Jump to content

Pablo Neruda Şiirleri


KATA

Önerilen Mesajlar

BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRİ YAZABİLİRİM

 

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim

Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu

Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta

Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı.

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim

Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.

Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece

Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında

Sevdi beni o ben de bir ara onu sevdim

O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama

 

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.

Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla

Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi.

Ota düşen çiğ gibi, düşmekle şiir cana

Ne gelir elden, sevgim onu tutamadıysa.

Gece yıldız içinde, o yoldaş değil bana

Hepsi bu. Uzaklarda şarkı söylüyor biri.

Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca

Gözlerim arar onu, yaklaştırmak ister gibi

Yüreğim arar onu, o yoldaş değil bana

 

Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim

Sesim arar rüzgarı ulaşmak için ona

Ellere yar olur. Öpmemden önceki gibi.

O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla

Artık sevmiyorum ya severim belki yine

Ne uzundur unutuş ah ne kısadır sevda

Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü

Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca

 

Belki bana verdiği son acıdır bu acı

Belki son şiirdir bu yazdığım şiir ona

 

PABLO NERUDA

Çeviri: Sait Maden

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar.

 

Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “i” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler.

 

Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler.

 

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar.

 

Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar.

 

Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir.

 

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.

 

 

Pablo Neruda

Çeviren: İsmail Aksoy

 

 

Çevirenin notu: Şiirin son tümcesini, Rimbaud’nun “A’laurore, armes d’une ardente patience nous entrerons aux splendid villes” (“Şafak kızıllığında, ateşli bir sabırla silâhlanmış olarak gireceğiz o muhteşem kentlere”) dizesinden esinlenerek yazmıştır Neruda.

 

İsmail Aksoy

 

Pablo Neruda

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bir tabak baş papaza,zehir zıkkım bir tabak

Bir tabak;kül,demir ve gözyaşlarından

Yıkık duvarlarla acı yakınmalarla dolu ağzına kadar

 

Bir tabak baş papaza,bir tabak kan

Almeria'dan

 

Bir tabak bankere,güneyli çocukların al yanakları

Ve barut dolu bir tabak

Azgın sular,yıkıntılar ve korkuyla birlikte

Kırık dingiller,kesik başlarla dolu

Kara bir tabak,kara kanlı bir tabak Almeria'dan

 

Her sabah şu sizin baş belası yaşamınızda

Dumanı üstünde konur masanıza sıcak sıcak

İtersiniz de bir kenara çıtkırıldım ellerinizle

Görmemek için onu,midenize oturmasın diye bir daha

 

İtersiniz de tabağı üzümle ekmeğin yanı başına

Suskun kanla dolu bir tabak

Ne yaparsanız boşuna,her sabah orda olucak

Her sabah

 

Bir tabak,hepinize,zengin baylara bir tabak

Elçilere,bakanlara,zorbalara bir tabak

Akşam çaylarında kibar bayanlara

Rahatça yerleşmişlere koltuğa

 

Bir tabak,kirli kanlı bir tabak

Her sabah,her hafta,her zaman

Önünüzde durucak

Bir tabak kan

Almeria'dan...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yitik Mektuplar

 

Benim için yazdıkları ne varsa

görmez gibi okuyorum geçerken,

bana yöneltilmemiş gibi

o haklı ya da kıyıcı sözler.

Yadsıdığım falan yok

iyi gerçeği, kötü gerçeği,

bana sunmak istedikleri elmayı

ya da almış bulunduğum zehirli gübreyi.

Başka şeyden söz ediyorum.

Tenimden, saçlarımdan,

dişlerimden,

yandığım şeyden mutsuz saatlerde:

gövdemle gölgemden söz ediyorum.

 

 

 

Niçin diye sordum kendime, sordular bana,

sevgisi de, sessizliği de olmayan başka biri

açar çatlağı ve bir çiviyle

vura vura

ulaşır tere, oduna,

taşa ya da gölgeye

bunlar öz varlığımken benim?

 

Niçin uzaktan gördüğüm dokunur bana,

ben ki varolmayanım, çıkmayanım,

dönmeyenim,

kuşları alfabenin ah neden korkutur

gözlerimi, tırnaklarımı?

 

 

Eli mi sevindirmeli, kendim mi olmalıyım?

Kimin oluyorum ben?

Nasıl rehine verdiler gücümü

her şeyimden oluncaya dek? .

Niçin sattım kanımı?

Sahipleri kimler kuşkularımın, ellerimin,

acımın ya da egemenliğimin?

 

Korkuyorum arasıra

uzak ırmağın yanında yürümekten,

korkuyorum, bakmaktan yanardağlara

ki her zaman tanıdım, onlar da beni tanır:

belki yukarıda, aşağıda

beni inceliyor şimdi su·, ateş:

açmadığımı düşünüyorlar gerçeği daha,

bir yabancı olduğumu.

 

Böylece, üzüntü içinde,

okuyorum üzüntüden daha iyisinin belki de

görünmeyenle ilişki kurmak, onun öfkesi

ya da ondan haber gelmesi olduğunu.

Ama biliyorum ki

bütün bu sözler

ayırabilecekti beni yalnızlıktan.

Ve durmadım üzerlerinde, geçtim

kızmadan kendime, yasdımadan kendimi,

sanki bunlar yazılan

mektuplarmış gibi başkalarına,

hem bana benzeyen hem de uzak

olanlara benden, evet, yitik mektuplar.

 

Haksızlık

 

Benim kim olduğumu bilen senin kim olduğunu da bilecek,

nasılı da, nerdeyi de.

Ansızın dokundum bütün haksızlığa.

Açlık yalnızca açlık değildi,

ölçüsüydü insanın.

Soğuk da, rüzgâr da ölçüydü.

Ayaktaki insan acıktı yüz kez ve yere devrildi.

 

 

Yüz soğuk çağında gömdüler Pedro'yu.

Zavallı ev bir rüzgârın uzayışınca dayandı.

Santimetre ve gram ne, az sonra anladım,

kaşık ve yer ölçüyordu açgözlülüğü,

ve bir deliğe devriliyordu kıstırılmış insan

ansızın, ve orada artık bilmiyordu hiçbir şeyi.

Hiçbir şeyi, ama orasıydı işte asıl yer,

prensçe lûtuf, armağan, aydınlık, yaşam,

soğuktan, açlıktan acı çekmek demekti buysa,

kundurasız olmak ve titremek

yargıçın önünde, başkasının önünde,

kılıçlı ya da mürekkep hokkalı bir başkasının

ve böylece, itile kakıla, oyup keserek,

dikiş dikip ekmek pişirerek, buğday ekerek,

çekiçleyerek tahta isteyen her çiviyi

bir barsağa gömülür gibi yere gömülüp

çıkarmak üzere, el yordamıyla, çıtırdayan kömürü

ve, dahası, en başına varıp ırmakların, sıradağların,

at sırtında koşturup, tekneler geçirip sudan,

tuğlayı pişirir, camı üfler, çamaşırı yıkarken

öyle işlerdi ki bütün bunlar

yeni kurulmuş bir ülke dense yeriydi

salkımında parlayan üzüm tanesi gibi,

insan mutlu olmaya karar verdiği zaman,

ama gerçek değildi bu. Sonunda, buldum

mutsuzluğun yasasını,

o kanlı, altın tahtı,

çöpçatan özgürlüğü,

sığınaksız yurdu,

yaralı ve yorgun yüreği,

gözyaşları akmayan ölülerin yakınma uğultusunu,

kuru, düşen taşlara benzeyen ölülerin.

İşte o zaman kurtuldum çocuk olmaktan,

anlamıştım ki halkıma verilmiyordu

yaşama izni,

çok görülüyordu mezar bile.

 

Yüzüstü Kalakalmışlar

 

Değil yalnız deniz, değil yalnız kıyı, köpük,

güçleri boyunağme nedir bilmeyen kuşlar,

değil yalnız şurada buradaki kocaman gözler,

değil yalnız yaslı gece ve gezegenleri,

değil yalnız orman ve yüksek kalabalığı,

acı da, evet, acı da ekmeğidir insanın.

Ama neden? Ben o zamanlar

ip gibi inceydim ve daha kara

bir gece suları balığından,ve elimde değildi,

elimde değildi dayanmak, dünyayı değiştirmek

isterdim bir yumrukta.

 

 

lsırdığımı sandım birden en acı otu,

böldüğümü cinayetle kirlenmiş bir sessizliği.

Ama yalnızlık içinde doğar ve ölür her şey,

akıl durmadan büyür taşkınlığa dönmek için,

güle ulaşamadan genişler taçyaprağı,

yalnızlık işe yaramaz tozudur dünyanın,

dönen tekerlektir insansız, topraksız, susuz.

Ve böylece haykırdım da ben yitik

ne oldu bu dizginsiz çığlık çocuklukta?

Kim işitti? Hangi ağız karşılık verdi? Hangi yolu tuttum?

Ne karşılık verdi

duvarlar, başımı vurduğumda kendilerine?

Yükselip geri gelir zayıf yalnızın sesi,

döner, döner durmadan acımasız tekerleği felâketlerin.

O çığlık yükselip geri geldi. Bilmedi kimse.

Yüzüstü kalakalmışlar bile.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Acı Çekmedim

 

Fakat acı çektim mi? Acı çekmedim. Sadece halkımın

acı çekmesinden ötürü acı çekiyorum. Yaşıyorum

içinde, yaşıyorum anayurdumda, bir hücre gibi

o sonsuz ve alazlı kanda.

Zamanım yok kendi acılarıma.

Kimse acı çekmemi sağlayamaz

bana temiz güvenlerini veren bu hayatlar olmadan,

ve bir hain gibi bıraktı ölü mağaranın

dibine vursun diye, ne ki geri döneceğiz

oradan ve yükselteceğiz gülü.

 

Cellat benim yüreğimi yargılasın diye

baskı yaptığında yargıçlara,

açtı o kararlı kitle,

halkım, o muazzam labirentini,

aşklarının uyuduğu o bodrumu,

ve orada tuttular beni, gözetleyerek

ışık ve hava gelinceye dek.

Söylemişlerdi: “Borçlusun bize,

sensin koyacak o soğuk işareti

o kötücül kirli isme”.

Acı çektim, sadece acı çekememekten ötürü.

Biraderlerimin karanlık hapishanelerinden

geçememekten ötürü,

bütün acılarımla bir yara gibi,

ve her bir topallayan adım yetişti bana,

senin sırtına inen her bir darbe paraladı beni,

senin şehadetinden her bir damla kan

kanayan şarkıma sızdı gitti.

 

Ailelerdeki Melankoli

 

İçindeki bir kulak ve bir resimle

saklıyorum mavi bir şişeyi:

gece mecbur ettiğinde baykuşun tüyünü,

kısık sesli kiraz ağacı yolduğunda kendi dudaklarını

ve deniz esintisi çoklukla

delik deşik ettiği kabuklarla tehdit ettiğinde,

bilirim bulunur batmış büyük yayılmalar,

külçelerce kuvars,

balçık,

mavi sular bir vuruşa,

onca sessizlikten, yenilgiden ve kâfur ağacından,

kaybolmuş eşyalardan, madalyalardan,

okşayışlardan, paraşütlerden, öpüşlerden

çok sayıda damarlar.

 

Tek bir günün adımları var yalnızca öbürüne doğru,

yalnız bir şişe denizlerde yolcu,

ve güllerin vardığı bir yemek odası,

bir yemek odası, terk edilmiş

bir diken gibi: konuşuyorum

ezilmiş bir kadeh hakkında, bir perde hakkında,

taşları sökerek akan bir ırmağın çağladığı

ıssız bir odada bulunan derinlik hakkında, bu bir evdir

yağmurun temelleri üzerinde duran,

olmazsa olmaz pencereleriyle ve kayıtsız şartsız sadık

yaban şarabıyla iki katlı bir ev.

 

Gidiyorum akşamlar boyunca, ve dönüyorum eve

kirle ve ölümle dopdolu,

getirerek beraberimde toprağı ve köklerini

ve cesedin buğdayla, metallerle, devrilmiş fillerle

birlikte uyuduğu toprağın sınırsız karnını.

 

Fakat her şeyden önce korku dolu,

korku dolu ve ıssız bir yemek odası var

kırılmış yağdanlıklarıyla

ve akıyor sirke masaların altından,

ve durdurulmuş bir ay ışığı,

karanlık bir şey, ve arıyorum

bir karşılaştırmayı kendimde:

belki denizle çevrilmiş bir dükkândır bu

ve hırpanî paçavralar damlıyor tuzlu sudan.

Yalnızca ıssız bir yemek odası var

ve etrafında sonsuz genişlikler,

suyun altına konulan fabrikalar,

sadece benim bildiğim enlemler,

çünkü hüzünlüyüm ben ve yolculuktayım

ve tanıyorum toprağı ve hüzünlüyüm.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Denizkızı ile Sarhoşlar Masalı

 

 

Bütün herifler içerdeydi

 

Girdiğinde o çırılçıplak

 

Herifler içiyordu, ona tükürmeye başladılar

 

Daha yeni çıkmıştı nehirden, bir şey anlamıyordu

 

Yolunu yitirmiş bir denizkızıydı

 

Küfürler aktı parıldayan teninde

 

Açık saçık sözler yağdırdılar altın memelerine

 

Ağlamadı çünkü bilmiyordu ağlamayı

 

Çıplaktı çünkü bilmiyordu giysileri

 

Dağladılar gövdesini sigaralar, yanık mantarlarla

 

Yerde yuvarladılar kahkahalar atarak

 

Konuşmadı çünkü bilmiyordu konuşmayı

 

Uzak bir aşkın rengindeydi gözleri

 

Kolları ikiz safirlerdi

 

Dudakları titriyordu mercan ışığında

 

Sonunda çekip gitti

 

Güçbelâ girdiği nehirde tertemiz oldu yine

 

Yağmurda beyaz bir taş gibi pırıl pırıl

 

Yüzdü bakmadan arkasına

 

Yüzdü hiçliğe, yüzdü ölümüne.

 

 

 

Pablo Neruda

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Matildeye Sone

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,

çünkü iki yüzüyle çıkar karşyna hayat.

Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın

ateş de pay alır kendine soguktan.

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,

sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak

bir yolculuga yeniden başlamak için:

bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

Sanki ellerimdeymiş gibi mutlulugun

ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları

hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.

Bu yüzden sevmezken seviyorum seni

ve bu yüzden severken seviyorum seni.

 

 

Pablo Neruda

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İnsanın Hali

 

Arkamda güneye doğru deniz kırmıştı

bölgeleri buzdan çekiciyle,

ondan beri tırmalanan yalnızlık sessizlikle a

nsızın takımadalara dönüştü,

kuşattı yeşil adalar

yurdumun belini

çiçektozu ya da taçyaprakları gibi bir deniz gülünün

ve, sonra sonra, derinleşirdi tutuşmuş ormanlar

ateş böcekleriyle, çamur ışıltılar saçardı,

kuru, uzun ipler sarkıtırdı ağaçlar

bir sirkteymiş gibi, ve ışık giderdi damladan damlaya

yeşil balerini gibi sık ormanların.

 

 

 

Dürtüsüyle büyüdüm sessiz soyların,

dibe işler baltaların oduncu parıltısıyla,

gizli kokularıyla toprağın, memelerin, şarabın:

yitik bir ambar oldu ruhum trenler arasında

kirişlerin, fıçıların unutulduğu,

tel demirin, yulafın, buğdayın, yosunun, kerestelerin

ve kışın kaçak mallarıyla.

 

Gövdem böylece serpildi, gece

kardandı kollarım,

ayaklarımsa kasırga ülkesi,

ve sağnak altında ırmak gibi büyüdüm,

verimli oldum gönülborcuyla

içime düşen her şeye,

şarkılara yaprakla yaprak arasında, döl veren

donuzlan böceklerine, yeni

köklere, ki tırmandılar

çiğe varabilmek üzere,

fırtınalara, ki sarsar gene

defne ağacının kulelerini, al salkımına

fındık ağacının, o kutsal

sabrına karaçamın,

ve böylece ilk gençliğim ülke oldu, elde ettim ben

adaları, sessizliği, ormanı, büyümeyi,

yanardağ aydınlığını, yolların çamurunu,

yanmış ağaçların yaban dumanını.

 

Kara Ada Şiirleri / Çev: Said Maden

Bilim/ Felsefe / Sanat yayınları /1985

 

 

Açıklayalım

 

 

Bana soracaksın: Leylaklar nerde?

Nerde gelinciklerle örtülü metafizik?

Nerde suskular ve kuşlarla dolu kelimeleri

damıtan yağmur?...

Anlatayım başıma gelenleri:

 

Madrit'in bir mahallesinde yaşıyordum

çanlarla, ağaçlarla, saatlerle

uzaklara bakınca ordan

kocaman deri bir okyanus gibi

Kastil'in kuru yüzü görünürdü...

 

 

 

Evimin adı "Çiçekler Evi"iydi.

Itırlar biterdi her yanında güzel bir evdi

çocuklar, köpeklerle

 

Raoul, hatılıryor musun?

Raphael, ya sen?

Hatırlıyor musun, Federico?

Sen şimdi toprağın altında yatan

hatırlıyor musun evimin balkonlarını, orda

Haziran güneşi ağzına çiçekler yığardı hani

kardeş hey kardeş !

 

Ve bir sabah her şeyi ateş aldı

Ve bir sabah kızıl korlar

Topraktan çıktılar

yutup yok ederek önüne gelenleri

 

Ve o günden başlar ateş

Ve o günden beri barut

Ve o günden beri kan

 

Haydutlar geldiler uçaklarıyla, mağriplileriyle

Haydutlar; yüzükler ve düşesleriyle

Kara papazlarıyla geldiler onları kutsayan

Göğün yücelerinden geldiler çocukları öldürmek için

Çocuk kanları boydan boya

Çocuk kanlarıydı akan kentin sokaklarından

 

Ama her suçtan bir mermi fışkırıyor

Bir gün yüreğinizin tam ortasındaki

Yerini alacak olan

 

Bir de bana şiirlerin

Neden söz açmaz diye soruyorsunuz

Düşlerden yapraklardan

Doğduğun ülkenin koca yanardağlarından?

 

Gelin görün sokaklar kan

Gelin görün

Sokaklar kan

Gelin görün kanı

Sokaklar boyunca akan.

 

Çeviri: Hilmi Yavuz

NERUDA / Şiirler kitabından

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Erimiyor artık gözlerinde gözlerim

Tadlanmıyor yanında acılarım.

Ancak taşıyacağım bakışını her nereye gidersem,

Sen de taşıyacaksın acımı her nerede yürürsen.

Senindim, sen de benim.Daha ne olsun?

Bir devrialem yaptık aşkın geçtiği yerlerden.

Senindim, sen de benim.Öyle de kalacaksın,

Aşıladım ya kendimi bahçenden kestiğim filize.

Alıp başımı giderim.Kederliyim:hep sürecek kederim.

Beni sardığından beri,bilmem ki nere giderim.

Elveda der bir çocuk yüreğinden bana.

Ben de derim elveda...

Neruda..

Ne çok severim ben bu şiiri.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aşk

 

Bunca gün, ah, bunca gün

görmeyi seni böyle kırılgan, böyle yakın,

nasıl öderim, neyle öderim?

 

Uyandı kana susamış

ilkbaharı koruların,

çıkıyor tilkiler inlerinden

çiylerini içiyor yılanlar,

ve ben gidiyorum seninle yapraklarda

çamlar ve sessizlik arasında,

sorarak kendime nasıl, ne zaman

ödeyeceğim diye şu bahtımı

 

Bütün gördüklerim içinde

yalnız sensin hep görmek istediğim

dokunduğum her şey içinde

senin tenindir hep dokunmak istediğim:

seviyorum senin portakal kahkahanı

hoşlanıyorum uykudaki görüntünden

 

Ne yapmalıyım, sevgilim, sevdiceğim

bilmiyorum nasıl sever başkaları

eskiden nasıl severlerdi,

yaşıyorum, bakarak, severek seni,

aşk tabiatımdır benim

 

Her ikindi daha da hoşuma gidiyorsun.

 

Nerde o? Hep bunu soruyorum

kaybolduğunda gözlerin

Ne kadar geç kaldı! Düşünüp inciniyorum,

yoksul, aptal, kasvetli duyuyorum kendimi

geliyorsun sen, bir esintisin

şeftali ağaçlarından uçan.

 

Bu yüzden seviyorum seni, bu yüzden değil

o kadar neden var ki, o kadar az,

böyle olmalı aşk

kuşatan, genel

üzgün, müthiş,

bayraklarda donanmış, yaslı,

yıldızlar gibi çiçek açan,

bir öpüş kadar ölçüsüz.

 

 

 

 

 

Ellerin

 

Ellerin ellerime doğru

devindiği zaman, ey sevgilim,

neler getirir bana kaçışta?

Neden ikircikliydi ellerin,

ansızın, kenarında ağzımın,

neden tekrar tanıyabildim onları,

sanki o zamanlar, eskiden,

dokunmuş muydum onlara,

sanki onlar, bu hayattan evvel,

yoklamışlar mıydı

alnımı, belimi?

 

Uçarak geldi ellerinin uysallığı

zamanın üzerinden,

denizin üzerinden, üzerinden dumanın,

ilkbaharın üzerinden,

ve koyduğunda

ellerini bağrıma,

tekrar tanıdım o kanatları,

o altın güvercin kanatlarını,

tanıdım o balçığı yeniden

ve buğdaydaki o rengi.

 

Bütün yıllarında hayatımın

kendi yolculuğumu aradım.

Merdivenler tırmandım,

geniş yollara teğet geçtim,

bindim trenlere,

yelken açtım denizlere,

ve üzümlerin tenine dokunmak

sana dokunmak gibiydi.

Ağaç getirdi beni

ansızın dokunuşuna senin,

badem ilan etti

gizli şirinliğini senin,

kendini kapatana dek

ellerim bağrımda

ve orada iki kanat gibi

sonlandı yolculukları.

 

 

Pablo Neruda

Çeviren: İsmail Aksoy

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Matilde'ye Sone

Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,

çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.

Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,

ateş de pay alır kendine soğuktan.

 

Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,

sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak

bir yolculuğa yeniden başlamak için:

bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.

 

Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun

ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları

hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.

 

Sevgimin iki canı var seni sevmeye.

Bu yüzden sevmezken seviyorum seni

ve bu yüzden severken seviyorum seni.

pablo neruda

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...