Jump to content

Bekaret ve Cinselliğin Siyaseti...


birunsatan

Önerilen Mesajlar

Bekaret ve Cinselliğin Siyaseti (1)

 

 

 

Cinsellik, günlük pratiklerimizden devletle ilişkimize, isyan ettiğimiz baskılardan içselleştirdiğimiz fikirlere, hayatımızı her alanda belirlemeye devam ediyor. Peki cinselliği konuşma ve siyasallaştırma koşullarımız neden bu kadar kısıtlı?

 

(Alıntı: Bia Haber Merkezi)

 

 

Ayşe Gül ALTINAY

 

 

"Bedenimiz ve biz; bedenler iktidar ve kimlik haritalarıdır."

Donna Haraway

 

 

 

Feminizm, bir iktidar analizi, bir kimlik siyaseti ve bir toplumsal hareket olarak Türkiye'nin son 20 yılına damgasını vurdu. Farklı kesimlerden gelen kadınların özgün deneyimleri, mücadeleleri ve söylemleriyle gün geçtikçe kendi içinde zenginleşen, artık kimsenin görmezden gelemediği bir olgu olarak karşımızda duruyor.

 

Gerçi Osmanlı'nın son, Cumhuriyet'in ilk yıllarında da etkin bir ses, örgütlü bir hareketmiş ama toplumsal bir hafıza kaybına uğrayarak, bu geçmişi tarihten silmişiz. Artık yeni tarihler yazıyor, o günleri hatırlamanın ve hatırlatmanın yollarını arıyoruz.

 

Yakın ve uzak kadın tarihini yeniden yazarken üzerinde nispeten az durulan bir konu var: cinsellik. Hiç birimiz kadın ve erkek doğmadığımız gibi cinselliği de biyolojimiz dayatmıyor. Toplumsal cinsiyeti olduğu kadar cinselliği de toplumsallaşma sürecinde öğreniyoruz. Tabii ikisi birbiriyle yakından ilişkili.

 

Toplumsal cinsiyet farklılaşmasının merkezinde cinsellik duruyor. Erkek egemen görüş, kadınların cinselliğini bastırıyor, erkeklerinkini ise kışkırtıyor. (1) Adet görmeye başlayan genç kızlar utanç duyup bunu gizlemeye çalışırken, erkekler için yedi düvele duyurulan sünnet törenleri yapılıyor.

Genç kızların bekareti, aileler, okul müdürleri, mahallenin erkekleri, polis ve yasalar tarafından sıkı sıkıya denetim altında tutulurken erkekler için bekaret bir eksiklik veya utancı ifade ediyor.

 

Bu liste çok uzun ama çıkan sonuç çok net. Cinsellik, günlük pratiklerimizden devletle ilişkimize, çocukluğumuzdan yaşlılık günlerimize, isyan ettiğimiz baskılardan içselleştirdiğimiz fikirlere, kadın-erkek ilişkilerinden kadınların birbirleriyle ilişkilerine kadar hayatımızı her alanda belirlemeye devam ediyor. Peki cinselliği konuşma ve siyasallaştırma koşullarımız neden bu kadar kısıtlı?

 

"Bedenimiz bizimdir" ve kadın hareketi

"İktidar ve kimlik haritaları" olan bedenlerimiz feminist politikaların birçok anlamda merkezinde duruyor. Türkiye'de de dayağa karşı kampanyada, cinsel tacize hayır (mor iğne) kampanyasında, fahişelere yönelik tecavüzde ceza indirimi öngören 438. maddeye karşı kampanyada hep bedenlerimizde buluştuk.

 

"Bedenimiz bizimdir" 1980'lerin sonunda popülerlermiş bir slogan. Yani ondan önce kadınların bedenlerine dair bu derece net bir sözleri bile yok. En azından ortak bir söz yok. Halbuki bu kampanyalarda üretilen sloganlar ve politikalar son on yılda Türkiye'deki kadınların hayatlarında çok önemli bir yere oturdu.Artık kadınların büyük çoğunluğu Mor Çatı'dan, Kamer'den haberdar. "Haklı şiddet yoktur" içselleştirilmesi zor da olsa en azından tanıdık bir söz.

 

"Cinsel taciz" de hepimizin bildiği, sık sık kullandığı bir söz. Oysa feminist dergisinin Mart 1990 sayısına bakınca görüyoruz ki "sarkıntılığa karşı" yürütülmesi planlanan kampanyanın isminin ne olacağı uzun uzun tartışıldıktan sonra "cinsel taciz"de karar kılındığı zaman tanıdık olmayan, zor anlaşılır bir ifade olduğu için çok eleştirilmiş.

 

Handan bu sayıdaki yazısında o süreci şöyle anlatıyor: "mesela benim gönlüm kampanyanın adının 'bedenimiz bizimdir' olmasından yanaydı. bir de'cinsel taciz' diyenler vardı. cinsel taciz lafı bence pek kolay anlaşılmıyordu. yabancı dilde kullanılan bir sözün türkçesi, kolay anlaşılır olmayan bir tercümesiydi" (s.17). Sonunda kampanyanın adı "bedenimiz bizimdir, cinsel tacize hayır" oldu.

 

Bugün "cinsel taciz" başka bir dilden tercüme bir laftır diyecek kaç kadın vardır bilmiyorum. Belli ki onu "bizim" yapmışız bile. Peki ya bedenlerimiz?

 

Onlar ne kadar bizim?

 

Dayak, tecavüz, taciz... Kadına yönelik şiddetin en görünür türleri. Ama bir de görünmeyenler var. Bedenimizdeki iktidar haritasında belli belirsiz ama bizi, kimliklerimizi derinden etkileyen çok sayıda çizgi var.

Bunların bir çoğu cinsellikle yakından ilgili. Sebep oldukları şiddet bazen görünür olup yüzümüze buz gibi çarpıyor. Ama çoğu zaman görünmeden yapıyorlar yapacaklarını. Bizi içten içe yoğurarak, yorarak, acıtarak.

 

Bekareti anlamak, bekaret kontrolüne hayır diyebilmek

Namus cinayetleri ve bekaret kontrolleri bedenimize uygulanan cinsel şiddetin en yırtıcı örneklerinden. Benim başından beri içinde bulunduğum ve burada hikayesinden bir kesit sunmak istediğim Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubu, bu yırtıcı örnekler üzerinden başladı bekareti (ve cinselliği) konuşmaya.

 

1992yılının8 Mart'ında feminizmi yeni keşfetmiş birkaç arkadaş bir dizi etkinlik düzenlemeye karar verdik. Birimiz hariç kendisine feminist diyen yoktu. Feminizm sanki küfürdür ya, kimse üzerine almak istemiyordu. Tamam hepimiz kadın erkek eşitliğine inanıyorduk ve mor iğnelerimiz vardı ama ne gerek vardı feminist lafını kullanmaya. Bir hafta süren ve Mor Çatı'dan Kadın Kütüphanesi'ne, kadın hareketinin tarihinden edebiyatta kadın sözüne birçok konuda yoğun tartışmalar yaşadığımız Kadın Günleri'nden geriye heyecandan yerinde duramayan 15-20 kişilik bir grup kaldı.

 

Uluslararası İlişkiler Kulübü'nün bünyesinde buluşmaya devam etme kararı alan bu grup ilk olarak "erkek" meselesini gündemine aldı.

 

Stella Ovadia Kadın Günleri'ndeki konuşmasının ardından erkeklere uzunca bir süre söz vermeyince bu durumun utancını sanki her birimiz üzerimizde taşımış, bu "aşırılığı" yapmasına bir anlam verememiştik. Stella kadınların sözüne öncelik vermeye çalışmıştı, biz ise buna neredeyse alınmıştık.

Bu tabii ilk tepkimizdi. Kadın Günleri'nin ardından biraraya gelen Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubu'nun ilk kararı erkeklere kapalı olmaktı. Bu kararı erkeklerin de katıldığı birkaç toplantının ardından büyük bir sabırsızlıkla aldık. Erkeklerle tartışmadan önce kendi sözümüzü üretmeye başlamalıydık. Birlikte yakalayacağımızı umduğumuz "kadın sözü"nü.

 

Kendi hikayelerimizden başladık

Peki ama nereden başlayacaktık? Üniversiteli genç kadınlar olduğumuz için birçok insan kitaplardan başladığımızı düşündü daha sonraları. Oysa biz kendi hikayelerimizden başlamış, bundan da öyle büyük bir heyecan duymuştuk ki kitap okumak birçoğumuza sıkıcı ve gereksiz gelmişti.

Üstelik o dönemde feminist yayınlar üniversite müfredatına yeni yeni giriyordu. Yeşim Arat'ın kadın ve politika dersi, Nükhet Sirman'ın feminist okumaları ve Gülnur Savran'ın kadın hareketi ve feminist kuram üzerine dersleri daha sonra gelecekti. Bizi başından beri sürükleyen feminist okumalar değil kendi sözümüzü üretme, birbirimizle dayanışma arzusuydu. Daha da önemlisi bu süreçte yaşananlardı.

 

İlk yaşanan bir tanışma heyecanıydı; farklı bölümlerden, farklı aile çevrelerinden, farklı siyasi eğilimlerden gelen bir grup genç kadının tanışma ve birbirini keşfetme heyecanı.

 

Ne kadar farklı ve aynı zamanda ne kadar aynıydık. İki yıl sonra Özlem'in adını çok güzel koyduğu gibi: öfkelerimiz öfkelerimizi, kadınlığımız kadınlığımızı tanıyordu.

 

Bu müthiş keşif içimizi kıpır kıpır etmeye başlamıştı bile. Saatler saatler boyu konuşuyor, gülüşüyor, ağlaşıyorduk. Diğer kadın arkadaşlarımızla dertleşmekten çok farklı bir dinamikti.

 

Her geçen gün kendimizi daha bir güçlü, hayata karşı daha bir meydan okur buluyorduk. 1980'lerin kadın hareketini daha yakından tanımaya başlamıştık. Kadın Kütüphanesine sık sık gidiyor, o sırada Harbiye'de olan Mor Çatı'daki toplantıların hiçbirini kaçırmıyorduk. Hatta bir kısmına biz önayak oluyorduk.

 

"İntihar eden kızım bakire"

Bizim birbirimizi, feminizmi ve kadın dayanışmasını keşfettiğimiz bu günlerde gazetelere Türkiye'nin değişik şehirlerinde bekaret kontrolüne götürülecekleri için intiharı seçen genç kızların haberleri yansıdı.

Bunlardan ikisi neredeyse arka arkaya ve benzer sebeplerle gerçekleştiği için özellikle dikkat çekiyordu. Kütahya'lı Havva(13) ile Muğla'lı Güzide (16). Her ikisi de bekaret kontrolüne gönderilmenin utancını taşıyamayacaklarını düşünüp intihar etmişlerdi.

 

Güzide'nin babasının yaptığı açıklama bizi derinden etkilemişti: "Kızım bakire." Ölümü seçerek bile bekaret kontrolünden kurtulamayan Güzide gündemimizde ilk sıraya oturmuştu hemen.

 

Öfkeliydik, kırgındık, şaşkındık. Öfke ve kırgınlığı etrafımıza karşı, şaşkınlığı kendimize karşı yaşıyorduk. Bekaret hayatımızı şekillendirmede bu kadar merkezi bir yere sahipken onun üzerine konuşmak neden bu kadar zordu? Hem birbirimizle, hem başkalarıyla.

 

Bekareti konuşarak feminist olduk

Diyebilirim ki biz bekareti konuşarak feminist olduk. Konuştukça ve dinledikçe tartışmalarımız da biz de başka bir boyuta taşındık.

Önce Mor Çatı'da, sonra İktisatçılar Lokali'nde ve üniversitede geniş katılımlı toplantılar düzenledik. Bekaret kontrolüne karşı çıkan başka feministlerle uzun uzun tartıştık. Biz de bekaret kontrolüne karşıydık. Ne de olsa bekaret kontrolü bedenimize yapılan en korkunç saldırılardan biriydi ama biz bekaret kontrolü kadar bekaretin kendisini konuşmak ve politikamızı onun etrafından oluşturmak istiyorduk.

 

Bekaretimiz yalnızca doktora götürüldüğümüzde değil her an kontrol ediliyordu. Hatta en etkin kontrolü biz kendimiz uyguluyorduk. Örneğin, birçok kişi bize Boğaziçi Üniversitesi'nin kurtulmuş genç kadınları gözüyle bakarken bir kısmımız bu konuda babasından daha muhafazakar düşünmek ve davranmanın çelişkileriyle yüzleşmeye çalışıyordu. Bekaret baskısı diye birşey varsa, dışımızda değil içimizdeydi ve biz onun üzerine gitmek istiyorduk.

 

1992 yazı ve sonbaharı bekaret tartışmalarıyla geçti. Sonunda kağıt kesip yapıştırarak hazırladığımız Bekarete Dair... bültenimiz çıktı. Çeşitli işlerden kazandığımız paralarla bu bülteni renkli kağıtlara fotokopiyle çoğalttık, üniversitede, kitabevlerinde, daha sonra da bir bekaret standı açtığımız Tepebaşı Kitap Fuarı'nda sattık.

 

Fuardaki stand oldukça büyük ve renkli bir standdı. Arkamızda sloganlarımız vardı: Bekaretin Kontrolü Aslında Neyin Kontrolü? Bekaret KontrolüneHayır! Cinselliğimiz Alnımızın Karası Değildir! Bedenimiz Bizimdir!

 

İki yan duvarı ise okuyucuların bekaret hakkındaki görüşlerine ayırmıştık. Bir tarafta erkekler, bir tarafta kadınlar...Küçük renkli kağıtlara yazılmış yüzlerce söz, fotokopi yetiştiremediğimiz hızda satılan bir bülten ve bizlerle yapılan onlarca ateşli tartışma...

 

Renkli kağıtlarla panolarımıza asılan yazılardan birkaç örnek:

Erkekler Kadınlar

• Bekaretimi 12 yaşında kendi elimle bozdum!

• Bekaret ideali, bekareti bozmak isteyen erkeklerin idealidir.

• Lüzumludur!

• Eğer okşayacaksam olmaması, evleneceksem olması şarttır!

• Bekaret kadın ve erkek için sevgiliye saygıdır.

• Bekaret çeyiz değildir.

• Bu konuyu tartışmaya açmak bile büyük bir saçmalık...

• Kızım olduğu zaman doktor vasıtası ile zarını ben deleceğim.

• Gerdek gecesi dökülen kanların hesabı sorulacaktır! Dev-Kız

• Esas kan çıkmazsa biz hesap soracağız! Abaza-Genç • & nbsp; Sevgilimin ve annemin aynı tabuları savunması KORKUNÇ!

• O benim, kimseyi ilgilendirmez!

• Bekaretin kontrolü bizim özgürlüğümüzün kontrolüdür!

• Bekaret iki bacak arasında değil, akıldadır.

• Kadınlara haksızlıktır!

• Bekaret evlenene kadar olan kendine ait bir hazinedir.

• Bekaret erkeklerin de sorunudur...

 

Bu panolarda kiminin dalga geçtiği, kiminin ise hararetle savunduğu bekaret kavramı bizim için son derece ağır ve ciddiye alınması gereken birşeydi. Kasım 1992'de yayınlanan Bekarete Dair... bülteninde yazdıklarımız bu ciddiyeti fazlasıyla yansıtıyor:

 

Bekaret Kontrolü ve Kimlik (Can): Bekaret kontrolüne, bekaretin toplumsal anlamını sorgulayarak karşı çıkmak çuvalda delik açmak ya da patriyarkal örgünün ilmeklerini sökmeye başlamak gibi yorumlanabilir. Belki de çoğu kadın için, iktidar sahibinin gölgesinde uyumak varken 'yedi başlı canavar'la uğraşmaya yeltenmek akıl alacak iş değildir.

 

Eğer 'bekaret'i kontrol ederek bizim bedenimize oturtacakları kıyafeti biçiyorlarsa; bedenimiz yoluyla kimliğimizi denetliyor, emeğimize ve geleceğimize el koyuyorlarsa o gölgenin sınırlarından biran önce dışarıya çıkmak gerekiyor!

 

Nasıl bir Cinsellik Kurgulanıyor? Ve neden... (Ayşe Gül) 'Bekaret' kavramının cinselliğimizle nasıl bir bağlantısı olduğunu düşünmeye çalışırken birçok soruyla karşılaştık. En başta, bekaret neden bu kadar önemli? (...) Erkekliğin her alanda 'iktidar' kavramıyla eş tutulduğu, kadınlığın ise zayıflık, hatta utançla eş anlama geldiği bu anlayış, aileden başlamak üzere toplumun tüm kurumlarına yerleşmiş köklü hiyerarşik düzenin de temel taşını oluşturuyor.

 

'Güçlü Erkeklik', erkeğin yalnız kadın üzerinde kurduğu egemenliği değil, kendi hemcinsleriyle olan ilişkisini de tanımlıyor.(...) Erkekler cinsellikleriyle 'güçlü erkek' olgusu çerçevesinde tanışır, erken yaşlardan başlayarak birbirlerini 'erkeklik'leriyle karşılaştırırlar. Cinsellik, erkekler için ergenlikle birlikte başlayan bir 'ihtiyaç'tır. Erkek cinsel organı (penis) 'iktidar' simgesidir, erkeğin gurur kaynağıdır ve küfürler dahil olmak üzere birçok alanda ondan bahsedildiğini duymak mümkündür.

 

Üzerine bu kadar çok konuşulan bir organın birçok isminin olması ise doğaldır. Penis öyle bir organdır ki, neredeyse erkekten bağımsız bir varlık gibidir. Nitekim erkekler ondan çoğunlukla üçüncü tekil şahıs kullanarak bahsederler. Onunla ilgili her türlü gelişme kutlama kaynağıdır (...)

Peki kadınlar cinsellikleriyle nasıl tanışırlar? Kadınlar için cinsellik bir ihtiyaç değil; gerdeğe girene kadar yaşanmayacak, hissedilmeyecek ve üzerinde konuşulmayacak bir konudur. Doğal olarak, kadın cinsel organının adı da yoktur. Adı konmuş tek şey, 'orada' bulunan 'zar'dır. Zar, namusun en önemli ve en somut ifadesidir. Kadının vücuduna açılan kapının mührüdür (...) Yukarıda anlatılan hikayenin sonucu şudur: cinsel ilişki dediğimiz şey 'zaptedilemez' penisin 'özne' olarak yer aldığı, biyolojik 'zar'la mühürlenmiş vajinanın ise 'nesne' olduğu toplumsal bir alışveriştir. Kadın, 'erkeğine' el değmemiş -daha doğrusu penis değmemiş- bir beden sunar, erkek bu yolla 'iktidarını' kazanmış olur.

 

[bu kurguda] cinsel ilişki, duygularla beslenen ve iki cinsin karşılıklı ihtiyaçları doğrultusunda birlikte yarattıkları birşey değildir. Iki kişiye ait olmadığı için ve penisin iktidarı üzerinden tanımlandığından dolayı, cinsel ilişki erkeklerin birbirlerini 'erkeklik' temelinde karşılaştırabilecekleri bir olaydır. Kadının iyi veya kötü olması pek söz konusu değildir...

 

Sonuç olarak, kadınlarla kurdukları ilişkiler yoluyla erkekler yine birbirleriyle rekabet eder, 'erkekliklerini' bu sefer kavgalarda veya bile güreşlerinde değil kadın vücutları üzerinde yarıştırmış olurlar. Kadınlar, bu durumda, yalnızca erkeklerle girdikleri ilişkide değil, aynı zamanda erkekler arasındaki 'iktidar' mücadelesinde de birer nesne konumundadırlar. (...) O halde bekaretin bu kurgudaki yeri ne?

 

Bizim öne sürdüğümüz tez, erkekler arasında süren ve onlar tarafından tanımlanmış tüm sosyal ilişkilerde merkezi yere sahip olan 'iktidar' kavgasında, bekaret kavramının bir 'zeytin dalı' görevi gördüğü. 'Her erkeğe bir bakire kadın' anlayışı -veya anlaşması- erkeklere doğdukları andan itibaren kendileri için garanti altına alınan bir 'iktidar' alanı yaratmıyor mu?

 

Diğer hiçbir alanda 'güçlü erkek' olarak kabul edilmeleri garanti değilken, evlendikleri bakire kadına karşı her zaman 'en güçlü' olmayı bekaret yoluyla güvence altına almış olmuyorlar mı? Diğer bütün alanlarda 'güç kazanımı' savaşmayı gerektirirken bir kadın üzerinde iktidar kurabilmenin tek koşulu 'erkek' olmak değil mi?

 

Öyle görünüyor ki, erkek bakış açısından tanımlanmış 'cinsellik'i kadınlar olarak yeniden tanımlamadığımız sürece bedenlerimiz, kurgulanan cinsel ilişki modelinde de toplumsal hayatta da 'nesne' olmaya devam edecek, hiçbir zaman 'bedenimiz gerçekten bizimdir' diyemeyeceğiz!

 

"Namus Belası" (Gökçen) Kadınlar! Hiç oturup düşündük mü nedir şu namus dedikleri? Gelin beraber düşünelim...Gerçekten benim (bana ait) diyebileceğim, niteliğini belirleyebileceğim veya yükünü reddedebileceğim bir namusum -iffetim- var mı?

 

Eğer varsa, babam, kocam, ağabeyim, vs. cinsel özgürlüğümü yaşamayı (iffetsizliği) seçtiğimde niçin ellerini kana bular(lar)? Babam, niye insanların yüzüne bakamaz, kahveye gidemez kılığım kıyafetim, davranışlarım toplumun cinsel ahlak anlayışına ters düşünce?

 

Erkek arkadaşımla eleleyim diye beni sorguya çeken polis ne adına yapar bunu? Babama erkeklerle gezip tozduğumu söyleyen komşu, eş-dost, okul müdürü neyi korur? Sadece evleneceğim adamın hakkı olan o 'şey'i mi? Yoo! Bir tek adam için devleti, polisi, komşusu böyle elbirliğiyle çaba göstermez. Onların olan birşey var benim taşıdığım. Hatta, belki de ben, herşeyimle onlara aitim. (...)

 

Sonuç olarak, bir düşünelim: Yaşamın her alanında süregelen 'sahip olma, egemen olma' yarışının yatakta ve evde bir dişinin efendisi olmakla bir ilişkisi yok mudur? Dilinde 'karı gibi ağlamak', 'kancıklık (kaypaklık) etmek', 'eksik etek olmak', 'mertçe, erkek gibi konuşmak', 'kirlenmek, kirletilmek' gibi yığınla cinsiyetçi ifade taşıyan bir toplum ve erkek için iffeti, edilgenliği, emeğini karın tokluğuna feda etmeyi bir kadına seç-tir-mek zor mudur? Bu arada, kadınlar! Kölelik bir tarihte kalktıydı da, cariyelik de kalkmış mıydı?

 

Kampanyaya Doğru (mu?) (Esra) Kampanya fikri Temmuz'da Mor Çatı'da ilk defa bekareti tartışmak üzere toplandığımızda çıkmıştı. En büyük sorunumuz da kampanyanın bekaret kontrolünü mü, yoksa bekaret kavramını mı sorgulayacağıydı. Bu seçeneklerden ikincisinde kısa zamanda karar kıldığımızda ne kadar kocaman bir sorunla karşı karşıya olduğumuzun farkındaydık. Bütün yaz, bekareti ve olası kampanyamızı konuştuk, tartıştık.

 

Her tartışmada bu kavramın farklı boyutlarını keşfediyor, toplumsal hiyerarşinin korunmasında kilit nokta olduğunu anlıyorduk. Bu da kafamızdaki kampanya fikrinin bulanıklaşmasına yol açıyordu. Nasıl bir kampanya, neye karşı ve en önemlisi sözümüz ne olacak? (...)

Uzun süreli, talepleri çok da somut olmayan, birlikte yürümekten çok birlikte düşünmenin merkeze oturduğu bir kampanya olabilir mi? Belki çıkardığımız ve çıkarmayı umduğumuz bültenler bizim kampanyamız olacak, belki de birlikte düşüneceğimiz kadınlarla yeri yerinden oynatacak; ama hep birlikte tanımlayacağımız bir kampanya yapacağız...

 

Kitap çalışmasını yarıda kestik

Bu yazılardan sonraki bir sayfada kendi 'tanıklıklarımız'dan alıntılar veriyor, kadınları bize tanıklıklarını yazıp yollamaya davet ediyorduk. Adres Mor Çatı'ydı. Bültenin son sayfası "Bekarete Dair Sizin Düşünceleriniz..." yazılarak boş bırakılmıştı. Her kadının bu boş sayfayı ve daha nice boş sayfaları dolduracak kadar yoğun şeyler hissedeceğini hayal ediyorduk.

Elimize ulaşan tanıklıklar oldu. Onların yanında biz kendi tanıklıklarımızı ve çevremizdeki kadınların tanıklıklarını toplamaya devam ettik. 'Bekaret' kavramı ile ilk tanışmamız, onu koruma kaygısı ile yaptıklarımız, cinsellikle olan ilişkimiz küçük grup toplantılarında konuşulmaya ve kaydedilmeye devam etti.

 

Amacımız tüm bu tanıklıklardan bir kitap çıkarmaktı. Hatta kitabımızla ilgilenen bir yayınevi bulmuştuk. Fuarda topladığımız pano yazıları ve elimizdeki tanıklıklarla bir kitaba doğru ilerliyorduk. Ta ki hepimizin çok saygı duyduğu bir feminist "kitap dediğiniz şey ya mükemmel olmalı, ya da olmamalı" diyene kadar... Mükemmel bir kitap çıkaramayacağımızı düşünerek çalışmaları yarıda kestik. Keşke kesmeseydik... (AGA/EK/TK)

____________________________________________________

2002 "Bedenimiz ve Biz: Bekaret ve Cinselliğin Siyaseti" 90'larda Türkiye'de

Feminizm - Derleyenler Aksu Bora & Asena Günal. Istanbul: İletişim Yayınları.

* Ayşegül Altınay: Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi.

(1) Yaşanan birliktelikler ne kadar yoğun olursa hikayelerini anlatmak bir o kadar zor oluyor. Benim için Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubu'nun hikayesi böyle bir hikaye. Bu hikaye şüphesiz ki çok farklı şekillerde anlatılabilir. Her ne kadar yazının çoğunluğu o dönemde yazdıklarımızdan alıntılardan oluşuyorsa da burada yazılanların yalnızca bir bakış açısını yansıttığını, bu yazının bir grup yazısı olmadığını vurgulamak istiyorum.

(2) Bkz. Erdal Atabek...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bekaret ve Cinselliğin Siyaseti (2)

Meğer hiçbiri ayıp değilmiş. Yine de nereden bulmuşum o cesareti diye düşünmeden edemiyorum. Kendi ailem, hocalarım, arkadaşlarım ve kitap fuarına gelen binlerce insanın karşısında dimdik durup bekaret ve cinsellikten bahsetme cesaretini.

Bia Haber Merkezi - İstanbul

28 Temmuz 2006, Cuma

 

Ayşe Gül ALTINAY

Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubu’ndaki bekaret tartışmaları bizi cinselliği daha kapsamlı sorgulamaya doğru götürdü. Küçük bilinç yükseltme gruplarında dildeki cinsiyetçilikten, cinselliğin siyasetle ilişkisine kadar çok şeyi tartışıyor ama en önemlisi kadınlığımızı keşfediyorduk.

 

Küçücük kız çocukları olarak yaşadığımız deneyimleri, tacizi, arzuyu, arzuya ket vurulmasını, aile içindeki mücadelelerimizi, jinekologlarda yaşadığımız kabus anları, ve daha birçok şeyi paylaşıyorduk.

 

Kızgınlıklarımız yerini umuda ve coşkuya bırakıyordu. Ne de olsa artık yalnız değildik ve erkeklere olduğu kadar kadınlara olan bakışımız da hızla değişmeye devam ediyordu.

“Kadınlığımız kadınlığınızı tanıyor” diye sunduğumuz ikinci bültenimiz çok daha fazla kadının katıldığı bir çalışma oldu. Yazı tarzımız da değişmişti. Artık analiz yapmaktan çok paylaşmakla ilgileniyorduk.

 

Biz birbirimizin hikâyelerinden güç bulmuştuk, başka kadınlar da bizim hikâyelerimizden güç bulur, kendi hikâyelerini paylaşmaya başlarlar diye ümit ediyorduk.

 

Biz kendimiz “kurtulmuş” olmadığımız gibi kimseyi “kurtarmak” gibi bir niyetimiz de yoktu. En büyük hayalimiz okuyucu kadınların “ben de sizin kadınlığınızı tanıyorum” demeleri ve kendi hikayelerini ciddiye almaya başlamalarıydı. Aşağıda seçerek (ve kısaltarak) alıntıladığım yazılar bu yaklaşımla yazıldı:

 

Öfkem öfkenizi tanıyor... (Özlem) Karanlığın hissiyle uyanıyorum. Gece karanlık, karanlıksa soğuk ve ürperti demek benim için, nerden geldiği anlaşılmaz yüzsüzlüğü ve cesaretiyle yılışan bir erkeğin gözleri gibi... Birileri için gece, dışarda bütün hızıyla sürüyor. Erkekler, sokaklarda, barlarda, pavyonlarda... Yarın olacak, birbirlerine gece kiminle ne yaptıklarını, ne hızlı bir gece geçirdiklerini anlatacaklar gururla.

 

Onlar dışarda, ben evdeyim. Ev, bana biçilen mekan, kaderim. Ya kaderime boyun eğip, gocunmadan, güven dolu evimde huzurla oturmaya devam edeceğim, ya da şansımı zorladığım için arsızlığımın cezasını çekeceğim (...)

 

Körpecik vücutlarından çocukluğun izleri gitmemiş. Zehra, Fatma, o ufacık kız...Öfkem, öfkenizi tanıyor, çaresizliğimse çaresizliğinizi...Biliyorum tavanda asılı vücudun neden orada durduğunu, ya da ortaokullu kızın gözlerinde neden gözyaşı olduğunu. Ben tecavüze uğramadım. Bekâret kontrolüne de yollanmadım (...)

Artık sabah oluyor. Rüzgâr yerini kuş seslerine, soğuksa, karanlıksa gün ışığına bıraktı. Ama biliyorum kuş seslerinin, doğan gün ışıklarının, üretilen boş umutların ne derece aldatıcı olduğunu.

 

Bir yerde bir hata var, düzeltme zamanı çoktan gelip geçmiş bir hata. Bunu değiştirme, düzeltme isteği içimdeki fırtınam. Bu bizim kaderimiz değil diyen fırtınam.

Siz, biz, hep birlikte yalnız değiliz biliyorum. Çünkü öfkem öfkenizi tanıyor.

“Ben tahrik edici yaratık” (Zeynep) Dik dik gözlerime bakıyor, rahatça penisiyle oynarken göğüslerimi süzüyor. Kesin yanından geçtikten sonra, kalçalarıma kafasını çevirip bakacak.

Neler düşündüğünü ise tahmin edebiliyorum, fakat sırf bu yüzden de saldıramam ya. Bu ülkede düşünme özgürlüğü var. Korkmuyor. Sert adımlarımdan, öldürmek istercesine bakışlarımdan korkmuyor. Ben bu saatte, bu sokakta yalnız, tek başıma gezdiğime göre. Suçluluk duygusu. (...)

 

Ben baştan çıkarıcı yaratık, ben tahrik edici canavar. Filmlerde, reklamlarda, gazetelerde ben cinsel nesne, bir alet, bir araç. Her tarafta cinselliği sergilendiği için cinselliğini saklaması gereken ben. Ben bu sokakta ne arıyorum, hem de yalnız. O saflık ve masumiyetiyle yürürken kötülük ve günah kaynağı ben. (...)

Yanımda şu an. Önüme bakıyorum, başım yere eğik değil eskisi gibi. Gene de ‘Anam’ diyor. Kızıyorum, bağırıyorum, gözüm dönmüş, ben de kendimi tutmıycam. Yürüyor, hem de kızgın kızgın.

 

O hiç aşağılanmamış. Aşağılanan ben. Artık duramam. Arkasından da bağırıyorum. El kol hareketleri yapıyor. ‘Deli’ diyor ‘deli’. Taraftar arıyor. İnsanlar ilgisiz ama biliyorum bana kızıyorlar. Ben tahrik edici yaratık.

 

Hani bekareti ‘aşmıştım’? (İmzasız) İlk birlikteliğımin ertesi gününü düşünüyorum. O güne kadar nasıl da netti düşüncelerim. Toplumsal boyutlarını sorgulamadan, sadece benim bedenime, benim dışımda getirilen yasaklara karşı bir isyan ile bekarete karşı çıkışım. Daha doğrusu bakire evlenmeye karşı çıkışım.

 

Evlenmek zaten hayatımın bir dönemi için kesin ve kaçınılmaz olarak konduğundan, o yıllardaki karşı çıkışim şimdi naifçe diyebileceğim bir noktadandı: “Beni bekaretimle değerlendirecek bir erkekle evlenmeyi ben zaten istemem.”

Çok sağlam olduğunu düşündüğüm bu çıkış noktasıyla yaşadığım ilk beraberliğimin ertesi gününde, geriye dönemeyeceğimi en gerçek şekliyle anlayarak, korkunç bir vicdan azabı duyduğumu farkedişimdeki şaşkınlık ve telaşı hatırlıyorum. Hani ben bekareti çoktan aşmıştım?

 

Kadının cinselliği de yok! (Can) Seçmediğimiz, yönünü kendimizin belirlemediği bir yol aldıktan, bu tabiyet ilişkisini bu denli içselleştirdikten sonra heteroseksüel cinsellik içinde kadına özerk bir anlayış geliştirmek bu haliyle mümkün görünmüyor.

Ama neyi isteyip neyi istemediğimizi haykıracak kadar sesimizi yükseltebiliriz. Erkeklerin bedenlerimiz üzerinde penisleri aracılığıyla iktidar kurmasını istemiyoruz!

 

Bağır, yataktan kov! Erkekler duysun!

Erkek cinselliğinin kuşatması altında can çekişen cinselliğımiz! (Gökçen) Yaşamın her alanında ve cinsel alanda belirleyici olamadığımız ve kendi özgün taleplerimizi yaratamadığımız sürece tecavüze, cinsel tacizlere uğrayarak, acı içinde bekaretimizi sevdiğımiz adama vererek, körtopal giden ne yapacağımızı bilemediğimiz bir cinsellikle katlanacağız erkek egemenliğine. Uzun süredir yaptığımız gibi.

 

Bakma özgürlüğümüz bile yok (Zarife) Ergenliğe ilk adım atmasıyla, üzerine çevrilen erkek bakışları...(daha öncesi var mı, anımsamıyor) ve ömrü boyunca üzerinden eksilmeyecek bu bakışların hayatına, içinde bir yerlere yerleşmesi.

 

Önce, kendi beğendiği erkeklerce seyredilmenin verdiği bir kendini beğenme, hoşluk duygusu. Sonra bu bakışların denetiminde senin hiçbir hakkın olmadığını öğrenmenle, hiç beklenmedik ve istenmedik insanlarca seyredilmenin verdiği iğrenme duygusu (...)

Güzellik, çirkinlik, çekicilik hepsi erkek gözünün yaratıp içimize yerleştirdiği ve gerek kendimizle, gerekse diğer kadınlarla kurduğumuz ilişkide aramıza rekabet sokan, bizi birbirimize rakip kılan kavramlar. Kadınlığımı düşe kalka belki ama, özgürce, kendim, kendi kavramlarımla yaratmak istiyorum.

 

Bir kızım olursa (ki nedense bunu hep çok istedim) doğuştan kadın olacak (Pınar) Hayır bunu bekaret kavramını bilmesin diye kızımın –varsa- bekaret zarını doğuştan aldıracağım diye söylemiyorum. O kadın olacaktır, çünkü ben öğretmemeye çalışsam da birileri ona utancı öğretecektir (...) Kadın olacaktır çünkü ben öğrenmesin desem de birileri ona ******luğü öğretecektir.

 

Kimbilir belki altı yaşında ‘Ben zengin bir kocayla evleneceğim’ diyecektir. Ben öğretmesem de tanımlanan olmayı öğrenecektir. Cinsiyeti için yapılan çok ve çelişik tanıma uyma çabası harcayacak, uymuş gibi yapacaktır.

 

Ben öğrenmesin istesem de edilgen olmayı bilecektir. Sevilmek isteyecektir, aşık olunmak, arzulanmak isteyecektir, zevk vermekten zevk alacaktır. Hizmet etmeyi öğrenecektir, şekli ne olursa olsun. korkuyu öğrenecektir kuytuda, kalabalıkta, karanlıkta, aydınlıkta.

Ben ona çok daha fazlası olduğunu anlatsam da, o çok daha fazlası olsa da, çok kez salt cinselliğine, ete indirgenecektir. Bu benzeri birçok acıyı çekecektir kuşkusuz.

Ama bunlara karşı koymanın onurunu da yaşayacaktır ve olası ki her türlü utancı, kendini pazarlamayı, tanımlanan ve edilgen olmayı, türlü ezme ezilmenin ortadan kalktığı o mutlu topluma daha yakın olacaktır onun günü.

 

Yine de mutlaka dilinde ‘sikmek’ sözcüğü olan bir toplum olacaktır onun içinde yaşadığı da hala. Çünkü kadının ezilmişliği ideolojiye de, maddi yapıya da en derinlemesine işlemiş bir ezilmişliktir.

 

Ve o da buna karşı çıkacaktır mutlaka, belki bugün benim yapamadığımı yapabilecek, dilinde ‘sikmek’ sözcüğü olmayan toplumu düşleyebilecektir.

Ben Feministim (Gülhan) Ben şanslı bir kadınım: doğduğumda babam önce çükümü aramadı, öptü beni; bana ondan korkmak ögretilmedi, sevdim onu ve bana tüm sevgisini verdi; oyun oynamaya başladığım zaman sadece bebek alınmadı, zihinsel yetilerimi geliştirebileceğim oyuncaklarım ve kamyonlarım da oldu; daha ilkokulda ‘hiçbir yere bakmadan eve gel’ denmedi bana; dayak yemedim, ensesti yaşamadım; kilodumda ilk defa kan gördüğüm zaman korkmadım çünkü ne olduğunu biliyordum, çünkü annem bana anlatmıştı; bekaret üzerine hiç konuşmadık evimizde; kendi seçimlerimi hep kendim yaptım; tecavüze uğramadım, zorla evlendirilmedim; ilk seviştiğim adamı çok sevdim ve hiç pişman olmadım seviştiğim için; paraya ihtiyacım olduğu için patronumun tacizlerine katlanmak zorunda kalmadım...

 

Ama ben FEMINISTIM. Çünkü biliyorum ki babamdan yemediğim dayağı kocamdan yiyebilirim. Geceleri geç saatlerde sokaklarda dolaşmama kimse karışmasa da geceleri (ve aslında gündüzleri de) her an cinsel tacize uğrayabilirim.

Hamile kaldığım zaman işimi bırakmak zorunda kalabilirim. İşyerimdeki erkeklerden daha çok çalışıp onlardan daha az maaş alabilirim ve eğer yalnızsam bana potansiyel fahişe gözüyle bakılabilir...

 

Ve biliyorum ki binlerce kadın bunları ve bunlardan çok daha kötülerini yaşıyor. Ben feministim çünkü onların acılarını kendimde hissediyorum, ben feministim çünkü onlardan farklı değilim.

 

Hiçbirimiz kurtarılmış kadınlar değiliz, biliyorum ve ancak biz kendi kendimizi kurtarabiliriz, kızkardeşimizden arkadaşlarımıza, annelerimizden komşularımıza uzanan biz kadınlar dayanışma halkasında.

 

Benim canım kadın arkadaşlarım (Nazan) Cinselliğimizi konuşurken nasıl sinirlendiğimiz aklıma geliyor. Bize dayatılmış erkek cinselliği, zevk almadan, mecburiyetten, isteyerek üstelik, çünkü gerekli.

 

Peki bu adamlar nereden cesaret alıyor? Nasıl da kendilerine güvenerek. İnanılmaz. Öfkemiz sokaktaki adama falan değil, en yakın erkek arkadaşlarımıza, sevgililerimize, hayatımızdaki tüm erkeklere. Onlar da taciz ediyor, cinselliklerini dayatıyorlar bize, başkalarına, Zeynep’in yazdığı gibi ne kadar bastırılamazsa cinsellikleri o kadar erkekler.

Nasıl öfkeleniyoruz. Özlem’in dediği gibi öfkelerimizim öfkelerimizi, öfkelerinizi tanıyor. Bedenimizi tanımamız. Nasıl zevk alır, ne ister. O bedenin bizim için, herkesten çok bizim için sır oluşu. Mahsunluğumuz bunları konuşurken. Aklıma geliyor tüm konuştuklarımız (...)

Küçük kızlarken başka küçük kızlarla ya da erkeklerle cinselliği yaşamış olduğumuzu keşfedişimizi hatırlıyorum, ya da küçük kızlarken beklenmedik erkeklerden pandiklenişimizi, sıkıştırılışımızı, sonra cinselliğımizi bastırıp günden güne giz yapışımız, yaptırışımız, sonra bekarete dair, ve işte cinselliğe dair.

 

Meğer hiçbiri ayıp değilmiş. Zaten çoktan beri kadınlığımızı tanıyorlarmış.

Cinselliğe Dair Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubunun son ortak yayını oldu (1). Birçok kadın grubunun başına gelenler bizim de başımıza geldi: dağıldık. Geriye bu bültenler kaldı, bir de birbirimize değerek dönüştürdüğümüz hayatlarımız.

 

Dönüp baktığımda ben de Nazan gibi hissediyorum: “Meğer hiçbiri ayıp değilmiş.” Yine de nereden bulmuşum o cesareti diye düşünmeden edemiyorum. Kendi ailem, hocalarım, arkadaşlarım ve fuara gelen binlerce insanın karşısında dimdik durup bekaret ve cinsellikten bahsetme cesaretini. Üstelikten başka kadınların bekareti ve cinselliğinden değil, bizim, benim bekaretimden, cinselliğimden...

 

Küçük Gruplar ve Feminizm:

Aslında yukarıdaki sorunun cevabı çok açık: kadın dayanışması! Bu cesareti bizlere veren yarattığımız güçlü birliktelikti. Arkamıza yazdığımız sözlerin “bizim sözümüz” olması, her birinin arkasında günler, haftalar boyu tartışma yatması, kendi başımıza olduğumuz durumlarda bile grup arkadaşlarımızı artık yanımızda hissediyor olmamız, dahası yeni yeni keşfettiğimiz feminist tarih (hem dünyada hem Osmanlı ve Türkiye’de kadınların mücadele tarihi) bize güç ve cesaret veriyordu. Yalnız değildik ve haklıydık.

 

Bu noktaya gelmemizde iki süreç önemli oldu: ismine “küçük gruplar” dediğimiz, feminist literatürde “bilinç yükseltme grupları” olarak geçen grup çalışmalarında yaşadığımız kendimizi-kadınlığımızı-birbirimizi keşfetme süreci ve 80’lerin feminist kadın hareketini tanıma ve içinde yer alma süreci. Bizi ve sözümüzü belirleyen ikisi arasında yaşadığımız gitgellerdi.

 

80’lerin başında Türkiye gündemine giren feminist hareket, 90’ların başında üniversite öğrencisi olan bizler için bir sosyal gerçeklikti. 8 Mart kutlamaları yaygınlaşmış, feminist akademisyenler üniversitelerde seslerini duyurmaya başlamış, Kadın Kütüphanesi ve Mor Çatı hareketin kalıcı olduğuna dair kurumsal sinyaller olarak yerlerini almışlardı.

Ancak mesajı yaygınlaşan ve kurumsallaşma tohumları atan feminist hareket kendi içerisinde bir tıkanıklık yaşıyor, bir sorgulamadan geçiyordu.

 

Hareketin ilk 10 yılına imzasını atanlar ilk yıllardaki heyecanlarını ve enerjilerini yitirmeye başlamışlar, başka kadınları içlerine alarak genişleme konusunda ise yavaş kalmışlardı.

En azından 1992’de üniversitede düzenlediğimiz Kadın Günleri’nde bize yansıyan buydu. Feminizme ilgi duymaya başlayan genç kadınlar olarak ne yapabilirdik? Nasıl örgütlenebilir, harekete nasıl katılabilirdik?

 

Daha sonraları bizim de içinde bulunduğumuz (çoğu Mor Çatı’da yapılan) birçok toplantıda bu konular konuşulacak, “hareket nasıl genişleyecek?” “yeni gelen kadınlar bu sürece nasıl katılacaklar?”soruları üzerine tartışmalar yürütülecekti.

 

90’ların başında bu sorular sorulurken kadın hareketi hala az çok merkezi bir kurgu içerisinde değerlendiriliyordu. 1980’lerin başından beri Ankara ve İstanbul’da örgütlenmiş bir feminist hareket vardı (ve bu hareketin içinde bulunan kadınlar birbirlerini az çok tanıyorlardı), diğer kadınların da bu harekete “katılması” ile bu dalganın genişlemesi arzu ediliyordu.

 

Yani genişleme “merkeze” katılma veya eklemlenme şeklinde düşünülüyordu. Ama harekete katılma yolları ne idi veya ne olmalıydı? Toplantılara katılan “yeni” kadınların kalması nasıl sağlanacaktı? Onlara ne tür örgütlenme yolları önerilebilecekti? Bu soruların net cevapları yoktu.

 

Biz Boğaziçi Üniversitesi Kadın Grubu olarak bu merkezi kurguyu hem sorguluyor, hem de içten içe benimsiyorduk. Sanırım bu tarz bir “eklemlenmeyi” başaran az sayıda kadın grubundan biri olduk.

 

Yaptıklarından, söylediklerinden, yazdıklarından büyük heyecan duyduğumuz, feminist hareketin öncüsü olmuş kadınlarla birlikte hareket etmek, birlikte toplantılara katılmak, kendimizi hareketin parçası hissetmek bize büyük heyecan veriyordu. Bizi olumlamaları, yaptıklarımızı onaylamaları bizim için önemliydi. Kadın Kütüphanesi’nde ve Mor Çatı’da gönüllü olarak çalışarak bu kurumları biz de sahipleniyor, bu şekilde hareketin kurumsal yapısının da bir parçası olmaya çalışıyorduk.

 

80’lerin feminist hareketi bizi pek çok anlamda etkilemişti, etkilemeye devam ediyordu, ama biliyorduk ki açılımları çok yönlü olan bir nesil farkı da vardı. Örneğin “nasıl bir feminizm?” sorusu bizi hem bu etki hem de farklılığımızla hesaplaşmaya itiyordu.

Bir yandan 80’lerde oluşmuş ayrımlarda kendimizi görmeye çalışıyor(radikal feminist miyiz? yoksa sosyalist feminist mi?), bir yandan da bu isimlendirmelere karşı direncimizi nasıl anlamlandırabileceğimizi tartışıyorduk.

 

En temel farkımız sanırım şuydu: bizler (birkaçımız hariç) sol hareket içerisinden çıkarak feminist olmuş değildik. Sol hareketin ve düşüncenin bastırıldığı, iyice marjinalleştiği ve köreldiği bir dönemde feminizmi keşfetmiştik ve bu durum sorduğumuz sorulardan politika anlayışımıza kadar birçok şeyi etkiliyordu.

 

Grup içerisindeki birçok kadının daha önce herhangi bir politik deneyimi bile yoktu. Bunu bir kısmımız eksiklik olarak yaşıyordu, bir kısmımız da özgürleşme olarak. Sıcak tartışma konularımızdan biri hep buydu.

 

Bazıları bizi postmodern (bu tanım ‘apolitik’ anlamında kullanılıyordu) feministler olarak tanımlıyordu. Oysa biz kendimizi yeni bir politika arayışı içerisinde görüyorduk. Hatta feminist hareket bize tam da bu yeni politikanın yönünü gösteriyor gibi geliyordu.

 

Yeni bir cinsellik siyaseti

Kimsenin kimseyi kurtarmaya kalkmadığı; başkalarını bilinçlendirmeyi değil en başta kendini bilinçlendirmeyi merkezine alan;özel olanın (ya da olduğu düşünülenin) politikasını yapan; iktidar kazanmayı hedeflemeyen, onun yerine iktidarın gündelik pratiklerdeki, en temel insan ilişkilerindeki sonuçlarını anlamaya ve değiştirmeye çalışan; bütün bunları yaparken de klasik yöntemleri sorgulayan, yeni örgütlenme yolları ve mücadele biçimleri geliştirmeye çalışan bir hareket.

 

Beni feminizme çeken, genç bir kadın olarak yaşadığım sorunlar kadar bu yeni politika biçimiydi diyebilirim. Kendimizin belirleyeceği, bizden yola çıkan bir politika.

Feminizmin bu iki cazibesi bekaret ve cinsellik konularını küçük gruplarda tartışma pratiğinde biraraya geliyordu. Genç kadınlar olarak hayatımızı belirleyen bu kavramlar ve pratikler üzerine gidebilmemiz için önce neler yaşadığımızı daha iyi anlamamız gerekiyordu.

Bu yüzden bekaret kontrollerini değil, bekaretin kendisini dert edinerek başladık. Zira ‘kontrolün’ önemli bir kısmını biz kadınlar kendimize ve birbirimize uyguluyorduk. Kimliklerimiz ve bedenlerimiz bekaret (ve genel olarak cinsellik) üzerine oturmuş söylemlerle biçimlenmişti. Kendimizi bu söylemler üzerinden ‘biliyorduk’.

 

Küçük grup deneyimleri bizi başka bir bilgi ile tanıştırdı: az sayıda başka kadınla birlikte geliştirdiğimiz yeni bir beden bilgisi. Gruplarımız 3-5 kişilikti. Her biri kendi içinde toplanıyor, düzenli aralıklarla da Kadın Grubu olarak biraraya geliyorduk. Birlikte eğlenerek, birlikte ağlayarak ve hatta sıkı kavgalara tutuşarak hayatımıza yeni bir cinsellik siyasetini oturtmaya başlamıştık.

 

Cinsellik siyasetinden anladıklarımızı her fırsatta tartışmaya açarak, üniversitede ve dışarıda bu konuda toplantılar düzenleyerek, Kitap Fuarı’nda stand açarak ve düşündüklerimizi, yaşadıklarımızı bültenlerimize aktararak başkalarıyla paylaşmaya çalıştık.

İstiyorduk ki çok sayıda kadın bizim duyduğumuz heyecanı duysun, öfkemizi tanıdık bulsun, ve hep birlikte geliştireceğimiz ‘kadın bakış açısı’yla bekaret ve cinselliği tabu olmaktan çıkarıp feminizmin, genel anlamda siyasetin, ve hayatlarımızın merkezine taşıyalım.

 

Çok açık ki bu olmadı. Bizler iki yıldan fazla süren yoğun grup çalışmalarımız sırasında çok önemli dönüşümler yaşadık ama bunları başka kadınlarla paylaşmak, cinsellik ve bekaret tartışmalarını kurumsallaştırmak, bu konudaki düşüncelerimizi, duygularımızı ortak bir güce dönüştürmek konusunda son derece yetersiz kaldık.

 

Seneler sonra Kadın Kütüphanesi’nde karşıma çıkan bir yayında Ankara’dan başka bir grubun (Bekaret Kontrolüne Hayır! Bedenimiz Bizimdir! Kampanyası) benzer süreçler yaşadığını ögrenmek, onların yazdıklarını okumak benim için hem heyecan verici, hem de üzücüydü. Gerçi Yeter bülteninden haberdardık ve Ankara’lı arkadaşlarla birkaç defa görüşmüştük ama birbirimizle çok ilgilenmemize rağmen iletişimimiz yetersiz kalmıştı. Keşke zamanında biraraya gelebilseydik ve gücümüzü birleştirmeyi deneseydik...

 

Küçük gruplar üzerinden örgütlenmek, özel olanın politikasını yapmak feminizmin hem gücü, hem de yumuşak karnı. 2000’li yıllarda bu yumuşak karnın Türkiye’nin her yerinde sayıları ve etkinlikleri artan kadın gruplarının internet, telefon, faks ve yıllık kurultaylar aracılığıyla oluşturdukları ağlarda bir güce dönüştüğünü görmek çok ümit verici.

Amerikalı feminist kuramcı Donna Haraway’in (2) dediği gibi, içinde bulunduğumuz çağda, “ağ kurmak” kapitalist bir pazar stratejisi olduğu kadar biz kadınlar için son derece etkin bir örgütlenme stratejisi de aynı zamanda.

 

Üstelik ‘merkez’ fikrini ortadan kaldırması açısından feminist politikaya daha uygun bir yöntem.

 

Artık paylaşmak, yanyana durmak, birlikte bir söz oluşturmak, birbirinden güç ve ilham almak, ve gittikçe genişleyen ağlarımızı ortak bir güce dönüştürmek çok daha kolay.

2000’li yıllarda bu gücün cinsellik siyasetine daha çok yansıması dileğiyle.(AGA/EK)

__________________________________

1 Daha sonra içimizden bir grup Martı isimli bir dergi çıkardılar.

2 Haraway, Donna (1991) Simians, Cyborgs and Women: The Reinvention of Nature. New York: Routledge.

2002 "Bedenimiz ve Biz: Bekaret ve Cinselliğin Siyaseti" 90'larda Türkiye'de

Feminizm - Derleyenler Aksu Bora & Asena Günal. Istanbul: İletişim Yayınları.

 

 

alıntı...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kesinlikle önemli olan ruhun bakire olması.

 

Ne alakası varki? Bekaret dediğin cinsel organı enfeksiyonlardan koruyan basit bir zar dokusundan ibarettir maneviyata sarkıtmanın anlamı neki? Kol altı kıllarını bile kutsal yapabilirsin bu mantıkla.

  • Beğeni 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ne alakası varki? Bekaret dediğin cinsel organı enfeksiyonlardan koruyan basit bir zar dokusundan ibarettir maneviyata sarkıtmanın anlamı neki? Kol altı kıllarını bile kutsal yapabilirsin bu mantıkla.

 

bıraz mantıklı dusunebılırsen anlamını gayet acık bı sekılde anlarsın..kendınde soylemıssın enfeksıyonu koruyan basıt bır zar dokusu dıye ama cogu erkek boyle dusunmuyor...gunumuzdekı erkekler bakıre olmayan kızlara direk fahişe gozu ıle bakıyorlar....bır kızla evlenmeden bırlıkte olabılıyor ama evlendıgınde kız cıkmadı dıye ayrılıyor..namussuzmus bu patlak cıktı dıye....kısacası solemek ıstedıgımız sey burada solenecek sey olmadıgından bu anlatım tarzını kullandık... ama ıllede acık acık soleyın dıyorsan ınsan kız olmadıgı ıcın fahıse olmaz bır ınsanın fahıselık yapan organı kalbıdır vajınası degıl.....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Evet namus kavramı iki bacak arasında olamaz bekarette insanın namusunu simgeleyemez bekareti bozulup diktirenlerde çok etrafta yada bekareti bozmadan ilişkiye girenler başka türlü (arka kapı açık)mantığıyla bence namus iki bacak arasında bekaretle olmaz insanın başına hertürlü kötü olay gelebilir sadece teciz değil kaza sonucuda bekaret kaybedilebilinir paylaşım güzel olmuş ayrıca Bedenlerimiz Bizimdir Kimene ki evleneceği admla ilk geceyi yaşamak herkez ister zaten....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Namus olayı sadece Müslüman alemine ait birşeydir.Ama aslında olayın özü şudur tabiki kendi düşüncem.Namus tan kasıt kadının sadece evlendiği adamla ilişki yaşaması gerekir.Bekaret tabikide yanlışlıkla da gidebilir başka yollarla da.Ama ozaman kimse namus gitti diye inlemez.Önemli olan mevzu evlilik olmadan ilişkiye girilmemesidir.Bu sadece tanımdı.

bloodsucker countess ;

söyledikleri doğru ama şöyleki bekareti olmayan kıza bende fahişe gözüyle bakarımki fahişe kavramı sadece para karşılığı iş yapan anlamına gelmez.

''ınsan kız olmadıgı ıcın fahıse olmaz bır ınsanın fahıselık yapan organı kalbıdır vajınası degıl..... '' tıpki senin burda dediğin gibi.He diceksinki ya yanlışlıkla bir durum olmuşsa ? Öyle bir durum 100 içinden 2 3 ünde olur belki oda bana rastgelmesin zaten.

Konuyu dışına çıkarmadan sadece yaşadığımız ülke adına konuşuyormki AVRUPALAŞMAK ÇAĞDAŞLAŞMAK kelimelerinden aldığımız şeyler hep işimize gelen şeyler seks,modern adı altında kadınların her yerlerini göstermelerini sağlayan giysiler daha başka seks seks seks.Keşke böyle işe gelen şeyler örnek alınıp yazılar yapılacağına biraz Avrupalıların açık gözlüğünden çalsak ne güzel olurdu.ama önemli değil biz şuanda zaten avrupa ülkesi olmaya adayız sokakta görüp ilk etkilendiğiniz erkeğin isteklerini yerine getirebilir genç kızlarımız bekaretmiş namusmus biz gericimiyiz yahu ?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Namus olayı sadece Müslüman alemine ait birşeydir.Ama aslında olayın özü şudur tabiki kendi düşüncem.Namus tan kasıt kadının sadece evlendiği adamla ilişki yaşaması gerekir.Bekaret tabikide yanlışlıkla da gidebilir başka yollarla da.Ama ozaman kimse namus gitti diye inlemez.Önemli olan mevzu evlilik olmadan ilişkiye girilmemesidir.Bu sadece tanımdı.

bloodsucker countess ;

söyledikleri doğru ama şöyleki bekareti olmayan kıza bende fahişe gözüyle bakarımki fahişe kavramı sadece para karşılığı iş yapan anlamına gelmez.

''ınsan kız olmadıgı ıcın fahıse olmaz bır ınsanın fahıselık yapan organı kalbıdır vajınası degıl..... '' tıpki senin burda dediğin gibi.He diceksinki ya yanlışlıkla bir durum olmuşsa ? Öyle bir durum 100 içinden 2 3 ünde olur belki oda bana rastgelmesin zaten.

Konuyu dışına çıkarmadan sadece yaşadığımız ülke adına konuşuyormki AVRUPALAŞMAK ÇAĞDAŞLAŞMAK kelimelerinden aldığımız şeyler hep işimize gelen şeyler seks,modern adı altında kadınların her yerlerini göstermelerini sağlayan giysiler daha başka seks seks seks.Keşke böyle işe gelen şeyler örnek alınıp yazılar yapılacağına biraz Avrupalıların açık gözlüğünden çalsak ne güzel olurdu.ama önemli değil biz şuanda zaten avrupa ülkesi olmaya adayız sokakta görüp ilk etkilendiğiniz erkeğin isteklerini yerine getirebilir genç kızlarımız bekaretmiş namusmus biz gericimiyiz yahu ?

 

ben hıc avrupaya bu gozle bakmadım...ıste sızın bu dusunce yapısından dolayı kaybedıyoruz ...acık gıyınme olayını bıle bu konu ıle bagdastırabılıyorsunuz...her etek gıyen kadın fahıse degıldır...bu nu aklınızdan atın ..ben nıce kapalılar goruyorumda...neyse....zaten cogumuzda gormustur emınım...fahıselık sacın kıcın acık olması ıle olanacak bırsey degıl....ozaman denıze gıren tum kadınlar fahısemı....sızın soyledıgınıze gore bu boyle oluyor...yazıyı okumadıgınız anlasılıyor....bız kadınlar yatsın bakıre olmasın demıyruz..erkek evlenmeden bu haltı yıyebılıor. ama evlenmeye gelınce bakıre kız arayısında oluyorlar...bakıre olmayan bır kadına fahıse damgası vurabılıyorlar....ozaman sende serefsızsın zamanında bır namusu kırlettın gozuyle bakalım bızde erkeklere.....erkek yapar elının kırıdır kadın yapamaz dıye bırsey yok....yapan yapar kımene senın fahıse gozuylede bakman senın ayıbın olur...kımsenın ozel hayatı kımseyı ılgılendırmez....fahıselık bır erkekle bırlıkte olan kadının yedıgı damga degıldır....evlenmeden olmaz bu kutsal dıyorsakta hem erkekler hemde kadınlar ıcın gecerlı bır kavram olmalı....bu arda son soyledıgınz sozde cok mıde bulandırıcıydı....sızın cevrenızdekı bayanlar o sekıldemı bılınmez ama bu cesıt bır genelleme yapamazsınız....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ayrıca o zar yok diye namus elden gıtmez....sadece o zara odaklanmıs bır nesılız malefes.kotu yollardan para kazanan (sız sımdı bunuda hemen cınsel anlama vurmadan soylıyım kacakcılık vb gibi...) ınsanların sırtlarından gecınenlerde namussuzdur...anlıcagınız gıbıde ıkı bacak arasında degıldır... bakırelık dedıgımız seyde sadece muslumanlıkta degıl tum dınlerde onemlıdır..kuranda zına da ıncılde ooh oh yapın demıyor heralde....

  • Beğeni 1
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ne alakası varki? Bekaret dediğin cinsel organı enfeksiyonlardan koruyan basit bir zar dokusundan ibarettir maneviyata sarkıtmanın anlamı neki? Kol altı kıllarını bile kutsal yapabilirsin bu mantıkla.

 

 

ama koltuk altından tecavüze uğrayıp intihar eden yok ;)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

cok tutucu bir aile kızlarını evlendirmeye karar verirler ama kız evdeki uşakla işi bitirmiştir kızı götürler doktora

doktor derki ben buna sıgır zarından bir bekaret yaparım hemen yaptırırlar

kız evlenir ama damat tarafı aksi tutturur bekaret kontrolü diye

giderler doktora doktor başlar muayeneye ve derki

kız olmaya kız buda zarın üstündeki tse belgesine anlam veremedim:)))))))

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ben hıc avrupaya bu gozle bakmadım...ıste sızın bu dusunce yapısından dolayı kaybedıyoruz ...acık gıyınme olayını bıle bu konu ıle bagdastırabılıyorsunuz...her etek gıyen kadın fahıse degıldır...bu nu aklınızdan atın ..ben nıce kapalılar goruyorumda...neyse....zaten cogumuzda gormustur emınım...fahıselık sacın kıcın acık olması ıle olanacak bırsey degıl....ozaman denıze gıren tum kadınlar fahısemı....sızın soyledıgınıze gore bu boyle oluyor...yazıyı okumadıgınız anlasılıyor....bız kadınlar yatsın bakıre olmasın demıyruz..erkek evlenmeden bu haltı yıyebılıor. ama evlenmeye gelınce bakıre kız arayısında oluyorlar...bakıre olmayan bır kadına fahıse damgası vurabılıyorlar....ozaman sende serefsızsın zamanında bır namusu kırlettın gozuyle bakalım bızde erkeklere.....erkek yapar elının kırıdır kadın yapamaz dıye bırsey yok....yapan yapar kımene senın fahıse gozuylede bakman senın ayıbın olur...kımsenın ozel hayatı kımseyı ılgılendırmez....fahıselık bır erkekle bırlıkte olan kadının yedıgı damga degıldır....evlenmeden olmaz bu kutsal dıyorsakta hem erkekler hemde kadınlar ıcın gecerlı bır kavram olmalı....bu arda son soyledıgınz sozde cok mıde bulandırıcıydı....sızın cevrenızdekı bayanlar o sekıldemı bılınmez ama bu cesıt bır genelleme yapamazsınız....

 

Sen insanlara o düşünceden dolayı bu kadar saydırıyorsun da bekareti bile erkek kadın ayrımına getirir de onlar bizden üstün tutuluyor diyip şu zamandaki kadınlara yapılan pozitif ayrımı görmezden gelirsen, sırf laf olsun torba dolsun hesabı feministlik taslarsan gereksiz yere, kimse kimsenin görüşüne saygı gösteremez burada.

Ayrıca bi tutturmuşsunuz 2 bacak arasında değil diye. Tersini söyleyen kimseyi göremedim yorumlarda. Tersini düşünen olmamasına rağmen sürekli birşeylere saydırıyorsun mesajlarında ama kime veya neye belli değil. Şöyle bi yorumlara bakarsan görürsün bunu.

 

2.si Felsefeyle alakası yok bu konunun.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bekaret, türban, domates fiyatları... ülkemin en önemli konuları. Bekaret bozuldu diye intihar eden, bakire olmadığı için kızla evlenmeyen, başka malzemeden zar yapıp diktiren, eşeğe tecavüz eden, başkasının bedenini ve ahlakını koruma işine koyulan, gerdek gecesi kapıda nöbet tutup çarşafı inceleyen insanların olduğu ülke. Canım ülkem. Erkekler için de bayanlar için de şeyini bu kadar düşünen başka ülke var mı acaba.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

sadece lanet olası bir duvar.. Berlin duvarıda yıkıldı.. o kadar ağlayanı vardı halbuki, Duvarları yıkın :D

 

 

evet haklısın .bakir olmayan erkegin karsisindakinden talep etme hakki olmadigina inandigim haksız şey.bu tartışmaları okuyunca iyi ki erkek doğmusum diyesim gelio tekrar tekrar içimden

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sen insanlara o düşünceden dolayı bu kadar saydırıyorsun da bekareti bile erkek kadın ayrımına getirir de onlar bizden üstün tutuluyor diyip şu zamandaki kadınlara yapılan pozitif ayrımı görmezden gelirsen, sırf laf olsun torba dolsun hesabı feministlik taslarsan gereksiz yere, kimse kimsenin görüşüne saygı gösteremez burada.

Ayrıca bi tutturmuşsunuz 2 bacak arasında değil diye. Tersini söyleyen kimseyi göremedim yorumlarda. Tersini düşünen olmamasına rağmen sürekli birşeylere saydırıyorsun mesajlarında ama kime veya neye belli değil. Şöyle bi yorumlara bakarsan görürsün bunu.

 

2.si Felsefeyle alakası yok bu konunun.

 

 

ama bu konu hakkıında cok cok yazımı begenen arkadaslar oldu demkki herkez senın gorusunde degıl anlatılan seyı sen anlıyamıyorsan bu senın anlayamama kapasıtendendir;) ayrıca ben kımseye saldırmadım sen nedense benım her mesajıma atlama geregı duyuyorsun...senın saygını almama gerek yok cunkı kendısıne saygısı olmayanın baskasına saygı vermesını bekleyemem...ama herkezın yerıne konusma hakkına sahıp degılsın...:D ben bakıre degıl dıye o ınsana fahıse gozuyle bakan ınsanlara verdım bu cevabı...ben esıtlıkten yanayım dıyorum...eger erkeklere bu konuda bır yargı yapılmıyorsa kadınlarada yapılmamalı dıyorum...ben feministlik taslamıyorum ama senın kuru gurultu yaptıgın apacık ortada...anlamadıysan tek solıyebılecegım sey yazıyı bırdaha oku...anlamadıysanda kendıne sakla anlamadıgını cunkı bu konuyu anlamayan bır sen varsın nedense...ben ne kadını nede erkegı savunmuyorum herkez esıt dıyorum bu yuzden ben senden saygı beklemesemde sen mecburen benım gorusume düşüncelerime saygı duymak zorundasın tatlım :D sen nasılkı koltuk altı kıllarının bıle bır dusunce tarzı ile kutsal yapılabılecegını savunuyorsan buda benım dusuncem :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bu arda tersini düşünen yok diyorsun bastan sona oku dıyorsun daa :D sen okumamıssın bu gayet belli ....bak bakalım bakıre olmayan kadın fahısedir benım gozumde dıyen birisi var aramızda :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İsteyen istediğini düşünsün bunu tartışmaya bile ne gerek varki. Herkes zaten kendi düşüncesine uyan biriyle birlikte olacaktır. Burda zaten bakire olmayan bunun gereksiz olduğunu savunan bir kadının gidip de bakire olmayan fahişedir diye düşünen biriyle evlenmek isteyeceğini de sanmıyorum :D . Sağda solda öyle düşünenler de önemsiz. Sonuçta kimsenin alnında yazmıyor bakire olup olmadığı. Gerçekten fahişeyse o zaman bilinir tabi o zaman da niye bana fahişe muamelesi yapıyorlar demeleri komik olur :) . İnsanların düşünceleri asla değişmez. Birilerini değiştirmeye çalışarak vakit kaybetmek yerine uygun olanları bulmak daha pratik olur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ama bu konu hakkıında cok cok yazımı begenen arkadaslar oldu demkki herkez senın gorusunde degıl anlatılan seyı sen anlıyamıyorsan bu senın anlayamama kapasıtendendir;) ayrıca ben kımseye saldırmadım sen nedense benım her mesajıma atlama geregı duyuyorsun...senın saygını almama gerek yok cunkı kendısıne saygısı olmayanın baskasına saygı vermesını bekleyemem...ama herkezın yerıne konusma hakkına sahıp degılsın...:D ben bakıre degıl dıye o ınsana fahıse gozuyle bakan ınsanlara verdım bu cevabı...ben esıtlıkten yanayım dıyorum...eger erkeklere bu konuda bır yargı yapılmıyorsa kadınlarada yapılmamalı dıyorum...ben feministlik taslamıyorum ama senın kuru gurultu yaptıgın apacık ortada...anlamadıysan tek solıyebılecegım sey yazıyı bırdaha oku...anlamadıysanda kendıne sakla anlamadıgını cunkı bu konuyu anlamayan bır sen varsın nedense...ben ne kadını nede erkegı savunmuyorum herkez esıt dıyorum bu yuzden ben senden saygı beklemesemde sen mecburen benım gorusume düşüncelerime saygı duymak zorundasın tatlım :D sen nasılkı koltuk altı kıllarının bıle bır dusunce tarzı ile kutsal yapılabılecegını savunuyorsan buda benım dusuncem :D

 

Diyecek lafın yok sözün yok bu belli. Satır doldurmak için anlamsız kelimeler arıyorsun. Kendine saygısı olmayan kişiden saygı bekleyemezmişsin de işte ben anlayamıyormuşum da... Benim görüşüme saygı duymak zorundasın diyorsun önce sen kendi görüşün mü var ona bak. Ortaya atlamışsın zaten herkesin kabul ettiği bir iddiayla sanki karşında 10 tane başka görüş savunan kişi var gibi kendi kendine saldırıp duruyorsun farkında değilsin. Bilmiyorum kaç yaşındasın veya kimsin ama bana benim sana hitap şeklimle hitap edeceksin. Bu 1.

2. si benim yazımdan algı veya saygı kıyaslaması yapabilen veya yapabileceğini düşünen kişinin algısından ve saygısından şüphe duyarım. Daha kendi üslubunu bulamamış bir akıl yaşında olan birinden 1 mesajdan (öznel bir mesajdan) zeka ve saygı ölçmeye çalışmasını beklerim açıkçası.

3.sü tekrar söylemeden edemeyeceğim; Ben mesajımda bir saygısızlık göremedim veya karşı görüş. Önce ortada ne dönüyor ben ne anlatıyorum onu bi kafana oturtmaya çalış, sonra o saçma sapan egonu bi tarafa bırak ve objektif bakmaya çalış (bak herkes benim düşüncemi beğenmiş :) - ne görüşüyse?). Sonra o bahsettiğin bu benim görüşüm saygı duyacaksın "tatlım" dediğin görüşü bi anlatta görelim. Cidden çok merak ediyorum neymiş bu görüş. Fahişelik 2 bacak arasında değildir mi senin görüşün?

 

Ayrıca ben kadınlara böyle birşey yapılsın demiyorum ama 2 tür cinsel konularda eşit olamaz bunu da küçük aklına sokmaya çalış. Aynı karadulun erkeğini öldürmesi gibi. Her tür evrimsel koşullarına göre bu tarz farklılıklar kazanır. Bu bizim yaptığımız birşey değil. Ayrıca bekaretin de ben öyle söylemesem de ahlaki olarak böyle bir konuma sahip olması aşırı normaldir bunu da anlayabilmek deha gerektirmez.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bence burada bekaretin nerede olduğundan ziyade, dünya üzerinde bir dönemler Ishtar adında bir tanrıçaya tapılabilirken nasıl olup da bütün bunların kenara atılıp, cinselliğin utanılacak bir şey haline geldiğini tartışmak daha yerinde olurdu... Geri kalan bütün tartışmalar zaten bireysel fikirlerden başka bir şey değil...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Diyecek lafın yok sözün yok bu belli. Satır doldurmak için anlamsız kelimeler arıyorsun. Kendine saygısı olmayan kişiden saygı bekleyemezmişsin de işte ben anlayamıyormuşum da... Benim görüşüme saygı duymak zorundasın diyorsun önce sen kendi görüşün mü var ona bak. Ortaya atlamışsın zaten herkesin kabul ettiği bir iddiayla sanki karşında 10 tane başka görüş savunan kişi var gibi kendi kendine saldırıp duruyorsun farkında değilsin. Bilmiyorum kaç yaşındasın veya kimsin ama bana benim sana hitap şeklimle hitap edeceksin. Bu 1.

2. si benim yazımdan algı veya saygı kıyaslaması yapabilen veya yapabileceğini düşünen kişinin algısından ve saygısından şüphe duyarım. Daha kendi üslubunu bulamamış bir akıl yaşında olan birinden 1 mesajdan (öznel bir mesajdan) zeka ve saygı ölçmeye çalışmasını beklerim açıkçası.

3.sü tekrar söylemeden edemeyeceğim; Ben mesajımda bir saygısızlık göremedim veya karşı görüş. Önce ortada ne dönüyor ben ne anlatıyorum onu bi kafana oturtmaya çalış, sonra o saçma sapan egonu bi tarafa bırak ve objektif bakmaya çalış (bak herkes benim düşüncemi beğenmiş :) - ne görüşüyse?). Sonra o bahsettiğin bu benim görüşüm saygı duyacaksın "tatlım" dediğin görüşü bi anlatta görelim. Cidden çok merak ediyorum neymiş bu görüş. Fahişelik 2 bacak arasında değildir mi senin görüşün?

 

Ayrıca ben kadınlara böyle birşey yapılsın demiyorum ama 2 tür cinsel konularda eşit olamaz bunu da küçük aklına sokmaya çalış. Aynı karadulun erkeğini öldürmesi gibi. Her tür evrimsel koşullarına göre bu tarz farklılıklar kazanır. Bu bizim yaptığımız birşey değil. Ayrıca bekaretin de ben öyle söylemesem de ahlaki olarak böyle bir konuma sahip olması aşırı normaldir bunu da anlayabilmek deha gerektirmez.

 

 

 

anlamsız konusmalar yapan kısı bellı konu ben deglım ama sureklı benım yazdıgım seylere cevap verme geregı duyuyorsun...hala aynı seylerı soyleıp soyleıp duruyorsun ...ben de dıyorumkı algılıyabılmen ıcın bırkez daha soyluyorum forumu oku karsı gorus dusunen varmı yokmu bak bakalım...ama sen sadece bana odaklandıgı ıcın goremeyebılırsın :D karsı gorus mesajım sana degıldı neden atlayıp cevap verme geregı duydun bilinmez belkide egosunu tatmın etmeye calısan sensındır :D burada benım egomu tatmın edebılecek bır sey soz konusu degıl ... sen kımsenın benım soyledıklerıme saygı duymayacagını soyledın bende sandıgın gıbı olmadıgını belırttım... benim beynime küçük dıyorsun eger benım beynım kucukse sende beyın denen bır organ yok :D yazdıklarında belli zatenn :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Misafir
Bu konu artık başka yanıtlara kapalıdır.
×
×
  • Yeni Oluştur...