Jump to content

Bir Usta ; Münir Özkul


schizophrana

Önerilen Mesajlar

Aslında usta tiyatrodan ziyade sinemaya emek verdiğinden nereye açacağımı bilemedim başlığı. ama onun da ilk göz ağrısı olan tiyatro bölümüne açmaya karar verdim :)

Doğum Tarihi : 1925

 

İstanbul Erkek Lisesi mezunudur. Sanat hayatına Bakırköy Halkevi’nde tiyatro ile başladı. İstanbul ve Ankara’da Devlet tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun oyunlarında rol aldı. Tiyatro Ses, Küçük Sahne gibi özel tiyarolarda Sadri Alışık, Cahit Irgat, Nevin Akkaya ve Şükran Güngör gibi oyuncularla görev aldı. Rol aldığı Fareler ve İnsanlar adlı oyunun yönetmeni Muhsin Ertuğrul ile tanıştı.

Ancak 1950′lerden itibaren rol almaya başladığı sinema filmleri ile asıl ününü kazandı. Özellikle 1970′lerin kalabalık kadrolu ve genellikle Ertem Eğilmez’in yönettiği filmlerde önemli roller aldı. En bilinen rollerinden biri onunla özdeşleşen Hababam Sınıfı

İlk dönem filmlerinden önemli olarak Edi ile Büdü, Halıcı Kız, Kalbimin Şarkısı, Miras Uğruna, Balıkçı Güzeli; daha sonraki dönemde çekilen kalabalık kadrolu aile filmleri arasında Neşeli Günler, Gülen Yüzler, Gırgıriye, Görgüsüzler, Mavi Boncuk, Bizim Aile, Aile Şerefi sayılabilir. Münir Özkul, 1980 sonrası ise dönemin akımı olan video için çekilen pek çok filmde görev almıştır.

Televizyon dizilerinin yaygınlaştığı dönemde dizi oyunculuğundan uzak dursa da “Uzaylı Zekiye”, “Ana Kuzusu” ve “Şaban ile Şirin” gibi dizilerde rol aldı.

1972 yılında çekilen Sev Kardeşim adlı filmdeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü aldı.

Özkul’a 1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı unvanı verildi.Hayatının önemli bir kısmını alkolle savaşarak geçirdi. 1990′lı yılların ortasında alkolü tamamen bıraktı.

Özkul dört kez evlendi ve üç çocuğu oldu. İlk eşi Şadan, ikinci eşi Suna Selen, üçüncü eşi “Tophaneli Örümcek” lakablı Yaşar ve son 27 yıldır evli olduğu eşi Umman Özkül’dur. Oyuncu ve sunucu Güner Özkul’un babasıdır. Güner Özkul’a göre babası “evlilikten korkmazdı ama boşanamamaktan korkardı”.

Demans hastalığı ile yaşayan Özkul, 2003 yılından bu yana evinden dışarıya çıkmak ve kimseyle görüşmek istemiyor. Hastalığı yüzünden geçmişe dair birçok şeyi hatırlamıyor ve ölen arkadaşlarının yaşadıklarını sanıyor. Özkul, kendisine ait mütevazı bir evde rahat bir yaşam sürdürüyor. serisindeki tatlı-sert okul müdürü Kel Mahmut tiplemesi oldu. 400′e yakın filmde rol aldı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kavuklu Kel Hasan'dan İsmail Dümbüllü'ye geçmiş olan ortaoyunumuzun simgesi haline gelen, kavuğu almaya liyakat kazanmış bir ustamız.kendisi bilindiği gibi kavuğu Ferhan Şensoy a devretmiştir.

bu ustalara yer verdiğin için ayrıca teşekkürler lady

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kızı Güner Özkul'un dilinden Münir Özkul ;

 

Bebek Güner, yani ben doğduğumda, babam aktör olmasının doğası gereği- bütün ilgiyi üzerimde toplamama, bununla da yetinmeyip ağlayıp zırlamama pek içerlemiş. Zaten hep, "Bi' çocuklarla, bi' de hayvanlarla oynamayacaksın!" der durur. Bunun üzerine, babamı hep "Benim at suratlı damadım!" diye çağıran anneannem beni büyütme işini üstlenmiş. Anneannem ölünceye kadar, sürekli çalışan ve turnelerde sürünen annem ve babam, benim için, evimize gelen en sevdiğim misafirler oldu. Yedi yaşımdayken anneannem öldü ve dedemle birlikte bizim misafirlerin yanına taşındık. Bu arada, babam çoktan içkiyi bırakmış, efendi efendi çalışan biri olmuştu. Gazinolarda 'one man show' yapıyor, atlıyor, zıplıyor, izleyenleri gülmekten kırıp geçiriyordu. Zeki Müren'in neden babamdan sonra sahneye çıktığını ve babamdan daha çok alkışlandığını hiç anlayamamıştım. Çocuk aklı işte; Murat 124'ün Mercedes'ten daha hızlı gidebileceğine inandığım gibi, babamın Cüneyt Arkın dahil dünyadaki bütün erkekleri dövebileceğine de bütün kalbimle inanıyordum zaten.

 

Derken, annem Güner ağabeye (Güner Sümer) âşık oldu ve dedemi de alıp gitti. Biz babamla baş başa kaldık ve böylece şahane serserilik günlerimiz başladı. Babamın, çocukları akranım olan Muzaffer adlı bir arkadaşı vardı. Hemen her gün onlara gidiyorduk ve ben çok eğleniyordum. Anlaşılan Muzaffer amca da, babam da o kadar çok eğlenmiyorlarmış ki, babamın yeniden evlenmesi gerektiğine karar verdiler. Tophaneli Örümcek Yaşar (Yaşar Anne....) adlı kadınla evlenmesi annemce de uygun görüldü ve evlendiler.

 

Yaşar Anne, babam ve ben, Kuzguncuk'ta, Nakkaştepe'te köprüye (o zamanlar bir köprümüz vardı) üstten bakan bir eve taşındık. Yürümedi; bir gün Yaşar Anne bizi terk etti ve giderken de, "Bana Örümcek Yaşar diyorlar ama sen benden de kötüymüşsün, akrepsin sen! Akrep Münir!" dedi. Bana melek gibi davranan babama neden 'kötü' dediğini anlamadığım gibi, akreplerin kötü olduğundan da pek emin değildim.

 

Yatılı okula gidiyordum ve hafta sonları babamla kalıyordum. Sarılık oldum ve babam yalnız başına bana bakamamaktan korktuğu için Çapa'ya yatırıldım. Her gün ziyaretime geliyordu, taksi tutacak parası olmadığı ve otobüslere de kalabalıktan dolayı katlanamadığı için, Eminönü'nden Çapa'ya kadar yürüyordu. Babam bütün parasını hoşuma gideceğini ve bana iyi geleceğini düşündüğü yemekler için harcıyordu. Bir ayda altı kilo alarak domuz gibi oldum ve hastaneden taburcu edildim. Bu arada, babam da hastanedeki bütün kadınların kalbini çalmaktan geri kalmamıştı. Tülin adlı bir hasta benimle çok ilgileniyordu ama aslında babama abayı yakmıştı, Tülin'i sık sık ziyaret eden yeğeni Yıldız da öyle. Babam daha genç ve havalı olan Yıldız'ı tercih etti tabii ki. Her zaman, her şeyin en cafcaflısını, en parlağını, kokuların en ağırını ve renklerin en kırmızısını sever zaten.

 

Bir gün, babam eve ağlayarak geldi: "15 yıldan sonra sinemada ilk kez başrol oynayacağım..." dedi. Çok mutlu ve heyecanlıydı, hemen ne oynayacağını, kaç para alacağını sordum çok bilmiş bir çocuk olarak. "Kel Mahmut diye bir rol... Öğretmen rolü... Para mı?.. Bilmem! Beş bin lira filan galiba..."

İşte böyle bir adamdı Akrep Münir, hâlâ da öyledir, paraya pula asla aklı ermez, zaten ermesini de istemez. Para işlerinden anlasa saflığını yitireceğini düşünür.

 

Neyse,Hababam Sınıfı'yla birlikte babam için yeni bir dönem başlıyor, bu arada bizi de zor günler bekliyordu.

Nakkaştepedeki ev sahiplerimiz Yaşar Anne'nin tanıdıkları olduğu için oradan kovulduk. Biz de bir oda, bir koridordan ibaret bir bodrum katına taşındık. Gel gör ki, bodrum da olsa bir yalının bodrumuydu taşındığımız yer. Sabahları yüzümüzü yıkamak için boğazın serin sularına dalıyorduk, kirlenen çamaşırların yerine yenilerini alıyorduk, kirlileri gece kimse görmeden akıntıya terk ediyorduk. Bu arada babamdan pek hayır gelmeyeceğini anlayan Yıldız abla bizi kanlı güllü şarkılar söyleyen biri için terk etmişti. Üst katta oturan ev sahiplerimiz babamın serseriliklerinden bıkmış ve bu gidişe bir 'dur' demeye karar vermişlerdi. Yine kovulduk.

 

Artık Beyoğlu'na dönmüştük ve 12 yıl süren, Ferhan ağabeyin (Ferhan Şensoy) kitabına bile giren 'Kazancı Yokuşu' maceramız başlamıştı. Babam zamparalıklarına devam ediyor ve her yeni sevgilisine "Valla son karım beni terk ettiğinden beri elim kadın eline değmedi, kızımla başbaşayız..." mavalını okuyordu. İşin tuhafı, hepsi de bunu yutuyordu. Fotoroman yıldızı Fabio Testi hayranı Banu, uzun boylu Kumarbaz Suna ve diğerleri... Babam kendi varken evin her yerinde Fabio Testi gibi bir kazmanın posterlerinin asılı olmasına tabii ki tahammül edemezdi. "Kusura bakma... Kızım benim için her şeyden önemli... Seni sevmedi işte, ne yapayım!" deyince pılımızı pırtımızı toplayıp Kazancı Yokuşu'na geri döndük. Babama yaranmak için beni el üstünde tutan kadının çocuk katili olmasına ramak kalmıştı. Suna'yı ise hem annem gibi adı 'Suna' olduğu ve yine annem gibi uzun boylu olduğu için, hem de bana güzel kokulu sabunlar hediye ettiği için çok sevmiştim, ama paradan anlamayan babam, her nasılsa, kumarın kötü bir şey olduğunu bilirdi. "Kusura bakma... Kızım benim için..." diye başladı.

 

Bu yalan kim bilir babamı kaç kez kurtardı... Ve manken Tülay!.. Çok 'cool'du... İçlerinde en güzeli, en klası oydu. Dual pikabında saatlerce Pink Floyd dinlerdik ve cep foto okurduk. Onun kadar şık bir kadın görmemişimdir belki de. Bir gün Tülay pikabı babamın kafasına fırlattı, babam eğilince pikap camdan dışarı uçup Kodaman Sokak'ta patladı. Babamın canı pek tatlıdır, deli deliyi görünce sopasını saklarmış, biz de oradan tüydük, o iş de öyle bitti.

Alıntı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...