Jump to content

Soyutlamaların Somutlaştırılması


felidae

Önerilen Mesajlar

SOYUTLAMALARIN SOMUTLAŞTIRILMASI

Bir sanat eserinin ayırt edici karakteristiklerinden biri, hiçbir pratik, maddi amaca hizmet etmemesi, başlı-başına bir amaç olmasıdır. Bir sanat eseri, bir düşünme, tefekkür, tahayyül hali yaratmaktan başka bir amaca hizmet etmez; bu halin zevki, öylesine şiddetli; öylesine derinlemesine kişiseldir ki; insan, bu hali, başka hiçbir amaca araç olmayan bir birincil gibi, başlı-başına yeterli bir deney gibi yaşar; bu hali analiz etmesi istendiğinde, rahatsız olur; böyle bir isteği yerine getirmemekte genellikle direnir; bu öneri, ona, kendi kimliğine, en derin, asli benliğine karşı yapılmış bir saldırı gibi görünür.

Oysa, hiçbir insan duygusu sebepsiz ve indirgenmez değildir. Sanatın yarattığı şiddetli duygu da, ne sebepsiz olabilir; ne indirgenmez olabilir; ne de, duyguların (dolayısiyle değerlerin) kaynağından, yani yaşayan bir varlık olarak insanın ihtiyaçlarından bağımsız olabilir. Sanatın bir amacı vardır ve insani bir ihtiyacı karşılar; ancak, bu ihtiyaç, maddi bir ihtiyaç değildir: insan bilincinin duyduğu bir ihtiyaçtır. Sanat, insanın hayatta varkalması işiyle kopmaz biçimde bağlantılıdır; ancak, hayatta var kalmanın fiziki veçhesiyle değil; fiziki veçhenin başarısını mümkün kılan öbür veçhesiyle bağlantılıdır: bilincin korunması ve varkalması veçhesi.

Sanatın kaynağı, insanın bilgilenme yeteneğinin kavramsal olması olgusundadır. Yani, insanın bilgi elde etmek ve faaliyetlerini yönlendirmek için tek tek algılardan değil, soyutlamalardan hareket ettiği gerçeği, sanatın ortaya çıkış sebebidir.

Sanatın tabiatını ve fonksiyonunu anlamak için, kavramların tabiatı ve fonksiyonu anlaşılmalıdır.

Bir kavram, spesifik bir(kaç) karakteristiğe göre tecrit edilmiş ve belirli bir tanım altında birleştirilmiş iki veya daha fazla birimi temsil eden bir zihni bütünlüktür. İnsan, algısal materyali kavramlar içinde, kavramları geniş ve daha geniş kavramlar içinde organize ederek, sınırsız miktar bilgiyi, o an verili somutlukların ötesine erişen bir bilgiyi kavrayıp göz önünde tutabilir.

Kavramlar, verili herhangi bir anda, sırf algısal olan kapasitenin izin vereceğinden çok daha fazla veriyi, insanın bilinçli haberdarlığının menziline getirebilir. İnsanın algısal haberdarlığının menzili -herhangi bir anda işleme alabileceği algıların sayısı- sınırlıdır. Dört veya beş birimi -mesela, beş ağacı- göz önüne getirebilir. Ama, yüz ağacı veya on ışık yılı mesafeyi göz önüne getiremez. Bu tür bilgiyi işleyebilmesi için varolan tek kapasitesi, kavramsal yeteneğidir.

İnsan, kavramları lisan vasıtasıyla elde tutar. Özel isimler hariç, kullandığımız her kelime, bir kavramı temsil eder; yani, sınırsız sayıda belirli bir tür somutluk yerine geçer. Matematikte (eksi sonsuzdan artı sonsuza) kullanılan bir sayı dizisi gibi; bir kavram da, her iki yönü açık bir dizidir ve o kavramla işaret edilen o özel tür birimlerin hepsini içerir. Mesela, "insan" kavramı, halen yaşayan, geçmişte yaşamış, gelecekte yaşayacak bütün insanları içerir; bu, o kadar büyük sayıda insandır ki, onları incelemek ve haklarında birşey keşfetmek bir yana, hepsinin görsel olarak algılanması bile imkansızdır.

Lisan, soyutlamaları (kavramları), somutluklara dönüştürme -veya daha dakik terimlerle söylenirse: soyutlamaları, somutlukların psiko-epistemolojik eşdeğerlerine dönüştürerek, uğraşılacak spesifik birimlerin sayısını azaltma- psiko-epistemolojik fonksiyonunu ifa eden görsel-işitsel bir semboller sistemidir. (Psiko-epistemoloji, insanın öğrenme süreçlerinin, bilinçli zihin ile bilinç-altının otomatik fonksiyonları arasındaki etkileşim açısından incelenmesidir.)

Bir çocuğun konuşmasından, bir bilim adamının konferansına kadar, herhangi bir yerde geçen bir cümledeki muazzam kavramsal bütünleştirmeyi göz önüne alın. Basit, ostensif (göstererek yapılan) tanımdan başlayarak, giderek yükselen kavramlara varan, hiçbir bilgisayarın alamayacağı kadar karmaşıklaşan bir bilgi hiyerarşisi oluşturan uzun kavramsal zinciri düşünün. İnsanın realite bilgisinin elde edilip muhafaza edilmesi, ancak bu zincirler vasıtasıyla mümkündür.

Bu, yine de, insanın psiko-epistemolojik vazifesinin daha basit olan kısmıdır.

Daha zor olan diğer kısım, bu bilginin tatbik edilmesidir: realite olgularının değerlendirilmesi, amaçların seçilmesi ve buna uygun olarak faaliyetlerin yönetilmesidir. Bunu yapmak için, insanın başka bir kavramlar zincirine ihtiyacı vardır; birinci kavramlar zincirinden (bilgisel zincir) türeyip ona bağlı olan, ama ayrı ve bir anlamda daha karmaşık olan bu zincir: bir normatif (kural koyan) soyutlamalar zinciridir.

Bilgisel soyutlamalar realite olgularını teşhis ederken (kimliklendirirken), normatif soyutlamalar olguları değerlendirip, bir değerler seçeneği ve bir faaliyet çizgisi emreder. Bilgisel soyutlamalar, neyin var olduğu konusuyla uğraşır; normatif soyutlamalar, (insanın seçeneğine açık olan alanlarda) neyin var olması gerektiği konusuyla uğraşır.

Normatif bilim olarak ahlak, felsefenin iki bilgisel dalı üzerine bina olur: metafizik ve epistemoloji. İnsanın ne yapması gerektiğini emretmek için, önce insanın ne olduğu ve nerede olduğu; (bilgilenme araçları dahil) insanın tabiatının ve içinde davrandığı evrenin tabiatının ne olduğu öğrenilmelidir.

Evren, insanın anlayabileceği bir yer midir; yoksa, anlaşılmaz ve bilinemez midir? İnsan, yeryüzünde mutluluk bulabilir mi; yoksa, sıkıntıya ve ümitsizliğe mahkum mudur? İnsanın seçme gücü, amaçlarını seçme ve onlara erişme gücü, hayatının gidişini yönlendirme gücü var mıdır; yoksa, kontrolu dışında olan ama kaderini tayin eden kuvvetlerin çaresiz oyuncağı mıdır? Tabiatı bakımından; insan, iyi olarak mı değerlendirilmelidir; yoksa, kötü olarak nefret mi edilmelidir? Bunlar metafizik sorulardır; fakat, bunlara verilecek cevaplar, insanların hangi tür ahlakı kabul edip tatbik edeceklerini belirler; bu cevaplar, metafizik ile ahlak arasındaki bağlantıdır. Her ne kadar, metafizik, başlı başına normatif bir bilim değilse de; bu kategori sorulara verilecek cevaplar, insan zihninde metafizik değer-yargıları fonksiyonu yerine geçer; çünkü, bu cevaplar, ahlaki değerlerinin tamamına temel teşkil edecektir.

İster bilinçli olarak, isterse bilinç-altı sezgiyle; ister açıkca, isterse zımnen olsun; insan şunları bilir: değerlerini bütünleştirmek, amaçlarını seçmek, geleceğini planlamak, hayatının birliğini ve insicamını sürdürmek için, mevcudiyet hakkında kapsamlı bir görüşe sahip olmalıdır; ve, metafizik değer-yargıları, hayatının her anında, her seçiminde, her kararında ve her faaliyetinde söz konusudur.

Metafizik -realitenin asli tabiatıyla uğraşan bilim- insanın en geniş soyutlamalarından oluşur. Metafizik, insanın algıladığı her somutluğu içerir; o kadar büyük bir miktar ve o kadar uzun bir kavramlar zinciri söz konusudur ki; hiçbir insan, metafizik soyutlamaların tamamını, o anki bilinçli haberdarlığının odağında tutamaz. Ama, kendisine rehberlik etmesi için o bütüne, o haberdarlığa ihtiyacı vardır; onları, bilincinin odağına tam olarak getirebilme kudretine ihtiyacı vardır.

İşte, sanat insana bu kudreti verir.

Sanat, realitenin, bir sanatkarın metafizik değer-yargılarına göre seçici bir tarzda yeniden-yaratılmasıdır.

Seçici bir yeniden-yaratma vasıtasıyla, sanat: realitenin insanın kendisi ve mevcudiyetle ilgili görüşlerini temsil eden veçhelerini tecrit eder ve bütünleştirir. Bir sanatçı, sayılamaz miktardaki somutluklardan -tek tek, bağlantısız ve (görünüşte) çelişkili hususiyetlerden, eylemlerden ve varlıklardan- kendisine metafiziken asli görünenleri tecrit eder ve onları yeni ve tek bir somutlukta bütünleştirerek bu soyutlamaya bir beden, bir kimlik verir; bu beden, sanat eseridir.

Mesela; biri, bir Yunan tanrısını; diğeri, çarpık bir ucube şeklindeki bir ortaçağ karakterini temsil eden iki insan heykelini göz önüne alın. Her ikisi de, insanla ilgili metafizik değerlendirmelerin ürünüdür; her ikisi de, sanatkarların insan tabiatıyla ilgili görüşlerinden kaynaklanır; her ikisi de, yaratıldıkları çağların kültürlerinin somutlaştırılmış temsilcisidir.

Sanat metafiziğin somutlaştırılmasıdır. Sanat, insanın kavramlarını, bilincinin algısal düzeyine getirerek, bu kavramların algılar gibi doğrudan anlaşılmasını sağlar.

Bu, sanatın psiko-epistemolojik fonksiyonudur; sanatın insan hayatındaki önemi, bu fonksiyondan kaynaklanır.

Nasıl ki; lisan, soyutlamaları, somutlukların psiko-epistemolojik eşdeğerlerine dönüştürerek (kelimelendirerek), uğraşılacak spesifik birimlerin sayısını azaltma fonksiyonunu yapmaktaysa; benzer şekilde, sanat, insanın metafizik soyutlamalarını, somutluklara dönüştürerek (sanat eseri haline sokarak); bu soyutlamaları, insanın doğrudan algısına konu olabilecek spesifik varlıklar haline getirir. "Sanat evrensel dildir" sözü, boş bir metafor olmayıp -sanatın yaptığı psiko-epistemolojik fonksiyon açısından- harfiyen doğrudur.

İnsanlık tarihinde, sanatın, dine bir yardımcı olarak (ve genellikle dinin tekeli altında) doğduğunu hatırlayın. Din, felsefenin ilkel şekli idi: insana mevcudiyet hakkında kapsamlı bir görüş sağlamaya teşebbüs etmişti. O ilkel kültürlerdeki sanatın, o kültürlerin dinlerindeki metafiziki ve ahlaki soyutlamaların bir somutlaştırılması olduğuna dikkat edin.

Sanatta söz konusu olan psiko-epistemolojik sürecin en iyi izahını, özel bir sanatın belirli bir veçhesinde görebiliriz: edebiyattaki karakterizasyon. İnsan karakteri -sayısız potansiyelleriyle, erdemleriyle, kötülükleriyle, tutarsızlıklarıyla, çelişkileriyle- o kadar karmaşıktır ki; insan, kendi kendisinin en çetin bilmecesidir. İnsan karakter çizgilerini tecrit edip; onları, -tamamen bilgisel soyutlamalar halinde de olsa- soyutlamalar halinde bütünleştirmek çok zordur; bu soyutlamaların hepsini, karşımızdaki bir insanı anlamak maksadıyla kullanmak üzere zihinde taşımak çok zordur.

Şimdi, Cervantes'in Don Kişot karakterini düşünün. Don Kişot, belirli bir türden sayısız insanın sahip olduğu, sayısız karakteristiklerin, sayısız kere gözlemlenip değerlendirilmesinden oluşturulmuş bir soyutlamanın somutlaştırılmış halidir. Cervantes bu insanların asli kişilik çizgilerini tecrit edip, bu çizgileri tek bir karakterin somut biçiminde bütünleştirmiştir; mesela, bir insan hakkında "O bir Don Kişot'tur" dediğinizde, bir tek cümlede yaptığınız bu yargı, o karakterle iletilen muazzam bir bilgi bütününü içerir.

Normatif soyutlamalara -ahlaki prensiplerin tanımlanmasına, insanın ne olması gerektiğinin belirlenmesi görevine- gelince, gereken psiko-epistemolojik işlem daha da zordur. Bu görev, yıllar süren bir çalışma gerektirir; ve, varılacak sonuçların iletilmesi, sanatın yardımı olmaksızın hemen hemen imkansızdır. Ahlaki değerleri tanımlayan, sahip olunacak erdemleri uzun bir liste halinde veren kapsamlı bir felsefi risale, bu işi görmez; böyle bir çalışma, ideal bir insan nasıl olurdu ve nasıl davranırdı bilgisini iletmez; hiçbir zihin, bu kadar muazzam bir soyutlamalar bütünüyle uğraşamaz: bu soyutlamaları, temsil ettikleri somutluklara tekrar dönüştüremez -yani onları realiteyle tekrar bağlantılandıramaz- ve bunları her an bilinçli haberdarlığının odağında tutamaz. Fiili bir insan figürü çizmeden, böylesine muazzam miktar bilgiyi bütünleştirmeğe imkan yoktur; bu figür, -lisanda, kelimenin, temsil ettiği kavrama, (görsel-işitsel) bir somutluktan oluşan bir kimlik vermesi gibi- bütünleştirilmiş bir somutluk olarak normatif teoriyi aydınlatır ve onu anlaşılır kılar.

Ahlak üzerine yapılan çoğu teorik tartışmanın kısırlığı, hiç bir yere vardırmayışı, çoğu insanın bu tür tartışmalardan sıkılmasının sebebi budur: ahlaki prensipler, somutlaştırılmadığı takdirde, insanların zihinlerinde boşlukta asılı soyutlamalar halinde kalır; bu prensipler, insanların önlerine, bir türlü kavrayamadıkları bir amaç koyup, ruhlarını bu amaç doğrultusunda yeniden şekillendirmelerini ister; oysa, nasıl tatbik edileceği bilinmeyen ahlaki prensipler, insanları, gayri-kabili-tarif bir ahlaki suçluluk duygusunun yükü altında bırakır. Sanat, ahlaki bir idealin iletimi için vazgeçilmez ortamdır.

Her dinin bir mitolojisi olduğunu hatırlayın. Bir dinsel mitoloji: o dindeki ahlak sisteminin, o ahlak sisteminin nihai ürünü olarak ortaya konmuş insan figürlerinde bedenlenmiş biçimde, dramatik olarak somutlaştırılmasıdır. (Çeşitli mitolojiler arasında, bazı figürlerin diğerlerinden daha inandırıcı olması, temsil ettikleri ahlaki teorilerinin nisbi rasyonelliğine veya irrasyonelliğine bağlıdır.)

Bu demek değildir ki; sanat, felsefi düşünceye bir ikamedir: kavramsal bir ahlak teorisine sahip olmayan bir sanatkar, ideal olanı, başarılı bir imaj halinde somutlaştıramaz. Fakat, sanatın yardımı olmaksızın; ahlak, teorik mühendislik pozisyonunda kalır: sanat, model-çizicidir.

Ancak şu hususu vurgulamak önemlidir: ahlaki değerler, sanatla ayrılmaz biçimde içiçedir; ama, değerler sebepsel bir belirleyici olarak değil, sadece bir sonuç olarak sanatın içindedir: sanatın birincil odağı metafiziktir, ahlak değil. Sanat, ahlakın uşağı değildir; temel amacı ne eğitmek, ne değiştirmek, ne de bir şey tavsiye etmektir. Ahlaki bir idealin somutlaştırılması, nasıl ideal bir insan olunacağı konusunda bir ders kitabı ortaya koymak değildir. Sanatın temel amacı öğretmek değil, göstermektir: insanın tabiatını ve evrendeki yerini temsil eden somutlaştırılmış bir imajı insanın karşısına koymaktır.

Her metafizik konu, insan davranışlarında, dolayısiyle ahlakta mutlaka büyük bir etki yaratacaktır; benzer şekilde, her sanat eseri, -bir temeya sahip olduğundan- izleyicisinde mutlaka bir etki yaratacak, ona bir "mesaj" iletecektir. Fakat, bu etki ve bu "mesaj" sadece ikincil sonuçlardır. Sanat hiçbir didaktik amacın aracı değildir. Bir sanat eseri ile bir moralite oyunu veya bir propaganda posteri arasındaki fark buradadır. Bir sanat eserinin büyüklüğü, temasının evrenselliğindeki derinlik oranındadır. Sanat harfiyen nakletme aracı değildir. Bir sanat eseri ile bir gazete haberi veya bir fotoğraf arasındaki fark buradadır.

Verili herhangi bir sanat eserinde ahlakın yeri, sanatkarın metafizik görüşlerine bağlıdır. Eğer, bir sanatkar, -bilinçli veya bilinç-altı olarak- insanın irade gücüne sahip olduğu öncülüne sahipse; bu öncül, o sanatkarın eserini, bir değer yönelimine (Romantisizme) götürecektir. Eğer, insanın kaderinin kendi kontrolu dışındaki güçlerce çizildiği öncülüne sahipse; bu öncül, o sanatkarın eserini, bir anti-değer yönelimine (Natüralizme) götürecektir. Determinizm içindeki felsefi ve estetik çelişkiler, bu bağlamda konu dışıdır; aynı şekilde, bir sanatkarın metafizik görüşlerinin doğruluğu veya yanlışlığı, sanat olarak sanatın tabiatını ilgilendirmez. Bir sanat eseri, peşinde olunması gereken değerleri stilize ederek insana gösterebilir ve erişilmesi gereken hayatı somutlaştırılmış bir görüntüyle karşısına koyabilir. Veya, insanın gayretlerinin nafile olduğunu söyleyip, nihai kaderi olarak yenilginin ve ümitsizliğin somutlaştırılmış görüntüsünü karşısına koyabilir. Her iki halde de, estetik araçlar -ceryan eden psiko-epistemolojik süreçler- aynıdır.

Elbette ki, bu iki tarzın realitede yolaçacağı sonuçlar farklı olacaktır. İnsan; mevcudiyetinin gün-be-gün faaliyetleri esnasında karşısına çıkan seçeneklerin çokluğu ve karmaşıklığı ortasında; sık sık ürkütücü olabilen olaylar bombardımanı altında; başarıların kısa süreli neşesi ile başarısızlıkların uzun süren hüznü arasında gidip gelirken; perspektifini ve kendi kanaatlerinin realitesini kaybetmek tehlikesiyle her an karşı karşıyadır. Unutulmamalıdır ki, soyutlamalar, maddi varlıklar olarak mevcut değildir: soyutlamalar, insanın mevcut olan şeylerden haberdar olmak için kullandığı epistemolojik yöntemdir; mevcut olan şeyler somutluklardır. Realitenin, ikna edici, dayanılmaz kudretinin tam olarak elde edilmesi için; metafizik soyutlamaların, insanın karşısına, somutluk biçiminde, sanat biçiminde çıkarılması gerekir.

İnsanın felsefi bir rehberliğe veya doğrulanmaya veya ilhama ihtiyacı olduğu bir sırada, şu iki sanattan hangisine yöneldiği gerçeğinin nasıl bir fark yaratacağını düşünün: 1. Eski Yunan sanatı; 2. Ortaçağ sanatı. Sanat, iki kuvvetin birleşik etkisine sahiptir: soyut düşünce ve doğrudan realite; dolayısiyle, insanın hem zihnine hem de duygularına, aynı anda ulaşır. Bunu bilerek, yukarıdaki iki sanatın ne olduğunu hatırlayın: birincisi, felaketlerin geçici olduğunu; yüceliğin, güzelliğin, kuvvetin, kendine-güvenin, insan için olması gereken, tabii durum olduğunu; ikincisi ise, mutluluğun geçici ve kötü olduğunu; insanın, ebedi bir cehennemin zebanilerince kovalanan, çarpık, kuvvetsiz, sefil bir günahkar olduğunu söyler.

Bu iki sanat türünün yaşattığı deneylerin sonuçları ortadadır; tarih onların pratik teşhiridir. O iki çağın büyüklüğünün veya dehşetinin tek sorumlusu sanat değildir; ama sanat, o kültürlere egemen olan özel felsefelerin sesidir.

Sanatın insan için neden bu kadar derin bir kişisel öneme sahip olduğu, daha belirginleşmiş olmalıdır: sanat, -bir sanat eserinin, insanın realiteyle ilgili kendi temel görüşlerini destekliyor veya inkar ediyor olması durumuna göre- bilincin etkinliğini onaylar veya reddeder.

Sanat denen bu ortamın anlamı ve gücü işte öylesine büyüktür. Fakat, bugün, sanatı pratiğe geçirenlerin çoğu, yaptıkları şeyin tabiatını bilmediklerini övünerek söylemeyi, mesleki hüner zanneden insanlardır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

gelişen toplum içerisinde sanat, bir amaç olmaktan çıkıp tamamen savundukları düşünceleri insanalra empose etme aracı olmuştur. Ki sanatın ideolojisi vardır ama bu ideoloji bile, sanatın direk olarak anlattığı birşey değildir. Sanatın doğumundan bugüne geçen süre, insanlık tarihi için olduğu kadar sanat tarihi içinde çok sancılı geçmiştir. Kendini yaşatmak için özünden çoğu zman tavizler vermek zorunda kalan sanatın kendi özüne dönmesi ise uzun bir zaman diliminin sonunda gerçekleşebilir. Sanat, hayattan beslendiğinden, yaşanan herşeyi toparlayıp, kendi potasında eriterek ve üzerine gelecekte olması gereken ya da olacak olanı koyarak hayali bir yaşam yaratır. İnsanlara sorular sormaları için yollar gösterir ama ne soru sorar ne de sorulara cevaplar bulur. Bunları insanların yapması için teşfik eder ama gelinen noktada, kapitalist bir sistem içerisinde, sanat egemenlerin tutsağı haline gelmiştir. Şu an için, insanlara dayatılan ve adına sanat denilen olgu, sistemin düşüncesini empoze etmek için kullandığı bir araçtan başka birşey değildir. Sanat sistem tarafından bir amaç olmaktan çıkartılarak bir araç haline getirilmiştir.

 

 

 

 

yazı için saol feli, güzel bi yazı - gerçi bazı kelimeleri anlamak için felsefe sözlüğüne bakmam gerekti ama- yine de güzel bi yazı..:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...