Jump to content

Ahmet Ümit ; Prag'lı Hayalet


schizophrana

Önerilen Mesajlar

Başımı kaldırınca, lambanın direğinden beni izleyen kocaman bir hamam böceğinin patlak gözleriyle karşılaştım. "Ahhh!" diye korkuyla haykırdım. Sesimden ürken böcek lambanın tepesine kaçtı. Ben ise şaşkınlık içinde kalmıştım; ne kaçabiliyor ne de böceğe bakabiliyordum

 

Sis koyulaşıyordu. Birkaç adım önümü bile göremez hale gelmiştim. Yol kenarındaki ağaçlara çarparım korkusuyla, bastonunu yitiren bir kör gibi ellerimi öne doğru uzatarak ilerliyordum. İleride bir sokak lambası olmalıydı. Ona ulaşırsam, bir duvar gibi çöken bu sisten kurtulurum, diye düşünüyordum.

 

 

 

Çünkü ilk sokak lambasından sonra yüz metre arayla başka lambalar yer alıyordu.

Yürürken koca gövdeli bir ağaca çarptım, bir çöp bidonunu devirdim, bir kediyi ürküttüm ama sonunda sokak lambasının ışığını gördüm. Sisin içinde ölgün ölgün gülümseyerek beni selamlıyordu. Hızla yaklaştım ışığa. O da ne? Sokak lambasının altında bir adam durmuyor mu? Yavaşladım, siyah bir pelerin giymişti, koyu renk saçları ince uzun bir yüzü vardı. Hiç de saldırgan birine benzemiyordu. Yine de temkinli olmakta yarar vardı. Göz ucuyla adamın hareketlerini izleyerek yolun karşı tarafına yöneldim. Adam da kıpırdamıştı. Aldırmadan yoluma devam ediyordum ki hızlanarak, yaklaştı. Bir an ne yapacağımı bilemedim. Kısa bir duraksamadan sonra olduğum yerde durarak onu beklemeye başladım. Adam yaklaşınca, ondan önce davranarak "Bir şey mi istiyorsunuz?" diye sert bir sesle sordum.

"Sizi bekliyordum," dedi.

"Beni mi bekliyordunuz?" diye söylendim. "İyi ama ben sizi tanımıyorum ki!"

"Nasıl olur," dedi iki elini yana açarak, "beni siz çağırdınız."

"Siz ne saçmalıyorsunuz?" diyerek sesimi yükselttim. "Ben kimseyi çağırmadım."

Bağırmam üzerine adam bir adım geriledi.

 

 

Yaratıcınız kim?

"Saçmalamıyorum," dedi çekingen bir tavırla. Sonra elini pelerinin içine soktu. Tabanca ya da bıçak çıkartmasından korkarak bu defa ben geriledim. Ama korktuğum gibi olmadı. Adam pelerinin içinden bir dergi çıkarttı. Dikkatli bakınca elindekinin arada bir benimde yazılar yazdığım ... Dergisi olduğunu anladım. Adam dergiyi bana uzatarak,

"Saçmalamıyorum," diye yineledi, "bakın, davetiyeniz burada."

Dergiyi görünce rahatlamıştım. Belki de bu gizemli yabancı, dergiden biriyle buluşacaktı da rastlantı sonucu benimle karşılaşmıştı.

"Sanırım beni biriyle karıştırıyorsunuz," diyecek oldum.

"Hiç sanmıyorum," dedi. Başıyla elindeki dergiyi işaret ederek ekledi. "Otuz dokuzuncu sayfadaki yazı sizin değil mi?" Sesi yumuşaktı ama sorgular gibi konuşması yine de canımı sıkmıştı.

"Evet, o yazı benim," diye gürledim. "Ne olacak!"

Sesim yükselince karşımdaki adam ezilip büzülmeye başladı.

"Üzgünüm, bana kalsa, inanın sizi rahatsız etmezdim ama yaratıcım..."

"Ne diyorsunuz siz," dedim. "Yaratıcınız kim, siz kimsiniz?"

"Benim kim olduğumu bilmiyor musunuz?" Elindeki dergiye bakarak şaşkınlıkla mırıldandı.

"Ama hakkımda o kadar çok şey yazmışsınız ki!"

Kafam iyice karışmıştı.

"Siz kimsiniz, lütfen şu kimliğinizi açıklar mısınız artık."

"Ben Karl Rossmann1. Yazınıza konu olan Kafka'nın 'Kayıp' adlı romanının kahramanı."

"Karl Rossmann mı?"

"Evet, ama siz bunu zaten biliyorsunuz."

Gülmeye başladım. Adam tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu. Gülmem geçince, "Söyleyin bakalım," dedim, "bu şaka kimin başının altından çıktı?"

"İnanın şaka değil bu. Ben gerçekten de Karl Rossmann'ım."

"Bırakın bu mavalları da benimle dalga geçen kim onu söyleyin."

"İnanın bilmiyorum. Beni yaratıcım yolladı size."

Rolünü ne kadar da iyi oynuyordu, ama buna daha fazla katlanmaya hiç niyetim yoktu.

"İyi o zaman Her Rossmann, ne haliniz varsa görün," diyerek yoluma devam ettim.

"Durun, ne olur gitmeyin," diye arkamdan seslendi. Aldırmadan yürüdüm. Dergiden birileri benimle dalga geçmeye çalışıyorlardı ama yanlış adama çatmışlardı. Kandıracak başka birini bulmalıydılar.

Sokak lambasından uzaklaşınca yeniden karanlığın içine girdim. Ama eski tedirginliğim kalmamıştı. Biliyordum ki az sonra başka bir sokak lambası karşılayacaktı beni. Ya orada da Kafka'nın başka bir kahramanı bekliyorsa? Yok canım, o kadar da değil.

 

 

İlerdeki lambanın ışığını seçer seçmez dikkat kesildim. Evet, düşündüğüm gibiydi, kimsecikler yoktu. Her şeye rağmen içimden bir ses, buradan çabucak uzaklaşmamın yararlı olacağını söylüyordu. Adımlarımı açtım, tam sokak lambasının altından geçerken, içimdeki sesi kulaklarımla duydum.

"Karnım aç," dedi hırıltıyla.

Hayır, bu ses benden değil sokak lambasından geliyordu.

"Karnım aç, yardım et," diye yineledi hırıltı.

 

 

Beni böceğe çevirdi

Başımı kaldırınca, lambanın direğinden beni izleyen kocaman bir hamam böceğinin patlak gözleriyle karşılaştım.

"Ahhh!" diye korkuyla haykırdım.

Sesimden ürken böcek lambanın tepesine kaçtı. Ben ise şaşkınlık içinde kalmıştım; ne kaçabiliyor ne de böceğe bakabiliyordum.

"Tanrı rızası için bir parça ekmek," diye yeniden söylendi böcek. Birden korkum kayboldu. Bunu nasıl yapıyorlardı bilmiyordum ama arkadaşlarımın bana kurnazca bir oyun oynadıkları açıktı. Bu olayların başka bir açıklaması olamazdı.

"Kesin şunu" diye haykırdım, "kesin artık. Bu oyuna bir son verin."

Hamam böceğinin duyargalarının kıpırdadığını gördüm.

"Neden bahsettiğinizi anlamıyorum. Ama çok açım, ne olur bana bir parça yemek..."

Çevreme baktım. Birileri koyu karanlıkta mikrofonla konuşuyor olmalıydı.

"Allah hepinizin belasını versin," diye bağırdım.

"İşte bunda haklısın," dedi böcek, "tanrı herkesin yanında benim yaratıcımın da belasını versin."

"Yeter be!" diye uludum. "Yeter! Başlayacağım şimdi yaratıcınızdan, sizden de..."

"Aman ne yapıyorsun?" dedi ses. Gerçekten de ürkmüş gibiydi. "Yaratıcıma hakaret etme. O çok güçlüdür. Görmüyor musun, beni, böceğe çevirdi. Ona hakaret etmeyi sürdürürsen kimbilir sana neler yapar."

Artık onun yanında daha fazla kalamazdım, hızla yoluma devam ettim. O ise arkamdan seslenip duruyordu.

"Gitme, ne olur yardım et."

"Evrensel gerçeklikleri anlatmaya çalışmak çok zor.

Bu gerçeklik denen şey öyle kaypak ki, bugün geçerli olan yarın geçerli olmayabilir ... Bu yüzden belirsizliği anlatmak daha güvenli bir yoldur."

Onun kısık sesine aldırmadan öteki sokak lambasına yürüdüm. Bakalım orada beni ne bekliyordu. Ama bu kez arkadaşlarımın oyunlarını bozacak, beni gafil avlamalarına izin vermeyecektim.

 

Lambanın ışıklarını seçer seçmez iyice duvara yaklaştım. Böylece karanlıkta kalarak, beni bekleyen arkadaşlarımın oyunlarını boşa çıkartacaktım. Lambanın çevresinde tek bir Allahın kulu bile yoktu. Ama uyanık olmalıydım. Bizim serseriler belki de başka bir numara çeviriyorlardı. Sokağı iyice kolaçan etmeliyim, diye dönüp arkama bakarken, birine çarptım. Daha benim bir şey dememe kalmadan,

"Demek beni burada da buldunuz," diye söylendi adam.

"Sen de kimsin?" diye bağırdım.

Kötü kötü baktı yüzüme.

"Takip ettiğiniz kişiyi tanımadığınız söylemeyin sakın."

"Ne takibi, ne adamı? Gece vakti evime dönüyordum, karşıma siz çıktınız."

"Lütfen böyle yapmayın. Suçumu söylemiyorsunuz kabul ama böyle sürekli göz hapsinde tutarak benimle oynamayın."

Gülmeye başladım.

"Eminim birazdan adınızın Josef K 2 olduğunu söyleyeceksiniz," dedim.

"Söylememe gerek yok ki, bunu zaten biliyorsunuz."

Herif ne kadar soğukkanlıydı. Bizimkiler bu oyunu hazırlarken tiyatroculardan da yardım almış olmalıydılar. Öfkeyle karşımdaki adamın yakasına yapıştım.

"Bu oyunu biraz daha sürdürürseniz, suratınızın ortasına yumruğu yersiniz," diye gürledim.

Kendisine Josef K diyen adam korkuyla başını geriye attı.

"Bana vurmayın, ne olur bana vurmayın," diye yalvarmaya başladı. "Nereye isterseniz gelirim, karakola, mahkemeye..."

Anlaşılan bunlar beni çıldırtmakta kararlıydılar.

"İstemiyorum," diye bağırdım, "istemiyorum! Anlamıyor musunuz. Sizin şakanızı istemiyorum. Bırakın artık yakamı."

"Ama ama..."diye kekeledi adam, "ben değil siz benim yakamı tutuyorsunuz."

 

 

Ben şatodan geliyorum

Bir an adamın yüzüne, sonra yakasına yapışmış iri ellerime baktım. Haklıydı. Hemen bıraktım yakasını. Yakasını bırakır bırakmaz adam koşmaya başladı. Sisler arasında kaybolana kadar durup onu izledim. Yoksa bunlar şaka değil de gerçek miydi? Ama bu olanaksızdı. Belki de çıldırıyordum. Son zamanlarda Kafka altı olmuştum. Günlerdir onun kitaplarıyla yatıp, onun kitaplarıyla kalkıyordum. Sonunda bilinçaltım isyan ediyordu galiba.

"Bir sonraki lamba," diye söylendim kendi kendime, "bakalım bir sonraki lambanın altında neler bekliyor beni."

Sise aldırmadan, gizlenmeden, çekinmeden lambaya yürümeye başladım.

Lambanın ışıklarını yeni seçmeye başlamıştım ki beklediğim olay gerçekleşti. Işığın içinden üç adam çıkıp bana yaklaştı.

"Şato'ya nasıl gidebileceğimizi söyleyebilir misiniz?" diye sordu içlerinden biri.

Hiç bozuntuya vermedim.

 

"Adınız K.3 mı?" dedim en az onunki kadar doğal bir tavırla.

Şaşırmıştı. Beni kuşkuyla süzdükten sonra,

"Nereden biliyorsunuz?" diye sordu.

"Ben Şato'dan geliyorum. Sizi oraya götürmekle görevliyim," dedim.

K.'nın yüzündeki şaşkınlık yerini sevince bıraktı. Ama yanındakilerin gözleri kuşkuyla kısıldı.

"Siz kimsiniz?" diye sordular aynı anda.

Hiç kızmadım. Artık ben de oyuna katılmaya karar vermiştim.

"Kuralları bilmiyor musunuz?" dedim bütün ciddiyetimle. "Ancak Şato'da çalışanlar soru sorabilir."

Sözlerim anında etkisini göstermişti.

"Afedersiniz," dediler saygıyla gülümseyerek, "biz, sizi sınamak istemiştik.

"Sınamak eylemi, sizin yetkinizin dışındadır," dedim kesin bir ifadeyle.

"Haklısınız efendim," diyerek boyunlarını büktüler.

"Hadi artık gidelim," dedim.

 

 

Kafka karşımda

Dördümüz birlikte ilerdeki sokak lambasına yürümeye başladık. Niyetim, onları Şato diye Levent'teki gökdelenlerden birine götürmekti. Eğer bu bir şakaysa böylece açığa çıkacaktı. Yok, hayal gücüm bana bir oyun oynuyorsa öteki insanlarla karşılaşınca sona erecekti. Ama caddeye ulaşmadan bizi başka bir sürpriz bekliyordu. Caddeye yaklaşırken ince uzun bir adam çıktı karşımıza. Acaba bu, Kafka'nın hangi kahramanı diye düşünmeme kalmadan,

"Bunu yapmamalısınız," dedi sadece siluetini görebildiğim adam. Ben yanıtlamaya hazırlanıyordum ki, Bay K. daha önce davrandı.

"Özür dileriz efendim ama bu adam bizi Şato'ya götürmeye söz verdi."

Siluet yerinde kıpırdadı. Sonra başını sallayarak, "Şato'ya gidemezsiniz," dedi. "Anlamıyor musunuz, romanın kurgusunu bozacaksınız."

Bay K. ve yanındakiler yanlışlarının farkına varan çocuklar gibi başları önde eğdiler. Ama benim geri çekilmeye hiç niyetim yoktu.

"Şato'ya gideceğiz," dedim, "romanın da kurgunun da canı cehenneme."

Üzerine yürüyünce siluet ürktü, birkaç adım geriledi. Böylece yakındaki lambanın ışığı yüzüne vurdu. Siyah saçları arkaya taranmıştı, kemerli bir burnu, mavi mi, gri mi olduklarını ayırd edemediğim açık renk gözleri vardı. Bu yüzü bir yerlerden hatırlıyordum. Biraz daha baksam çıkaracaktım. Siluet, duraksamamdan yararlanarak kendini toparladı.

"Siz ne hakla benim yapıtlarıma müdahale ediyorsunuz?" diye yeniden diklendi. İşte o anda tanıdım onu. Aman tanrım bu Kafka'ydı. Şaşkınlık içindeydim. Bu olanaksızdı. Olanaksızdı ama Kafka karşımda dikiliyordu işte.

"Size soruyorum," diye tekrarladı, "önce yapıtlarım hakkında yazılar yazdınız, şimde de romanımın akışını mı değiştirmeye çalışıyorsunuz?"

Kekeleme sırası bana gelmişti.

"Yanlış anladınız," dedim cılız, yılgın bir sesle.

 

"Hayır, sizi çok iyi anlıyorum. Kendi yazdıklarınızla yetinmek yerine, benden söz ederek ün kazanmak istiyorsunuz. Adımdan söz eden kim olursa olsun herkes dinliyor çünkü."

Kafam karışmıştı, korkmuştum ama onun böyle haksızca beni suçlaması kendime gelmemi sağladı.

"Tuhaf," dedim iğneleyici bir tavırla, "öldükten sonra kitaplarının yakılmasını isteyen bir yazar ünüyle ne kadar da ilgili."

"Ünümle ilgili olan sizsiniz," diye anında yapıştırdı yanıtı. Ama ben kendimi toparlamıştım.

"Niye açık yürekli olmuyoruz üstat," dedim.

Koyu renkli kaşlarının altındaki gözlerini kısarak beni izliyordu.

"Ünle ilgilenmediğiniz konusunda içten değilsiniz," diye sürdürdüm sözlerimi. "Kitaplarınızın yakılması konusunda da içten değildiniz. Eğer içten olsaydınız, bu işi kendiniz yapardınız."

"Ama Max Brod yakacağına söz vermişti," diye itiraz edecek oldu.

"Yapmayın üstad, Brod'un kitaplarınızı yakmayacağını çok iyi biliyordunuz."

Biraz düşündü, sonra gülümseyerek,

"İnsanın tanınması güzel ama inanın Brod'a kitaplarımı yak derken içtendim. Yalnızca tanrının cezası o ikircimden kurtaramamıştım kendimi."

"Hangi ikircimden?"

"Başarmayla başarısızlık, erk olmayla erk dışında kalmak, herkesin okuduğu bir yazar olmayla hiç tanınmayan bir yazar olmak kısacası varolmaya çalışmak ama aynı zamanda buna katlanamamak."

Onu anladığımı sanıyordum hatta biraz daha ötesi onun duygularını hissettiğimi sanıyordum.

"Belki de," dedim, "bu ikircimin sürmesi gerek. Belki de o ikircimli, belirsiz haliniz olmasaydı yazdıklarınız bu kadar çok okunmaz, yazın dünyasında bir çığır açamazdınız."

Gözlerinin ışıldadığını fark ettim.

"Sahi, o kadar çok mu okunuyorum?"

"Çok okunuyorsunuz ama daha önemlisi çok tartışılıyorsunuz. Shakespeare kadar çok tartışılıyorsunuz."

Yüzüne mutlu bir ifade yayılmıştı.

"Ben," dedi utangaç bir gülümsemeyle,

"Goethe'yle kıyaslanmak isterdim."

"Ne yaparsınız üstat, insanın her istediği olmuyor."

"Haklısınız," dedi usulca başını sallayarak, sonra gözlerini yeniden yüzüme dikti.

"Yerimde olmayı ister miydiniz," diye sordu.

"Yerinizde olmayı değil ama yazdıklarımın sizinkiler kadar tartışılmasını isterdim."

 

"Beni gerçekten de önemli buluyorsunuz."

"Evet," dedim, "siz de beni çeken yan. Yapıtlarınızın kapatılmaması. Sonlarının açık kalması."

"Sistemi kapatmamak aslında bir tür kurnazlık."

"Kurnazlık mı? Ben harika bir buluş olduğunu düşünüyordum."

"Söylemek istediğim şu. Evrensel gerçeklikleri anlatmaya çalışmak çok zor. Bu gerçeklik denen şey öyle kaypak ki, bugün geçerli olan yarın geçerli olmayabilir. Yani sen yaşarken işte şu doğrudur diye metni o gerçekliğin üzerine kuruyorsun ama yıllar sonra bir de bakmışsın senin o kadim sandığın gerçeklik yok oluvermiş. Bu yüzden belirsizliği anlatmak daha güvenli bir yoldur."

"Kendinize haksızlık ediyorsunuz," diye atıldım. "Hem belirsizlik de bir gerçeklik değil mi?"

"Belki ama ben pek matah bir iş yaptığımı sanmıyorum."

"Engingönüllü davranıyorsunuz; bulduğunuz semboller, imgeler günümüzde bile geçerliliğini koruyor."

Bana yaklaştı, adeta fısıldarcasına,

"Size bir sır vereyim mi?" dedi. Yanıtımı beklemeden açıkladı. "Ben Çekoslovakya'da yaşayan bir Alman, Almanların içinde de bir Musevi olduğum için hiçbir zaman renkli bir dilim olmadı. Bu yüzden sembol ve imgelerle yazıyorum. Yani deha oluşumdan değil, zorunlu oluşumdan."

Bu defa ben sesli sesli güldüm.

"Sanmıyorum. Siz usta bir yazar daha önemlisi büyük bir ozansınız."

Gözlerindeki ışıltı iyice artmıştı.

"Öyle diyorsanız öyle olsun ama artık ben gitmek zorundayım."

Telaşlandım; hayal ya da gerçek böyle büyük bir yazarı bulmuşken, kaybedemezdim.

"Ama daha hiçbir şey anlatmadınız," dedim düş kırıklığı içinde. "Hakkınızda öğrenmek istediğim o kadar çok şey var ki."

 

 

Şu sohbeti tamamlasaydık

 

Gözlerinde gizemli bir bakış belirdi.

"Anlaşılan daha önce hayaletlerle konuşmamışsınız hiç. İnsan asla açık seçik bilgi sağlayamaz onlardan. Kem küm edip dururlar, kendi varlıkları konusunda bizden daha çok kuşku içindedirler. 4"

"Ama işte karşımdasınız," diye itiraz edecek oldum."

"Sisin sayesinde. Bak rüzgâr çıkıyor. Az sonra sisi dağıtacak. Buradan hemen gitmek zorundayım."

"Buna inanacağımı mı sanıyorsunuz?" diye söylendim.

"Ne yazık ki inansanız da inanmasanız da gitmek zorundayım."

"Hiç değilse," diye yalvardım, "şu sohbeti tamamlasaydık."

"Üzgünüm ama gitmek zorudayım," diyerek elini uzattı, sıkmaya çalıştım ama elim boşlukta kaldı. Rüzgâr benden çabuk davranmış, sis dağılmış, Kafka gitmişti.

 

Yaşadıklarım düş müydü yoksa gerçek mi? Sis dağılıncaya kadar bunu düşündüm. Birçok yanıt buldum ama hiçbiri ikna edici değildi. Gökyüzü açılıp, yıldızlar parıldamaya başlayınca daha fazla düşünmenin yararsız olduğunu anladım. Düşüncelerimi, sorularımı, sokak lambasının altında bırakarak evimin yolunu tuttum.

 

1. Karl Rosmann, Kafka'nın 'Kayıp' adlı romanının kahramanı

2. Josef K. 'Dava'nın kahramanı

3. K. 'Şato'nun kahramanı

4. Kafka'nın 'Mutsuz Olmak' adlı öyküsünden.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...