Jump to content

-Gnoxis Diyarı-


PiaA

Önerilen Mesajlar

Beklediğimden daha fazla fantastik temalı bir yerde bulunmaktayım şu sıralar. Gece karanlığında hayal gücüm daha baskın oluyor. Bu hikaye sebebiyle etrafımda görünenlerin bahsedilenlere yaklaşık olması pek mümkün görünüyor, yazılanlar hayal gücümde güzel ve kolay yer ediyor. Ellerine ve hayalgücüne sağlık. Devamını da dört gözle beklediğimi belirtmeden edemeyeceğim. Demek en güçlü toprak büyücüsü, kim bilir başımıza daha neler gelecek. :)

 

Daha hikayenin ilk bölümlerinde bu karakteri oluşturmuştum ama sen forumda hayalet gibi gezdiğin için ertelemiştim, iyi de oldu yerli yerinde oldu :D Ve teşekkür ederim , dostum :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BÖLÜM XIV-''ÇILDIRTAN BİLGELİK - LETHAL''

 

(Sevgili arkadaşlar, bu aralar işlerim çok yoğun olduğu için ve bir takım sıkıntılar yaşadığım için son günlerde dikkatimi hikayeye verememiştim.Ama Lethal beni bu durumdan kurtardı ve bu bölümün tamamını yazmayı kabul etti. Ona gerçekten çok teşekkür ederim . Bunu özel bir bölüm olarak saklayacağım ve XIV. bölümü , aklımda ki gidişata göre tekrar yazacağım . Bugün burada PiaA nın değil Lethal in kaleminden çıkan muazzam bir bölüm okuyacaksınız , teşekkür ederim ...Ayrıca bu hikaye romana dönüştüğünde de bu bölüm özel olarak kitapta yer alacaktır.)

 

Afar'ın en kuzeyinde donuk buzların tam ortasında gayet büyük bir dağ vardır. Bu dağa erişmek kolay değildir, insanların iliklerine kadar işleyen soğuğa dayanmak ve dağdan çok çok uzakta bulunan aşırı güçlü şifalı enerjinin keskinliğine dayanmak gereklidir. Bu dağın zirvesinde “Yükselenler kültü”nün takipçileri yaşar. Bu kültün takipçileri dünyaya huzur, şifa ve merhamet getirmek için tanrılarla bağlantıya geçer ve insanlığın üzerine sinmiş olan olumsuz enerjinin atılması için canla başla çalışırlar. Yükselenler kültüne kendisini adayanlar sıradan ve ortalama insanlar değillerdir. Onlar kuzeyin dayanıklılık ve dengeyi temsil eden yıldızlarının etkisiyle doğmuşlardır. Bu yıldızlar insana doğar doğmaz bir tecrübe ve sonsuz ancak kontrollü bir enerji kazandırır.

Sirius, hakiki bilgeliği merak ediyordu. Herkes onu bir kral olmaktan çok uzak diyarların bilgesi olarak tanımlasa da kendisini pek bilgeden saymıyordu. Hep bir şeylerin eksik olduğunu biliyordu ve bu eksik olan parçaları bulmak için çok fazla dolaşır, çok fazla insanla muhatap olurdu. Hayatı boyunca da yolculuklarında pek çok kültle ve pek çok bilgelikle karşılaşmıştı. Bazılarının o içindeki boşluğu doldurabileceğini zannetmişti ancak hepsinin içi boş ve sadece gösterişten ibaretti. Sirius'un içinden gelen sürekli olarak doğruyu ve gerçek olanı keşfetme arzusu onun aslında içinde bulundukları düzeni tanımlama arzusundan geliyordu. Kendisi neydi? Bu ıssız dünyanın ortasındaki bir kral olarak tanımlanması büyük bir acizlik değil miydi? Bu onun kazandığı bir şey değildi, onun soylu kanının ona hediye ettiği bir şeydi. Bu bir şans mıydı? Zannetmiyordu Sirius, sadece kendisinin anlamsız yere böbürlenmesine neden olan bir şeyden başkası değildi. Kendisinin kibirli hareketlerinden dolayı kendisinden utansa da, şimdi doğruyu arayan biri olduğu için en azından mutluydu.

 

George ve Cubido ile ilgili konularda Semestradan akıl alması gerekiyordu, tüm geleceklerini belirleyecek bir savaşın eşiğindeyken kararları vermek Sirius gibi bir kralı bile korkutuyordu...

Soil, Sirius ve Aurora Delilik Dağlarına doğru aslında Sirius'un gerçek bilgeliği merak ettiği için yola çıkmıştı. Sirius açıkçası Yükselenler Kültü ve Delilik dağlarıyla ilgili pek çok şeyi merak ediyordu. Yükselenler kültünün bilgeliğin tanrısı olan Semastra ile yakından olan bağlantısı Sirius'u oldukça meraklandırıyordu. Anlatılan efsanelere göre Semastra, bir büyücü yüzünden cehennemin kapısının açılması ile kıyameti engellemek için insanlığa fayda getirmek isteyen insanları toplamıştı. Onlara bilgeliğinden büyük bir kısmını paylaşmıştı fakat bunun karşılığında ömürlerini kendisine adalamarını istemişti. Zira bitmek bilmeyen kaos içindeki bu dünya ancak ki onların aralıksız ibadetleriyle düzelebilirdi.

Üzerinde bindikleri evcilleştirilmiş olan griffinler, hiç yorulmadan kanat çırptıkça onlar Afar'ın destanlara konu olmuş soğuğunu daha da hissediyorlardı. Tam olarak nereye gittiklerini de bilmiyor oluşları onları daha da karamsarlığa kapılmalarına neden oluyordu. Soil, Afar'ın en kuzeyindeki Delilik Dağlarının haritasını elbette ki okuyabiliyordu ve pek çok kez o dağlara gidip gelmişti. Ancak yaklaştıkça artan Delilik Dağlarının yaydığı çıldırtıcı enerji onun bildiklerini dahi ona unutturuyordu. Bu insanı maddiyattan soyutlayan, şifalı ancak aşırısı insanlara zarar veren, kültistlerin Semastra'ya taparak çağırdığı bu Delilik Dağlarından yayılan bu enerjiye Kuzey'in yıldızları altında doğanlar dahi kolay kolay dayanamıyordu. Aurora ve Soil bu dağa yaklaştıkça akıllarını kaybedeceklerini düşünürken Sirius onlar kadar etkilenmese de bu enerjinin varlığının farkına varıyorlardı. Aslında Soil daha önceden dağa geldiğini düşünüyordu ama bu dağın enerjisini düşündükçe aslında geldiğini zannettiğini de düşünüyordu. İkisinin de anıları ve akılları büyük bir karmaşa içindeydiler.

-Abi! Yeter artık! Dayanamayacağım! Biraz daha gidersek ben... Bilmiyorum. Zihnim büyük bir karmaşa içinde. Kontrol edebileceğimi zannetmiyorum!

Uzun süreler süren bu akıl almaz, dehşetvari sessizlik Aurora'nın bu feryatlarıyla kapanmıştı. Altında uçan griffinler dahi yorulmasa bile aşırı hareketler yapıyorlardı ve gittikçe onları kontrol etmek gayet zorlaşıyordu.

Aurora'nın bu isyanına Soil'de eşlik etmişti.

-Gerçekten! Yapamıyorum! Haritadan hiçbir şey anlamıyorum. Sanki zihnim kararmış gibi! Yapamayacağım. Gerçekten pes etmek istemiyorum bu tükenmez enerji... Bu bitmek bilmeyen zihinsel sonsuzluk... Gerçekten yapamayacağım Sirius. Ben bittim.

Bulutların arasındaki üçlü o an durmuştu. Güneş batacak gibiydi ancak saatlerden beri batmıyordu. Gökyüzü öylece soluk bir havayla aydınlanmıştı ve bir kaç metre ötesini göremiyorlardı. Kendileri adeta bir boşlukta gibiydi. Yorgunlukları aynı zamanda zihinlerinde bitmek bilmeyen karmaşayla birlikte iken pek de mutlu değillerdi.

-Kız kardeşim! Dostum! Kendinize gelin! Bunun bizim için ne denli önemli olduğunun farkında değil misiniz? Lütfen zihinlerinize hakim olun!

Aurora nefes nefeseydi, yüzü kızarmıştı ve gözleri oldukça kısılmıştı. Dudaklarından akan kan, çenesinden akıyordu ve halinin çok kötü olduğu belliydi. Griffinini kontrol etmekte oldukça zorlanıyordu ve Griffin resmen altından fırlayacak gibiydi. Griffinler gerçekten bir yukarı bir aşağı hareket etse de Aurora'nın elleri tutamaz hale geldiği için o kontrol etmekte daha da zorlanıyordu.

-Anlamıyorsun... Anlamıyorsun abi! Bu hiçbir şeye benzemiyor. Bu fiziksel bir acı değil... Ben dayanamayacağım. Geri dönüyorum, ne olur bana acı...

Aurora bu sözünden sonra griffinin üstüne yattı ve griffinin boynuna sarıldı. Griffin iyice gerilmiş bir yaydan fırlayan ok gibi geriye doğru hızlıca gitti. Açıkçası Sirius bir şeylerin hiç normal olmadığını anlamıştı.

-Sirius... Bende gitmek zorundayım. Hem Aurora'nın başına bir şey gelmemesi için hemde kendimi kötü hissettiğim için. Ne olur beni affet. Eğer gidebiliyorsan kendin git.

Ve bunu dedikten sonra Soil'de Aurora'nın peşinden aynı hızla gitmişti.

Sirius bir şeylerin gayet ciddi olduğunu anlamıştı ancak gerçekten kendisini kötü hissetmiyordu. Açıkçası yolunu bilmese dahi enerji onu öylesine mest etmişti ki sanki nereye gideceğini içten içe çok iyi biliyordu. Griffini ona büyük zorluk çıkarıyordu. İçsel anlamda uzun zamanlardan beri duymuş olduğu boşluk hissinin azaldığını fark etmek açıkçası onu tatmin ediyordu. Sadece kendisini korkutan tek bir şey vardı, nereye gidiyordu?

En sonunda bir takım çınlamaları duyduğunu fark edince delirmeye başladığını düşündü. Bitmek bilmeyen, hiç eksik olmayan bu çınlamalar beyninde sürekli yankılanıp duruyordu. Bu rahatsız edici değildi ancak sağlıklı bir zihnin bu sesleri duyacağını zannetmiyordu. Bu sırada griffini artık kontrolden çıkmış gibiydi ve ona hükmederken epey bir zorluk çıkarıyordu ona.

-Bizim topraklarımızdasın Sirius.

En sonunda Sirius'un kulağını dolduran çınlamalar anlamlı bir sese dönüşmüştü. Sirius Delilik Dağlarının etkisiyle çıldırmış mıydı? Çünkü çevresinde ona seslenen hiçbir şey görmüyordu. Müthiş bir boşluktan başka bir şey yoktu ama kafasında çınlayan tok, hiç olmayacak kadar net bir sesi duyuyordu.

-Eğer devam etmek istiyorsan bacē, griffini bırak.

Gerçekten de griffini devam etmiyordu, sürekli olarak geriye doğru kaçmaya çalışıyordu fakat Sirius onu zorlukla zaptediyordu.

Sirius artık çıldırdığını düşünüyordu, gözlerini kapattı ve kafasında yankılanan sese bağırarak cevap verdi.

-Ama o zaman düşerim!

-Düşmezsin bacē, maddesel koşullar sana hükmetmez. Sen sadece aklındaki nedenlerle kendini sınırlarsın. Gözlerini gerçekten aç ve ne olduğunu gör, gözlerini açtığında bana güleceksin.

Sirius geri dönmeyi gerçekten düşündü, öylesine bir dehşete düşmüştü ki bu işin gayet ciddi olduğunu bildiği için geri dönmemeye karar verdi. Açıkçası o sesin ne demek istediğini anlamıştı zira bunu pek çok kez duymuş, üzerinde düşünmüştü. Madde ile insan zihninin arasındaki bağlantı... Peki ya bilinçaltını mı duyuyordu yoksa gerçekten ilahi bir ses mi bunu söylüyordu? Bilmiyordu ancak altındaki griffin kanatlarıyla Sirius'u dövmeye başlayınca Sirius kendisini griffinden aşağı attı. Gerçekten de yere düşmemişti, bulutların üzerinde bir yola düşmüştü.

-İlk testini bitirdin Sirius.

-Maddeyi aşmak mı?

Kafasında alaycı bir kahkaha rahatsız edici bir şekilde yankılandı. Sirius kahkaha ile ağrıyan başını tuttu ve bu şekilde o kahkaha bitene kadar kaldı.

-Hayır, madde aşılacak bir şey değildir. Madde insanın somut bir düzlemde var olması için bir düzlemdir bacē. Senin aştığın şey seni sınırlayan zihnindir güzel dostum. Ancak yine de demek istiyorum, ilk testten kastım kendini aşmak değildi. Buraya gelmekti. Yolculuk uzundu ve sen bu dağlara gelmen gerektiğini kanıtladın.

-Kanıtlamak? Yani ben seçilmiş kişi falan mıyım?

-Seninle beraber gelen iki kişi aslında erdeme ve bilgeliğe doymuş insanlardı ve nasıl ki tok bir insan biraz daha yemeği geri çevirir aynen onlarda bu bilgelik yayan enerjiyi geri çevirdiler. Sen ise açsın, bilgeliğe açsın.

-Ama ben onlardan daha bilgeyim!

-Değilsin. İlkel olan görünen aslında en gelişmiş formdur. Senin onlardan farkın sorgulayan ve merak eden olmandır. Onlar sorgulamadılar, merak da etmediler zira gerçekten buna ihtiyaçları yoktu. Sen ise onlardan herhangi bir farkın kalmayana kadar öğreneceksin.

Sirius'un kafasını karıştıran cümlelerdi bunlar. Ne diyeceğini bilemiyordu, ne duyduğunu da anlamıştı. Bir süre bulutların üzerinde öylece kaldı ve bunları sorguladı. Ardından başını gökyüzüne doğru çevirdi, iç çevirdi.

-Sen yoksa... Bilgelerin babası, bilgeliklerin gerçek sahibi haşmetli tanrı Semastra mısın?

Sirius yine o rahatsız edici kahkahayı duymuştu ancak bu sefer o kadar da rahatsız olmamıştı. Hatta bu sefer kahkahası alaycı değil, tatlı bir kahkaha olarak gelmişti.

-Değilim bacē... Ben sadece ruhu kadim zamanlardan kalan bir kültistim. Ben bir bütünüm, kültistlerin ruhunu paylaştığı bir bütünüm. Ben... Sadece bir kadim kültistim. Benim bir ada ihtiyacım yok, ben maddesel olarak sınırlandırılamam. Bende sadece bütün evrenin karmaşık merkezinden yayılan enerjinin bir parçasıyım.

-Sizinle tanışmak bir şeref bana.

-Şeref diyorsan... Şeref olsun. Ama açıkçası buraya gelmeden de benimle tanışabilirdin. Sadece bir anlık farkındalıkla. Ama sen dostum... Sadece bilgeliğinle böbürlenmeyi seçtin ve anlamsız, sonlu safsataları biliyor olmayı kendine büyük bir bilgelik olarak addettin. Ben senin zaten içindeydim, bütün evrenin içinde olması gibi. Eğer kendini aşabilseydin, daha önce de tanışırdık. Yine de üzülme, tanıştığımıza göre hiçbir şeyin önemi artık yok.

-Sana bir sorum olacak. Neden Delilik Dağı diyorlar?

-İnsanların varlıksal anlamda belli sınırları vardır. Bilge olan birinin daha da bilge olmasına gerek yoktur, zira bileceği daha fazla bir şey yoktur. Bilgiye ihtiyacı olmayan zihinlere bu enerji zihinlere yanlış bilgiler aşılayacaktır ve onları delirtecektir. Basit değil mi?

-Anlıyorum.

-Seni bir teste sokmak istiyorum. Biraz ilerlediğin zaman tahtadan bir kapı göreceksin. O kapıyı açınca kendini bambaşka bir yerde bulacaksın. Eğer testi geçersen seni tekrar bu bulutların üstüne alacağım. Gördüklerin bir illüzyon olmayacak.

-Peki.

Sirius üşümüyordu ve ayakları titremiyordu. Kendini gayet iyi ve mutlu hissediyordu. Ayağının altından kayan bulutların üzerinde tatlı tatlı yürüdü ve kapıyı açtı fakat o kapıyı açtığında bir anda ortalık kararmıştı bir anda kendisini homurtuların içinde bulmuştu. Homurtuların geldiği yere baktığında büyük bir trollün kendisine saldıracağını fark etti. Koşabildiği kadar koştu, kaçabildiği kadar kaçtı. Trollün homurtuları ve pek çok şeyi kendisini müthiş bir biçimde korkutuyordu. Ne yapacağını bilemedi. Bilincini kaybetmişti ve hayatta kalma içgüdüleriyle hareket eder olmuştu. En sonunda yorulmuştu ve troll onun kafasına ölümcül yumruğunu indirecekken bir anda kendisini yumuşak bulutların içerisinde bulmuştu.

-Testi geçemedin.

-Ne? Ama nasıl? Test neydi ki?

-Bilincini aşman konusunda sana ne demiştim? Korkularımız, anlık korkularımız bizim zihnimizde kabul ettiğimiz maddesel sınırlarımızdan kaynaklanmakta benim dostum. Eğer o trollün sana zarar veremeyeceğini kabul etseydin sanırım korkmazdın.

-Hadi ama... Ben korkudan çıldırıyordum.

-Olabilir. Zaten seni bu yüzden affettim. Hadi şu karşındaki kapıyı aç da bir sonraki testinde kendini ispatla bakalım.

Sirius dersini almıştı. Hayati durumlarda korkmasına gerek yoktu zira ki kendisine zarar verebilecek her şeyin aslında kendisi zarar vereceğini kabul etmişti. Büyük bir sakinlikle yine benzer bir şekilde test bekledi. Ancak bu sefer ki bambaşka bir testti. Çırılçıplak bir şekilde kendi avlusunda yürütülüyordu. Tahtının olması gereken elinde idam elini tutan bir cellat vardı. Arkasındaki askerler ise ona hakaretler yağdırarak kılıcıyla onu zorla yürütüyorlardı.

-Hain!

-Nasıl olurda kardeşini yalnız bırakırsın?

-Soysuz pislik!

Onu pek seven halkı bu sefer onu çürük domesteslere tutan öfkeli bir halktı. Çıplak olduğu için utanmıştı ve aşağılanmaları duydukça kendisini oldukça kötü hissediyordu. En sonunda askerler başına tekmeyi yapıştırmıştı ve başı yere çarpmıştı. Cellat ise onun başını tutup idam ipini boğazına geçirdi. Ancak tam bu sırada yine kendisini bulutların üstünde bulmuştu.

-Yine geçemedin.

-Ama anın dehşetinden zihnim bulanmıştı.

-Maddenin bize verdiği iki korku vardır bacē. Aynı tuzağa bir daha düşmeyeceğini zannediyordun ama düştün işte. İki korkudan biri bizim ilkel korkularımızdır ve bunlar hayatta kalma isteğimizden gelir. Diğer korku ise bizim sosyal korkumuzdur. Sosyal anlamda ölmek, emeklerinin heba olması gibi pek çok şey en az ilkel korkuların kadar tehlikelidir. Bu korkuları aşmanın tek yolu vardır, zihnin sana olan maddesel dayatmalarını aşmak.

-Anladım.

-O zaman bace, yolun açık olsun.

Sirius Delilik Dağlarını görmüştü, Delilik Dağlarının zirvesindeki tapınakları da görmüştü. Sirius o tapınaklara doğru olan bulutların üstündeki yoldan giderken Kadim Kültist ona bir hikaye anlatıyordu. Bu hikaye neden kültistlerin var olduğunu anlatan bir hikayeydi

“Aşağılık Malbona!

O istedi gökyüzü karardı...

O istedi bereketler topraklar donuk çöller oldu...

O istedi taze fidanlar çürüyen ağaçlar oldu...

O istedi genç savaşçılarımız silah tutamaz ihtiyarlar oldu...

O büyücülerin arasında lanetlenmiş olandır!

O büyücülerin arasında en aşağılık olandır!

O kuzeyin insanlığa olan en büyük lanetidir!

O Siren'i cehennemden çıkaran berbat nekromantiktir!

O onursuzluğu, şerefsizliği ve soysuzluğu insanlara öğreten akılsızdır!

Lanet olsun ona!

Lanet olsun onun cahil neferlerine!

Lanet olsun onun yolunu tutan aşağılık büyücülere!

Onlar ve o ne yaptığını bilmedi, cehennemin kavurucu azabını dünyaya getirdi!

Biz Yükselenler onu durdurmak için çabaladık.

Biz Yükselenler onun lanetinden dünyayı kurtarmak için çabaladık!

Gücümüz yetmedi.

Yok olacaktık... Bu dağın zirvesine yetiştik ki bizi bulamasınlar...

Tanrıların gücü bile Malbona'nın aptallığına yetmedi!

Umudumuz kalmamıştı...

Umudumuz... Tükenmişti.

Elimizden geleni yapmıştık.

Ancak onu durduramadık.

Kral Vjnesif!

Afar'ın kahramanı...

Buzulların gerçek muzafferi!

Donuk toprakların gerçek efendisi...

Tanrıların bile saygı duyduğu yüce kişi...

Gelmiş geçmiş en büyük şövalye...

Kötülüklerin ve kaosun en büyük düşmanı!

Şeytanlar onunla savaş meydanında karşılaşsa kaybedeceklerini anlayıp kaçar!

Onun öfkesinin karşısında durmaktansa ona secde etmek evladır!

Onun takdirine nail olan herkes adeta kutsanmıştır!

Onun mor beyaz kalkanının önünde durmak büyük bir korkudur!

Onun mor beyaz kalkanının arkasında durmak ise ne büyük talihtir!

Selam olsun ona!

Selam olsun onun yolunda olanlara!

Selam olsun onun yolunu tutan aziz savaşçılara!

O gençken buzulların kalbi Afar'da yenilmez kabilelerin reislerini yendi.

Afar'da kadim zamanlardan bugüne kadar gelecek olan devletini kurdu.

Afar'daki haydutları ve kaosu bitirdi.

Ümidimizi kaybetmişken Kral Vjnesif Malbona'ya meydan okudu!

Dedi ki... "Malbona! Kılıcını çek! Tam karşındayım!"

Malbona bir elinde cehennemlik kılıcını, diğer elinde alev toplarıyla karşısına çıktı.

"Vjnesif! Sen ve ben iki farklı kutupuz. Savaşmanın anlamı yok, kazanan olmayacak. Kavgamız sonsuza kadar sürecek! Tarafıma gelemeyeceksin biliyorum ama savaşmanın anlamı yok!"

Kral Vjnesif cehennemin kara büyücüsünü dinlemedi, boyu Malbona kadar olan silahını çıkardı ve haşmetli kalkanını havaya kaldırdı.

"En azından tarafım belli olur, insanlığın laneti!"

Vjnesif kılıcını çekti, Malbona ile savaştı.

Savaşlarında gökyüzü inledi.

Malbona'nın milyarlarca kölesiyle savaşan Vjnesif pes etmedi.

Vjnesif'in bitmeyen akıl oyunlarına boyun eğmedi!

Gayet doğru ve dürüst oldu!

Ona tanrılar yardım etti.

Savaşını bütün dünya merakla bekledi.

Sonucunda Malbona'yı yendi!

Kalbine o şerefli kılıcını tam o lanetli kalbine indirecekti ki Malbona dile geldi.

-Sen... Beni öleceğimi mi zannediyorsun? Enerjim bütün dünyaya yayılacak ve bütün dünya mahvolacak!

Vjnesif ona kanmadı. Bildiğini yaptı ve Malbona'nın ruhunu cehenneme yolladı.

Tanrılar Vjnesif'i ölümsüzlükle ödüllerdirdi!

Bütün dünya ondan ilham aldı.

Vjnesif o büyük savaştan sonra diyar diyar dolaştı ve akıl verdi.

Yardımcılarıyla Malbona'nın yarattığı kötülüklere karşı savaştı.”

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BÖLÜM XIV-UÇUŞ

Karakterler:

Sirius

Aurora

Hanne

Flag-Celali

Nevinost-Alev

Carlo-Paradoks

Hayalet-Lethal

Soil-Arec

Cubido-Sidar

George-PiaA

 

Toprak büyücüsü Soil in evi tamamen ahşaptan yapılmıştı, küçük bir masa, arkasında ki rafta içkiler, bardaklar ve tabaklar olan bir mutfak tezgahı... Hepsi ormanın bir hediyesiydi ona. Duvarlara çeşit çeşit hançerler ve kılıçlar asılıydı, oldukça zengin bir çeşitliliğe sahip kütüphane raflarıyla oldukça uyum içindeydi tüm silahlar. El yapımı ciltli kitaplar üzerlerini kaplamış tozun altından sırıtıyordu. Tavan, Gnoxis Diyarında hiç bilinmeyen ve yetişmeyen değişik sarmaşık ve çiçeklerle bezenmişti. Hatta mor ve turuncu anaforu yaprakları olan, güle benzeyen çiçek son derece ölümcül bir görünüşe sahipti.Pencerelerin kenarlarına toplanmış perdeler kasırgakıranların tüylerinden yapılmıştı ve açık mavi-gümüş renginde parıldıyordu.

Rüzgar pencereleri sarsarken yağmur damlaları da hasretle dolup taşmış bir sevgili gibi dövünmeye başlamıştı kapının ardında. Rüzgarın ıslığı ağaçların hışırtısıyla karışıp eşsiz bir başyapıtın gizemli melodilerini oluşturuyordu.

Soil, Sirius ve Auroraya masaya oturmalarını işaret etti ve onlar otururken mutfak tezgahının üzerindeki meşe bir fıçıdan üç kadeh viski doldurdu.

 

-İşte alın, bunlar sizi hemen ısıtır. Tekrar hoş geldiniz mütevazi evime.

Aurora kadehten bir yudum alınca suratı garip bir hal aldı, ama kibarlığını bozmamak için püskürtmek yerine yutmayı tercih etti ve hemen o anda boğazından midesine kadar alev aldı. Yanakları kızarınca Sirius kahkayı patlattı.

 

--Binlerce yıldır yaşayıp da içkiyle arası bu kadar kötü olan bir tek sen varsın sevgili kardeşim.

 

---Benimle dalga geçmeyi bırak, anlamıyorum bu şeyi nasıl sevdiğinizi, ökseotu da aynı işe yarıyor onu neden bu kadar sevmiyorsunuz!

 

-Aslında prenses içkinizin içinde ökseotu da var, benim özel tarifim..

Aurora sadece gözlerini devirmekle yetindi ve meydan okurcasına kadehini tek seferde bitirip, son anda kusmaktan kurtulmuş gibi bir yüz ifadesi takındı.

Sirius bir süre kehribar rengi içkisine baktıktan sonra gözlerine Soil in üzerine dikti.

 

--Biraz tavsiyede bulunmana ihtiyacım var dostum, taktir edersin ki yolumuz buradan sonra oldukça zorlaşacak.

 

-Evet...Bir kaç tavsiyem var sizin için, Kral Sirius. Kasıgakıranlara bindikten sonra yarım günlük bir yolculuğun ardından yere inmeniz gerekecek çünkü bir fırtına daha boy gösterecek. İnmeniz gereken yere geldiğinizde aşağıda kırmızı renkli ağaçlarla bezenmiş bir alan göreceksiniz. Oraya indiğinizde gövdesi diğerlerinden çok daha kalın bir ağaç göreceksiniz. İçi çürümüş ve oyulmuş ağacın içine girin ve fırtına dinene kadar kendinizi saklayın. Tekrar yola çıktığınızda benim görümün de dışına çıkacaksınız, buradan sonrası tamamen gizem dolu ve her kararınızdan tamamen kendiniz sorumlusunuz.Ve atlamamanız gereken bir diğer konuysa...( Soil masadan kalkıp kitaplığa yöneldi ve rafın üzerinden içinde toprak dolu bir kavanoz alıp masaya geri döndü.) Bu kavanozun içinde ki toprağı, içinde saklanacağınız ağacın dibine dökmelisiniz aksi halde keskin dallarıyla sizi parçalamak için her şeyi yapacaktır.

Aurora bunu duyunca bir içki daha almak için meşe fıçının yanına gitti ve kadehini tıka basa doldurdu.

 

--Ne bakıyorsunuz, ben yetişkin bir kadınım ve istediğim kadar içebilirim.

 

Sirius ve Soil gülümseyip konuşmaya devam ettiler.

 

--- Yani Soil, o ağaçtan sonrası şu an tahmin edemeyeceğimiz zorluklarla dolu... Pekala. Bana gereken bir kaç malzeme var, eğer onları benim için sağlayabilirsen minnettar olurum.

 

Soilin meraklı bakışını görünce devam etti.

 

---Öncelikle istediğim, senin kuvvetli merhemlerinden bir kaç şişe.. Çünkü hedefe yaklaştıkça büyü gücümüz zayıflayacak, yaralanırsak bunun için hazırlıklı olmamız gerekli. Ayrıca uzun süre dayanabilecek erzaklar gerekli ne olacağı belli olmaz ve lütfen biraz tütün, yanıma almayı unutmuşum...

 

--Hepsini olmuş bil dostum ve..Sanırım kardeşin için bir şişe viski ayarlasam iyi olacak..Bu kaçıncı kadeh Prenses? Dört mü ?

 

---Bana...Benim...Aslında bu velet çok da kötü değilmiş. Başım dönmeye başladı sanırım şurada...Hayır hayır tam şurada uyusam fena olmaz.

Aurora sallana sallana masadan kalkıp kalın bir ayı kürkünün üzerine kıvrıldı ve hızlıca uykuya daldı. Sirius ve Soil ise bir kaç saat daha gizemli ses tonlarıyla konuşmaya devam ettiler, arada bir kahkalar atıldı ama genel olarak puslu bir muhabbetti. Kadehlerce viski gidip geldi masaya ve çakırkeyf halleri evi doldurmuş pipo dumanıyla bütünleşti. Nihayet Soil de bir köşeye kıvrılıp uyudu. Sirius uyumadı elbette, piposunu dudaklarına yerleştirdi ve sabahın ilk ışıklarını görene kadar düşünüp durdu.

------------

 

Gnoxis Diyarında işler George ve Cubido için oldukça ilerlemişti. Tam sürat eğitimleri devam ediyordu ve oldukça çok şey öğrendikleri söylenilebilir. George savunma büyülerinde ustalaşırken Cubido ok ve yayına yönelik saldırı büyüleri öğreniyordu. Büyüsüz dövüşte de oldukça yol katetmişler hatta bir keresinde George baltasıyla Hayalet e neredeyse vurmayı başarıyordu. Cubido hedefleri tam on ikiden vurmakta biraz zorlanıyordu ama yine de fena değildi. Bu gece ki eğitimleri bittikten sonra Cubido George u tavernaya götürmeye ikna etmişti. Sirius başka bir diyarda yolculuğa hazırlanırken onlar tavernada kendilerinden geçmişlerdi..

http://i.hizliresim.com/VEQAqy.jpg

Gün doğmadan tavernadan ayrıldılar ve eve doğru sallana sallana yürürlerken George bir anda durdu.

 

-Cubido, sen yürümeye devam et benim yapmam gereken bir kaç işim var.

 

--Bu saatte mi? Ama... Pekala, gelmemi istemediğinden emin misin?

 

-Evet..Evet..Sen git ben de çok geçmeden gelirim..

Cubido yürümeye devam ederken George da Hanne nin evine doğru ilerledi. Kapının önüne gelip kapıyı yumrukladı. Kapı hızla açıldı... Hanne su yeşili ipek bir gecelik giyinmişti, George onu ilk kez gecelikle görüyordu bir an afalladı ve şaşkın şaşkın Hanne nin yüzüne baktı.

 

-- Bu saatte ne işin var burada George! Neler oldu? Sen sarhoş musun?

 

---Aslında evet, Cubidoyla biraz eğlendik..Şey..Aslında buraya gelmek kötü fikirdi, gitsem iyi olacak...

 

--Hayır bekle! Geldiğine göre söylemek istediğin bir şey var. İçeri gel lütfen sana kahve hazırlayayım.

George kapının çeperlerine çarpa çarpa içeri girdi ve ahşap bir sandalyeyi gözüne kestirip kendini atarcasına oturdu. Bir kaç dakika sonra elinde kahveyle Hanne yanına geldi. George kahvesini yudumlarken Hanne hınzır bir gülümsemeyle ona bakıyordu.

 

--Hanne.. Artık söylemem gerekiyor bunu daha fazla saklayamam. Ben.. Ben sana aşık oldum. İlk gördüğüm andan beri aşığım ve bir an bile seni aklımdan çıkartamıyorum... Hanne. Ben, seni seviyorum. Savaşçı ruhum üzerine yemin ederim ki tek düşünebildiğim senin güzelliğin ve yağmur sonrası havaya yayılan toprak kokusunu andıran kokun.

Hanne bir kaç saniye boyunca George a ifadesiz bir yüzle baktı ve bu bakışı George un söyledikleri için pişman olmasına yetti. Ama hemen sonra kocaman bir gülümse yayıldı yüzüne..

 

--Aah George.. Bunu itiraf etmeni uzun zamandır bekliyordum aslında çünkü ben itiraf edemeyecek kadar korkuyordum. Evet... Bende aşık oldum ve bu aşkı her lahza iliklerime kadar hissediyorum..

 

George kocaman bir gülümsemeyle sandalyesinde geriye yaslandı ve tam o anda sandalyenin arkası kırıldı ve George sırt üstü yere kapaklandı. Hala gülüyordu ve Hanne de kahkaha atmaya başladı onu kaldırmaya çalışırken. George ayağa kalkınca yüz yüze geldiler. Zaman sanki durmuştu. George Hanne nin yüzündeki her bir kıvrımı net bir şekilde görebiliyordu..Gözleri,burnu,yanaklar

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...