Jump to content

Yol Filmleri


SCARRED

Önerilen Mesajlar

Yol Filmleri

 

Dertler üst üste binince, çözümler giderek azalınca, en güvenilir yakınların öğütleri bile bir şey ifade etmemeye başlayınca tebdil-i mekanın o dayanılmaz ferahlığı çeker insanı. Yapılacak şey basittir. Kocaman, hani o yayla gibi dediklerinden, eski ama çok bakımlı, tertemiz arabasına atlar insan. Yok mu? O zaman sıkıcı günlük yaşamdan çalınan saatler boyunca bakımı yapılmış, uğraşılmış, tamir edilmiş, temizlenmiş, asla ehlileştirilemeyecek bir aslan gibi homurdanan motoruna biner. O da mı yok? Yine kolay. Çevredeki arabaların en afilisine, kan kırmızı, üstü açık, nikelajları alev alev yanan, sekiz silindirli, kız gibi bir makineye düz kontak yapılır. Gidilen yerde mülkiyet yoktur ne de olsa. Radyoda bireysel özgürlüğü anıtlaştıran parçalar çalmaktadır. Daha vites boştayken bile çevre o dev motorun asalet dolu gümbürtüsüne boğulur ve uzun bir patinajla son hız başlar yolculuk. Önce 6 gidiş 6 geliş, 12 şeritli otoyolda yağ gibi kayılır, sonra yollar değişir yavaştan, daralır, bakımsızlaşır, kasisler, çukurlar başlar. Ardından toprak köy yollarına vurulur araba, dibi yere çarpa çarpa, "daha kağnı bile doğmamışken biz buradaydık" dercesine ilgisiz bir tehditkarlıkla çevreyi saran bakir doğanın ortasında.

 

Artık insanın kendi hayatını karmaşıklaştırması sona ermiş, yapay sorunlar geride bırakılmıştır. Varolan yalnızca basit, doğrudan ilişkiler, yaşanacak serüvenler, yeni deneyimler, kısacası koskoca bir yeni yaşamdır. Yitirilenlerin yeniden kazanıldığı, ıskalananların bu kez 12den vurulduğu, kısa da olsa dolu dolu yaşanan bir zamandır yol filmleri. Kahramanlar, asla başladıkları gibi bitirmezler bu yolculukları. Değişirler. Öğrenirler. Gelişirler. Aydınlanırlar. Filmin sonunda mutlu olan azdır aralarında, hayatının aşkını bulan, zengin olan, direksiyonunu yeni ufuklara kıran yoktur neredeyse. Fakat önemli değildir bu. Nasıl ta filmin başında yerleşmiş değerlere sırt çevrildiyse, toplum, para, teknoloji artık anlamını yitirdiyse, bu 2 saatlik yolculuğun sonunda da artık yeni bir insan olmuş kahramanımızın ulaştığı hedef asla diğer serüven filmlerindeki gibi basit olmayacaktır. Hayatta kalabilmiş olması bile kendi içinde bir ödül olabilir kahramanımıza.

 

Düşünün: Ford marka otomobillerin T modelinin piyasaya çıkışı ve beyazperdenin kitlelere mal olması neredeyse aynı tarihtedir. Bu iki teknoloji, yani otomotiv ve sinema, ayrı ayrı gelişimlerini sürdürmüşler bugüne dek, fakat ancak Dennis Hopper'in 1969 yılında yönettiği ve başrolünü Peter Fonda ile paylaştığı "Easy Rider" filmi ile birleşmişler. Evet, "yol filmi" kavramı bu kadar geç doğmuş ve diğer serüven filmlerinden değişik bir tür olarak kabul edilmiş.

 

Dünya çapında elde ettiği büyük başarıya çekenlerin de inanamadığı "Easy Rider" filmi motosikletli iki arkadaşın uzun bir yolculuk sırasında yaşadıkları üzerine kurulmuştur. Peter Fonda ve Dennis Hopper, görünürde hiçbir amaçları olmayan, yalnızca "gitmek" için yola çıkmış bir çifttir. Yolculuklarının masraflarını karşılamak için Fonda'nın benzin deposuna New York'da koydukları LSD'yi California'da satmaya götürmektedirler. Kuzey Amerika kıtasını bir ucundan diğerine aşan ikiliye Orta Batı'da genç bir taşra avukatını canlandıran Jack Nicholson katılır küçük ama unutulmaz bir rolde. Yol kenarında kamp kurdukları bir gece, ateş başında içki ve sigaralar paylaşılırken birden bir aydınlanma yaşar. Sesi bir yandan ürkek, bir yandan anlamış olmanın heyecanıyla dolu, bireyin nasıl kaybolduğunu, toplumların nasıl yönetildiğini açıklar yol arkadaşlarına ve seyirciye. Filmin sonunda Fonda Ve Hopper San Fransisco'ya varır, malı alıcıya teslim eder ve aldıkları parayla çılgınca eğlenirler. Yeniden motosikletlerine binip amaçsızca yollara düştüklerinde ise en vurucu sahneyi izleriz: bir kamyonetteki Amerikan köylüleri onlarla dalga geçer, sonra da ateş eder ve öldürürler. Unutmayın: iki şehrin arasındaki ıssız yollarda,boş arazilerde tek başınızasınızdır.

 

İşte yol filmi budur: kahramanların fiziksel ve ruhsal yolculuğu. Onların dışında gelişen herhangi bir olayın önemi yoktur bu filmlerde. Örneğin bir Hitchcock filmindeki gibi kahramanın kendini belirsiz bir olaylar dizgesi içinde bulması olanaksızdır. En çok kendi istediği için bulaşabilir olaylara kahraman. Başrollerini Stacy Keach ve Jamie Lee Curtis'in paylaştığı Avustralya yapımı "Road Games" gibi. Bu filmde televizyonun Mike Hammer'i Stacy Keach, köpeğiyle birlikte şehirlerarası mal taşıyan bir TIR şoförünü canlandırır. Kendisiyle aynı rotayı paylaşan bir seri katili yakalamaya çalışır film boyu. Başarır da. Yani eğer hayatını kaybeden insanlar, yakılıp yıkılan binalar, parçalanan taşıtlar önemsiz sayılabilirse bu filmin mutlu bir sonu olduğu söylenebilir.

 

Burada dikkat çekici bir nokta var: Yol filmi örnekleri neredeyse en çok Avustralya sinemasında görülür. 80'lerin başında ise uzun süredir gözardı edilen Avustralya sineması yeni bir filmle patlama yapar: "Mad Max". Başrolünde Mel Gibson'ın oynadığı bu film, bilim kurgu ve macera içeren fantastik, ama tüm özellikleriyle bir yol filmidir. Kahramanımız 3. Dünya Savaşı'nda ailesini kaybetmiş bir gezgindir. İki adet devam filmi ile seri haline gelen Mad Max, bütün dünyada yeni bir film tarzının gelişmesini sağlamıştır.

 

Fakat Hollywood'u asla es geçemeyiz yol filmi denince. Kevin Costner'ın dört arkadaşıyla bir arabaya atlayıp Meksika genelevlerine gittiği "Fandango", türünün en güzel örneklerindendir. Yolculuk sırasında birbirlerini ve hayatı tanıyan beş gencin başından geçenler biraz Hollywood usulü sulandırılmış da olsa seyirciyle film arasında sıcak bir bağ kurar.

 

Başrollerini Susan Sarandon ve Geena Davis'in paylaştığı "Thelma and Louise"in ise bir yol filmi olarak başarısı yadsınamaz. Evli arkadaşının kocasından kaçmasına yardımcı olan Sarandon ve zayıf, kırılgan, fakat film süresince gelişecek ve kimliğini kazanacak Davis'in çizdikleri kompozisyonlar bir yandan çok gerçekçi, bir yandan eğlencelidir. Katettikleri yol boyunca büyüyen dostlukları, başlarına gelen olaylar karşısında aldıkları tavırların değişmesi, güçlenmeleri, seyirci için filmin mutsuz sonunu bile inandırıcı kılar.

 

Her tür gibi yol filmleri de yıllar boyu değişime uğramış, diğer türlerle harmanlanmıştır. Bu türden en çok etkilenen Quentin Tarantino'nun iki senaryosu "Katil Doğanlar" ve "Günbatımından Şafağa", içlerinde çok miktarda yol filmi ögesi barındırır. Benzinciler, kamyoncu lokantaları, garip, değişik insanlar, silahlar, büyük otomobiller, bitmeyen yollar hep bu türe göndermedir. David Lynch'in "Vahşi Kalpler" ve Oliver Stone'un "U-Turn" filmleri de eski yol filmlerine göndermelerle doludur. Her ne kadar artık kahramanlar başlarına gelen olayları kontrol edemese de, kişiliklerinin gelişimi filmde senaryodan çok oyunculukla belirse de bu yapıtları da "yeni yol filmleri" adı altında toplayabiliriz belki de.

 

Eğer gerçekten herşey üzerinize geliyorsa, günlük yaşamın rutin dertleri çekilmez bir hal alıyorsa, siz de yaşamdan birkaç gün çalın, "gidin" kendi filminizi yaşamaya, yanınızda belki 1-2 parça giyecek, belki Jack Kerouac'ın "Yollarda" adlı romanı. Nereye olduğunun önemi yok. Taşıtın da önemi yok. İster şehirlerarası otobüs olsun, ister tren. Pencerenin dışında sürekli değişen manzaraya, yol boyunca çevrenizde konuşan, devinen, var olan insanlara bakın.Yanınıza aldığınız sorunların her molada sizi terkettiğini göreceksiniz, ve başlangıç noktanıza geri döndüğünüzde yenilendiğinizi farkedeceksiniz. Belki büyük bir değişim olmayacak geçirdiğiniz, belki hiçbir sorununuz çözülmemiş olacak gerçekte, ama yine de yolculuğunuz sırasında gerçekten "yaşamış" olduğunuzu göreceksiniz.

 

(alıntıdır)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

yorumlar alıntı filmlerle ilgili görüntüleri ise ben ekledim.

 

Son On Yılın En İyi Beş 'Yol Fİlmi'

 

 

Straight'in Hikayesi (The Straight Story, 1999)

Fazla parası olmayan ve şeker hastalığı yüzünden güçten düşen bir adamın, on yıldır görmediği abisinin ölüm haberini almasıyla beraber bir çim makinesi üstünde yollara düşmesini, David Lynch farkıyla izleyebileceğimiz bir film. Yüzlerce mil yolculuk sırasında bize eşlik eden yüzlerce güzel çekim ile sıcak bir hikaye...

 

 

 

Bebekler (Dolls, 2002)

Özetlenmesi pek de mümkün olmayan üç farklı şiirsel aşk hikayesini, Takeshi Kitano’nun masalsı bir anlatımla perdeye aktardığı tam bir başyapıt. Harika resimler bulunan, çoğu zaman oyuncuların konuşup, büyüyü bozacağından korkabileceğiniz bir film.

[/url]

 

 

Küçük Gün Işığım (Little Miss Sunshine, 2006)

Film özetle bir çocuk güzellik yarışmasını kazanmak için, küçük Olive ve ona eşlik eden aile ve akrabalarının bir minibüsteki yolculuğunu anlatıyor. Ancak Olive’e eşlik eden bireylerin değişik özelliklere sahip olması, yolculuğu traji komik bir hale getiriyor. Jonathan Dayton, Valerie Faris’in, yönetmenliğini ortaklaşa yaptığı film kesinlikle izlenmeye değer.

 

 

Temmuz'da (Im Juli, 2000)

Kendi dünyasında yaşayan bir fizik öğretmeninin (Daniel), bir kızla (Juli) tanıştıktan sonra, bakılan bir fal sonucu, bir Türk kızı olan Melek’in peşine düşmesiyle başlayan yolculuğu keyifli bir şekilde anlatıyor. Fatih Akın’ın yönetmenliğini üstlendiği filmde özellikle Moritz Bleibtreu’nun oyunculuğu dikkat çekiyor. Eğlenceli ve bazen şaşırtıcı olaylar eşliğinde, göze çarpan bir film.

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...