Jump to content

Sanat Manifestoları


birunsatan

Önerilen Mesajlar

Fütürizm Bildirisi (Manifestosu)

1. Biz tehlikeye karşı duyduğumuz sevgiyi, enerjiyi ve atılganlığa duyduğumuz yakınlığı yüceltmek istiyoruz.

 

2. Yüreklilik, gözüpeklik ve başkaldırı, bizim yazımızın en temel ögeleri olacaktır.

 

3. Bugüne dek yazın, düşünce tembelliğinden, kendisinden geçmeden ve uykudan övgü ile söz etmiştir. Biz ise şimdi saldırgan devrimi, ateşli uykusuzluğu, koşar adımı, ölüm taklasını, tokadı ve yumruğu övüyoruz.

 

4. Dünyanın güzelliğinin, yeni bir güzellikle daha da zenginleştiğini açıklıyoruz: Bu güzellik, hızın güzelliğidir. Karoserisini, içine çektiği havanın etkisi ile patlayacakmış görüntüsü veren yılan benzeri boruların süslediği bir yarış arabası (…) motoru ısıtılırken son derece yüksek bir gürültü çıkaran araba, Samothrakeli Nike'dan daha güzeldir.

 

5. İdeal ekseni, kendi yörüngesinde hızla ilerleyen dünyayı dolaşan dümeni elinde bulunduran insanı yüceltmek istiyoruz.

 

6. Yazar, temel elementlerinin ateşli tutkularını çoğaltmak için gönüllü ve içtenlikle kendine vermekten çekinmemelidir.

 

7. Güzellik artık yalnızca savaşımda sözkonusudur. Saldırgan özelliklerden yoksun bir yapıt, başyapıt olamaz. Yazın, insanların önünde saygıyla eğilmelerini sağlamak amacı ile bilinmeyen güçlere yapılan bir saldırı olarak algılanmalıdır.

 

8. Biz çağımızın en son aşamasında bulunuyoruz! (…) Olanaksızlığın gizemli kapılarını açmak için neden geriye bakalım? Zaman ve mekan dün yok olmuştur. Bizler artık mutlak olanda yaşıyoruz, çünkü artık sonsuz ve herzaman için var olacak olan hızı yaratmış bulunuyoruz.

 

9. Müzeleri, kitaplıkları ve her türlü akademiyi yıkmak ve ahlakçılığa, feminizme ve belli çıkarlar ve amaçlardan kaynaklanan korkaklığa karşı savaş açmak istiyoruz.

 

10. Çalışan, eğlenen ve ayaklananlara neden olan büyük insan kitlelerini yüceltmek istiyoruz; çağdaş başkentlerdeki renkli ve çok sesli devrimci akımları yüceltmek istiyoruz; göz kamaştıran elektrikli aylar tarafından aydınlatılan silah depolarını ve tersanelerini, dumanlı yılanlara benzer trenleri yutan istasyonları; göğe yükselen dumanlarıyla bulutlara asılı duran fabrikaları, dev aletleri gibi nehirlerin iki yakasını birleştiren ve güneş ışığında bıçak gibi parlayan köprüleri, göğü inleten ve serüvenler peşinde koşan vapurları, raylarda, borularla çevrelenmiş dev çelik beygirler gibi koşmakta olan geniş göğüslü lokomatifleri ve rüzgarda bir bayrak gibi sallanan ve coşkulu bir topluluğun alkışını andıran pervanesiyle göklerde kayarcasına uçan uçakları yüceltmek istiyoruız.

 

(20 Ocak 1909'da "Le Figaro" Gazetesinde F.T. Marinetti'nin yayınladığı "Le Futurisme" bildirisi.)

"20. Yüzyılda Tiyatro" çev. Aziz Çalışlar.

 

 

DOGMA 95 MANİFESTOSU: SADELİK YEMİNİ

(Kopenhag, Pazartesi, 13 Mart 1995'te Lars Von Trier ve Thomas Vinterberg tarafından DOGME95 adına imzalanmıştır.)

 

 

1) Çekimler stüdyo dışında yapılmalı. (Hikaye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında uygun bir mekan seçilmeli.)

 

2) Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemeli ya da tersi. (Sahne içinde üretiliyor olmadığı sürece müzik kullanılmamalı.)

 

3) Kamera, el kamerası olmalı. El kamerasıyla elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (Film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli, kamera filmin olduğu yerde olmalı.)

 

4) Film, renkli olmalı. Özel ışıklandırma kullanılamaz. (Çekilecek sahnede filmin pozlandırması için çok az ışık varsa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kullanılmalı.)

 

5) Optik numaralar ve filtreler yasaktır.

 

6) Film, gelişigüzel aksiyon içermemeli. (Öldürme, silahlar, vb. bulunmamalı.)

 

7) Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (Film, şimdi ve burada geçmelidir.)

 

8) Tür filmleri kabul edilemez.

 

9) Film formatı 35 mm olmalı.

 

10) Yönetmen, jenerikte belirtilmemeli

 

(kaynak yok, e-posta ile geldi.)

 

 

DADA HİÇBİR ANLAMA GELMEZ

"Ya onu önemsiz bulurlarsa, ya hiçbir anlam taşımayan bir sözcükle zaman harcamak istemezlerse...Bu insanların kafalarında dönüp duran ilk düşünce bakteriyolojik türdendir. Sözcüğün en azından etimolojik, tarihsel ya da psikolojik kökenini bulma düşüncesidir.

 

Gazetelerden Krou zencilerinin kutsal bir ineğin kuyruğunu Dada olarak adlandırdıklarını öğreniyoruz. İtalya'nın kimi bölgelerinde anneye ve kübe dada denir. Rusça'da ve Rumencede de dada tahta at ve sütanne (dadı) anlamlarında kullanılır. Bilgiç gazeteciler dada sözcüğünde bebekler için yaratılmış bir sanat görür, günün "Küçük Çocuklarını Çağıran İsa Kılıklı" hazretler, Dada'da kuru ve gürültücü, gürültücü ve monoton bir ilkelliğe dönüşü bulurlar. Duyarlık, bir tek sözcük üstüne kurulmaz...

 

Bir sanat yapıtı hiçbir zaman nesnel olarak herkes için karar yoluyla güzel olamaz. Öyleyse eleştiri yararsızdır, her kişi için öznel olarak ve en küçük bir genellik izi taşımaksızın vardır. Bütün insanlığa ilişkin ortak psişik temelin bulunmuş olduğuna mı inanmaktadır?..."Yakınını sev" ilkesi bir aldatmacadır.

 

"Kendini tanı" bir ütopyadır ama daha kabul edilebilir bir şeydir, çünkü kötülüğü içerir. Acımak yok. Katliamdan sonra bize arınmış bir insanlık umudu kalır. Ben hep kendimden söz ediyorum çünkü ikna etmek istemiyorum, başkalarını da kendi ırmağıma sürüklemeye hiç hakkım yok; kimseyi beni izlemeye zorlamam ben ve herkes sanatını kendi bildiği gibi yapar...Dada toplumdan bağımsız olma, toplu karşı güvensizlik olma gereksiniminden doğdu. Bize ait olanlar özgürlüklerini koruyorlar. Hiçbir kuram tanımayız biz. Biçimse fikir laboratuarları olan kübist ve fütürist akademilerden bıktık artık. Para kazanmak ve kibar burjuvaları okşamak için mi sanat yapılır? ...

 

Düzen=düzensizlik ; ben=ben olmayan, doğrulama=yadsıma: Bir mutlak sanatın yüce parıltılarıdır bunlar...

 

Ailenin bir yadsıması durumuna gelmeye elverişli olan her tiksinti ürünü Dada'dır...;yaratıklar arasından güçsüzlerin dansı olan mantığın ortadan kaldırılması Dada'dır; her hiyerarşinin ve uşaklarımız tarafından, değerler için kurulan her toplumsal denklemin ortadan kaldırılması Dada'dır; her nesne, bütün nesneler, duygular ve karanlıklar, hortlaklar ve paralel çizgilerin kesin şoku savaşmak için araçtır: İşte bu da Dada'dır; belleğin ortadan kaldırılması Dada'dır; arkeolojinin ortadan kaldırılması Dada'dır; yalvaçların ortadan kaldırılması Dada'dır; geleceğin ortadan kaldırılması Dada'dır; doğallığın dolaysız ürünü olan her tanrıdaki tartışmasız mutlak inanç Dada'dır..."

 

Tristan Tzara

 

Modernizmin Serüveni

1998, Hazırlayan, Enis Batur, İstanbul:YKY, çev. Sema Rıfat

 

 

Radyo Sanatı Manifestosu

 

 

 

Dadaist yazar Raoul Hausmann 1935 yılında kendi

romanından alıntıları biraraya getirerek bir gösteri hazırlar. Detaylarla yüklenmiş metin, betimlemeler bakımından da oldukca zengindir. Akustik vurgulara fazlasıyla önem veren bu sunum, Moholy-Nagy'nin önemine değindiği oluşumun ilk habercisidir. Tanınmış edebiyatçıların çoğu kendilerini bu yeni oluşumun dışında tutsalar da -William Burroughs bu durumu korkuya bağlar- maceraperest sanatçıların katkılarıyla, geçen 65 yılda radyo sanatı sadece kendini geliştirmekle kalmaz, katıksız bir sanat formundan melez sanat formlarına yakınlaşırken yeni medyanın kullanımıyla yeni formların oluşumuna katkıda bulunur. Bugün hala radyo sanatının/edebiyatının benimsenmişliğinden, yaygınlığından bahsedilemese de, kitle iletişimi, yenilik ve yaratılıcılıkta teknoloji kullanımına ve kavramsal bir devrime kaynak oluşturduğu kesindir. Radyo sanatı en basit tanımıyla, gerçekleştirilmesi ve dinleyiciye ulaştırılması büyük ölçüde radyo teknolojisiyle sağlanan sunumlardır. En katıksız şekliyle radyo sanatı, radyofonik malzemelerin (radyo yayınlarından yapılan alıntılar) radyofonik teknolojiyle harmanlanıp dağıtılmasıdır. Ancak radyo sanatı nadir olarak katıksız biçimde karşımıza çıkar. Yaygın olan ise çoğunlukla diğer sanat formları ve onların kullandığı malzemelerle (ses ve müzik kayıtları, canlı okunan veya kaydedilmiş metinler gibi) zenginleştirilmiş bir yapıdır. Stockhausen'la birlikte Almanya'nın en önemli çağdaş bestecilerinden biri olarak anılan Georg Katzer'in 1985 yılında gerçekleştirdiği, 1933-45 yılları arasında, Nazi Almanya'sının radyo yayınlarından bir kolaj olarak tasarladıgı "Aide Memoire" katışıksız yapıya örnek gösterilebilir. Öte yandan Alman yazar ve şair Andreas Ammer 1997'de Bayer Radyosu için gerçekleştirdiği "Odysseus7"da radyo kayıtları, insan sesi, elektronik cihazlar, vurmalı çalgılar, gitar ve thereminin yani sıra kostüm, dekor gibi görsel malzemeler de kullanır. Kısacası radyo sanatı farklı malzemeler kullanılarak gerçekleştirilen ancak dinleyiciye ulaştırılması sadece radyo teknolojisiyle sağlanan sanattır. 1998 yılında ORF Kunstradio'nun gerçekleştirdiği Kunst in der Stadt II/Immersive Sound etkinlikleri dahilinde Robert Adrian X tarafından yayınlanan radyo sanatı manifestosunda da, radyo sanatı 12 maddeden olusan esnek bir çerçeve içine şu şekilde yerlestirilir:

 

 

1. Radyo sanatı, radyonun bir sanat medyumu olarak kullanılmasıdır.

2. Radyo sanatı yapım stüdyolarında değil, duyulduğu yerde oluşur.

3. Ses kalitesi, kavramsal orijinalliğe göre daha az önem taşır.

4. Radyo sanatı neredeyse hep başka seslerle (ev içi sesleri, trafik, televizyon, çalan telefonlar, oynayan çocuklar gibi) birlikte dinlenir.

5. Radyo sanatı ses sanatı'ndan (sound art) ve müzikten farklıdır. Radyo sanatı radyonun kendisidir.

6. Ses sanatı ve müzik, sırf radyodan yayını yapılıyor diye radyo sanatı olarak düşünülmemelidir.

7. Radyo alanı (radio space) radyonun dinlendiği heryerdir.

8. Radyo sanatı, radyo alanı içinde ses nesneleri kullanılarak yapılan deneylerin tümüdür.

9. Bir radyo eserinin ses kalitesini her dinleyicinin kendi radyosu belirler.

10. Her dinleyici, kendi alanlarının sesiyle birleşen eserin kendisine özel versiyonunu dinler.

11. Radyo sanatçısı, bir radyo eserinin kontrol edilemez bir deneyim olduğunu bilir.

12. Radyo sanatı "radyo" ve "sanat"ın birleşimi anlamına gelmez. Radyo sanatı, sanatı yapanların oluşturduğu radyodur.

 

Ceyda Karamürsel

 

daha detaylı bilgi için http://www.korotonomedya.net adresini gidebilirsiniz...

 

 

 

ANTİ-POP MANİFESTO

PROLOG

Bu bildirge, alternatif bir dünya vaadi değildir. Her hangi bir örgütlenme çabası da. Elbette, provakatiftir ve ajitatiftir. Bu, onun direkt-aksiyonel duruşundan kaynaklanır.

 

SAVE AS

Popüler olan, genel beğeni eşiğinin aritmetik ortalamasıdır ve kitleseldir. Kitlenin, bir yığınsal hacim olarak devamlılık problemi yoktur. Tersine, yarattığı etkiyle yaşam alanını yokedici bir ivmeyle genişletmektir. Popüler-kültür, bir argüman olarak popüler akışın genel izleğidir.

 

GENEL BEGENİYE TOKAT

Estetik bir kaygıdan yola çıkar ve sürtündüğü hacim de 'burasıdır'. Tokat, estetik olanın, asimetrik şok'unu yaratmalıdır. Ezen, yapıştıran bir şok! Kendi, estetik olmakla sorumlu değildir. Hatta, "tiksinti verici" olabilir. Bu onun özündeki elegant duruştan bağımsızdır. Hardcore olan, tokat'ın kendidir. Yaratacağı şok dalgasından sorumsuz, direkt aksiyonel bir olay'dır. Provakasyon ve ajitasyon onun en dinamik hareket alanıdır.

 

ANTİ-POP'UN POPÜLER OLMA RİSKİ VARDIR

Çünkü Popüler olan, tıpkı sistem gibi sıvı-metalimsi bir akışkanlıkla hareket etmektedir. Eğim, onun devinimi için tek ve yeterli nedendir. Eğim, eğer alternatif olan’ın kendiyse, kaçmak boşunadır. Ancak, sıvı-metalin akışkanlığı süreklilik göstereceğinden, göstermek zorunda olduğundan tüm ağırlığıyla alternatif olan'ın üzerinden geçip, kendine yeni yollar yaratacaktır. Geride, aslı olmayan kopyalar bırakarak. Moral değerler dahi bu riski taşımaktadır. Transseksüelite bile.

 

EBEDİKAOS

Sistem'den kaçmak olanaksızdır. Mantıksal dizge oluşturma çabası, insan beyninin birincil uğraşıdır. Rasyonel Mantık, sistemden kopuk değildir, olamaz, varsayılamaz. 'Sistem'e ait olmama' düşüncesi ya da uğraşı, boşunadır. Sistem-dışı olan yalnızca ve yalnızca şizofrenidir.

 

POPÜLER KÜLTÜRE KARŞI KRONİK MUHALEFET

Muhalif. Her durumda. Her hal'de. Hep. Eleştiri ve yaratıcı yıkım için, “daha iyi" bir alternatifin olması gerekmez. Hem de hiç. Kaotik olan'nın yaratıcı dinamizmi, ebedikaos.

 

ACTION DIRECT

Evrim, "her şey olacağına varır" safsatasının kaderci, dikey simetrisidir. Direkt aksiyon ise, evrimsel kendiliğindenciliğe karşı bir şok.

 

DEVRİM DEĞİL MUTASYON!

Sistem'i devrimsel değiştirme düşüncesi, içinde bütüncül dizgeler bütünü taşıdığı için, tahakküm'ün (iktidar olgusunun) oluş halini ortadan kaldırmaz. Dert, tahakküm'ün kendidir. Evrimsel sapma, refleks ataklardan doğar ve sosyal olan'ın içinde alternatif'e dönüşür.

 

ALTERNATİF BİR SEÇENEK DEĞİLDİR. ASLA

Alternatif; bir duruş, bir söz'dür. Genel'in varoluşsal tahakkümü, terördür. Alt-kültür, alternatifin kendidir ve yaşam alanını şiddetle yaratmalıdır. Zorla ve şiddetle. İsyan, yeni bir dünya varetmek için değil, yaşam alanının oluş hali içindir. Alternatif bir dünya değil, alternatif yaşam alanlarıdır sözkonusu olan.

 

 

EVRENSEL BELGİN

www.anti-pop.com.

 

 

 

KÜBİZM'İN MANİFESTOSU

 

Albert Einstein, geliştirdiği görelilik kuramıyla zaman, uzay ve kütle kavramlarını değiştirerek, bilim ve felsefe alanında yepyeni bir çığır açtığı dönemde bundan sanatçının etkilenimi çok çabuk olmuştur.. Kübizm’in kuramsal dayanağını Gertrude Stein, Alfred Jarry ve Guillaume Apollinaire gibi yazar ve şairlerin yapıtlarında yer alan düşünceler oluşturur.

Picasso, Stein’in yeni başlayan yüzyılı “her şeyin paramparça olduğu, yıkıma uğradığı ve yalnızlığa terk edildiği” bir çağ olarak tanımlayan sözlerinden çok etkilenmiş; ve çağının gerçeklerini en iyi biçimde anlatabilecek bir resim dili oluşturma çabası onu Kübizm’e götürmüştür..

 

Picasso’nun Avignonlu Kızlar’ı (1907) ile Braque’ın Çıplak (1907) adlı yapıtı KÜBİZM'in habercisiydi. Özellikle Picaso'nun 'Avignonlu Kızlar'ı Kübizm'in manifestosu niteliğindedir...

 

http://www.iama.gr/artgallery/picasso.jpg

--------------------

Rus fütürizminin temsilcileri 1912 yılında bir manifesto hazırlarlar. Etkisi büyük ve sürekli olur.

 

 

GENEL BEĞENİYE TOKAT

 

Biz, çağımızın yüzüyüz. Çağımızın av borusu, sözcükler sanatında bizimle ses veriyor.

 

Geçmiş daracıktır. Akademi ve Puşkin, hiyerogliflerden daha anlaşılmazdır.

 

Puşkin'i, Dostoyevski'yi, Tolstoy'u, vb.'ni, çağdaşlık gemisinin bordasından fırlatıp atmak gerekir.

 

İlk aşkı unutmayan, sonuncusunu da yaşayamaz.

 

Kim, son aşkını, güven içinde, Balmont'un ıtırlı baştan çıkarıcılıklarına götürür? Acaba bugünün yağız ruhunu yansıtanlar onlar mı?

 

Hangi, alçak, cengaver Briusov'un siyah frankındaki kağıttan zırhı yırtmaktan korkacak? Sakın bilinmez güzellikleri yansıtıyor olmasın.

 

Sayısız Leonid Andreev'lerin yazdığı kitapların pis sümüklerine değen ellerinizi yıkayın.

 

Bütün bu Maksim Gorki, Kuprin, Blok, Sologub, Remizov, Averçenko, Çerny, Kuzmin ve Bunin'lerin ve benzerlerinin, ırmak kıyısında bir evden başka şeye gereksinimleri yok. Kaderin, terzilere layık gördüğü ödüldür bu.

 

Bunların hiçliğini, gökdelenlerin tepesinden seyrediyoruz.

 

Şairlerin şu haklarını kutsamayı buyuruyoruz:

 

1-Sözcükler ve keyfe bağlı üertimle (Yenilik-sözcük), söz dağarcığını oylum olarak büyütmek.

 

2-Şairlerin, kendilerinden önceki dile, önüne geçilmez bir kin duymaları.

 

3-Sizin, beş paralık bir şan şöhretin çalı çırpı süpürgelerinden yaptığınız çelengi, iğrenerek başlarından çıkarmaları.

 

4-Bir ıslık ve kızgınlık denizinin ortasında, ''biz'' sözcüğünün kayasına tutunmaları.

 

Ve şimdilik, şiirlerimiz Siz'in ''Sağduyunu''nuzun ve ''Sağbeni''nizin pis damgasını taşısa da, bu şiirlerde, Özgeçerliliğini (özerkliği) olan Söz'ün Gelecek Yeni Güzelliği'nin Şimşekleri, ilk olarak daha şimdiden titreşmektedir.

 

D.Burliuk, Aleksandr Krutçenykh, V.Mayakovski, V.Hlebnikov

Aralık 1912, Moskova

-------

E.BATUR

Modernizmin Serüveni, YKY, 1997

 

 

FÜTÜRİST BİREŞİMCİ TİYATRO

 

Biz fütürist bireşimci tiyatroyu yaratıyoruz:

BİREŞİM YOLUYLA,

 

yani çok kısa. Sayısız durum, duygu, düşünce, duyunsama, olay ve simge, birkaç dakikaya, birkaç sözcüğü ve davranıya sığdırılır.

 

İnanıyoruz ki, kısalık sayesinde, mekanik yoldan yeni bir tiyatroya ulaşılabili--oldukça hızlı, fazla sözcük gerektirmeyen ve fütürist duyarlılığımıza tümüyle uyan. Bizde bütün bir perde, bir an, yani birkaç saniye sürebilir.Asıl önemli olana indirgenen bireşimsel kısalıyla tiyatro, film'in rekabetine dayanabilir ve onu alt edebilir.

 

ATEKNİK

 

...bireşimci tiyatroyu kurma çabalarımızla biz, Eski Yunandan beri işi kolaylaştıracağına karıştıran, gittikçe doğmatikleşen, aşırı doğrucu ve titiz olan her şeyi boğan teknik yapıyı yıkmak istiyoruz. ÖYLEYSE:

 

1-İzleyici kitlesi alışkanlığı ve çocuksu duyguları gereği, sahnedeki karakterin bir takım olaylarla nasıl oluştuğunu

görmek ve bu yolla karakterin gerçek olduğu kuruntusuna kapılarak sanatsal değerine hayran kalmak istiyor diye BİR SAYFANIN YETERLİ OLDUĞU YERDE YÜZ SAYFA YAZMAK APTALLIKTIR.

 

2-Mutlak tiyatro adeletini savunan o önyargıya karşı gelmemek aptallıktır. Çünkü sanat alanlarına kıyasla çok daha düzenli ve önceden kestirilebilir olaylarla dolu olan yaşam, çoğunlukla dramatik değildir ve bu yönüyle de sahne düzenleri için sayısız olanak sunar. DEĞERLİ OLAN HER ŞEY TİYATRODA KULLANILABİLİR.

 

3-Sonunda sevimsiz karakterin yenildiğini, sevimli olanın yendiğini görmek isteyen kalabalığın ilkelliğini tatmin etmek APTALLIKTIR.

 

4-Olasılığı dikkate almak APTALLIKTIR (o abestir çünkü, değerler ile dahilik onunla uyum içinde değildir).

 

5-Sahnede olan biten her şeyi en ince ayrıntıları ile bile inen bir mantık ile açıklamaya çalışmak APTALLIKTIR, çünkü yaşamda da olguları bütün neden ve sonuçları ile birlikte algılamayız. Çevremizdeki gerçeklik sürekli devinim içindedir ve birbirleriyle ilintili, içiçe geçmiş karmakarışık olayları üstümüze fırlatır. Günlük yaşantımızda sözlü kavganın ancak bölük pörçük kavgalarına üstelik bir an için (sözgelimi tramvayda, cafe ya da istasyonda) tanık olduğumuz ve tinimizin bunları davranı, sözcük, gürültü ve ışık parçalarından oluşan hareketli senfonilermişçesine kaydettiği düşünüldüğünde sahnede iki kişi arasında geçen kavgayı açık ve mantıklı bir sıra içinde yansıtmak aptalca gelir.

 

6-Cresendo buyruğuna uyup başta giriş, sonda vurucu bir etmen amaçlamak APTALLIKTIR.

 

7-Kişinin dehasını, herkesin (aptalların bile) öğrenme, alıştırma ve sabır yoluyla edinebileceği uygulayımların boyunduruğuna sokması APTALLIKTIR.

 

8-ARAŞTIRILMIŞ ALANLARIN TÜMÜYLE DIŞINDA KALAN YARADILIŞIN BOŞLUĞUNA YAPILABİLECEK O DİNAMİK SIÇRAYIŞTAN VAZGEÇMEK APTALLIKTIR.

 

 

DİNAMİK, EŞZAMANLI...

 

yani doğaçlamadan, seziden ve güncellikten oluşan. Biz, bir şeyin değerinin uzun hazırlık evresinden (aylar, yıllar,yüzyıllar) değil, doğaçlamadan (saatler, dakikalar, saniyeler) kaynaklandığına inanıyoruz...

 

 

BAĞIMSIZ, MANTIKDIŞI, GERÇEKDIŞI

fütürist tiyatro bireşimi, keyfince kullandığı öğeleri gerçeklikten alıyor olsa da, mantığın egemenliğine girmeyecek, fotoğraf tekniklerinden uzak duracak, özerk olacak ve ancak kendisine benzeyecek. Ressam ve müzisyen için nasıl çevrelerindeki renk, biçim, tını ve seslerden oluşan dar çerçeveli, ancak yoğun bir yaşam var ise TİYATRO DUYARLILIĞI BULUNAN İNSANLAR İÇİN DE ÖYLESİNE ÖZGÜN BİR GERÇEKLİK VARDIR, DUYULARINI HAREKETLE SARSAN: TİYATRO ÇEVRESİ, diyorum ben bu gerçekliğe.

 

FÜTÜRİST TİYATRO, fütürist bireşimciliğin ''VARYETE'' ve ''AĞIRLIK, KİTLE VE SANATSAL DAHİLİĞİN BEDELİ'' başlıklı bildirgelrinde tanımlanan SON DERECE YAŞAMSAL İKİ AKIMINDAN MEYDANA GELİR: 1) GÜNCEL, HIZLI, PARÇACIKLI, ZARİF, KARMAŞIK, AZGIN, ADALELİ, UÇARI VE FÜTÜRİST YAŞAMA DUYDUĞUMUZ SONSUZ TUTKU. 2) SANATÇININ DEHASINA HİÇBİR MANTIK, GELENEK, AHLAK, UYGULAYIM YA DA KAZANÇ YAPTIRIMI YÜKLEMEYEN, 0'NA YALNIZCA AKILCI ENERJİLERE YENİ İFADE BİÇİMLERİ YARATMA GÖREVİ VEREN, BİREŞİMCİ ÇAĞDAŞ VE SANAT ANLAYIŞIMIZ. FÜTÜRİST TİYATRO izleyicisini oluşturmayı, yani o'na gündelik yaşamın tekdüzeliğini unutturmayı bilecektir.

 

Bunun için izleyicinin DUYULARI, HİÇ BEKLENMEDİK, ALIŞILMADIK BİÇİMDE BAĞDAŞTIRILMIŞ OLAN ALGILAYIŞLARIN OLUŞTURDUĞU BİR LABİRENTTEN GEÇİRİLİR.

 

FÜTÜRİST TİYATRO, her akşam yinelenen bir idam olacak ve halkımızın tinini önündeki gelecekçi yılın zorkullarına hazırlayacaktır.

 

.........

20.Yüzyılda Tiyatro, Aziz Çalışlar, mitosboyut,1993, syf.73-75

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İKİ DADA BİLDİRİSİ

ANDRE BRETON

 

 

I

Sorun’un tarihsel öyküsü ikinci derecede önemli. Dada’nın nerede ve ne zaman doğduğunu bilmek olanaksız. Aramızdan birinin ona vermekten hoşlandığı bu adın tam anlamıyla anlaşılmaz olmak gibi bir üstünlüğü var.

 

Kübizm bir resim okulu olmuştu, fütürizm siyasal bir hareket: Dada ise bir anlayıştır. Birini öbürünün karşıtı olarak ileri sürmek cahilliği ya da kötü niyeti gösterir.

 

Din konusunda özgür düşüncenin bir kiliseyle hiçbir benzerliği yoktur. Dada da sanat konusunda özgür düşüncedir.

 

Okullarda metinlerle ve müzelere yapılan gezilerle ilgili açıklamalar dua gibi ezberletilip okutulduğu sürece bizler despotluk var diye bağırıp duracağız ve töreni bozmaya çalışacağız.

 

Dada hiçbir şeye adamaz kendini, ne aşka ne de işe. Bir insanın yeryüzünden geçerken kendinden bir iz bırakması kabul edilemez bir şeydir.

 

Dada yalnızca içgüdüyü benimsediğinden açıklamayı önsel olarak mahkum eder. Ona göre, kendi üstümüzde hiçbir denetimin bulanmasına izin vermemeliyiz. Ahlak ve zevk gibi dogmalar söz konusu bile olamaz.

 

II

Bizler gazeteleri tıpkı ölümlüler gibi okuruz. Hiç kimseyi üzmek istemiyoruz. Ama Dada sözcüğünün cinaslara kolayca konu olabileceği de rahatça söylenebilir. Hatta biz biraz da bu yüzden benimsedik bu sözcüğü. Biz, herhangi bir konuyu, öncelikle de şu ‘’biz’’ konusunu ciddi olarak ele alıp inceleme yolunu bilmiyoruz. Dada üstüne yasılan her şey bizim hoşumuza gitsin diye yazılıyor. Uğruna tüm sanat eleştirisini feda etmeyeceğimiz hiçbir önemsiz gazete haberi yoktur bizim için. Son olarak, saavaş basını, mareşal Foch’un bir dalavereci, başkan Wılson’u da bir aptal olarak görmemizi engellemedi.

 

Bizim istediğimiz de zaten görünüşümüze göre yargılanmak. Her yerde benim gözlük taktığım anlatılıyor. Size niçin taktığımı itiraf etsem bana kesinlikle inanmazsınız. Bir dilbilgisi örneğinin anısına takıyorum gözlüğü: ‘’Burunlar gözlükleri taşımak için yaratılmıştır; ben bu nedenle gözlüklüyüm.’’ Nasıl dersiniz? Ha! Evet! Bu bize yeni bir şey vermez.

 

Pierre bir insandır. Ama Dada gerçekliği diye bir şey yoktur. Yapılacak tek şey bir tümce söylemektir, böylece karşıt tümce de Dada olur. Tristan Tzara’nın tütüncüde dili tutulmuş bir durumda bir sigara istediğini gördüm. Orada ne cvardı bilmiyorum. Philippe Soupault’nun da ispirto ve temizlik malzemesi satılan dükkanlara girip ısrarla canlı kuşlar istemesi hala kulaklarımdadır. Ben de, şu anda, belki de düş görmekteyim.

 

Kırmızı renkli bir mayasız ayin ekmeği sonuçta beyaz renkli bir mayasız ayin ekmeğinin yerini tutar. Dada sizi cenete göndereceğini vaat etmez. Önsel olarak yazın ve resim alanlarında bir Dada yaşyapıtının doğmasını beklemek gülünç olur. Biz özellikle tutuculuktan nefret etsek de doğal olarak, hiçbir toplumsal iyileş(tir)menin olabileceğine inanmayız. ‘’Ne pahasına olursa olsun barış’’ savaş döneminde Dada’nın parolasıydı, tıpkı barış döneminde ‘’Ne pahasına olursa olsun savaş’’ın Dada’nın parolası olması gibi.

 

Çelişki hala görünüşten ve kuşkusuz en çekici görünüşten başka bir şey değil. Ben konuşuyorum ve söyleyecek hiçbir şeyim yok. En küçük bir tutkumun bulunduğunu düşünmüyorum: Bununla birlikte size canlılık kazanıyormuşum gibi gelir. Nasıl olur da sağ böğrümün sol, sol böğrümün de sağ böğrümün gölgesi olduğu düşüncesi beni tam anlamıyla hareket edemez bir hale getirmez? Sözcüğün en geniş anlamıyla, bizler şair geçiniyoruz, çünkü her şeyden önce, en kötü uzlaşma olan dile saldırıyoruz. İnsan pekala ‘’Merhaba’’ sözcüğünü bilebilir de bir yıllık ayrılıktan sonra yeniden kavuştuğu kadına ‘’Elveda’’ diyebilir.

 

Sözlerimi bitirirken yalnızca pragmatik türden itirazları göz önüne almak istiyorum. Dada size karşı sizin kendi düşünme biçiminizi kullanarak savaşır. Eğer biz sizleri bütün güzellik, sevgi, gerçeklik ve adalet dinlerinin öğrettiklerine inanmanın inanmamaktan çok daha yararlı olduğunu iddia etmeye zorluyorsak, bunu kendi seçtiğimiz alanda, yani kuşku alanında, bizimle karşılaşmayı kabul ederek Dada’ya bütünüyle bağlı olmaktan korkmadığınız için yapıyoruz.

 

Çeviren: S.R

 

Modernizmin Serüveni,

Haz: Enis Batur

Yky, 6 baskı. Syf, 319,320

 

 

GERÇEKÜSTÜCÜ NESNE

Salvador Dali

 

 

En küçük bir mekanik işlev görmeye elverişli olan bu nesneler, bilinçsiz edimlerin gerçekleştirilmesinden kaynaklanabilecek hayaller ve tasarımlar üstünde temellenir.

 

(...)İncelenen her durumda, bu edimler açıkça belirgin olan erotik fantezilere ve arzulara denk düşer.

 

Bu arzuların somutlaşması, yerine geçme ve eğretileme yoluyla nesnelleşme biçimleri, simgesel olarak gerçekleşmeleri cinsel sapkınlığın örnek sürecini oluşturur; bu süreç her bakımdan şiirsel olgu sürecine benzer.

 

Müzeler, kısa sürede, nesnelerle dolup taşacak; bu nesneler, yararsızlıkları, büyüklükleri ve kapladıkları yer yüzünden, çöllerde onları içine alacak özel kulelerin yapılmasını zorunlu kılacak. Bu kulelerin kapıları ustaca silinip gidecek ve yerlerinde musluğundan gerçek sütün sürekli olarak akacağı bir çeşme yer alacak; bu süt de kızgın kum tarafından açgözlülükle emilecek.

 

Bilginin bu çağında ekmek kabukları insanların madeni ayakkabıları altında ezilecek, sonra da kirletilecek ve mürekkebe bulanacak.

 

Beynin kültürü arzunun kültürüyle özdeşleşecek.

 

 

Modernizmin Serüveni,

E.Batur, syf.340. Çeviren: S.R

 

 

27 MART DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ

"Bu yılki 27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi'ni, Gazeteci-Yazar Zeynep Oral hazırladı. Bildiri, 27 Mart'ta bütün tiyatrolarda oyunlardan önce okunacak. Bildiriye, tiyatroyu seven sevmeyen herkese ve tiyatroya emek veren tiyatroculara selam vererek başlayan Oral, tiyatrocuları ''kahramanlar'' olarak niteledi. Oral, ''Karanlık bir salonda soluğunu tutmuş perdenin açılmasını bekleyenlerin karşısında tüm benliklerini, yeteneklerini, birikimlerini, yaratıcılıklarını, düş güçlerini, düşüncelerini ve duyarlılıklarını tiyatro sanatına adamış insanlara, ben günümüzde 'kahraman' diyorum. Karşılığı olsa olsa bir avuç alkışla ödenen bir kahramanlık onlarınki...'' dedi. Günümüzde dünyanın ve Türkiye'nin zorlu bir süreçten geçtiğini, savaşların, işgallerin tehdidinde, şiddetin tırmandığı bir dönem yaşandığını ifade eden Oral, bildiride şöyle diyor: ''Yeryüzündeki en değerli nimet insan yaşamı bunca risk altındayken, belki daha da büyük bir tehdit; yaşam biçimlerindeki, düşünce biçimlerindeki uçurumdan geliyor. Her geçen gün daha da büyüyen bu uçurum, ayrımcılıkla körükleniyor. Ekonomik ayrımcılı politik ayrımcılık, toplumsal ayrımcılık, cinsiyet ayrımcılığı, inanç,düşünce ayrımcılığı... Güçlü varsayılanın güçsüz diye bilinene baskı uyguladığı, haklarını gasp ettiği, aşağıladığı bir ortamdayız. Hadi bilemediniz, güçsüzün ya da ötekinin umursanmadığı, yok sayıldığı, görmezden, duymazdan gelindiği bir ortam... Bu ortamda, tiyatronun her zamankinden daha büyük bir işlevi var. 'Sahne kir tutmaz' diyordu Muhsin Ertuğrul Hocamız. Yalanı, dolanı, talanı, yozluğu, yolsuzluğu, dalkavukluğu, kaba gücü, adaletsizliği, çıkar ilişkilerini de tutmaz sahne, geri püskürtür.'' "TİYATRONUN ÖZÜNDEKİ YAŞAMSAL GÜÇ..." Zeynep Oral, sanatlar içinde insandan insana en dolaysız ilişkiyi,iletişimi, etkileşimi kuran tiyatroda, sahnedeki insanlarla salondaki insanlar arasında sözcüklerin ve imgelerin ''gel-git''iyle yaratılan sinerjinin, bunlara geçit vermeyeceğini, tersine bu sinerjiden bir yaşamsal güç doğacağını ifade etti. Oral, bildiriyi şu sözlerle tamamladı: ''Tiyatronun özündeki bu yaşamsal güç, insanı insan yapan değerleri yüceltir. İnsanın yaratıcılığını körükler. Tüm o ayrımcılığameydan okur. İnsanın kendini aşmasına yol açar. Ötekine, güçsüze karşısürdürülen baskıya, haksızlığa, aşağılamaya isyan eder, tepki gösterr. İnsanın toplumsal belleğini geliştirirken onu adalete, özgürlüğe yöneltir. İnsanın kendi içindeki cevheri yakalamasına yol açar. İnsanın ve dünyanın değişebileceği umudunu yeşertir. Belki biz, koltuklarına gömülmüş oyun izleyen ölümlü izleyiciler, kahkahalarımız ya da gözyaşlarımız arasında o anda bütün bunların bilincinde değilizdir. Ama tiyatro büyüsü dediğimiz şey, zamana meydan okuyarak, için için işler ve yaşamımıza eklenir. Ben, kadınların oldum olası anıların ve geleceğin bekçisi olduklarına inandım. Tiyatro tutkunu bir insan, bir kadın olarak 'Yaşasın Tiyatro' diyorum.''

 

DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.

YAŞASIN SANAT.

 

 

 

İLK DÜNYA TİYATROLAR GÜNÜ BİLDİRİSİ.

 

 

1962

 

JEAN COCTEAU

 

Ne tuhaftır, tarih zamanla şeklini kaybeder, buna karşılık, efsane zamanla kuvvetlenir. Bunu en iyi tiyatro sahnesinde anlarız.

 

Bir Hint Fakir’i çıkagelse de koca bir tiyatro salonuna hiç fena olmazdı. Ne yazık ki ortada böyle bir Hint Fakir’i yok. Bir topluluğu büyülemek gördüğü rüyayı başkalarına aktarmak işi dönüp dolaşıp yazarın karınca kaderince kendi imkanlarına kalıyor. Çünkü uyku ve rüya, herkese, kendi iç dünyasına göre, yeni zenginlikler getirebilmektedir. Tiyatro, bu hüneri taklit ederken, seyirciden çocukça bir uysallık ister. Çünkü en iyi seyirci, bu gün de, kukla oyunlarının küçük seyircileridir. Bizim seyircilerimiz bu seviyeye ancak o böbürlü tutumlarını bıraktıkları, kendilerini oyuna kaptırıp söz gelişi, Oidipus’a: “Iokaste ile evlenme, o senin anan diyebildikleri gün erişeceklerdir.

 

Ama o kadar uzağa gitmeye lüzum yok. Seyircilerin içinde bugün bile büyük bir çoğunluk, benliklerinden sıyrılıp, kendilerine yabancı bir fikri benimsemekte, o fikre katılabilmektedirler. Bunlar nerdeyse çocuk ruhlu bir tek insan olabilmekte, kendi düşünce ve inançlarını, oyunun sonunda geri almak üzere, vestiyere bırakabilmektedirler.

 

Gerçek hayranlık, paylaşılan bir düşe karşı duyulan hayranlık değildir. Gerçek hayranlık, asıl kendimizi paylaşmadığımız fikirlere kaptırdığımız, onları sanki bizden çıkmış gibi benimsediğimiz zaman doğar.

 

0 halde bu bir çeşit aşktır. Tıpkı aşkta olduğu gibi, birbirine karşıt olanların uyuşup anlaşmasıdır. Büyük oyuncu, aslında, metni hemen oracıkta ve sanki herkes için ayrı ayrı uyduruyormuş, yakıştırıyormuş duygusunu veren insan olduğuna göre, tiyatronun özelliği de bu çeşitten bir eriyip kaynaşma değil de nedir?

 

Fazla bencilliklerinden ötürü kolay kolay büyülenmeyen Fransızlar bile, Paris’te Milletler Tiyatrosu’nu kurmakla, en küçük hafifliğe kapılmadan eğlenme susuzluğunu, açlığını ispat etmiş oldular.

 

Her milletten değerli oyuncu toplulukları bu Tiyatro‘ya kendi dillerinin şaheserlerini getirmekte, sırf oyunlarının kuvvetiyle ve repertuarlarıyla kendi dillerine ve alışkanlıklarına kapanıp başkalarının dillerine, hallerine, meselelerine ilgi göstermeyecekleri sanılan seyircileri hayran bırakmaya muvaffak olurlar.

 

İşte DÜNYA TİYATRO GÜNÜ, tekil ile çoğulun, öznel ile nesnelin, bilinç ile bilinçaltı’nın birbirleriyle derinden kaynaştığı önemli bir olaydır; bu uyuşma ve kaynaşmadan insanı büyüleyici olağanüstü yaratıklar doğar.

 

Fikirlerin birbirlerine uzak ve yabancı kalması, dillerin ortaya çıkardığı duvarlar, nice anlaşmazlıkların kaynağı olmuş, bugün de olmaktadır. İşte tiyatronun geniş imkanları, bu engelleri ortadan kaldırmaya çalışmaktadır

 

Dünya Tiyatro Günü yoluyla bütün milletler, karşılıklı zenginliklerinin bilincine varacak, büyük ölçüde bir barış hamlesi içinde kaynaşacaklardır.

 

Niçe’nin bir sözü var : “Dünyaınn yüzünü değiştiren bütün fikirler hep güvercin kanadı altında gelir.” diyor. Bugüne kadar belki de çoğu zaman sınırlı olarak sırf hoşa gitsin diye kullanılan tiyatrodan gençlik, bundan böyle parlak ve canlı bir Sorbon Üniversitesi gibi faydalanacak, etli kemikli konuşmalar duyarak, kuru incelemenin yorgunlukları içinde asıl kuvvetini kaybeden ve zayıflayan şaheserlerin gerçek değerini tadacaktır.

 

Şunu da söyleyeyim: makine uygarlığı, tiyatroyu öldürmüş diyorlar. İnanmıyorum buna ben. Milletlerarası Tiyatro Enstitüsü’nün kendi adına konuşma ödevini bana vermiş olmasından faydalanarak, eskiden krallar hakkında kullanılan bir sözü (biraz değiştirerek) şöylece tekrarlayacağım:

 

“Tiyatro öldüyse, YAŞASİN TİYATRO…”

--------------------

Dünya Tiyatrolar Günü Uluslararası bildirisi Mısırlı yazar El Assal'dan

 

Assal'ın bildirisi şöyle:...

 

"Tiyatro bütün sanatların babasıdır. Bu, kimsenin karşı çıkamayacağı bir gerçektir ve bu nedenle benim bir ve tek tutkumdur.

 

Ben her zaman, oyun yazarlarının kendilerini soylu, insani duyguları olan kişiler olarak ayırt ettiklerine inanmışımdır. Böylece onların iletisi insanlara, kendilerini aşmalarına, bozgunlardan ve sömürülmekten kurtulmalarına ve dolayısıyla saygınlık duygusu kazanmalarına yardımcı olurlar. Oyun yazarlarının bu ereğe ulaşmaları ve insanları etkileyebilmeleri için, işlerine tümüyle egemen ve sanatsal anlatım biçemleri üstünde tam bir denetime sahip olmaları gerekmektedir. Yoksa iletileri, rüzgârların esintileriyle dağılacak ve arkada hiçbir iz bırakmayacak, böylece amaca ulaşılamayacaktır. Çünkü her sanat yapıtında, sanatçının iletisi, her zaman, insani adalete, anlatımın olgunlaşmasına ve gerçek olana yöneltilmiştir. Bu nedenle, bu etmenlerden birinin ötekilere baskın çıktığını düşünmek yanlış olur.

 

Tiyatronun, gereksiz süslemelerden arınmış sağlam yapılar üstüne kurulduğunu, diyalogların kesin, özlü ve gevezelikten uzak olması gerektiğini söylerler. Bu nedenlerle, egosundan kopamayan, bunun sonucu olarak kendini nesnellikle anlatamayan kadın doğasıyla uyuşmadığını da söylerler. Söylerler! Buna yanıtım: Dokuz ay boyunca dölyatağında yeni bir yaşam taşıyabilen kadın, sağlam yapılı ve tutarlı bir oyun da yaratabilir. Bir tek koşulla: Gerçek bir oyun yazarı olmalı.

 

Şükürler olsun ki Pirandello, Bernard Shaw, Brecht ve daha başkalarıyla başlayan, absurd, reddeden, deneysel – öncü tiyatronun yenileşme dalgalarıyla ilerleyen çağdaş tiyatro, kendini geleneksel biçimlerden kurtararak özgürleşti. Günümüzde artık, bir yazarın geleneksel biçimde yazdığı pek enderdir.

 

İlk oyunumda ( Women without Masks- Maskesiz Kadınlar), çağdaş oyunlarda çok bilinen oyun içinde oyun yöntemini seçtim. Maskesiz Kadınlar, bir çığlık ve bir soruyla başlıyordu. Çünkü onlarca, dahası belki yüzlerce yıldan beri sözcüklere gebe olduğumu duyumsuyordum. Acaba , boğmaya çalıştığım en içsel kişiliğimin özgürleşmesinin ve sözümü var olmaya doğru yöneltmenin sancıları için zaman mı gelmişti ? Kendi sözüm…tutkum… çocukluğum…çocuğum ! Onun, yakınmalardan ve iç çekişlerinden uzak sesini dinliyorum. Ezilmiş, aşağılanmış bir ses. Yankıları, kuşaktan kuşağa yansılanan bir ses. İnsanlık tarihinde vicdan, zulümlerin ve köleliğin ağır yükünü taşımaktadır.

 

Ben ruhumun derinliklerinden gelmeyen tek tümceyi bile yazmayı reddettim. Kadın gerçeğini ve kadının verici gücünü anlatmayan tek tümceyi. Bu nedenledir ki kalemimden, zayıflık ve bozgun aktaran tek satır yazmaması için, ayrıca gerçeğin karşısında korkak davrandığımı duyumsarsa bana boyun eğmeyi reddetmesi için ant içmesini istedim. Ondan, kadınlara daha yakınlaşmam ve onların sesi olmak yoluyla, olabildiğince en çok sayıda kadının, benim de paylaştığım yaşamlarını ortaya koyabilmem için bana yardımcı olmasını istedim.

 

Böylece, zamanla biriken pastan kendimizi kurtararak birbirimizin önünde tüm çıplaklığımızla durmalıyız. İnsani gücümüzü ortaya koymaktan yoksun bırakan olaylar ve durumlar karşısında sesimizi yükseltmeliyiz.

 

Son olarak tiyatronun, insanoğlunun yolunu aydınlatan bir ışık olduğuna inanıyorum. Seyirciyle bizim aramızda sıcaklık yaratarak organik bir bağ oluşmasını sağlayan bir ışık - yazılı metin veya sahnede oynanan oyunla kurulan iletişim.

 

 

Dışavurumculuk Dolaylarında

......

 

''MAVİ SÜVARİ'' ALMANAĞI

 

 

Büyük bir çağ başlıyor, başladı bile: Düşünsel ''uyanış'', ''kaybolmuş denge''nin yeniden kazanılması yönündeki eğilim, düşünsel filizlenmelerin kaçınılmaz zorunluluğu, ilk çiçeklerin açılışı çağı.

 

İnsanlığın şimdiye kadar görüp geçirdiği en büyük çağlardan birinin, Büyük Düşensel Çağ'ın kapısında durmaktayız.

 

Düşünsel ortamın, içindeki düşün tohumunun boy vermesi için gereken besini sağlayacak ve hatta şimdiden sağlamakta olan ''yeni'' unsurları, sözümona en yoğun gelişmenin, maddi alandaki ''büyük zafer''in yaşandığı ve yakın yıllarda kaparmış olduğumuz XIX.yüzyılda belli belirsiz oluşmaya başlamıştı.

 

Sanat, edebiyat ve hatta ''pozitif'' bilimler bu ''yeni'' çağa yönelişin çeşitli aşamalarında bulunuyorlar. Ama hepsi onun egemenliği altındalar.

 

Gerek bu yönelişle doğrudan ilintisi olan sanat olaylarını, gerekse düşünsel yaşamın başka alanlarında yer alan ve bu olayların aydınlatmada gerekli olan olgularını yansıtmak en büyük amacımızdır.

 

Okur böylece sayılarımızda, dıştan birbirlerine yabancı gibi görünseler de, sözünü ettiğimiz bağlam bakımından içsel bir akrabalık ilişkisi içinde olan yapıtlar bulacaktır. Bizizm ilgimizi çeken, bizim sözünü ettiğimiz yapıt belirli, kabul edilmiş, Ortodoks bir dış biçime sahip (ve çokluk sadece böyle bir biçim olarak var olan) yapıt değil, Büyük Yöneliş'le ilintili bir iç yaşamı olan bir yapıttır. Böyle olması da doğaldır, çünkü biz ölü değil, canlı olanı istiyoruz. Nasıl canlı sesin yankısı sadece, belirli hiçbir iç zorunluluğu yaratmadığı, boş bir biçimse, her dönemde görüldüğü gibi gelecekte de, böyle içsel bir zorunluluktan kaynaklanan yapıtların boş yankıları bol bol ortaya çıkacaktır. Bunlar kof, başıboş yalanlar olarak düşünsel havayı zehirler, sallantıdaki beyinleri yanlış yollara sürükler [hileleriyle düşünceyi yaşama değil, ölüme götürürler. Bizse, elimizdeki bütün olanakları kullanarak bu hilkarlığın kofluğunu göstermeye çalışacağız. Bu da ikinci amacımız].

 

Sanat sorunlarında ilk başta sanatçının kendisinin de söz sahibi olması doğaldır. Bu yüzden sayılarımıza katkıda bulunanlar çoğunluka sanatçılar olacak, böylece daha önce susup saklamak zorunda kaldıkları her şeyi sarbetçe söyleme fırsatına kavuşacaklardır. İşte bunun için, içten içe bizim amaçlarımızı paylaşan sanatçıları bize kardeşçe seslenmeye çağırıyoruz. Biz bu geniş kapsamlı çağrıyı yaparken bizimle olan ilişkide resmiyetin kendiliğinden kalkacağına inanıyoruz.

 

Sanatçının sonuçte kendileri için çalıştığı ve sanatçı-olmayanlar ya da izlerçevre gibi adlar altında kendilerine pek ender olarak söz düşen insanların, düşüncelerini ve sanat duyumlarını dile getirmeleri de aynı şekilde doğaldır. Bunun için o yönden gelecek her ciddi ifadeye yer vermeye hazırız. Gönderilen kısa ve serbest yazılar da ''Sesler'' sütununda yayımlanacaktır.

 

[sanatın bugünkü durumunda, sanatçıyla izlerçevre arasındaki bağlantı öğesini de gözden ırak tutamayız. Bu, içindeki hastalıklarıyla birlikte, eleştiridir. Sanatın ciddi yorumcuları arasına, günlük gazetelerin gelişmesiyle, izlerçevreye doğru uzanan bir köprü yerine, boş laflarıyla onun önünde yükselen bir duvar oluşturan bir sürü değersiz unsur kalmıştır. Yalnız sanatçıya değil izlerçevreye de, bugünkü eleştirinin çarpık suratına güçlü bir ışık altında görme fırsatını verebilmek için bu zavallı ve ve zararlı etkinliğe de belli bir sütun ayıracağız.]

 

Yapıtların hangi saatte geleceği hiç belli olmadığı ve canlı olaylar insanların siparişi üzerine vuku bulamayacağı için sayılarımız belli bir süreye bağlı olarak değil, önemli şeyler biriktikçe çıkacaktır.

 

Herhalde, uluslararasılık ilkesinin bizim için mümkün tek ilke olduğunu ayrıca vurgulamaya ihtiyaç olmasa gerek. Ama günümüzde şunun da belirtilmesi gerekiyor: Kendi başına bir halk bütünün yaratıcılarından sadece biridir ve bütünün ta kendisi olarak asla görülmez. Ulusal olan da, aynı kişisel olan gibi, her büyük yapıta kendiliğinden yansır. Ama bu yansıma da yan nitelikte bir renktir. Bütüncül yapıt, ki adına sanat diyoruz, sınırlar ve halklar tanımaz, insanlığı tanır.

 

Yazı Kurulu

Vassili Kandinski, Franz Marc

 

 

..........

''Yazı Kurulu'nun daktiloyla yazılmış önsözü; Kandinski'nin, Musee Natıonal d'Art moderne, Paris'te ''Mavi Süvari''de sergilenen Almanca ve Fransızca baskı proları; tarihi. Ekim 1911.

 

 

...

Modernizmin Serüveni.

 

 

MARCEL DUCHAMP VE READY-MADE

Marcel Duchamp

 

 

Daha 1913'te bisiklet tekerleğini mutfak taburesine takmak ve onun dönüşünü seyretmek gibi eşsiz bir düşünceye kapılmıştım.

 

Bir kaç ay sonra ucuza bir kış manzarası satın aldım, ufka biri kırmızı öbürü sarı iki küçük tuş vurduktan sonra resmi ''Eczane'' diye nitelendirdim.

 

1915'te NewYork'ta bir hırdavatçıdan kar küreği satın aldım, üstüne de ''Kol kırılması olasılığına karşı'' diye yazdım.

 

Söz konusu sunuş biçimini adlandırmak için Ready-Made sözcüğünü kullanmak işte o sıralarda geldi aklıma.

 

Çok açık seçik olarak ortaya koymak istediğim bir nokta var; diyeceğim, bu ready-made'lerin seçimini ben kesinlikle estetik nitelikli herhangi bir büyük zevkin etkisiyle zorla benimsemedim. Bu seçim, aynı andaki tam bir zevklilik ya da zevksizlik yokluğuyla... aslında tam bir uyuşukluk olgusuyla uygunluk içinde olan görsel bir kayıtsızlık tepkisi üstünde temellenmişti.

 

Önemli bir özellik vardı: Yeri geldiğinde ready-made'in üstüne yazdığım kısa bir tümceydi bu.

 

Söz konusu tümce, tıpkı bir başlık gibi, nesneyi betimleyecek yerde izleyicinin düşüncesini daha dilsel olan başka bölgelere sürüklemeye yöneliktir. Kimi zaman da sunuşla ilgili grafik nitelikli bir ayrıntı ekliyordum: Bunu da, ses-yinelemelerine olan düşkünlüğümü karşılamak için ''ready-made aided'' olarak adlandırıyordum.

 

Bir başka sefer de sanat ile ready-mede'ler arasında var olan temel çatışkıyı belirgin kılmak amacıyla bir reciprocal ready-made tasarladım: Tasarı Rembrant'ın bir tablosunu ütü masası olarak kullanmaktı!

 

Bu anlatım biçimini ayrım gözetmeden yeniden sunmanın yaratabileceği tehlikeyi çok erken farketmiştim, bu yüzden ready-made'lerin yıllık üretimini çok az sayıda tutmaya karar verdim. O dönemde, sanatçıdan daha çok izleyici için, sanatın alışkanlık yapan bir ilaç olduğunu farketmiştim, ready-made'lerimi de bu tür bir bulaşmaya karşı korumak istiyordum.

 

Ready-made'in bir başka özelliği de benzersiz bir yapının olmayışıdır... Bir ready-made'in kopyası aynı mesajı aktarır; aslında günümüzdeki ready-made'lerin neredeyse hiçbiri terimin kabul edilen anlamıyla özgün ürün değildir.

 

Egomanyak nitelikli bu konuşmayı bitirirken son bir açıklama daha yapmak istiyorum: Sonuç olarak, tıpkı sanatçının kullandığı boya tüplerinin mamul ve hasır olması gibi dünyadaki bütün tualllerin de teady-made aided olduğu söylemek gerekir.

 

.......

M.Serüveni

 

 

 

SANATÇI

Kazimir Maleviç

 

 

 

Görünmeyen ve bitip tükenmeyen formlar evrenini gözümün önüne getiriyorum.

 

Sönsuz evren, bana görünmeyende yer alıyor.

Ben kendimden söz edeceğim; çünkü başkalarının, evreni nasıl tasarımladığını bilmiyorum.

 

Hemcinslerimin her biri, evreni kendine göre tasarımlıyor.

Ve çoğunluk, hazırlop olanı benimsiyor.

Renk sanatçısı, ses sanatçısı ve oylum sanatçısı.

Gizli evreni keşfeden ve onu gerçeğe dönüştüren kişilerdir.

Giz, ortaya serilmiş bir gerçeklik olarak ortada duruyor ve her gerçeklik sonsuz olarak çeşitli çokşekilli.

 

İnsan, sanatçı tarafından keşfedildi ve yüzyıllar sonra yetkinliğe ulaştı.

Sanatçı, evreni keşfeder ve onu insana sunar.

Daha önceki sanatçılar, gün ışığının canlılığını, sisleri bilmiyorlardı.

İnsan ve hayvan şematikti.

Bu sanatçılar, peyzajları ve gökyüzünün yaprakları üzerindeki yansısını da görmüyorlardı.

Böylece herkes birbirinden sonsuzcasına farklı görünüyordu.

Ve dostunun göremediği şeyi, yani kendi görünümünü anlatıyordu.

İlkel sanatçıdan günümüze kadar bütün tablolar bir araya getirilirse:

Evrenin evrenin form olarak nasıl evrildiği ve şimdi ne gibi ilginç ekler yapıldığı görülecektir.

 

Evrenin ya da nesnenin sınırın bir başka tarzda gören olaganüstü kişiler, bir iletim aracı yarattılar ve sınıra ilişkin bir dizi yorumu çoğaltarak ve gördüklerini daha da parçalara ayırarak, kendilerinden daha küçük kişileri, bu araçlarla uyandırdılar.

 

Bundan ötürü, şeylerin evrenin çerçekçiliğinin keşfedilmesi, bir bölümüyle sanatçıya aittir.

 

Buna eşit bir başka bölüm de, şeyleri başka bir biçimde ve ressamınkine karşıt bir tarzda, gören bir başka keşfediciye aittir.

 

Böylece, elde edilen sonuçlar topluluğundan, bütün olarak şeyler dünyasının bir tasarımını ediniyoruz.

 

Dolayısıyla, sanatçının, şeyler arasında bulunması zorunludur; çünkü, yeni bir görünümü, doğanın yeni simetrisini keşfeden sanatçıdır ve sanatçı güzellik denen şeyi keşfeder.

 

Ama güzellik, eğitimin ve alışkanlığın ürünüdür; başlangıçta kimi zaman çirkin olan şey, güzel haline gelir; güzellik ikincildir.

 

Başka bir deyişle, duyuların rahatlığı içine hemen yuvarlanan şey, benimsenen ve güzel-olan haline gelir. Bundan ötürü sanat'ta, yeni bir tipin belli bir takım formları, bir protestoya yol açar. Ve bunlar kabullenilmezler.

 

Ama kabullenilmez-olan, var olması dolayısıyla, duyuların rahatlığına sızıverir. ve ergeç kaçınılmaz olduğundan, rahatlığı yıkar ve özümlenmiş şeyler arasında kendine bir yer bulur.

 

Birçok sanatçı, evreni görerek ve onun içine daha derinlemesine girerek, önceki günün hala canlı olan tasarımınıyıktıkları için karşı-yıkıcı oldular.

 

Önceki günün tasarımının ortadan kalkışı ağır ağır gerçekleşmeden önce, bu sanatçılar, şeylerin oluşturduğu ve içinde bulundukları çevreyi zorla bir yana atıyorlar ve yenisini kuruyorlardı.

 

Ama sanatçılar, yıllarca yalnız yaşadılar ve hiç kimse onların barınağında dinlenemiyordu.

 

Yeni ve katışıksız evren üzerinde düşünerek, ondan başka hiç kimse yüzünü gösteren Cennet'e doğru yürümüyordu. Birçok talihli lul onun kişiliğinde ölüp gitti ve yerli yığınlar ancak onların ölümünden sonra oraya baskın veriyorlar, gizin örtüsünü keşfediyorlar ve evrene, sanatçının gözleriyle bakıyorlardı.

 

Sanatçı, evreni başka türlü görmüyorsa, bu görüm sadece onun görümü değilse (çünkü onun gördüğü başkalarının görümüne benzemez) yaratış nedir ki?*

 

---------------------------------------------------

 

Kazimir Maleviç'ten (1878-1935) arta kalan yazılar, sayılamayacak çoktur. Burada sunduğumuz metin, bilinenlerin en eskisinden biridir. 1914-1915'te yazıldığı sanılıyor. 1915 yılının sonunda K.S.Maleviç'in ilk broşürü Kübizmden ve Fütürizmden Süpramatizme. Yeni resimsel gerçekçilik, yayımlanıyordu.

 

-------------------------------------------------

M.Serüveni. Enis Batur. Syf.196-197

-------------------------------------------------

*Bu metin birebir bildiri niteliğinde değildir.

 

 

PLATON

 

Platon'un (İ.Ö.427-348)sanat konusundaki düşünceleri sistemli bir bütün içinde (bu yüzden manifesto niteliği taşımamakla birlikte, genel olarak Platon'un görüşleri manifesto mantığını da taşımaktadır) sunulmamıştır.

 

Onun bu konudaki görüşleri, felsefesindeki gelişime koşut olarak her dönemde farklı özellikler gösterir. Platon, Gençlik Dialogları'nda şiiri kutsal bir ürün saymış, fakat şairlerin esinle yazdıklarını, yaptıkları işin bilincinde olmadıklarını, eserlerinin Tanrıdan gelme olduğunu ileri sürmüştür. Platon, felsefesinin ikinci dönemi olan Geçit Dialogları'nda ise, güzelin tanımı yapmaya, güzelin ne olmadığını belirtmeye çalışır. Olgunluk Dialogları'nda sanatın kullanım değeri üstünde durmuş olan Düşünür, sanatın gerçeklere yaklaşamadığını ileri sürmüştür.

 

Platon'a göre dram sanatının seyircide uyandırdığı coşku da sağlıklı değildir. Kişinin doğru düşünmesini engeller. Yaşlılık Dialogları'nda Platon, evrenin temelde yatan düzene koşut olarak, sanatın da matematiksel bir düzeni olduğunu kabul etmiştir. Bu dönemde, insanda güzele karşı uyanan hoşlanma duygusunun güzeldeki uyumdan ileri, güzellik ölçütlerinin orantı, düzen ve uyum olduğu ifade edilmiştir. Ancak, güzel ile sanat yapıtı arasında yeterince sağlam bir bağıntı kurulmuş değildir. Platon'un tiyatro sanatına da uyguladığı görüşleri şöyledir:

 

* ŞİİR SANATI ESİN ÜRÜNÜDÜR,

BİLİNÇLİ BİR GERÇEK BİLGİSİ SAĞLAMAZ.

 

*SANAT TAKLİTTİR, İDEALAR DÜNYASINI AYDINLATMAZ.

 

*SANAT DİZGİNLENMESİ GEREKEN HEYECANLARI UYANDIRIR.

 

*SANAT ÖLÜMSÜZLÜĞE KAVUŞMA İSTEĞİNİN ÜRÜNÜDÜR.

SANATÇI ESERİNİ GÜZELİ ARARKEN YARATIR.

 

*SANATTAN İNSANLARI EĞİTMEKTE YARARLANILABİLİNİR.

 

 

 

(Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Sevda Şener.)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BİRİNCİ SÜRREALİST MANİFESTO

1929

ANDRE BRETON

 

Andre Breton

(1896-1966)

1920'lerde ve 1930'larda yayılan gerçeküstücülük akımının kurucusu ve en önemli temsilcisidir.

1924'te Sürrealizmin temel ilkelerini açıkladığı Manifeste du Surrealizme'de hareketi ''sözle, yazıyla ya da başka bir biçimde düşüncenin gerçek işleyişini dile getirmeyi amaçlayan katıksız ruhsal bir otomatizm'' olarak tanımlıyordu. 1930'da yayımladığı Second Manifeste du Surrealizme'de işi felsefe boyuta taşıdı ve sürrealist ilkelerden uzaklaştıkları gerekçesiyle Antonin Artoud, Philippe Soupault, Robet Desnos gibi yazarların bu hareketten çıkardığını açıkladı. Daha sonra Prolegomenes a un troisieme manifeste'yi (üçüncü bildirgeye giriş) yayımladı.

 

 

''Biz ortaya çıkmadan önce bu sözcüğün hiçbir geçerliliği olmadığı kuşku götürmediğinden, bizim onu anladığımız özel anlamda (bağlamda) SÜRREALİZM kelimesini kullanma hakkımıza karşı çıkanlar son derece sahtekar bir yaklaşımda bulunuyorlar. Bu nedenle, sözcüğü ilk ve son defa tanımlıyorum.

 

SÜRREALİZM, (isim). Kişinin, düşüncenin gerçek işleyişini sözel olarak, yazılı bir sözcük aracılığıyla ya da başka herhangi bir şekilde ifade etmeyi seçtiği katıksız halinde psişik kendiliğinden oluş (felsefe, özdevim). Estetik veya ahlaki kaygılardan muaf olarak, mantık tarafından uygulanan hiçbir kontrolün geçerli olmadığı, düşüncenin dikte edildiği bir düzlem.

 

ANSİKLOPEDİ, Felsefe. Sürrealizm, daha önceleri ihmal edilmiş birtakım çağrışım biçimlerinin fevkalade gerçekliğine, rüyaların mutlak kudretine, tarafsız düşünce oyunlarına yönelik inancı esas alır. Diğer tüm psişik mekanizmaları ilk ve son olarak yıkma ve hayatın temel sorunlarını çözümlemek adına bunların yerine kendisini koyma eğilimindedir. Aşağıda adı geçenler MUTLAK SÜRREALİZM eylemlerinde bulunmuşlardır: Baylar, Aragon, Baron, Boinffard, Breton, Carrive, Crevel, Delteil; Desnos, Eluard, Gerard, Limbour, Malkine, Morise, Naville, Noll, Peret, Picon; Soupault, Vitrac.''

 

 

Bu alıntıyı Birinci Sürrealist Manifesto kitabindan yaptım. Tüm manifestoyu okumak isteyenlere tavsiye ederim.

 

Birinci Sürrealist Manifesto (1929)

Andre Breton

Altıkırkbeş Yayın

Eylül 2003

Çeviri: Yeşim Seber Kafa

57 sayfa, 5 milyon.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Konuyu okurken üniversite sınavına hazırlandığım yıllara döndüm. Dadaizm gerçekten ayrı bi kafaya sahip akım. :D Kısaca kuralsızlığı kural edinmişler.

 

Dil ve estetik kurallarını tanımayan, anlatımda başıboş bir yöntem benimseyen, kapalılığı amaçlayan sanat akımıdır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Tristan Tzara adlı gencin öncülüğünde bir grup şair tarafından kurulmuştur. Bu genç şairler, Fransızca'da "oyuncak tahta at" anlamına gelen "Dada" sözcüğünü akımlarına isim olarak seçerler.

Birinci Dünya Savaşının ardından kurulan bir akım olduğundan dönemin karamsarlığı dadaistlere de yansımıştır. Dayandığı temel görüşler dayanaksız olduğu için çok kısa bir süre (1916-1922) varlığını sürdürebilmiştir.

Dadaizm Akımının Özellikleri

1- Dadaistler aklın hiçbir değerinin olmadığına inanırlar.

2- Her şeye kuşkuyla bakan dadaistler çevrelerindeki hiçbir şeyin doğruluğuna ve varlığına inanmazlar.

3- Bu akım, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir.

4- Dadaist sanatçılar, insanları şaşırtmak istemişlerdir.

5- Alışılmış estetik anlayışa karşı çıkarak, dil ve biçimde yeni deneylere girişen dadaistler, dil, biçim, uyak gibi kaygılar taşımaz. Çünkü onlara göre estetiğin hiçbir değeri yoktur.

6- Dadaistler, bilinçsiz bir şekilde hayalle ruhun kontrol edilemeyen boyutlarına kadar ilerleyip karışıklık meydana getirip sanatı bile ortadan kaldırmayı düşünürler.

7- Dadaizmde, bilincin yönünü kaybetmiş bir kuşağın ümitsizliği ve isyanı vardır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...