Jump to content

Muhsin Ertuğrul Yıkılmasın


pithc

Önerilen Mesajlar

malesef Pithc ....

 

Bir süre önce yerine Harbiye Kongre Vadisi ile bağlantılı daha büyük bir tiyatronun yapılması amacıyla yıkılması gündeme gelen, ancak tiyatrocuların tepkileri nedeniyle yıkımı ertelenen Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin ay sonunda yıkılacağı açıklandı.

SAHNE BOŞALTILIYOR!

Harbiye Kongre Vadisi'nin inşaat çalışmalarının Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'nın önünden başlatılması, geçtiğimiz günlerde 'Lüküs Hayat' adlı müzikalin 24. yıl kutlamalarına sahne olan Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin de yavaş yavaş boşaltılmasına yol açtı. Bu binada oynanan oyunlar, ay sonundan itibaren Şehir Tiyatroları'nın Aksaray ve Üsküdar'daki yeni binalarında sahnelenecek. Yönetim ofisleri de buralara taşınacak. Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin yerine 6 katı yerin altında 5 katı ise üstünde olan, 11 katlı ve otopark bağlantılı bir tiyatro yapılacak. Lütfi Kırdar'ın altına ise 3 bin 500 kişilik bir oditoryum kurulacak.

 

www.sabah.com.tr / kültür sanat

http://img.sabah.com.tr/i2/sp.gif

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

lady tskler haber için...ne yalan söylüyeyim sevindim...cunku tiyatro binasını yıkıp tekrar yeni bir tiyatro binası yapılması hosuma gitti...ama bugune kadar yaptıkları seyi yapsalardı yani bugune kadar tarihi degeri olan binaları koruma altına aldılar ve restore ettiler keske tekrardan restore edilseydi...ama bu yine sevindirici bir haber bir tiyatro asıgı olarak cok sevindim...:D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aziz İstanbullu Sanat Severler

Dostlarım Kulak Verin Bana:

Ben butaya Muhsin Ertuğrulu Gömmeye Değil,

Övmeye Değil!

İnsanın yaptığı kötü işler, o öldükten sonra da arkasından

yaşar. İyi işleri ise, çoğu kez kemikleri ile birlikte gömülür.

Varsın Muhsin Ertuğrul için de öyle olsun.

Şehir Tiyatrosu yönetim kurulu üyesi bir hatun kişi: "Hepiniz Kadir

Topbaş'ın malısınız!" dedi.

Şerefli bir memuredir o hanım kuşkusuz!

Şehir Tiyatroluların çoğundan çıt çıkmadı. Medyadan da öyle.

Demek ki Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu da Topbaş'ın malı…

Topbaş: "Yıkacağım, yenisini yapacağım!" dedi. Eee, mal onun,

istediğini yapar yada yapmaz.

Sayın Topbaş şerefli bir insandır. "Muhsin Ertuğrul yıkılsın!" ,diyenlerin hepsi şereflidir.

Tüm "Türkiyeliyim!" diyenler, "Tüm 2.Cumhuriyetçiler!" de

Şereflidirler.

Genel Sanat yönetmeni Nurullah'ın denetiminde projesini

anlatan mimar da öyle: "Bu arsa, üstünde tiyatro yapılmayacak

kadar değerlidir!" mealinde söz söyleyen mimar.

"Zaten öyle olduğu için de üstüne Muhsin Ertuğrul yerleştirilmiştir!"diyen çıkmadı.

Onlar da şereflidir.

Muhsin Ertuğrul benim ustamdı..

Adil davrandı bana ve çoğumuza, önümüzü açtı;

oyuncu, yönetmen, yazar olmamızı sağladı.

Yine de yıkacağım diyor sayın Topbaş,

Haklıdır. Çünki o şerefli bir insandır.

"Leş!" diyor Muhsin Ertuğrul'a Hıncal Uluç, neyin hıncı peşindeyse…

Ama o da şereflidir. İnanmayan Ece Gürsel'e, Şapka Ertekin'e sorsun.

Bazı şerefli insanlar da "Muhteris" gözüyle baktılar Muhsin Ertuğrul'a.

"Onca tiyatro açmak niye? Biri eksik oluversin."

Oysa onun için tiyatro bir mabet, tiyatro yapmak da ibadetti.

"Camileri yıkmayı zinhar günah addeden zihniyet, tiyatroyu

neden yıkar?" diyen ağzı karalar, bu şerefli insanları suçluyor.

"Dram Tiyatrosu elektrik kontağından yandı!" demişti yetkililer.

Onlar da şereflidir.

Oradaydım o gün. Ben çaresizlikten kıvranırken, tiyatronun tam

karşısındaki berber dükkânının camekânı arkasına sığınmış,

sicim gibi gözyaşı döküyordu; Muhsin Ertuğrul. Sanki çok sevdiği evlâdını yitirmiş bir baba gibiydi.

O zamanın Belediye başkanı Dalan – o da şereflidir - "Dramın aynını yapacağım, söz!" diyerek Deneme Sahnesi olarak sığındığımız marangozhaneyi de yıktı.

Belki Dram Tiyatrosu'nu yeniden kuramadı ama kendi adına okullar

zinciri kurdu.

Yurt çapında açtığı tiyatrolar saymakla bitmez Muhsin Ertuğrul'un.

Hepsini yıkmadılar, hepsini yakmadılar. Ama kimilerini fena halde

deforme ettiler.

Tiyatro olarak düzenlediği hisarları, tarihi zindanları, çalgılı gazino yaptılar:

"Roman çalgıcılar eşliğinde,mağaradan türeyen imparatorlar, kuyruğu kesik süperstarlar, organını kestiren develer –diva- icra-yı san'at eyliyorlar."

Oysa biz Rumelihisarı Tiyatro iken: "Çürümüş bir şeyler var Danimarka

Krallığında" diye dövünüp, içimizden:"Türkiye Cumhuriyeti'nde de.." diye

yineliyorduk.

Yedikule Zindanları'nda kurduğu tiyatroda;Yenilikçi Padişah Genç Osman'ın,

katilleri olan yobazlara,gırtlaklanırken haykırdığı sözleri haykırıyorduk:

Bu Dünya Size Kalmaz!

30.Ekim.2007 tarihinde son kez perde! Dedi Muhsin Ertuğrul tiyatrosu. Tozlu Çizmeler adlı oyun sergilendi. Türünün eskimeyen yapıtlarındandır. O da ÇILGIN TÜRKLER'İ anlatır.

Reji olarak her şey kusursuz kotarılmıştı.Hele finalde tüm sahne gerisini kaplayan Türk Bayrağı'nın önünde kalpaklı, mavzerli askerler öyle güzel serpilmişti ki, görülmeye değer. Ama işte o kadar…

Çılgın Türkler, dedim ya, sahnede yılgın oyuncular vardı.

"Bunlar hiç mi devrimi anlatan film seyretmemiş?" diye geçirdim içimden.

Perde kapandı. Salon çılgınca alkışlıyordu Türk Bayrağını.

Sıradan bir gala selâm töreni yapıldı. Alkış yine sürüyordu. Oyunculardan tek tük yanıt geldi. Ben heyecanla bekliyordum:Genel Sanat Yönetmeni bir adım öne çıkacak, alkışları susturarak şöyle diyecek: Tiyatroları yıkmak, vandalizmdir. Yıllardır oturduğum koltuğu, bana çekyat gibi bol gelen Muhsin Ertuğrul'un adını taşıyan tiyatronun yıkılmasına karşıyım ve görevimden istifa ediyorum."

Türk Tiyatro Tarihi'ne onurla geçmek fırsatını böylece kaçırdı bay Tuncer.12 Eylûl'de Şehir Tiyatrosu'nun üçtebirini jurnalliyerek, askeri cuntaya kovduran Vasfi Rıza ve yandaşlarının yanına şimdiden yerleşti.

Sabrı taşan bizim tertip Münir Kutluğ öne çıktı ve özetle:Tiyatrolar yıkılacaksa bırakın alkışla yıkılsın ! dedi ve perde son kez kapandı.

Salon ışıkları yandı.Seyirci salondan çıkmak istemiyordu sanki. Orta sıralardan kesik kesik ama kararlı başlayan alkış sesleri kısa zamanda tüm salona yayıldı.Hem oyuna emeği geçenleri tekrar çağırmak hem de alkışa katılmalarını istiyorlardı: onlarla bütünleşmek, Alkışla bir tiyatro nasıl yıkılırmış dünyaya göstermek istiyorlardı.

Perde yeniden açılınca, sahne işçileri ve birkaç ufak rol sahibi göründü o kadar.Şaşkındılar. Alkışı yadırgamışlardı.

Oysa birkaç ay önce Tandoğan, Çağlayan, Kordon ve onlarca Anadolu kenti aynı alkış temposu ile cumhuriyet karşıtlarını kınamışlardı. .

Bu umursamazlık, Julius Sezar'ın senatoda infaz edilişini getirdi aklıma.Sezar, Brutus'u elikanlı katillerin arasında görünce: Sen de mi Brütüs?! der, sonra acıyla sürdürür: Öyleyse yıkıl Sezar!!!

Peki şimdi bize ne demek düşüyor?

Sen de mi Şehir Tiyatrolu meslaktaşım? Öyleyse yıkıl Muhsin Ertuğrul!!!

alıntıdır...

--------------------

........................................................

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Nihayet sona yaklaşıldı. Rantiyerler, vandallar ve sanat düşmanı barbarların kurduğu üçlü, kutsal ittifakın ‘kazmaları’ Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkımına başladılar. Bu yıkım, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun ‘hayır’ demesine karşın gerçekleştiriliyor. Bu yıkımla beraber hukuk bir kez daha ayaklar altına alınıyor ve mahkeme kararlarına rağmen finans kapitalin üç kağıtçı, sahtekar ve ikiyüzlü yamyam kılıklı figürleri, mahkeme kararının yazılı olduğu kırtasiyelerin üzerine rugan ayakkabılarının ökçesiyle basarak elleri ceplerinde, başları yukarı kalkık, ıslık çalarak ‘kongre vadisi’nde yılışık pozlar veriyorlar. Biraz sonra fink atacaklar vadide. Kazmalar çalışıyor nasıl olsa. Anıtlar Yüksek Kurulu’nun güzide üyeleri de kendi kararlarının arkasında duramamanın acizliği ile sinmiş bir vaziyette, işe yaramadığını bildikleri yeni kararlar almak üzere ‘yemekli toplantıları’na devam ediyorlar ve sadece tıkınıyorlar, utanmazlar. Yürütmeyi durduran hakim de elinde haritayla yeni bir görev yeri beklerken korktuğu başına gelmiyor ve o’da yıkımla beraber rahatlıyor, rüya sona eriyor, hayat devam ediyor.

 

Türkiye, seksen yıllık tarihinde sanatın ve sanat mekanlarının lüzumsuzlaştırıldığı karanlık bir süreci, hiç bir dönemde bu kadar yoğun yaşamadı. Bir yanıyla İstanbul’u 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti ilan etmeye dönük çalışmalar yürütülürken, diğer yanda kültür merkezleri ve tiyatro salonlarını rantiyerlere peşkeş çeken bir zihniyetin tutarsız ve çelişik olarak aynı kentte icraat yürütmesi akıldışı ve absurd değilse nedir. Şimdilerde tahliyesine başlanan Atatürk Kültür Merkezi’ de tadilat gerekçesiyle çelik iskele ve brandayla kuşatılacak ve karanlık inşaatta ‘kazmaların tanrısı’ nasıl bir mimari ve nasıl bir işlevsellikle nasıl bir mekan oluşturacağına karar verecek. Bu tadilatın sonucunda ( eğer gerçekten tadilatsa) her türlü sürprize hazır olmak gerekiyor çünkü barbarın ‘kazması’nın nerede, ne zaman, hangi saikle ve hangi biçimde toplumsalın tepesine ineceği belli olmaz.

 

Hiç düşündünüz mü neden acaba devlet-i aliye’nin başında bulunan (yerelde ve merkezde hükümet eden) kerameti kendinden menkul idarecilerimizin her hangi bir arazi ve boş arsa gereksiniminde akıllarına ilk gelen, okul binaları ve sanat ve kültür merkezleri oluyor.Her halde hükümetler, toplumsal bilinci yerleştiren ve pekiştiren eğitim ve sanat mekanlarını tahrip ederken bilinçli toplum korkusuyla hareket ediyorlar.Otopark lazım ilk okul binasını yıkın depreme dayanıksız diye (sanki kendileri yapmadılar o binayı) ya da yakın kundaklayarak,otel yapılacak müzenin arsasına dalın ya da kazı alanını tahrip ederek araziye yerleşin, iş merkezi yapılacak, kültür merkezini talan edin ve temeline dinamit lokumu yerleştirin ve sonra da yerine spastik akıl düzeneği ile tasarladığınız ucube mimarinin eseri olan gökdeleninizi bal gibi yükseltin.

 

Bu arada bu yıkım kararlarını, kendi maaşlarının artırımları dışında bir araya gelemeyen sanatçılar ve sanatçı örgütlerinin bir kısmı, Lolipop şekerleri ellerinden alınmış ve sindirilmiş çocuklar gibi uzaktan seyrediyorlar. Bir kısmı da harekete geçememenin ezikliği ile kulislerde homurdanıyor ya da geçmiş ve şimdiki yönetimi gıyabında tartıp kıyaslayarak dedikodu mekanizmasının dişlilerine organik ve inorganik yağ sürüyorlar. Bir kısmı da binanın mimari yapısına gönderme yaparak sentetik olanla estetik olanı karıştırarak Kongre Vadisi’ni şehirleşmenin ve modernitenin bir göstergesi olacağı varsayımından hareketle, olup biteni anlamamakta ısrar ederek zavallı sığlığının kurbanı oluyor. Bu arada bu hezeyanlar ve garabetlikleri devam ederken, bırakın sanat üretme olanağının mekansal olarak ellerinden alınmasını dedikodu yapacakları bir ‘kulis’leri de olmayacak farkında değiller.

 

Duyarsızlığın toplumsal düzeyde yaşama alanı bulduğu günümüz Türkiye gerçeğinde, bırakın diğer sanat ve sanatçı örgütleriyle ortak direnişi örgütlemeyi, en yaşamsal konularda ve kendi varlık gerekçelerini ilgilendiren bir kazma harekatı karşısından bile ‘kendi kollarımızdan başka saranımız yok bizim’ şiarıyla bir araya gelip güç birliği oluşturmak gibi zorunlu bir görevle karşı karşıya bırakılmalarına karşın hala ‘eski -yeni’ tartışmasına saplanıp kalmak acizliğin başka türlü bir dışavurumudur ve ahlaki değildir. Hani sanatçı ‘tehlikeyi alnında ilk hisseden kişi’ydi.Yoksa alnınızı mı yitirdiniz!

 

Metin Boran

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...