Jump to content

Bergman'a Temas Etmek


Geceyuruyen

Önerilen Mesajlar

Sinema Makalesi

 

"Her duygu, her hareket, her bedensel rahatsızlık, kullandığım her sözcük için büyük bir depo dolusu açıklamam var. İnsan anlayışla başını eğiyor. Böyle olması gerekliydi: Gene de bu yaşam uçurumunda boylu boyunca düşüyorum. Bu uçurum bir gerçek, ayrıca da dipsiz.. İnsan bu taşlı derede ya da suyun yüzünde kendini öldüremiyor bile. Anne, sana sesleniyorum, her zaman yaptığım gibi. Ateşim olduğu geceler. Okuldan döndüğüm zaman. Geceleri, arkamdan beni kovalayan bir hayaletle hastanenin parkında koştuğum zaman. Farö'deki o yağmurlu öğleden sonra seni tutmak için elimi uzattığım zaman.. Bilmiyorum. Hiçbir şey bilmiyorum. Bu başımıza gelenler nedir? Bununla baş edemeyeceğiz. Yanaklarım yanıyor ve birisinin uluduğunu duyuyorum, sanıyorum ben kendim uluyorum." Ingmar Bergman

 

Bergman sinemasını anlamanın onun yaşantısına, çocukluğuna ve düşlerine yakın olmakla gerçekleşebileceği düşüncesi bende ilk kez kendisinin yazdığı ve çocukluğunu anlattığı kitabı, "Pazar Çocuğu" nu okuduktan sonra başladı. Çığlıklar ve Fısıltılar, Utanç, Yedinci Mühür, Yaban Çilekleri, Sihirli Flüt ve Temas'ı izlerken hep o yaşantı ve geçmişin kimi zaman da düşlerin izlerine rastladım... Bergman'ın, sinema tarihinde, bu izleri yakalayıp aktarabildiği için de ayrı bir yeri olduğunu düşünüyorum.

 

Bergman, bir röportajında, "Sizden hiçbir zaman anlamanızı istemedim. Yalnızca duyumsamanızı istiyorum", demiş olsa da onun filmlerini değerlendirmenin bir yolu da yine kendi yaşantısından, değerlerinden, düşlerinden ve tüm bunları yapılandıran geçmişinden yararlanmak olabilir. Yaşantısını, hayatı ve ilişkileri algılayış biçimini birer metafora dönüştürerek kendi sinemasını yaratıyor Bergman ve biz ancak ona "temas" ederek onun sinemasının gizlerini yeniden keşfedebiliriz.

 

 

"The Touch", Londra Ulusal Tiyatrosu'nda, Bergman'ın Hedda Gabler'i sahneye koyarken ABC Prodüksiyonun başkanı Leonard Goldenson'la tanışmasıyla temelleri ortaya atılmış ve ancak 1971'de tamamlanabilmiştir. Film, merkezinde Karin karakterinin bulunduğu, üç insanın etrafında gelişen bir öyküye sahiptir.

 

Karin Vergerus (Bibi Andersson), kocası Andreas (Max von Sydow) ve iki çocuğuyla birlikte İsveç'te büyük bir evde mutlu bir yaşam sürmektedir. Filmin açılış sahnesinde Karin'i, annesinin ölüm haberini henüz almışken görürüz. Annesini ölmeden önce görememiştir ve ne kadar da acı doludur Karin, tıpkı Bergman gibi; o da annesinin yattığı hastaneye apar topar geldiğinde onun sadece birkaç dakika önce öldüğünü öğrenmiştir. Karin annesinin yanından ayrılır ve ağlamaya başlar, elinde annesinin evlilik yüzüğü vardır. Üzüntüsünü fark eden ve isterse konuşabileceklerini teklif eden bir adamla karşılaşır fakat onu reddeder ve yalnız kalmak istediğini söyler. Daha sonra aynı adamı yani David'i (Elliott Gould) Andreas ve Karin'in büyük evlerinin bahçesinde gezinirken görürüz. David, Andreas'ın hastasıdır aynı zamanda ve bir arkeologdur, bir ekiple birlikte kilisenin çevresinde kazı yapmaktadırlar.

 

Bu ilk sahnelerde Vergerus ailesinin mutlu ve zengin yaşamları gösterilir. Andreas, David'e çiçek dialarının arasında aile fotoğraflarını da gösterir. David, Karin'in çıplak fotoğraflarını da görmek istediğini söyler. Karin'e onu ilk gördüğü andan beri aşık olduğunu söylemiştir.

 

Karin ve David bundan sonra inişli çıkışlı bir ilişki yaşamaya başlayacak, hayata ve kendi yaşamlarının derinliklerine değin bir çok yenilik keşfedeceklerdir.

 

Filmde Karin'in yaşamıyla birlikte evlilik de sorgulanır. Filmin ilk sahnesinde Karin annesinin evlilik yüzüğüne bakarak ağlamaktadır, onu avuçlarının içinde sımsıkı tutar. Karin capcanlı fakat yalnız bir ev kadınıdır. Bergman onun için, "Her iki erkeği de mutlu edecek ve yeni bir yaşam yaratacak sıcaklığa, insani güce ve David'in onu anlaşılır kıldığı bir zenginliğe sahip " diyor (Emmet, 1994:132). Bu sıcaklık, canlılık ve insani güç onun giysileriyle de ifade edilir. Karin - Bergman kırmızıyı tercih eder çünkü kırmızı Bergman sinemasında ruhun rengidir.

 

Karin'in yaşamı hayatına David'in girmesiyle birlikte değişmeye başlamış, yaşadığı acı, Karin için değişimi kaçınılmaz kılmıştır. David telefonda neden onun evine gelemediğini sorar oysa bir ev kadının görevi çocuklarına ve kocasına sabah kahvaltıları hazırlayıp onları yolcu ettikten sonra evini temizlemek, alışveriş yapmaktır.. David, Karin'in hizmetkar gibi davranmaması gerektiğini söyler fakat Karin burjuva ahlakın değerlerine duyarsız olduğu gibi ev hayatında gerektirdiği koşullara da karşı çıkar; ailenin hizmetçisi yoktur. Orr, bu ahlaki duyarsızlığı ve karşı duruşu şöyle açıklıyor: "Bergman'da burjuva zenginliğini ve kültürünü paylaşan kadınlar burjuva kültürünü bir kollektifliğin parçası olarak değil, ama soyutlanmış varlıklar olarak eleştirmeye devam eder... Cinsel ilişkilerinde, aşklarında, iş hayatlarında ve evliliklerinde birlikte oldukları eşlerine karşı duyarsızdırlar... Modern bir kurum olarak evliliğin artan kırılganlığında; artan boşanmalar, ayrılmalar, atılan nişanlar, yeniden evlenmeler ve asla evlenmeme kararlarından oluşan Batı toplumlarının geleceğine ilişkin bir yorumdur" (Orr, 1993:34).

 

Karin'in yaşamı bir tür helezona, tam ortasından düğümlenmiş bir ipliğe dönüşür tıpkı David'le birlikte gittikleri kilisenin duvarına çizilmiş figür gibi. Karin iki erkekle de yaşayabileceğini ve her ikisini de yaşamında istediğini anlamıştır fakat kocası buna izin vermeyeceğini söyler. Gidecekse bir daha dönmemelidir. Andreas bir doktordur, botanik gibi bir ilgi alanı vardır, onun işi somut bulgularla, gerçeklerledir ve evlilik kurumu onun için önemlidir. David'in evine gittiğinde ona, "Evlilik ve çocuklar bizi dış dünyaya karşı koruyamadı" der. Evlilik onun dış dünyayla arasına koyduğu kalkandır fakat Karin bu kalkanın taşıyıcısı olmayacaktır artık.

 

David, Karin'in yaşamında vazgeçilmez bir yere sahip olur. Onun dairesine girdiğinde ve kendisini terk ettiğini anladığında ellerini kırık cam parçalarına bastırır. Bu sahnede müziğin ritmi, dengesi altüst olur oysa Karin'i akıcı ve uyumlu bir müzik eşliğinde, bazen bir portre gibi beyaz bir fonun önünde, bazen de kameraya ya da uzaklara bakarken izleriz film boyunca.

 

Kilisede Karin David'e onsuz yaşayamayacağını söylemiştir fakat David yine de terk eder onu. "Sensiz yaşayamıyorum. Benim çocuğum gibisin. Beni terk edeceğini biliyorum çünkü kendinden ve benden nefret ediyorsun... Sana ulaşmaya çalışıyorum ama sen benden gittikçe uzaklaşıyorsun. Bana kız ama beni terk etme.". Freud bir kadın ve bir erkeğin ilişkisinin, kadının erkeği çocuğu gibi gördüğü ve ona anne gibi davrandığı sürece yürüyebileceğini söylüyor (Freud, 1991:156).

 

Yazının başında, filmde Bergman'ın kişisel metaforlar kullandığına değinmiştik. Karin, David ve Andreas karakterleri isimlerinden, filmde taşıdıkları özelliklere değin Bergman'ın yaşamından izler taşıyorlar. Karin, Bergman'ın annesinin ismidir. David'in ona geçmişini anlatırken gösterdiği fotoğraflar arasında Bergman'ın annesi Karin'in henüz nişanlıyken çektirmiş olduğu fotoğraf da vardır. David aslında bir parça Ingmar'dır. O da bir tür arkeolog olduğunu söyler: "Saklandığımız ilişkileri ve gizli anlatımları kazıyorum. Çoğunlukla kazıp aramanın büyüsüne kapılıyorum" (Samuels, 1992). Karin Londra'ya onun ardından gittiği zaman David'in ablasından ellerinde felç olduğunu öğrenir, aynı hastalık Bergman ailesinde de vardır ve Bergman bu hastalığın verdiği acı için ailesini suçlamaktadır. Bergman da David gibi anne saplantısıyla büyümüş, sonraları ona "köpeksi bir bağlılıkla" yaşadığını yazmıştır. David annesiyle yaşadığı bütünlüğü özler, onun yokluğunda acı içindedir ve bu özlemi Karin'le ilişkisinde gidermeye çalışır.

 

Bergman, nevrotik olduğunu kabul eder ve bu nevrozu filmlerinde aşmaya çalıştığını söyler. David de aynı nevrozu yaşamaktadır. May, nevrotiği tanımlarken şöyle diyor; "Nevrotik, kendi çelişkili merkezini yitirmekten korkuyorsa, dışarı uzanmayı reddeder ve kendini kasarak geri çeker, dünya alanını ve reaksiyonlarını kıstıkça büyümesi ve gelişmesi durur." (May, 1998:14). David bencil, içe dönük ve gezgin bir yaşama sahiptir, Karin'e "temas"ı kadına yeni bir bilinçlilik katar fakat çelişkili merkezini yitirmekten korktuğu için kendini geri çeker. Karin ise kocasıyla yaşayamadığı tutkuyu David'le yaşar.

 

David, Karin'e kilisedeki Meryem heykelinden bahsetmiştir, ilk buluştukları yer heykelin bulunduğu kilisedir, daha sonra ayrılacakları ve tekrar birleşecekleri yer de orasıdır. Bergman'a göre kamera "Tanrı'nın sessizliğinin ortasında" işlemektedir. O sadece filmlerinin izleğine kilise, Meryem ya da Tanrı gibi dini öğeleri yerleştirmez, tekniğini açıklarken de yine aynı öğeleri kullanır. Onun diğer filmlerinde de ailesinden aldığı o katı dini eğitimin etkisini görürüz. Onlar bazen biz kabul etmesek de yaşamın önemli birer parçasıdırlar. Kilisedeki tahta Meryem yontusu Utanç'ta da karşımıza çıkar. Bergman yontunun kendisine kişisel birtakım şeyler anlattığını söylüyor.

 

Temas'ta David yontuyu Karin'e benzetir ve ilk temas heykelin önünde gerçekleşir. İkinci buluşmaları David'in evinde olur. Karin, evi kasvetli ve dağınık bulur aynı zamanda soğuktur . Karin soğuktan nefret ettiğini söyler. "Bahar daima geç gelir", der oysa ilişkilerinin başladığı mevsim kıştır ve her yer bembeyaz bir soğuklukla kaplıdır. Filmin ortalarına değin görülen beyaz -evde, hastanede ve geçişlerde kullanılan- da Karin'in David'den önceki yalnızlığını, tutkusuzluğunu, kocasıyla uyumlu yaşamını çağrıştırır. Karin ilişkilerinin başlarında David'e onu sevip sevmediğini bilmediğini söylese de sonraları ona aşık olmuş ve yaşamındaki o soğuk beyazlığı terk etmiştir. Freud'un kadında sevmek gereksinimine dair söylediği bazı şeyler dikkat çekici: "Kadınlığa, hedef seçimini etkileyen daha gelişmiş bir narsisizm suçu yüklüyoruz. Buna göre kadında 'sevilmek' gereksinimi 'sevmek' gereksiniminden daha büyüktür" .

 

Karin'i, David'e götüren eksikliğin ya da ihtiyacın anlatıldığı bir sahne var: Karin ailesine sabah kahvaltısı hazırlar. Aile coşkulu ve neşelidir. Sonra onu yalnız görürüz, kahve içer ve gazete okur. Karin çerçevenin en köşesindedir sağı bomboştur, uzun bir açıklık ve yalnızlık. Bu sahne her ev kadınının tüm aileyi gönderdikten sonraki yalnızlığını ve kendisiyle baş başa kalışını anlatır. "Her kadının yaşamının tipik özelliğidir, sevecenlikten yalnızlığa geçiş", diyor Bergman bu sahne üzerine (Samuels,1992:151). Karin bağımlı bir kadındır, kocasına ve çocuklarına karşı sonra da David'e.

 

Filmin son sahnesinde Karin ve David'i bir parkta ayrılırlarken görürüz. Karin onunla evlenmeyi reddetmiştir. David uzaklaşır ve Karin yalnızlığı seçer. Filmin sonunda onu bağımlılıklarından kurtulmuş ve özgürleşmiş buluruz. Doğuracağı çocuk onun için yeni bir yaşamın başlangıcı olacaktır.

 

 

 

YARARLANILAN KAYNAKLAR

Bergman, Ingmar Büyülü Fener, Afa Sinema Yayınları, İstanbul 1990

Freud, Sigmund Psikanaliz Üzerine, Say Yayınları, İstanbul 1991

May, Rollo Yaratma Cesareti, Metis Yayınları, İstanbul 1998

Orr,John Sinema ve Modernlik,Bilim ve Sanat Yayınları\Ark,Ankara 1997

Samuels, Charles Thomas Antoniono, Truffaut, Fellini, Bergman Sinemasını Anlatıyor, Düzlem Yayınları, İstanbul 1992

 

 

 

Özge ÇELİKASLAN

sinefil.org

 

ALINTIDIR...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...