Jump to content

Fırtına...William Shakespeare...


pithc

Önerilen Mesajlar

Fırtına...William Shakespeare...

 

Fırtına: Büyünün ve Hayal Gücünün Sırları

 

Fırtına, günümüze ulaşan bilgilere göre Shakespeare’in son oyunu; yazarın ölümünden (1616) beş yıl önce, 1611 yılında yazılmış ve aynı yıl sarayda oynanmış. İlk basımı ise, 1623 yılında “First Folio”da (Shakespeare’in oyunlarının ilk toplu basımı) olmuş. Bazı eleştirmenler bu oyunu Shakespeare’in veda mesajı olarak yorumlama eğiliminde. Ancak, gerek oyunun kendisi, gerekse başkişi Prospero öylesine çok yönlü ki, Fırtına’nın anlamını yalnızca bir veda mesajına indirgemek yanıltıcı olur.

 

Fırtına’nın konusu kısaca şöyle: Oyunun başladığı tarihten 12 yıl önce, Milano Dükü Prospero’nun kardeşi Antonio, Napoli Kralı Alonso’nun yardımıyla Prospero’nun dükalığını gaspeder ve Prospero ile küçük kızı Miranda’yı köhne bir tekneye koyarak denize bırakır.

 

Prospero’yla Miranda uzak bir adaya çıkarlar. Burada Prospero zamanını, kendisine sadık lordlardan Gonzalo’nun verdiği, büyücülükle ilgili kitapları okumaya ayırır. Ayrıca, Sycorax adlı, sonradan ölen, kötü ruhlu bir büyücünün, bir çam ağacının yarığına hapsettiği Ariel adlı “havamsı peri”yi kurtarır ve Sycorax’ın hilkat garibesi oğlu Caliban’ı eğitmeye çalışır. Caliban nankörlük ederek, Miranda’ya tecavüz etmeye kalkışınca, Prospero onu köle olarak kullanmaya başlar.

 

Prospero, oyunun başında, büyücülük gücünü kullanarak bir fırtına çıkartmış ve Alonso, Antonio, Alonso’nun oğlu Ferdinand, kardeşi Sebastian ve öteki lordların içinde bulunduğu geminin parçalanmasına ve karaya vurmasına yol açmıştır. Ancak, gemidekilerin hepsi sağ salim karaya çıkmayı başarmıştır. Birinci perdenin başında bir yandan bunlar olurken, Prospero da kızı Miranda’ya, Milano’dan başlayarak o adaya nasıl düştüklerini anlatır.

 

 

Bu arada Peri Ariel, karaya vuran geminin yolcularından Alonso’nun oğlu Ferdinand’ı Prospero’nın mağarasına götürür. Ferdinand burada gördüğü Miranda’ya âşık olur. Prospero, Ferdinand’a ne kadar angarya iş varsa verir.

 

İkinci perdede; Kral, Ferdinand’ın öldüğünü sanmaktadır. Antonio’yla Sebastian, Kral’ı öldürmeyi planlarlar. Ancak, Ariel sayesinde planları suya düşer. Alonso’nun kâhyası Stephano ile soytarısı Trincula da Caliban’la içki âlemi yapmaya başlamışlardır.

 

Üçüncü ve dördüncü perdelerde Prospero, Ariel’in yardımıyla ve büyücülüğünü kullanarak, Kral’la adamlarını şaşkına çevirir. Sonra, Miranda ve Ferdinand’ın nişanlanmalarına razı olur ve onlar için bir eğlenti düzenler.

 

Beşinci perdede, Prospero intikam planından vazgeçerek, düşmanlarını bağışlamaya, tılsımlı büyücülük sopasını da kırmaya karar verir; kimliğini açığa vurur, dükalığını geri ister, Ariel’i serbest bırakır ve memleketine yelken açmadan önce, buruk bir “Sonsöz”le seyircilere hitap eder.

 

Kardeşi Antonio tarafından dükalığı gaspedilip ülkesinden sürülen Milano Dükü Prospero, değişik boyutları, düşündürücü kişiliğiyle Shakespeare’in unutulmaz karakterlerinden biri. Tiyatro tarihinde Prospero rolünü ünlü aktörler oynamış, bazı aktörler de bu rol aracılığıyla ün kazanmıştır. Bu rolü oynayan aktörler arasında J. P. Kemble (1806’da), W. C. Macready (1821’de), Samuel Phelps (1847’de), Charles Kean (185’de) ve John Gielgud (1830 ve 1940’ta) da bulunuyor.

 

Fırtına bir anlamda Prospero’nun tek kişilik gösterisi sayılabilir. Etkili ve çarpıcı konuşan “insanlık bilinç ve sorumluluğunu unutmamış büyücü” rolü, aktörler için her zaman ilginç bir sınav olmuş. Prospero’yu oynamanın hem güçlüğü, hem de çekiciliği, onun da Hamlet gibi, insan olmanın yükünü omuzlarında taşıyan karmaşık, çok yönlü bir kişiliğe sahip olmasında yatıyor: Kimi zaman güçlü ve öfkeli bir büyücü, kimi zaman şaşkın, mahzun ve yorgun bir soylu. Sahnede bu özellikleri bağdaştırabilen bir yorum, Shakespeare’in de insanı irkilten büyüsünü aktarmayı başarabilir.

 

 

Oyunun önde kelen kişilerinden biri de “cadıdan olma,” “hilkat garibesi,” Caliban. Özellikle, insan olmanın henüz eşiğindeki Caliban’la, doğaüstü güçleri ve başka yönleriyle insanlığın en üst basamaklarında sayılabilecek Prospero arasındaki karşılaşmalar,insan olmanın ne demek olduğu, bireylerin birbirine karşı sorumlulukları, toplumsal yaşamın sürdürülmesi önnüdeki engeller; eğitim, bilgi, akıl ve sağduyunun insana kazandırdıkları ve kazandıramadıkları, vb. gibi evrensel soruları vurguluyor ve anlamlı gerilim sahneleri yaratıyor.

 

Oyuna kişiler açısından bakıldığında, ilginç bir üçlünün ön plana çıktığı görülüyor: Yarı insan, yarı büyücü Prospero; yarı insan, yarı hayvan Caliban ve insan gibi davranan, düşünen, konuşan (yorum göre, belki zaman zaman insan kılığına bürünen) ama özü havadan oluşan, Prospero’nun cisimsiz kölesi peri Ariel.

 

Bu üç karakter de, doğaüstü veya ötesi varlıklar yaratmada insan hayalinin hangi sınırlara kadar zorlanabileceğine ilişkin canlı, renkli ve doğurgan örnekler, başlangıç noktaları oluşturuyor. Fırtına’da Shakespeare yine “sanat” ve “yaratma olgusu” gibi kavramları, kışkırtıcı fırça darbeleriyle okur ve seyircilerin değerlendirmesine sunuyor, sanatını onlarla paylaşıyor.

 

Shakespeare Fırtına oyununu tasarlarken (konunun başka bir kaynaktan alındığına ilişkin belge yok) sanki görünüşte basit bir sorudan, gerçekte evrensel boyut ve çağrışımları olan bir motiften yola çıkmış: Elinden mevkii, malı mülkü, her şeyi alınıp ıssız bir adaya sürülen (ve burada doğaüstü güçler geliştiren) insan ne yapar?

 

Bu başlangıç noktasında Shakespeare çok şey çıkarıyor; o kadar çok şey çıkarıyor ki, Fırtına’yı izleyen veya okuyan bazı kişilerin aklından “Yoksa doğaüstü güçlere mi sahip?” sorusu bile geçiyor.

 

Fransız yazarı Marcel Proust, Yitik Zamanın Peşinde adlı ünlü romanında olayları (çocukluk yıllarını) anlatan kişinin ağzından yaklaşık olarak şöyle der: “Bu yazara (Bergotte) o kadar hayrandım ki, keşke yaşamın her yönüyle ilgili görüşlerini, benzetmelerini duyabilsem, yaşamı onun gözüyle görebilsem, diyordum.”

 

Shakespeare’in Fırtına gibi büyük oyunları karşısında da insan zaman zaman, “İmkân olsa da yaşamı ondan dinleyebilsek,” diyor. Belki bir anlamda da dinliyor; çünkü şiir ve oyunlarında, edebiyat ve tiyatro sanatları bağlamında, insan yaşamının özlü ve ağırlıklı hemen her yönünü ele almış Shakespeare. Onda doğaüstü ya da tanrısal nitelikler aramak elbette boş bir çaba olurdu; ancak, kişiye kendisin keşfetmede, benliğinde varolduğunu bilmede kimi yönleri bulup çıkarmada, tanımada, zenginleştirmede yardımcı olduğu kolayca söylenebilir.

 

Oyunları sık sık okuru ve seyirciyi şöyle bir durup düşünmeye, belli konu ve durumları sindirip, daha sonra kullanmak üzere zihninde depolamaya zorlar. Fırtına’nın özelliklerinden biri de, zihinde belki biraz buruk ama derin ve kalıcı izler bırakması. Fırtına’yı okuduktan ya da iyi bir yorumunu seyrettikten sonra kişi yaşamı boyunca hep oyuna dönmesi gerektiğini, sanki büyülenmiş gibi ondan kurtulamadığını hissediyor. Oyunun, kendisini bir yerlere götürmeye çalıştığı, zorladığı izlenimine kapılıyor. Belki iyi sanatı belirleyen niteliklerden biri bu. Shakespeare’i Shakespeare yapan özelliklerin başında sanatını bizimle paylaşması gelir; bu konuyu da, yani sanatın ne demek olduğunu, sanatçının gücünü ve güçsüzlüğünü oyunlarında dolaylı ve dolaysız olarak işler.

 

 

İnsanoğlu edebiyatta ve tiyatroda (yaşam konumuz dışı), hiçbir zaman gücü sınırsız bir doğaüstü varlık yaratmamış. Yalnızca hayal gücü sınırlı olduğu için değil; sanat kavramının özü de buna elvermiyor: Her şeyi, ama her şeyi yapabilecek bir varlık, gerilimi, çatışmayı, etkileşimi, dolayısıyla sanatı “sıfırlar”. Sınırsızlık anlamsızdır; hatta “insanoğlu sınırsızlığı kavrayamaz” demek bile (paradokstan öte) anlamsızdır - “kavrayamadığımız şeyi kavrayamayız,” demek gibi bir şey.

 

Shakespeare’in Fırtına oyununda işlediği konulardan biri de doğayla doğaüstünün anlamlarının irdelenmesidir. Shakespeare Hamlet’te var olmakla olmamayı, yaşamla ölümü karşılaştırırken, nasıl her ikisinde de ilginç, çoğu kimsenin aklına gelmeyecek açılardan bakmışsa, bu oyunda da doğayla doğaüstünü çakıştırıp çakıştıracak, ikisinin de anlamlı yanlarını ortaya çıkarmış, anlamsızlıktan anlam çıkarma yolları bulmuş.

 

Hamlet’i okuduktan veya seyrettikten sonra insan nasıl “Meğerse ölüm kavramı hakkında ne çok düşünülebilir ve söylenebilirmiş!” deme ihtiyacını duyuyorsa; Fırtına’dan sonra da, insanın ve doğaüstü varlıkların gücü ve güçsüzlüğü hakkında, oyunda doğrudan söylenenlerin de ötesinde, çok şeyler düşünebileceği izlenimini ediniyor. Çünkü Shakespeare’in sanatının en önemli özelliklerinden biri, sanatını izleyenlere de sanat aşılaması. Böylece, Shakespeare okuru/seyircisi de, usta büyücülerden sanat öğrenip, daha sonra öğrendikleriyle özgün beceriler geliştirenler gibi, kendileri de yaratıcı olmanı n malzemesine kavuşuyorlar. Olup olmayacakları ise pek çok etkene bağlı.

 

Büyücüler ive doğaüstü varlıkları, en azından sanat eserlerinde, insan yarattığına göre, bu varlıklar insanın hayal gücüyle yakından bağlantılı. Shakespeare tüm oyunlarında yarattığı doğaüstü varlıklarla bize örnek ve seçenekler sunuyor; "bilgi ve inanç” kavramlarını sınıyor. Her şeyden önce, bu ve benzeri kavramların önemli olduğu izlenimin vererek, özünde dikkatimizi hep insanın ve yaşamın anlam veya anlamsızlığına çekerek, hep insanın önemini vurguluyor.

 

Bundan, eğer insan önemliyse, tiyatro, edebiyat, sanat da önemli olmalı sonucu çıkıyor. Sanat ve insan bu işbirliğiyle bir anlamda birbirinin varlığını pekiştiriyor yani. Sanat, “insan önemli” diyerek, insana da “sanat önemli,” dedirtiyor. Peki, böyle bir şeye gerek var mı? Çevremize, sanatsız insana bir göz atarsak, var gibi görünüyor. Hem de az buz başarı değil Shakespeare’inki. Fırtına’dan sonra “insanoğlu ya da insan yaşamı önemsenmeye, ciddiye almaya değmez” demek kolay değil; varoluşu (anlamsızlık başka) basit bir kavram olarak görmek kolay değil. Shakespeare, bunalıma bire bir diyesi geliyor neredeyse insanın.

 

Fırtına’da bir kez daha yaşamın çeşitliliği, çelişkileri, anlam ve anlamsızlık katmanları, karmaşıklığı, saçmalığı ve şaşırtıcılığı dile geliyor. Bu oyunu tasarlarken de Shakespeare sanki önce yaşamda nelerin anlatılamayacağını inceden inceye araştırmış, sonra bunları anlatmaya girişmiş. Shakespeare’in oyunları böylece çoğu zaman, anlatılmazı anlatmaya çalışan sanatçıyla, anlaşılmazı anlamaya çalışan okur/seyirci arasında, sonuçta her iki taraf için de yaşama anlam katan bir alışveriş oluyor.

 

Bülent Bozkurt

 

FIRTINA

William Shakespeare

Türkçesi, Bülent Bozkurt

Remzi Kitabevi

1. Basım, Ocak 1994, Sf. 7-11

Özgün Adı

The Tempest

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Oyunun Konusu...

 

 

Fırtına, Shakespeare’ nin son oyunu olarak biliniyor. Oyun ıssız bir ada da geçer. Prospero ve Miranda uzun süredir bu adada yaşamaktadır. Milona Dükü Prospero’nun kardeşi Antonio, Napoli kralı Alonso’nun yardımıyla Prospero’nun dükalığını elinden alır. Daha sonra Prospero ve küçük kızı Miranda’yı köhne bir tekneye koyarak denize bırakır.

Geldikleri yer uzak bir adadır. Kitap okumayı seven Prospero, ada da zamanını kendisine sadık lordlarından Gonzalo’nun verdiği, büyücülükle ilgili kitapları okuyarak geçirir. Ayrıca, Sycorax adlı kötü büyücünün elinden kurtardığı Ariel adlı perisi ona sürekli yardım edecektir. Sycorax’ın çirkin görünümlü oğlu Caliban da Prospero’ya kölelik etmektedir. Prospero, Alonso, Antonio, Alonso’nun oğlu Ferdinand, kardeşi Sebastian ve öteki lordların da içinde bulunduğu gemiyi büyü yaparak paramparça eder, hiçbiri ölmeden, onları yaşadığı ıssız adaya düşürmek için çıkardığı fırtınayla oyun başlar. Prospero haksız yere elinden alınan unvanın ve sürgünlüğünün intikamını almak istemektedir. Prospero kızına yaşadıkları adaya nasıl düştüklerini anlatır. Peri Ariel, karaya vuran geminin yolcularından Alonso’nun oğlu Ferdinand’ı Prospero’nun mağarasına götürür. Ferdinand içinde bulunduğu kötü durumu unutup, Miranda’ya delicesine aşık olur. Aşkı karşılıksız olmadığı halde Miranda’nın babası bu ilişkiye hemen evet demez. Prospero, kolay elde edilen şeylerin değerli olmayacağına inandığı için, aralarına engel koyar. Ferdinand’ı odun kölesi yapar. Napoli kralının oğlu olan Ferdinand, aşkı için kölelik yapmaktan çekinmez. Kral Alonso oğlu yanında olmadığından, oğlunun öldüğünü düşünür.Antonio’yla Sebastian Ferdinand’ın öldüğünü düşünüp, tahtı ele geçirmek için kralı öldürmeyi planlarlar. Ariel buna engel olur. Alonso’nun kahyası, Stephano ile soytarısı Trinculo da Caliban’la içki alemi yapmaktadır. Onlar da Prospero’yu öldürüp kral olma planı yaparlar. Caliban diğerlerine yardım edeceğini söyler, ama onlar da planlarını gerçekleştiremez ve cezalandırılırlar. Prospero, Ariel’in yardımıyla ve büyücülüğünü kullanarak Kral’la adamlarını şaşkına çevirir. Sonra Miranda ve Ferdinand’ın nişanlanmasına razı olur.

Prospero kendisine yapılanların intikamını almaktan vazgeçer. Düşmanlarını bağışlamaya, tılsımlı büyücülük sopasını kırmaya karar verir. Herkesi toplar ve gerçeği anlatır. Dükalığını geri ister. Daha önce söz verdiği gibi Ariel’i serbest bırakır. Ariel son olarak paramparça olan gemiyi eski haline getirmiştir. Böylelikle Prospero’nun dükalığına geri döneceği anlaşılır ve oyun herkes için mutlu sonla biter.

 

 

Oyunun İncelemesi...

 

Prospero’nun fırtınayı çıkardıktan sonra onu kızıyla ıssız bir ada da yaşamaya mahkum edenleri öldüreceğini düşünürüz. Tarihte tüm dünya da var olan taht kavgaları acımasızca sonlanmıştır. Yalnız Prospero farklı, karmaşık duygulara sahip bir karakterdir. İnsan olduğunun farkındadır. Oyunun baş kişisi Prospero’yı kabul edersek yönelişi elbette intikamdır. Engeli ise yine kendisidir, düşünen bir insan olmasıdır. Çatışmayı da kendisiyle yaşar. Gerçek dünyayla, Prospero’nun içinde yaşadığı dünya çatışır. Oyun bize Prospero üzerinden, kötülüğe kötülükle karşılık vermenin değil, affedebilmenin erdemli olduğunu söylüyor. Kötülüğün, intikamın, büyücülüğün insana yakışmadığını vurguluyor. ;Masalsı bir hava içinde anlatılan oyunun sahnelenmesi büyük emek istiyor, ama ‘fırtına’ bizlere o masalsı atmosferin içinde o dönemin siyasi ortamını, devletlerin biribirini nasıl değerlendirdiğini, (daha çok avrupaya hayranlık duyulurken doğu ülkeleri aşağılanıyor. ) görüyoruz. Prospero’nun son konuşması oldukça hüzünlüdür. İnsan olmanın bütün çelişkilerini omzunda taşır. Prosperonun karmaşık kişiliği, kararsızlığı, insani yaklaşımları Hamlet’e, hüzünlü sonu ise dilediklerine ulaşmış, ancak mutluluğa ulaşamamış Jack London’nın roman karhamı Martin Eden’e benzer. Prospero, kaba intikam duygularıyla hareket etmeyen, affeden, eğiten bir kahramandır. Sonunda kahramanımız yorgun ve hüzünlü olsa da bu özellikleriyle oyun boyunca bize insana yakışan davranış biçimlerini örnekler.

 

KİŞİLER ve ANALİZLERİ

 

PROSPERO :

 

Milano Dükası - başkahraman

Kızı Miranda’yla birlikte, bir adada sürgün yaşayan bilge ve iyilikçi bir büyücü olarak tanınır.İnsan bilimleri ve sanatla uğraştığından ülke yönetimini ihmal etmiştir.Dükalığını elinden alan kardeşi Antonıo’ya ders vermek amacıyla fırtına çıkarır. Amacı kimseye zarar vermek değildir Prospero`nun adadaki hakimiyeti bize Shakespeare’in tiyatro yaşamındaki ustalığını anımsatır.Bu bağlamda, Prosperonun büyü gücü Shakespeare’in yazarlık(sanat)gücüne benzetilebilir.

 

MIRANDA:

 

Prospero'nın kızı

Adada babası tarafından büyütülür. Doğanın saf ve aydınlık yanını temsil eder.

 

ARIEL:

 

Bir hava perisi.Sadık ve iyi niyetlidir.

Cadı Sycorax tarafından bir çam yarığının içine mahkum edilmiştir. Prospero kendisine yardımcı olacağına söz vermesi üzerine Ariel’i kurtarır, Ariel de kendisine büyük bir beceriyle yardım eder.Prospero anlaşmaya sadık kalarak Arıel’i sonunda azad eder.

Ariel Shakespeare’in sezgilerini simgeler.(Caliban’ın Prosperosu öldüreceğini tesadüfen görmesi.)

 

CALIBAN:

 

Şekilsiz, sakat ,Prospero'nun kölesi ve Sikoraks'in oğlu. Adanın yasal sahibi Prospero’nun büyüsü sonunda tutsağı haline gelir. Kaderine karşı çıkıp, Stephano ve Trinculo ile işbirliği yaparak özgürlüğüne kavuşmak ister. Prospero’nun adadan ayrılmasıyla adada tek başına kalır. Doğanın kötülük ve karanlığını simgeler.

 

ALONSO:

 

Napoli kralı.İşbirlikçidir.

Antonıo ile işbirliği yaparak Prospero’nun dükalığının elinden alınmasına yardımcı olur.Sonunda yaptıklarından pişmanlık duyar.

 

SEBASTIAN:

 

Alonso'nun kardeşi.

İktidara geçmek için kardeşinin kuyusunu kazar. Ancak Ariel aracılığı ile Prospero kardeşini öldürmesi engeller.Oyunun sonunda hiçbir pişmanlık belirtisi göstermez.

 

ANTONIO:

 

Prospero'un kardeşi, Milano Düka'lığını gasp etmiştir.İçten pazarlıklı ve vicdansızdır.

Sebastian’ı, krallığı abisinin elinden alması için kurnazca kışkırtır. Prospero’nun yaptığı büyü sonucu pişmanlık duyar.

 

FERDINAND:

 

Alonso'nun oğlu.

Prospero’nun büyüsüyle Miranda’ya aşık olur.Aşkı uğruna köleliği göze alır.

 

GONZALO:

 

Yaşlı bir devlet danışmanı. Soğukkanlı, iyi yürekli, sadık bir karakterdir.

Prospero ve Miranda’ya denize bırakıldıklarında kitap ve erzak bırakarak yardım eder.Bu anlamada öngörüşlü bir kimsedir.

 

ADRIAN ve FRANCISKO: Asilzadeler.

TRINCULA: bir soytarı.

STEPHANO: bir sarhoş kahya.

KAPTAN

LOSTROMO

IRIS, CERES ve JUNO: mitolojik periler.

SIKORAKS: (Oyun başlamadan önce ölmüş olduğu bildirilip sadece ismi geçer) cadı kadın ve Kaliban'in annesi.

 

 

Sınıf Arkadaslarım Damla Yeşilova, Gizem Altuntaş ve Gizem Yerlikaya'nın sunumlarından alıntıdır...:D:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...