Jump to content

Bertrand Russell / Varoluşa Doğru - İnsan Rasyonel Olabilir Mi?


Kinyas

Önerilen Mesajlar

Varoluşa Doğru

 

Büyük düşünür-ozan Porphyre Eglantine çapraşık ve derin anlamlı yazılarıyla geniş bir ün yapmıştır ama, en çok ölümsüz şiiri Chant du néant (Hiçliğin Türküsü) ile tanınır.

 

Koca bir çölde

Sonsuz bir kum denizinde,

Arıyorum

Yitik yolu arıyorum

Bulamadığım bir yolu.

Bir orada, bir burada

Bütün yönlerde ruhum

Bulamıyor aradığını.

 

 

Bu korkunç boşlukta

Bu sonsuz boşlukta,

Her yanım kum

Alabildiğine parlak, boğucu

Kumlar uzanıyor çevrenin sonuna değin

Sonra bir ses duyuyorum

Tatlı, gür ve kahredici

Diyor ki bana:

"Yitik bir ruh sanıyorsun kendini sen!

Bir sanıyorsun kendini

Yanılıyorsun. Bir ruh değilsin gerçekte

Yitmiş de değilsin

Bir hiçsin yalnızca

Yoksun sen."

 

Gerçi oldukça ünlü bir şiir bu Chant du néant, ama nasıl bir ortam içinden yaratıldığını, ne gibi olaylara yol verdiğini

bilen azdır sanırım.

 

Porphyre çocukluğundan beri duyguluydu; olmadık şeyleri dert edinirdi kendine. Varolmadığı korkusu sarmıştı yüreğini.

Aynaya her bakışında imgesini görememekten korkardı. Bu korkusunu dağıtmak amacıyla bir felsefe yarattı sonunda. Genellikle kuşkularını bir yana itebiliyordu böylece; ama Hiçliğin Türküsü'ndeki o birden her şeyi yıkan görüntü ozanın bu konudaki başarısızlığını gösteriyor bize. Porphyre bu uğursuz sesi susturmak için her ne pahasına olursa olsun VAROLMAYA karar verdi.

 

İç gözlem ve dış gözlem ona hiçbir şeyin acı kadar gerçek olamayacağını öğretmişti. varolması için acı çekmesi gerekiyordu.

Porphyre büyük acılar bulmak umuduyla yollara düştü. Güney kutbunda tek başına bir kış geçirdi. Sonu gelmeyen gece ona geleceğin karanlık görüntülerini esinledi.

 

Nazi Almanya'sında kendini Yahudi diye tanıtarak türlü işkencelere katlandı. Ama tam bu işkenceler dayanılmaz bir hal

almışken Poe'nun kuzgunu geldi sıçraya sıçraya, Mallarmé'nin sesiyle o korkunç tekerlemeyi haykırdı: "Acı çekmiyorsun sen;

Bir hiçsin yalnızca; Sen yoksun!"

 

Sonra Rusya'ya gitti Porphyre. Orada da Wall Street'den yollanmış bir casus süsü verdi kendine. Bu yüzden bir kışı da

Beyaz Deniz kıyılarında ağaç kesmekle geçirdi. Açlık, yorgunluk, soğuk her gün biraz daha iliklerine işledi. Eh bu gidişle bir

gün varolorum elbet, diye düşünüyordu kendi kendine. Ama hayır! Kışın son gününde karlar tam erimeye yüz tutmuştu ki uğursuz

kuş bir kez daha göründü, bir kez daha haykırdı o korkunç sözleri. Belki de, diyordu Porphyre, arayıp bulduğum bu acılar sudan şeylerdi. Gerçek mutsuzluğu duymak için acılarıma bir de utanç katmalıyım.

 

Bu yeni düşüncesini gerçekleştirmek amacıyla kalktı Çin'e gitti. Orada Komunist Partisi'nin gözde üyelerinden Çin'li bir

kıza deli gibi tutuldu. Sonra sahte belgeler düzenleyerek onu İngiliz hükümetine gizli ajanlık yapmakla suçladı. Korkunç işkence-

lerle gözleri önünde öldürdüler kızcağızı. O zaman "Şimdi gerçekten acı çekmiş sayılırım." diye düşündü ozan, "Sonuna değin çılgınca sevmiştim bu kızı; kendi korkaklığım, kendi alçaklığımla bu korkunç sona sürükledim onu. İnsanoğlunun dayanabileceği acıların en büyüğü bu olsa gerek." Ama hayır! Elini kolunu bağlayan buz gibi bir korkuyla donakaldı Porphyre. Kader Kuşu yine gelmiş, kendisini Paris edebiyat çevrelerinde tanıtan ölümsüz ozanın sesiyle yine o korkunç sözleri haykırmıştı.

 

Kuş uçup gitmeden Porphyre bütün gücünü toplayarak yüreğindeki umutsuzluğu dile getirdi. "Ey Kuzgun," diye haykırdı, "söyle

bana, varolduğuma seni inandırmak için ne yapayım?" Kuzgun bir tek sözcükle karşılık verdi buna : "Ara", sonra da yok oldu ortadan.

 

Böylece yeniden aramaya koyuldu Porphyre. Ama bu arayışı bütün gücünü kapsadı sanmayın. Bu süre boyunca yine bir düşünür-

ozan olarak her yerde, özellikle gizli çevrelerde hayranlık topladı. Çin'den dönüşünde şeref üyesi olarak Paris'teki Felsefe Kurultayına çağrıldı. Toplantı günü herkes salonda yerini almıştı; yalnız başkan yoktu ortada. Porphyre tam sabırsızlanmaya başlamıştı ki birden kuzgun girdi içeri, geçip başkan yerine oturdu.

 

Sonra ozana dönerek bütün üyelerin duyabileceği çınlayan bir sesle : "Senin felsefen yok aslında, senin felsefen bir hiç!" diye bağırdı. Bu sözleri duyan Porphyre'in yüreği en acı yaşantılarının bile veremediği derin bir umutsuzluk kapladı. Yığılıverdi olduğu yere. Kendine geldiğinde kuşun ağzından ne zamandır özlemini duyduğu sözlerin döküldüğünü duydu: "Yeter artık, acı çekiyorsun: Yeter, varsın." O sırada gözlerini açtı Porphyre. Rahat bir soluk aldı; gördüğü bir düştü yalnızca.

Ama o gün bugündür felsefe üstüne ne bir söz söyledi ne de birşey yazdı.

 

Bertnard Russell

 

İnsan Rasyonel Olabilir mi

Kendimi hep bir rasyonalist olarak düşünürüm; ve bana göre bir rasyonalist,

insanların rasyonel olmasını isteyen kişidir. Rasyonellik günümüzde birtakım

sert eleştirilere uğramış bulunuyor; öyle ki, ne anlama geldiğinin bilinmesi,

bilinmesi durumunda da insanların elde edebilecekleri bir şey olup olmadığını

kestirmek zordur.

 

Rasyonelliği tanımlama sorununun biri teorik, öteki de

pratik olmak üzere iki yönü vardır: Rasyonel düşünce nedir? Rasyonel

davranış nasıldır? Faydacılık (pragmatizm) kanıların irrasyonel olduğunu,

psikanaliz de davranışların irrasyonel olduğunu vurgular.

Bu iki yaklaşım çoğu kimseyi, düşünce ve davranışların olumlu bir şekilde

uyum gösterecekleri ideal bir rasyonelliğin var olmadığı görüşüne yöneltmiştir.

Bu da şöyle bir sonuca yol açar görünmektedir: Eğer siz ve ben değişik

kanılara sahipsek, bunu tartışmanın ya da tarafsız bir kişinin hakemliğine

başvurmanın yararı yoktur. Yapabileceğimiz tek şey, parasal ve askeri gücümüz

ölçüsünde, etkili konuşma, reklam, ya da savaş yollarıyla birbirimizle

mücadele etmektir. Böyle bir bakış açısının çok tehlikeli, uzun dönemde ise

uygarlık için yokedici nitelikte olduğu kanısındayım. Bu nedenle, rasyonellik

idealinin, onu yok edeceği düşünülen fikirlerden etkilenmediğini, düşünce ve

yaşama bir yol gösterici olarak eskiden taşıdığı bütün önemi koruduğunu

göstermeye çalışacağım.

 

Önce kanıların rasyonelliğini ele alalım. Bunu, basit olarak, bir kanaate

varmadan önce, konuyla ilgili bütün kanıtları dikkate alma olarak tanımlıyorum.

Rasyonel bir kişi kesinliğin olanaklı olmadığı durumlarda olasılığı en kuvvetli

olan görüşe en büyük ağırlığı verir, yabana atılamayacak ölçüde olasılığı

olanları da varsayım olarak aklında tutar; çünkü bunların tercihini gerektiren

bazı kanıtlar sonradan ortaya çıkabilir. Doğaldır ki burada, gerçeklerin

ve olasılıkların çoğu durumda nesnel bir yöntemle -yani iki dikkatli kişiyi

aynı sonuca götürecek bir yöntemle- saptanabileceği varsayılmaktadır. Bu

varsayım sık sık sorgulanmaktadır. Çok kimse aklın tek işlevinin kişinin

kendi özlem ve gereksiniminin doyumunu kolaylaştırmak olduğunu söylemektedir.

Pelebs Ders Kitapları Komitesi'nin yayınladığı Outline of Psychology (Psikolojinin

Anahatları) kitabında (sayfa 68) "Zihin her,seyden çok bir taraf tutma

aracıdır. İşlevi kişiye ya da türe yararlı olacak eylemlerin gerçekleşmesini

ve daha az yararlı olanlarının engellenmesini güven altına almaktır," denilmektedir.

Ancak aynı yazarlar yine aynı kitapta (sayfa 123) ve yine italik harflerle

"Marksistlerin inancı ile dinsel inanç arasındaki fark pek derinlerdedir;

dinsel inanç özlem ve gelenek temeline, diğeri ise nesnel gerçeklerin bilimsel

analizine dayanır," demektedirler. Eğer amaçları kendilerini Marksist inancı

seçmeye yönelten şeyin akıl olmadığını öne sürmek değilse, bu sözler akıl

için söylemiş oldukları sözlerle çelişmektedir. Amaçları ne olursa olsun

"nesnel gerçeklerin bilimsel analizinin" olanaklı olduğunu kabul ettiklerine

göre, nesnel anlamda rasyonel olan görüşlerin de olanaklı olduğunu kabul

etmeleri gerekir.

 

İrrasyonel bir bakış açısı öneren daha bilge yazarlar, örneğin faydacı

filozoflar, bu kadar kolay açık vermiyorlar. Onlar, kanılarımızın,

doğru olmaları için uymaları gereken nesnel gerçek diye bir şeyin var

olmadığını ileri sürüyorlar. Onlar için kanılar yalnızca varolma savaşında

kullandığımız silahlardır ve insanın yaşamını sürdürmesine yardımcı

olanlarına "doğru" denilmelidir. Bu görüş İ.S. altıncı yüzyılda, budizm

Japonya'ya ilk eriştiği zamanlar, Japonya'da yaygın olan görüştü. Yeni dinin

doğruluğundan kuşku duyan iktidar, deneme olarak, saray mensuplarından birine

bu dini kabul etmesini emretti; eğer bu kişi başkalarından daha başarılı

olursa yeni din herkesçe kabul edilecekti. Bu yöntem faydacıların bütün

din tartışmalarında -günümüze uyum sağlayacak değişikliklerle- benimsedikleri

yöntemdir; ancak ben, insanı zenginliğe, bütün öteki dinlerden daha çabuk

götürdüğü anlaşılan Museviliğe geçen bir kimse duymadım.

 

Faydacılar "doğru"yu bu şekilde tanımlasalar da günlük yaşamda zaman zaman

ortaya çıkan ve bu denli incelikli olmayan sorunlarda hep çok değişik bir

standart uygularlar. Bir cinayet davasının jürisinde yer alan bir faydacı,

kanıtları herhangi bir insan gibi değerlendirecektir; ancak eğer kendisine

özgü ölçütü uygulayacak olsa, toplumda kimin idam edilmesinin daha karlı

olacağını düşünmesi gerekir. Tanım gereği o kişi cinayetin de suçlusudur;

çünkü başka birisinin değil de onun suçlu olduğuna inanmak daha yararlı, bu

nedenle de daha "doğru"dur. Bu tür faydacılık ne yazık ki bazen gerçekten

uygulanıyor. Amerika ve Rusya'da bu tanıma uygun "düzmece suçlamalar"

yapıldığını duymuştum. Ancak böyle durumlarda, gerçeği gizlemek için hiç bir

çaba esirgenmiyor; başarılı olunamazsa da rezalet çıkıyor. Gizleme için

gösterilen bu çaba, bir cinayet olayında polisin bile nesnel gerçeğe

inandığını göstermektedir. Bilimde aranan da bu türden -çok alelade ve tatsız-

bir nesnel gerçektir. İnsanlar, onu bulma umudunu taşıdığı sürece, dinde

aranan gerçek de bu türdendir. İnsanlar ancak dinin gerçek olduğunu doğrudan

kanıtlamaktan umut kestiği zamandır ki, onun sözümona yeni-moda bir anlamda

"gerçek" olduğunu kanıtlamaya koyulmuşlardır.

 

Genel olarak ifade etmek gerekirse, irrasyonalizm, yani nesnel gerçeği

yadsımak, hemen her zaman, hiçbir kanıtı olmayan birşeyde ısrar etmek; ya da

çok sağlam kanıtları olan birşeyi yadsımak arzusundan kaynaklanır. Ancak,

yatırım yapmak gibi, bir hizmetçi tutmak gibi pratik konularda hep nesnel

gerçeğe olan inanç egemen olur. Eğer herhangi bir konudaki inancımızın doğru

olup olmadığı gerçek olgularla sınanabiliyorsa, başka konularda da

aynı sınama yapılmalıdır. Bunun uygulanmadığı durumlar bizi bilinemezciliğe

(agnostisizme) götürür.

 

Konuları göz önüne alındığında bu düşünceler kuşkusuz çok yetersiz

kalmaktadır. Gerçek olguların nesnelliği sorunu, filozofların şaşırtmacaları

nedeniyle çok zorlaşmıştır. Bu konuyu başka bir yerde daha detaylı olarak ele

almış bulunuyorum. Şimdilik, gerçek olguların var olduğunu, bunların bazılarının

bilinebildiğini, diğer bazıları için ise bilinen gerçek olgulara göre bir

olasılık derecesi saptanabileceğini varsayacağım. Ancak kanılarımız çoğu kez

gerçeklere ters düşer; hatta belirli kanıtlara göre bir şeyin olası olduğunu

söylediğimizde bile, aynı kanıtlara göre o şeyin olası olmadığı da söylenebilir.

Bu durumda rasyonelliğin kuramsal yanı, gerçek olgulara ilişkin kanılarımızı

özlemlere, önyargılara, geleneklere değil, kanıtlara dayandırmaktan ibarettir.

Rasyonel bir kimse, konuya bağlı olarak, bir hukukçudan ya da bir bilimciden

farksızdır.

 

Bazı kimseler, insanların en çok değer verdiği kanılarının tuhaf, hatta

çılgınca denebilecek kökenlerine dikkat çekerek psikanalizin, kanılarımızın

rasyonel olmasının olanaksızlığını saptadığını düşünürler. Psikanalize derin

bir saygım vardır ve son derece yararlı olabileceğine inanırım. Ancak Freud

ve ardıllarına esin kaynağı olan bakış açısı bir ölçüde gözden kaçırılmaktadır.

Onların yöntemlerinin temel amacı, tedavi etmeye, isteri ve çeşitli türden

akıl bozukluklarını iyileştirmeye yöneliktir. Savaş sırasında ortaya çıkan

savaş nevrozunun en etkili tedavi yönteminin psikanaliz olduğu kanıtlanmıştır.

Rivers'ın daha çok "mermi şoku" hastalarıyla olan deneyimlerine dayanarak

yazdığı Instinct and Unconscious (İçgüdü ve Bilinçötesi) kitabında, açıkça

kabullenilmediği zaman korkunun yol açtığı kötü etkiler çok güzel bir şekilde

incelenmektedir. Bu etkiler, doğal olarak, çeşitli tiplerde felçler,

görünürde fiziksel olan hastalıklar gibi, daha çok zihinsel olmayan türdendir.

Şimdilik bunlarla ilgilenmeyeceğiz; konumuz zihinsel bozukluklardır. Delilerdeki

kuruntuların çoğunun içgüdüsel engellemenin bir sonucu olduğu ve tümüyle

zihinsel yollarla -yani hastaya, anısını baskı altında tuttuğu gerçekleri

anımsatmak yoluyla- tedavi edilebildikleri anlaşılmıştır. Bu çeşit bir tedavi

ve onu çağrıştıran durum, hastanın yitirmiş olduğu sağlıklı bir ruh

halinin var olduğunu ve unutmayı en çok istedikleri de dahil olmak üzere,

bütün işe yarar gerçekleri bilinç yüzüne çıkarmakla bunun tekrar kazanılabileceğini

varsayar. Bu, bazı kişilerce ısrarla önerildiği üzere, irrasyonelliği karşı

koymadan kabullenme yönteminin tam tersidir.

 

Bu kişilerin tek bildiği, yalnız psikanalizin, irrasyonel kanıların

etkinliğini ortaya çıkardığıdır; onun amacının bu etkinliği belirli bazı

tıbbi yöntemlerle azaltmak olduğunu unuturlar veya gözardı ederler. Benzer

bir yöntemle delilikleri pek belirgin olmayan kişilerin irrasyonel tutumları

da tedavi edilebilir; yeter ki hastalar kendi kuruntularını paylaşmayan bir

hekimin tedavisine rıza göstersinler. Ancak, cumhurbaşkanları, bakanlar,

önemli şahsiyetler bu koşulu nadiren yerine getirirler; ve tedavi görmeden

yaşamlarını sürdürüp giderler.

 

Buraya kadar rasyonelliğin teorik yönünü ele aldık. Şimdi üzerinde

duracağımız pratik yönü ise daha da büyük bir zorluk sergiler. Pratik konulardaki

fikir ayrılıklarının iki kaynağı vardır: Birincisi tartışmacıların arzuları

arasındaki farklılık, ikincisi de arzularını gerçekleştirme araçlarını

değerlendirmedeki farklılıktır. İkinci tür farklılıklar gerçekte teoriktir;

ancak sonuçları açısından uygulamaya dönüktürler. Örneğin bazı yetkililer ilk

savunma hattımız için savaş gemileri gerektiğini ileri sürerken, diğerleri

de uçakların gerekliliğini vurgular. Burada önerilen sonuç, yani ulusal

savunma konusunda bir farklılık yoktur; fark, bunun hangi araçlarla yerine

getirileceğindedir. Bu nedenle tartışma salt bilimsel bir yöntemle çözümlenebilir;

çünkü anlaşmazlığa neden olan fikir ayrılığı gerçeklerle; geçmiş veya gelecek,

kesin veya olası gerçeklerle ilgilidir. Buna benzer bütün durumlarda söz

konusu olan, her ne kadar uygulamaya yönelik bir konuysa da, teorik olarak

nitelendirdiğimiz türden bir rasyonellik işe karışır.

 

Ancak bu sınıfa dahil edebileceğimizi düşündüğümüz birçok olayda,

uygulamada büyük önem taşıyan bir zorluk ortaya çıkmaktadır. Belirli bir şeyi

yapmak isteyen bir kimse, böyle yapmakla yararlı saydığı bir sonuca

ulaşacağına kendini inandırır; o arzusu olmasaydı böyle bir inanç için hiç

bir neden olmayacağını bilse bile. Gerçekler ve olasılıklarla ilgili

konulardaki yargıları da, kendisininkine karşıt arzuları olan bir başka

kişininkinden çok farklı olacaktır.

 

Herkesin bildiği gibi kumarbazlar uzun dönemde kesinlikle kazandıracak

sistemler konusunda irrasyonel inançlarla doludurlar. Politikayla

ilgilenenler kendi partilerinin başkanının, rakip politikacıların düzenbazlığına

düşmeyeceğine kendilerini inandırırlar. Yönetmeyi sevenler halk tabakasına

koyun sürüsü gözüyle bakmanın onların yararına olduğunu düşünürler; sigaradan

hoşlananlar sigaranın sinirleri yatıştırdığını, alkolden hoşlananlar da

alkolün zihni uyardığını söylerler. Bu tür gerekçelerin yol açtığı yargılar,

olayların değerlendirilmesinde önlenmesi zor olan yanılgılara yol açar.

Alkolün sinir sistemi üzerindeki etkisi konusunda yazılmış bilimsel bir

makale bile çoğu kez, satır aralarında içerdiği kanıtlarla, yazarın alkole

karşı kişisel tutumunu açığa vurur; her iki olasılıkta da, olaylara kendi

alışkanlığını destekleyici bir gözle bakmak eğilimi vardır. Bu tür düşünceler

politika ve din konularında büyük önem taşır.

 

Çoğu kimse politik görüşlerini belirlerken toplumun iyiliği isteğiyle yola

çıktığını düşünür; ancak on kişiden dokuzunun politik eğilimi onun geçimini

nasıl kazandığına bakarak kestirilebilir. Bu durum bazı kimseleri bu tür

konularda objektif davranılamayacağı, karşıt eğilimli sınıflar arasında

şiddetli rekabet dışında bir yöntem bulunamayacağı görüşünü savunmaya;

birçoklarını da gerçekten öyle olduğuna inanmaya yöneltmiştir.

Psikanaliz işte böyle konularda yararlıdır; çünkü insanların o zamana kadar

bilinç-altında olan önyargılarının farkına varmalarını sağlar.

Bize kendimizi, başkalarının bizi gördüğü gibi görmemize olanak veren bir

teknik; ayrıca, bu görünümümüzün sandığımız kadar da haksız olmadığını

gösteren bir neden sağlar. Bu yöntem, olgulara bilimsel yaklaşım alışkanlığı

ile birlikte yaygın olarak öğretilirse insanları, gerçek olayları

değerlendirme ve eylemlerin olası etkileri hakkındaki inançları konusunda,

daha rasyonel olmalarını olanaklı kılar. Eğer insanlar bu konularda

anlaşmazlığa düşmezse, geri kalan anlaşmazlıklara uyumlu çözümler bulabilecekleri

hemen hemen kesindir.

 

Ancak yine de tümüyle zihinsel yöntemlerle çözümlenemeyecek bir tortu

kalacaktır. Bir kimsenin arzuları başka bir kişininkiyle tam tamına uyum

içinde olmaktan çok uzaktır. Borsada iki rakip şu veya bu eylemin etkileri

konusunda tümüyle aynı fikirde olabilirler; ancak bu pratikte de uyuma yol

açmaz; çünkü ikisi de ötekinin zararı pahasına zengin olmayı arzu etmektedir.

Ancak bu durumda bile, doğacak olumsuz sonuçların büyük bölümü rasyonellik

sayesinde önlenebilir. Yüzünü beğenmediği için öfkeyle burnunu kesen bir

kişinin davranışının irrasyonel olduğunu söyleriz. İrrasyoneldir;

çünkü duygularına kapılarak o anda şiddetle hissettiği arzusunu yerine

getirmekle, kendisi için uzun vadede daha önemli olan özlemlerinin

engelleneceğini unutmuştur. İnsanlar rasyonel olsalardı, kendilerine neyin

yararlı olduğunu şimdikinden çok daha doğru olarak görürlerdi.

 

Eğer bütün insanlar bilinçli olarak kişisel çıkarları doğrultusunda

davransalardı dünya da şimdiki durumuna kıyasla bir cennet olurdu.

Hareketlerimizi yönlendirme açısından kişisel çıkarlardan daha iyi birşey

olmadığını söylemiyorum; ancak kişisel çıkarın da, başkalarının

iyiliği için özveride bulunma örneğinde olduğu gibi, bilerek gözetildiğinde,

bilmeden gözetildiği durumdakinden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Düzenli bir

toplumda, başkalarının zararına olan bir şeyin, onu yapan kişinin çıkarına

olması pek enderdir. Bir insan rasyonellikten uzaklaştığı ölçüde, başkalarını

inciten şeylerin kendisini de inciteceğini göremez; çünkü nefret

ve haset onu körleştirmiştir. Bu nedenle, bilerek gözetilen kişisel çıkarın

en yüce ahlak ilkesi olduğunu savunmuyorsam da, eğer yaygın olarak

benimsenirse dünyanın şimdi olduğundan çok daha iyi bir dünya olacağında

ısrar ediyorum.

 

Günlük yaşamda rasyonellik, sadece o anda güçlü olan arzularımızı değil,

içinde bulunulan duruma ilişkin bütün isteklerimizi anımsama alışkanlığı

olarak tanımlanabilir. Fikirlerin rasyonelliğinde olduğu gibi bu da bir ölçü

sorunudur. Tam bir rasyonellik, kuşkusuz, erişilmesi olanaksız bir idealdir.

Bununla beraber, bazı insanları deli olarak nitelediğimiz sürece, bazı

insanların diğerlerinden daha rasyonel olduğunu varsaydığımız ortadadır.

Dünyadaki elle tutulur her türlü iyiye gidişin, pratik ve teorik

rasyonalizmin güçlenmesinden kaynaklandığı kanısındayım. Altruistik (Kendi

yararını gözetmeksizin başkalarının iyiliğini düşünme; bencilliğin karşıtı.(Ç.N.))

bir ahlak öğütlemek, bana biraz da yararsız görünüyor; çünkü böyle bir öğüt onu zaten

benimsemiş olanlar dışında kimseye çekici gelmeyecektir. Ancak rasyonelliği

öğütlemek biraz farklıdır; çünkü, bizim kendi arzularımız her ne ise,

rasyonellik genellikle onları gerçekleştirmemize yardımcı olur. Bir

kimse, aklının arzularını algıladığı ve onlara egemen olduğu ölçüde

rasyoneldir. Sonuç olarak inanıyorum ki, en önemli şey aklımızın eylemlerimize

egemen olmasıdır; bilim, birbirimize zarar verme olanaklarını artırdıkça

toplumsal yaşamın sürmesini olanaklı kılan da bu olacaktır. Eğitim, basın,

politika, din -kısacası dünyanın en etkili güçleri- şu anda irrasyonellikle

eleledir. Bu güçler Kral Demos'u yoldan çıkarmak için ona övgüler yağdıran

kişilerin elindedir. Çare, gerçekleştirilmesi çok zor olan sosyal ve siyasal

değişimlerde değil; bireylerin komşuları ve dünya ile olan ilişkilerine daha

akıllıca ve dengeli bir bakış açısı getirme çabalarında yatmaktadır.

Dünyamızın çekmekte olduğu sıkıntıların çözümünü, günden güne yaygınlaşmakta

olan rasyonalizmde aramamız gerekir.

 

 

Sorgulayan Denemeler Bertrand Russell

 

Çeviri: Nermin Arık

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

rasyonalist akım, materyalist felsefe akımıyla beraber kendisine bir çıkış bulmuştur çünkü, aklın önemli olduğu ve temel kavramın insandan kaynaklandığı düşüncesi hem rasyonalistlerin hem de materyalistlerin fikirleridir.

 

İrrasyonallerin karşı çıktığı, akılın bütün hayatımıza eğemen olduğu düşüncesi rasyonalistlerin savunusunun temel direğidir ki bence de doğru olan budur...

 

 

yazı için tşk. sılent..:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...