Jump to content

Benim Cinsiyetim Yok....


birunsatan

Önerilen Mesajlar

-Toplumsal Cinsiyet Kavramı Üzerine-

 

 

Cinsiyet, özel ve sık örüntüsü ve çok erken yaşta öğretilmesi dolayısıyla, otoritenin en köklü dayanak noktalarından biridir. Bu masum ve akılcı kılıflar giydirilerek bize öğretilen ve içselleştirdiğimiz kavram, bu nedenle otoriteye direniş bakımından, yıkıcı bir düşünce ve eylemsellik gerektiren bir noktada bulunur. Bu yapının yıkımı için öncelikle onu doğru çözümlemek ve anlamak gerekir.

 

Seks(sex); genlerle belirlenen tür içinde ki cins ayrımıdır, dişi-erkek arasında ki fizyolojik ve morfolojik farklılığı belirtir. Cinsiyet(gender) ise; erkek ve dişi arasında ki ruhsal, toplumsal ve kültürel farkları betimlemek için kullanılır. Bu farkların oluşumu içsel süreçlerden çok, toplumsal belirlenimlere dayanır. Bu sosyal etki kişiye toplumun dayattığı ve oynamasını beklediği rollerden oluşur. Yani toplumsal (dolayısıyla kültürel) beklentinin kişide ki yansımasıdır. Bu nedenle cinsiyet kavramının seks ile karışmaması bakımından –toplumsal cinsiyet- kavramını kullanmak daha uygun olacaktır.

 

Toplumsal cinsiyetin yaşamımız üzerinde bu denli belirleyici rol oynaması birkaç etkenle açıklanabilir. Bunlardan birincisi cinsiyetin öğrenilme dönemi ve süreciyle ilgilidir. Anne ve baba figürlerinden, büyük yaşta ki insanların bebeğe davranışına kadar birçok faktör, ortalama 2 yaş civarında, çocuğun toplumsal cinsiyetine dair fikir edinmesini sağlar. Bu dönemden sonrada cinsiyete göre oyuncaklar, resimli kitaplarda ki kız ve erkek çocukların uğraşları ve çizilen karakterleri, sonrasında özellikle televizyonla empoze edilen; edilgen-zavallı kız, etken-korumacı erkek tiplemeleri, kadının anne ya da eş dışında hiçbir rol ile gösterilmemesi şeklinde yoğun bombardıman başlar. Çocuk bu işlemlerle yontulup rafine edildikten sonra, okul süreciyle de ambalajlanarak kadın ya da erkek kimliğiyle topluma sunulur.

 

Ancak bu öğrenme süreci cinsiyetin zihinlere kazınması bakımından yeterli değildir. Devamlılık için “toplumsal yeniden üretim” mekanizması işlemeye başlar. Gün boyunca, binlerce eylemimiz içinde toplumsal cinsiyeti yeniden üretiriz. Giyimimiz, selamlaşma tarzımız, konuşmalarımız, ilişki biçimlerimiz ve hatta amaçlarımızla bile cinsiyeti yeniden ve yeniden üretiriz; ta ki cinsiyetle etiketlenmemiş hiçbir aktivitemiz kalmayana dek...

 

Toplumsal cinsiyetin sonucu sandığımızdan çok daha ağırdır. Öncelikle bir tahakküm aracıdır. Bir cinsin diğerine iktidarı sonucu, doğduğumuz andan itibaren yarı yarıya olasılıkla ya köle ya da efendi oluruz. Ki bu durum sadece kadın için değil erkek içinde, kısıtlayıcılığı itibariyle oldukça acıklı sonuçlar doğurur. Birey öznesini ötekileştirmek, bireysel isteklerini sınırlamak, kimliğinin kalıbına uygun biçimde hareket etmek ve sonuçta kendine yabancılaşmak zorunda kalır. Birçok iktidar odağı (erkek cins ya da devlet) toplumsal cinsiyeti sorgulayan, reddeden ve bu kalıbın dışına çıkmak isteyen bireylere karşı genel ahlak kurumlarıyla ve dinle baskı kurmaya çalışır. Bunların işlerliğini yitirdiği durumlar cinsiyet farklılığının sekse bağlı olarak kaçınılmaz olduğunu öne süren bu teorilerden en bilineni “biyolojik indirgemeci” modeldir. Bu düşüncede özellikle testosteronun (erkeklik hormonu olarak bilinir) erkeklerde kadınlara göre daha yüksek oluşunun doğal agresyona neden olduğu ileri sürülür. Goldberg, testosteronun erkeklerdeki yüksekliğinin, onların “saldırganlık üstünlüğüne” sahip olmasını ve evrim süreci içinde kaçınılmaz olarak, erkeğin kadına üstünlük sağlayacağını bildirir. Bu hipotez açıkça biyolojinin sosyolojiye yansıtılmasıdır. Ki bu durumda bakış açısı zavallılığı bakımından sosyal darwinizmden farklı değildir.

 

Ayrıca bu tezin, bilimsel çalışmalarla elde edilmiş bir çok anti-tezi de mevcuttur. Öncelikle ergen dönem sonrası yükselen testosteronun, kişiler arası kan düzeyleri çok farklıdır. Bu da erişkin erkeklerde yapılan çalışmalardan tutarlı sonuçlar elde etmeyi güçleştirir. Bu nedenle kandaki hormon seviyelerinin en sabit olduğu ergenlik öncesi dönemdeki, agresif erkek çocuklar üzerinde 1997-1998 yılları arasında Çukurova Üni. Tıp. Fak. Çocuk Psik. ABD tarafından yapılan çalışmadan elde edilen sonuç: Testosteron-saldırganlık, agresyon ilişkisinde bir nedensellik bulunamadığıdır. Yine 1992 yılında McCoul ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmadan, duygu durumdaki değişmelerin insanlarda birkaç saatten – birkaç güne dek sürebilen testosteron artışlarına neden olduğu; yani testosteron düzeylerinin agresyonun bir nedeni değil sonucu olabileceği bildirilmiştir.

 

Biyolojik belirlenimcilik ile de cinsler arası tahakkümün “doğal” olduğunu açıklayamayan ataerkil düşünce, bu kez sosyolojik alanda cinsiyetin devamlılığını sağlamaya çalışmıştır. Devlet, “aile” kurumunu yücelterek, kadın ve erkek rollerinin korunmasını sağlar. Çünkü “kutsal aile” dominant erkek rolü için gerekli oyun sahnesini oluşturur. Aile biriminin, düzenli düzeyli toplum için gerekliliği sürekli vurgulanır. Üstelik aile ahlakın temeline oturtularak, aile dışı ilişki biçimlerininde toplum çoğunluğunun bizzat kendisi tarafından dışlanması sağlanır. Aile hem rollerin idamesi, hem ilişkilere yasa onayı, hem de sonrasında devleti bireysel kararlar üzerinde birebir söz sahibi olabilmesi bakımından; hem ahlaki hem hukuki önemli bir baskı aracıdır. Kutsal aileyi dejenere edecek her tür etken (örneğin eşcinseller, evlilik dışı doğan çocuklar, vs.) kötücül imajlarla damgalanarak toplumun dışına tutulmaya çalışılır.

 

Cinsiyet bölümlemesinin korunabilmesi için sistem tarafından alınan bunca önlem; cinsiyetin, onun işlerliğine sağladığı katkıyı kavramak için yeterlidir.

 

Peki ataerkil otoritenin, boynumuza geçirdiği, kendimize bu kadar yabancılaşmamızı sağlayan ve zararları bu denli bariz olan bu yuları koparmak için neler yapılabilir?

 

Öncelikle cinsiyetin tanımını ve temelini oluşturan kadın-erkek ikiliğinden sıyrılmak gerekir. Bu bağlamda kadın-erkeğin hukuki eşitliğini savunan liberal görüşlerde, bu kutuplaşmanın en baştan kabulü anlamına gelir. Ki bu da, sadece otoritenin bize izin verdiği düzlemde ve çizdiği sınırlar içinde çırpınmanın ötesinde bir eylem olamaz. Kadın-erkek kategorizasyonunu yoksayarak yani cinsiyetin topyekün reddiyle; kişinin sadece bir birey oluşuyla, kendi yaşam ve düşünce özgürlüğüne sahip olduğu benimsenmelidir. Tüm sınır ve kategorilerin ötesindeki birey ancak azami derecede özgür, yani “kendisi” olabilir.

 

Bireyin birey üzerinde, toplumun birey üzerinde tahakkümü adına; kişiliğimizin ardına kadar açık bırakılmış taciz kapısıdır toplumsal cinsiyetimiz. Kişiliğimiz ve birey olabilme hakkımız, bu açık kapıda girenlerce kolayca gasp edilir. Toplumsal cinsiyete, benliğimizi korumak adına, geç kalmış bir red ve başkaldırı borçluyuz!

 

 

Lilith Noir

2004

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

büyük bir magazanın oyuncak reyonu reklamı: kızlar için barbie bebekler..erkekler için zeka geliştirici oyuncaklar..sosyal öğrenme biyolojik gerçekliğin üstüne karabasan gibi çöküp allı pullu ..boyalı bebekler var ederken..zaten olmayan bişeyin geliştirilmesine gerek olmadığını da kazıyor zihinlere..erkek..zaten sahip ..olanı az daha arttırsın..onun güce ihtiyacı var..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...