,

antenler yalan söylüyorsa,

yalan söylüyorsa rotatifler,

kitaplar yalan söylüyorsa,

duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa,

beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların,

dua yalan söylüyorsa,

ninni yalan söylüyorsa,

rüya yalan söylüyorsa,

meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa,

yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı,

söz yalan söylüyorsa,

renk yalan söylüyorsa,

ses yalan söylüyorsa,

ellerinizden geçinen

ve ellerinizden başka her şey

herkes yalan söylüyorsa,

elleriniz balçık gibi itaatli,

elleriniz karanlık gibi kör,

elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun,

elleriniz isyan etmesin diyedir.

Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız

bu ölümlü, bu yaşanası dünyada

bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

benimde bi katkım olsun dimi....:)

 

 

İbrahim Balaban’ın “mapushane kapısı tablosu” üstüne söylenmiştir :

 

Altı kadın vardı demir kapının önünde,

Beşi toprağa oturmuş , ayakta biri;

 

Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,

Besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi;

 

Altı kadın vardı demir kapının önünde,

Ayakları sabırlı , ellerinde keder;

 

Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,

Cin gibi bakıyor kundaktakiler;

 

Altı kadın vardı demir kapının önünde,

Sımsıkı gizlemişler saçlarını;

 

Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde,

Biri kavuşturmuş avuçlarını;

 

Bir jandarma vardı demir kapının önünde,

Ne dost ne düşman , nöbet uzun hava sıcak;

 

Bir beygir vardı demir kapının önünde,

Nerdeyse ağlayacak;

 

Bir köpek vardı demir kapının önünde,

Burnu kara , tüyü sarı;

 

Kamış sepetlerde yeşil biber vardı,

Torbalarda kömür , heybelerde soğan sarımsak;

 

Altı kadın vardı demir kapının önünde

Ve demir kapının ardında beşyüz erkek

Vardı efendim;

 

Altı kadından biri sen değildin ama

Beşyüz erkekten biri bendim.

 

 

Nazım Hikmet RAN

Şiirin hikayesi :

 

Nazım Hikmet Bursa cezaevindeyken pek çok Türk aydınıda cezaevinde yatmaktadır.Bunlardan biri ressam İbrahim BALABAN’dır.Balaban Bursa cezaevinde yaptıgı resimleri ilk N.Hikmet’e gösterip onun fikrini alırmış.Birgün yine yaptığı tablolardan birini N.Hikmet’e gösterir.Herzaman Balaban’ın yaptığı resim üzerine uzun uzun konuşan N.Hikmet bu sefer hiçbirşey söylemez.Sadece bakar.Sonra birden bire çekip gider.Balaban çok şaşırır.Bir süre sonra geri gelen N.Hikmet elindeki kağıdı İbrahim BALABAN’a uzatır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

VATAN HAİNİ

 

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.

Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne,

kapkara haykıran puntolarla,

bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un

66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali

Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.

"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet.

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."

 

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,

ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.

Vatan çiftliklerinizse,

kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,

vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,

vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,

fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,

vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,

vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,

ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,

vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası,

Amerikan donanması, topuysa,

vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,

ben vatan hainiyim.

Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:

Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

buyrun arkadaşlar size bi Nazım Hikmet eseri daha...

 

BU VATANA NASIL KIYDILAR?

 

İnsan olan vatanını satar mı?

Suyun içip ekmeğin yediniz,

Dünyada vatandan aziz şey var mı?

Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

 

Onu didik didik didiklediler,

saçlarından tutup sürüklediler,

götürüp kâfire: "Buyur..." dediler.

Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

 

Eli kolu zincirlere vuruluş,

vatan çırıl çıplak yere serilmiş.

Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş.

Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

 

Gün gelir çark düzüne çevrilir,

günü gelir hesabınız görülür.

Günü gelir sualiniz sorulur :

Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...