Jump to content

Kadından Kentler ; Murathan Mungan


schizophrana

Önerilen Mesajlar

Arka kapaktan ;

 

Alsancak İskelesi , overlok , asker bavulu, Nurhayat, Adana Seyhan Oteli , dansöz kıyafeti , Emine , burma bilezik , Maşatlık, tahta basamaklar,Sevgi, boşanmak, beyaz şarap , Eski Mudanya Yolu, Esme, Rumlardan kalan ev , tütün ilacı , çinko kevgir, taşlığa vuran ay, Şengül, Yeşilırmak, çay bahçesi, Yetiştirme Yurdu , Nihal , Ankara il Radyosu , Cebeci , goralı sandviç , Tansel Plak, Nazan , Sinop Kalesi , kuğu biblo , çeyiz , Yıldız, Kanat Turizm , mola yeri , Çanakkaleli Perihan, meltem, Cacabey Camii, ilk tayin , saat kulesi , rüzgar gülü , Tülay , Erzurum Dağları da kar ile boran , Yakutiye Medresesi , iki bavul , Fotoğrafçı Aram , Suna , Diyarbakır surları , terörle mücadele , Küçe Sofrası , Hakimehanım , Aslı, Lüks terzi , Foto Zafer, Taş Sinema, Nebahat Abla , sundurma , elma- armut kuruları, zehir sağmak, Asiye , Pozcu Mahallesi , sabahın beşi , yazlık bahçe , Zozan, Esenler Otogarı.....

 

Kadından Kentler Mungan' ın kahramanlarını kadınların olduğu 16 hikayeden oluşan son kitabının adı.Kitabı bugün bitirdim , içimde buruk bir tat bıraktı. Mungan'ın kadınlık hallerini başarıyla tasviri kadar , kitaptaki hüzünlü öykülerin de payı büyük bunda. Hepimizin içinde bir Nazan , Suna , Tülay , Zozan ya da Şengül var çünkü. .

 

 

Öyküler

 

1- Kordonboyu'nda Ömer Çavuş Kahvesi

 

2-Adana Sıcağında Erguvanlar

 

3-Trabzon Burması

 

4-Yakası Beyaz Kürklü Taba Rengi Kaban

 

5- Samsun Sigarası , Tütün Bataryaları, Tamaron

 

6- Amasyada'ki Teyze

 

7- "Burası Ankara İl Radyosu Şimdi.."

 

8- Sinop'a Gelin Giden

 

9- "kanat Turizm'in değerli yolcuları

 

10- Hayat Hanım , İlk Tayin

 

11-Annemin çektiği Fotoğraflar

 

12- Daiyarbakır Surlarında

 

13- Lüks Terzi'nin Kızları

 

14- Gümüşhane Çok Uzak

 

15- Tantunicinin Karısı

 

16- Esenler Otogarı

 

İçinden Kısa Kısa

 

izmir

Sabahın bu erken saatinde İzmir bambaşka görünüyordu gözüne. Nurhayat, Ömer Çavuş Kahvesi'nde oturduğu masada birdenbire her şeyi yeniden gözden geçirmesi gerektiğini hissetti. Emin olmak ne demekti? Bir kadın ne zaman emin olurdu? Cuma günü onu istemeye geleceklerdi ve Nurhayat şimdi bu evliliği isteyip istemediğinden emin değildi.

 

Ankara

Ertesi gün cebimde sahte bir kimlikle Kızılay'da, bilirsiniz, Kocabeyoğlu Çarşısı'nın yanı başındaki Tansel Plak'a gittim. Yeniyetmeliğimin, gençliğimin Ankara'sının önemli uğrak yerlerinden biriydi. Aranıyor olmak, "biri olmak" demekti ve ben kısa bir süre için de olsa, şu bulanık kalabalığın içinde amaçsız dolaşan rasgele biri olmak istemiştim. Zafer Çarşısı'nın kitapçıları da burnumda tütüyordu ama şansımı zorlamamalıydım. Bilmeyen yoktu. Gizli polisler orada cirit atıyordu...

 

Diyarbakır

Başkomiserin kendisini içeri çağırmasını beklerken Aslı'nın gözleri oturduğu bankta. Yer yer boyaları soyulmuş. Hani nasıl adlandıracağını bilemediğin ara renkler vardır ya, öyle. Şimdi içeri çekip polis zoruyla sorsalar, "Söyle bakalım kızım, ne renktir bu," söyleyemezsin. İnsan zihni ne tuhaf! Neler düşünüyor? Polisin burada, Diyarbakır'da sorduğu, sorabileceği sorular düşünüldüğünde ne kadar saçma şu aklından geçenler! Yoksa o kadar da saçma değil mi?

 

İstanbul-Esenler Otogarı

Az sonra daha sakin sayılabilecek bir sesle, "Vardığımızda bana haber eder misin kızım," diyor. "Ben yol iz bilmem. Geçmeyeyim Elazığ'ı." "Merak etme teyze," diyor Zozan. "Uyusan bile, ben uyandırırım seni." "Gözümün uyku tutacağını sanmam," diyor kadın. Zozan en azından bu sefer çok daha neşeli bir yolculuk hayal etmişken kendisi için, yanına oturan şu mahzun görünüşlü, kederli kadının varlığıyla içinin bulutlandığını, yüreğinin çatallanıp ağırlaştığını hissediyor.

 

Murathan Mungan

Kadından Kentler

Metis Yayınları

2008

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnsan kendini bir başkasıyla anlar

 

 

Geçmişini unutmaya çalışan insan için maziden gelen herkes, bir çeşit tehdit ya da tehlikedir; bunca yıl sıkı sıkıya kapalı tutulmuş kapılar onlarla zorlanır, bastırılmış anılar onlarla silkinmeye çalışır, belleğin kuytularına itilmiş nice ayrıntı, onların sorgularının tazelediği çağrışımlarla yeniden günışığına çıkar. Murathan Mungan, 'Kadından Kentler' adıyla Metis Yayınları tarafından yayınlanan yeni öykü kitabında, yukarıdaki satırlarda dile getirilmeye çalışılan insan hallerinin kadınların dünyasındaki karşılığının izini sürüyor.

 

Murathan Mungan, 'Kadından Kentler'de yer alan öykülerinde Türkiye'nin on altı kentine savrulmuş kadınların gittikleri her kentte kendi ötekisi ve ikiziyle buluşmalarının onların iç dünyalarında yarattığı sarsılmaları, kırılmaları, hesaplaşmaları ve geçmişleriyle yüzleşmelerini anlatıyor. Öykülerinde genellikle belli bir temanın izini süren Mungan, 'Kadından Kentler'deki tüm öykülerini hayatın içinde kendini kıstırılmış, hayatla yarışan, yarışmayan, hayatı olduğu gibi kabul eden, etmeyen, kendi kaderlerini oluşturan kadınların benzerleriyle karşılaşmaları üzerine kurmuş.

 

Kitaptaki öykülerde birbirleriyle karşılaşan kadınlar bu karşılaşmalardan yaşamlarının sonrası için gerekli olan bir bilgiyle çıkıyorlar. Bu kimi zaman bir bilinç ışıması, bir aydınlanma anı, kimi zaman da bir hayat bilgisinin doğrulanması oluyor. Öykülerde kadın kahramanlar kimi zaman da eşik atlayarak, geçmişlerine ait yaraları sarıyorlar.

 

Öykülerinde kendisinden çalınmış bir hayatın sızısını derinden hisseden kadınların iç dünyalarının kuytularına kadar inmeye çalışan Mungan, karşılaşmaların kimi kadınların hayat karşısındaki güvenini altüst edebileceğini gözönüne seriyor. Bir erkeğe muhtaç olmamak adına ekonomik özgürlüğünü kazanmak, kariyer yapmak, mesleğinde ilerlemek isteyen kadınları yalnızca erkekler değil, geride kalan arkadaşları da terk eder. Ama bir bakış, bir karşılaşma insanı önemli kararla almakla baş başa bırakır. Hatıralar her zaman kuvvetli bir bağ olmuştur insana, ki bu kuvvetli bağ bazen bir ayakbağı bazen de her şeyin altüst edildiği bir durumu ortaya çıkabilir. Kitabı oluştururken, 'Neden 16 şehir ve 16 kadın?' sorusuna ise Mungan, şu yanıtı veriyor: 'Biz anonim bir kültürde yaşıyoruz. Ve bu toptancı kültür birey ile geneli figür ile aidiyeti sürekli eşleştirerek okuyor. Kayserili, diyarbakırlı ya da Samsunlu bir kadın nasıl olur diye okunsun istemedim. Mümkün olduğu kadar İstanbul aksı üzerinden, İstanbul ile taşra karşılaştırması üzerinden, kimi zaman taşraya gitmiş, kimi zaman oralı ama başka yerde yaşamış, kimi zaman orada öğretmenlik yaparken yaşamayı seçmiş ve kent ile kadın arasında birebir aidiyet ilişkisi kuramadım. Biz de polisi kötü gösteremezsin, savcıya adaletsizlik yaptıramazsın, bu tür kitabın temasının dışında budalaca tartışmalar zeminine girmesin istedim. Öte yandan, Türkiye'nin kuzey, doğu, güney, batısından bir takım kentler olsun istedim. Bir de seçimlerinde, örneğin; diyarbakırlı anlatıyorsam, oğlu dağda bir anne, ya da kocasını kaybetmiş bir genç gelin, bir gerilla kız, daha çabuk akla gelen, daha çok gazete ve dergi malzemesi olabilecekti. O alanın dışına çıkmak istedim. Kitap aynı zamanda bu karşılaştırma esası üzerine kurulu olduğu için bir noktadan sonra okurda karşılaşmalar beklentisi yaratsın ve oradan sıçramalar oluşsun istedim. Her öykü kitabımda olduğu gibi bir mimari proje gibi.'

--------------------

Yazar Murathan Mungan, Anadolu’da 16 kentte geçen kadın öykülerinden oluşan "Kadından Kentler" kitabının tanıtımı için cumartesi (12 Nisan) İzmir’deydi. 16 kenti dolaşarak okurlarıyla buluşmayı amaçlayan Yazar Mungan, uzun yolculuğuna da, Kadından Kentler'in ilk öyküsünün geçtiği İzmir’den başladı. Etkinlik yolculuğu, kitaptaki gibi 16. kent olan İstanbul’da Esenler otogarında sona erecek.

 

Neden bu karakterler ve bu kentler?

Benim her hikaye kitabım, bir tema üstüne kurulur. Bir tema seçer ve temanın etrafında örüntülerim. Kıstırılmış ya da sıkıştırılmış iki kadının karşılaşması esası üstüne kurulu bütün öyküler. Bu öykülerin bir yerinde bu karşılaşmadan kimi zaman biri kimi zaman her ikisi yaşamlarının bundan sonrası için gerekli olan bir bilgiyle çıkarlar. Bu kimi zaman bir bilinç ışımasıdır, bir aydınlanma anıdır. Kimi zaman bir hayat bilgisinin doğrulanmasıdır. Kimi zamanda eşik atlamadır. İlk üç öykü biçimlendiği anda bunun böyle bir şey olacağını düşünmüştüm. Yüksek Topuklar romanı sırasında biriktirdiğim, kullanmadığım, aklımdan geçen malzemelerin yığılmış olmasının da getirdiği bir imkân sahasıydı.

 

Kentlere nasıl karar verdiniz?

Biz anonim bir kültürde yaşıyoruz. Ve bu toptancı kültür birey ile geneli figür ile aidiyeti sürekli eşleştirerek okuyor. "Kayserili, Diyarbakırlı ya da Samsunlu bir kadın nasıl olur?" diye okunsun istemedim. Mümkün olduğu kadar İstanbul aksı üzerinden, İstanbul ile taşra karşılaştırması üzerinden, kimi zaman taşraya gitmiş, kimi zaman oralı ama başka yerde yaşamış, kimi zaman orada öğretmenlik yaparken yaşamayı seçmiş ve kent ile kadın arasında birebir aidiyet ilişkisi kuramadım. Biz de polisi kötü gösteremezsin, savcıya adaletsizlik yaptıramazsın, bu tür kitabın temasının dışında budalaca tartışmalar zeminine girmesin istedim. Öte yandan, Türkiye’nin kuzey, doğu, güney, batısından bir takım kentler olsun istedim. Bir de seçimlerinde, örneğin; Diyarbakır’ı anlatıyorsam, oğlu dağda bir anne, ya da kocasını kaybetmiş bir genç gelin, bir gerilla kız, daha çabuk akla gelen, daha çok gazete ve dergi malzemesi olabilecekti. O alanın dışına çıkmak istedim.

Kitap aynı zamanda bu karşılaştırma esası üzerine kurulu olduğu için bir noktadan sonra okurda karşılaşmalar beklentisi yaratsın ve oradan sıçramalar oluşsun istedim.Her öykü kitabımda olduğu gibi bir mimari proje gibi.

Kadın kimliğinin ve kentlerin, Türkiye’nin dönüşümünde önemli iki gösterge olduğunu düşünüyorum. Kentler çok hızlı değişiyor. Çoğu zaman insanlar yaşadıkları kentleri tanımıyor. Örneğin, Nurhayat, kendin varoşlarından, sahil şeridine ilk defa inmiş, overlokçu, yengesinden kopamayan bir kız. Diğer öykülerde de var; yaşadığı kentlere yabancılaşmış ya da bir takım kentlerin altını kazdığınız zaman Rumlardan, Ermenilerden kalma evler görüyorsunuz. Bu coğrafyanın başka bir topografyası da var.

Hâlâ kadın kimliği Türkiye’de bir politika nesnesi. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kıyafet devriminde erkekler boyunlarına bir kravat bağladılar, takım elbise giydiler ve sorunu çözdüler. Ama türbana varana kadar kadın kimliğinin nasıl giyineceği, nasıl görüneceği tartışılıyor. Türbanda da kadın kimliği bir nesne, pornografide de bir nesne. Kitap bunlardan birebir söz etmiyor. Kimi zaman iş düşümleri kimi zaman ışık gölge oyunları olarak var. Çünkü bu bir hikaye kitabı, bir sosyoloji kitabı değil. Benim bunlardan söz etme nedenim ise, bütün bu hassasiyetlere sahip bir yazarın kitabı olduğunu söylemek için. Kentler sadece dekoratif anlamda da yoklar. Kayserili Fikret Hanım’ın kılıç artığı olması bir işarettir. Ya da Diyarbakır’da karşılaşan iki kadının, ikisinin de Türkiye’nin batısından gelmiş figürler olması da bir işarettir. Ama onlardan biri Diyarbakır’ın Türkiye’nin vicdanı olduğunu söyler. Yani coğrafya ile kimlikler arasında bir kısa anlarla ilerleyen bir yapı kurmaya çalıştım ve istedim ki bu öyküler kitapta bitse bile okuyanların kafasında hayatta karşılaşacaklarıyla çoğalsın. Kitap okurda kendinin tanıklıkları, kendinin hikâyeleri ile devam etsin.

 

Kitabın hazırlanışına ilişkin bir sorum var. Ben, İstanbul’dan bakılarak, bir Trabzon ya da bir Diyarbakır öyküsü yazılamayacağını düşünüyorum. Siz, anlattığınız bu kentleri gördünüz mü, havasını, kültürünü soludunuz mu?

Sanınız bir edebiyat sanısı değil, aslında bir yanılgı. Dünya şiirinin belki de en önemli şairlerinden biri [Arthur] Rimbaud’dur. Hayatında hiç deniz ve gemi görmeden yazdığı Sarhoş Gemi dünya edebiyatının temel klasiklerinden biri sayılır. Böyle bakıldığında bu bir gazetecinin röportaj yaparken ki tutumu değildir. Sizin bu kanınız, aynı zamanda, ben öyleyim diye demiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın, yaratıcının dehasını, yaratıcılık eylemini fazla tanımamaktan ileri geliyor olabilir. Bu ne zaman bir açık haline gelebilir. O kenti, anlatma iddiasında olduğunuz zaman. Diyelim ki, Diyarbakır’ı hiç görmemişsiniz ama Diyarbakır’ın tarihi, geçmişi ya da şimdisini yazıyorsunuz. Her zaman yaratıcının yaratacağı kaynaklarla mekânlar arasında bir ilişki kurması gerektiğini düşünürüm. Yalnız, diyelim ki, Esenler otogarını ben yazdıktan sonra tekrar gittim Esenler’e baktım. Yazmadan gitmedim. Kimi, birebir fizik yanlışlar vardır. Onu birebir yazar olarak yapmamak gerekiyor. Dürbünün henüz bulunmadığı bir zamanda dürbün kullanıyorsanız, ne yaratıcılıkla açıklanır ne de deha ile. Sorunuz bağlamında şunu söyleyebilirim; benim hikâyelerim için gereken kısım kadar kentleri çok iyi çalıştım. Giysileri, yemekleri, gelenekleri, bazı binaları, bazı kimi bilgileri. Bu öyküler, o kentlerin ruhunu, geçmişini anlatma esası üzerine kurulmuyor. Bir taşra atmosferi yaratma esası üzerine kuruluyor. Bu kentlerin bir kısmını biliyorum, bir kısmını bilmiyorum. Bildiğim ile bilmediğim arasında öykülerin kendi iç dengeleri… Bunun ölçüsü nedir diyeceksiniz. Bunun ölçüsü her zaman çok iyi aşçıların, bir sözü vardır; el kararı, göz kararı diye. Yılların deneyimiyle ellerinin bildiği bir şeydir. Mesela Diyarbakır hakkında çok şey biliyorum. Bunu okura yüklemeye hakkın yok. Bir yazar dersini çok iyi çalışmalı ama bütün okumalarını, araştırmalarını okurla ortak adisyona dönüştürmemeli, hesabı beraber ödeyelim olmaz. Okura, hikayenin gerektiğini kadarını vereceksiniz.

 

Kitap, kentler ile İstanbul aksıdır, diyorsunuz…

Bütün taşra yıllardır İstanbul’u seyrediyor. Türk sineması İstanbul dışına çıkmadı. Türk edebiyatı İstanbul dışına çok geç çıktı. Şimdi de, Türkiye televizyonda yine İstanbul’u seyrediyor. İstanbul’u fethetmek, İstanbul’u ele geçirmek gibi, çok şiir de vardır. İsterse siyasi bir söylem olsun, isterse ezik bir türkücünün feryadı olsun. Hep bir İstanbul özlemi vardır. Türkiye’de hükümetler hep politikalarını İstanbul üstüne kurdular. İstanbul ayrı bir ülke, Anadolu ayrı bir ülke oldu.

Bu kitapta kadınların İstanbul ile kurduğum ilişkisi ile Esenler otogarında bitirmekle bu anlamda bunları düşündüren bir aks, bir gelgit de yaratmaya çalıştım.

 

Kadınlar neden yalnız ve mutsuz öykülerde?

 

Kadınlar mutsuz mu bilmiyorum ama Türkiye’de geleneksel toplum modelinin dışına çıkmaya başladığınızda bir tür yalnızlıkla bedellendiriliyorsunuz. Size kadın olarak ekonomik özgürlüğünü kazanman, bireyselleşmen gerekiyor deniliyor. Öte yandan hem geleneksel aile yapısı içerisinde varlığını sürdüreceksin, hem hayatını kazanacaksın, akıllı olacaksın, kimlik kazanmaya, birey olmaya başladığında aslında bu kadınlara ait bir yarılma başlıyor. Erkeklere ait bir sorun da bu. Geleneksel toplumsal sistemler modern çağın gerekleri ve kimlikleriyle örtüşmüyor. Kitapta kadın olmaktan çok, “olmak” meselesi var.

 

Bunun üzerinde sıkça durduğunuz hissediliyor.

Erkek olmanın bedelleri de ağır. Kitapta erkekleri hep geride tuttum. Kadın problemini erkek zulmü ile açıklama kolaycılığına yaslanmadım. Kitapta, bir iki kahramanın kocalarının iyi olması, neyi değiştiriyor. Bu bireylerin tek tek iyi olmasıyla başarılabilecek bir sorun değil. Özel mülkiyete, aileye ve devlete dayanan toplumsal sistemin temelindeki sıkıntının, gerginliğin, bizim yaşamlarımıza düşmüş izdüşümleri vardır diye düşünen birinin kitabı. Bu yüzden olmak tabii ki çok güç. Kitapta kimi sıkışık, kıstırılmış haller, kimi ümitsiz durumlar vardır ama kitap bana ümitsiz bir kitap olarak gelmiyor. Aksine bir şey öğrenmek, öğrenmeye açık olmak, eşik atlamak, yola devam etmektir. Başka çözümlerin, başka olasılıkların var olabildiğine inanmaktır. Diyelim ki, Meltem… Meltem nasıl bir eşik atlıyor. Kendiyle ve yaşamıyla barışıyor. Kanaat Turizmin Değerleri Yolcuları öyküsünde belki de son cümle olmasa, Meltem’i başka bir çözümsüzlükte bırakmış olurdum. Ama onu İstanbul’da bekleyen bir Tamer olması, onun hayata yeniden başlama gücü bulduğunu gösterdi. Nitekim Levent’in elini artık farklı sıkıyor olması, başka bir barışıklığı getiriyor.

Modellerde ben ümit verdin vermedin noktalarına takılmadım. Sanatın işinin bu olmadığını bilirim.

Ben insanların içlerinin kaldırma gücünü çok önemserim. İnsanlara üç günlük vaatlerle, şu olursa, şu toplumsal model ile geçersek, sen de bunu yaparsan mesele hallolur gibi son kullanma tarihi çabuk geçecek olan reçetelere değil, sen bir kere öğrenmeye, anlamaya açık olmak, kendisini başkası yerine koymaya, başka hayatları anlamaya açık olmak ve onun ötesinde, iç gücünü, dayanma gücünü, alılmama gücünü…

Neden bu kadar önemsiyorsunuz bunu?

İçinden yaşadığımız çağda, biraz hisseden ve düşünen insanların mutsuzluğunu temel nedenlerinden bir tanesi enformasyon fazlalığıdır. Bütün dünyanın bilgisi altında eziliyoruz. Hisseden, akıllı insanlar için sadece televizyon seyretmek bile umutsuzluk kaynağı artık. Enformasyon fazlalığının altında vazgeçmek, yaşama küsmek her şey mümkün. Bütün bunlara rağmen bir kaldırma gücüyle, içimiz nasırlaşmadan kanıksamadan bir yola çıkmak, sadece edebiyatın, sanatın yapacağı şey değil. Bizim insan modellenmelerimizde iç gücümüze çok önem vermeliyiz. Nasırlaşmadan, kanıksamadan.

 

Bu tanımladığınız ortamda insan dayanma gücünü nasıl bulacak?

Ben de okurlarımla beraber arıyorum diyeceğim ama yuvarlık bir yanıt olacak bu da. Öncelikle, yaşama sevinci, yaşama tutunma, devam ettirme, yaşama sürekliliğini kazandırma inadı, inancını önemsiyorum. Benim anladığım sanat biraz bunun için. Yani sorunların saklanması, gizlenmesi için değil. Bütün bunların aslında algısal alanı politikadır. Dünyayı politika değiştirir. Politika derken Türkiye’de yapılan gündelik politikayı kastetmiyorum.

 

Kadınları anlatmayı neden tercih ediyorsunuz. İyi bir edebiyat nesnesi mi?

Kadınların daha zengin, daha renkli bir iç dünyaları olduğunu düşünüyorum. Dönüşüm ve değişimle, kadın kimliği arasında daha doğrudan bir ilişki var. Bir de ben kadınları seviyorum. Kendi yaşamımda da kadına ve çocuğa şiddet, tecavüz, hayvanlara saldırı, benim en fazla canımı yakan şeylerdir. Bu durumda hissettiğim öfke ve isyan, çocukluğumdan beri bana çok tanıdık gelir. Azınlıklarla kurduğum ilişki de öyledir. Mesela Mardin’de büyürken, Süryanilere yapılan herhangi bir şeyden çok fazla rahatsız olurdum. Bu bir duyarlılık noktası.

Kadın dönüşüme daha açık. Erkek kimliği daha çok vazgeçmelerle oluşuyor. İç dünyasından, duyarlılıklarından vazgeçiyor. Erkekler de bir kayıpla erkek oluyorlar. Kaba feminiz söylemlerinde bunu görüyorum. Mesela kadın topluma, kadın olmanın imtihanını vermek zorunda değil. En fazla anne olup olmadığına bakıyorlar. Ama erkek, 12 yaşındayken bir topluma erkek olduğunu ispatlamak zorunda. Eski eril aile törenlerinin, modern karşılıkları da var günümüzde. Gözyaşı ile kurduğu ilişki bile erkekten alınmış, orada da bir kaybı var. Sistem bir tek cinsi sakatlamıyor ki.

Bir politika söylemi içinde bakacak olursak, dünyada itiraz ettiğim şeylerden bir tanesi de, bu erkek egemen söylem ve toplum içerisinde kadının konumlandırılışı. Dolayısıyla bu duyarlılığa sahip biri olarak benim bu malzemelere uğramamam söz konusu değil.

Bir de yazar olarak sahip olduğumu düşündüğüm iyi özelliklerim var. İyi bir gözlemciyimdir, öyle de söylüyorlar. Sürekli öğrenmek, gelişmek, takip etmek. Hem dünyaya bakışımla ilgili, hem de işimin içinden de bakıyorum.

Bir de ben aynı şeyleri yapmayı sevmiyorum. Şimdi bir oyun hazırlıyorum. 8 kadın öyküsü göreceksiniz sahnede. Hem buruk hem de güldüren öyküler.

 

Tema üstüne kurulu dediniz kitap için. Okurdan ne bekliyorsunuz bu kitap için?

Türkiye’de çok alışılmadık bir beklenti bu ama tema üstünden okusunlar. Yani bu kitabı hangi temayı seçmişse onun dışına çıkmayı tercih etmiyor kitap. Bir karşılaşma anı üstüne kurulu. Bir başkası çıkar, yine karşılaşma üssüne 10 tane başka bir öykü yazar. Bir kitap bütün dünyayı almaz içine. Biraz da kitapta kurulan ilişki konusunda bizim kültürel eğitimimizin zayıf olduğunu düşünüyorum. Mesela, Almanya’da Fransa’da okurun sormadığı kimi sorularla Türkiye’de karşılaşıyorsun. “Kitap nasıl okunur” kadar basit bir cümlenin arkasında kültürel boşluklar var.

 

Esenler Otogarı, Türkiye manzarası olarak sunuluyor son öyküde. Peki, siz, bugünkü Türkiye manzarasında ne görüyorsunuz?

Türkiye’nin politika yapma konusunda kendi iç dinamiklerini kaybettiğini düşünüyorum. Türkiye’de politika artık dünya dinamikleriyle yapılma durumuna geldi. Açık ve net olan bir şey var; Türkiye’de şu anda biten şeyin politika olduğunu düşünüyorum. Politika bittiği için bu sorunları bu şekilde çözemeyeceğimi düşünüyorum.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...