Jump to content

Arthur Miller


biggang

Önerilen Mesajlar

Miller, yüzyılımızın en önemli Amerikalı dram yazarlarından biri kabul edilmektedir. Miller'in kahramanları, haşin bir toplum içerisinde, kendi vicdanlarıyla yaşayabilmek için bireysel suç ve sorumluluklarıyla uzlaşmaya çalışırlar. İlk bakışta oyunları, genellikle aile hikayelerini anlatan bireysel dramlar gibi gözükse de, çağının önemli toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarına eğilirler.

 

Miller New York'un Harlem mahallesinde dünyaya geldi. Avusturya-Macaristan'dan ABD'ye gelmiş Yahudi bir göçmen olan babası, bir kumaş mağazasının sahibiyken dünya ekonomik buhranından sonra 1929'da iflas etti. Ekonomik durumun güvensizliği spora meraklı genci derinden etkiledi. 1934-38 yılları arasında Ann Arbor/Michigan'da edebiyat ve İngiliz dili yüksek eğitimini sürdürebilmek için Michigan Daily gazetesinde redaktörlük yaptı. Miller'in bu dönemde yazdığı ilk dramlar üniversitede takdirle karşılandı.

 

1947: All My Sons

1938'de New York'a dönen Miller, burada federal hükümetin bir tiyatro projesine katıldıysa da bu proje sözümona Komünist eğilimi nedeniyle 1939'da rafa kaldırıldı

 

1949: Death of a Salesman

Yazar bundan iki yıl sonra Death of a Salesman (Satıcının Ölümü) ile en büyük başarısını elde etti. 1985'te Volker Schlöndorff tarafından filme uyarlanan bu dramında Miller, uzun yıllardan sonra çalıştığı firma tarafından işten çıkarılan Willy Loman'ın yıkılışını gözler önüne sermektedir. Geriye dönüşlerle kaçırılmış fırsatları gözünün önünden geçirir, özel hayata bir dönüş yapar, oğulları tarafından reddedilir ve hayatına son verir. Miller'in dramları için karakteristik olan, başkişilerinin vicdanlarıyla hesaplaşırken aklanmaya çalışmalarıdır. Miller'in karakterleri, ahlaki tutumlarına bağlı olarak toplumda bir yere sahip olurlarken, bireyler tekrar tekrar toplumun istekleri karşısında başarısızlığa uğrarlar. Yalnızlıkları ve kendi suçlarıyla hesaplaşmaları, Miller'in sayısız deneme yazısında da işlediği ana konuları oluşturur. Yine 1949 yılında Miller Pulitzer Ödülünü aldı...

 

 

1964: After the Fall

 

Miller Marilyn Monroe ile yaptığı evlilik (1956-61) yüzünden gazete manşetlerine girdi. Monroe için The Misfits (Uyumsuzlar, 1959) adlı filmin (1960) senaryosunu yazdı. Monroe'nun kendi yaşamına son vermesi üzerine Miller 1962'de Avusturyalı Inge Morath ile evlendi. Eşinin intihar olayını ve 50'li yıllardaki özel sorunlarını Miller, After the Fall (Düşüşten Sonra, 1964) adlı dramında işleyerek her şeye yeniden başlayabilmek için gerekli güce kavuşabilmek üzere kendini bulmaya çalıştı. Aynı yıl içinde Incident in Vichy (Vichy'de Olay) adlı oyunu ilk kez sahnelendi. Miller bu oyununda rastgele yoldan geçen insanların masabaşı Nazi suçluları tarafından "Yahudi" olarak tutuklanıp, sorguya çekilmelerini ve gösterdikleri tepkileri dile getirmektedir. Playing for Time (Zaman Kazanmaya Çalışırken, 1980) adlı televizyon senaryosunda da Nazi dönemini ele alarak bu sefer Auschvvitz konsantrasyon kampının orkestrasını konu alır. Miller 70'li ve 80'li yıllarda yazdığı dramlarla eski başarılarına ulaşamadı.

 

1955: A Memory of Two Mondays (İki Pazartesinin Anısı): Miller'in, 30'lu yılların başında çalıştığı bir araba yedek parçası deposundaki deneyimlerini anlatan otobiyografik yapıtı.

 

1955: A View from the Bridge (Köprüden Bakış): New York'ta yaşayan Sicilyalı göçmenlerin dünyasında geçen bir kıskançlık dramı ve toplumsal suçlama.

 

1968: The Price (Bedel): İki erkek kardeşin geriye bakarak hayatlarındaki suçlarla ve sorumluluklarla hesaplaşması.

 

Arthur Miller’ın tiyatro dışındaki çalışmaları arasında ise, Anti-Semitizm üzerine ironik bir öykü anlatan 1945 tarihli romanı Focus, iki özgün film senaryosu; o zamanki eşi Marilyn Monroe için yazdığı The Misfits / Uygunsuzlar (1961) ile Everybody Wins / Kaybeden Yok (1990), bazı gezi yazıları (In Russia (1969), Chinese Encounters (1979)) sayılabilir. Ayrıca tiyatro üstüne denemelerini 1978’de bir kitapta toplamış, Satıcının Ölümü’nün Çin’deki sahnelenişi sırasında yaşadıklarını 1984’te yazdığı Salesman in Beijing’de anlatmış, 1987’de ise Timebends: A Life adıyla otobiyografisini yazmıştır.

 

Elia Kazan'ın sahnelediği 'Satıcının Ölümü' ile 1949'da Pulitzer alan Miller, çağdaş tiyatroda trajedi sayılabilecek oyunlar yazılabileceğini ileri sürmüştü. 'Bütün Oğullarım'la ününe ün katan Miller bu konuda "Trajedi, ancak insanın iç dünyası varsa var olabilir. Benim amacım, toplumu yıkmak değil. Onu ahlak yoluyla yeniden kurmaktır. Burada, kurulu düzen ile özgürlük arasında bir savaşım söz konusudur. Ben iki şey arasında bir denge kurmaya çalıştım. İnsanın düşünen ve duyan bir varlık olduğunu hesaba katarak..." demişti.

 

'Cadı Kazanı', 'Bütün Oğullarım', 'Bedel' ve 'Satıcının Ölümü' Türkiye'de de sahnelenmişti. Miller'ın Marilyn Monroe ile yaşadığı evliliğine gönderme yaptığı 'Finishing the Picture' adlı son oyunu prömiyeri 2004 Ekim ayinda Chicago'da sahnelendi.

 

* Cadı Kazanı

* Satıcının Ölümü

* Köprüden Bakış

* Bütün Oğullarım

* Bedel

* Vichy'de Olay

* Bir Byana Ağıt

* Bir Tür Sevda Öyküsü

* İki Pazrtesinin Anısı

Eserlerinden bazilaridir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Arthur Miller

 

 

 

17 Ekim 1915 tarihinde New York’ta doğmuş olan Arthur Miller, çağdaş Amerikan tiyatrosunun önde gelen yazarlarından biri olarak elli yılı aşkın süredir hem Broadway, hem de dünya sahnelerinin en çok oynanan yazarları arasında yer almaktadır. İlk bakışta oyunları, genellikle aile hikayelerini anlatan bireysel dramlar gibi gözükse de, çağının önemli toplumsal, siyasi ve ahlaksal sorunlarına eğilen bir oyun yazarı olarak ün yapmıştır.

 

Oyun yazmaya Michigan Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarında başlayan Miller’ın ilk eserleri çeşitli ödüller kazanmış ve 1937 yılında da, üniversite son sınıf öğrencisiyken, bu ilk dönemine ait oyunlarından biri Detroit’teki Federal Theatre Project tarafından sahnelenmiştir. 1944 yılında ise “The Man Who Had All the Luck” adlı oyunuyla New York Eleştirmenler Derneği’nin ödülünü kazanmıştır.

 

Ulusal çaptaki ilk başarıları 1947’de “All My Sons / Hepsi Oğlumdu ya da Bütün Oğullarım” (Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Ödülü), ve 1949’da “Death of a Salesman / Satıcının Ölümü” (Tiyatro Eleştirmenleri Birliği Ödülü ve Pulitzer Ödülü) olmuştur. Miller bu ilk başyapıtlarında Amerika’nın refah toplumu olma idealini mercek altına alarak, bireylerin bu ideale ulaşmak uğruna verdikleri ahlaki ödünleri araştırmıştır. İzlenimci yaklaşımlarıyla “Satıcının Ölümü” bugün hala Miller tiyatrosunun en beğenilen eseri olarak görülmektedir. Bu ilk önemli oyunlarında gözlenen yüksek toplumsal bilinç ise, bundan sonra da Arthur Miller’ın oyunlarının ortak nitelikleri arasında yer almaya devam etmiştir.

 

1953’te yazdığı ve bugün en popüler oyunları arasında başı çeken “The Crucible / Cadı Kazanı” (Tony ödülü) 17. yüzyılda Massachusetts’in Salem kasabasında yaşanmış olan cadı avlarını konu alarak, yazıldığı dönemde A.B.D.’de yaşanmakta olan Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komitesi’nin komünizm soruşturmalarına gönderme yapmaktadır. Cüretkar bir psikolojik trajedi olan “A View from the Bridge / Köprüden Görünüş” (1955) Birleşik Devletler’de uygulanan göçmen yasasının eksikliklerini sorgular. Miller, film yıldızı Marilyn Monroe ile kısa süreli evliliğine ilişkin otobiyografik motifler taşıyan “After the Fall / Düşüşten Sonra” (1964) ile bir kez daha ve bu kez doğrudan, McCarthy Dönemi’ni eleştirmeye geri döner. Tek perdelik oyunları “Incident at Vichy / Vichy Olayı” (1964) ve “The Price / Bedel” (1968) aracılığıyla hayatta kalma ve başarıya ulaşma ideallerinin ardında gizli olan insanlık sorumluluğu ve suçluluk duygusunun evrenselliğini araştırır.

 

Yazarın bundan sonraki oyunları ise (The Creation of the World and Other Business (1972), The Ride Down Mount Morgan (1991), Broken Glasses (1994), Mr. Peters’ Connections (1997) vs.) gerek eleştirmenler, gerekse seyirci tarafından daha az başarılı bulunmuştur.

 

Arthur Miller’ın tiyatro dışındaki çalışmaları arasında ise, Anti-Semitizm üzerine ironik bir öykü anlatan 1945 tarihli romanı Focus, iki özgün film senaryosu; o zamanki eşi Marilyn Monroe için yazdığı The Misfits / Uygunsuzlar (1961) ile Everybody Wins / Kaybeden Yok (1990), bazı gezi yazıları (In Russia (1969), Chinese Encounters (1979)) sayılabilir. Ayrıca tiyatro üstüne denemelerini 1978’de bir kitapta toplamış, Satıcının Ölümü’nün Çin’deki sahnelenişi sırasında yaşadıklarını 1984’te yazdığı Salesman in Beijing’de anlatmış, 1987’de ise Timebends: A Life adıyla otobiyografisini yazmıştır.

 

 

 

 

 

Cadı Kazanı hakkında

 

 

 

Arthur Miller Cadı Kazanı adlı oyununda tarihsel bir olayı ele almıştır. Olay şöyledir: 1692 yılında Salem’de bir cadı kıyımı olmuş, kasabanın ileri gelenlerinden birkaç kişi cadı oldukları iddiasıyla asılmışlardır. Miller bu konuyu ele aldığı zaman dolaylı olarak çağının politik olayına değindiği düşünülmüş, Cadı Kazanı McCarthyciliğin eleştirisi olarak değerlendirilmiştir. Ne var ki yazar oyununun yalnızca politik bir bildiri sayılmasına karşı çıkmıştır. Salem olaylarında da, McCarthy soruşturmalarında da daha derin bir gerçeği gözlemlediğini belirtir. Bu gerçek insanın günlük eylemiyle kendini değerlendirirken kullandığı ölçülerin farklı oluşudur. Vicdan insanın organik bir parçası olarak günlük yaşamda geçerli olan değerlere karşı çıkar. Kişiyi kendi aleyhine de olsa dürüst olmaya çağırır. Kişi dürüst olabilmek için, insanlık onurunu koruyabilmek için ölümü göze alır. Oysa insanı, görünen işleriyle ve yüzeysel olarak değerlendiren çevresi onun vicdani gerçeğini, kendine ve çevresine karşı taşıdığı sorumluluk duygusunu doğru değerlendiremez.

 

Cadı Kazanı’nda kişinin vicdan hesaplaşması ve kendine biçtiği değer üzerinde durulmuştur. Yazar insana olan inancını belirtmiştir. Aynı zamanda toplumda suçluluk duygusu yaratılması, insanların içine korku salınarak sağlıklı düşünmelerinin engellenmesi de ele alınmıştır. Böyle suçlama dönemlerinde insanlar kolayca güdülebilmektedir. Miller’ın Salem olaylarında da, McCarthy döneminde de toplumda gözlemlediği bu olgudur.

 

Arthur Miller, McCarthy döneminde tanık olduklarını şöyle anlatır: “Tüm ülke daha dün doğmuş gibiydi. Birkaç yıl önce kimsenin değil unutmak, değiştirilebileceğine bile inanmadığı en asal nezaket kuralları unutulmuştu. Yıllardır tanıdığım insanlar selam bile vermeden yanımdan geçtiler. Şaşırmıştım. Çünkü bu insanlardaki büyük korku bilerek planlanmış, bilinçle yürürlüğe konmuştu. Fakat insanlar yalnızca korkuyu biliyorlardı. Bu kadar içsel ve öznel bir duygunun bu kadar dıştan yaratılmış olması bir mucize gibi geliyordu. Cadı Kazanı’nın her satırının altında bu yatar.”

 

 

 

Salem Cadı Avları

 

 

 

1692 yılının Haziran ayından Eylül ayına dek 19 kadın ve erkek, cadılıktan hüküm giyerek Salem kasabası yakınlarındaki Gallows Hill’de asılmışlardır. Yaşlı bir adam cadılık suçlamalarına olumlu ya da olumsuz bir cevap vermeyi reddettiği için ağır taşlar altında ezilmiş, yüzlerce insan cadılık suçlamasıyla mahkeme önünde yargılanmıştır. Düzinelercesi ise mahkeme edilmeksizin aylarca hapis yatmışlardır. Ta ki Püriten Massachusetts’teki toplumsal histeri, başladığı gibi birdenbire, sessizce sona erene dek...

 

1712 yılında hükümet, sağ kalan mahkumlara ve ölenlerin ailelerine tazminat vermiş; kilisede büyük bir toplantı yapan din adamları, cadılık suçlamaları nedeniyle ilan edilmiş olan aforozları hükümetin emriyle kaldırmışlardır. Jüri bir yazıyla bütün kurbanların ruhlarından af dilemiştir.

 

Arthur Miller, Cadı Kazanı adlı oyununu yazarken bu tarihsel olaydan yola çıkmış ve o döneme ait mahkeme tutanaklarıyla, kişisel yazışmalardan yararlanarak oyunun fonunu oluşturmuştur. Ancak hikaye gelişimi ve oyun kişilerinin karakterlerini çizme aşamasında dramatik kurallar uğruna tarihsel gerçeklikte bazı değişiklikler yapmıştır. Bu nedenle de oyun, bizzat yazarının deyişiyle “akademik anlamda tarihsel değildir.”

 

 

 

McCarthy Dönemi

 

 

 

1950-1955 yılları arasında Cumhuriyetçi Senatör Joseph McCarthy’nin başını çektiği “Amerikan Aleyhtarı Faaliyetler Komitesi”, komünizmle şu ya da bu şekilde bir bağlantısı olduğu düşünülen yüzlerce aydın ve sanatçıyı sorguya çekmiş ve onlardan komünizmle bir ilgisi bulunduğunu bildikleri tanıdıklarının isimlerini açıklamalarını istemiştir. Bu dönem boyunca komite önünde ifade vermeyi ve isim açıklamayı reddedenler yaklaşık on yıl boyunca Broadway’de de Hollywood’da iş bulamamışlardır. Kendi de bu komite tarafından sorgulanmış, ancak ifade vermeyi reddetmiş olan Miller, Cadı Kazanı adlı oyununda, “kara liste dönemi” olarak da bilinen ve bugün hala Amerikan demokrasisinde kara bir leke olarak görülmekte olan bu olayı çağrıştıracak bir tarihsel fon oluşturmuş ve yalnızca ima yoluyla 50’lerin Amerika’sını, 1692’nin Amerika’sına benzetmiştir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...