Jump to content

Okültizm nedir ?


MALCOLMX

Önerilen Mesajlar

Sözlü, yazılı vasıtalarla tarihin derinliklerinden günümüze dek ulaşmış -halen de farklı kimliklerde uygulanmakta olan- okült bilimler, gizem örtüsü altında pek çok toplumları etkilemiştir. Esasında günümüz biliminin de temellerini oluşturan okültist uygulamalar, 20. yüzyılın pozitivist ve materyalist görüşlerine rağmen günümüzde hemen tüm ileri seviyeli bilim adamlarının (özellikle fizikçilerin) ilgi odağı haline gelmiştir.

Okültizm, spiritüalizm, metapsişik ve ezoterik nitelikteki tüm manevi ekoller esas olarak şu ilkede bütünleşirler:

"Görünen, görünmeyenin tezahürüdür." Her şeyin kökenindeki temel hakikat budur. Bu ilkeden hareketle "görünen"den yola çıkarak, "görünmeyen" esas güce, ana sebebe doğru uzanmaya çalışmaktadırlar.

Eflatun'un "idea"ları, Jung'un "arşetip"leri ve daha pek çokları bu görünmeyen ilkeleri ifade etmektedirler.

İnsanlık var oldu olalı eşyanın gerçek mahiyeti ve özü hakkında bir bilgiye, bir esasa ulaşabilmek için çabalayıp durmuştur. Aynı zamanda kendi hakkında da aynı arayışı sürdürmüştür. Çünki insan da bedeni itibarıyla eşyalar alemine dahil bir varlıktır.

Ancak insanda bir başka yön mevcuttur ki, bu, eşyanın geçici süreçlerine tabi olmayıp ona hakim olan şuur sahibi bir varlık olmasıdır. İşte bu varlığa "ruh" ismi verilmiştir. Maddeyi kullanan, onu yeniden şekillendiren, dağıtan, toplayan ve canlılığı meydana getiren Ruh'un şuurlu etkisidir.

Eskilerin "beka" dedikleri süreklilik, nihai kozmik güç olan ruh enerjisi ile mümkün olabilmektedir.

İşte bu yüzden "insan, eşyanın mahiyetini arıyorum derken, kendi gerçeği ile yüz yüze gelecektir".

Temel hakikatler hiçbir zaman değişmemiştir ve değişmeyecektir. Nasıl ki henüz yeni keşfedebildiğimiz pek çok şey potansiyel olarak her zaman mevcutsa, keşfedeceklerimiz için de aynı şey geçerlidir.

Öyleyse değişen nedir? Değişen ve gelişen insanın şuurudur, nüfuz edebilme yeteneğidir. Bu geliştikçe önümüzde yeni yeni imkanlar açılmakta ve ufkumuz, genişlediği oranda bizden uzaklaşarak kaybolmaktadır.

Bu durumda insanın ebedi faaliyeti, bilgi, bilgi uygulaması ve yeniden bilgi olacaktır.

 

Bu bilgilerin derlenmesinde yararlanılan başlıca kaynak, okültizmin Balzac'ı olarak da nitelenen büyük araştırmacı, Fransız okültisti Papus'ün eserleridir. Papus'ün asıl adı Dr. Gerard Encausse'dir ve eserlerinde bu takma adı kullanmıştır. Kendisi 1865-1916 yılları arasında yaşamış, bu konuda insanlığa çok yararlı eserler bırakmıştır.

Bu uygulama ve bilgileri daha başka isimler altında her devirde bulabilmek mümkündür. Ancak biz, kitapta bu bağlantılardan ziyade okültizmin kendi terminolojisi ve bilgi sistemi içerisinde kalmayı tercih ettik.

Sadece bir iki noktayı, kitabın sonuna eklediğimiz "Açıklayıcı Notlar"la pekiştirmek istedik.

Elinizdeki bu ikinci baskıda, Papus'ün "Reenkarnasyon" adlı eserinden özetlediğimiz bir bölümü de, Reenkarnasyon konusuna okült bir bakış açısı sağlaması bakımından kitabımıza ekledik.

Bu mütevazı çalışmanın çok daha geniş araştırmalar için teşvik edici olmasını umarız.

 

Okültizmin temel prensiplerini ve uygulamalarını incelemeden önce, bu bilgilerin kaynaklarını ve bunların nasıl bir eğitim sistemi içerisinde nesilden nesile aktarıldığını kısaca gözden geçirmek yararlı olacaktır.

 

İnisiyasyon ve Ezoterizm

İnisiyasyon kelimesi, kök olarak Latince "initiatio"dan gelir. Fransızca'da ve İngilizce'de "initiation" olarak geçer. Osmanlıca karşılığı "tedris, irşat"; Türkçe anlamı ise "öğretme, doğru yolu gösterme" şeklindedir.

İnsanlık tarihi boyunca oluşmuş birtakım eski gelenekler vardır. Bunlar, genellikle ezoterik (içrek, gizli) yapıdadırlar. İnisiyasyon; bu ezoterik bilgilerin, bunları öğrenmeye talip olanlara, yani "inisiye"lere, "inisiyatör"ler tarafından birtakım özel şartlara bağlı olmak kaydıyla aktarıldığı merkezlerdeki eğitim biçimidir.

Bu eğitimin ezoterik olması, bilinenlerin herkese açıklanmamasını gerektirmektedir. Pek çok şeyler gizli tutulur, herkese söylenmez. Bunlar ancak bu eğitimi alabilmeye layık olan sınırlı sayıda kişiye (inisiyeler) açıklanır. Bu, ana prensiplerden biridir. İnisiyasyon, sadece bazı sırların öğretilmesinde izlenen yöntemlerden, merasimlerden ibaret değildir. İnisiyatör, inisiyeyi gayet kontrollü bir şekilde yetiştirir. Ona belirli uygulamaları yaptırır, birtakım imtihanlardan geçirir. Kişilerin bu imtihanlar sırasında yaşamış oldukları haletler de, inisiyasyonu meydana getirmektedir.

İnisiyatik öğretilerde temel olarak üç esas konu vardır: Tanrı, İnsan, Doğa.

Diğer tüm konular bunlar arasındaki ilişkilerin derecelerinin ve niteliklerinin araştırılmasıdır.

 

Ezoterizm Nedir?

Ezoterizmin Osmanlıca karşılığı "Batınilik"tir. Batın; iç yüz, içteki anlamındadır. Bunun Türkçe karşılığı "içreklik" sözcüğüdür. "Ezoterik", "içrek" demektir. Bu sözcük "içte kalan, saklı" anlamına gelir.

"Ezoterik bilgiler" denildiği zaman, herkese açıklanmayan, ancak belli eğitimlerden geçip o bilgileri almaya hak kazanmış kişilere verilen bilgiler kastedilmektedir.

Ezoterizm ile inisiyasyon arasındaki ilişkiye gelecek olursak şunları söyleyebiliriz: İnisiyasyon, ezoterik bilgilerin bir mürşit (yol gösterici) tarafından müritlere (öğrencilere) belirli bir program dahilinde aktarılıp uygulatılmasıdır. Bu inisiyasyonu hakkıyla tamamlayabilen müritler de daha sonra mürşit olacaklardır.

Şimdi bir de ezoterizmin tersi olan "egzoterizm" kavramını ve konumuzla bağlantısını ele alalım. Egzoterizmin Türkçe karşılığı "dışrak", Osmanlıca karşılığı ise "harici"dir. Egzoterik bilgiler, inisiyasyonların herkesçe bilinebilen, sıradan başlangıç bilgileri olmaktadır. Zaten tüm inisiyasyonlarda öğrenci, eğitime önce "egzoterik" bilgilerle başlayıp, zaman içerisinde göstermiş olduğu samimi çabalarına göre yükselerek daha derin, ezoterik bilgileri almaya hak kazanırdı.

Bu yüzden pek çok tarikatlarda kişiler, harici ve batıni olarak ikiye ayrılmaktadırlar. Yani dışrak ve içrek. Batıni olanlar, hakikati daha yakından sezip kavramış olanlardır. Harici olanlar ise, henüz o hakikate temas etmemiş, ama onu elde etme yolunda çalışanlardan oluşur. Bu öğrenim şekli yaşamın hemen hemen tüm alanlarında karşımıza çıkar. Bu ayrım, anlayış farklılıklarından doğmaktadır. Herkesin zihin seviyesi ve anlayış yeteneği farklı olduğundan, ezoterik bilgiler ancak onları anlayıp insanlığın hayrına kullanabilecek kişilere verilmekteydi.

İçinde yaşadığımız çağda artık elbette böyle bir durum söz konusu değildir. Eski zamanlarda mabetlerde büyük bir gizlilikle öğretilen ezoterik ve okült bilgiler, artık herkesin ulaşabileceği kitapların sayfalarında yer almaktadır. Çünki insanlığın ortalama seviyesi o devirlere göre çok yükselmiştir.

 

Tarihte İnisiyasyonlar

Eski Yunan'da dinler, ezoterik mahiyetteydiler. Yani o dine mensup olanlar, o dine ait bilgileri saklamak zorundaydıler. Bunlar üyelerini özel bir inisiyasyona tabi tutarlar ve onların evrimini hızlandırmak maksadıyla belli bir hiyerarşiyi göz önünde tutarak bazı sırları açıklarlardı.

Yunan dini mitolojik bir dindi. Mitolojik olaylar, kahramanlar ve ilahlar... Bunların kendi aralarında ve insanlarla olan ilişkileri, doğaya olan etkileri, mitolojik efsanelerle hikaye edilmiştir. Bu, işin dışrak, yani egzoterik yönüdür. Halk bu olaylardan kendi anlayış seviyesine göre bir anlam çıkaracaktır. Halbuki işin bir de ezoterik yönü vardır. İşte bunları da o devrin büyük inisiyasyon merkezleri incelemiş ve bu bilgileri inisiyelere aktarmışlardır.

Eski Yunan'da yapılan bu ezoterik çalışmalar, günümüze kadar ulaşmış pek çok inisiyatik bilginin kaynağını oluşturması bakımından önemlidir. Çünki bunlar Mısır kökenlidir. Mısır'da yapılan ezoterik çalışmalar tüm Yunan'ı etkilemiştir. Örneğin büyük inisiye Fisagor tam 22 yıl Mısır'da, 16 yıl da Pers ülkesinde inisiyasyon hayatı geçirdikten sonra döndüğünde kendi mezhebini kurarak, öğretisini aktarmıştır. Zaten bir inisiyenin en büyük özelliği, öğrendiklerini kendinde saklamaması, uygun zaman ve mekanda, uygun kişilere bunu aktararak bilginin devamını sağlamasıdır. Aksi takdirde o bilgi, kendisiyle birlikte gömülür gider. Halbuki öbür türlü, insanlıkla birlikte var olmuş o eski geleneğin aktarılmak suretiyle devamı sağlanmakta ve bunu yapan inisiye de o zincirin bir halkası haline gelmektedir.

Ezoterizm ve egzoterizm, yani iç yüz ve dış yüz meselesi hemen hemen bütün dinler için geçerlidir. Bütün büyük dinlerin daima biri harici (şekli ibadetler, törenler, hikayeler, şeriatler vs.) diğeri gizli (öze ait gerçek bilgiler ve ilkeler) olmak üzere iki yüzleri olmuştur. Birinci yüzü şekil veya harf, diğer yüzü ise ruh oluşturmuştur. Derin anlam, maddesel sembolün altında yatmaktadır. Dinleri dış görünüşleri yönünden incelemeye kalkmak, bir insanın ruhsal değeri hakkında kılığına kıyafetine bakarak fikir yürütmek gibi bir şeydir. Onları iyi tanımak için, bunları hazırlayan ve amaçlarını oluşturan temel düşünceyi tam kavramak; mitlerin ve dogmaların içinden, bunlara güç ve hayat veren yaratıcı prensibi çekip su yüzüne çıkarmak gereklidir. İşte ancak o zaman üstün ve değişmez nitelikli tek doktrin gözler önüne serilebilecektir. Tüm dinlerin, ezoterik ve okült öğretilerin temelinde aynı gerçekler yatmaktadır. Bu gerçekler zamanın ve ortamın ihtiyaçlarına göre farklı kaplarda sunulsalar da, öz olarak aynı gerçekleri ifade etmektedirler.

Tüm bu anlatılanlardan sonra vurgulamak istediğimiz esas nokta şudur: Ezoterizm, okültizm, teozofi, spiritüalizm vs... Bu bilgi sistemlerinin hepsi de özünde aynı gerçekleri taşıyan bir öğretinin zamana ve ortamın şartlarına göre farklı biçimlerde ifadelerinden ibarettir. Çünki tüm bunların hepsinin ardında yatan gerçek, ruh varlığı ve onun ebediliği meselesidir. Temel gerçek budur. Çünki görünen görünmeyen her şey ruhun eseridir ve her şey onun tezahürüdür.

Ezoterik ve okült bilgileri ve uygulamaları dünyanın yalnızca belirli bölgelerinde ya da belirli uluslarında görmemekteyiz. Gelmiş geçmiş tüm topluluklarda, Amerika'dan Uzak Doğu'ya kadar her bölgede böyle bilgilere rastlamaktayız. Çünki nasıl Güneş her yeri aydınlatıyorsa, bilgi de bir şekilde her yere ulaşmıştır. İnsanlık hiçbir zaman, hiçbir yerde yalnız bırakılmamış, daima bilgi almıştır.

 

Okültizm nedir?

Okültizm kelimesinin Türkçe karşılığı "gizlibilim, gizlicilik" olarak ifade edilmektedir. Gizli bilimler denilince, eski geleneğin devamını sağlayan ezoterik (batıni) doktrin anlaşılmaktadır.

Okültizmin daha iyi anlaşılabilmesi için, onun nasıl oluştuğunun bilinmesinde yarar vardır. Geçmiş zamanların büyük düşünürleri, fikirlerini mükemmelleştirmek amacıyla, dünyamızda doğmuş büyük uygarlıklardan ve özellikle de Eski Mısır gizemlerinden büyük ölçüde yararlanmışlardır. Bu antik çağ uygarlıklarında bilim, başlıca iki ana kısma ayrılırdı:

 

1- Fiillere dayanan maddi kısım;

2- Prensiplere dayanan fikri kısım.

 

Bu ikisi arasında birinden diğerine geçiş niteliğinde sayısal bir kısım vardı ki, bu da "Kanunlar"a dayanırdı.

Görülüyor ki, her bilimin bir fizik, bir metafizik ve bir de matematik kısmı vardır. Metafizik kısım olmadan, bilim, ölü şeylerin sayılması olurdu. Metafizik, tüm bilimlerin canlandırıcı ruhu idi. Buna karşılık fizik kısım da olmasaydı, bu kez fikri kısım sadece hayali bir safhada kalır, dünyaya uygun bir bilgi haline gelemezdi.

Bu üç unsura da sahip olan bilim, gerçek bilimdi. Buna EKSİKSİZ BİLİM, TAM BİLİM denirdi. Tez (fizik), antitez (metafizik) ve sentez (matematik), TAM BİLİM'i meydana getiren üç ana unsurdu.

Fizik ve metafizik akımların kullanılması, ancak sentez ile mümkün olabilmekte ve bu da, uzun ve zorlu bir çalışmayı gerektirmekteydi. Mabetlerdeki gizli mistik çalışmalar sayesinde elde edilebilen bir zihin dinamizmi, bu çalışmalar için elzemdi.

Barbarların istilasını takip eden devirlerde, Batı dünyasının Orta Çağ gizemciliği boyunca süregelmiş ağır tempolu zihinsel gelişimi, en sonunda selameti, her problemi bu üç cepheden inceleyen eski sentezlere başvurmakta buldu.

İstanbul'un Osmanlılar'ın eline geçmesi bu çağı kapadı. Araplar da Batı alemine yayılmaya başladılar.

On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda bir kısım bilim merkezleri, okullar, çalışmaların fizik tarafına yöneldiler. Çünki bu onlara hem daha kullanışlı geliyor, hem de daha az yorucu ve kısa bir çalışma gerektiriyordu. Böylece, insanlığa ait tüm bilimlerin tüm kollarında ayrılıklar başgösterdi. Fikri kısım teolojik öğretim merkezlerine çekilirken, maddi kısım da, tıp üniversitelerinin ve bilim ekollerinin malı oldu.

Zamanla, gerçek çalışmaların ve yüksek bilgilerin tümü, OKÜLT BİLİMLER adı altında karanlığa itildi. Okült bilimler, "müspet" (pozitif) olarak adlandırılan tüm bilimlerin gerçek prensiplerini ve bütün felsefesini kendinde saklamaktadır. Ve ne zaman ki, bu sözü geçen bilimler -ki aslında gerçek bilimin kırıntılarıdır- kendilerini bütünlemek ihtiyacı duyacaklar, o zaman kendi esaslarını okült ve ezoterik bilimlerde aramak zorunda kalacaklardır.

Bilimlerin iki bölümü arasındaki bu ayrılık toplumlarca da benimsendikten sonra, resmi öğretinin yanı sıra daima bir gizli öğreti de nesilden nesile, inisiye toplulukları tarafından aktarıldı. Bu gizli öğretinin gayretleri, eski TAM BİLİM'in yeniden kurulması yönünde ydi ki, bu da "sentez"den kaynaklanıyordu.

Mabetlerin en gizli bölümlerinde saklı tutulan bu "sentez", bilimlerin açığa vurulmayan gerçeklerini kendi bünyesinde bulunduruyor ve prensipleri saklamaya yarayan işaretler ve hiyerogliflerle ifade ediliyordu. Okültizm, müspet bilimlerin yerini alıcı değil, onları tamamlayıcıdır. Büyük sayıda fenomenin teori ve pratiğine sahiptir. Kabala uygulamaları, maji, alşimi (simya) ve astroloji bu çalışmaların başlıcalarıdır.

Okült çalışmalarda eski geleneklerin öğrenilmesi ve öğretilmesi esastır. Bu gelenek ve bilgiler başlıca üç esasa dayanmaktadır:

1-Tek Tanrı fikri.

2-Tekrardoğuş.

3-Tekamül.

Bu esaslar üzerine inşa edilmiş inceleme ve araştırma konuları şöyle sıralanabilir:

o Ölüm ötesinde ve berisinde ne vardır?

o Nereden gelip nereye gidiyoruz?

o Bu dünyadaki hayat tarzımız ne olmalıdır?

o Bunun için makul bir ölçü var mıdır?

o Kendi kendimizi ıslah edebilir miyiz?

o Doğa kuvvetlerinden yararlanmayı nasıl başarırız?

o Ölüm ötesi alemlerin yasaları nelerdir?

Okültizm bu soruların en doğru ve kesin cevaplarını verdiğini asla iddia etmez. Bu bir çalışma aracıdır, bir inceleme vasıtasıdır ve eğer hoca talebelerine mutlak gerçeği yakaladıklarını söylüyorsa, bu sadece ve sadece kibir mahsulü boş bir aldatmacadan ibarettir. Okültizm, genelde içimizde doğan bazı soruların çözümünü gösterir. Bu soruların neler olduğunu yukarıda görmüştük. Elde edilen sonuçlar, daima yoğun ve derinlemesine bir deney ve gözlemin sonucu olmalıdır ve bunların, mutlak gerçeğin ta kendisi olduğu hiçbir zaman iddia edilmemelidir. Bu aşamada, okültizmi iki safhada ele alabiliriz:

1- Geleneklerin temelini oluşturan "değişmez kısım", ki, buna, hangi çağda yaşamış ve hangi köke bağlı olursa olsun, tüm hermetistlerin yazılarında rastlanır.

2- Okültistin, tamamen kendi özel araştırma ve yorumlarına dayanan "kişisel kısım".

Değişmez kısmı da üç ana noktada inceleyebiliriz:

1- Evrenin tüm planlarında mevcut fiilin esası olan "Üçlü Birlik" (Tri Ünite-Trinite) Kanunu'nun varlığı.

2- Görünen ve görünmeyen evrenin tüm kısımlarını birbirine sıkıca bağlayan "ilişkiler"in varlığı.

3- Görünür alemin ikiz kopyası olan ve varlığının başlıca temelini teşkil eden "görünmez alem"in varlığı. Bu kısımda, kainatta mevcut görünmez varlıklar, doğadaki ve insandaki okült güçler ve astral alem ile ilgili ezoterik bilgiler ele alınmaktadır.

Konumuza bir giriş şeklinde olan bu bölümü noktalarken, okültizmin üç ana esasını şöyle sıralayabiliriz:

1-Tanrı, İlkeler koymuştur.

2-Doğadaki tüm olaylar, bu İlahi İlkeler dahilinde meydana gelir.

3- İnsan doğadaki olaylarla İlahi İlkeler arasındaki orantıları (sayıları) tanımaya çalışarak yasaları araştırır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

benim ilgi alanlarımdan biridir ayrıca felsefe ama daha henüz başladım araştırmaya metafizik zaten ilgi alanımda old içn diğer dallarlada bağlantısı da old için, onlarıda araştırmam gerekiyo...ve bu bilgilerde işime yarıyacak nitelikte... tşkler tekrar...www.gnoxis.com

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Faşizmin Kökenleri

 

Faşizmi anlayabilmek ve açıklayabilmek için, doğrudan maddi ve ekonomik ölçütlere bağlı birçok değerlendirme yapılmıştır. En azından bu değerlendirmeler kadar çok sayıda olan, olağan sosyo-ekonomik olguların ötesini irdelemeye ve Faşizmin sıra dışı kökenlerini araştırmaya kalkışan diğer yöntemler de ele alınmıştır. Sorun, tıpkı Komünizmde olduğu gibi, Faşizmde de zaman zaman birbirleriyle çelişen birçok farklı uygulamanın bulunmasında yatmaktadır. Örneğin, Alman Nazilerini etkilediği düşünülen pan-Cermenizm ve neo-paganizm gibi akımlar, Katolik köklerden filizlenen İtalyan, İspanyol ya da Güney Amerika faşist akımları üzerinde hiçbir etki yaratmamıştır.

 

Bu güne dek, Nazizm birçok değişik perspektif altında incelenmiştir. Wilhelm Reich, Nazizmi “halkın cinsel doyumsuzluğunun sonucunda ortaya çıkan kitlesel ‘silahlanma’ olgusu” olarak değerlendirmiştir. Norman Cohn, Nazizm ile Ortaçağ’daki “Lollardlar” benzeri anti-Semit, eskatolojik ve “Binyılcı” (Milleranian) akımların arasında koşutluklar bulmuştur. Tarihçiler, Faşizmi avuçlarına almakta ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar, zira Faşizm oldukça geniş bir siyasi akımlar yelpazesine, özellikle bilgisiz karşıtları tarafından, yapıştırılan bir etikettir. Faşist akımların bir kısmı kollektivist ya da korporatist iken, diğerleri köktenci bir bireyciliği savunmakta; bir bölümü aşırı Püriten iken, diğerleri tüm ahlak sınırlarını reddetmekte; bazıları emperyalist iken, diğerleri içedönüklüğü seçmektedirler.

 

Nazizm, özellikle Faşizmin benzersiz bir örneği olarak yakından incelenmeli, tanınmalı ve Nazizmin tarihsel soyağacı belirlenmelidir. İki Dünya Savaşı arasındaki dönemde varlığını sürdüren “Germanorden”, “Thule Gellenschaft”, “Ariosophy” ve “Neo-Tampliyeler” gibi Gizlici Örgütler gerçekten Alman Nazizminin en önemli köklerinden birini oluşturmuştur.

 

 

 

Helena Blavatsky

 

Ne yazık ki, Nazizm üzerine yapılan araştırmaların çoğu, Nazizmin çok çeşitli Gizlici ya da Gizemci köklerinin hepsini Helena Blavatsky adlı zavallı yaşlı bir Rus kadının kapısının önüne yığmışlardır. Gizlici Alman örgütlerinin bazı “teozofik” düşünceleri özümsemiş oldukları bir gerçektir. Üstelik aynı hevesle Nietzsche’nin bazı öğretilerini de çarpıtmışlardır (Alman ulusçuluğunu bir “budalalık uçurumu” olarak nitelendirdiği ve anti-Semitizme karşı çıktığı bölümler, Nietzsche’nin kendi kız kardeşi tarafından titizlikle ayıklanmıştır). Nietzsche, “Üstün İnsan”dan söz ederken, onun Ari ırktan ya da Alman olacağını asla söylememişti. Benzer biçimde, Blavatsky’nin “Altı Kök Irk” öğretisi – Astral, Hyperborean, Lemurian, Atlantean, Ari ve Geleceğin Irkı – de, Ari ırka pek fazla önem vermiyordu. Blavatsky’e göre, tüm var olan ırklar ve uluslar arasından “mutant” bir nesil gibi yükselecek olan “Altıncı Irk”, diğerleri gibi Arilerin de yerini alacaktı. Unutulmamalıdır ki iktidara geçen Naziler, aynen Masonluğa uyguladıkları gibi, Almanya’da bulunan “Teozofik” locaların çoğunu ve sayısız Gizlici ve Gizemci Derneği de kapatmışlardır.

 

Blavatsky dışında, Gizlici rol dağılımında sık sık adı geçen başka kişiler de vardır. Örneğin Jung, mitolojiye olan ilgisi, ırksal bilinçaltı üzerine çalışmaları ve özellikle başlangıçta, “Töton” ayinlerini ve gizemci düşünceyi canlandırma çabaları nedeniyle Nazilere destek olması yüzünden en çok suçlanan kişilerdendir. Ne var ki, 1930 yılında hastalarının gördükleri düşler üzerinde yaptığı çalışmasında Jung, düşlerde beliren “büyük sarışın hayvan” arketipini geleceğe yönelik bir uyarı olarak kullanmıştır. Jung Nazizmi, “önderinin –Hitler’in- bilinçaltının arketipleri tarafından ele geçirilmiş olduğu bir kitle psikozu” biçiminde nitelendirmiştir.

 

Gurdjieff ve Crowley de, olası Nazi destekçileri arasında sözü edilenlerdendir. Ancak, her ikisinin de Fransa’daki direniş hareketinde gizlice çalıştıkları hakkında kanıtların bulunması, bu savı tümüyle anlamsızlaştırmaktadır. “Prieuré de Sion” gibi bir çok gizli örgüt, Nazi Partisi çizgisinde görünmekle birlikte, müttefiklere bilgi sızdırmaktan geri kalmamışlardır. Yine de, “Vichy” Fransa’sı gibi yerlerde Gizlici örgütlerin Nazi taraftarı olarak görünmekten başka çarelerinin bulunmadığını da vurgulamak gereklidir.

 

 

 

Gizlici Alman Tarikatları

 

Alman Gizlici örgütlerinin bir çok temel öğretiyi İngiltere’deki Hermetik gruplardan ve kıta Avrupa’sındaki Teozofik örgütlerden aldıkları bir gerçektir. Yine de bazı ilkelerde önemli farklar vardır. Özellikle, Ari ırkın gizemci güçlerine verdikleri önem ve alt düzeydeki ırklarla karışması sonucunda Ari ırkının yozlaşmaya başladığı düşüncesi daha önce görülmemiş benzersiz birer yaklaşımdır. “Töton”lara olan düşkünlükleri (Töton uygarlığının Hıristiyanlık tarafından geriletildiğine inanıyorlardı), Kuzey mitlerine, “Rune” yazılarına ve “Svastika”ya olan ilgileri yeni pan-Cermen ulusçuluğun yarattığı atmosferden kaynaklanmaktaydı. Avrupa’daki tüm dillerin tek bir Hint-Avrupa kökeni bulunduğu, ve Hindulardan Helenlere kadar birçok mitin Ari kaynaklı olduğu düşüncesi saygı duyulan dilbilimciler arasında giderek kabul görmekteydi. Diğer taraftan 1905 yılından beri Ruslar, “Protocols of the Elders of Sion” (Zion Bilgelerinin Protokolleri) adlı broşür sayesinde, aşağılık Sami ırkların Bolşevizmi yayarak Avrupa uygarlığının sonunu hazırladıklarını kanıtlamak çabasındaydılar.

 

Nazi panteonunun önde gelen kişileri olan Oswald Spengler ile Alfred Rosenberg ve onlar kadar önemli olmasa da “Germanorden” örgütünün kurucusu Guido von Liszt gibi düşünürler, Batı’nın giderek gerilediği düşüncesini yaymaktaydılar. Onlara göre bu gerileyişin nedeni, Ari ırkları yönlendiren Faustçu ‘sınırsız’ ilke ile taban tabana karşıt olan ve sürekli olarak Batı’da etki alanını genişleten Doğu Sami ırklarının felsefesiydi. Bu kişiler ayrıca, Picasso ve Gaugin gibi ressamların Avrupa sanatına taşıdıkları ilkel Afrika, Latin ve Polinezya unsurları karşısında dehşete düşmekte ve bunu yozlaşmanın kanıtı olarak görmekteydiler. Modern müzikte ve özellikle caz müziğinde “vahşi ormanların tamtamlarını” sezmekte, buna karşılık Wagner operalarını kendi beğenilerinin örneği kabul etmekteydiler. Gizlici Alman dernekleri, materyalizmin ve rölativizmin güçleri ile gerçek tinsel Ari uygarlığı arasında yaklaşmakta olan bir savaşı beklemekteydiler. Bu mahşeri savaşta düşmana acımanın yeri hiç yoktu. Nazizmin ve gerçekleştirdiği katliamın kökleri işte burada yatıyordu.

 

 

 

Yeni Dünya Düzeni

 

Nazilerin, çok daha karanlık ve gizli bir örgütün görünen yüzü olduklarını ileri süren birçok yazar vardır. Yeşil şapka takan, şeytani görünüşlü doğulu bir keşişin sık sık Nazi Partisi ileri gelenleri ile birlikte görüldüğü hakkında çeşitli söylentiler yayılmıştır. Gizlice Nazilerin iplerini elinde tutan Tibetli gizemci din adamları (lamalar) bulunduğu öyküsü de bu söylentilere eklenmiştir. Henüz 1840’larda bile, “Agartha” efsanesi Almanya’da ilgi çekmeye başlamıştı. Agartha efsanesi, yeraltında bulunan bir krallıktan söz etmekte, yeryüzündeki birçok kralı denetiminde tutan ve “Dünyanın Efendisi” olan Agartha kralının çok yakında dünyayı kesin olarak işgal edeceğini anlatmaktadır. Napoleon kendini tüm Avrupa’nın efendisi olarak düşlerken, jeopolitik uzmanı Naziler dünyaya egemen olma düşleri içindeydiler (Hitler’in elinde Amerika’nın işgali ile ilgili hazırlanmış planlar bulunuyordu; İtalyanlar Afrika’yı, Japonlar ise Asya’yı yöneteceklerdi).

 

George Bush, 1990 yılında “Yeni Dünya Düzeni” sözlerini kullandığı zaman, dünyanın dört bir yanındaki komplo kuramcıları çılgına döndüler. Bu sözler, OWG şifresiyle (One-World-Government = Tek Dünya Yönetimi) çoktandır komplo kuramcıları arasında sıkça kullanılıyordu. Ancak, bu sözleri Hitler’in “Bin Yıllık Reich” düşünden anımsayanlar da vardı. Aynı sözler çok uzun zamandan beri “İlluminati” örgütü ve bu örgütün kuracağı dünya denetimi ile de özdeşleşmişti. Kuşkusuz Naziler, düşmanları olan Yahudilerin, Masonların, uluslararası bankacıların ve Bolşeviklerin dünyayı ele geçirmek için planlar yaptıklarını biliyorlardı! Zaten tüm bu planlar “Zion Bilgelerinin Protokolleri”nde yok muydu?

 

Aslında tarih boyunca yinelenen bir olgudur bu: çeşitli komplocu örgütler, gerçek ya da hayali diğer komplocu örgütlere karşı durmak için ortaya çıkarlar. Bunun en çarpıcı örneği “Kutsal Vehm” örgütüdür. Ortaçağ’da Almanya’daki gizli örgütlerden biri olan Kutsal Vehm üyeleri, kimliklerini gizlemek için keşiş başlıkları takarlar ve devlete baş kaldırdıklarını varsaydıkları komplocu din sapkınlarını ve cadıları öldürürlerdi. Hitler, bazı yazılarında Kutsal Vehm’den övgüyle söz etmiştir

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...