Jump to content

Zen / Aydınlanma Meditasyonu


Urumhamatahayil

Önerilen Mesajlar

zen nedir

 

Zen, insanın kendi iç varlığını ve iç yapısının derinliğini görebilme sanatıdır, bağımlılıktan özgürlüğe götüren yoldur." D.T.Suzuki

 

Zen'i özetlemek gerektiğinde herhalde yukarıdakinden daha iyi bir cümle kurulamaz. Evet, Zen bir görebilme sanatıdır ve bir yoldur. Bu ikisi bir arada düşünülürse Zen'e bir tür yaşama sanatı denilebilir.

 

Böyle olunca, Zen'in insanlık var olduğundan bugüne kadar farklı coğrafya ve toplumlarda farklı pratiklerle ortaya çıkmış olabileceğini söylemek yanlış olmaz. Bugün bildiğimiz şekliyle Zen'in ortaya çıkmasında iki kültür etkin olmuştur. Hint-Budist kültürü ve Çin-Tao kültürü. Yine bu iki öğretinin, yani Budizm ve Taoculuğun'da yapısı nedeniyle bir isim verilmeden ve kağıda dökülmeden farklı coğrafya ve toplumlarda insanlık tarihi boyunca yaşanmış olduklarını söyleyebiliriz.

 

Ama Budizm konusunda klasik hikaye hemen herkesin bildiği gibi İ.Ö.563 yıllarında Prens Siddharta Guatama'nın Hindistan'ın kuzey doğusunda bir kralın oğlu olarak dünyaya gelmesi ile başlar. Prens 29 yaşındayken yaşamın acıyla dolu olduğunu anlar ve kurtuluşu aramaya başlar. Uzun yıllar bir ormanda çile ve perhiz içinde meditasyon yaptıktan sonra bunların bir işe yaramadığını anlar ve kendine işkence etmekten vazgeçer. Bu sefer acıkınca yer, yorulunca uyur ama ormanda meditasyona devam eder. En sonunda bir gün meditasyona oturur ve kendisini bağımlılıktan özgürlüğe geçiren kapıyı açar. Yani aydınlanır, o ana kadar hiç yaşamadığı bir deneyim ile kendisini doğum ölüm döngüsünden, yaşamın acılarından kurtarır ve bir Buda olur. Daha sonra Guatama, tüm duyarlı varlıkların kendisi gibi acıdan kurtulması için herkese aydınlanmanın yolunu öğretmeye başlar. İşte bu andan itibaren o artık bir Buda ve Bodhisattva'dır. Yani Buda ve Bodhisattva, budistler için belli bir kişinin adı veya lakabı değil aydınlanmaya ulaşmış ve kendisini diğer varlıkların kurtuluşuna adamış kişi anlamındadır. Ve Guatama’dan sonra pek çok Bodhisattva yaşamıştır.

 

 

 

Zen tamamen doğu kökenli bir yaşam sanatı olsa da gelenekler, kutsal yer ve yazıtlar gibi şeylerle bir bağı yoktur. Bu nedenle insanın var olduğu her mekana ve zamana uydurulabilir bir yapısı vardır. İşte Zen'in batı dünyasında hızlı ve kolayca yayılabilmesinin nedeni budur. Bugün Avrupa ve Kuzey Amerika'da pek çok Zendo vardır. Ancak bu, Zen'in çok zahmetsiz ve basit olduğu anlamına gelmez. Bir Zen ustası "Zen nedir?" sorusuna "Kızgın ateş üstünde kaynar yağ" diye cevap vermiş. Çünkü insanın kendi iç varlığını, iç yapısının derinliğini görebilmesi öyle sıradan bir uğraş ile olacak iş değil. *D.T.Suzuki'nin dediği gibi yaşamda en önemli, en önde gelen ciddi bir iş bu.

 

Zen, Budacılık okulları arasında en sert olanı. Bunun nedeni Zen’in aydınlanmaya olan tam ve kesin bir inanç ve kararlılık ile tam bir kişilik dönüşümünü gerekli kılması. Ancak bir Zen yolcusunun günlük yaşamına bakıldığında kendisini hiçbir zor uygulamaya yöneltmediği görülebilir. Zen’i sert yapan kişinin kendi egosuyla, kişiliği ile yaptığı mücadeledir. Sonuçta ise Zen size tüm varlığın gerçek doğasını anlama ve benliğinizi aşarak doğum-ölüm döngüsünden kurtulmayı vaat eder. Bunu yaparken ne bir kutsal kitaptan, ne bir kutsal kişiden, ne bir mistik öğretiden, ne bir bilgiden, ne akıldan, ne de varlığın dışındaki bir tanrıdan destek arar. Tüm bunlar Zen için bir hiçtir oysa Zen yolcusunun kendi gerçek özüne derin, dikkatli ve içten bir bakışı herşey.

 

İşte Zen’in diğer Budist okullara nazaran batı dünyasına daha hızlı yayılmış olmasının nedeni bunlardır. Özellikle sanayi devrimi ve kapitalizmin dünyayı ele geçirmeye başlamasıyla insanlar tüketim-üretim zinciri içerisinde daha çok dışa dönük ve yüzeysel bir yaşamı yaşamaya başladılar. Sonuçta batı toplumları egonun tatmini için bencilliği körükleyen, göreceli çıkarlar için doğayı tahrip etmekten çekinmeyen, insanların ideoloji ve maddi çıkarlar için diğer insanları kitleler halinde hiç çekinmeden yok edebildiği bir toplum oldu çıktı. Tabii ki bunlara duyarlı insanlar tarafından bir tepki doğdu. En güçlü tepkiler ise ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan gençlik hareketleriydi. Bu gençlerin karşısında duran tüm doğu dünyası ise vaat ettiği barış ve huzur ile adeta keşfedilmeyi bekleyen bir hazine gibiydi. Tabii ki bu hazinenin içinde Zen de vardı ve içerdiği gelenek, ırk, bilgelik, yaş, cinsiyet, yaşam şartları gibi öğeleren bağımsız olma özelliği ile yandaş bulması çok kolay oldu. Dahası Zen diğer Budist okullar gibi günlük yaşamdan çekilmiş, münzevi bir yaşam ideali taşımadığı için batı için çok uygundu.

 

Ama batı dünyası bugüne kadar Zen’i hep doğulu örneğinden kopya ederek yaşadı. Zen’in daha çok ahlaki yönlerinden ve günlük yaşama olan bakışından etkilendi. Batıda pek çok Zen okulu kuruldu ama bu okulların kurucuları da doğudan gelen ustalardı. Zen halen batı dünyasındaki yerini aramaktadır. Çünkü batıda diğer Budist okullarla karşılaştırılınca en çok yoldaşı olan okuldur ama henüz iyi ustalar yetişmemiştir. Bunun nedeni ise Zen’in yapısının batılı tarzda yetişmiş birisi için tamamen ters duruyor olmasıdır, kişi Zen’i anlayabilmek için kendisini ters çevirmeli alt üst etmelidir. Bu durumu anlatan çok güzel bir hikaye şöyle; Bir Profesör Zen’in ne olduğunu öğrenmek için bir Zen ustasını ziyarete gider. Usta Profesöre çay ikram etmek ister. Otururlar ve usta kendi fincanına çay koyduktan sonra profesörün fincanını doldurmaya başlar. Ancak fincan çay ile dolduğu halde usta çay dökmeye devam eder. Bir süre sonra Profesör dayanamaz ve "Artık doldu, daha fazla alamaz! der. Usta ise "Tıpkı sizin zihniniz gibi, zihninizi boşaltmadan size Zen’i nasıl öğretebilirim?der. Oysa batı dünyası insanların zihnini sürekli doldurmaları, karışıklık içinde her türlü bilgiyi beyinlerine istiflemeleri için sürekli çaba içindedir.

 

Bundan sonra Zen’in içeriği hakkında yazmaya çalışacağım ama bu yaptığım hiç görmediğim bir yeri başkalarından duyduklarıma göre anlatmaya çalışmak gibi bir şey. Ama Zen hakkında hiçbir bilginiz yoksa mutlaka pek çok önyargınız vardır. Zaten benim asıl amacım da bunları aşmanıza yardımcı olabilmek. Çünkü Zen çok farklı olduğu halde diğer pek çok doğu kökenli öğreti ile kolayca karıştırılabilecek bir görünümde. Ve günümüzde çeşitli uygulamalarla Zen dışındaki öğretilerin pazarlanmaya başlandığını görüyorum.

 

Öncelikle hepimiz yaşamı bir ölçüde sorgularız. Bazı duyarlı insanlar bu sorgulama işleminde hiç durmadan bir çaba bir arayış içinde olsalar da çoğunluğu oluşturan insanlar genellikle kendi yaşamlarına ve yetiştirilme tarzlarına uygun olan cevapları seçip sorgulamayı bir kenara iterler. Öncelikli sorular herhalde, Ben neyim, insan nedir? Evren nedir? gibi geniş kapsamlı sorulardır. Günümüzde bu gibi sorulara cevap sunan kutsal kitaplar ve felsefeler çok çeşitli. Ancak tüm bu felsefe ve kutsal kitaplardan yardım görmeden bir kez daha düşündüğümüzde çok açık ve seçik olarak gördüğümüz şey şudur; Ben her ne olursam olayım her an yaşlanmakta ve yavaş yavaş ölmekteyim. Hepimiz bu dünyadan gelip geçip yok olacağız. Bedenim geri dönüşü olmayan bir yolda ilerliyor. Bu süre içinde bedenimdeki moleküller sürekli değişiyor. Her gün çeşitli yollarla hücrelerimdeki molekülleri bedenimden dışarı atıyor ve beslenme veya solunum gibi yollarla yerine yenilerini alıyorum. Bu sürekli değişim içinde bedenimde sabit olan hiçbir molekül yok. Yani bundan birkaç yıl önce bedenim dediğim beni oluşturan tüm moleküller beni terk etmiş durumda. Bunu önleyemiyorum. Bu durum tüm varlıklar için geçerli. Diğer gerçek ise tüm varlıkları içeren evren adını verdiğimiz birlikteliğimiz.

 

İşte bu manzara düşünen her insanın karşısına çıkıyor. Bu noktada insanlar genellikle kültürleme tarzlarına göre iki aşırı düşünceye doğru ilerliyorlar. Ya tüm bu gerçeklerin aslında bir yanılsama olduğu, asıl gerçeğin insanın ruhu denilen yerinde olduğu gibi romantizme doğru, ya da her şeyin maddi bir temele dayandığı, ruh ve metafizik çıkarımlar gibi düşüncelerin saçma olduğu gibi rasyonalizme doğru. Ancak insanlar ne düşünürlerse düşünsünler gerçek her neyse değişmiyor. Yaşam devam ediyor, insanlar sürekli doğuyor ve ölüyor.

 

 

İnsanların yaşamı ise sürekli bir mücadeleden başka bir şey değil. Yoksulluk, hastalıklar, doğal afetler, savaşlar vs. İnsanların yakasını bir türlü bırakmıyor. Zenginler içten içe varlıklarını kaybetme endişesiyle yaşarken, hastalıklar varlıklı veya yoksulları ayırt etmeden kol geziyor. İnsanlar para ve aşk gibi nedenlerle her gün evlerinden çıkıp birileriyle mücadele içinde akşam ediyorlar. Tüm bu gerçekleri görmemize engel olan şey ise geçici zevkler değil mi? Zenginliğin verdiği bir anlık rahatlık, bize heyecan ve gevşeme yaşatan anlık zevkler. Günümüzde insanların büyük çoğunluğu bu tür geçici rahatlık ve zevklerin peşinde ömürlerini tüketmiyorlar mı? Tüm bu arzu-tatminsizlik çemberinde acı insanın peşini hiç bırakmıyor. Yaşama bir de buradan bakınca gerçekten acı ile dolu olduğunu görebiliriz. Tüm bu acılar yetmiyormuş gibi bir de geçmişe üzülüp geleceğe olan umutlarımıza sarılarak yaşamak ve bunları takip eden hayal kırıklıkları var. Hep gelecekte bir şeylere sahip olup mutlu ve rahat bir yaşam sürme hayaliyle bugünü geleceğe endeksleyip günlerimizi, yıllarımızı geçiriyoruz. Oysa pek çoğumuzun şu andaki yaşamı bile huzurlu olabilmek için yeterli, oysa biz sürekli isteklerimizin yarattığı eksiklik duygusuyla acı içindeyiz.

 

Tüm bu iç karartıcı manzaranın bize haykırdığı gerçek ise her şeyin geçici olduğu, hüzünlerimiz, acılarımız kadar mutluluğumuz da geçici. Peki insanlar bu kadar acıya rağmen ne diye hiç durmadan geçici olan hüzünden kaçmak ve geçici olan mutluluğu bulmak için yaşamlarını tüketiyorlar? Yarın ölüp gitmeyeceğimizin garantisi olmadığı halde ne diye banka hesaplarımızı bir sidik yarışı yapar gibi şişirmeye çalışıyoruz?

 

Sanırım bu kadar sorgulama yeterli. Zen’e göre yukarıdaki tüm bu yanılgıların tüm bu kafa karışıklığının, anlamsızlık duygusunun nedeni büyük bir cahillik. Bu öyle basit bir bilgi veya deneyim eksikliği değil, bu öyle bir cahillik ki insanı kendisine ve tüm evrene yabancı kılıyor. Kişi anlamsızlık duygusuyla ve zihnindeki bir yığın cevapsız soruyla bir serseri gibi yaşamaya başlıyor. Kendisinin bu acıklı durumunun farkında olan pek çok kişi bir cevap, bir anlam arayışı içerisinde kitaplar okumaya başlıyor, konferansları dinliyor, dinsel uygulamaları deniyor veya kendisine yol gösterecek bir kişi arıyor. Tüm bu yöntemlerin yanında Zen’de var. Ancak Zen çok farklı olarak ne birisinin ağzından çıkan sözlere ne de yazılanlara bağlanmadan kişinin kendisinin deneyimleri ile yol gösteriyor. Zen’de bunu özetleyen bir bildiri şöyle;

 

(Alıntı 1) "Yazılara, sözlere bağlanmadan / Kutsal yazıların dışında özel bir iletişim / İnsan ruhuna doğrudan bir yaklaşım / Gerçek yaradılışını tanıyıp Budalığa ulaşmak

 

Zen yolcusunun yazılara ve sözlere bağlanmamasının nedeni ise çok basit. Bunlar, susuzluktan ölmek üzere olan birisine suyu anlatmak gibi bir şey çünkü. O kişinin suyu içmeye ihtiyacı var, laf ve kağıt parçalarına değil. Siz bir gün Budalık seviyesine erişebilirsiniz belki ama bu durum diğer insanlar için önemsizdir, onlara Budalığa nasıl eriştiğinizi ve Budalığın ne olduğunu yazılı olarak verebilseniz ve onlar bu yazdıklarınızı anlayabilseler dahi onlar için bir şey değişmemiş olur, ta ki onlar da bizzat Budalığa erişene kadar. Ki o zaman da onların sizin sözlerinize ihtiyacı kalmaz. İşte Guatama ve sonraki pek çok Buda ile diğer insanlar veya Zen yolcuları arasındaki durum aynen bu.

 

Buradan çıkan sonuç söz ve yazının Zen yolunu ifade etmekte yetersiz olduğu. Bu yol sıradan bir gezinti, bir tecrübe veya başa gelen herhangi bir olay gibi anlatılabilecek bir şey değil. Sadece yaşanıldığı zaman ayrımına varılabilen deneyimler söz konusu. Yaşanıp da söz ve yazıyla ifade edilemiyor çünkü aklın sınırları dışında bir yere yapılan bir yolculuk bu. Zaten söz ve yazı akıl ürünü olan şeyler değil mi? Zen yolunun söz ve yazıları öğrenerek yürünebilecek bir yol olmamasının nedeni bu akıl dışı deneyimler.

 

Yazının başında Zen’in kökünde bir aydınlanma yaşantısının olduğunu yazmıştım. Burada kök kelimesinin tam anlamını almak yanlış olmaz. Aydınlanma yaşantısı kısaca Zen dediğimiz her şeyin kaynağı bir konumdadır. D.T.Suzuki’nin dediği gibi, Zen konusunda yazılmış her şey kaybolsa, tüm Zen okulları kapatılsa ve Zen’in varı yoğu elinden alınsa da bu aydınlanma yaşantısı kaldığı sürece Zen yok olmayacaktır. Anlaşıldığı üzere Zen’deki her şey bu aydınlanma yaşantısının bir açılımı, bir sonucu, öyle ki Zen hakkında hiçbir bilgisi olmayan bir kişinin sadece aydınlanmayı yaşaması Zen’in bir çiçek gibi açmasına yeterlidir.

 

İşte bu durum Zen konusundaki en yaygın ön yargılardan olan, Zen’in mantıksal ve ruhbilimsel bir açıklaması olduğu ve kavramsal olarak teknik terimlerle özetlenebilecek bir tür felsefe sistemi olduğu gibi düşüncelerin yanlış olduğunu ortaya koyuyor. Bu tür düşünceler, bir insanın ortada hiçbir bilgi olmadan sadece aydınlanma yaşantısı ile bambaşka bir kişiliğe bürünerek birden sonsuz bir anlam duygusuyla kendisinin ve tüm varlıkların gerçek özünü görerek, tüm karşıtlıkların anlamlı bir bütünlüğe ve birliğe ulaştığını sezinleyip, bağımlılıklardan kurtuluyor olmasını ve başka hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor olmasını açıklayamaz herhalde. Bu aydınlanma yaşantısına Çin’de Wu, Japonya’da Satori deniyor.

 

Satori’nin herhalde en ilginç özelliği birdenbire oluşuyor olması. Bu durum, bir balonun bir süre şişirildikten sonra aniden patlamasına benzetilebilir. Ama bunu en iyi sözcüklerle onu yaşayan kişiler anlatabilir!! Ne kadar mantıksal kanıtlar ortaya koyarsanız koyun, satoriyle elde edilen bilgiyi çürütemezsiniz ! Kişiliğimi her bir yanından sıkı sıkı kuşatıp içine kapatan bireysel kabuk, satori anında parçalanıp dağılıyor. Bunun ardından gelen duyguysa tam bir bağımsızlaşma, tam bir iç suskunluk Yalnız satori’nin şiirsellikten uzak, ulu bir yanı olmayan, gösterişsiz bir olay olması.ğer zihniniz satori açılımı için olgun duruma gelmişse birden satori’ye geçiverirsiniz. Satori birdenbire ansızın geliveren anlık bir yaşantıdır.

 

Bu deneyim öyle bir şey ki, kişi adeta ölüyor ve tekrar doğuyor, dışarıdan bakıldığında tam bir kişilik dönüşümü gözleniyor. Kişinin tüm varlıklara olan bakış açısı sarsılmaz bir şekilde yerine oturuyor ve o açıdan bakıldığında tüm evren olduğu gibi bir anlam bütünü oluşturuyor. Ancak tüm bu değişimler kişinin zihninde gerçekleştiği, kişi yaşadıklarının her anının bilincinde olduğu yani bir kendinden geçme bir bayılma hali olmadığı halde kişi ne kadar uğraşsa bu yaşadıklarını ne tam olarak kelimelere dökebiliyor ne de bir çeşit matematik formülü gibi anlatabiliyor. İşte o andan itibaren birkaç paragraf yukarıda bahsettiğim büyük cahillik sona eriyor ve kişi ölçülemez bir bilgelik ile doluyor. Ölçülemezliğin nedeni ise D.T.Suzuki’nin dediği gibi hiçbir akılcı ve mantıksal çıkarım ile bu bilginin yadsınamaz olması hali.

 

Genel olarak bakıldığında Satori yaşantısı Zen’in amacıdır. Bu aşamaya gelinceye kadar bir Zen yolcusu pek çok seviyelerden geçiyor ancak her seviye aslında aydınlanmanın bir parçası ve ayrı birer deneyim. Hatta bu yazımı sıkılmadan okuduğunuz için büyük olasılıkla siz de belli bir seviyeyi geçmişsiniz demektir. Acaba hayatta yapacak pek çok eğlenceli şey dururken neden bu sıkıcı satırları okuyorsunuz?

--------------------

zazen nedir

 

Zazen oturarak yapılan ve Batı dillerine yanıltıcı bir biçimde “meditasyon” olarak çevrilen uygulamaya Zen dilinde verilen addır. Sankrit “dhyana” sözcüğünden geliyor bu sözcük… Gerçi Çin alfabesiyle yazılması sonucu “cahan’na”, Japon alfabesiyle yazılması sonucu “zenna” olarak söylenişinden kolay kolay tanınamayacak bir duruma gelmiş… Zen sözcüğü de buradan geliyor. Zenna’nın kısaltılmasından oluşmuş. Zazen de zenna’dan türetilmiş bir sözcük.

 

Dhyana ve zazen aslında pek de aynı şey olarak kabul edilemez. Dhyana daha çok zihnin bir nesne ya da konu üzerinde yoğunlaştırılması, konsantre edilmesidir. Böylece yargı yeteneği bir yana itilmiş, bilinç zihnin yoğunlaştırıldığı konu ya da nesne dışındaki düşüncelerden arıtılmış olur. Zazen’se zihni yoğunlaştırmak için zorlanmadan iç derinliğe ulaşıp oradan iç görü, sezgi (parajna) şefkat, sevecenlik (karuna) duygusunun doğal olarak kendiliğinden ortaya çıkmasına olanak sağlayan bir yöntemdir. (Zazen de sonunda doğal bir zihinsel yoğunlaşmaya konsantrasyona dönüşür ama iki uygulamanın arasındaki fark birinde doğal olarak oluşanın ötekinde zorlamayla elde edilmeye çalışılmasıdır.)

 

Düşünce dalgaları yatışıp da zihin sakinleşince tıpkı bulanık suda gözden kaybettiğimiz kıymetli bir inci tanesinin su durulup, saydamlaşınca gözükmesi gibi iç görü, sezgi (parajna) meydana çıkar, gözükür.

 

Gene de zazen’i çeşitli dhyana yol ve yöntemlerinden biri olarak sayabiliriz. Bu yol ve yöntemler ilk bakışta birbirlerinden çok değişik, çok ayrı gibi gözükse de uygulamayı sürdürüp belirli bir aşamaya da gelindi mi bu yolların birbirleriyle buluşup kesişmesi de doğaldır. Eğer derin yaratılışımızın, iç görü ve sezginin (parajna) ortaya çıkmasını engelleyen bağnazca bir inan yoksa ortada, belki başka dhyana yöntemleriyle bir yerlere varılabilir. Ama zazen doğal, zorlamasız bir yoldur. İnsan yaratılışına da zihnimizin yapısına da ters düşmez. Yolların kestirme ve tehlikesiz olanıdır.

 

Zazen yapınca iç görü ve sezginin (parajna) doğal olarak kendiliğinden ortaya çıkacağını söyledik. Ama belki buraya bir ekleme yapmak gerekli. Zazen öyle bütünüyle edilgen bir tutum da değil… İç görü ve sezgiyi (parajna) dünyanın en önemli şeyiymiş gibi, bütün varlığımızı ortaya koyarak aramazsak bulamayız. Demek ki zazen bir yandan da edilgenlik (pasiflik) içinde etkin (aktif) bir tutum.

 

Bir kere iç görü, sezgi (parajna) uyandı mı o zaman kalıpların arkasında saklanan boşluk kendi kendine meydana çıkar. Her şeyi, özü, esası boşluk (sunya) olan gerçek böylesiliğiyle (tahtaya) görmeye başlarız.

 

Günümüzde keşiş olsun olmasın Zen yolunu izleyen kimselerin bul yolda yol almak için yaptıkları başlıca uygulama, başlıca çalışma zazen yapmaktır. Hem Rinzai, hem Soto manastırlarında Zenyanlılar zamanlarının çoğunu zazen yapmakla geçiriyorlar. Rinzai manastırlarından zazen’e ek olarak yapılan bir uygulama var… Ustanın verdiği bilmecemsi bir soruya (koan) yanıt aramak ve belirli aralıklarla ustaya “sanzen” adı verilen kişisel görüşler yapmak.

 

T’ang soyu dönemi ustalarına bakarsanız, Hui-neng’den Lin chi’ye kadar hemen hepsi boş boş oturup zazen yapmanın yararsızlığına dokunduran, “Bağdaş kurup boş boş oturmakla Buda olunmaz” gibi ya ad bu etkide sözler söylemişler. Ama bugünkü Zen çalışması hemen hemen zazen yapmaktan ibaret.

 

Gene de T’ang dönemi ustalarının zazen yapmaya büsbütün karşı olduklarını da kabul etmek güç. Zazen’e karşıt gibi görünen görüşleri herhalde zazen yaparak belirli bir yere gelip de oratan öteye geçemeyenler, başka şeyler arayıp da iç görüyü, sezgiyi (parajna) bulamayanlar, zihinlerini kapatıp köreltenleri uyarmak, onları daha ileri atılımlara özendirmek içindi.

 

Kaldı ki T’ang soyu dönemi ustalarının eleştirdikleri zazen, bir amaç için, Buda’lığa erişmek için yapılan zazen’di.

 

Öyleyse ustaların önerilerini şöyle mi değerlendirmeli? Salt oturmak için oturmak, bir şey beklemeden, bir şey istemeden, bir amaç gütmeden zihnin rahatlayıp, sakinleşmesiyle yetinmek… Belki bu bile değil… Zihni başıboş kendi haline, oluruna bırakmaktan hoşluk, hoşnutluk duymak, Gene burada Taocu, bir şey yapmadan oluruna bırakmak zihne, doğaya güvenmek öğretisinin bir uygulamasıyla karşılaşmıyor muyuz?

 

Bir zen şiirinde söylendiği gibi:

 

Bir şey yapmadan sakin sakin otur,

 

Nasıl olsa bahar gelir, otlar da büyür.

 

Zazen yapmak doğal bir şeydir. Hayvanlar bunu yapıyor. Kurbağa meditasyon yapmasını iyi bildiği için, İyi bir meditasyoncu gibi saatlerce kıpırdamadan durur ama bir an bile çevresindeki yaşama karşı uyanıklığını yitirmez) çok daha sinirli yaratıklar olan kediler, köpekler hiç kıpırdamadan saatler boyu oturuyorlar. Gövdelerini de, sinirlerini de, zihinlerini de dinlendirip sakinleştiriyorlar. İlkel insanlar bunu yapıyor. Bütün ulusların köylüleri bunu yapıyor. Ama vaktin nakit olduğuna inandırılmış, huzursuz ve hırçın bir kent yaşamına kendilerini uydurmuş olanlar için bir çıkar ya da yarar beklemeden boş boş saatlerce oturmak düşünülemeyecek bir zaman mirasyediliği sayılabilir. Oysa böyle boş boş oturmaktan, hem sinirlerini hem zihinlerini dinlendirmekten asıl yararlanacak olanlar onlar… Bütün yaşam boyu hep çıkarlı, hep yararlı işler peşinde koşan, zamanı boşuna harcamaktan bir hastalık derecesinde korkan, yaşadıkları anı hiçbir zaman gelmeyecek bir geleceğe ipotek etmiş olan bu kimseler… Böyle kimseleri nasıl inandırabilirsiniz iç derinliklerini tanımanın, kendi zihinlerindeki tutarsızlıkları bulup çıkartmanın yeter bir yarar olduğuna.

 

Sakin sakin, boş boş oturunca zihin doğal olarak kendiliğinden sakinleşir, yatışır. Zihnin kendi kendine çalışmasına seyirci kalabilirsek, zihni ön yargılar, koşullanmış düşüncelerle kösteklemeye çalışmazsak zihne kendiliğinden gelen, bizim de seyircisi kaldığımız düşüncelerden bir zarar gelmez. Yeter ki onların akımına gerçekten seyirci kalabilmiş olalım. Zihin yavaş yavaş durulup, saydamlaşınca o zaman iç görüyü, sezgiyi (parajna) aradan tanıyıp seçme olanağı doğar. Bir kere (parajna) iç görü, sezgi ortaya çıktı mı olaylara, çevremize ölçmeden, bölmeden, sınıflamadan, sınırlamadan bakabiliriz. Gördüklerimizi soyut kavramlara bulaştırmadan gerçek böylesilikleriyle (tathata) görüp anlayabiliriz. İç suskunluk kazanılıp sözlü düşünce alışıklıkları aşıldı mı, düşünceden daha keskin, daha üstün bir duyarlıkla bakarız çevremize, gören, görülen ve görme işlemleri arasındaki ayrılık kalkar ortadan, üçü birbirinden ayrılmaz bir bütün olur. Zihinle zihin olmayan, benle ben olmayan arasındaki sınır kaybolur. Bilinç öylesine keskinleşir ki hiç böyle bir şey istemediğimiz, beklemediğimiz halde bir bakarsınız her şeyi bir anda ve bir arada bilincimize sığdırıvermişiz. Buraya bu noktaya da hiçbir amaç gütmeden hatta amaçsızlığa ulaşmak amacı bile gütmeden gelmişiz. İşte Samadhi denilen iç durum budur ya da böyle bir şey olmalı.

 

Zazen, her türlü düşünce, duygu ya da duyarlığın zihne girmesini engellemeye çalışmak değildir. Zaten böyle bir şey olabilir mi? Bir Zen şiirinde pek anlamlı bir biçimde dile getirildiği gibi;

 

Düşünmemek gene de düşünmektir.

 

Ben düşünmeyeceğim diye düşünmektir.

 

Bu da bir tür düşünmektir.

 

Düşünmek ya da düşünmemek.

 

Bu ikilemden nasıl çıkılmalı?

 

Bazı yoga uygulamalarında zihin bir mumun ışığına ya da burnun ucuna, bakarak yoğunlaştırılıp düğümlenmeye, böylece düşünce akımının zihne girmesi engellenmeye çalışılır. Ama Zen’in yolu bu değildir. Düşünce akımına olumlu olumsuz bir katkıda bulunmaktan kaçınarak seyirci kalmak… Bir yandan da zihinde olup bitenlerin sürekli bilincinde olmak, zihnin uyanıklığını, haberliliğini sürdürmek… Zen’in yolu bu…

 

Zen çalışmalarının eninde sonunda uyanma, aydınlanmayla sonuçlanması doğal… Ancak bunun için her şeyden önce her türlü sabırsızlığı, her türlü aceleyi ve beklemeyi bir yana bırakmalı. Beklemeden beklemeli. Eğer gerçek amaçsızlığa ulaştınız da işi de oluruna bıraktınızsa yarın ya da ilerideki zamanlarda değil de hemen şurada ve şu anda uyanıp aydınlanmamanız için bir neden kalmaz. Zen uygulaması yapan kimsenin uyanmak aydınlanmak gibi bir amacı varsa, o zaman şu anda değil de gelecek üzerine kurulmuş bir takım hayaller, umutlar üzerinde yaşıyor demektir. Oysa uyanma, aydınlanma en başta zaman boyutunda bir duyarlılıktır. Şimdiki zamana uymaktır, sürekli şimdi de yaşamayı başarmaktır. Uyanma, aydınlanma şurada şu andadır. O zaman da gelecek üzerine kurulmuş umutlar, hayallerle yapılan, bir amaçla yapılan Zen gerçek Zen değildir.

 

Zazen bize zihnimizi tanımak; asıl yaradılışımızı tanımak fırsatını verir. Bir kere insan zihnini derinlemesine tanıdı mı bir daha kaba düzeydeki eski durumuna geri dönmez. İç görü, sezgi (parajna), şefkat, sevecenlik duygusu (rakuna) uyandı mı gerçek özgürlüğe, bağımsızlığa götüren “kapısız kapıdan” geçtiniz demektir. Kendi yaratımız olan doğru eğri, haklı haksız, uygun uygunsuz gibi ön yargılar, düşünce kalıpları, kavramlar, ön seçimler, gökteki ayın parlaklığını görmemizi engelleyen bulutlar gibidir. Bir kere bulutlar sıyrıldı mı o zaman anlıyoruz ki ay bulutların arkasında da olsa hep vardı ve ışıklarını yaymaktan geri kalmıyordu.

--------------------

meditasyon ve zen

 

 

Sözcük anlamıyla birçok Batı dilinde "derin düşünme" anlamına gelen terim, mistik anlamıyla, sözlüklerde, "kişinin iç huzuru, sükunet, değişik şuur halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme tekniklerine ve deneyimlerine verilen ad" olarak tanımlanır. Meditasyon tekniklerine, ait oldukları, Budizm (Hindistan), Taoizm (Çin), Bön (Tibet) ve Zen (Japonya) gibi inanç sistemlerine göre ve izledikleri yöntemlere göre değişik adlar verilmiştir.

Başlıca iki çeşit meditasyon yöntemi vardır:

 

 

 

1- Konsantrasyon yöntemi:

 

 

 

Dikkatin tek bir noktada toplanmasına dayanır. Zihnin konsantre olduğu bu nokta, soyut bir düşünce, bir 'mandala', bir "yantra" (geometrik biçim), bir "koan" (yanıtı "evet" ya da "hayır" ile karşılanamayan bilmecemsi Zen soruları), bir "mantra" (ses, sözcük, cümle veya şarkı halinde), bir mum alevi, solunum kontrolü veya bir başka şey olabilir. Konsantre olunan şey hangi düşünce ya da hangi konuysa, dış uyaranlardan etkilenmemeyi becererek ve zihne girmeye çalışan konu harici fikirleri geri göndererek o konu üzerinde derin ve ayrıntılı bir biçimde ve zorlanmadan düşünmek söz konusudur. Fakat konuyla ilgili bilinmesi gerekli noktalar varsa, bunların zihinde biçimlenmesine izin verilir. Böylece tek konudan ilham alınarak yeni şeyler öğrenilebilir. Düşünce kendi konusunun dışına kaçmak eğilimini gösterir göstermez, müdahale edilerek, sükunetle, ilk konuya yeniden dönülür. Esas olan, konuyla ilgili yeni sezgileri alabilmek, henüz bilinmeyen hakikat ve kavramların zihin alanında yer bulabilmelerini sağlamaktır.

 

Ayrıca, kimilerine göre, bazı mantralar ses titreşimleri yoluyla yaratılan birtakım tesirlerle de meditasyoncuya yararlı olurlar. Mantralar dinlere göre ve bir üstadın öğrencisi hakkındaki belirlemelerine göre değişirler. Meditasyoncu, düşünürken aklına başka şeyler gelirse, sükunetle mantrasını tekrarlar ve ana konuya geri döner. Kısaca, mantra bir anahtar gibi kullanılır.

 

2- "Bilinç ayrışması"

 

 

 

ikinci yöntem ise, ne olup bittiğini tarafsız bir gözlemle izleme yöntemi olarak ifade edilebilir. Bu yöntemin en tanınmış biçimi Zen'deki "zazen" biçimidir. Bu ikinci yöntemin Uzakdoğu'da kullanılan bir başka biçimi de şöyle açıklanır: Önceden kararlaştırılmış, konsantre olunacak bir konu yoktur, zihnin düşüncesiz kalması, boş tutulması gerekir. Meditasyon ilerledikçe zihni boş tutabilme süresi uzar. Bu boşluk anında zihne ilham gelmesi söz konusu olur. Zihne ilham tarzında dolan tesir tekâmül düzeyi yüksek varlıklardan gelir. Zihnin sükunetle boş bırakılmasının amacı içte sezgisel olarak beliren bu tesirlere yer ayırmaktır. Böyle sezgiler insana diğer zamanlarda da gelmekle birlikte, meditasyon halinde daha kolay, daha açık, daha güçlü ve daha orijinal haliyle gelirler. Fakat zihni boş tutmaya dayalı yöntemin yeterince bilgi ve görgüye sahip olmadan yapılması 'obsesyon' gibi büyük bir tehlikeyi davet eder.

 

Meditasyon günümüzde hemen hemen her ülkede uygulanmaktaysa da kökeni ve en yaygın uygulandığı yer Doğudur. Doğuda özellikle mistisizm bünyesinde yer alan meditasyona kimileri mistik meditasyon adını verirler. Doğudaki mistik meditasyon genellikle inzivaya çekilmenin, çileciliğin, sıkı perhiz gibi sert disiplin uygulamalarının bulunduğu ortamlarda söz konusu olup, uzun süren periyotlar halinde yapılırken, Batıda meditasyon günlük yaşamın bir parçası olarak ele alınır ve günde bir ya da iki kez, yaklaşık yarımşar saatlik süreyle yapılır

 

Batılı, meditasyonu genellikle şifa, streslerden kurtulma, rahatlama, yaratıcılık, başarı, psişik güçlerini geliştirme, ilişki, kendine güven duyma gibi amaçlarla yapmaktadır. Meditasyonun Batıdaki biçimi Hinduizm ve Budizm kökenli tekniklerden türetilmiş olup Batıda 1960'lardan itibaren popülerlik kazanmıştır.

 

Budist meditasyon üçlü bir eğitim sistemi içerir: Arınma ("sila"), konsantrasyon ("samadhi") ve idrak etme ("punna"). Öğrenci, işe arınmayla başlar; sıkı bir çileci disiplini izler ve ardından, duyumsal algılarının az çok farkında olmasına rağmen, dış uyaranların düşüncesini etkilemesine izin vermeme becerisini öğrenir ki, bu beceriyi kazanabilmiş olmaya "zihinsel olgunluk" ("sati") denir.

 

Taoist meditasyonda solunum kontrolüne önem verilir ve meditasyon birtakım aşamalara erişebilme ustalığı olarak kabul edilir. En ileri aşama, soluk alıp vermenin söz konusu olmadığı, "cenin solunumu" denilen aşamadır. Bu noktada nabız durur ve meditasyoncu Taoist meditasyonun en aydınlık biçimi ve son hedefi olduğu belirtilen "Büyük Sükunet" haliyle şuuru "aşar".

 

Tibet'in spiritüel eğitim yolunda, meditasyon, algılayarak bilgi edinme (okuma, çalışma ve okunanları dinleme), 'kontamplasyon' ve meditasyon biçiminde üç adımlı bir sistemin üçüncü adımını oluşturur. Öğrenci çaba harcayarak bilgi edindikten sonra, öğrendikleri hakkında kontamplasyon yapar ve bunlardan çıkardığı özetleri (ilke ve yasalarla ilgili öz bilgileri) şuuruna aktarır. Yani önce çaba harcayarak bilgiyi öğrenme, sonra kontamplantasyonla bilgiyi gözlemleme ve inceleme ve nihayet bunları "odaklayarak özümleme" şeklinde üç aşamalı bir spiritüel öğrenim söz konusudur.

 

Zen meditasyonunda ise amaç, insanın, ruhsal deneyimlerle, öz varlığına ve yüksek şuuruna ulaşmasını sağlamaktır. Zen meditasyonunda konsantrasyon objesi, kimi zaman, "koan" denilen, yanıtı aranan, şiir biçimindeki bilmecelerdir.

Meditasyon uygulamalarına çeşitli biçimlerde, sufilik ve Musevilik'te de rastlanır. "Transandantal Meditasyon" ™ denilen sistem ise, Hintli Maharishi Mahesh Yogi tarafından geliştirilmiş, dünyaya tanıtılmış, kişisel mantra’ların kullanıldığı bir meditasyon sistemidir. 1960'lı ve 70'li yıllarda Batıda geniş bir izleyici kitlesi edinmiştir.

 

Zen üzerine incelemelerde bulunmuş mistisizm araştırmacılarına göre, Zen öğretisi ve uygulamaları, yoğun bir meditasyon döneminden sonra, insanın kendi varlığının doğasına ulaşmasını, yani dünya çamuruna bulanmamış ve cahillik içinde olmayan varlığına, bir başka deyişle yüksek şuuruna ulaşmasını amaçlar ki, ulaşma anındaki idrak haline uyanma ya da aydınlanma ("kensho, satori") denir.

 

 

 

Budizm ekolleriyle kıyaslandığında, bu ekoller ile zen arasındaki önemli farklar şunlardır

 

1-Zen, aydınlanma deneyimine en çok öncelik veren yoldur.

2-Zen öğretisine göre, aydınlanmaya ulaşma yolunda dinsel ayin yapmak biryarar sağlamaz.

3- Zen öğretisine göre, aydınlanmaya ulaşma yolunda, herhangi bir öğretinin salt teorik düzeyde öğrenilmesi yarar sağlamaz. Zen öğretisinde, nefiste uygulanmamış, şuurda iz bırakmamış teorik bilgiye bilgi denmez. Yani teorik bilgi, ruhta iz bıraktığı takdirde gerçek bir bilgi olur.

 

 

 

Mistisizm araştırmacılarına göre, Sufilikte uygulanan tekniklerin (zihni boşaltma, imaj öldürme, nefsaniyete ait zararlı unsurları ortadan kaldırma vb.) hepsi Zen’de mevcuttur.

 

 

 

Sözcüklere Zen'in karakteristik özellikleri kısaca şu dört prensipte özetlenir:

 

1-Kutsal metinlerin dogmatizmi dışında özel bir aktarım;

2-bağımlı kalmama;

3- İnsanın kendi ruhuna doğru, doğrudan yönelmesi;

4- İnsanın kendi doğasını, öz varlığını gözlemlemesi (kontamplasyon) ve buddha (müteal realite) halini gerçekleştirmesi.

 

Zen'in amacı olan "aydınlanma" hali, insanın kendi varlığının doğasını aniden "uyanarak" idrak etmesi olarak tanımlanır. Bu, kişinin bir kurtarıcıyla veya ibadetle elde edemeyeceği, kendi çabasıyla elde edebileceği bir haldir. Zen öğretmeni ("roshi") bir mürşit değil, yalnızca bir kılavuzdur, yol gösterir. Aydınlanma şuurun iç âleme yönelmesiyle elde edilebilir; anahtar, meditasyondur. Bir başka deyişle, aydınlanma "kalp gözü"nün açılmasıdır; kişi öyle bir bakış açısı kazanır ki, kendi doğasını idrak eder saf varlığına, yüksek şuuruna ulaşır ve 'düalite'nin ötesine taşar. Bir Zen öğretmenine göre "hangi dinden olursa olsun ve adları ne olursa olsun, gerçek bilge, ermiş ve peygamberler, bu hali elde etmiş varlıklardır."

 

Zazen: Özellikle "soto" ekolü izleyicilerinin tekniği olup, Zen meditasyonunun temelini oluşturur. Sözcük anlamı "oturarak meditasyon"dur. Zazen, uyanmaya ve aydınlanmaya ulaşmada en kısa, fakat en zor olan yoldur. Bir tür içe dalma (murakabe) tekniği olan zazen için Zen izleyicileri, "Zazen, aslında, cahillik ("avidya") içinde yaşayan insanın kurtuluşa ulaşmasını sağlayan bir yöntem değildir; zazende, kısaca, her insanın içinde her an mevcut olan mükemmelliğin somut hale getirilmesi söz konusudur" derler. Zazen meditasyonunda, meditasyoncu 'lotüs oturuşu' biçiminde oturur, gözleri hafifçe aralıktır. Zihin, düşüncelerden boşaltılır ve tek noktaya konsantrasyon haline ('samadhi') getirilir. Bunu sağlama yollarından biri nefes sayımı-kontrolüdür. Öğrencinin gerek fanteziler, rasgele düşünceler biçimindeki hülyalarını ve kuruntularını, gerekse bedensel-maddi etkenlerin ürünü olan birtakım fantezi benzeri düşler, sesler ve algılardan oluşan "gizemli vizyonlar"ı ("makyo") yenebilmesi gerekir. Makyo, Budist meditasyonda "visuddhi magga" denilen sahte-nirvana gibi, bir sahte-satori biçimidir (kişinin aydınlanmaya ulaştığını sanmasına yol açan birtakım vizyonlar görmesi). Makyo, öğrencide bir gelişmenin, bir ilerlemenin olduğunu göstermekle birlikte, ortaya çıktıkları an, üzerinde durmaksızın zihinden atılması, terk edilmesi gereken şeylerdir. Aşırı heyecanlar, zihnin kişisel sorunlarla meşgul olması, kişinin kendinden kuşkulanması ve uzun süre oturmuş olmaktan kaynaklanan ağrı sızılar da bir başka makyo biçimini oluştururlar.

Koan kullanımı: Bu teknik, "koan" denilen, "bakarsın göremezsin, dinlersin işitemezsin, kullanırsın tükenmez" gibi şiir biçimli çeşitli bilmecelerle (muamma) soru-yanıt diyaloguna dayanır. Zen öğretmenlerinin kullandığı soru-yanıtlı öğretme yönteminde (mondo), öğrenci sorulan koan üzerinde, ani bir aydınlanmayla yanıtı bulana kadar, bazen aylarca 'kontamplasyon' ve 'meditasyon' yapar (bir koan hakkında danışmaların söz konusu olduğu zazene "sanzen" denir).

 

Koanlar, öz ve derin bilgilerin ya da hakikatlerin öğrenilmesine aracılık eder. Bir Zen izleyicisinin ifadesiyle bu akıl ve akıl-dışı arasındaki ayrılığın aşılması olan, ani sezgisel aydınlanmalara ve içerideki buddha'nın (müteal realite) keşfine öncülük eder. Zen izleyicisi, bu şekilde, bir anda parlayıp sönen bir alev ya da aniden çakıp kaybolan bir şimşeği andıran ani ve kesikli idrakleşmelerle hedefine doğru ilerler.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

zen (zazen) meditasyonu

 

Zazen’in nasıl yapılacağı konusunda eski bir kurallar derlemesi vardır. Bu derlemenin yazarı belli olmamakla beraber bu kuralların Çin’de bir Zen manastırı kurmuş olan Pai-chang’ın (720-814) derlemesinden geldiği kabul edilir. Gerçi bu derleme T’ang soyu döneminin sona ermesinden sonra kaybolmuş, sonradan gene 1265 yılında derlenmiştir. Bu ikinci derleme de Pai-chang derlemesi olarak adlandırılır.

 

 

 

Burada, bu derlemedik kurallarla, daha sonraki dönemlerde eklenmiş uygulamalar bir arada sunulacaktır. Böylece, çağımızda zazen uygulamasının nasıl yapıldığı konusunda gerçeğe yakın bir bilgi verilmeye çalışılmıştır.

 

 

 

Kuralları şöyle sıralayabiliriz: “Yola giren kimse ne çok yemeli ne de az… yeterli ve düzenli gıdalanma yöntemi uygulanmalı. Uykuda da böyle yapılmalı, ne çok uyumalı ne de az… Orta yolu seçmeli.” Zazen yapmak isteyen kimse, kendisini kimsenin tedirgin etmeyeceği sakin bir odaya çekmeli: üzerine oturmak için iyice pamukla doldurulmuş kalınca dört köşe bir yer minderi bulmalı, minder yetmiş santime yetmiş ya da bir metreye bir metre olabilir. Oda ne çok aydınlık ne de karanlık olmalı, ne sıcak olmalı ne de soğuk. Ama gene de serin olması üstün tutulmalıdır. Üste giyilen giysi rahat olmalı, dar kemer, çorap, pantolon, dar etek ve buna benzer sıkıntı veren giysiler giyilmemelidir.

 

Japonya’da hem keşişler hem de keşiş olmayanlar “hakama” adı verilen özel bir giysi giyerler. Bu giysinin kolları da uzun olduğundan iki el birleştirilince eller kol yenlerinin içinde kalır. Böylece sineklerin konarak ellere tedirginlik vermesi de önlenir.

 

Eğer zazen yapan kimse lotus duruşunda oturabiliyorsa lotus duruşunda oturmalıdır. Lotus duruşu Buda heykellerinin oturuş biçimidir. Belki çoğumuzun hatırlayacağı gibi bu oturuşta bağdaş kurup bacaklar iyice çaprazlanır, sol ayağın tabanı yukarı havaya dönük bir durumda sağ bacağın baldırı üzerine ve sol ayağın tabanı gene yukarı havaya dönük olarak sol ayak üzerinden aşırtılarak sol bacağın baldırı üzerine konur. Zazen yapmak için en uygun, en çok önerilen oturuş budur. Ama bağdaş kurmaya alışmamış, ömür boyunca sandalyede oturmuş bir kimse için bu oturuşu başarmak hemen hemen olanaksızdır ya da bunu başarmak çok uzun bir süre çalışmayı gerektirir. Bu oturuşu başarmak için yapılacak bir zorlama lif kopmasına, hatta daha önemli bir aksaklığa neden olabilir. Eğer lotus oturuşun denenecekse hiç zorlamadan azar azar, alıştıra alıştıra bu duruşa geçmeye çalışılmalıdır.

 

Bazı kimselere yarım lotus denen oturuş daha kolay gelebilir. Bu oturuşun lotus oturuşundan farkı sol ayağın tabanının gene yukarı dönük durumda sağ bacağın baldırı üzerine konacak yerde sağ bacağın baldırının altına konması… Bir de Burma oturuşu adı verilen bir oturuş biçimi var… Bu oturuşta bacaklar birbirinin üstüne konmadan çaprazlanır, sol bacak dizden kıvrılıp sağa doğru uzatılır, sağ bacak da gene dizden kıvrılıp sol bacağın önüne konur. Bağdaş kurmaya çok benzeyen bir oturuş… Farkı; bacakların üstüste bindirilmeyip, birinin ötekinin önüne yerleştirilmesi… Bu saydıklarımız dışında zazen yapmak için uygun oturuş biçimleri vardır. Hatta arkalıksız bir sandalyede de oturup zazen yapılabilir. Yalnız böyle oturulduğu zaman “lotus” oturuşunda ya da bağdaş kurup oturmakta olduğu gibi gövde geniş ve yaygın bir tabandan yoksun kalacağından gövdeyi dik tutmak bir süre sonra güçleşecek, yorgunluk erken gelecektir.

 

Gene de bütün güçlülüğüyle birlikte zazen yapmak için en uygun oturuş biçimi “lotus” oturuşu olduğunu söyleyebiliriz. Onun için başka bir oturuş biçiminde zazen yapan kimsenin bir yandan da lotus oturuşu için alıştırmalar yapması önerilebilir. Ancak lotus oturuşunda rahatlık elde edilmedikçe bu oturuşta zazen yapılmamalı, bu oturuş yalnız alıştırma olarak yapılmalıdır. Kendini eziyete koymuş bir kimsenin zihnini sakinleştirmesi beklenemez.

 

Bacakları güzelce yerleştirdikten sonra, sıra elleri yerleştirmeye geliyor. Yapılacak iş, sağ elin ayâsını havaya bakar biçimde ve rahatça bacakların çaprazlandığı yere koymak, sol eli de gene ayâsı yukarı havaya bakar durumda sağ elin üzerine koymak… Bundan sonra da her iki elin başparmaklarını birbirine değecek şekilde yerleştirmek. Ancak bu öneri sağ elini kullanan kimseler için geçerlidir. Çünkü böylece gövdenin daha hareketli, daha kıpırdak olan yanını sıkı düzen altına almak olağanı doğmuş oluyor. Solak olanlar için bunun tam tersi yapılmalı, sağ el sol elin üzerine konmalı. Çünkü amaç olabildiği kadar sakinleşmek, gövdenin daha hareketli, kıpırdak yanını öbür yanının yardımıyla sıkıdüzen altına almaktır.

 

 

 

Bundan sonra yapılacak en önemli iş omurgayı dik ve doğru tutmaktır. İşin bu yönü başarılamadıkça zazen’den bir sonuç alınması beklenemez. İstenen kazık gibi dimdik oturmak değildir. Çünkü böyle kazık gibi dik oturmak hem yararsız bir gerginlik ve sonucunda da gereğinden çabuk yorgunluğu getirecektir, hem de böyle bir dimdiklik bir kurum görüntüsü olacaktır ki gövdenin durumu kaçınılmaz olarak zihne de yansıyacaktır.

 

Dik ve doğru duruş omurganın en doğal biçimde kendi kendini taşıyan tam düşey durumdaki duruşudur. Ne öne, ne arkaya, ne de yanlara en küçük bir yatıklık olmadan rahat, dik ve doğru duruş… Bu duruşta gövdenin ağırlık merkezi gövdenin aşağı kemsine, göbek altına doğru aktarılmış oluyor.

 

Omurganın dik ve doğru duruşunda en önemli görev omurganın göbek hizası altındaki bölüme düşüyor. Çünkü gövdenin yukarı bölümünün bütün ağırlığını taşıyan ve gövdenin yaşamla ilgili en önemli işlevlerine komuta eden omurilik kesimini saklayan kısım da budur.

 

Eğer omurganın alt bölümü dik tutulabilirse yaşamsal işlevler de daha sağlıklı, daha uyumlu bir ortamda oluşmak olanağı bulabileceklerdir. Gövdeyi dik tutabilmek omurganın bu aşağı bölümünün dik ve sağlam duruşu bilincin denetiminden geçirilerek sağlanabilir. Bunun için de karın kasları gövdeyi dikleştirecek şekilde geriye doğru germek gerekecektir. O zaman Japonya’da “koshi” adı verilen omurganın bu alt bölümü üzerinde duyarlık yoğunlaştırılmış olur. Sanki koshi birdenbire bir güç akımıyla doluyormuş gibi bir duygu, bir duyarlık içinizi doldurur.

 

Bundan sonra iş omurganın yukarı kısmını dik ve doğru tutmaya geliyor. Burada en önemli bölge ense, boyun bölgesidir. Çeneyi ense kaslarının, özellikle kulakların arkasındaki kasların adamakıllı gerildiğini duyuncaya kadar içine çekip gene boynun ne bir yana, ne de öbür yana küçücük bir eğikliği bile olmadığına inanıncaya kadar zihnin ense üzerindeki denetimini sürdürmekle ensenin de doğru, kusursuz duruşu sağlanabilir.

 

Kollar omuzdan kendi ağırlıklarıyla asılmış gibi aşağı sarkmalı, omuzlar sırtı kamburlaştırmadan aşağı doğru sarkık tutulmalı… Güçsüz insanlar her zaman omuzlarını kaldırıp sırtlarını kamburlaştırıp büzülmüş bir görünüm alırlar. İnsanlar korkutuldukları ya da şaşa kaldıkları zaman hemen omuzlarını yukarı kaldırıp kasılırlar. Böyle yapmayıp da gücünü göbek bölgesine aktaran kimse kuşkusuz bu alanda bir yol gitmiş bir kimse sayılabilir.

 

Dizlerin yere değdiğini ve kaba etlerin rahat bir durumda yere yerleştiğini denedikten sonra gövdenizi bir sallangaç gibi iki yana sallamaya başlayın. Önce büyük kolanlarla başlayan salanlım giderek güçünü yitirerek durağan bir duruma geldiği zaman gövdenizin tam düşey ve en doğru duruma gelmiş olduğuna emin olmuş olmalısınız. Sonra gövdenizi aynı biçimde öne arkaya doğru sallamaya başlayınız. Sallanma yavaşlayıp bittiği zaman gövdenizin ne öne, ne arkaya eğik durumda olmadığına tam düşey durumda kaldığına hiçbir kuşkunuz kalmamış olmalı.

 

Dudaklarınız kapalı diliniz ağzınızın içinde tersine yuvarlanmış durumda dişlerin bittiği yerde hafifçe ön damağa deymeli. Gözler yarı açık tutulmalı. Büsbütün kapatılmamalı çünkü gözleri kapamak uykuyu çağırmak demektir. Ayrıca gözlerin kapalı tutulması zazen yapan kimseyi düşlere, hatta bazen hipnotik durumlara sürükleyebilir. Zazen’se bir uyku değil, düşlerden uyanma yoludur. Hipnotik durumlar da Zen meditasyonuyla hiçbir şekilde bağdaşmaz. Kesin olarak önlenmelidir.

 

Göz doğal olarak aşağıya dönük tutulmalı, hiçbir nokta ya ad noktalarda odaklaştırılmamalıdır. Bakışın 90-100 santim önünüze doğru yöneltilmiş olması normaldir. Ama bu kesin bir kural olarak alınmamalıdır. Bakış kendiliğinden nereye düşüyorsa o açıklık bakışlarınızı dinlendirmek için uygun açıklık olarak kabul edilebilir. Gözlerin böyle aşağı yöneltilmiş rahatlatılmış durumu gözlerdeki gerginliğe, yorgunluğa karşı yararlı bir yöntemdir. Bir de önemli bir nokta, gözün bakış alanı içinde dikkati dağıtacak ya da o konuda insanı düşüncelere götürecek hiçbir şeyin bulunmamasıdır. Japonya’da tamami adı verilen hasır döşeme gözü rahatsız etmeyecek bir alan oluşturur. Desensiz bir halı ya da düz bir battaniye en iyisidir.

 

Bu arada gövdenin dik ve doğru duruşunu kaybetmemesi için zihnin devamlı denetimi sürdürülmelidir. Gövde dik ve doğru duruşunu kaybederse bundan sindirim işlevi de içinde olmak üzere diğer gövdesel işlevlere de etkilenir. Sırtta da bir ağrı başlar. Gövdedeki huzursuzluksa, kaçınılmaz olarak zihni de etkiler.

 

Dikkatinizi hiçbir dış konuya yöneltmeden iyice rahat ettikten sonra birkaç derin nefes alınız. Sonra düzenli olarak yavaş bir tempoyla derin nefes alış verişini sürdürünüz. Zihin iyice sakinleşip nefes alış verişinizi sürekli ve rahat tempoya oturtana kadar alıp verdiğiniz nefesleri sayınız. Böylece nefes alıp verme işlevi üzerinde dikkati yoğunlaştırmak kolaylaşacağı gibi bir yandan da zihinden kaba düzeydeki düşünceler de uzaklaştırılmış, düşünce dalgaları yatıştırılmış olacaktır.

 

Ya nefes alışı, ya nefes verişi sayınız yani nefes aldığınız zaman bir, tekrar nefes aldığınız zaman iki ve bunun gibi saymayı sürdürünüz. Hiçbir sebeple ya da alışkanlıkla ondan daha fazla saymayınız on olunca on bir diye değil, bir diye saymaya devam ediniz.

 

Eğer yukarıda önerildiği biçimde doğru oturup yeteri kadar derinden nefes almayı becerebiliyorsanız, nefes yavaş yavaş göğüsten karına iner, gittikçe karın boşluğunu fark etmeye başlarsınız; özellikle göbeğin iki parmak altında aşağı yukarı tıp dilinde “gastric plexus” adı verilen atardamarın olduğu yerde sürekli bir duyarlık belirir. Bu duyarlılığı kaybetmemeye özen göstermelisiniz. Bu sinir merkezinin olduğu yere Japonlar “tanden” adını veriyorlar (chakra) Japonlar insanın evrenle olan bağının göbek bağının da bağlı olduğu bu merkez olduğunu derinden derine fark etmişler… Varlığınızın çekirdeğini oluşturan bu merkez etrafında kendinizi toplayıp bütünleştirmek zazen yaparken de önemle üzerinde durulacak bir konudur. Tanden üzerindeki duyarlığı kaybetmeden Tanden’in merkez olduğu varlığınızın bütünlüğünü bilinçleştirmek… Böylece bilinç daha da sakinleşip, saydamlaşır. Ateş yellenince nasıl parlarsa, karından alınıp verilen nefesler de öylece bilinci parlatır. Yavaş yavaş içten içe insanın içinde başka bir duyarlık belirir. Sanki artık derin derin nefes alan siz değilmişsiniz, sizin içinizde başka bir şey, nefes alıp veriyormuş gibi, nefes alıp verenin evrensel yaşam gücü olduğu gibi bir duygu içinizi kaplamaya başlar. Yavaş yavaş siz evrensel yaşam gücünün nefes alıp vermesi için bir araç olduğunuzun, bunun için bir kalıp oluşturduğunuzun farkına varmaya başlarsınız.

 

Daha önce de anlatılmaya çalışıldığı gibi bu arada zihninize gelip gidecek düşünceleri zihninizden kovmaya ya da tutmaya çalışmayın… Bırakınız onlar serbestçe gelip gitsinler. Yalnız zihnimizde olup bitenlerden bilincinizin haberli olsun bu yeter… Bir dalgınlık içine düşmemeye özen gösterin. Siz zihninize gelen düşünceleri kovmaya ya da tutmaya çalışmadıkça onları yaptığınızın zazen’e hiçbir zararı dokunmaz. Bilinciniz öylesine keskinleşmeli, öylesine bir uyanıklık içinde olmalısınız ki yalnız düşünceler değil, çevrenizde oluşan en küçük sesler bile bilincinize ulaşabilsin. Eğer böyle değilse bilinciniz köreldi, zihniniz bir dalgınlık içine düştü demektir.

 

Gözünüzün görüş alanı içinden herhangi bir şey geçse, bu görüntü de kolaylıkla bilincinize ulaşabilmelidir. Alışılagelmiş seslerin, bilince ulaşıp ulaşmaması bilincin yeteri kadar uyanık olup olmadığını gösteren bir sağlama olarak değerlendirilebilir.

 

Yakından gelen konuşma sesleri, zazen’e zarar verebilir, tecrübeli bir ustanın bile yakınında konuşmalar olursa, zihni dağılabilir. Onun için en iyisi böyle bir ortamda zazen yapmamaktır. Zazen yapmak için sakin, gürültüsüz yerler üstün tutulmalıdır.

 

Birçok kimse zazen’in bilinçli düşünceyi yok etmeyi amaçladığını söyleyebilir. Bir çok yoga okullarının da amacı budur. Ama bir kere daha vurgulamak istiyoruz, zazen düşünceyi bütün bütün yok etmeyi amaçlamaz. Siz nefes alıp vermenizi saysanız da, nefesinizi “tanden” adı verilen göbek altındaki sinir merkezinde yoğunlaştırsanız da gene düşünceler, duygular, duyarlıklar zihninize gelip gidecektir. Olsa olsa düşüncelerin düzeyi giderek incelecek, gittikçe sözcükler bağımlı olmayan, sözcüklerin yetişemeyeceği bir hızla oluşan, daha üst düzeydeki daha hızlı, her şeyi birden kavrayan bir duyarlık biçimine dönüşecek, daha sonra da belki düşüncelerin de ulaşamayacağı her şeyi birden, bir anda kavrayan iç görü, sezgi (parajna) ortaya çıkacaktır. Eğer düşüncenin yok edilmesinden söz ederek anlatılmak istenen buysa… Evet. Ama gene de düşünceleri zihninizden kovmadan ya da zihninizde tutmadan buraya geleceksiniz.

 

Zazen yaparken genellikle günlük yakmak ve bu günlük kokusunu da sürekli duymaya çaba harcamak önem verilen bir konudur. Gene burada da her an bilincin keskinlik uyanıklık durumunun bir sağlaması yapılmış oluyor.

 

Zazen yapmak için en uygun zaman Güneşin doğduğu ya da battığı sıralar olduğu söylenir. Ama bu saatler herkese uymayabilir. Her halde eğer günde bir defa zazen yapılacaksa sabahları aç karnına yapmak uygundur. Koşullar ne olursa olsun hiçbir nedenle yemek üstüne, hiç olmazsa yemekten kalktıktan sonra yarım saat geçmedikçe zazen yapılmamalıdır. Çünkü zazen yapmanın sindirim işlevine olumsuz etkisi olabilir.

 

Her halde başlarda zazen yapma süresini on dakikayı aşırtmamalısınız. Giderek gerek gövdesel sağlık, gerek zihne sağladığı suskunluk ve iç barış nedeniyle süreyi kendiliğinizden uzatmak isteyeceksiniz. Eğer oturuş biçiminiz gövdesel bir hoşnutsuzluk duygusu uyandırıyorsa direnmeyiniz. Rahat edeceğiniz bir oturuş durumuna geçmeyi deneyiniz. Ancak omurganın, ensenin, omuzların dik ve doğru, karnın gergin durumuna ters düşecek bir duruştan zazen için bir yarar beklemenin de boşuna olacağını da hatırlamalısınız. Duruş, oturuş durumunda önemsiz gibi görünen bir yanlış zazen’i bütünüyle yolundan saptırıp yararsız, hatta zararlı bir duruma düşürebilir.

 

40-45 dakika zazen yaptıkdan sonra 5-10 dakika ara verip “kihin” adı verilen yürüyerek zazen’i ayakta sürdürme zazen uygulamaları arasında yaygın bir gelenek halini almıştır.

 

Yürümenin dışında, bahçe işleri gibi ev işleri gibi gövdesel uğraşlar da zazen’in etkisini sürdürmek için yapılabilecek ya da zazen yerine konabilecek yararlı uğraşlar sayılıyor.

 

Zazen yapan kimsenin karşısına beklenmedik şeyler de çıkabilir, zazen yapan kimse bunlara da hazırlıklı olmalıdır. Neler mi çıkabilir? Bunların hepsini burada sıralayabilmek olanaksızdır. Yalnız biz burada birkaç örnek verelim: Bazen birden bire uçuyormuş ya da batıyormuş gibi bir duygu içinizi kaplayabilir. Bazı görüntüler, din ulularının, büyüklerinin, ermişlerin görüntüleri, her türlü sanrılar (hallucination) karşınıza çıkabilir. Gaipten gelen sesler duyabilirsiniz. O güne dek bilmediğiniz şeyler birden kendiliğinden aydınlanmış gibi gelebilir size. O anda doğaüstü olarak yorumlayabileceğiniz bir takım bilgiler zihninize doğabilir. Bütün bu anormallikler yanlış bir yola girdiğinizin belirtileridir. Belki de nefes alış verişinizi iyi ayarlamamış olabilirsiniz.

 

Tanrıların, din büyüklerinin görüntüleri, göksel sesler duymak, mucizelerin odağı durumuna gelmek belki pek çok kimse için arzulanıp özenilecek şeyler olabilir. Ama Zen yolcusu böyle şeyler oldu mu “Gendo Zen”e yani meditasyonun ikinci ve en tehlikeli evresine girdiğini anlayıp bunların kendiliğinden ve bir an evvel geçmesi için hiçbir kaygıya kapılmadan sabırla beklemesini bilmelidir. Eğer bunlar önemsenmezse aşılacaktır ve kesin olarak aşılmalıdır da.

 

Toplumsal sanrılar (hallutination), mucize yaratıcılığı filan, bütün bunlar büsbütün Zen’e yabancı değildir; ama Zen yolcusu bunların üstünde durmak, bunların zihnin imgeleme gücünden kaynaklanan hastalıklı (pathalogique) durumlar olduğunu iyice bilir. Aslında bütün bunlar gece uykumuzda gördüğümüz ama uyanınca kaybolan düşlerden farklı şeyler değillerdir. Bunlara tutunmaya çalışmak kör inançlara bağlanmak olur ki, kuşkusuz bu da Budizm’in uyanma aydınlanma yolundaki öğretisine ters düşer. Bazen böyle durumlar aşırı çile uygulamalarından da, aşırı perhizlerden de olabilir. Ateşli hastalıkların gövdesel bozuklukların da bunlara benzer bir takım ruhsal durumların ortaya çıkmasına neden oldukları bilinen şeylerdir.

 

Bunları önemsemez de zazen yapmayı sürdürürseniz, bunlar geldikleri gibi hiçbir zarar vermeden kaybolur giderler. Ama yanılıp da artık kutsal bir kimse olduğunuza inanırsanız bütün geldiğiniz yolları geri dönmekle de kalmazsınız. Nereye kadar geri döneceğinizi de kimse söyleyemez.

 

Şurasını da unutmamalıyız, kutsal olana sarılıp kutsal olmayana yüz çevirmek de uyanma aydınlanmayı önleyen bir engel olarak değerlendirilmelidir. Yalnız kutsal olana yönelmek bayağı, çirkin, yadırgatıcı olana gözlerimizi kapamak olur ki o zaman evreni gerçek böylesiliğiyle görüp anlamamız olanağı kalmaz.

 

Güneşin iyice yükseldiği geç saatlere kadar uyuduğunuz bir günde yatak odanızın gün ışığını sızdırmayan perdelerini birisi açıverse, nasıl gözleriniz kamaşır, siz de uykunuzu sürdürmek için gözlerinizi ellerinizle kapamaya çalışırsınız. Bunun gibi uykunuzu alamadıkça zihniniz de gerçek güneşinden korunmak için bir şeylerin arkasına saklanmak ister. Kutsallık da bazen böyle bir sığınak olabilir.

 

Zazen oturumunuzu bitirirken gene el ayalarınız yukarı bakar durumda ellerinizi dizlerinizin üstüne koyunuz. İlk zazen yapmaya oturduğunuz zaman yaptığınız gibi gövdenizi sallangaç gibi iki yana, öne arkaya sallayın, önce daha küçük kolanlarla başlayıp giderek kolanları büyütünüz. Yedi sekiz kere gövdenizi sallamak yeterlidir.

 

Yavaş yavaş yerinizden kalkınız ve yürüyerek yapılan meditasyonunuza (kihnin) başlayınız. Zazen yapan kimse zazen yaparak ne elde ettiyse sanki bir bebeği gözetir gibi onu da gözetip esirgemelidir. Böylece zihni yoğunlaştırma gücü de arttırılmış olur.

--------------------

Kaynaklar :

 

Bir yaşama sanatı/İlhan güngören

 

"Zen Budizm-D.T.Suzuki'den Seçme Yazılar"

 

"Zen Budizm-Bir Yaşama Sanatı"İ.Güngören)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Zen Ustaları D.T.Suzuki, Nyogen Senzaki ve Shunryu Suzuki'den Alıntılar

Zen, içimizde var olup da günlük yaşantımız içinde, olağan koşullar altında bilincinde olamadığımız ruhsal güçlerin açığa çıkmasına olanak sağlamaktır.

 

Her şeyden önce Zen, kitaplardan edinilecek bilgilerle değil de kişisel yaşantılardan çıkan gerçeklere dayanarak doğrudan, dolaysız olarak sorunları çözmeyi öneriyor.

 

Zen size son anda yaşamınızı kurtarmak için bir mucize sunmaz , fakat size her zaman sükunet verebilir. Zen öğretisi çok basittir, bu nedenle insanlar bunu uygulamakta tereddüt ederler.

 

Eğer algılar ötesi, aşkın (transcendental) bir şey arıyorsanız bu sizi göreceli (izafi) dünyadan koparacaktır. Böyle bir şeyse kendinizi yok etmekle aynı şeydir.

 

Zen, coşkun zevk alınacak bir şey değildir. Bazı insanlar yalnızca meraktan Zen çalışmaya başlarlar ve kendilerini yalnızca daha meşgul duruma sokarlar.

 

Bir zen izdeşçisi zamanını okumaktan çok (hatta zen kitaplarını bile) uygulamaya vermelidir. kendi deneyiminiz olmadığı sürece Zen'in yabancısı ve filozof bir serseri olursunuz. Kendi hazinenizi bulun.

 

Bir zen kapısından girmeden önce kendinizi egoist düşüncelerden arındırmalısınız.

 

Zen, uygulamayla kazanılanların günlük yaşamda uygulamaya dökülmesinde ısrar eder.

 

En yüce gerçek dipsiz bir kuyudur, öyle lafla tartışmayla, kutsal yazıları okumakla da oraya ulaşamazsınız. Bir kez kendi öz benliğinizi, öz yapınızı tanıdınız mı okumanız, yazmanız olmasa, hiç bir şey bilmeseniz de gerçeği buldunuz demektir.

 

Başka birinin düşüncelerini izlemeyin, içinizdeki sesi dinlemeyi öğrenin.

 

Kitaplar ve sözcükler arasındaki arayışınız sizi idrak dünyasının derinlerine götürebilir, fakat bu kendi gerçek özünüzün yansımasını bulma yolu değildir.

 

Her şey geçicidir, üzüntünüz kadar mutluluğunuz da ve ikici düşünceler size ıstıraptan başka bir şey vermez.

 

Kavrayış üzerine çok konuşanlar genellikle onun kapılarının dışında dolaşıyorlardır.

 

Filozoflar mantık yolunun sonuna kadar giderek gerçekliği var sayabilirler, fakat hiçbiri buna ulaşmayı başaramaz. Mantığı izlemek ve bir şeyin olması gerektiğine inanmak bir şeydir, fakat bunu deneyimlemek başka bir şeydir.

 

Bir insan içinde acı çektiği kendi cehennemini kendisi yaratır ve onu kendisinden başka kimse kurtaramaz.

 

Zen tüm kutsal metinleri ve gizli öğretileri aşarak insan deneyimleri aracılığıyla canlı bir şekilde yaşar.

 

Bazıları korkaklık, huysuzluk ve heyecanlanma gibi zayıflıklarını alt etmek için Zen çalışırlar. Bunlar bencil öğrencilerdir.

 

Zen en derin sorunlara çözüm bulmak için akıldan destek aramıyor.

 

Mantık açısından bakınca zen, çelişkilerle, gereksiz yinelemelerle dolu gibi görünebilir.

 

Zen dünyanın en akıl almaz en anlaşılmaz şeyi.

 

Zen her zaman somut gerçeklerle ilgilenir, genelleştirmelerden zevk almaz.

 

Zen, süslü özel bir yaşama sanatı değildir. Bizim öğretimiz yalnızca kelimenin tam anlamıyla gerçeklerle iç içe yaşamaktır.

 

Zen okulu, bizim gerçek zihnimize, gerçek doğamıza dayanır. Zen ne belli bir öğretiye, ne de çalışma yerine geçecek bir öğretiye bağlıdır. Gerçek doğamızı ifade etmek için zazen uygularız, aydınlanmaya ulaşmak için değil.

 

Zen'in kavranabileceğini fakat asla açıklanamayacağını unutmayın.

 

hayatımın anlamını, mutluluğu, huzuru ve dengeyi arıyorum...

 

Bence artık bir şeyler aramayı bırakın. Zen sizi huzurlu ve mutlu yapacak, hayatınızı sorgulamayı bırakmanızı sağlayacak bilgeliğin zaten varoluşunuzun bir parçası olduğunu söylüyor. Yapmanız gereken tek şey bu

bilgeliğin bu gücün açığa çıkmasını sağlamak. Zen ise bunun yollarını bize

işaret ediyor.

 

Bir gün işyerinden yürüyerek çıktım ve yaklaşık 100 metre sonra güneş gözlüklerimi bulmak için ceplerime ve çantama baktım, bulamayınca almak

için işyerine geri döndüm ve binaya girince karanlıktan dolayı gözlüğümün takılı olduğunu fark ettim. Nasıl fark etmediğime ve aptallığıma biraz güldüm. Gözlüğü boşuna aramıştım.

 

Siz hiç harika bir bahar günü mutsuz olduğu için bütün çiçekler açarken kendisi açmayan bir çiçek gördünüz mü? veya inat edip sonbaharda

yapraklarını dökmeyen bir çınar ağacı, veya her günü bir öncekinin fotokopisi gibi yaşayan sürekli aynı şeyleri yapıp duran bir köpeğin ne

biçim hayat bu böyle diye hissedip yaşamaktan bıktığını. Buradan pek çok anlam çıkabilir ama zen'in anlatmak istediği hayatı ne kadar çok

sorgularsak, yaşamda sanki gizemli bir anlam varmış gibi onu ararsak bir sürü soruyla karşılaşacağımız ve yine cevapları soruyu soran beynimizle vermeye çalışacağımız gerçeğidir. Yürünülen bu felsefe yolu akademik bir bilgi yığınıyla sonuçlanacaktır, kuşkusuz bu tür bir bilimsel-felsefi arayış pratik yaşamımız üzerine gerekli ve yararlı olsa da gerçek huzuru sağlamayacaktır.

 

Zen farklı olarak bizlere hiçbir bilgi sunmaz, orada bilinebilecek öğrenilebilecek bir şey yoktur, sadece gerçeğin duyulması hissedilmesi

farkına varılması vardır, ki bu kelimeler bile anlatılmak isteneni veremediğinden buna boşluk deniyor. Mükemmel kusursuz, her şeyi kapsayan,

fark ettiğinizde her şeyin gerçek doğasını olduğu gibi görmenizi sağlayan bir boşluk. Bu boşluğa ulaşmak için ise tüm arayışları bırakmamız ve sadece kendi doğamızı duymaya çalışmamız gerekiyor ve Zen, kesinlikle üzerinde konuşulması en zor konulardan birisi.

_______________________________________

Hui Hai (Zen Ustası)

Bilgeler gerçeği zihinde arar, oysa Buda'da arayanlar budaladırlar.

 

Çekici şeyleri zihninizde onlara karşı aşk duyanmadan görebilmeli, ve de itici şeyleri zihinlerinizde nefret uyanmadan görebilmelisiniz, ki buna nefretten bağımsız bir zihin denir. Bu ikisi yoksa zihin lekelenmemiştir ve şekillerin doğası boş gözükür. Doğalarının boşluğunu algılamak birbirini takip eden nedenselliğin kesilmesine ve birdenbire kurtuluşa yol açar. Bunu etraflıca incelemelisiniz.

 

Eğer anlamı size berrak bir şekilde açık değilse soru sormaya acele etmelisiniz. Saatlerin boşa geçmesine izin vermeyin. Fakat, bu öğretiye inancınızı koymaz ve gayretle uygulamazsanız, bu sadece siz anlamadığınız için olacaktır.

 

İnsan bedenini bir kaybettiğinizde, çok çok uzun bir müddet daha elde edemeyeceksiniz. Çabalayın! Çabalayın! Anlayabilmeniz çok önemlidir.

 

_______________________________________

Kiyohro Miura

Zen'de kişi kendine bakar -kendinle yüzleşirsin. Burnunu yerde tutmaktır Zen.

 

ZEN TARİHİ

 

Genelde zen hakkında pek fikri olmayan kişiler zen'in diğer pek çok doğu öğretisi gibi mistik ve doğa üstü güçlerle bir iletişim yöntemi olduğunu düşünüyor. Zen'in kendilerine esrarengiz ve açıklanamayacak gizemli yaşam formülleri sunmasını umut ediyor ve yaşadıkları sayısız problemleri aşmalarını sağlayacak içsel bir güç vermesini bekliyor. Hatta düşünce gücüyle eşyaları hareket ettirmeyi isteyenler bile vardır. Ama zen hiç kimseye hiç birşey vermeyi vaat etmiyor. Dahası bizde olan pek çok şeyi elimizden alıyor. Zen'e göre doğadaki tüm varlıklar (insan da dahil) eksiksiz, tam ve yeterli varlıklardır. Çünkü evrenin, dolaysıyla içerdiği her şeyin özü aynıdır.

 

Yani evrendeki pek çok varlık doğa üstü güçlere sahip, sadece ben yetersizim, ona ihtiyacım var diye düşünmek bu durumda biraz tuhaf ve komik oluyor. İnsanları bu duruma getiren şey ise egolarından, benliklerinden başkası değil. Yani bizim gerçekte mutlu olmaya, yaşamdan zevk almaya, sevgi vermeye ve almaya, huzur dolu koca bir gülümsemeye sahip olmaya yetecek bütün enerji doğamızda ezelden beridir var çünkü bu enerjinin kaynağı o ortak öz. Zen'e göre her bir varlık okyanusdaki bir dalga gibidir, her dalga farklı görünebilir ama hepsinin özü aynı okyanustur. Bu insanın içindeki sevgiyi tetikleyen bir düşüncedir. Ama maalesef insanların bu özün üzerine düşüncelerle kurdukları dev yapıtları ve şaheserleri olan egoları, onları evrenin bu basitliğinden uzaklaştırıyor.

 

İşte zen'in yapmaya çalıştığı şey bizim kurduğumuz ve bir gün ansızın öyle veya böyle yıkılacak olan bu koca yapıyı yok etmek ve kişinin o evrensel özünü görmesini sağlamaktan başka bir şey değil.

 

Doğu'da tarihsel olarak bunu ilk fark eden kişinin bir hint prensi olan Siddharta Guatama olduğuna inanılıyor. Siddharta Guatama bundan yaklaşık 2500 yıl önce çevresindeki pek çok çilekeş ve doğa üstü güçler vaat eden öğretilere rağmen o bunlara kulak asmayıp çok uzun yıllar boyunca denediği uygulamalarla sonunda o evrensel özü kavrayabilmiş ve bunun yolunu herkese öğretmeye başlamış. O gün bu gündür de bu iç görüyü sağlayabilen kişilere aydınlanmış kişi anlamında Buda denmektedir. Yani Buda gerçekte belli bir kişinin adı olmayıp bu aydınlanmayı sağlayan kişilere denir, günümüzde de pek çok buda yaşamaktadır.

Zamanla Siddharta Guatama'nın öğretisi çeşitli toplumlarda çeşitli şekiller almış hatta zamanla bazı toplumlarda bir çeşit dine bile dönüşmüştür. Zen ise Siddharta Guatama'nın uygulamasının Hintli bir Buda olan Bohidharma tarafından Çin'de öğretilmeye başlanması ve zamanla Çin ve Japonya'da yaygınlaşmasıyla diğer Budacı öğretilerden ayrılmıştır. Bu nedenle Zen okulunun kurucusu olarak Bodhidharma gösterilir.

 

Fransa'da yaşayan Zen Ustası Taikan Jyoji'nin Türkçeye çevrilmemiş kitabından alıntı.

 

 

Siz dünyanın merkezisiniz. Her şey sizden dışarı doğru yönelir. Evren ikiye ayrılır. Siz ve sizin dışınızdakiler. Maalesef işte ikiliği yaratan düşüncenin temeli budur.Özne ve nesne ikiliğini. Ancak herşey sizden dışarıya yöneldiği gibi dışarıdan da size dönecektir. Gerçekten özgür olursanız bu gidiş dönüşü kontrol edebilirsiniz. Fakat çoğu zaman bu geliş gidişler sizi kontrol eder. O zaman şu veya bu kişiyi şu veya bu ülkeyi suçlarsınız. İşte bu farklılık düşüncesi yaratır. Bununla birlikte bu geliş gidişler dünyadaki hayatın ritmini oluşturmaktadır. Bu geliş ve gidişler sırasında hiç bir şey kaybolmaz, her şey dönüşür. Hayat nefes alır, sizin nefes aldığınız gibi. Bu geliş ve gidişi, nefes alışı durdurursanız kısa sürede ölümle ta nışırsınız. Onu kontrol edebilirseniz kendinizin hakimi olursunuz. Kendinizin hakimi olursanız sonsuz evrenin de hakimi olursunuz. İnsanın saygınlığı, kaderini (karmasını) değiştirebilme onu yeniden belirleyebilme yeteneğinden gelir. Yoksa kadere (karma) mahkum oluşundan gelmez.

 

Yazılı bilgiler yani kitaplarda yer alan bilgiler beyinin gıdasıdır. Bunlardan bir miktar almak gereklidir. Ancak bu bilgiler insanı uzağa götüremez. Bu nedenle hem bedeni hem de ruhu besleyecek gıdalarla beslenmelidir. Zen yolunda bu gıda Zazen uygulayarak elde edilir. Varlığınızı Zazen enerjisi ile beslemeyi ihmal etmeyiniz. İnsan vücudunda bu enerjiyi saklama ve depolama imkanı mevcuttur. Bu depo Haradır. Zihninizi, enerjinizi Hara bölgesine yöneltiniz. Burada depolanan enerji gerektiği yerde ve gerektiği zamanda kullanımınıza hazır olacaktır. Elektrik düğmesini açtığınızda ışık yanacaktır. Ancak elektrik kesikse istediğiniz kadar düğmeye basın ışık yanmaz. İnsan vücudu için de durum aynıdır. Düğme görevini beyniniz görür hareketlerinizi yönetir. Fakat enerjiniz yoksa beyniniz boşa komut verecektir. Kolunuz kalkmayacak, adımınız ileriye gitmeyecektir.

 

Vücut enerjisinin büyük bir bölümü teneffüs edilen havadan elde edilir. Kötü nefes almak, bir depoya erzakı gelişi güzel, birbiri üstüne yığmaya benzer. Er veya geç bu erzak bozulur ve kokuşur. Ciğerlerimizde bulunan hava da buna benzer. Eğer doğru nefes almayı bilmiyorsak ciğerlerdeki hava da kötü kokulu olur. Deponuzdaki erzakı düzenli yerleştirirseniz hem daha fazla erzak depolarsınız hem de orada ne bulunduğunu bir bakışta görebilirsiniz. İyi nefes almak da Harada daha fazla enerji depolamanızı sağlar. Bu enerjiye Ki adı verilir. Eğer Ki düzeyiniz yüksekse ve bunu düzenli bir şekilde depoladıysanız eylem yeteneğiniz de yüksek olur. Bu enerji, istediğiniz zaman ve yerde çeşitli faaliyetlerde bulunmanızı sağlar."

 

 

 

 

Zen Yolu

 

 

"Zen yolu, bir 'kendini tanima yolu' olarak nitelenir. Aydınlanma kavramı da kendini tanıma kavramı ile özdes.

 

 

 

Kendini tanimaya calismak, kendi ic derinliklerine dalmak, gizlere acilan kapidan girmek, büyük gizeme dogru cikilan bir yolculugun baslangicidir.

 

 

 

Eğer ruh, bu eğitime hazır geldi ise dünyaya, ona en uygun olanına yönelir.

 

 

 

Zen, budizm kökenli kendini tanıma yolu. Zor bir yol mu? Eğitimin hangisi kolay? Zen yolu herkese açık bir yol değil. Diğer tasavvuf

 

 

yolları da öyle.

 

 

 

Hinduizm kökenli kendini tanıma yolu yoga. (Batıda ve bizde beden eğitimi yanı alındı ve buna yoga deniyor. Zihinler karışıyor. Şimdi tai chi moda oldu. Bu da taoculuk içerisindeki kendini tanıma yolu. Ama batı anlayışında beden eğitimi)

 

 

 

İslam kökenli kendini tanıma yolu, islam tasavvufu, sufizm. Anadoluda yaşayan insanların imkanları çok fazla.

 

 

 

Ne gerekiyor. Bu yollara yönelecek ruhlar artık

 

 

evrimlerinin son aşamalarına gelmiş ruhlardır.

 

 

Yalın deyimle, ben kimim? sorusunu kendine ciddi şekilde sorabilen ruhlardır bunlar.

 

 

 

Zen yolunu bir dağa dik yamaçtan tırmanmaya benzetiyor ustalar. Fakat bu söz ne ifade eder? Eğer bu eğitime dahil olduysanız bu zorluk kolay hale gelir. Bu zor eğitimden geçen ulu kişiler hep aynı şeyi söyler.

 

 

 

Örnek: Yunus Emre, ne diyor? "Bir kamil mürşide

 

 

varmayınca olmaz"

 

 

 

Zen ustaları da aynı şeyi söyler. Yoga ustaları da. Tao ustaları da.

 

 

 

Eğitim, ustaya ulaşmakla tamamlanır. Ondan öncesi ancak hazırlıktır. Hazırlık da usta yanında yapılırsa ne güzel. İmkan bulunamazsa, Ustaların yazdıkları bilgilendirme yazılarından yararlanmak da güzel.

 

 

 

Burada dikkat gerek. Kendisi bu eğitimden geçmemiş ancak okuma yolu ile bilgi edinmiş kişilerin tavsiyeleri yolu uzatabilir.

 

 

 

Buda Gotama'nın dediği üzere kendisi bataklıktan çıkamamış kişinin başkalarını bataklıktan kurtarma imkanı olabilir mi?

 

 

 

Yolumuz açık; yol gösterenlerimiz yetkin olsun...

 

 

Zen ustası Taikan Jyoji'den çeviri.

 

 

 

Bir çok kişi Zazen yaparken ayaklarının veya sırtının dayanılmayacak derecede ağrıdığını söylüyor. Onlara ilk olarak şöyle cevap veriyorum: Meditasyonun ilk adımı, ilk aşaması, ağrının deneyimlenmesidir. Bu yolla kişinin vücudunun ve zihninin farkına varması mümkün olur. Ağrıyı hissetmek ve onu aşmak gerekecektir. Acı çekmek zihnin bir olgusudur. Yüzeyseldir. Kişinin kendi öz varlığının derinlerine inmesini engelleyen ve benlik tarafından yaratılan bir olgudur. Bir kişi Zazen yaparken acıdan şikayet etiğinde acısı daha da artar. Bu ağrı duygusunun yarattığı acı çekme korkusundan ileri gelir. Zazen yaparken vücudunuzu unutmaya çalışınız. Bunun kolay olmadığını biliyorum. Ancak şunu da biliyorum. Acı arttıkça özgürleşme duygusu da onunla birlikte artar. Düşmüş olan yükselecektir. En alta inen en yukarı çıkacaktır.

 

 

 

Zazen sırasında hissedilen acı özneldir. Bu acı hissi mutlaka gerçek değildir. Meditasyon uygulamasında belli bir aşama kaydedildiğinde kosantrasyon duygunuzun acıyı ortadan kaldırdığını fark edersiniz. Zihnin odaklanması acı duygusunun bağlarını kesecektir. Hücrelerden doğan bu duygu yine aynı hücreler tarafından ortadan kaldırılacaktır.

 

 

 

Ayaklarınızı çaprazlayıp meditasyon yapmaya karar verdiğinizde, acı üzerinde, benlik üzerinde ilk zaferi elde ettiniz demektir. Bu yalnızca başlangıçtır. Yolun ortasında durmayınız. Zazene devam ederseniz güç elde edersiniz. Acı duygusunun sizi alt etmesine fırsat vermeyiniz. Siz onu alt etmeye devam ediniz. Hepimiz değişik tohumlara sahibiz. Kötülük tohumlarına sahip olduğumuz kadar iyilik tohumlarına da sahibiz. Kendimizdeki iyilik veya kötülük tohumlarının yeşermesi imkanı bizim elimize verilmiştir. Üstelik, bizlerde öyle bir tek tohum var ki bu tohum öz benlik tohumudur. Bu tohumun yeşermesi için her güçlüğe katlanmalı her hazırlığı yapmalıyız. Zira bu tohum yeşerdiğinde kötülük tohumları kendiliğinden azalacaktır.

 

 

 

 

 

 

Zen Ustası Taikan Jyoji'den çeviri.

 

 

Kimler ki hayat ve ölümün anlamı onlar için çok önemlidir işte Zen yoluna girebilecek olanlar onlardır.

 

 

 

İnsan hayatının anlamı nedir? Bu sorunun cevabını, herkes er veya geç, kararlılıkla ve ısrarla aramaya başlar. Doğu insanları için hayata anlam veren ölümdür. Batı dünyasında ise ölümü anlamlı kılan hayattır diye düşünülür. Her iki yaklaşım da bir noktada kesişir. Hayatsız ölüm olmadığı gibi ölümsüz hayat da mevcut değildir. Hayatımızın bütün boyutlarını kavramaya ve dünyaya niçin geldiğimizi sorgulamaya yöneldiğimiz zaman yeni bir dönem başlar. Asyalı insanlar, temel problemin insanda var olan "öteki şeyi" kavramak olduğuna inanırlar.

 

 

 

Bu öteki şey herkeste mevcuttur. Fakat çok az insan doğuşundan sonra bu öteki şeyi çıplak olarak görme şansını elde edebilir. Yaşamak, günlük hayatta en sıradan eylemde veya en soylu davranışta bu öteki şeye ulaşmak imkanını elde etmektir. Öteki şey hepimizdedir. Benliklerimizin derinliklerinde mevcuttur ve ona ulaşmak imkanı bize verilmiştir. Ancak ona ulaşmak için ölmeden önce ölmek gerekir.

 

 

 

Zen için bir dindir demeyiniz. Zira bir Zen yolcusu bu tanımlamayı kabul etmeyecektir. Zen başka bir şeydir. Daha çok bir hayat tarzı olarak nitelenebilir. Sonuçta Zen hiçbir şeydir. Boş bir sözcüktür. Ona yükletilen anlamları da boşaltmak epey zordur. Evet yine de boşaltmak gerekir. Zira boş olan her şeyi kapsayabilir. Boşluk çok güçlüdür. Orada her şey yer alabilir. Boş bir tabağa bakalım. Boş olduğu için onun içerisine çok çeşitli yiyecekler konulabilir. Boş bir bardak da çeşitli içeceklerle doldurulabilir. Boş bir vazoya farklı çiçekler konulabilir. Boş bir odaya değişik eşyalar yerleştirilebilir. Geleneksel savaş sanatlarına göre, boşluk, vücudun ve bazı araçların kullanımı ile doldurulur. Bu insan varlığının uzaydaki ifadesidir. Eğer uzay boş olmasaydı, dünyayı, gökyüzünü, yıldızları, varlıkları bir kelime ile hayatı ihtiva edemezdi. İşte uzay boş olduğu için bütün bunları ihtiva etmektedir. Zen de insanın içerisindeki boşluğa ulaşma yolundan başka bir şey değildir. Böylece, benlik yükünün altındaki saklı hazineye ulaşma imkanı doğabilir. Bu hazine ki ta en baştan beri orada mevcut bulunmaktadır. Onu aramak için benlik tarafından yaratılan sınırları aşmak zorunludur. Burada şu soru aklınıza gelebilir. Zazen yaparak içimizdeki boşluğa ulaşmaya çabalamak bu boşluk düşüncesine bağlanmak sonucunu vermez mi? Eğer yalnızca böyle bir amaç çin Zazen yaparsak bu tehlike mevcuttur. Eğer zihnimiz gerçekten boşalırsa boşluğa ulaştığını da düşünmeyecektir, böyle bir bağlılık ta ortaya çıkmayacaktır. Zazen sırasında zihninizi yoğunlaştırmakla yetininiz. Herhangi bir durumu yargılamayınız. Zazeninizi derin veya yüzeysel, iyi veya kötü olarak değerlendirmeyiniz. Zira böyle bir girişim zihninizde yeni düşüncelere ve yeni kıpırdanmalara yol açar. Oysa Zen&'de istenilen durum bunun tersidir.

 

 

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Zen Ustası

Usta kavramı; bu kavram Çince;de shi-fu (öğretmen-baba) kelimesiyle karşılanır. Budist rahipler içinse genel olarak fashi (dharma öğretmeni) unvanı kullanılır. Yani usta her şey den önce bir öğretmendir

 

Bunun dışında ustanın konumu ancak bir Budist manastır disiplini içinde anlam kazanabilir. Öğreti ustadan öğrencilerine, kuşaktan kuşağa aktarılır. Budist gelenek içinde Usta, ilk öğretmen Gautama Buddhadan günümüze kadar uzanan sürekliliği temsil eder. Ustanın öğrettiği sadece zazen değildir. Koan, huatou, inziva gibi uygulamaları usta olmadan gerçekleştirmek olanaksız gibidir. Usta belli bir manastır düzeni içinde yaşar ve diğer rahipler gibi bodhissatva yemini etmiştir, öğrencilerine bu yeminin ışığında merhamet duygusuyla rehberlik eder. O Dharmayı sürekli değişen koşullar, değişen coğrafyalarda çağdaş sorunlara uygulayarak taze tutar. Örneğin benim de ustam diyebileceğim Sheng-yen usta Dharma Drums adlı Budist organizasyonun lideridir. Öğrettiklerini kendi ustasından, o da kendisinden önce gelen ve Sakyamuni Buddhaya kadar uzanan bir dizi ustadan devralmıştır. Sheng-yen usta bu dharmayı günümüz sorunlarına uygular. Çince, Japoca ve İngilizce yazdığı onlarca kitap arasında Budizm tarihi, Sutra yorumları, Meditasyon yöntemleri olduğu gibi, evlilik, çocuk yetiştirmek, çevrecilik vb. konularında da olanları da bulunmaktadır. Bunun dışında Sheng-yen usta Bu dünyada arık ülkeyi yaratmak, Spritüel Çevrecilik gibi hareketlerin başını çekerek 2500 yıllık dharmayı modern toplumun koşullarına göre yorumlar. Usta elbette her sorunun cevabını veren, kişiyi bir anda aydınlanmaya ulaştıran biri değildir. Ancak bir ustanın rehberliğinde büyük yol alınabilir. Ayrıca usta Zen geleneğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Budanın ardından gelen Bodhidharma, Huineng ve diğer ustalar olmasa bugün Zen diyebileceğimiz bir miras bulamayabilirdik.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Budizm, yaklaşık 2.500 yıl önce Hindistan'ın kuzeyinde, Shakyamuni Buddha'nın aydınlanmasıyla başladı. O zamandan beri Budizm Asya ülkelerinde dolaşmaktadır. Ülkeden ülkeye yayıldıkça, içinden geçtiği her kültürün gelenek ve ritüelleri ile birleşti ve Budist metinler de yerel dillere çevrildi. Zamanla bir çeşitlilik oluştu ve farklı öğretileri olan farklı okullar ortaya çıktı. İşte bu nedenle, Tibetli bir Budist rahibin veya Dalai Lama'nın cüppesi, Vietnam, Kore, Sri Lanka veya Japonya'daki bir Budist rahibin cüppesinden farklılık gösterir. Budizm'in Zen ekolü, Shakyamuni Buddha'dan yaklaşık 1.000 yıl sonra Çin'de gelişti.

Zen oluşurken Konfiçyüsçülük ve Taoizm'den etkilendi. Bugün sadelik ve doğaya şükran ile tanımlandığı kadar, doğadaki her unsurun tek olduğunu vurgulamasıyla da tanımlanmaktadır. Meditasyon, Budizm'in birbirinden farklı pek çok uygulamasından biridir ve Zen meditasyonu da bir çeşit Budist meditasyonudur. Zen meditasyonundaki temel uygulamaya, Japonca'da kelime anlamı "bağdaş kurarak konsantrasyon" olan Zazen adı verilir. Zazen uygulamasının temeli, dikkatinizi duruşunuza, nefes alış verişinize ve zihninizin durumuna vererek şimdiki zamana -tam olarak şu ana- dikkatini toplama, konsantre olma ve anın farkına varmadır. Vietnamlı bir Zen eğitmeni olan Thich Nhat Hanh, "Yaptığımız uygulamayla yaşamımızın her anı gerçek yaşam oluyor" der. Aslında, zen uygulamasının, tamamen kendi özümüzle bir olmaktan başka amacı yoktur. Zazen uygularken başka şeylerin de gerçekleştiğini farkedebilirsiniz; daha huzurlu veya rahatlamış hissettiğinizi, tansiyonunuzun azaldığını veya konsantrasyonunuzun yükseldiğini hissetmek gibi... Gerçek uygulamasıyla Zen, direkt olarak gerçeklikle buluşmaktır.

Zen meditasyonunun çoğu direktifi, duruşunuzun fiziksel detaylarına yöneliktir. Zen'in çıktığı kültür, zihinle beden arasında daha az ayırım yapmıştır. Bu sebeple, Zen'in esas fikri, dik bir sırt ile oturarak, omurgalarımızı hizaya getirerek ve fiziksel olarak durgun kalarak zihnimizin yerleşmesine ve konsantre olmasına yardımcı olmaktır. Bu meditasyon duruşu Hindistan'da geliştirilmiştir; bir Yoga pozisyonudur. Zen meditasyonu, yalnızca zihinle yapılan bir uygulama değildir, kavramsal düşünmeden daha geniş bir uygulamadır. Zen'e göre, uyanma et ve kemiklerimizin içine kadar işlemeli, tepeden tırnağa kadar uzanmalıdır. Zen meditasyonunda, vücudumuzu deneyim ve uygulamalarımız için bir araç olarak kullanırız.

Zen meditasyonu olan Zazen'in 3 farklı hedefi vardır:

  • Konsantrasyon yetisinin geliştirilmesi (Joriki)
  • Satori-uyanış (Kensho-godo)
  • Günlük yaşamda en üstün yola erişme (Mujudo no taigen)

Bu üç hedef, ayrılmaz bir birliktelik içindedir, fakat aşağıda sizlere daha iyi açıklayabilmek için birbirinden ayrı olarak anlatmaya çalışacağız:

Joriki

Birinci hedef olan Joriki, zihin birleştirildiğinde ve Zazen konsantrasyonunda tek noktaya odaklanıldığında yükselen gücün kaynağıdır. Aslında, kelime anlamıyla verdiği izlenim olan konsantre olma yetisinden daha fazlasıdır. En ani ve beklenmedik durumlarda, durumu algılamaya çalışmak için duraksamadan ve tamamen hazır vaziyette olarak atik davranmamızı sağlayan dinamik bir güçtür. Joriki geliştiren bir kişi, artık tutkularının kölesi değildir, çevresinin merhametine ihtiyaç duymaz. Her zaman hem kendinin, hem de yaşamın değişen durumlarının kontrolü kendi elindedir, mükemmel bir özgürlükle ve vakarla hareket etme yeteneğine sahiptir. Joriki ile, belirli bazı normalüstü güçlerin işlenmesi de mümkündür, zihni açık, duru ve durgun bir su haline getirmek de.

Joriki'nin uçsuz bucaksız gücü, düzenli pratikle ne kadar geliştirilirse geliştirilsin, Zazen'in varlığını görmezden gelirsek bu güç zamanla geri çekilecek ve hatta yok olacaktır. Ayrıca Joriki'den her ne kadar olağanüstü güç çıkabileceği bir gerçekse de, tek başına yaşamın aldatıcılığını durdurma gücüne sahip değildir. Zen'in en yüksek türleri için konsantrasyon yetisi yeterli olmayacaktır. Yanında Satori-uyanış'ın da desteği gereklidir. Eski Zen mezheplerinden birinde, bu durum şöyle dile getirilmiştir: "Mezhebimizce esas olan, kendini sadece konsantrasyona adama ve tek başına konsantrasyon yetisiyle yetinmek değil, Buda doğasının farkında olmaktır."

Budizm öğretilerine göre, öğrenci, aydınlanmada belirli bir aşamayı geçince, ruhani gücü gelişir. Arhat aşamasındaki bir kişinin, altı doğaüstü güce sahip olabileceği söylenir. Yani bu, doğaüstü güç aydınlanmayı sağlamıyor, aydınlanma doğaüstü güçleri sağlıyor demektir. Dahası bu öğretiye göre, bu doğaüstü güçler yalnızca Budistlere has değil; derin bir ruhsal ve dinsel gelişime sahip olan herkes, bazı doğaüstü güçler geliştirebiliyor.

Kensho-Godo

İkinci hedef olan Kensho-godo, kişinin gerçek doğasını ve aynı zamanda evrenin nihai doğasını, içerdiği on binlerce varlıkla birlikte görmesini ve anlamasını amaçlar. Bu ani bir uyanıştır. Eğer bu gerçek Kensho ise, kim denerse denesin, Shakyamuni Buddha'nın kendisi bile olsa, özü ve etkisi aynı olacaktır. Fakat bu, hepimizin Kensho'yu aynı derecede yaşayabileceği anlamına gelmez; zira duruluk, derinlik ve deneyimin tam oluşu açısından büyük farklılıklar vardır. Örnek olarak, doğduğundan beri kör olan bir bireyin gittikçe görüşünü kazandığını hayal edin. İlk olarak, hayal meyal ve karanlık olarak yalnızca kendine yakın objeleri görür. Sonra, görüşü iyileştikçe, bir metreye kadar yakın olan objeleri ayırt etmeye başlar, sonra 10 metre kadar, sonra 100 metre kadar, ta ki sonunda 1000 metreye kadar gördüğü her şeyi tanıyana kadar. Bu aşamaların her birinde, gördüğü dünya fenomenal açıdan aynıdır, fakat açıklık, duruluk ve tam doğruluk açısından gördüklerindeki fark, kar ile kömür arasındaki fark kadar büyüktür. Kensho deneyimleri ile birlikte yaşanan derinlik ve duruluğun farkı da böyledir işte.

Mujodo No Taigen

Üç hedefin en sonuncusu olan Mujodo No Taigen, tüm varoluşumuzda ve günlük aktivitelerimizde, üstün yolu gerçekleştirme demektir. Bu noktaya gelindiğinde, amaç ile araç aynılaşır. Ciddi ve egolarından arınmış bir şekilde, ustanın direktifi doğrultusunda, zihniniz tamamen açık ve düşünceden lekesiz bir kağıdın saflığı kadar temizlenmiş bir şekilde oturduğunuzda, Satori deneyiminiz gerçekleşmiş olsun ya da olmasın, Buda doğanız ortaya çıkmaya başlar.

Budist Zen uygulamaları, yukarıda açıkladığımız, birbiriyle ilişki içindeki üç amacı da içermelidir. Örneğin, Joriki ile Kensho arasında olmazsa olmaz bir bağ vardır. Kensho, konsantrasyondan gelen güç olan Joriki ile bütünleşmiş olan bilgeliktir. Joriki'nin Kensho ile olan bağı ise biraz daha farklıdır. Joriki'yi belli bir miktar geliştirmedikleri sürece, pek çok kişi Kensho'ya hiç erişemeyebilir; Joriki'de ilerleme sağlayamadıkları takdirde, kendilerini çok yorgun, sinirli hissedebilir, Zazen'e devam edemeyebilirler. Dahası, Joriki ile güçlendirilmedikçe, tek bir Kensho deneyimi hayatımızda takdire şayan bir etkiye sebep olmayacak ve sadece bir anı olarak kalacaktır. Bundan dolayı, Kensho deneyimi ile kozmosun altında yatan anlamı zihin gözünüzle anlamış olsanız dahi, Joriki olmadan, zihin gözünüzün size sunmuş olduğu bu içgörü doğrultusunda varlığınızın tüm gücüyle hareket edemezsiniz.

Aynı şekilde, Kensho ile Zazen'in üçüncü hedefi olan Mujodo No Taigen arasında da bir bağlantı vardır. Kensho tüm hareketlerinize yansıyorsa, bu Mujodo No Taigen'dir. Mükemmel aydınlanma ile, dünyamızın içerik olarak her şeyi çift içermediğini, her varlığın eşsiz olduğunu kavrarız ve böylece, bu "eşsizlik" dünyasındaki uyum ve huzur ortaya çıkmış olur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Zen meditasyonu yapamamış olmanın sebebi , hiçbirşey yapmadan oturma olayının günümüzde oldukça zor olmsından kaynaklanır.Çünkü koşullar seni düşünmeksizin çalışmaya ve daha çok kazanmaya iter.Bu da egonun doyumsuzluğunu tetikler.Halbuki biraz oturup düşününce yaptığın çoğu şeyi yapmadan da hayatına devam edebileceğini görürsün.Özellikle sanayi devriminden sonra bu durum iyice atmıştır.Tüketici toplum çalışmak zorundadır durmaksızın.Za-zen yapabilmek için öncelikle bunun farkına varmalısın. Sorunları aslında sen varedersin.Ve dünyevi işlerle bu kadar meşgul bir beyin bu konsantrsyonu sağlıyamaz.Ama yanlış algılanmasın.Olay aslında dengedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yani diğer meditasyon çeşitlerinden farklı olarak zende bir ön çalışma gerekiyor sanırım , boynuzsuz peki hiç meditasyon yapmamis biri zen ile başlaması doğru olurmu yoksa diğer meditasyon çeşitlerinden yararlandıkdan sonra mi geçiş yapmalı?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

aslında zen meditasyonunda da bir hazırlık var yeni başlıyanlar için. Ama şu da var çoğu kişi bağdaş kurarak yapar ki bunu sadece batılılar yapıyor.Za-zen dediğimiz meditasyon türünü daha çok samurai ler uygularlardı eskiden.Ustam bana bağdaş kurma pozisyonunda asla bu meditasyonu yamamam gerektiğini söylemişti ki ben de hiç yapmadım.Sebebine gelince za-zen de saatlerce bağdaş kurup oturmak oldukça güç.Biz bunun yerine ayak uçlarının üzerinde , dizlern üzerine oturup eller açık olarak baş parmak ve işaret parmağı sana doğru dönük olarak dizlerin üzerine koyup otururuz.Umarım pozisyonu anlatabikmişimdir :D.

 

İlk başlıyanlar için genelde karşılarına bir mum koyarız ve o mumdan başa hiçbirşeyi görmemesini isteriz ( gerçek anlamda) Bunu başardıktan sonra ise hiçbirşey düşünmeyi , sadece doğa ile bütünleşebilmeyi öğrenir kişi.Çünkü hiçbir şey düşünmezsen aslında çok şey düşünürsün gibi tuhaf bir durum yani bunun tarifi oldukça zor.

 

Ustam bana hep şunu derdi : Ben sana bildiklerimi öğretemem.Sadece bilginin yolunu gösterebilirim.

 

Bu mditasyonda çakralar yoktur.Kundalini vs. gibi hiçbir varlıktan güç istenmez.Bunun neden de aslında biz bir bütünün parçalarıyız.Ve boş , gereksiz şeyleri beyimizden arındırdığımız vakit mutlak bilince ve gerçeklere ulaşırız.Bütünün bir parçası oluruz (tekrar).

 

Yani bir bakıma kendini tanıma yolu da diyebiliriz bu yola.

 

Ve benim şu ana kadar anlattıklarım yalnızca sınırsızın içerisindeki kendi sonsuzluğumdur.Kendi sonsuzluğunuzu yaratmak için kendi deneyimlerinizi oluşturmak zorundasınız. :)

 

Büyük üstadların zen yorumlarından bir kaçı (bir önceki sayfada daha fazlasını yazmıştım:) )

Bir zen izdeşçisi zamanını okumaktan çok (hatta zen kitaplarını bile) uygulamaya vermelidir. kendi deneyiminiz olmadığı sürece Zen'in yabancısı ve filozof bir serseri olursunuz. Kendi hazinenizi bulun.

 

En yüce gerçek dipsiz bir kuyudur, öyle lafla tartışmayla, kutsal yazıları okumakla da oraya ulaşamazsınız. Bir kez kendi öz benliğinizi, öz yapınızı tanıdınız mı okumanız, yazmanız olmasa, hiç bir şey bilmeseniz de gerçeği buldunuz demektir.

 

Başka birinin düşüncelerini izlemeyin, içinizdeki sesi dinlemeyi öğrenin.

 

Filozoflar mantık yolunun sonuna kadar giderek gerçekliği var sayabilirler, fakat hiçbiri buna ulaşmayı başaramaz. Mantığı izlemek ve bir şeyin olması gerektiğine inanmak bir şeydir, fakat bunu deneyimlemek başka bir şeydir.

 

Bir insan içinde acı çektiği kendi cehennemini kendisi yaratır ve onu kendisinden başka kimse kurtaramaz.

 

Bazıları korkaklık, huysuzluk ve heyecanlanma gibi zayıflıklarını alt etmek için Zen çalışırlar. Bunlar bencil öğrencilerdir.

 

Mantık açısından bakınca zen, çelişkilerle, gereksiz yinelemelerle dolu gibi görünebilir.

 

Zen dünyanın en akıl almaz en anlaşılmaz şeyi.

 

Zen her zaman somut gerçeklerle ilgilenir, genelleştirmelerden zevk almaz.

 

Zen okulu, bizim gerçek zihnimize, gerçek doğamıza dayanır. Zen ne belli bir öğretiye, ne de çalışma yerine geçecek bir öğretiye bağlıdır. Gerçek doğamızı ifade etmek için zazen uygularız, aydınlanmaya ulaşmak için değil.

 

Zen'in kavranabileceğini fakat asla açıklanamayacağını unutmayın.

 

Zen'de kişi kendine bakar -kendinle yüzleşirsin. Burnunu yerde tutmaktır Zen.

 

"Zen yolu, bir 'kendini tanima yolu' olarak nitelenir. Aydınlanma kavramı da kendini tanıma kavramı ile özdes.

 

Zen, budizm kökenli kendini tanıma yolu. Zor bir yol mu? Eğitimin hangisi kolay? Zen yolu herkese açık bir yol değil. Diğer tasavvuf yolları da öyle.

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Hmmmmm kanki düşündüm de sanırım bir süre adaptasyon sorunu yaşıyabilir sonradan za-zen meditasyonu yapmaya çalışan kişi.Çünkü sesleri kullananlar bana hep muma bakarlarken içten içe istemsiz o mantraları dyduklarını söylemişti.Yani bu bence bir alışkanlık.Biz bu alışkanlığı da hoşgörmüyoruz çünkü olay kalıplaşıyor.Ve bizim bir sınır belirlememiz söz konusu değil :) Hiç başlamayanlara deneyin derim.Basit görünür oldukça za-zen meditsyonu ama çok sabır isteyen bir olay. Daha soradan yani başka meditasyon türlerinden sonra başlamadan önce biraz meditasyona ara verin ve kalıplaşmış bilgilerinizi kendinizden biraz olsun uzaklaştırın.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Benim dizlerimde ortopedik bir problem var sanıyorum ve bağdaş ve diğer anlattığınız pozisyonda uzun süre duramıyorum hatta 2. pozisyonda hiç duramıyorum. Ön hazırlıktan kastınız konsantrasyon sanırım mum çalışmasını zaman buldukça denemeye çalışacağım. Muma konsantre olmada yaşadığım tek problem o etraftaki herşeyin kararıp alevin beni kendine çektiğini hissettiğim anda gözümün refleks olarak oynaması. Herşeyi mahvediyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Benim dizlerimde ortopedik bir problem var sanıyorum ve bağdaş ve diğer anlattığınız pozisyonda uzun süre duramıyorum hatta 2. pozisyonda hiç duramıyorum. Ön hazırlıktan kastınız konsantrasyon sanırım mum çalışmasını zaman buldukça denemeye çalışacağım. Muma konsantre olmada yaşadığım tek problem o etraftaki herşeyin kararıp alevin beni kendine çektiğini hissettiğim anda gözümün refleks olarak oynaması. Herşeyi mahvediyor.

 

Ama doğru yoldasın ilk başta alev seni kendine çeker(kısa bir süre) sonraki aşamalarda alevi de görmemeyi deneyeceksin. Ve bu konsantrasyon sağlandıktan sonra direk gözleri kapatıp odaklanmaya çalışmadan hiçbirşey düşünmeyeceksin :)

 

Oturma olayı da uygun minderlerle destekeyebilirsin.Bende de uyuşma oluyor düz zemine oturunca diz üstü.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Uyuşma olur problem değil de bildiğin kopma hissi oluyor dizlerimde. Kabaca bağdaş kuruyorum ama meditasyon yaparken tek rahat edebildiğim pozisyon sırt üstü yatmak açıkçası. Aslında kaç yıldır bir doktora görünücem sözde :)

 

Bu arada hiçbirşey düşünmeme konusunda problem yaşamıyorum ama görsel konsantrasyonum düşük.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...