Jump to content

2012 Yılı Dünyanın Sonu mu ?


seth

Önerilen Mesajlar

bildiğim kadarı ile bu kehanet marduk ile maya takvimlerinde geçen 2012 yılının dünyanın sonu olarak gösterilmesi..

 

maya takvimi zamanının ötesinde çok net ve kesin bir şekilde (astronomi gözlemleri veya çeşitli iddalara göre uzaylılar tarafından verildiği söyleniyor) bir yıllık süreyi hesaplayabilmiş ve çok detaylı bir takvim oluşturmuşlardır, bu takvim tabletteki bilgilere göre yıl yıl artıntılı olarak yer almakta fakat 2012 yılında bitmektedir ve 2012 yılı için büyük bir tufandan bahsedilmektedir..

 

Metafizikle uğraşan büyük bir çoğunluk da 2012 yılının şuan içinde bulundğumuz insinasyon evresinin yani aydınlanma ervremizin bitip yenisinin başlayacağı yıl olduğudur, yani daha ruhsal varlıklar haline geleceğimiz yada saf enerji haline dönüşeceğimizi düşünmekteler.. Buna örnek olarak da hiç ilgisisz insanların bile son zamanlarda meditasyon, yoga vb ruhsal aydınlanma yolunda kitleler halinde hareket edilmesi gösterilebilir..

 

dünyaya yaklaşan gök taşı hakkında da birşeyler okumuştum 2032 yada 2028 de olabilir tam hatırlamıyorum ama nasanın sayfasında dünya için çarpışma riski olan göktaşları diye bir bölüm var orada yazıyor gerçekten. bakmıştım ama risk olarak düşük diyordu

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bu güne kadar sapmadan işleyen mükemmel bir sistemle çalışan bir takvim yapmışlar ve sapmıyor, bunca yıllık takvimi hesaplamışlar ama 2012 de bitiyor ve kehanetler var büyük tayfunla ilili,, insan tedirgin oluyor tabi niye biiyor bu takvim diye..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Umarım bir cevap olabilir. Ben bu konuyu çok inceledim. Bütün dünyayı ilgilendiriyor. En çok da Türkliye'yi. Bu yazı akşam gazatesinden bir alıntıdır.

MARDUK GELİYOR MU?

Rus asıllı Amerikan Yahudisi Zecharia Sitchin`in 1976 yılında yazdığı `The 12th Planet` (12`nci Gezegen) adlı kitap ABD`de yayımlandı ve çok kısa bir süre içinde hatırı sayılır satış rakamlarına ulaştı. Kitap, İngilizce konuşulan ülkelerin hemen tümünde, ciddi yankılar yarattı. Sitchin, özellikle Yakındoğu dillerinde uzman sayılabilecek bir dilbilim meraklısıydı ve yalnızca günümüzde konuşulan İbranice, Arapça ve Farsça`ya değil, `ölü diller` aşamasına geçmiş, antik dillere de fazlasıyla hakimdi. Bu donanımını ve eskiçağ tarihine olan yoğun ilgisini kullanarak yaptığı çalışmasındaki en önemli avantajlarından biri, yorumladığı belge, tablet ve papirüslerdeki metinleri ikinci el çevirilerden çok, orijinal dillerinden okuma yetkinliğinin yanı sıra, söz konusu dillerin gelişim süreçleri içinde birbirleriyle olan yakınlaşma ve ilişkilerini de çok iyi izleyebilmesiydi.

 

`12`nci Gezegen`, insanlık tarihinin binlerce yıl gerilere giden serüvenini, bir başka gözle ve farklı yöntemler kullanarak yeniden okuma üzerine kurulu, oldukça sansasyonel bir araştırmaydı.

 

İlk tarım merkezli kentlerin kurulmasından, Roma İmparatorluğu`nun yükselişe geçmesine dek olan süreci, bilinen ve tarih kitaplarında anlatılanlardan son derece farklı bir değerlendirmeyle yorumlayan yazar, bu oldukça radikal çalışmasının başlangıç noktasını da, Mezopotamya`nın gizemini hala koruyan en eski uygarlıklarından Sümer`in üzerinde odaklamıştı.

 

Gizemli cisim

 

Neyi anlatıyordu bu kitap, niçin bu denli büyük yankı yaratmıştı? Çok kısa olarak özetlemek gerekirse, 12`nci Gezegen, yazının ilk kez kullanılmaya başladığı eskiçağ uygarlıklarının tapınak geleneklerinin merkezinde yer alan `gökyüzü gözlemciliği` kültürünü enine boyuna inceleyerek, günümüze ancak kırıntıları kalmış bir `antik bilgi`nin izlerini sürmeye çalışıyordu. Bunu yaparken de yazılı belgelerin günümüz tarihçileri tarafından içeriklerine göre kategorize edilip, çiviyazısı tablet ve papirüslerdeki çoğu metnin `mitoloji` ya da `dini fantezi` olarak bir kenara atılması alışkanlığına hiç rağbet etmiyordu Sitchin. Tersine, onun yöntem ve yaklaşımına göre asıl üzeri örtülü olan ve kritik nitelik taşıyan bilgiler, bizzat inanç sistemlerine mal edilen dinsel metinlerin ve `edebiyat` ana başlığı altında `masal` sınıfına sokulan o görkemli mitolojik külliyatın içinde aranmalıydı.

 

Sümerler Nibiru diyordu

 

Sümer, Babil, Mısır, Hitit, Pers ve İbrani kültürlerine ait çiviyazısı tabletler, papirüsler, kaya yazıtları ve silindir mühürler üzerinde 30 yıla yakın bir süre çalıştıktan sonra, araştırmalarının vardığı sonuçları okurlarıyla paylaşmak isteyen Sitchin, 12`nci Gezegen adlı ilk kitabında, kurulu düzenin genel kabul gören bilimsel anlayışını ciddi biçimde sarsacak, şaşırtıcı iddialarla çıkıyordu ortaya. Buna göre, güneş sistemimiz içinde, binlerce yıl önceki uygarlıkların tapınak rahiplerinin ve gökyüzü gözlemcilerinin bildiği, ancak kültürün değişim sürecindeki ciddi bir kopukluk nedeniyle bizlerin büyük oranda habersiz kaldığı bir büyük gök cismi daha vardı. Sümer kültüründe `Nibiru`, yani `ortadan geçen` olarak adlandırılan bu gök cismine Mezopotamya`da Sümer sonrası dönemin egemeni olan Akat uygarlığında `Marduk` adı verilirken, Mısır`da `Milyonlarca Yılın Gezegeni` adıyla anılmıştı ve Hint, Pers, Hitit ve İbrani kültürlerinde de izlerine belirgin olarak rastlanıyordu.

 

Yakındoğu kültürünün inanç sistemlerindeki sayı gizemciliğine ve tapınak kültürlerinde özellikle `zaman birimi` olarak kullanılan değerlerin astronomik süreçlerle ve döngülerle olan ilişkisine dikkati çeken Sitchin, Sümer`den başlayarak Mezopotamya matematiğinde ve takvim sisteminde özel bir önem atfedilen, kutsal `3600 yıl` döngüsünün, doğrudan doğruya bu gezegenin yörünge süresiyle, yani güneş çevresindeki bir turunu tamamlamasıyla bağlantılı olduğunu savundu. Bir başka deyişle, yörünge süresini yaklaşık 250 yılda tamamlayan, bildiğimiz en uzak gezegen konumundaki Pluton`un bile çok çok ötelerine dek uzanabilen bir gök cisminden söz ediyordu Sitchin. Oldukça uzun bir süredir dünyada hüküm süren uygarlıkların bu gök cisminden habersiz görünmelerini hem bu uzun yörünge süresi nedeniyle gözlerden uzak kalmasına, hem de özellikle son iki bin yıl içindeki bilgi yitimine bağlıyordu.

 

Böylesi uzun yörünge periyotlarına sahip olan gök cisimlerine yabancı olmadığımıza dikkat çekerken de, Mezopotamya ve diğer Yakındoğu uygarlıklarının kayıtlarında izine rastladığımız Marduk`un, kuyrukluyıldızlar benzeri fazlasıyla eliptik bir yörüngeye sahip olduğunu ve bir tam turu içinde Güneş`in çok çok uzaklarına dek gittikten sonra yeniden yakınlaşmaya başladığını anlatıyordu. Buna göre, oldukça uzun bir süre görünmez olan Marduk, turunu tamamlarken yeniden Güneş`e ve dolayısıyla dünyaya yakın geçiş yapıyor; bu aşamada da güçlü çekim etkisinin sistem içinde yaratacağı istikrarsızlık ve değiştireceği dengeler nedeniyle yeryüzünün kim bölgelerinde bir hayli etkili olan doğal afetler yaşanıyordu art arda. Dolayısıyla Sitchin`e göre, bütün inanç sistemlerinde ve kutsal metinlerde bir biçimde var olan `Büyük Tufan` miti dahil olmak üzere, dünyayı etkilediği varsayılan geniş çaplı doğal afetlerin birçoğunun ardında Marduk bulunuyordu.

 

Gökten inenler

 

Eğer 12`nci Gezegen`de temel çerçevesini çizmeye çalıştığı teorisi bu kadarla kalsaydı, belki kitap bu denli sansasyon yaratmayacak ve görece daha `hafif şiddette` tartışmalara neden olacaktı. Ama Sitchin, `Dünya Tarihi` adını verdiği bu kitap dizisi içinde ayrıntılarına girdiği tezlerinde çok daha ileri noktalara gitti: Marduk gezegeni üzerinde yaşayan oldukça gelişmiş ve yetkin bir uygarlık vardı onun görüşüne göre. Eski Sümer metinlerinde `gökten yere inenler` anlamına gelen ve `büyük tanrılar` için kullanılan `Anunnaki` kavramı, düş ürünü mitolojik tanrıları değil, yüzbinlerce yıl önce Marduk gezegeninden dünyamıza inen ve üzerinde bir koloni kuran `yabancıları` betimlemekte kullanılan bir özel isimdi! Benzeri biçimde, Tevrat`ın ilk bölümü olan Tekvin`in altıncı babında, Tufan öncesi dönemi anlatan ayetlerde geçen `O zamanlar yeryüzünde Nefilim vardı, bunlar eski zamanın güçlü ve ünlü adamlarıydılar` ifadesi de, bizzat bu yabancı ırka gönderme yapıyordu Sitchin`e göre. Çünkü kimi modern çevirilerde `Devler` olarak değiştirilen `Nefilim` sözcüğü de eski İbranice`de tıpkı Sümer dilindeki `Anunnaki` gibi, `Yukarıdan aşağı inenler` anlamına gelmekteydi.

 

Tepki büyük oldu

 

Sitchin`in kitabı yalnızca bilim dünyasından değil, Ortodoks inanç çevrelerinden de yoğun tepki aldı. Oysa kendi yaklaşımı açısından Sitchin, Kutsal Kitap`a aykırı düşmek bir yana, onu birçok yönüyle doğruladığı görüşündeydi ve aslında fazla radikal bulunan bu teorisini, başta Tevrat olmak üzere kutsal metinleri doğrulamak adına geliştirmişti bir bakıma. Her şeyden önce, dini kitaplarda yer alan ve `fantezi` gibi görülen, tufan benzeri olgulara farklı bir açıklama ve dayanak getirdiğini düşünüyordu. Dahası, insanın ortaya çıkışı konusunda evrim teorisi savunucularıyla `yaratılış` inancına bağlı olan ilahiyatçılar arasında bir köprü oluşmasını sağlayacak `genetik müdahale` tezinin, yanıt getirilemeyen boşlukları doldurarak bir `orta yol` oluşturacağı inancındaydı.

 

Alternatif tarih

 

Sitchin, 80`li ve 90`lı yıllar boyunca düzenli aralıklarla yayımladığı kitaplarıyla `Dünya Tarihi` serisini adım adım tamamlarken Ortodoks çevrelerin tepkilerini çekti belki ama bu süre içinde onlarca ülkede, yüzbinlerce okura da ulaştı ve 20`nci Yüzyıl`ın son çeyreğindeki en etkili araştırmacılardan biri olarak bu döneme damgasını vuran isimler arasında yer aldı. Kimileri onu, 1969 yılında yazdığı `Tanrıların Arabaları` adlı kitabıyla büyük sansasyon yaratan İsviçreli yazar Erich von Daniken ile aynı kategoriye dahil etmek istedi ve `Eski Astronot Teorisi` (Ancient Astronauts Theory) olarak adlandırılan ekol içinde değerlendirmeyi seçti. Ama Sitchin`le von Daniken arasında oldukça temel bir ayrım vardı: `Tanrıların Arabaları` ile başlayan sansasyonel kitaplarında von Daniken, eskiçağ tarihine ilişkin bugün hala `muamma` olarak görülen ve açıklanamayan olguları aslında popüler kültür açısından oldukça başarılı sayılabilecek bir derlemede bir araya getirirken, `yöntem uygulamak` gibi bir kaygı hiç duymamış ve yalnızca yüzeysel olarak art arda sıraladığı sorulara, birbiri arasında tutarlılığa sahip olmayan yanıtlar getirme ya da yalnızca dokunup geçme yolunu seçmişti. Oysa Sitchin, daha işin başında kullanacağı yöntemi belirleyerek işe girişmiş ve otuz yıllık bir okuma, derleme araştırma evresinin sonunda, kendi içinde tutarlı bir teoriyi adım adım örmüştü. Her şeyden önce, binlerce tablet ve papirüsün orijinal dillerinden okunup deşifre edilmesi üzerine kuruluydu Sitchin`in çalışmaları. Dahası, bu süreç içinde kutsal kitaplarda sözü edilen `tarih`in, aslında (erozyona uğrayarak da olsa) çok daha eski uygarlıkların belge ve kaynaklarından esinlendiğini kanıtlayarak bu metinlerde ortaya konulan `alternatif tarih`in hafife alınmaması gerektiğine dikkat çekmişti.

 

Yitirilen eski bilgi

 

Altı kitaplık `Dünya Tarihi` serisinin ve onu tamamlayıcı nitelikte yazdığı dört ek kitabın içinde Zecharia Sitchin`in ortaya koyduğu tezler ne denli `aykırı` görünürse görünsün, dikkatli bir okumayı hak ediyor. Fazlasıyla seçici ve titiz davranarak, bu `Dünya Tarihi` yaklaşımının içinden, şu an için fazlasıyla `radikal` görünen `uzaylı tanrılar` teorisini çıkarıp dışta bıraksak bile, geriye kalanlar, üzerinde yaşadığımız gezegenin ve beş bin yıllık (bilinen) uygarlığımızın tarihine ilişkin hiç de yabana atılamayacak temel yaklaşımları ve binlerce yıl boyunca unutulmaya terk edilmiş bir `eski bilgi`yi gündeme getirmesi açısından oldukça dikkate değer.

 

Her şeyden önce, oldukça şaşırtıcı iki temel olguya yeniden eğilmemizi sağlıyor Sitchin`in tezleri ve hem uygarlığımızın uzak tarihini hem de üzerinde yaşadığımız gezegenin yakın gelecekte tanık olması muhtemel gelişmeleri dikkatimize sunuyor:

 

 

Tarihi insanlar yapar, insanlar yazar ve insanlar okur. Uygarlığın `Tarih Çağları` adı altında andığımız son beş bin yılı hiç kuşkusuz insan toplumlarının gelişimi, iç mücadeleleri ve savaşları ya da kazanımları üzerine kuruludur. Uygarlığın izlediği yolu da toplumsal yasalar ya da insani edimler belirler büyük oranda. Ancak uzun vadeli baktığımızda ve binlerce yıla yayılan bir sürecin kilometre taşlarını izlediğimizde, insan merkezli modern yaklaşımların büyük oranda hafife aldığı bir başka unsurun, çok uzun aralıklarla da olsa, `kırılma noktaları`nda tartışılmaz biçimde etkili olduğunu görürüz: Doğanın tarihi. Ulusların ve halkların davranış biçimleri, sınıf mücadelelerinin dinamik gücü ya da liderlerin karar ya da stratejileri uygarlığın gelişiminde hiç kuşkusuz birincil düzeyde etkilidir ama bu durum, uygarlığın üzerinde geliştiği `sahne`nin, yani `doğa ve evren`in, kimi zaman öne çıkan etkin gücünü hafife almamızı gerektirmez. Bir başka deyişle, uygarlığın bugün vardığı noktada Hammurabi yasaları, Kadeş Savaşı ya da Spartaküs isyanı kadar, hatta kimi zaman bunlardan da daha yoğun biçimde, `doğanın tarihi`ndeki değişmeler, yani kısa süreli de olsa günlük yaşamın akışını ciddi biçimde sarsıp etkileyecek olan `doğal afetler` de etkili olmuştur.

 

 

Bu afetlerin toplumsal bellekte bıraktığı izler o denli derindir ki, uygarlığın gelişim seyri içinde, çok erken bir tarihte `yıldız gözlem geleneği`nin beklenmedik biçimde ağırlık kazanıp gelişmesine yol açmıştır; çünkü binlerce yıl önce bu topraklarda yaşayan insanların deneyim ve tanıklıklarının güçlü etkileri, kimi büyük afetlerle `göksel gelişmelerin` bağlantılı olduğu fikrini kolektif bilince kazımıştır.

 

Meseleye böyle baktığımız zaman, Zecharia Sitchin`in tezlerinde ortaya konan temel `aktörler`, yani gökyüzünde uzun aralıklarla belirip sonra yeniden uzaklaşan `Marduk` adlı gök cismi ve onun yakın geçiş sırasında yeryüzünde yaşanan, özellikle binlerce yıl öncesinin insanlarını çok korkutup sarsacak doğal afet zincirlerine ilişkin fikir, daha anlamlı hale geliyor. Bir adım daha ilerisine giderek düşünmeye devam ettiğinizde de, `doğanın tarihi`ndeki bu değişimlerin uygarlığın seyri ile ilgili kritik dönüm noktalarına ve yaşamı bir süre için güçleştiren afetlerin sosyopolitik ve sosyopsikolojik etkilerine daha farklı bir gözle bakmanızı sağlıyor.

 

Aşağı yukarı bütün antik uygarlıklarda, hatta çoğu kez `tarih öncesi` olarak adlandırılan dönemin basit tarımsal köylerinin geleneklerinde bile var olan bir unsur, çoğu kez çarpıcı bulgularla çıkıyor karşımıza: Bu unsur, gökyüzü gözlemciliği ve `yıldız izleme` kültürü. Dünyanın farklı coğrafi bölgelerinde, fiziksel olarak birbirinden uzak yaşamış toplumlardan geriye kalan arkeolojik buluntuları izlerken bile, bu şaşırtıcı ortak nokta varlığını hissettiriyor: İndüs nehri kıyılarından Mezopotamya`ya, Mısır`dan Avrupa`nın megalitik anıtlarına, Çin`den Orta Amerika`nın antik kentlerine dek hemen her yerde, dikkatle yapılmış gözlemlerin ve hassasiyetle tutulmuş kayıtların izlerine rastlıyoruz. Bir `gözlemevi` inşa etmemiş ya da gökyüzündeki hareketlilikleri düzenli güncelere taşımamış neredeyse bir tek uygarlık yok. O denli yaygın ve eski bir gelenek ki bu, yazının bulunmasından çok önceki dönemlere dek uzanan bir `sözel kültürü` ve basit `çentik ve işaret` sistemlerini de içeriyor.

 

Gökyüzü gözlemciliğine olan ilgi ve tutkunun ardında `zamanı izleme ve hesaplama` kaygısının yattığı söylenebilir ve bu büyük oranda doğrudur da: Mevsimlerin değişimini bilmek ve zamanın akışını hesaplayarak önceden önlem almak yalnızca yerleşik yaşama geçmiş tarım toplumları için değil, toplayıcılık düzeyindeki göçebe kabileler için de yaşamı kolaylaştırıcı bir etki sağlıyordu. Tutarlı ve işe yarar bir takvim oluşturabilmenin en sağlam yolu da doğal olarak Güneş ve Ay`ın hareketlerini dikkatle izlemekten geçiyordu. Ancak izleri bilemediğimiz dönemlere dek geri giden ve birçok toplumda neredeyse saplantı haline gelmiş gökyüzü gözlemciliği merakının ardında, zamanı ölçme kaygısının ya da tarım dönemlerini belirleme isteğinin dışında da faktörler yer alıyordu.

 

İngiltere`nin güneyinde, geçmişi beş bin yıl öncesine dek giden Stonehenge`ten, Golan Tepeleri`ndeki yine aynı döneme ait gözlemevine; Mezopotamya`nın `Ziggurat` adı verilen rasathanelerinden Maya Tapınakları`nın tepesindeki gözlem odalarına dek her yerde, yıldız gözlemciliğine paralel olarak, inanç sistemlerinin derinlerine dek işlemiş bir tedirginlik ve korkuyla da karşılaşıyoruz: Üzerinde yaşadıkları toprakların doğal afetlerle sarsılacağına ve bu afetlerin işaretçisi ya da `tetikleyicisi`nin göklerdeki bir değişim ya da hareket olacağına ilişkin, çok tipik bir korku. Bu amaçla ve bu kaygıyla gökyüzünü sürekli olarak izlemeyi, yıldız hareketlerini düzenli gök günlüklerine kaydetmeyi ve birbirinden farklı göksel döngüleri hesaplayarak tutarlı ve hassas takvimlere, zaman çizelgelerine ulaşmayı görev bilmiş eski toplumlar. Aslına bakılacak olursa, yüzyıllar içinde bir tür `kehanet sanatı`na dönüşen ve yozlaşan `göksel hesap ve tahmin` sistemlerinin ardında hep bu var. Anılarda, toplumsal bellekte, çoğunlukla mitler ve söylenceler halinde canlı tutulan bu endişenin kaynaklarına ilişkin fikir yürütürken, açık fikirli ve esnek düşünen bilim adamları çoğu kez daha önce tanık olunmuş göksel olaylara ilişkin korkuların bu ilgiyi canlı tutabileceğinden söz ediyorlar: Yani, tanık olunan ya da `yaşlılar` tarafından anlatılan bir göktaşı çarpması ya da yakın geçiş yapan bir kuyrukluyıldızın neden olabileceği küçük çaplı lokal afetler. Oldukça makul bir yaklaşım bu ve bulunduğu coğrafyada herhangi bir dönem içinde böylesi bir olaya tanık olan toplumların, sözle ya da yazıyla bu anıyı canlı tutup kuşaktan kuşağa taşıyacakları; böylesi bir olayın yinelenmesinden korkarak gökyüzü gözlemciliğini disiplinli biçimde sürdürecekleri fikri, kulağa inandırıcı geliyor.

 

Peki ya beklenmedik anlarda sürpriz biçimde ortaya çıkıp belli bir bölgeyi etkileyen küçük meteorların getirdiği korkudan değil de, belirli periyotlar içinde uzun aralıklarla yinelendiği bilinen, gökyüzünden gelecek daha etkili bir doğal afete ilişkin bir kaygı söz konusuysa burada? Bir başka deyişle, Mezopotamya`dan başlayarak birçok eski kültürde karşımıza çıkan ve yakın geçişleri sırasında ürkütücü afetlere neden olan o büyük gök cismi, yani Marduk için neler söyleyebiliriz? Bunu yanıtlamak için biraz daha ayrıntılara girip, eski kayıt ve kutsal metinlerde gerçekten böyle bir gök cisminden söz edilip edilmediğine bakmamız gerekiyor.

 

Kitapları 25 yıldır gündemde

 

Kimileri ona `düşgücü fazla geniş bir araştırmacı` demekle yetindi, kimileri bu denli radikal bir teoriyle ortaya çıkabildiği için `yürekli ve devrimci` olarak niteledi, kimileriyse kestirmeden `deli` deyip çıktı işin içinden. Ama kimse Zecharia Sitchin`e ve kitaplarında anlattıklarına kayıtsız kalamadı. En önemlisi, kitaplarına içten içe diş bileyen tutucu ve ortodoks akademisyenler bile, Sitchin`in eski diller, linguistik ve arkeoastronomi konuarındaki yetkinliğini kabullenmek durumunda kaldılar.

 

1976`da yayımlanan 12`nci Gezegen`den sonra, belli aralıklarla `Dünya Tarihi` adını verdiği dizideki diğer kitapları okurlarıyla buluştu. 1982 tarihli `Stairway To Heaven` (Gökyüzüne Merdiven) adlı ikinci kitabında Eski Mısır üzerinde yoğunlaştı ve insanın ölümsüzlük arayışını sorguladı. 1985`te çıkan `Wars Of Gods and Men` (Tanrılarla İnsanların Savaşları) adlı üçüncü kitapta, İsa`dan önce 2000 dolaylarında gerçekleştiğini düşündüğü, `Anunnaki` adlı `uzaylı kolonistler`in kendi aralarında gerçekleşen ve insanların da `figüran` olduğu bir nükleer savaşı anlattı; bu savaşla Kutsal Kitap`taki `Sodom ve Gomorra` öyküsü arasında bağlantılar olduğunu iddia etti. `The Lost Realms` (Yitik Ülkeler) Orta ve Güney Amerika`nın gizemli uygarlıklarını; `When Time Began` (Zamanın Başlangıcı) Stonehenge`den Babil`e dek gökyüzü gözlemciliği ve takvim yapma geleneğini; dizinin son kitabı olan `The Cosmic Code` da (Kozmik Şifre) gizemciliği, ezoteriyi ve kutsal metinlerdeki üzeri örtülü bilgileri merkez aldı.

 

Zecharia Sitchin`in `Dünya Tarihi` serisindeki altı kitabı ve tamamlayıcı nitelikteki dört ayrı çalışması, 14 dile çevrildi ve tüm dünyada toplam 2 milyondan fazla sattı.

 

Arkeolojinin büyük bilmecesi

 

Londra`nın güneyinde, Salisbury yakınlarındaki bir düzlükte yer alan ünlü Stonehenge taş anıtları, arkeolojinin ve arkeoastronominin en büyük bilmecelerinden biri. Bugüne dek çok sayıda bilim adamı tarafından üzerinde çalışmalar yapılan ve enine boyuna incelemelere tabi tutulan bu görkemli ve etkileyici taş anıtlar kompleksinin yapılış nedeniyle ilgili, üzerinde anlaşılmış bir teori yok. Çok genel hatlarıyla, düzenli aralıklarla yerleştirilmiş bu devasa taş blokların hem astronomik gözlem ve kayıtlar, hem de dinsel törenler için kullanıldığı düşünülüyor ama sistemin yapısı bugüne dek çözülemedi. İlk kez bundan beş bin yıl önce inşa edilip kullanılmaya başladığı ve İÖ 1600`lere dek zamanın Britanya`sındaki halklar için çok özel bir önem taşıdığı bilinen Stonehenge, dairesel bir düzen içinde belli aralıklarla yerleştirilmiş büyük taş bloklar ve aynı düzene uygun olarak açılmış çukurlardan oluşuyor. Taş blokların hiç değilse bir kısmının sırrı çözüldü ve anıttaki kimi konumların Yaz Gündönümü, İlkbahar Ekinoksu gibi yılın özel günlerinde, gündoğumu noktalarının yerini işaretlediği saptandı. Ancak bir bütün olarak Stonehenge`in hangi astronomik hesap, ölçüm ve gözlemler için yapıldığı, belirsizliğini koruyor. En önemlisi, binlerce yıl önce hayvancılık ve basit toplayıcılıkla uğraşan Britanya toplumlarının böylesi zahmetli ve zor bir inşaata niçin gerek duydukları ve gökyüzüyle niçin bu denli yakından ilgilendikleri de açıklığa kavuşturulmuş değil. Stonehenge dışında, İngiltere, İrlanda, İskoçya ve Fransa`nın kimi bölgelerinde bulunan benzeri megalitik anıt kompleksleri, Avrupa`nın eski sakinlerinin göklerdeki hareketle yeryüzünde olup bitenler arasında bir bağlantı kurdukları düşüncesini güçlendiriyor.

BURAK ELDEM AKŞAM GAZETESİ

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sabah gazetesinden alıntıdır. Yorumsuz!

 

 

Marduk, ikinci Nuh Tufanı'nı yaşatacak

'2012'yi Mayalar söylüyor'

 

2012'nin gizemi

 

12'nci gezegen Marduk'un 7 yıl sonra Dünya'ya doğal felaket getireceğini iddia eden Rus uzman Sitchin'den SABAH'a özel.

 

NUH TUFANI GİBİ OLUR

Marduk, 3 bin 600 yılda bir Dünya'ya teğet geçer. Maya takvimine göre yeni ziyaret 2012'de.

Gezegenin neden olduğu en büyük felaket 13 bin yıl önceki Nuh Tufanı'ydı. Benzeri olabilir.

Hititler ve Asurlar Marduk'u kil tabletlere resmetti. O tabletler İstanbul'daki müzelerde.

 

Marduk, ikinci Nuh Tufanı'nı yaşatacak

 

'12. Gezegen Marduk' kitabıyla tanınan Zecharia Sitchin, Marduk'un 2010'lu yıllarda dünyanın yakınından geçeceğini ve bu esnada yeni bir 'Nuh Tufanı'nın' daha yaşanacağını iddia ediyor.

 

Marduk gezegeninin yörüngesinin uzunluğu nedeniyle ancak 3 bin 600 yılda bir dünyayı ziyaret edebildiğine inanılıyor.

 

Sümerler tarafından 'Nibiru' olarak adlandırılan gezegenin, bugüne kadar sadece 1983 yılında IRAS kızılötesi teleskopu sayesinde görülebildiği iddia ediliyor.

 

Maya takvimine göre, 2012 yılında dünyaya yakınlaşacak olan Marduk'un, tıpkı 13 bin yıl önce olduğu gibi dünyaya felaket getireceği öne sürülüyor.

 

Dünyada Nuh Tufanı benzeri yeni bir felakete yol açacağını öne sürdüğü, '12. Gezegen Marduk'u 'meşhur eden' ünlü Rus araştırmacı-yazar Zecharia Sitchin, SABAH'a konuştu. Gezegenin 2010'lu yıllarda dünyaya yaklaştığında büyük bir felaket yaşanacağını söyleyen Sitchin, "Balık burcu çağı bittiğinde, Marduk kapımıza dayanmış olacak. Daha önce geldiğinde Nuh Tufanı yaşanmıştı" diye konuştu. Zecharia Sitchin sorularımıza çarpıcı yanıtlar verdi.

 

* Kitaplarınıza da konu ettiğiniz, bilinmeyen bir gezegenin 2012 yılında dünyamıza çarpacağı yönündeki tartışmalar hakkında ne söyleyebilirsiniz? 'X gezegeni' adını da verebileceğimiz bu gezegenin uzun ekliptik yörüngesi her 3 bin 600 yılda onu dünyamıza yakınlaştırıyor ve dünya üzerinde felaket etkisi yaratıyor. Gezegenin en büyük felaketi ise 13 bin yıl önce gerçekleşen büyük tufandır. Buna "Nuh Tufanı" denmesinin nedeni de İncil'de ve Sümeryazıtlarında bahsinin geçmesi. İnsanoğlu kurtuldu çünkü tufanın kahramanı bir gemi inşa etti ve Ağrı Dağı'nın zirvesine erişti. Bu bağlamda Marduk'un neden olduğu felaketin, Türkiye ile bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.

 

1983'TE TELESKOPLA GÖRÜLDÜ

 

* Hangi uygarlıklar bu gezegenden haberdardı? Bu konu hakkında ilk bilgi sahibi olan Sümerlerdi. Ayrıca Babiller, Hititler ve Asurlular gezegenden haberdarlardı. Sümerler gezegeni 'Nibiru' Babiller ise tanrıların ismi olan 'Marduk' olarak adlandırdılar. Mısır ve Filistin'de gezegen 'kanatlı yuvarlak' olarak tarif ediliyor. İstanbul ve Ankara'daki arkeoloji müzelerini gezenler, yüzlerce yıllık birçok yapıt üzerinde bu sembolü görebilirler.

 

* O zaman neden kitabınızda bu gezegen '12. gezegen' diye yer alıyor ve neden 'bilinmeyen' olarak nitelendiriyorsunuz? Sümerler bu gezegeni, güneş sistemimizde güneş, ay ve bilinen 9 gezegene ek olarak algıladılar ve güneş sisteminin 12. üyesi olarak kabul ettiler. Bununla beraber Akatlar şimdi Berlin müzesinde yer alan silindir bir mühür üzerinde güneşin merkezde olduğu ve bütün gezegenlerin gösterildiği bir güneş sistemi resmetti. Bu gezegen uzun ekliptik yörüngesi yüzünden teleskoplarla görülmüyor. Fakat 1983 yılında IRAS kızılötesi teleskopu onu görmeyi başardı.

 

Nazlı GÜVEN - HABER MERKEZİ

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ALINTI(axcd @ 12 08 2006, 12:11 ) 3536[/snapback]

2012 de dunyanın sonu olsa keşke;)
ne zevkli olurdu...millet o kadar okumaya kassın,para biriktirsin ..hepsi boşa gitmiş olacak...hızlı yaşa genç öl :p:thumbsup::rofl::devil::dance2::swoon2:
[/b]


hayır ya olmasın, daha evlenicem çoluğum çocuğum olacak yaw , ne diyonuz ya.
o maya kehanetlerini okudum. onlara göre 2012 yılında kıyamet kopacakmış.
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

evet biri beni mi çağırdı:) şimdi arkadaşlar ben bu konuyu nerdeyse 2 yıldır biliyorum..2012 de foton kuşağı denen cisim dünyaya yaklaşacak ve 7 günlük bi süreç başlıcak..sanırım(emin diilim)3 gün tam gece 3 günde tam gündüz olacak ve bu zaman diliminde 3 sarmallı dna mız 5 sarmallıya çıkacak..bunun sonucunda şeklimiz şemalimiz değişecek ve son gün paranormal güçlerimiz ortaya çıkıcak(telepati,telekinezi,levitasyon,astral seyahat gibi şeyleri kolaylıkla yapıcaz..)ama bunların sonucunda kıyametde kopabilir..ama eğer kıyamet kopmazsa maya kehanetlerinde bahsedilen ALTIN ÇAĞa girmiş bulunucaz..BU OLAYLAR 3 EKİM 2012'de başlıcak deniyor..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

benim bildiğim kadarıyla 2000 yılındada kıyabet kopaçak diyolardı..şimdide2012 diyorlar bakaçaklar kıyamet kopmadı başka bir tarih ataçakları kafalarından..:)

kıyamete her daim hazır olanlar bu günü düşünmezler..elinde sonunda gene öleçeniz neyi düşünüyonuz..:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

2012 gerçekten önemli bir tarih.zaten arkadaslar gereken açıklamaları yapmışlar.bekleyip görcez artık.bi de kıyamet son diil yeni bir baslangıçtır.bu semavi dinlerde bahsedılen bır kıyametmı olur yoksa ezoterık kaynaklara göremı bı kıyamet olur bılemıoruz.yani yeni bir boyutamı ulaşıcaz ınsan oglu olarak göreceğiz artık:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...