Jump to content

Şu An Nasılsın? Ne Düşünüyor, Ne Hissediyorsun?


Deaths_Expulsion

Önerilen Mesajlar

şaka gibi bir şey ya. yaşlandım artık romalılar bu kadar saçmalıkla uğraşamam. beynimin yarım kürelerini döne döne parçalayan yivli bir 7.65 mermi her şeyi rahata erdirebilirdi oysa ki. ama bunu yapamadığım için alkol ve üzüntüyle kendimi zamana yayarak ölmeyi tercih ediyorum. yelkenler tam yol ileri. ha bu arada paranormal hiçbir şey yok onu da söyleyeyim. bu gerçeği yaşlanınca anlayacaksınız ama şimdilik oyalanın cinler ve perilerle. yaşlılık bambaşka bir şey. yolun sonunu görüp de bir türlü ulaşamamak gibi. yarım kalmışlık ruhumuzda var. 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yalnız başına tiyatro ,opera, bale  müdavimi olmak .Utanmadan bir de en önde oturmak hep... Gıyaben tanıdığım kedilerle, köpeklerle akşam gezileri. Işıl ışıl süslenmiş caddeler bu kez her seferinde olduğundan daha duygusuz ama daha da parıltılı. Bir türlü gelmeyen kış. Bir türkü, çarprazdaki daireden her sabah uykuyu ve süregelmekte olan rüya sekansını- çoğu zaman çalgılı çengili , cinli perili, çoğu zaman da dünya dışı- sonlandıran.Sabaha kadar bitmeyen kitapları akşama kadar bitirsem. Durup duran , sorup duran bilmem kimler... Beni biraz daha oyala kendi yerimi tespit etmeye çalışıyorum. Ve şey... Saklan çabuk .Böyle daha korkunç olmuyorsun ama daha komik olursun belki, kim bilir...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

dunya donuyor, her gece gunduze karısıyor ve gunler gecerken ben halen ait olmadigim bu yerden uzaklasmak ve evime, dogaya kavusabilmek pesindeyim.

kucuk penceremden baktigimda beton yiginlari ve kirli turuncu sokak lambalarindan ziyade yildizlari gormek, insanlarin gurultuleri yerine usulca akan nehirin sesinde kaybolmak, yaptigim herseyi elestirecek bakislardan kacarak beni kabul edecek ve insanlarin onu yenme cabasina ragmen halen onlara yuregini sunan doganin icine birakmaliyim kendimi. o huzura kavusmak istiyorum. evreni ogrenmek istiyorum. hislerimi anlayabilmek, ruhumu tum bu kirlilikten arindirabilmek istiyorum. geceler gunduzlere karisiyor ve gunes surekli dogup batiyor. ama her batan guneste hayatimdan bir gunu daha zindanda gibi gecirdigim icin uzuluyorum. surekli olumsuz davranan insanlar her gecen gun daha da yoruyor zihnimi. nasil bitecegini bilmiyorum fakat umarim bu sona erer.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sokaklar dolusu şekerli kar kokusu. Soğuk. Pencere pervazlarını beyaz kelebek kanatlarıyla işlemek isterdim. Bir kutunun içine hapsedilmiş yakılmayı bekleyen mumlar. Gümüş grisi bir anahtar. Camdan bir hapishanede uyuyan küçük mavi kuyruklu balıklar. "Ben seni hiç kırmadım ki" de bana. "Kim uydurdu bu yalanı?" Pas tadı. Fesleğen kokusu ve çatal sesleri. Mevsimler saniyeler içinde değişemez, sus artık. Hala kış. Saçlarım çok güzel oldu. Üzerine tükürmek istiyorum bütün billboardların. O hep aynı beyaz araba. Dur. Nereye gidiyorsun? Hiçbiri sen değildin bu yüzden kesik yol çizgilerini halat yapıp kendimi astım. Bana kolye al. Deniz suyu al bana. Etimi kanattım. Hava çok soğuk. Haber spikerleri. Saat ellerimde eridi. Zamanı bir geri dönüşüm kutusuna attım. Hep aynı yerdeyim. Trafik lambalarının önünde pembe kaldırım taşları. Yazarsam kaybolursun. Yosun, yoksun, yokuşsun. Kendimi örmek istiyorum. Üzerine geçirebilmen için. Ayağım kaydı,.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yalnızca bazıları (yeterince viski ya da romdan sonra) hissedebilirler sisler içinde yol alan diğerlerini.Olanlar olmayanlar, kazalar ve sevinçler, kayıp ve ödüller onların güvertelerinde gelir.Flok gibi titreyerek rüzgarda şişen beyaz giysileriyle ve kuğulardan daha zarif fakat Katarca’yı kuşatmaya giden Vandal savaş gemileri gibi coşkulu akıp giden yelkenlileriyle, ölümü ve yaşamı taşırlar ve bazen de bu ikisi arasında sık sık gelip giden ruhları .Asil, ciddi bakışlarıyla geçip giderler öylece aramızdan...Bu, deneyimi en zor gezegende, kendi haline bırakılmış mavi beyaz dünyamızda en çok da bizler gibi deneyime doymamış, çiğ acıyla sızlanan ruhları bulup, hüznümüzü dinlerlerler, kimi zaman da dinlendirirler kendi hayali omuzlarında ve kimi zaman dertten yükümüzü hafifletmek için bizlere okyanus algleri(deyim yerindeyse denizin çikçekleri) gibi kokan serin rüzgarlar estirir ya da bazen Alizelerden, Kuzeyli Rüzgarlara, kargo yükü olarak teslim aldıkları ilhamların bir kısmını şarkılar ve bazı teselli olmalık sözler, ya da kimi kandırıyorum acıyı acıyla sulandırıp daha korkunç bir içki yaratmamız için; aman demeyi unutuncaya kadar içelim diye bizlere bırakırlar. Coşkun -hayatla dolu- çağlayanlardan, karanlık -ölümün bile canına kıyan - sisli denizlere çevirirler tekrar, hayali -hayaletvari- dümenlerini.Bir tek onlar geri dönebilirler o yeraltı okayanuslarından geri. Ve bir tek onlar geri getirebilirler uzun zaman önce yok oluşa baştan kara etmiş gemileri.Şehirleri ikiye ,üçe, dörde ve sekize bölerek akan, artık toprağı derine kazmayan sakin nehirlerden geçerek, gün rengine boyanmış ufuk çizgisine doğru yol alırlar nihayet.Ana Tanrıça’yı can veren , şifasını esirgemeyen Toprak Ana 'yı giydindirerek o en güzel, en bilindik mavi giysisiyle...Ve gitmeden hemen önce, beyazdan daha beyaz, incilerden daha değerli ve daha eşsiz taşlar, hediyeler bırakırlar onun öz çocuklarına.

 

O çocuklar, sessiz ve çalışkan halk, güleç orman elfleri, cüceler, kabadayı namı salmış sarhoş troller ve ismlerini insan lisanlarında sesletmekten kaçınan diğerleri toplarlar beyaz incileri ve sudan gelenlerin bıraktığı binbir güzellikte taşları, kristalleri , çeşit çeşit madenleri. Arada sırada gıcırdayarak usul usul giden hayali arabalarla taşırlar onları. Mağaralara, tepelerin yamaçlarına, sönmüş volkanların bacalarına götürürler. Ama içlerinden en değerlilerini seçerler ve saklarlar leydilerine sunmak için. Yaşamın sustuğu, durmasına ramak kaldığı, dolayısıyla büyük bir hayatın ve daha güçlü bir hakikatin de doğmasının an meselesi olduğu diyarda, onlar, toprağın öz çocukları, sessiz bir dil konuşurlar aralarında. Kelimesiz, harfsiz, duyulmaz bir dil. Ne kadar ketum görünseler de, ne kadar soğuk...işte Leydileri o sessiz dilde şarkılar söyleyerek neşeyle dans eder, hep gezinir göl kenarında. Çevresinde maiyetini- birkaç orman perisini, hatta bazen o insanlara yalan yanlış iyilikler yapmaya çalışırken her şeyi berbat eden şakacı varlıkları ve birçok hizmetkarını görürsünüz.Lordları ise alev alev yanan buzlarla kaplı fakat pek de soğuk olmayan, fırtınalı bir kalede yaşar.Oniki insan yılı arayla, bir kere çıkar evinden ve göl kenarındaki leydisinin huzurunda dizleri üstüne çöker, ona hayat veren ışığı minik bir kolyenin içine yerleştirerek Leydisine sunar oracıkta, canı yitip, bedeni toprağa karışmadan hemen önce. Sonra, ilk kış ortasında yeniden doğar tüm geçmişi unutmuş bir bebek olarak ve gelişir, yetişir, büyür yeniden, buzdan kalesine düşen ilk ışıkla.

 

 

O ışığı gümüş rengi atlarla getirirler gökyüzünün çocukları. Bu kez hayalde dahi var olmayan , görünmeyen, elle tutulmayan ama her güce hükmeden, her oluşa hakim olan o kafile iner yeryüzüne.Bilinmesi bahsedilmesi kadar zordur ancak tümüyle anlamak ve hissetmek için tek bir nefes alıp vermek yeterlidir.Hiç yoklardır ama her şeyi doldururlar, öyle ki yurt edinebilirler uçsuz bucaksız, sonsuz semayı bile doldurarak. Gökten yere doğru uzanan ve yeryüzü insanlarına göre ters duran görkemli şatolarının sivri uçları toprağı delerek geçen sivri kulelerdir ve öylece yaşarlar oluşun başlangıcından beri. Sadece olmayanı oldurmak, olana son vermek ve rüzgardan mızraklarıyla ateşi harlamak, su halkına fata morgana şakası yapmak için gelmezler mavi yer küreye. Bazen de etten kemikten canlıları kutsamak, kazalardan, belalardan, uzun uzun düşünülüp yine de yanlış verilmiş kararlardan çevirmek için inerler aşağıya, ya da onlara göre yukarı mı desem...

 

 

Bir fırtına kopar susar nihayetinde, adı Nuh tufanı bile olsa... Bir dalga yükselir ve kıtaları yutar bazen ama durulur er geç. Bir sessizlik başlar, dünyada sıkışıp kalmış, kafası karışık hayaleterin, geçmişlerini tekrar tekrar seyredip ağlamakta oldukları sarp kayalıklarda ve sessizlik bile susar işte sonunda.En sessiz anda ise dev kanatlarıyla yeri, göğü, toprağı döverek onlar belirirler artık.”Kıyameti getirdi dev kuşlar “ diye bağırarak çığlık çığlığa, hep kaçışır toprağın güvenli bağrından fareler, yılanlar ve kendi etrafında döne döne kızışan akrepler. İşte şimdi şafak aydınlığı bile kızıla boyanmıştır artık, ateşten kanatlarıyla onlar her cismin aynadaki aksinde, gölgesindeki en ufak parıltıda bile.Işıklara renk ve can verip, can taşıyan her varlığa güç ve istem verirler onlar.Temizler yakar ve iyileştirir ve bazen de özlenen bir yokluğa kavuştururlar önlerinde duran her ne varsa. Durdurmanın yolu yoktur ve uzlaşmanın tek yolu biraz canınızın yanmasına izin vermektir onlarla ters düştüğünüzde.Bu yer kürede doğdular onlar fakat artık başka bir kızıl kürede, dumanın bile kızıl yükseldiği, gökyüzünün dahi kırmızı -pembe, alev alev yandığı bir dünyada yaşarlar.Ejderhalar ve ateş kanatlı kuşlar demeyi severler kendilerine.Gümüş rengi kulelerde harlanır ateşleri.Süzülerek inerlerken yeryüzüne insandan epeyce bilge olan ağaçlar ve diğerleri, görmek için çiçeklerini, dallarını ve yapraklarını çevirirler onlara. Küçük ateş böcekleri gibi gökyüzünü nasıl kapladıklarını, nasıl uçuştuklarını görmemek, fark etmemek için insanoğlu kadar uykulu ve dalgın olmak gerekir kuşluk vaktinde...

Denizciler toplar palamarları hep vaktinden önce ve yol alırlar.Gerilir titrer floklar, şarkılar doldurur şişeleri ve sonra bardakları.Ne hikmetse akar gider ufuktan bir başka ufka son nefese ve dünya gözüyle son ışığa kadar, o son lokmaya kadar, toprağın hediyesi.Çoğu der, “yarınımız bir varmış bir yokmuş , hayatımız da tıpkı öyle”... Yalnızca bazıları (yeterince viski ya da romdan sonra) hissedebilirler sisler içinde yol alan diğerlerini.Olanlar olmayanlar, kazalar ve sevinçler, kayıp ve ödüller onların güvertelerinde gelir.Flok gibi titreyerek rüzgarda şişen beyaz giysileriyle ve kuğulardan daha zarif fakat Katarca’yı kuşatmaya giden Vandal savaş gemileri gibi coşkulu akıp giden yelkenlileriyle, ölümü ve yaşamı taşırlar ve bazen de bu ikisi arasında sık sık gelip giden ruhları .Asil, ciddi bakışlarıyla geçip giderler öylece aramızdan...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

kardesim matematik problemleri degil bu, ogrenilmis - ezbere dokulmus bir bilgi. Oturup okuyup anlayacaksin, notlarini alacaksin sonra yazmaya baslayacaksin. Oturup ayni kod parcacigina iki saat bakip anlamaya calismanin mantigi yok. onun ustune bin tane soyutlama atilmis. kim neden niye oyle bir sey yapmis onu bulup okuyacaksin anlayacaksin.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

.. aksi gibi çok soğuk bugün, kanım çekiliyor, üzerime buzlar yağıyor sanki. Cam kırıkları gibi saplanıyor her yerime rüzgar. Nereye baksam `gri. Ama bunun Kasım ayında olması gerekirdi, Aralık değil. Uyudum, uyandım. Uyudum, uyandım. Sol kolumda parmak izleri, kan oturmuş, dün gece kolumdan tutup çektiğin için. Çok üşüyorum. Hep aynı şarkıyı dinliyorum. Buzlu suya düşmüş gibi tir tir titreyip saatlerdir hep tavanı seyrederken, ateşi kendi ellerimle uzağıma itiyor olmak öyle zor ki. Lütfen gece olmasin.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aptal gibi hissediyorum, nedeni ise bazı problemleri bir türlü aşamamam. Currrent user management ile ilgili tonla kaynak okudum bulamadım bir şey . Herhangi bir şey üzerine araştırma yaptıktan sonra belli bir sonuç elde edemiyor, bir sonuca ulaşamıyor olmak canımı sıkıyor.

akuma tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...