Jump to content

Nilgün Marmara Şiirleri


birunsatan

Önerilen Mesajlar

1958 yılında İstanbul'da doğdu,Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatınu bitirdi. Dergilerde şiirleri yayınlandı. 13 Ekim 1987 de kendi kararı ile yaşamını sonlandırdı. Tanıklara göre, kendisini balkondan aşağıya bıraktığında, hiç sesi çıkmamış, hiç bağırmamış, çığlık atmamış.

 

 

 

BANA DOĞRU GELEN KİM?"YA DA

ŞİMDİKİ ZAMANDA

BİR MOBİL, BİRİNCİ TEKİL ŞAHIS

 

Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yokedilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş.

Her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duygularımla. Sarkıyorum

tavandan (bir tavan varmışçasına) yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmeme

karşın - lal rengi, çivit mavisi ve sarı - ve onların yalanlamalarını - tutku, dinginlik ve ölüm -

kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi - bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol.

Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelene

karşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye ve

devindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte

olmayı yeğlerdim, oysa. İşte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam,

nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra...

 

Şimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın,

sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip

geçinceye ve "Bana doğru giden kim?" in yatay bilgisine ulaşıncaya dek!

 

 

 

CAM KELEPÇEYE EVET

 

Ilık bir süzülüşle

Geri dön hayat,

Bırakma yeryüzü salına

tünemiş pek kara kuşlar

Örtsün bakışımı,

Görmek acısı sürsün

pencere tutsağının

Düşsün hayatı suya...

 

 

 

DÜŞÜ (NE) BİLİYORUM

 

Kimdi o kedi, zamanın

eşyayı örseleyen korkusunda

eğerek kuşları yemlerine,

bana ve suçlarıma dolanan?

 

Gök kaçınca üzerimizden ve

yıldız dengi çözüldüğünde

neydi yaklaşan

yanan yatağından aslanlar geçirmiş

ve gömütünün kapağı hep açık olana?

 

Yedi tül ardında yazgı uşağı,

görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o

ve bağlanmıştır körler

örümcek salyası kablolarla birbirine

sevişirken,

iskeletin sevincini aklın yangınına

döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.

 

Yine de, o, zaman kedisi

pençesi ensemde, üzünç kemiğimden

çekerken beni kendi göğüne,

bir kahkaha bölüyor dokusunu

düşler maketinin,

uyanıyorum küstah sözcüklerle:

Ey, iki adımlık yerküre

Senin bütün arka bahçelerini

gördüm ben!

 

 

 

TOZ-DEM

 

Kısacıktı

karşı yolculuklarımız kara

ve deniz üzerinde-

 

 

Şafağın bodrumuna inerken sen,

Hançerin ivmesiyle yükselirdim

dul pencerelere.

 

 

Azıcıktı

köpük boz

denizde ve karada

Koyu bir saatin içinden

çıkılamadı

bir an yine de!

 

Belki gülden

kalma bir iz yanağındaki,

Eski sabahın sarı gülünden

üzerine deli gözünü bıraktığın...

 

 

Öldüğünde,

çekmecemde duran bu göz,

incelikle çıkarılacak,

bir jiletin enginliğine,

Çözülecek gizi

O çarpık retinanın, ağ tabakanın...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

CANIM SIKINTI SINIRI

 

Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine

bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum.

Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri

alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor.

Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım

yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe

zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının

yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını.

Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler

yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden

satın alınmış bu teraziyi birgün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana

dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim.

 

 

 

ÇOK GÜZEL

 

 

Durma artık burada uysal âşık!

Aydınlık milinin yatağında.

Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı,

Anlayamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde

ağırbaşlılığının.

Veda geliyor şimdi, öğretmek için

sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen

vakitte.

 

Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını

yüzün, kavisin beyaz yanağıyla?

 

Bu aklıkta, minarem mavi benim.

Işığım denize kayıyor, bir sayıklama

izleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz

insanlığa!

 

 

KUĞU EZGİSİ

 

Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim,

Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı

bekçi gizleri.

 

Ne zamandır ertelediğim her acı,

Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi,

-bu şiir -

Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim,

Dost kalmak zorunda bana ve

sizlere!

 

Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o,

uykusunu bölen derin arzudan.

Büyüsünü bir içtenlikten alırsa

Kendi saf şiddetini yaşar artık,

-bu şiir -

Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü,

ulaşılamayanın boyun eğen yansısı,

Sevda ile seslenir sizlere!

 

 

 

Nilgün MARMARA

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Pavor Nocturnus Ya Da Delikli Uykular

 

Yüzü olmayan bir palyaço, elleriyle olmayan yüzünü örtüyor ve ağlıyor. İçerden ağlıyor ve ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok!

Yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu.

Yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. Yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. Hızla kayıyorlar sıvının içinden, adaya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar...

Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun?

 

Nilgün MARMARA

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

GÖKKUŞAĞINDAN DARAĞACI

Şimdi'nin bedeni yok,

Yontuyor geçmiş bilgisiyle

gelecek belki olur diye taşı,

taşını kokluyor

yontu dağılıyor...

 

 

Şimdi'si yitik

bundan boyuyor

boyuyor evine aldığı

ağacın üzerine tüneyip

duvarını, tavanını, geçmişi

ve geleceği ve her yanını;

dal kırılıyor...

 

 

Şimdi'si yitik

diziyor diziyor notalarını,

göğe ışık üzerine boncuklarını,

ucuza getiriyor varlığını

sonsuzun sessizliğiyle

sonlunun gürültüsü arasında,

O bitirince kıyısında gezindiği

yol çöküyor...

 

Şimdi'si yitik

bundan yazıyor

yazıyor enine boyuna

içini ve dışını ve yeri

ve göğü ve suyu,

bindiği kadırga

o inince batıyor

 

 

 

 

Ağustos 87

--------------------

KAN ATLASI

Emel'e

"Ben babamın yuvarladığı

çığın altında kaldım."

 

 

 

Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk

her gün her gece eğer adasında,

Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar

sarmış bedenini çığlıklarken bunu

su içinde...

 

Karada, hançer suratlı abinin rüzgarında

uçar adımları.

Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu

İçinden karanlık, tekrar ve ilenç

sızdıran hayret taşında.

Soruyor hatırasında, "sırtımda ve

sırtında gezinen bu ürperti kim,

bir damla süt yerine bu ağu kim?"

ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara

-boy atmış da salgıları,

cücelmiş sezgileri-

bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...

 

 

Ey, yüzleri

bir babakuş gölgesine

çakılmış olanlar,

Üzgün adım, ileri marş!

 

 

 

 

Aralık, 86

--------------------

KUŞUM VE BEN

Kuşum ve ben bir aynada

uyuyoruz, kafesimiz yatağımız

yüzlerimiz eşlerine baka baka

sonsuz kar altında uyuyoruz

kuşum ve ben.

Eşim ve ben kızıl bir bağla

bağlıyız birbirimize

Çözülürse yoksulluk sevinir

 

Aynamızın içinde tek bu bağ...

Kızıl kıskanç eşim kuşum ve ben...

 

Nilgün MARMARA

--------------------

TOMORROW WILL BE ANOTHER DAY

-sevim'e-

 

Belki ona gideriz yarın,

Belleksiz sevgiliye,

Poplin elli korkak çocuğa,

Duyarlığı, unutkanlığının kanı

anaya-

Ona belki gideriz yarın,

Gören gözlü kör güzele,

Çılgın gülüşlü bebeğe,

Yüreği, sızlanan ruhunun göğü

yavrucağa-

Yarın gideriz belki ona,

Unutuşun türküsü, bekleyiş

tortusunda,

Esnek kokulu çiçeğe,

Kaynak bakışlı Venüs'e-

 

Ya nasıl dönüş sonra?

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

''bütün yalnızlıklarınızın ilenci

korusun çoğulluklarınızı

cinnet koyun erdemin adını

maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın

hepiniz mezarısınız kendinizin...''

--------------------

"Azimsanamayacak kadar ölmüsüm / Azimsanamayacak denli ölüyüm... Geliyorlar, bu evde dogan yeni bir ölümü görmeye; kosarak, düse kalka yuvarlanarak, sürünerek... Nasil olursa olsun; görmek için bu eski dostlarinin yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kivilcimlarini geliyorlar. Ölüm sessizligi, toz ve küf kokan evden ayrildiktan sonra seviniyorlar canliyiz diye."

--------------------

http://nilgunmarmara.tripod.com/

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

KAN ATLASI

Emel'e

"Ben babamın yuvarladığı

çığın altında kaldım."

Çolak mırıltılarla dövmelenen çocuk

her gün her gece eğer adasında,

Gözü ağzı elinden alınmış, yosunlar

sarmış bedenini çığlıklarken bunu

su içinde...

Karada, hançer suratlı abinin rüzgarında

uçar adımları.

Geçmiş ilmeğinde saklıdır arzusu

İçinden karanlık, tekrar ve ilenç

sızdıran hayret taşında.

Soruyor hatırasında, "sırtımda ve

sırtında gezinen bu ürperti kim,

bir damla süt yerine bu ağu kim?"

ay gözüyle bakmayan kavruk akıllara

-boy atmış da salgıları,

cücelmiş sezgileri-

bir yanılgı rehavetinde debelenenlere...

Ey, yüzleri

bir babakuş gölgesine

çakılmış olanlar,

Üzgün adım, ileri marş!

Nilgün Marmara

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...