Jump to content

Büyük İzmir Yangını


boogee

Önerilen Mesajlar

Kurtuluş Savaşı tarihinin en gizemli olaylarından birisi İzmir´in Kurtuluş´un ardından yakılmasıdır. Batılı birçok kaynağa göre, İzmir´i Türkler yakmıştır ama bu iddianın düşmanca olduğu bellidir. İzmir Yangını´nda yanan maddi servetin çok ötesinde aslında Akdeniz´in en önemli kültür ve sanat merkezi yanmış ve bu çok önemli kent bir daha aynı düzeye gelememiştir, İngilizlerin tahriğine kapılan Yunanlılar´ın şuursuz hırsı sonucunda, Antik Çağ´ın kültür mirası küle dönüşürken, günümüze dek uzanan bir nifakın ve anlamsız husumetin tohumları atılmıştır.

 

http://img180.imageshack.us/img180/8964/35213404sb6.png

 

Yangının gizeminin yanısıra, sanki doğa da İzmir´in yanmasını istemiş ve yangın gününe kadar İzmir´de hiç görülmemiş bir fırtına ve rüzgar trajediyi doruğa çıkarmıştır. İzmir faciasını bir de batılıların ağzından ve o anda orada bulunan Amerikalı tanıklardan dinleyelim. 1923 tarihli iki makale, iki Amerikan gazetecisi ve bir yazar tarafından 9 Eylül öncesi ve sonrası gözlenerek kaleme alınmıştır.

 

Tarih, zaten doğası nedeniyle gizem doludur. Bilinen yani yazılmış olan tarih aslında insancadır yani insan kendi yaptıklarını yazarken, güncel yaşamındaki davranışlarını tekrarlar ve olanı olduğu gibi göstermez veya olanlar oldukları gibi yazılmazlar ya da göründükleri gibi yazılmazlar. Tarihçiler ise, eğer egemen güçlere bağımlıysalar zaten hakim gücün arzusu doğrultusunda yazmak zorundadırlar; yok eğer yönetimlerin dışındaysalar o zaman da belli ideolojilerin ya da özgün yorumların tutkunudurlar. Örneğin Heredot´un tarihi, Hellenler´e prim verirken, çağdaşı olan diğer uygarlıklara karşı alaycı ve küçümseyicidir hatta hayalcidir. Anabasis´in yazarı Ksenefenon ise, günce/tarihçe/seyahatnamesinde sanki bir paparazzidir, dişe dokunur bir bilgi etmek için sayfaların arasında koşturup, durursunuz. Bir diğer batı kökenli ciddi hatta akademik bir tarih kitabını elinize aldığınızda örneğin tam Sezar´la ilgili bilgilerinizi geliştirmeye uğraşırken aniden Tevrat kökenli referanslarla karşılaşırsınız oysa daha henüz hiç kimse Tevrat´ın tarih mi yoksa din kitabı mı olduğuna karar verememiştir.

 

Bu hafifliklere karşın resmi tarihçilerin üslubu daha da iç karartıcıdır; Türk Tarih Kurumu´nun yayınladığı gerçekten saygın kaynaklarda ise, herşey kalıplardan ibarettir; olaylar kronolojik düzende altalta değil, yanyana dizilirler ya da arkeolojinin görüş açısı tarihselleştirilmiştir. Oysa, gerekli olan belki de bir sentezdir ama o sentezi oluşturacak olan bilinç henüz oluşmamıştır. Bunun açık kanıtı da, güncel tarihçilerdir.

 

Azize Diana ve Deccal Saddam !

 

Günümüzün tarihi tamamiyle yetkililerin ideolojik düşünceleri, kişisel inançları ya da ait oldukları sistemin güdüleri sonucunda yazılmaktadır. Toktamış Ateş´in yazdığı herhangi bir konudaki tarihsel araştırmayı gelecekte okuyacak olanlar, aynı konuyu yazan Abdurrahman Dilipak´ı da okuduklarında şok geçirecekler; buna her ne kadar yorum veya düşünce özgürlüğü dense de, sonuçta daha önemli olan gerçeğin nerede olduğu ve kimin yazacağı veya anlatacağıdır.

 

Güncel sorunların, bireysel veya örgütsel ya da kurumsal bakış açılarından kayıtlara geçirilmesi, öğretilmesi Yeni Çağ´da insanlığın başına büyük dertler açacak, geçmiş 5.000 yıl öncesinin bilinmeyeninden daha öte sosyo-politik kaoslar doğacaktır. Bilim kurgu romanlarında olduğu gibi, Atatürk peygamber sanılacak, Prenses Diana azize olarak tanımlanacak, Saddam Hüseyin Deccal kabul edilecektir; II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika sineması ve edebiyatı sayesinde, tüm dünya Nazi Almanyası´nı ebedi kötü ilan etmiştir, oysa Naziler´in gücü ele almayı başaran azınlık bir Susurluk çetesi olduğunu ve onların dışında duyguları olan, acı çeken, savaşta ölen milyonlarca Alman´ın daha bulunduğunu kimse aklına getirmemektedir; onlar hakkında, onların duyguları ve çektikleri hakkında çekilen film ve yazılan kitap sayısı yok denecek kadar azdır.

 

Tarih bilimine göre suçları Hitler´e boyun eğmektir ama Orta Çağ´da Fransız, İspanyol ve İtalyan kiliseleri tarafından işkencelerle öldürülen ve diri diri yakılan milyonlarca insanın sorumluluğu bu ülkelere veya bizzat Kilise´ye mal edilmemektedir. Cortez adlı İspanyol eşkiyanın ya da hapishane kaçkını kovboyların birer uygarlığı tümüyle yeryüzünden silmeleri günümüzde sadece ve sadece buruk bir nostaljidir.

 

Artık tarihi medya yazıyor;

 

Çağımızın süper teknolojik medyasının bu tarza daha çok çanak tuttuğu hatta sahip çıktığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Görsel iletişim araçları, gerçek dünyayı saptırmakta, göreceli olarak kurgulamakta, üstelik sanallaştırmaktadırlar. Bir futbol maçında veya rock konserinde, kavga çıkaran birkaç yüz taraftarın ya da eroin kullanan beş-on gencin sergilenmesi, kitlelerin stadyumları arena, rock konserlerini safahat merkezi sanmalarına neden olmaktadır.

 

Kısacası liberal/medya anlayışına ters düşen herşey değiştirilmektedir. Geleceğin dünyalıları, bizleri olduğumuz gibi değil, gösterildiği gibi tanıyacaklar ve değerlendirecekler. Geçmiş yine yukardaki anlatılanların doğrultusunda, genel anlamda saptırılmış. ayrıntılarda ise yanlıştır; örneğin gerek işgal edildiği gün, gerekse de 9 Eylül günü Yunanlılar kaçarken İzmir Kordon´da bulunan benim dedemin anlattıklarıyla, yazılı tarih arasındaki fark, neredeyse kış/yaz kadardır. Bu yazıda da, böyle bir yaklaşımı okuyacaksınız; Kurtuluş Savaşı´nın en karanlık ve en tartışmalı olaylarından birisini hem FENOMEN´in "İnsanlığın Büyük Ayıpları" köşesinde değerlendirecek, hem de batının penceresinden farklı bir görüntüyü seyredeceğiz. Kaynağımız 13 Haziran 1923 tarihli "The Nation" dergisi; anlatanlar ise iki Amerikan gazetecisi;

 

Türk Ordusu zulüm yaptı mı?

 

"Sonuçta, görülüyor ki Türkler´e karşı yapılan suçlamalar ve yalanlamalar daha çok sürecektir; bu nedenle de olayların üzerinden fazla zaman geçmeden araştırmaların yapılması gereklidir, suçlamalar Türk Ordusu´nun İzmir´i ele geçirdiği sırada ve sonrasındaki davranışlarıyla ilgilidir. Olayların tümüyle değerlendirilmesinde kaynak olarak İngiliz ve Amerikan raporları göz önüne alınmıştır oysa tüm bu raporların yazılmasında temel politika tutarlı ve geçerli bir Anti-Türkçülük´tür. Galip Türk Ordusu Ege Bölgesi´ne girdiğinde, Hıristiyan nüfusun aklına ilk gelen, 1919´da Yunanlılar´ın 4.000 müslümanı boğazlamasıydı, hemen büyük bir panik başladı, Hıristiyanlar bir kısım Türkler´in intikamından korunmak için yalvarıyorlar ve korunma istiyorlardı.

 

http://img88.imageshack.us/img88/2320/88835813hm8.png

 

Cenova´da bulunan Milletler Birliği (Council of the League of Nations) Ankara´ya ricacılar yollayarak yumuşak davranılmasını ve Rumlar´a zulüm yapılmamasını istedi. Bu garip bir dönüm noktası veya talihin oyunudur; Milletler Birliği Yunan zulmünü resmen kabul ediyordu; tedrici olarak İzmir´de Yunanlılar´ın düşüşü ve Avrupa´da Hıristiyan ulusların yükselişi aynı dönemdedir. Fakat Yunanlılar´ın geri çekiliş sırasında içinde bulundukları büyük moral çöküş çok kötü davranmalarına neden oldu ve çok etkin olan İngiliz sansürü, gerekeni yaparak basına bir sızma olmasını kesinlikle engelledi. Yenik Yunan Ordusu´nun acımasız yağması ve geri çekilirken her geçtiği yeri yakıp yıkması gittikçe artarken, Komutan İsmet Paşa, öç amaçlayan askerlerini kontrol etmekte zorlanıyordu. Ama yine de elinden geleni yaptı, askerleri vakarları ve disiplinleriyle batılı gözlemcileri derinden etkilemişlerdi. İzmir´e giren ilk Türk birlikleri yağmayı engellemek için hemen bir askeri polis gücü oluşturdular; panik içindeki isterik Rum halkı sakinleştirmek için yapılacak en iyi şey buydu.

 

Yunanlılar korkudan çılgına dönmüştü...

 

London Daily Mail, Chicago Tribune gazetelerinin ve Reuter Ajansı´nın muhabirleri talihsiz kentin en etkili yerlerindeydiler ve yangında Türkler´in izine raslamadılar. Bu gazetecilerin haberlerine ve tanıklıklarına rağmen, hala İzmir´i Türkler´in yaktığı söylenmekte ve inanılmaktadır. Geri çekilme sırasında Yunan Ordusu´nda bulunan Reuter muhabiri, Uşak terkedilirken, Yunanlı bir subayı kenti yakmamaları için uyarmış ama dinletememişti. Haber İzmir´den gazeteye aktarılırken; "Yunan askerlerinin moral bozukluğu çok fazlaydı ama en kötüsü subayların çoğunun yağmayı ve yakıp yıkmayı bizzat yönetmeleri hatta elleriyle yapmalarıydı." Amerikan Kızıl Haç´ından Albay Haskell Orta Doğu´da yaptığı araştırma turundan döndükten sonra yaptığı resmi açıklamada şöyle diyordu; "Amerika, geri çekilen Yunanlılar´ın inatla yakıp yıkmaları yüzünden, evsiz kalan yarım milyon Türk´ü besleyecek, oysa bu yardım orada yaşayan ve yardım bekleyen Rumlarla, Ermeniler yapılacaktı." Amerikan kamuoyunda sayısız yalanla karıştırılan ve yaygınlaştırılan Türk katliamı söylentilerinin kaynağı Yunanlılar´dır ve Türkler barbar değildirler.

 

Kaynak: Arthur Moss ve Florence Gilliam,

"The Nation, 13 Haziran 1923"

 

Yangını İzmirli Ermeniler mi planladı?

 

"Hemen hemen Amerika´da herkes,, İzmir cehennemine neden olan trajedinin Türkler tarafından yazıldığına inanıyor. Ama bu kollektif inanç benim için sürpriz oldu ve inanıyorum ki başkaları için de böyle olmuştur. Milliyetçilik veya politik bağlılık, hangisi olursa olsun, hele bir de o felaketi görüp gelmişseniz, yaşayacağınız sürpriz daha büyük olacaktır. Bilinen en üst düzeydeki savaş suçlamasını, güdülerin etkisinde kalarak Türkler´e karşı yapmak hiç de akılcı bir davranış değil. Evet, onlar İzmir´i aldılar; kent yerinde duruyordu ve Orient bir savaşın en büyük ödülüydü. Kentte yaşayan Türkler yiyecek bulmak, evlerini korumak veya işlerini yürütebilme çabasındaydılar. Çeşitli araç ve gereçleri satan bir dükkan, askerlerin ve halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Hal böyleyken neden kendi ihtiyaçlarını karşılayan yerleri yaksınlar? Bir diğer genel inanç, Ermeniler´in ve Rumlar´ın nefret ettikleri düşmanlarına ganimet bırakmak istemedikleri doğrultusundadır. Yangından birkaç gün önce duyulan bir habere göre ise, bir grup Ermeni genci, eğer kent Türkler´in eline geçerse büyük bir yangını başlatmak için hazırlık yaptığı şeklindeydi.

 

http://img259.imageshack.us/img259/4043/yangbzm0.jpg

 

Bir dehşetin öngörüsü

 

İzmir İtfaiye Şefi Paul Grescovitch endişeliydi, bana geldiğinde yukardaki söylentilerden bahsetti ve Ermeniler´in yapacağı sabotaj olasılığının özellikle üzerinde duruyordu. Olayların akışı ve tarzı son olarak İzmir Rıhtımı´nda yaşanacak büyük bir dehşeti işaret ediyordu. Eylül´ün ilk günlerinde İstanbul Yüksek Komiseri olan Amiral Mark L. Bristol, Acil Yardım Komitesi´ni organize etmeye başladı. Kentin Türkler´in eline geçeceğinden emindi ve kötü şeylerin olacağını öngörüyordu. Kaptan Wolleson komutasındaki Amerikan destroyeri USS Lawrence yardım komitesini İzmir´e taşıdığında ben de komite üyesi olarak içindeydim. 8 Eylül 1922 Cuma akşamı limana varmıştık, kenti terkeden son Yunan askerlerini görüyorduk. ve Önümüze getirilen ciddi sorunları karşılaştırdığımızda, yangın olasılığı tüm komite üyeleri tarafından kabul edildi. Kentte çok yüksek bir gerilim vardı, öğrendiğimize göre kent polisinin ve itfaiyecilerin tümü Rum´du; hepsi korku içindeydiler ve biran önce görevlerini bırakıp, yaklaşan Türk Ordusu´ndan kaçmak istiyorlardı. Görevimi yapmak için durumu gözden geçirmek istiyordum, yangınla mücadele edecek olan ekip iki küçük istasyonda görevli olan 60 kişiden ibaretti.

 

Kundakçılar göçmenlerin arasında mıydı?

 

İyi durumda olan çekilebilir bir yangın arabası (tulumba) ve yarım düzine kadar da el makinesi vardı. Bunlarla rıhtımdan deniz suyu çekilebilir ve hortumlarla iletilebilirdi. Kentte üç katlı bina sayısı çok azdı, büyük çoğunluğu iki katlıydı. Kentte dolaşan bir habere göre, Ermeni Hastanesi´nin çevresinde toplanan 1.500 göçmen Türkler tarafından yakılmıştı. Salı günü öğle öncesinde yardım çağrısı aldık, hastaneye gittim yanımda Dr. Post, iki hemşire ve Yakın Doğu Yardım Ekibi vardı. Oradayken, bir yüzbaşı komutasındaki 15-20 Türk askeri gelerek, hastaneyi askeri amaçlar için kullanmak istediklerini söylediler. Bu arada göçmenler peşpeşe geliyorlardı, bazıları kamyonlara doluşmuştu ve her türden insan vardı. Erkek, kadın, çocuk hepsi hastaneye sığınma çabasındaydı, saat altı olduğunda hem hastane binası, hem bahçe, hem de çevre göçmenlerle dolmuştu.

 

http://img525.imageshack.us/img525/8733/yanglj8.jpg

 

Türk Yüzbaşısının elinde, Komutanlığın verdiği bir yazılı emirler vardı ve hastaneyi işgal güçlerinin yararlanması için biran önce hazırlamak istiyordu. Bize, bu geceden itibaren Türk hasta ve yaralılarının gelecekleri söyledi, ayrıca göçmenler çoğu silahlıydı ve Yüzbaşı silahları toplamak istiyordu; aldığı emirler arasında gerekirse yani göçmenler silahsızlanmayı reddederlerse ateş açmak da vardı. Silahları toplamak için bizlerin de yardımını istiyor ve biz Amerikalılara yani Dr. Post´a, iki hemşireye ve bana güveniyordu.

 

Kanıtlar bulunuyor;

 

Ertesi sabah 13 Eylül Perşembe günüydü ve kritik durum zirveye ulaşmıştı. İtfaiye Şefi Paul Griscovich geldi ve bana eski elbiselerden, paçavralardan, yatak çarşaflarından yapılmış ve benzine bulanmış bohçalar bulduğunu söyledi, bunların bazıları Ermeni göçmenler tarafından yapılmışlar ve terk edilmişlerdi. Grescovich tanık olmam için bana baskı yapıyordu. Onunla beraber üç gün boyunca, Pazar sabahına kadar tartıştık ve araştırdık; çevirmene ihtiyacımız yoktu çünkü İngilizce´yi mükemmel konuşuyordu.

 

Grescovich bir mühendisti, Avusturya´da eğitim görmüş ve Türkiye´de tanınmıştı, 12 yıl önce İzmir İtfaiye Şefi olmuştu ve işinin ehli biriydi. Bana Eylül´ün ilk haftasında kentte günde ortalama beş yangının çıktığını ama kör topal da olsa yetersiz örgütüyle bunların hakkından geldiğini anlattı, yangınların çıkış nedeni çoğunlukla dikkatsizlikti ama bazılarının kundakçılık olduğunu düşünüyordu. Sonuç olarak normal bir dönemdi ve olağandışı birşey yoktu. Türk yetkililerin gelişinden ve kontrolu ele almasından sonra Grescovich adam takviyesi ve yangın malzemesi istemişti. Ama yardım yerine Türk Askeri Valisi, Rumların hala itfaiyeci olarak çalıştıklarını öğrenince hemen tutuklanmalarını emretmişti. Şimdi ise sadece 37 itfaiyeci kalmıştı. Pazar gecesinde, Pazartesi günü ve gecesinde birkaç yangın çıkmış, doğal olarak yangın ekibi yetersiz kalmıştı ama yardıma gelen Türk askerleri yangınları söndürmüşlerdi.

 

Yakalanan bir grup kundakçı;

 

Salı gecesi ve Çarşamba sabahında Türk askerleri bir grup Ermeniyi kurşuna dizdiler; öldürülenler Ermeni mahallesinde, demiryolu yakınında benzin kullanarak yangın çıkarmakla suçlanmışlardı. Çarşamba sabahında Grescovich kundakçılıkla ilgili bazı kanıtlar buldu ve bana iki Ermeni rahibin öncülüğünde Ermeni Okulu ve Dominik Kilisesi´nden gelen binlerce göçmenin rıhtımın çevresine gelerek sığındıklarını bildirdi. Grescovich, onların yanına gittiğinde eşyaların arasında kime ait olduğu belli olmayan benzine bulanmış paçavralar ve yakılmaya hazır meşaleler bulmuştu. İtfaiye Şefi ve adamları durumdan emindiler ve Türk askerlerinin vurduğu genç Ermenilerin bazıları kadın kılığına girmişler, bazıları ise başıbozuk Türk askerlerinin giysilerini giyerek gizlenmişlerdi ama yangını başlatamadan o sabah yakalandılar. Ama artık olaylar akıyordu;

 

http://img525.imageshack.us/img525/5052/kordon2zw0.jpg

 

Kazım Paşa, yangını ciddiye almadı mı?

 

Perşembe sabahı, saat 11:20´de en azından yarım düzine yangın ihbarı geldi, yangınlar yükleme ambarlarının ve yolcu istasyonunun çevresinde başlamıştı. Bu önemli yangınlar binalar arasında durulunca, Türkler´e korunma ve önlem alma zamanı doğdu, aynı zamanda da Hıristiyanların bulunduğu bölgede çıkan yangınlar onların işine gelmişti. Saat 12:00´de Ermeni Hastanesi´nin çevresinde beş yangın daha çıktı, aynı anda Ermeni Kulübü´nün bulunduğu yerde iki yangın daha rapor edildi ve birkaç dakika sonra istasyonun çevresinde birçok yangının daha başladığı haberleri geldi. Öğleden sonra Grescovich, kentin yokolacağına inanmıştı, yine askeri yetkililere giderek yardım istedi ama yardım gelmedi ancak saat altıya gelirken 100 asker Şef´in emrine gönderildi. Saat sekiz olduğunda, askerler bombalarla evleri yıkmaya başlayarak, yangının yayılmasını engellemeye çalışıyorlardı.

 

Ertesi gün öğleden sonra, Başkomutanlığa gittim; Türk Askeri Valisi Kazım Paşa´nın odasının penceresi açıktı ve oradan kentin yanan bölgelerinden yükselen dumanları görebiliyordum. Paşa´nın dikkatini çekmeye çalıştım ama o bana garanti verdi. Vali; "Yangın olasılığını hep düşündüm ve askerlerime gerekli emirleri verdim, yangını durduracaklar." dedi. Komutanlıktan ayrıldım, saat beşte yine buluşmak için Vali Paşa ile randevulaşmıştık fakat yangın çok hızlı yayılıyordu, halk evlerini terk ediyor, yüzlerce insan panik halinde rıntıma doğru kaçıyordu. Saat beşe geldiğinde ortalık o kadar karışmıştı ki, komutanlığa ulaşmanın mümkün olmadığını anladım.

 

Rüzgar da İzmir´e düşmandı

 

Öğleden sonra rüzgar arttı ve güneydoğudan esmeye başladı, bu mevsim için bu normal değildi ve gece olduğunda rüzgar fırtınaya dönüştü. Çevremdeki tanıdığım İzmirliler bana bu aylarda böylesine şiddetli bir rüzgarı asla görmediklerini ve bunun normalötesi bir olay olduğunu söylüyorlardı. Rüzgar yoğun duman ve külleri Amerikan destroyeri US Litchfield´in üzerine savuruyordu, göz gözü görmez olmuştu ve nefes alınamıyordu. Destroyer kıyıdan açılarak 700-800 m. uzağa demirledi. Üç gün sonra Grescovich´i tekrar gördüm, beş gündür uyumamış ve yangınla boğuşmuştu. Beraberce kentin yanan mahallelerini dolaştık, bana söylenen önemli şeyleri not aldım.

 

Lloyd Sigorta Şirketi´nin temsilcisi hasarın büyüklüğünün doğal olmadığını belirtti ama bir ölçüm yapmayı reddetti. Yangından birkaç hafta sonra, Türk yetkililerle konuşma fırsatını buldum; hepsi acı içindeydiler ve filozofça başlarını sallayarak, düşmanların kenti harap ettiklerini söylüyorlardı, kendilerine kızıyor gibiydiler. Yangından sorumlu olduklarını ima ettiler, düşmanı yeterince kontrol edemedikleri için kendilerini sorumlu tutuyordular. Hele çıkarılan dedikodular onları çok kızdırmıştı; bana "Biz niçin kenti yakalım? İzmir bir tüm servetiyle bir hazinedir ve bizimdir. Kaçan Yunan Ordusu ve donanması ardında büyük miktarda askeri malzeme ve yiyecek depoları bıraktı. Bunlar hem halk için, hem de ordu için gerekliydi. Yokolmalarının yanısıra depolar ve istasyonlar da yandı. Denize açılan yani kaçan Rum ve Ermeni kent halkı, bu zengin ve bol malzemeden haberdardılar, ayrıca herşeylerini evlerinde ve dükkanlarında terk etmiştiler. Bütün bunlar tartışmasız ve kesin biçimde bizimdi, Şimdi söyleyin herşeyi yok edecek kadar aptal mıyız biz?" dediler

 

Yangını Türkler çıkarmadı; çünkü...

 

Bana göre ve araştırma notlarımdan çıkan sonuçlar doğrultusunda durum farklıdır. Bu ülke ile ilgili olarak yayın organlarında çok şey yayınlandı hatta Türkler´in Amerikan Konsolosluğu´nun çevresine benzin döktükleri dahi yazıldı. Ben uzun süre oradaydım ve İtfaiye Şefi ile beraber araştırma yapıyordum, Konsolosluğun çevresinde bir damla bile benzin yoktu. Şu da bir gerçek ki, İzmir´deki insanların arasında o anda yani yangın sırasında bulunan en dürüst bir tarihçi bile, birkaç hafta içinde yangından Türkler´in sorumlu olduğuna inanırdı. Bunun nedeni Türkler´in aşırı kayıtsız görünümleridir, belki yeterince dikkatli olmamışlardır. Buna karşın açıkça söylemek gerekirse, Türk askerlerinin yangınla mücadele ederken gösterdikleri trajik çabaya, bizler hepimiz yakından tanığız. Kısacası ne ben, ne de arkadaşlarım Türk askerlerinin veya Türk halkın İzmir´i yaktıklarını ve kentin harab olmasına istediklerini kanıtlayan hatta ima eden hiçbir şey görmedik ve bulamadık. İşaretler başka yöne doğrudur..."

 

Mark O. Prentiss "Amerikalı bir mühendis olan yazar Mark O. Prentiss, Orta Doğu Yardım Ekibindeydi ve yangın esnasında İzmir´de bulunuyordu. Yaşadıklarını ve gördüklerini birçok batılı gazetede yayınladı. Yukarda okuduğunuz metni yazdıktan sonra, 11 Ocak 1923 tarihinde İstanbul Amerikan Elçiliği´nden Amiral Mark L, Bristol´e yolladı."

 

!!!..ALINTIDIR..!!!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...