Jump to content

Elektronik müzik nedir? (Trance, Techno, House, Chillout)


caslanova

Önerilen Mesajlar

81/2774/buzzworkers1mbxlycl3.jpg[/img][/url]

 

 

Elektronik müzik denince aklımıza dijital seslerden oluşmuş bir müzik harmanı geliyor.

Gerek içerisinde yaşattığı duygu yoğunlundaki hüzün,

gerekse hızlanan ritimle birleşmiş karmaşık ama eğlenceli bir yolculuk.

DJ ve Prodüktörlerin kaptan, mekanların uçak, bizlerin ise yolcular olduğumuz bu serüvenin öncesini merak

edenler için küçük bir elektronik araştırma yaptık. Merak edenlere elektronik müziğin dünü, bu günü.

Geleceği ise derin sularda yatan güzellikler gibi büyük bir soru işareti...

 

The Birth Of Synthesizer:

 

Elektronik müziğin ilk örneklerine Rusya civarında rastlıyoruz.

Bu müziğinin hükümdarı olarak bilinen 'Leon Theremin' ilk sentezlemelerini yapıp bu işe bir start verdi.

Hiçbir enstrüman kullanmadan müziğini harcında,

elektromanyetik dalgalar kullanarak müzikte yeni dizaynlar yarattı.

'Theremin'in enstrüman çalanların hareketlerine ve müziklerin ölçülerine bağlı olarak farklı

tonlarda ve yüksek seviyelerde üretimleri bulunuyor.

 

New Sounds(1960):

 

20. yüzyıla ait seslerle yep yeni üretimler başladı.

Eric Satie ve Arnold Schonberg tarafından elektro-müzikte yeni matematiksel kavramlar(vuruşlar)

oluşturmak için mekanik seslerin ustası olan Luigi Russolo ve Mauricio Kagel'e teklif götürdüler.

İkilinin mekanik sesleri gibi yeni konseptler hızla yayılmaktadır. Öncelikle Karlheinz Stockhausen

elektronik müzik yapma şansını yakalar. 1958'de ilk elektronik piyano ve 1965'te

ilk Analog Synthsizer'ın yapılmasından sonra elektronik sesler modern müzik alanında yayılır.

Ve 1960'lı yılların sonunda ilk elektronik müzik grupları ortaya çıkar...

 

Pink Floyd, Emerson Lake & Palmer, The Residents...

Soul-Disco-Funk(1970): 70'lere gelindiğinde soul ve funk akımı diskolarda ki hakimiyetine başladı.

Bununla birlikte 70'den önce yapılmış olan sentezlerle 'Giorgio Moroder', elektronik disko müziğinin

olmasını sağladı.

Ardından 'Gospel'in yüksek enerjili (Hİ NRG) çalışmaları gay clublarını aşarak, NY'de Sal Soul diye

isimlendirilmeye başlandı.

 

 

Kraftwerk :

Bu olaylardan 1 sene sonra il elektronik müzik grubu Kraftwerk kurulur.

Ralf Hutter, Florian Schneider'dan dan oluşan grup, ayrıca drum machine kullanan ilk grupta olur.

Davul seslerinin bu mekanikleşmiş hallerini ve elektronik conseptleri en üst seviyede tutmuş ve ortaya

'Autobahn'(1974), 'The Man Machine'(1978) gibi elektronik klasiklerini yarattılar.

1970'den itibaren Jean-Micheal Jarre, Tangerine Dream gibi genç isimler ortaya çıkar. San Francisco'da

ise Alan Vega ve Martin Rev, 80'lerden bugüne elektronik müziğin gelişmesine çeşitli katkıları

olacak "Suicide"ı kurarlar

 

New Wave:

 

70'lerde Kraftwerk tarafından ilk tohumlar atıldıktan sonra Throbbing Gristle,

Human League, Ultravox, Cabaret Voltaire, Devo, Yellow Magic Orchestra (from japon),

Simple Minds, Joy Divition , Pere Ubu ,Orchestral Manoeuveres In The Dark ve Gary Numan Krafwerk'in

yolunda listelerin zirvelerinde dolaşmaya başladı.

 

US Pre-House:

 

NY'de çalan club hitlerinde tiz notaları ve ritimleri terbiye edip büyüterek ortaya

insanları motive eden, hazırlayan bir tür çalınıyordu. David Moroles ve Tony Humphries gibi

ünlü DJ'ler Paradise Garage club'a gelerek günün trendini oluşturuyorlardı.

O sıralar Frankie Knuckles'da Chicago'da Warehouse'da DJ'lik statüsünü kazanmıştı.

Bu gelişmeler olurken Farley Keith ve Juan Atkins ortak üretim olan 'Hot Mix 5' i Detroit'de çıkarttılar.

 

The New Romantics:

 

1980'li yıllarda Elektro-Visage, Depeche Mode, Yazoo, Heaven 17, Yello, Klaus, Nomi, D.A.F.,

Japon yeni elektronik sitilleri olan yöresel müziklerine yatkın yeni jenerasyonun taze slow'larını yaratmışlardı.

Paradise Club'ın açılmasından iki yıl önce ünlü DJ Larry Levan tarafından '4 to The Floor' iyi bir biçimde sağlanmıştı,

Garage House'da.

Up tempo'nun versiyonlarını ve müziksel sitillerini NY Club House'da belirleyen David Moroles, Robert Clivilles,

David Cole , Musto&Bones ve Todd Terry gibi DJ ve yapımcılar oldu.

House’un ortaya çıkışı ve gelişimi

http://img81.imageshack.us/img81/6901/housemusicfestivallogopc0.gif

70'ler boyunca gittikçe bir çılgınlık haline gelen Disco 80'lerin başında kendini tüketti. Basın Disco'nun öldüğünü ilan etti ve bir "Disco Suck" kampanyası başlattı. İnsanlar tuhaf bir şekilde Chicago’da Komishi parkında biraraya gelip eski Disco plaklarını yaktılar. Oysa Disco ölmemiş, çıkış noktası olan underground'a dönmüştü.

 

Disco’nun ardından dans müziği New York’ta ve Chicago’da farklı yönlerde ilerledi. Bu dönemde Paradise Garage'ın efsanevi Dj'i Larry Levan, Funk, Soul, Disco ve biraz da New Wave etkileri taşıyan bir müzik çalıyordu. Yoğun ve güçlü baslar, Gospel etkisi taşıyan duygusal vokallerden oluşan bu müzik Garage sound'unun ilk örneğiydi. New York’ta gelişen Garage, Disco'nun devamıydı diyebiliriz.

 

Chicago’da ise vokal yerine daha elektronik seslerin yeraldığı House ortaya çıktı. Chicago sound’una Deep House da deniyordu. Disco'dan House'a geçiş oldukça yumuşak ve belirsiz oldu. 1987 Disco, Garage ve House'un aynı anda hatta birarada varolduğu bir yıldı.

 

Larry Levan gibi Dj'ler, Chicago, New York ve Detroit'ten gelen son house prodüksiyonlarını setlerine katıyorlardı. New York'taki Sound Factory Bar gibi mekanlarda Disco ve House birarada çalınıyordu.

 

HI-NRG ve arayışlar...

 

Disco ile House arasındaki geçiş döneminde Hi-NRG adı verilen bir müzik türü ortaya çıktı. Adından da anlaşılabileceği gibi oldukça hızlı bir dans müzik olan Hi-NRG'de arada yumuşama, durulma bölümleri yoktu. Hi-NRG tam da Disco'nun underground'a çekildiği bir dönemde ortaya çıktı. Gloria Gaynor'ın 'Never Can Say Goodbye'ı Hi-NRG etkisi taşıyan ilk parçaydı. Hi-NRG büyük ölçüde Cerrone ve Giorgio Moroder'in Euro-Disco sound'unun etkilerini taşıyordu.

 

Kısa süre sonra son derece hızlı, duygusallıktan uzak, monoton ve yoğun erotik göndermeleri olan bu müzik kulüplerde çalınmaya başladı. Hi-NRG prodüktörleri hem high-tech, ve bir o kadar da ilkel bir sound'un peşindeydiler.

 

Basit melodik yapılar hem insanların hoşuna gidiyor hem de kulüpteki herkesin bir bütün haline gelmesini kolaylaştırıyordu. 80'lerin ortasında House'un güçlenmesiyle Hi-NRG kulüplerden çekildi fakat 80'lerin pop müziği üzerindeki etkisi bir süre daha devam etti.

 

Disco'nun olanakları tükenmiş, prodüktörler ise kendilerini Hi-NRG'nin monotonluğuna kaptırmışken, Chicago ve New York'taki Dj'ler teknolojiyle duygusallığın biraraya geldiği, aşağı yukarı 120 bpm civarında bir müzik arayışı içindeydiler.

 

Bu arayışlar basit bas melodileri ve "four to the floor" ritmi üzerine Chicago'da teknik oyunlardan, New York'ta ise gospel ve soul etkisindeki vokallerden oluşan iki farklı yönde ilerledi. New York’ta Disco’nun çıkışında önemli rol oynayan Paradise Garage gibi , Chicago’daki Warehouse da House müziğin doğduğu yer oldu.

 

Warehouse ve Frankie Knuckles...

 

House'un ortaya çıkışındaki önemli isimlerden biri olan Frankie Knuckles, Larry Levan gibi, liste başı parçalar çalmak yerine underground alanlarda dolanan bir Dj'di.

 

1977'de Chicago'daki Warehouse'un açılış gecesine davet edilmişti. Sonraları House müzik adını bu kulüpten aldı. Knuckles bundan sonra birkaç kez daha Warehouse'ta çaldı. Warehouse'taki dinleyici kitlesi Knuckles'ın çok hoşuna gitmişti.

 

Chicago'dakiler New York'a göre daha hızlı ve sert bir sounddan hoşlanıyorlardı. Özellikle Warehouse'ta Avrupa kökenli avant-guarde çalışmalara yoğun bir ilgi vardı.Chicago gençliği Kraftwerk'i Barry White'a tercih ediyordu.

 

Funk, Avrupa dans müziği ve teknoloji faktörü House'un temelini oluşturdu. Bu dönemde çalınan parçalara "şarkı" yerine "track" demeye başladı. Bu terim şarkının tekbaşına varlığının yanısıra, Dj setinin bir parçası, bir birimi olduğunu da ifade ediyordu.

 

Disco ve Hip-hop gibi House da önce bir Dj tarzı olarak ortaya çıktı, daha sonra bu tarzda müziklerin plağa basılmasıyla bir müzik türü haline geldi. House’un ortaya çıkışıyla bilinen sounduna ulaşması da on yıllık bir süreci kapsıyor.

 

O dönemde basılan plaklardan hangisinin ilk House plağı olduğu konusu oldukça tartışmalı. Fakat birçok kaynağa göre Jesse Saunders’ın Mitchball’dan çıkan "Fantasy" ve "I Like To Do It In Fast Cars" ı ilk House parçaları sayılıyor. Şimdi kulağa oldukça eski gelen bu parçalar minimal ritm yapısı ve synthesizer cızırtılarıyla 15 yıl önce insanlar için son derece yeni ve inanılmazdı. Dinleyenler önce neye uğradığını şaşırıyor, bir süre sonra da dansetmeye başlıyorlardı.

 

The Music Box...

 

Bu dönemde Chicago’da "The Music Box" adlı kulüp açıldı. Aynı zamanda Frankie Knuckles da Warehouse’ta çalmayı bıraktı. Knuckles’ın sound’u House’un temellerini ortaya atmasına rağmen hala Disco etkileri taşıyordu. The Music Box’un en önemli Dj’i olan Ron Hardy ise House olayının patlamasına sebep olan ortamı hazırladı. Hardy’nin soundu güçlü ve cesurdu.

 

Alışılmadık ritm yapıları kullanıyordu. Chicago’da yetişen ikinci jenerasyon Dj’ler müzikal gelişimlerinin önemli bir kısmını The Music Box’ta yaşadılar. Cesur bir sound’un kendine yer edindiği The Music Box oldukça underground bir mekandı.

 

Kış ortasında bile tıkabasa dolu ve deli gibi sıcak olan mekanda insanlar tişörtlerini çıkarmış, terden sırılsıklam bir şekilde dolaşıyorlardı.

 

Dj. Farley ve "Hot Mix 5" adlı Dj kollektivitesi (Mickey Oliver, Ralphie Rosario, Mario Diaz, Julian Perez, Steve Hurley) WBMX gibi radyolarda House müziğin partilere gitmeyen insanlar tarafından da duyulmasını sağladılar. Larry Heard ve Robert Owens "Fingers Inc."yi kurdular. Adonis, Mr. Lee, K. Alexi, Marshall Jefferson gibi prodüktörler durmaksızın parça üretiyorlardı. Lil Louis kendi partilerini düzenliyor, bu partilerde çalıyordu.

 

Fingers Inc. Ve Steve Hurley gibi müzisyenler House konusunda araştırmalar, deneyler yapıyor, yeni sesler arıyorlardı. Biraz da diğer Dj’lerin hiçbirinde olmayan şeyler çalabilmek amacıyla yaptıkları prodüksiyonlar tutulmaya başlayınca Dj International Records’ı kurdular. Dj International ve Larry Sherman’ın kurduğu Trax Records dönemin en önemli iki plak şirketi oldu.

 

Bu dönemde prodüktörler ve plak şirketleri arasında sürekli "Sen benden çaldın, o benim parçamı sample etmiş.." gibi tartışmalar ve suçlamalar sürüp gidiyordu.

 

1987’lerde David Morales, Todd Terry gibi isimler duyulmaya başlandı. New York’ta kapanmış olan Paradise Garage’ın yerini Blaze aldı. Frankie Knuckles "Let The Music Use You" adlı vokal House parçasını yayınladı. Bu plak bir sene sonra İngiltere’de patlak verecek olan Summer of Love’ın vazgeçilmezleri arasında yeralacaktı.

 

87’de House artık New York ve Chicago’nun sınırlarını aşmış, Avrupa’ya ve dünyaya yayılmaya başlamıştı. Bu yaygınlaşma sürecinde popülaritesi artarken House müzik Pop’laşmaya, Pop müzik House’laşmaya başladı. Underground’dan popülere olan kaçınılmaz evrim gerçekleşirken Detroit’teyse içten içi birşeyler kaynıyor Juan Atkins, Derrick May, Kevin Saunderson gibi isimler Techno’nun temellerini atıyorlardı. Aynı dönemde Chicago’da Dj Pierre, Roland 303 adlı bir bas makinasının içinden Acid House denen şeyi çıkardı. Acid House ve Summer of love’la İngiltere, Punk’tan bu yana en büyük gençlik olayını yaşayacak ve rave kavramı ortaya çıkacaktı.

 

Chicago'daki Warehouse, Powerplant, The Music Box gibi mekanlarda New York'taki Paradise Garage'ın House versiyonu yaşanıyordu. Djler 10 saat süren setler çalıyor, insanlar güneş doğarken sürünerek evlerine dönüyorlardı.

 

Sosyal baskılardan uzak bir ortamda kendini müziğin hükümdarlığına bırakmak dönemin ve House'un temel duygusu haline geldi. House denen şey aynı zamanda dış etkilerden uzak, sıcak ve güvenli bir ev gibiydi. Warehouse'ta gecenin "peak" noktasında Frankie Knuckles kulüpteki bütün ışıklar kapatıp kulağı sağır edecek kadar yüksek bir volümde, son hızla giden bir tren sesi çalıyordu.

 

Pencereleri de siyaha boyalı olan Warehouse'ta tamamen karanlığa gömülen insanlar çeşitli uyarıcı ve uyuşturucuların ve son derece tuhaf bir tren gürültüsünün etkisiyle çığlık çığlığa bağırıyorlardı. House takipçileri bir süre sonra oldukça bilinçi dinleyiciler haline geldiler.

 

Dj kötü bir mix yaptığı zaman bağırıp dakikasında rezil ediyorlardı, çünkü dinleyicilerin neredeyse yarısı bu işlerin nasıl yapıldığını zaten biliyordu.

 

The feeling...

 

Disco son derece neşeli ve eğlenceli bir dans müziğiydi. Disco’dan türeyen House’ta ise herşeye rağmen melankolik bir hava vardı. Endüstriyel ve elektronik seslerin hüznü işin içine girdiğinden House hem eğlenceli ve hareketli, bir yanıyla da hüzünlü ve duygusal bir müzik oldu.

 

Garage vokallerindeki gospel etkisi de sadece müzikal değildi, Hristiyan geleneğine ait bazı kavramlar bu müzikte yeni anlamlar kazandılar. House sevgi dolu ve doğru bir dünyada yaşama isteğini dile getiriyordu. Fakat bu istek bir amacı, inancı, ütopyaları yansıtmıyordu.

 

House’un eğlenceli yanı bu isteği, hüzünlü yanı ise dünyanın içinde bulunduğu durumun bilincinde olma konumunu yansıtıyordu. Onların dünyayı değiştirmek gibi bir amacı yoktu. Birşeylerin, hatta birçok şeyin yanlış olduğunu biliyorlar, bulundukları yerde yani "ev"de, beraber oldukları insanlarla güzel bir anı paylaşıyor, güzel bir anı uzatıyorlardı.

 

Farkındalığın verdiği hüzün ve aynı zamanda içinde bulunduğu anı en yoğun ve güzel şekliyle yaşamak bir jenerasyonun temel duygusu oldu. Sürekli bir yabancılaşma duygusu artık, gülümseyerek danseden bir kalabalığın içinde paylaşılıyordu....

Techno

http://img518.imageshack.us/img518/7734/59783114011208640jg5.jpg

http://img518.imageshack.us/img518/7734/59783114011208640jg5.50eabf1490.jpg

Makinelerin sesi...

 

Techno kasvetli, monoton bir endüstri şehri olan Detroit’te doğdu. Bu karanlık şehirde, dumanlar altındaki sokaklar fabrikalarla, fabrikalar durmaksızın bağıran makinelerle doluydu. Makinelerin sesi Kraftwerk’le beraber müziğin içinde duyulmaya başlamıştı.

 

Chicago ve New York’ta House’un ortaya çıkışıyla da yeni bir müzik anlayışı, yeni yapılar, anlatım biçimleri oluştu. Acid House’la müziğe giren cızırtılar ve tuhaf sesler Detroit’te gitgide saflaşarak, four-to-the floor beat’inin üzerinde yerlerini aldılar.

 

80’lerin ortasında, tamamen elektronik ve son derece soyut bir müzik olan Techno ortaya çıktı. Techno, makineyle insan arasındaki melez varoluş biçiminin bir ifadesi; en saf insani duyguları makinelerin sesleriyle anlatan yeni bir dildi.

 

Techno’nun ilk örneği 1985 yılında Juan Atkins tarafından üretildi. Atkins bu noktaya gelirken Kraftwerk, Parliament, Funkadelic ve Dj Electrifying Mojo gibi isimlerden etkilenmişti. Gençliğinde davul ve bas gitar çalan Juan Atkins’in, kendine 3070 adını veren Vietnam gazisi bir okul arkadaşı vardı.

 

Asıl adı Richard Davis olan 3070, Roland MSK-100 model bir sequencer kullanarak tekbaşına müzikle uğraşan, içine kapanık bir gençti. Atkins de elektronik müzik yapmayı kafasına koymuştu ama o zamanlar bunu yapmak için insanın elektronik mühendisi olması gerektiğini düşünüyordu. 1981’de Atkins ve 3070, Cybotron adlı iki kişilik grubu oluşturdular. Bu dönemde synthesizer beat’leri ve bas melodileri, Juan Atkins’i liseden arkadaşları olan Derrick May ve Kevin Saunderson’la biraraya getirdi.

Rec, Pause, Play...

 

Başlangıçta son derece ilkel şartlar altında deneysel çalışmalar yapıyorlar, parçalarını bir pikap ve kaset çaların "pause" düğmesiyle kurguluyorlardı.

 

Atkins ve May yaptıkları müzikleri "Deep Space Soundworks" adıyla bir partide çaldılar ve başarısız oldular. Kimse dansetmedi, insanlar ilgisiz birşekilde etraflarına bakınıyordu. Daha sonra bu isimler Detroit sound’unun kurucuları oldular. Bazen birarada, bazen de farklı isimler altında tekbaşlarına çalışmalar yaptılar.

 

[ Model 500 (Atkins), Reese, Kreem, Santonio, Inter City, Keynotes, E-Dancer (Saunderson), Mayday, R-Tyme, Rhytim is Rhytim (May) ]

Cybotron’un ilk plağı "Alleys of Your Mind" yerel olarak piyasaya sürüldü ve 15,000 sattı. Cybortron sadece bir müzik grubu değil, çok yönlü, fütürist bir projeydi.

 

Fütüroloji araştırmaları yapan Alvin Toffler’ın düşünceleri, Kabbala, bilgisayar oyunları gibi oldukça farklı kaynaklardan beslenen Cybotron, bir techno sözlüğü, yeni bir tecno dili gibi projeleri kapsıyordu. "Clear" ve "R-9" gibi ısınma çalışmalarından sonra Cybotron, 1985’te Fritz Lang’ın "Metropolis" filminden esinlenilerek ismi koyulan "Techno City"i yayınladı. Böylece bu yeni müziğin adı da koyulmuş oldu.

 

Aynı yıl Atkins Model 500 adı altında çalışmaya başladı. Metro-plex adlı kendi label’ından "No UFOs"u yayınladı. Bu dönemde Detroit üçlüsünden herbirinin kendine ait bir label’ı oldu.

 

Metroplex’in sublabel’ı olan Transmat Derrick May’e aitti. Saunderson’ın label’ı da kendi adını taşıyordu; KMS (Kevin Maurice Saunderson). Aralarında "Strings of Life", "Rock to the Beat", "When He Used To Play" gibi parçaların yeraldığı sayısız plak çıkardılar.

Detroit üçlüsü kendilerini, makineleri üreten sisteme, makinelerle karşı koyan bir güç olarak görüyordu.

 

Teknolojiyi kucaklayan, bir yanıyla da karanlık ve duygusal bir tavırları vardı. 120 bpm civarındaki, tuhaf, yabancı seslerden oluşan bu müzik, güçlü bir duygusal yoğunluğa sahipti ve yeni jenerasyonun ruh halini tam olarak yansıtıyordu.

 

Bu, arzu ve endişenin birleşip tek bir duyguya dönüştüğü, paranoyanın mutluluğun bir parçası haline geldiği, ünlemle soru işaretinin birleştiği bir noktaydı. Derrick May’in o sıralarda yaptığı bir parça bu duygunun adını koydu; "Is It What It Is?"

 

Bir sanayiden diğerine...

 

Techno, Chicago’da gelişen Acid House’la aynı dönemde ortaya çıkmasına rağmen uzun süre Detroit sınırlarını aşamadı. Amerika’da kabul görmeyen Techno, 90’larda Avrupa’ya sıçradı ve özellikle İngiltere’de büyük yankı uyandırdı.

 

Detroit’teki gelişmeleri takip eden Neil Rushton Transmat’la bağlantıya geçti ve Detroit üçlüsünün 12 parçasından oluşan "Techno! The New Dance School of Detroit" adlı toplama bir albüm hazırlayıp İngiltere’de satışa çıkardı. Bu albümle Techno İngiltere’de patladı ve Avrupa’ya yayıldı.

 

Bu dönemde elektronik ve bilgisayar teknolojisinde yaşanan gelişmelerle dijital müzik üretimi teknik olarak kolaylaştı ve ev stüdyolarında rahatlıkla gerçekleştirilebilir hale geldi. Böylece Techno, Detroit’li ustalardan esinlenen Avrupalı gençlerin eline geçti . Techno İngiltere’de Londra, Manchester gibi parti şehirlerinde değil, yine bir endüstri şehri olan Sheffield’de gelişti. 808 State ve A Guy Called Gerald gibi müzisyenler de Manchester’da kendilerine özgü bir Techno sound’u oluşturdular.

 

İkinci Detroit Harekatı...

 

90’ların başında Detroit’in en önemli Techno kulübü olan The Music Institute kapandı, Detroit üçlüsü farklı yönlere dağıldı. Onların ardından ikinci bir Detroit Techno hareketi yaşandı. Bu hareketin öncüleri +8, Underground Ressistance, Jeff Mills, Mike Banks gibi label ve producer’lar oldu. Electro, Synth Pop, Belçika kökenli EBM (Electronic Body Music) ve daha birçok endüstriyel etki altında gelişen bu yeni akım oldukça sert, öfkeli ve endüstriyel bir sound’un ortaya çıkmasına sebep oldu.

 

Underground Resistance birbiri ardına "Sonic", "Waveform", gibi sert ve iddialı EP’ler yayınladı. Aynı ölçüde sert ve hızlı prodüksiyonlar çıkaran +8 ise Richie Hawtin ve John Acquaviva’ya aitti. Hawtin ayrıca F.U.S.E. (Futuristic Underground Subsonic Experiments) adı altında tek kişilik çalışmalar da yapıyordu.

 

Bu dönemde iyiden iyiye ticari ve uyuşturucuya endeksli hale gelen Rave’ler Hawtin gibi müzisyenlerin kabusu haline gelmişti. Birçok Dj ardarda çaldığı için setlerin süresi kısalmıştı, Dj’ler insanları uzun ve konsantre bir yolculuğa çıkaramıyorlardı.

 

Uyarıcıdan gözü dönmüş bir kitle ne dinlediğinin farkında bile değildi. 180 bpm’e alışan Hardcore zombileri Hawtin’e yaklaşıp biraz daha hızlı çalmasını istiyorlardı. Daha hızlı, daha sert, daha daha daha derken müzikal anlamda birşeyler gerçekleştirmek isteyen Dj’lerin sinirini bozmaya başlamışlardı.

 

Durumdan rahatsız olan insanlar gitgide korkunçlaşan Rave ortamından kaçıp kulüplere sığındılar. +8 de sert ve hızlı takıntısından uzaklaşıp daha nitelikli arayışlara yöneldi. Hawtin, Chicago Acid sound’u ve Detroit Techno’yu sentezlediği ve "Kompleks minimalizm" adını verdiği bir alanda çalışmalar yapmaya başladı ve bunları Plastikman adı altında yayınladı.

 

Detroit’ten Berlin’e...

Bu sırada Speedy J gibi müzisyenlerle beraber Almanya’da da benzer yönelimler ortaya çıktı. 90’ların ortasında Detroit’li producer’lar Berlin’i mekan tuttular.

 

Underground Resistance, Alman label’ı Tresor üzerinden albümler yayınlamaya başladı. Tresor Berlin’deki aynı adlı kulübe bağlıydı. Juan Atkins, Eddie Flasin’ Fowlkes gibi isimler de Tresor’la çalışmaya başladılar. Tresor’dan çıkan toplama bir albümün adı bu ilginç ortaklığı yansıtıyordu: "Berlin-Detroit: A Techno Alliance". Underground Resistance’ın sert tavrı da Frankfurt’taki Force Inc. ve PCP gibi label’larla Avrupa’daki karşılığını buldu.

 

90’lı yıllar boyunca Techno’dan türeyen Hardore, Gabber, Ambient gibi sayısız müzik türleri ortaya çıktı. Richie Hawtin başta olmak üzere Joey Beltran, Jeff Mills, Robert Hood, Stacey Pullen, Kenny Larkin, Alan Oldham, Dan Curtin, Claude Young, Marc Kinchen, Blake Baxter gibi müzisyenler minimalist Detroit geleneğini sürdürdüler. +8 (Kanada), Djax-Up (Hollanda), Tresor, Labworks (Almanya) gibi label’larla Techno pürist ve avant-guarde bir yönde ilerledi. İngiltere’deyse Soma, Ferox, Ifach, Peacefrog gibi label’lar ve aralarında Dave Angel, Funk D’Void, Russ Gabriel, Luke Slater, Ian O’Brien’ın bulunduğu producer’lar Detroit etkisinde farklı Techno soundları oluşturdular.

 

Arzu ve Endişe...

 

House ve türevleri süslü melodiler, eğlenceli sound’larla insanları tavlarken, Techno son derece basit, keskin ve bir o kadar da soyut bir anlatım biçimiyle hareket ediyor, dolambaçlı yollar izlemek yerine direk sinyaller gönderiyor. Üretim süreci açısından tekolojinin sınırlarını zorluyor, postmodern kolaj anlayışını en tuhaf şekliyle gerçekleştiriyor.

 

Techno’nun minimalist, sabırlı, ağırdan alan tavrıyla yaratılan etki, müziğin basit olduğu ölçüde yoğun ve duygusal açıdan karmaşık bir hal alıyor. Üstelik bu etki, teknoloji toplumları için evrensel bir anlatım gücüne sahip.

 

Techno teknolojide duygunun, hızda tükenişin, ilerlemede yıkımın varlığının bir göstergesi oldu. Teknolojiyle içiçe yaşanan bir dönemin başlangıcında henüz adı koyulmamış kavram ve duygular bu müzikle ifade edildi. Arzu ve endişeyle...

Chillout

http://img187.imageshack.us/img187/8240/ch64053oe4.jpg

1990’ların başları ve ortalarına doğru, zamanın elektronik müzik producerları tarafından üretilen, yavaş tempolu ve hafif müziğe verilmiş olan genel isim…

 

İsimlerinde “chillout” ismi geçen albümler ilk olarak 90’ların ortalarına doğru yayınlanmaya başlanmıştı. Bu “chillout” ismi altında yayınlanan müzik, “downtempo” ve “trip hop” tan ayrı bi tarzdı. Fakat, bu diğer türlerle beraber de çalınabiliyodu. Sonuçta genel “sound” u belli olan, hafif tempolu bu tür zamanın ilerlemesi ile git gide daha çok kendi karakteristik özelliklerini kazanmaya başladı. 2000’lerin başlarında artık chillout müzik kendi içinde dallara ayrılan genel bi tarz görüntüsü almıştı. Bu kendi içinde yeni türemiş olan tarzlarların en önemlileri “Chill-house” , “Nu-jazz” ve “Lounge” olarak adlandırılabilir..

 

Bunların yanı sıra Chillout, içinde ayrıca “trance” , “ambient” ve “Idm*” (intelligent dance music) türlerinin bazı etkilerini gösteriyordu. “Balearic beat” denen, chillout tan farklı, başlı başına bir tür olarak kabul edilen bu türün ise, bütün özelliklerini içinde bulunduruyodu. (“Balearic Beat” ismi henüz chillout ortada yokken, Soul to Soul , Enigma gibi grupların yaptığı müziğe verilen tarzın ismi. Bu gün artık pek fazla kullanılmasa da hala kabul gören bir tarz olarak yerini koruyor.)

 

Chillout genelde rahatlatıcı, hafif tonlardan oluşan (veya çoğu zaman alıntı yapıldığı türler kadar sert olmayan ) bir müzik türüdür. “hard style” , “deep” veya “ hipnotik ritimler “ le çalınmaya uygun bi tarz değildir.

 

Dünyanın hemen hemen her yerinde Chillout, gerek crowd u, gerek mekanları ile kendine has bir tarz yaratmıştır. Chillout müziğin bir tarza dönüşmesinde Ingiltere’nin kuşkusuz büyük payı olmuştur. Seneler boyunca Londra’nın ünlü klübü Ministry Of Sound, Ibizia ve başka yerlerde chillout eventlerin organizasyonlarını yapmış, MOS Chillout Sessions adlı albümler hazırlamıştır. Ayrıca bu güne kadar başka label lar altından çıkan “chillout” veya “chill” kelimelerinin geçtiği yüzlerce albüm yayınlanmıştır. Bu gün “CHILLOUT” türü, dünyanın her yerinde otoriteler tarafından kabul edilen bir tarz olmuştur. Ayrıca Ingiltere BBC Radio1 ve Pete Tong’un yardımları sayesinde, bu tarzın gelişimine büyük katkılarda bulunmuş bi çok isim ortaya çıkmıştır. Pete Tong’un yardımlarıyla orataya çıkan en önemli 4 isim : Mr Scuff, Tim Love Lee, Lemon Jelly, Ewan Pearson .

 

Bunların haricinde söylenebilicek başka iki isim de : Chris Coco , ve Rob da Bank

 

Chillout türünün bu güne gelmesinin en önemli sebeplerinden olan DJ’leri şöyle sıralayabilirim.

 

Mixmaster Morris, Pete Lawrence, Jose Padilla.

 

-PETE LAWRENCE-

 

Müzik konusunda bi jazz bateristi olan babasının yolunu takip eden Lawrence, 80’lerde Cooking Vinyl plak label ını açana kadar çeşitli gruplarda performans sergiledi.

 

1993 senesinde tembel bir Pazar sabahı Lawrence, Big Chill festivali için ortaya bir fikir atar. Ve sonrasında zamanının en sükse yapan festivallerinden biri olan Big Chill için Katrina Larkin ile ortaklaşa çalışmaya başlar.

 

Son 10 sene içinde Lawrence Big Chill için 8 tane mix albüm yapıp yayınlamış, chillout un yayılmasında en önemli rollerden birini oynamış olan “On Magazine” e editörlük yapmış, Brezilyadan Avustralya ya, Japonya’dan Siberya’ya kadar dünyanın çeşitli yerlerinde ve 1996’da “Yakutsk” da ilk batılı dj ünvanını kazanarak Dj lik yapmıştır. Pete Lawrence’ın müziğine ilham olan tarzlar, Folk tan Funk a kadar uzanan Klasik müzikten World Music e uzanan, arada electronica ve ambient türlerinden de nasibini alan geniş bir yelpaze oluşturur.

 

1996’da Global Headz’den çıkan ilk albümü “Eyelid Movies” bugün koleksiyon parçası olmuş, Mixmag dergisinde ayın albümü seçilmiş, Melody Maker tarafından “gün doğumunu kafanızın içinde yaşatan bir albüm” olarak nitelendirilmiştir. 1997’de ise “Pipedreams” ile devam etmiş, 1999 da Big Chill organizatörlerinden olan Tom Middleton ile çalışarak “Enchanted 01” , yaz compilation ı olan “ Beach” , “Enchanted 02” (iki albümün de yayın tarihi 2000), “Glisten” (2001 Eylül), “The Big Chill Loves You” (Temmuz 2002) ve en son “iChill” (2003 yazı) albümlerini yayınlamıştır. 2004’te de Universal Records, Big Chill markasına 10. yıl hediyesi olarak “Big Chill Classics” adlı toplama bi albüm yapmıştır. 2006’da yeni bir Big Chill albümü daha çıkması bekleniyor.

 

-BIG CHILL-

Pete Lawrence ve Katrina Larkin tarafından 1994’te yapılmaya başlanan Big Chill, ufak bir organizasyondan, bugün herkes tarafından saygı duyulan bir festivale dönüşmüştür. Başlangıçta “Islington's Union Chapel” de, Pazar günleri tüm gün boyunca süren bir event olarak başlar. Bir sonraki sene Black Mountains on the Welsh eteklerinde açık hava partisine dönüşünce 700 kişiye ulaşan bi crowd yakalar. Big Chill, 1998 senesinde 'The Enchanted Garden' (büyülü bahçe) olarak bilinen Dorset’s Larmer Tree Gardens’a taşınır. Bu mekan değişikliğinden sonra da önündeki 5 sene boyunce en yaratıcı yeni eventlerden biri ünvanını kazanır. Bir zamanlar bir kaç yüz kişiden oluşan crowd, artık 5000 kişiyi geçmeye başlar.

 

2001 senesinde bir kereye mahsus olarak Dorset te, Lulworth Şatosunda yapılan organizasyondan sonra Big Chill, Herefordshire - Malvern Hills deki Castle Deer Park’a taşınır. Gitgide artan izleyici sayısı artık 27.000’lere ulaşmıştır.

 

Big Chill bugüne kadar 2000’den fazla Dj i ağırlamış ve bu gün Goldfrapp, Talvin Singh, Amy Winehouse, Gotan Project, Hexstatic, Röyksopp, Zero 7, Lemon Jelly, Kinobe gibi isimleri bünyesinde barındıran, izleyici sayısının 30.000’i geçtiği bir organizasyona dönüşmüştür.

 

Şu an Big Chill ismine ait olan kendi plak labelı ve dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan diğer partilere sağladığı büyük desteklerle, Big Chill bütün dünyada chill out u yaymaya devam etmektedir…

 

-MIXMASTER MORRIS-

 

Morris Gould, Dj lik hayatına 1982’de Londra “Kings College” da organik kimya öğrenciliği yaptığı sıralarda başladı. O dönem çaldığı tarzlar daha çok “indie” ve “Punk”dı. Morris dans müziği çalmıyordu hatta çoğu zaman çaldığı müziğin aksine daha yeni, ilginç “sound” lar yakalamaya çalışıyordu. Çaldığı setler, tarzında yaşadığı bu transformasyonun şahitliğini yapıyolardı. Rock müzikle büyümüş ordan da Batı müziği ile alakası olmayan “Sun Ra”, “Captain Beefheart” , “Miles Davis” gibi isimlerin temsil ettiği “Head Music” denen tarza geçiş yapmıştı.

 

Bu olaylardan kısa bi süre öncesinde Morris, Terry Riley ve Robert Fripp ‘ i örnek alarak, “Copycat tape loop echo machine” aletiyle, kendi looplarını hazırlıyıp, çoktan “tek kişilik elektronik show” unu sunmaya başlamıştı bile. Kısa zamanda Londra’nın korsan radyoları arasında yerini buldu ve “Matt Black” , “Jonatan More” gibi isimlerin de Dj lik yaptığı “Network21” denen radyo ile anlaştı. “Mixmaster Morris” lakabı kendisine burada verildi… Morris bu gün artık, onlarca radyo istasyonunda yayınlar yapmış, Derrick May ‘den Future Sound Of London ‘ a kadar bir çok ismi konuk etmiş bir kariyere sahiptir.

 

Okulu bitirdikten sonra bir kaç sene değişik işlerde çalışıp aynı zamanda Dj liğe devam etmiştir. 1985’te (Şu an bu isme sahip olan grupla alakası olmadan) Rythm Method olarak anılmaya başladı. 1987’de Des de Moor’la tanıştı ve bundan sonra olaylar ardı arkasına gelişmeye başladı. İkili 1988’de türünün ilk örneği olan “Madhouse” adlı live techno festivalini düzenledi. Meat Beat Manifesto turunu düzenledikten ve “I want to” single ını yayınladıktan sonra Morris ortaklıktan ayrıldı. 1989’da hem müzikal hem felsefi açıdan farklı bir yol izlemeye başladı. Faturalarını ödeyebilmek için UK’ı dolaşan “The Shamen’s Synergy” tour a katıldı.

 

Aralarda fırsat buldukça Londra ya dönüp underground partilerde, chillout room larda dj lik yapıyodu. 1990’da “The Orb” dan Alex Patterson’ ın kurduğu “White Room” u aldı. Mixmaster Morris için tipik bir set iyi bir canlı performans ve zaman zaman 12 saate kadar uzayan setler demekti. Morris, organizatörlerinden biri olduğu “Telephatic Fish” adlı Londra’nın ilk Ambient underground partisinde, Aphex Twin ile eşi benzeri olmayan bir 16 saatlik set çıkardı.

 

1992’de, bu gün bile hala gelmiş geçmiş en iyi ambient albümlerden biri kabul edilen “Flying High” adlı albümü çıkardı. Sonrasında “The Undergorund EP” , Pete Nalmook ile beraber “Dreamfish” , bazı toplama albümlerde yayınlanan parçalar , The Shamen , Barbarella , Rising High Collective, Higher Intelligence Agency, Aural Expansion, Transform ve Coldcut gibi isimlere remixler yaptı.

 

Morris 1994’te Global Chillage albümünü yayınladı. Flying High , (tavanı akan) Rising High ‘ ın felaket stüdyosunda aylar süren çalışmalar sonucu tamamlanmıştı. Global Chillage ise evinde kendi bilgisayarı ile 2 hafta süren bir çalışma sonunda bitmişti. Evinde bilgisayarıyla çalışmayı bundan sonra kendisine adet edindi ve stüdyolardan uzaklaştı. Kendisi ve bilgisayarıyla neler yapabileceğini denemeye başladı.

 

Global Chillage, Morris ‘in hayatının festivaller ve turlarla geçen 2 senesini yansıtır. Heryerde chillout ve ambient in “cheerleader” lığını yapmış ve mesajını vermeyi de iyi becermiştir. Love Parade’lerde, Glastonbury Festivallerinde ve yine Almanya ve Ingiltere’de diğer sayısız partilerde yer almış, “live arena” da “hypodrone rock” tarzı müzikler çalarak adeta bariyerleri yıkmıştır. Hala bu experimental havasını devam ettirmektedir.

 

Kendi müziğinin yanında IDM tarzı çalışmalar yapan biçok kişinin çıkışlarında büyük yardımları olmuştur. (Aphex Twin, Pete Namlook, Black Dog, Mu-Ziq, Spacetime Continuum, Global Communication…)

 

-JOSE PADILLA- ve -CAFE DEL MAR-

 

José Padilla, Café Del Mar’ın ünlü Dj i dir. Yıllardan beri Cafe Del Mar’da çaldığı müzik ve yayınladığı “Cafe Del Mar” albümleriyle Chillout müziğin yayılmasında en büyük pay sahibi olan kişi olarak kabul edilir. Çoğu yerde Chillout’un “Spitual Father” ı olarak geçer..

 

O, Barselona’nın dışlarında Gerona’da Fakir bi inşaat işçisinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Gençlik çağlarında İngiliz kızlarını kovalamak amaçlı Barcelona’ya gece alemlerine gidip gelmeye başlayınca Dj lik ten büyülenmeye başladı. 1975’te sorumluluklardan kaçmak için ibiza’ya kaçtı ve oraya yerleşti. Kariyerine ilk olarak garsonluk yaparak başladı. Sonradan Dj’liğe geçişi ve seneler boyunca çalışmalarının sonucu 1991 de Cafe Del Mar ın resident dj i “Jose Padilla” oldu. 1994’te “React” label ından, ilk Cafe Del Mar albümünü yayınladı... Meşhur seri şu an 12. sayısına ulaşmış, ayrıca bunun yanında bir çok değişik isimli albümler yayınlanmıştır. Şu sıralar, mekanın kendi adını taşıyan ayrıca bi plak şirketi de bulunmaktadır.

 

1998’e kadar her ne kadar Padilla’ nın şarkıları, yaptığı toplama albümlerde yer aldıysada, ilk kendi albümünü (Souvenir) 1998’de Mercury Records’dan çıkardı. CD nin yapımında Paco Fernandez, Lenny Ibizzare gibi diğer chillout producerları ile çalıştı. 2001’de 2. albümü olan “Navigator” ı yayınladı.

 

Padilla bugün hala Cafe Del Mar’ın resident lığını yapmakla beraber, aynı zamanda dünyanın heryerinde sahne alıyor. Ayrıca Cafe Del Mar serileri ile alakası olmayan “Bella Musica” isimli yeni bi seri yayınlamaya başladı.

 

Café del Mar :

 

Ibiza – San Antonio’da bulunmaktadır. Turistlerin yaz boyu o meşhur “sunset at the cafe del mar” gurusunu yaratmış olan Jose Padilla’nın müziği eşliğinde gün batımını seyretmek için deliler gibi akın ettiği yerdir. İlk olarak “Ramon Gurial” , “Carlos Andrea” ve “Jose Les” tarafından 1978’de “The sunset Bar” olarak açılmıştır.

 

Tarzının ambient, chillout, easy listening olduğu mekan kendi CD lerini yayınlamaktadır. Dünya çapında bu güne kadar 9 milyondan fazla albüm satılmıştır. 2005 yazında denizin önüne kurulmuş büyük bir stage ile Cafe Del Mar 25 th yıl dönümünü kutlamıştır. Partide yine CD lerinde parçaları yayınlanan “Tom Oliver” , “Paco Fernandez” La Caina” gibi dj lere yer verilmiştir.

^^^^ Trance müzik ve Tarihi ^^^^

80’lerden bu yana gelişen elektronik dans müzikleri arasında bu resme en son katılan renklerden biri olan Trance, 90’ların başında ortaya çıktı. Bir süre kenarda kaldıktan sonra 90 ortasında sağlam bir geri dönüş yaptı ve günümüzde bu türler arasında en çok tercih edilen müzik oldu.

 

Yeni arayışlar...

 

Disco’dan bu yana çıkan elektronik dans müziklerinin çoğu Amerika’da ortaya çıkmış ve Avrupa’da gelişmişti. Alman kökenli Trance bu noktada bir istisna oldu.

 

90’ların başında House ve Techno kendilerine belli bir yer edinmiş, Acid House’un ortaya çıkışından sonra Avrupa’da ve Amerika’da ardarda yapılan büyük rave partilerle dans müziği Hardcore etkisine girmişti. Arayış içindeki müzisyenler Hardcore’dan uzaklaşırken oldukça farklı yönlere gittiler.

 

Hardcore’a tepki sayılabilecek Ambient, IDM (Intelligent Dance Music) gibi türler ortaya çıktı, Techno avant-guarde ve minimal bir yola girdi. Trance de bu arayış döneminin bir sonucuydu.

Sihirli formül...

 

Trance, 20 yıllık bir elektronik dans müziği zincirinin son halkalarından biriydi. Electronic New Wave, Industrial, Techno, Acid House, 80’lerin psikadelik müzikleri gibi birçok kaynaktan besleniyordu. 20 yılın deneyiminden güç alan Trance, son derece özgün ve yeni, bir yanıyla da insanlık tarihi kadar eskiydi.

 

İlkel kabilelerden günümüze farklı kültürler ve dinlerde birçok noktada yeralan müzikle transa geçme geleneği, Trance müzikte teknolojiyle buluşuyor, kabul görmesi kaçınılmaz bir formül gerçekleşmiş oluyordu.

Hardcore ve Rave’in yaygın olduğu bir zamanda ortaya çıkan Trance, başlangıçta oldukça sert ve soğuktu. Tempo ve ritmik yapı olarak Techno’ya benziyordu.

 

Güçlü bas melodileri üzerine, Acid House’un ortaya çıkmasına sebep olan TBR-303 ve çeşitli synthesizer kaynaklı seslerden oluşan üst melodiler Trance’in belkemiğini oluşturdu. Bu dönemde Avrupa’da yaygın olarak dinlenen "Euro" ya da "Club" denen melodik bir House türevi de Trance’in gelişiminde etkili oldu.

 

Euro’da tekrar edilen canlı ve duygusal melodiler, Trance’te birtakım değişimlere uğrayarak neredeyse durmaksızın devam ediyordu. Genellikle parça beat seviyesinin düşmesiyle bir noktada duruluyor, dinleyici melodiye odaklanıp bekletildikten sonra, beat canlanmış ve yenilenmiş bir halde tekrar müziğe giriyordu. Böylece takip edilen melodi uzatılarak müzikte bir anlatı ortaya çıkıyordu.

Frankfurt Acperience...

http://img81.imageshack.us/img81/3561/jammixedemotionsjq4.jpg

1991 yılında Dj Dag Lerner ve Rolf Elmer’ın "dance2trance" parçası Trance müziğe adını verdi.

 

Bu sırada Frankfurt kökenli Harthouse, Eye Q Records, R&S gibi Label’lar Trance’in gelişiminde önemli rol oynadı. Harthouse’u kuran Sven Vath, Heinz Roth Mathias Hoffman bu yönde çalışmalar yaptılar. Lerner ve Rolf’un "We Came In Peace" ve Hardfloor’un "Hardtrance Acperience" adlı parçaları erken dönem Trance sound’unun belirleyicisi oldu.

 

Arpeggiators, Spicelab, Barbarella, Oliver Lieb, Cosmic Baby gibi isimler ardarda Trance prodüksiyonları yaptılar.

İngiltere’den Goa’ya...

http://img80.imageshack.us/img80/4849/4137ii1.jpg

Paul Oakenfold gibi Dj’ler sayesinde İngiltere’de popülarite kazanan Trance; Acid Trance, Hard Trance, Ambient Trance gibi alttürlerin ortaya çıkmasına sebep oldu.

 

Avrupa’dan Hindistan ve Tayland’a kadar ulaştı, Psytrance ve Goatrance gibi belirgin ve güçlü bir yola girdi. Fransa’da Robert Miles, BT ve Sash gibi prodüktörlerin çalışmaları; Almanya’da ise Dj Taucher ve Paul Van Dyk gibi Dj’lerin etkisiyle Trance bugün dinlediğimiz haline yaklaşmaya başladı.

http://img80.imageshack.us/img80/8260/voroneh5.jpg

Sasha ve John Digweed New York’taki Twilo adlı kulüpte Amerika’yı Trance’le tanıştırdılar. 90’ların sonuna doğru Vincent de Moor ve Ferry Corsten gibi isimlerle Trance mainstream chart’lara girmeye başladı. "Carte Blanche", "Out of the Blue" gibi parçalar dünya çapında hit oldu. İnsanların bir zamanlar burun kıvırdığı Trance tüm dünyayı sardı ve elektronik dans müziğine büyük ölçüde hakim oldu.

 

Trance yaygınlaştığı ölçüde kötü taklitler ve seviyesiz prodüksiyonlar da arttı. Toplama Trance albümleri kamyon dolusu satmaya başladı, her yıl yenilenen Anthem’leri televizyondaki programların jingle’larına kadar girdi.

 

Progressive yönelimler...

 

2000’lere doğru artık yılın Dj’leri sıralamalarında Sasha, Digweed, Paul Oakenfold, Paul van Dyke gibi Trance üstadları en üst sıralarda köşe kapmaca oynuyordu.

http://img80.imageshack.us/img80/8513/17904747hx0.jpg

Onlar Trance’in temel özelliklerinden ayrılmadan tarzlarını geliştirmeye, farklı türleri de müziklerine katmaya başladılar. Ortalıkta dolanıp duran neşeli ve yüzeysel taklitlerin aksine, gitgide daha karanlık ve house’a yaklaşan soundlara doğru ilerlediler.

 

Progressive Trance’le beraber Trance, pop müziğin vokal gücünü de arkasına aldı. Yapılan her yenilik bambaşka bir sonuç ortaya çıkardığından birbirinden son derece farklı soundlar gelişti ve trance etrafında dolanan Dj’ler büyük ölçüde kişisel ve özgün tarzlar oluşturma imkanı buldular.

http://img80.imageshack.us/img80/4399/24261999sr0.jpg

Tiesto, ATB gibi isimler boş kalan Anthem sahasını doldururken, Steve Lawler, Sander Kleinenberg gibi isimler Trance içinde farklı yönler çizdiler.

 

Hare hare...

 

Trance müziğin temelini oluşturan, insanı bir tür transa sokan yapı aslında müziğin temel özelliklerinden biri.

 

Bu özellik doğanın seslerinde de, hayvan seslerinde de, Reggae’de de, Bach’ın kanonlarında da var.

 

Bu özellik tekrara ve takip edilebilen bir melodiye bağlı. Tekrarlar sıkıcı görünse de insanı transa sokan şey, bu sıkıcılığın kendisi. Afrika kabile müziği, Sufi müziği, ve birçok dindeki ilahiler de bu özelliği taşıyor.

 

Budizm’deki mantralara, Hare Krishna’ların ayin müziklerine baktığımızda sürekli tekrarlar ve belli bir melodi üzerindeki varyasyonların insanları güçlü bir şekilde etkilediğini görüyoruz. Bu yapı dinleyicinin zihninde ayrıksı bir trans alanı oluşturuyor ve kişi varyasyonları takip ederken düşünme sürecine girerek bir iç yolculuğa çıkıyor.

 

Belli belirsiz sesler dinleyicinin dikkatinin hassaslaşmasına yolaçıyor. Müziği oluşturan seslere belli anlamlar, roller yükleniyor ve melodinin akışı içinde bir anlatı oluşuyor.

 

Kemerlerinizi bağlayın...

 

Diğer müziklerde melodi kısa tutularak tekrar edildiyor. Trance’te ise melodi bütün bir şarkıya yayıldığından parçanın içindeki anlatı kendi içinde giriş, gelişme ve sonucu olan anlatı bir öykü oluşturuyor.

 

Bu öyküler planlı bir set içinde anlamlı bir bütün olarak dizildiğinde ve işlendiğinde ise müzik dinleme deneyiminin kendisi bir iç yolculuğa dönüşüyor.

 

Üstelik malzeme aynı olsa da her dinleyici kendi zihninde kendi öyküsünü oluşturduğundan Trance etkileşimli olma özelliğini de taşıyor.

 

Bu nedenle partilerde ve kulüplerde kalabalığı yönlendiren, yolculuğa çıkaran Dj’lere halk arasında "pilot" adı veriliyor. İnsan psikolojisi, ortamın atmosferi, enerji etkileşimi Trance konusunda son derece önemli.

 

Dolayısıyla, kendini müziğe katmayı reddeden dinleyiciler Dj’i, suya götürüp susuz getiren Dj’ler ise dinleyicileri üzüyor. Pagan toplumlarında Şaman davullarıyla yapılan trans ayinleri günlerce sürerdi. Şimdi de kulüplerde ve partilerde teknolojinin şamanları olan Dj’ler iç yolculuklarımıza yön veriyor.

 

Olumlu şartlar altında gerçekleşen bir Trance partisinde ise bu yolculuğu kendine dair bir çok şey öğrenmiş, duygularına isim vermiş, hayat deneyimi edinmiş ve bunları tek bir söz söylemeden insanlarla paylaşmış olarak sonlandırmak mümkün.

 

Yapmanız gereken tek şey gözlerinizi kapayıp kendinizi açmak...

 

Trance; 1990lu yılların başlarında Avrupa’da gelecek vaad eden bir müzik türü olarak çıktı. Günümüzde de bu özelliğini devam ettiren, ümit verici mizik türlerinden biridir.

 

Trance Müziği çok geniş bir kapsama sahiptir; dinlendiği ve etkilediği alan düşünülürse, sınırlanın çok ötesine geçmiştir. Günümüzdeki popüler gruplar, sanatçılar, müziğin içinde bulunan kişiler arasındaki ortak görüş trance soundunun tüm albümlerin içine dahil edilmesinin çok doğru olduğudur.Trance başlangıçta ticari olmayan bir müzik türüyken; daha sonraları, her geçen gün daha fazla kişiye ulaşmaya başlayarak popüler bir müzik türü haline gelmiştir.

 

Artık, MTV ve Viva gibi popüler müzik çalan kanallarda ve basında çokça yer almaktadır.

 

Trance müziği; yetenekli Trance müziği Djleri, prodüktörleri ve büyük yapım şirketleri sayesinde popüler olmaya başlamıştır.Bu popülerlik sayesinde Pop ve Rock müziği yıldızları; Trance müziğinin bestecileri ve prodüktörleri ile iş birliği yapmaya başlamışlar ve bu soundu albümlerine katmaya başlamışlardır. Bu duruma en iyi örnek Madonna’nın “olgunlaşma çağından” olan albüm“Ray of Light 1998” dir. Bu albümün nerdeyse yarısında yüksek bir kaliteye sahip semi-trance soundunu hissedebilirsiniz.

 

 

Trance Müziğin Özellikleri

 

 

Belki de dans müziğinin en belirsiz tarzına sahip olan trance, melodik olarak tanımlansa bile sahip olduğu özgün müzik tarzıyla kısmen house müziğinden türemiş diyebiliriz.

 

Trance müziği için belirli kalıplar çizilmemiştir, bu tarzın şarkıları rengarenk ritim niteliklerine sahiptir. Bu tanımladığımızı aslında bir başlangıç noktası olarak kabul ederek bir trance albümünü; içinde bulunan bas çizgisinin varlığı ile davul ve bateri desenleri taşıyan, çoğu zamanda içinde trampet vuruşları ile önemli anları vurgulayan, çok nicelikli işitsel öğelerle müziğin dokusunu en iyi şekilde oluşturan ritim güzelliğine sahip bir tarz olarak kabul edebiliriz.

 

Buna rağmen, tüm trance müziği için aynı şeyi söyliyemeyiz. Tümü bu profilin içine sığmaz, çünkü şarkıların sınıflandırılmaları daha çok çalan kişinin çıkardığı sound ile ilgilidir.

 

Trance türünü/ tarzını en iyi şekilde açıklamak istersek; dans müziği içindeki ayrı noktaları birleştiren, ya çok enerjik ya da chill out olan diyebiliriz.

 

Trance müziği genelde major ve minor akortlarının oluşturduğu “epik”soundunda olup, bu açıdan klasik müzik aletleri ile çıkan soundlara benzerlik göstermektedir.

 

Çoğu Trance soundu 4/4 vuruşlu tempoda olup; canlandırıcı özelliğe sahiptir; hızlanarak canlandırarak ve çoğu zamanda enerjik bir sentez oluşturarak, vuruşlarla yükselerek ve genelde yavaş yavaş gelen uzun solo bölümleri ilebir gerilim yaratır ve dans pisti içinde bir beklenti yaratır.

 

Vuruşsuz bas çizgileri ile genelde major ve minor akordlarını kullanarak, trance müziği genel epik formu ile ticari trance formu ve yan tarzları olan, Euro (Epic) Trance, Goa (Psychedelic, Psy) trance, Hard Trance, and Progressive Trance olarak vardır.

 

Bloklar İnşa etmek

 

House ve Techno’u “güç sağlama” ya da Trance’in “yakıtı” olarak değerlendirirsek, trance’i en iyi şekilde anlatmaya çalışmış oluruz. Evet, bazı yönlerden Trance, House ve Techno’dan türeyen bir türdür.

 

Ama bu türemeyi sadece uygun güç sağlanması olarak nitelendirmeliyiz. Daha da önemlisi Trance’in ana çıkış noktası Batı ve Antik Batı kültürünün dinsel ve tinsel köklerinden türemiş olmasıdır. Aslında şaşıtıcıdır ki, bizi çevreleyen dünyada Trance Müziği uzun yıllardır varolmuştur.

 

Daha da açmak gerekirse bir müzik prodüktörünün başlangıç noktası aşağıda yazılı olan her maddenin oluşturduğu en basit Trance albümünde mevcuttur(solid, house-powered beat and energetic, techno-powered progressive sound).

 

İnişler ve çıkışlar

16. ve 32. notaların kısa örnekleri

İlahiler

Yüksek major ve minör akortları

 

Bu saydıklarımız trance için en gerekli olan öğelerdir. Hepsi o kadar önemlidir ki albümdeki soundu tamamen değiştirebilirler. Herhangi birinin eklenmesi ile soundu Trance’a çevirebilir.

 

 

Tarihçe ve Gelişim

 

 

Trance Müziğinde dini kökleri olan ruhsal ögelerden oluşan Şamanizim ve Budizm izlerini görmek mümkün.

 

Bu önemli bilgiyi göz önünde bulundurarak; Trance’ın yaşının yüzyıllar öncesine dayandığını tahmin edebiliriz.

 

Günümüzdeki Trance soundu 1990lı yılların ilk başlarında Almanya’da doğmuş olsa da ‘Trance Markasına’öncülük eden Dragon Fly gibi soundlar 1990lı yılların sonunda ortaya çıkmıştır.

 

Bu sound özelliğine sahip Goa Trance ve Psy-Trance tartışılır bir şekilde daha da eskidir.

 

Hindistan ve İsrail’de Clublara gidenler tarafından ortaya çıkan ilk Trance Albümleri ise kendilerinin oluşturduğu yeni bir stil ve dans pistleri için yeni bir sound olmuştur.

 

Yine tartışmaya açık olarak; Techno, Trance’ın ve House’un birleşimi, ilk zamanlar için tempolu ve ritmik özelliklerinden oluşan ama bunun yanında da daha yüksek soundlu melodileri ile popüler house stilinden esinlenmiş bir şekilde clublarda çalınmıştır.

 

Lakin, Trance’ın melodileri Avrupa/ Club House kültüründen farklılıklar göstermektedir. İkisi de duygulu- heyecanlı ve canlandırıcı özelliklere sahip olsa bile, House müziğinin yaptığı gibi ‘çevreyi zıplatma’ özelliğine sahip değildir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu Erken-Trance olarak nitelendirdiğimiz Trance’ın ilk zamanları yukarıda da açıkladığımız gibi ‘İlahi Müzik’ özelliklere sahip olduğu söylenebilir ve türüne özgü olarak şarkının çözülme bölümleriile melodiye bir kaç saniye odaklanmadan önce yenilenen yoğun sound ile tempoyu getirir.

 

Böylelikle Trance Müziği Avrupa’da popüler olmaya ve çok hızlı bir şekilde yayılmaya başladı ki, kaçınılmaz bir şekilde Trance Stili gelişmeye ve her geçen gün daha fazla Dj ortak bir şekilde Trance Müziğini kullanarak daha büyük bir kesime hitap etmeye başlayarak, daha ticari bir müzik türü olmaya başladı. Gelenksel Trance Stilinden çıkmış artık daha fazla türevleri olan bir müzik türüne dönüşmüştür.

 

1990’lı yılların ortalarına doğru trance Müziği artık ticari olarak bakıldığında da dans müziğinin vazgeçilmez türlerinden biri olmuştu. Artık gayet popüler olan daha keskin hatları ile House’un yerine uygun bir şekilde doldurmaya başlamış, davul-bass kombinesinden daha sakinleştirici ve dinlendirici olmuş ve Techno ya kıyasla daha ulaşılabilir biz müzik türü olmuştur.

 

Günümüze kadar, Trance Progressive House ile eşanlamlı iki kelime gibi kabül görmüş, aslında aynı müzik içinde sınıflandırılmışlardır.

 

‘Progressive’ ticari başlığı ile Brian Transeau (BT), Paul Van Dyk, Ferry Corsten (Art of Trance/ Trance’in Sanatı) gibi sanatçılar ,ve Underworld; ilk prodüktörler ve remix ile uğraşan sanatçılar epik duyguları ve duygusallık içeren bir stili öne çıkarmışlardır.

 

Bu arada Paul Oakenfold, Sasha, ve John Digweed gibi djler de daha önceden kaydedilmiş olan mixlerin satışlarları ile, bu soundu dinletmeye başlamışladır.

 

1990’lı yılların sonlarına doğru Trance muazzam bir şekilde ticari bir müzik türü olarak devam etmiş; çok fazla sayıda çeşitli türlere de ayrılmaya başlamıştır.

 

Belki bir sonuç olarak, benzer şeylerde Djlerde de olmuştur. Örnek olarak , Sasha ve Digweed; Progressive Sound’u ön cephelere beraber taşıyan bu ikili, yükselen ‘Deep Trance/ Derin Trance’ stilini daha yükselen ‘karanlık mix’ yapmak yerine, bu sound ile ilgili herşeyi 2000 yılında bırakmışlardır.

 

1996 yılında ‘yeni Trance olgusu’ İngiltere’nin kalbinden gelerek İngiliz Clublarında ve daha sonra da ‘Clubberların Adası’ olarak bilinen Ibıza’da yeni ufuklara bir ‘fenomen’ olarak devam eder.

 

Epik kurulumlu albümler, muazzam bir çözülme gösteren ve canlandırıcı etki ile, en son noktaya ulaşan ATB ve Delirium Soundları...Robert Miles, Sash ve BT gibi çok tanınan prodüktörlerle beraber; bu soundlar müzikde yeni bir enerji ve heyecan arayan dinleyicilerin kalbini kazanmıştır.

 

Dünyanın her yerinde ağır adımlarla ilerleyen Trance Müziğinin etkisini incelemek çok ilginçtir.

 

İsrailliler ve İsveçliler yeni soundlar üretmeye devam ederken Amerika ve Doğu Avrupa marketlerinde Trance Soundundan; çılgın Avrupa marketinde absorbe olmuştur. Bu arada İngiltere ve Canada; Hard Trance sınırlarını zorlayarak, Hard House gibi bir anda ortaya çıkan yeni tarzlar oluştururlar, bu ortaya çıkan Trance ve House müziğinin bir birleşmidir.

 

Tarz içinde gösterdiği çeşitlilik insanı gayet tatmin ederek, kaçınılmaz bir şekilde kendi başarısının kurbanı olmuştur. Trance yapımı Djler mesela Paul Van Dyk; halen aynı tarzı icra eden bi Trance Dji olsada, eskiye göre kıyaslandığında, türü oluşturup daha sonra bir kağıt parçası gibi bir kenara atmışlardır.

 

Fakat bunun yanında, 1990lı yılların ortalarındaki ‘Gerçek Trance’ hayranları, tarzı tekrar eski yerine getirmek için çabalayıp, sonunda hakkettiği yere getirirler.: Akıldaki müzik olmak , kalabalık için değil ...

 

Ticari Trance Müziğinin bulunduğu rota ‘dans’ olarak geri dönmek veya Progressive veya ‘epik dans’ müziği olmuştur artık. Hangi rotayı takip ederse etsin, Trance; dans müziğinde bir Rönesans Dönemi olarak hatırlanacaktır.

 

Şu anda da hala geçerliliği olan Trance Müziği, içinde geniş bir yelpaze şeklinde bulundurduğu tarzlar ile genişlemeye devam ederek en parlak Djleri bünyesinde barındırmaktadır

Euro Trance

 

http://img81.imageshack.us/img81/2553/faceupfinalfk4.jpg

Tam ortada Trance’ın merkezinde bulunan Euro Trance, Trance’in en doğal formunda, anlaşılması en kolay türüdür. Euro Trance genelde, hep canlandırıcı özelliği, çoğunlukla 140-145 Bpm de olan ve içindeki büyük ayrımlı Bass özelliği ile, genelde epey ağır ve bir bayan vokalli sounda sahip olan bir türdür.

 

İçinde büyük ayrımlar/ kıvrımlar/ inişler göstererek; Trance Müziğinin bu stili vokalleri ile birlikte ‘Ticari Trance’ türünü oluşturuyor diyebiliriz. Bu tarz Trance; ‘İyi hisset’-"feel good" kategorisine girer ve başlangıç noktası bu görüşdür. Keskin çizgileri ile Euro Trance, bazı şartlarda Hard Trance olarak da adlandırılabilir.

Goa Trance

http://img81.imageshack.us/img81/2010/goatranceyq1.jpg

Goa Trance; elektronik müziğin bir formu olup, Hindistan’ın bir bölgesi olan Goa’da ortaya çıkmıştır. Müzik; popüleritesini kökleri Goa bölgesindeki, 1960lı yılların sonları, 1970li yılların başındaki ‘hippi mecca’dan alır. Buna rağmen günümzdeki Goa Trance stili o zamanlardaki gibi aynı şekilde varolmamaktadır.

 

1970li ve 1980li yıllardaki turist akımından sonra, bir grup merkez olarak Goa’da kalmış, müzikdeki gelişmelere ve müziğin yanında diğer aktivitelerle; yoga, eğlenceler eşliğinde uyuşturucu kullanımı ve çeşitli ‘New Age’ akımlarına konsantre olmuşlardır.

 

Techno stiline giriş ve Goa Tekniği ile Goa Trance stiline dönüşmüş ve ilk öncüleri ile ‘Goa Gill’ ve ‘Mark Allen’ olmuştur. Bir çok ‘partiler’ (alemlere benzeyen) ile Goa döndürülerek tamamen bu tarz müziğin içine girerek diğer ülkelerde de bu ‘alemlerde’, festival ve partilerde de çoğu zaman çalınan, Trance’ın diğer stilleri ve Techno ile birleşme sağlamıştır.

 

Goa, esasen ‘Dance-Trance’ müziği olarak (oluşum yıllarında Trance Dance olarak işaret ediliyordu) enerjik temposu ile, genelde hep 4/4 ve 16.dan 32. notaya gider.

 

Türüne özgü bu sayı ile parçanın ikinci yarısında çok daha enerjik bir yapı kurulur ve sonra oldukça incelerek/ azalarak sona hızlı bir şekilde varır.

 

Genelde 8-12 dk. arasında sürer, diğer Trance türlerine göre farkedebilinen, daha güçlü bass çizgilerine sahiptir ve canlı soundları içinde bastırma özelliği vardır.

 

Goa Trance partilerinin farkedebilinen, ayırd edici bazı özellikleri vardır: “flouro (ışınır/floresan özelliği), kullanımı kıyafetlerde ve dekorasyonda görülebilir. Bu görüntüler genellikle Hinduluk ve diğer dini (özellikle doğu)ayinlerde rastlanan, mantarlar (ve diğer uyuşturucunun gösterdiği görüntüler) şamanizm ve teknolojik şeyler ile ilişkili olmuştur.

 

Goa Trance’ın İsrail’de önemli bir sayıda takipçisi vardır. Bunun sebebide ‘eğlence kabilinden’, bu bölgeye gelen askerlerdir. Şimdi Goa Trance’ın büyük bölümü İsrail’de prodükte edilmektedir. Ama bu prodüksiyon ve tüketim demin de söylediğimiz sebep yüzünden aslında global bir fenomendir.

 

Goa Trance etkilenmiş olarak 1990’lı yılların 2.yarısında sonra Psychedelic Trance’ a dönüşmüştür. Trance’ın diğer türlerine nazaran iki türde genellikle ticari olmayan ve pek de bilinmeyen türler olarak kalmışlardır.

 

Goa Soundu genellikle clublarda ve Ibiza gibi eğlence yerlerinde, partilerde ve festivallerde rastlanan bir türdür. Çok kısa bir dönem için 1990lı yılların ortalarında, Paul Oakenfold da içinde bulunduğu bazı Djlerin desteği sayesinde, anlamlı bir ticari başarı kazanmıştır. ‘Adı duyulmamış sanatçı’ muhtemel Goa Trance yıldızı olmaya en yaklaşmış kişidir.

Psychedelic Trance

http://img156.imageshack.us/img156/3460/miaqa6.jpg

Psychedelic Trance (genellikle Psy Trance isimiyle hatırlanan), Trance müziğinin bir başka türüdür ve 1990lı yılların sonuna doğru geliştirilmiştir.

 

Trance müziğinin diğer türlerindne olan house ve technoya nazaran daha hızlı bir tempoya sahiptir; dakikada 125-150 Bpm. Bu türün çok güçlü bir bass soundu vardır ve devamlılığı olan bu temposu ile diğer bir çok ritme göre farklılıklar gösterir.

 

Trance’in bu türü, İngiletere’de çok popülerdi. Ama doğru söylemek gerekirse global bir fenomendir; ve çok ilginçtir ki bir çok Amerikalı ve israilli sanatçı tarafından da temsil edilmektedir.

 

2002 yılında bir çok japon sanatçı, ingiliz djlerden etkilenerek bu türü kullanmaya başlamışlardır. Dünyanın her yerinde bulunan clublarda ve dans pistlerinde minimalist trance, progressive trance, ambient trance ve goa trance ile beraber psychedelic trance da çalınmaktadır. Goa ve Psychedelic trance müziğinin karışımı bir çok trance dinleyicisi tarafından çok popüler bir müzik türü olmuştur.

 

Psychedelic trance yapan bazı popüler sanatçılar arasında Astral Projection, Space, Tribe, Infected Mushroom, Atmos, Total Eclipse, Cosmusis ve Simon Postford’u sayabiliriz. Psychedelic trance genelde açık hava festivallerinde çalınan bir türdür.

 

Bu festivallere giden kişilerin "büyük bölümü", tartışmasız, Magic Mushroom (Sihirli Mantarlar) ve LSD kullanırlar. Festivaller genellikle min. 24 saat süren etkinliklerdir

Ambient Trance

 

Progressive trance’in öncüsü olarak çıkan Ambient trance, trance türleri arasında; hayalci, hipnotize edici, kültürlü diyebileceğimiz bir stili vardır. Genellikle Alman yapımı olup atmosferik/ havadar mekanlarda epik melodik dizisi halinde ve bazende senfonik düzenlemelere sahip bir türdür.

 

Ticari olduğu düşüncesine kapılınmamalıdır, Ambient Trancedaki ortak görüşe göre ünlü sanatçıları olarak ATB veya Darude’i sayabiliriz.

 

Zaman zaman erken acid hareketinden bazı ögeler ödünç alarak; örnek olarak “rezzy 303 leads” ve minimal perkisyonu, kendine Goa Trance’in tinsel ögelerini ilk marka olduktan sonra içine alan Ambient Trance, genelde unutulmuş ama etkiliyici stili ve eğlendirici tarzı ile müzikte hep varolmuştur.

 

Bazen “old school trance’ı” olarak da adlandırılmıştır. Bunun da sebebi şimdi popüler olan daha sert tarzlara göre daha geride kalmış olmasıdır.

Ambient Trance, dans müziği tarihçesinde içinde spesifik ögeler olan bir tarz olarak varolmuştur.

 

Güncel club yönlü sesler ile, ambient albümleri; Orb ve diğer ilk dans öncüleri tarafından mix yapılan, bir çok prodüktörler ve Almanya ile İngilteredeki Djler sayesinde dikkat çekmeye başlamışlardır.

 

1990ın ilk yıllarında Alman müzik adamı Harold Bluchel (Aka Cosmic Baby) klasik piyano ve sintizayzır melodileri ile deneme yaparak techno ritimlerine kontrast oluşturmuştur; ve 1993 yılında, günümüzdeki en popüler trance şarkılarından olan “Cafe Del Mar” (pseudonym energy 52) ortaya çıkmıştır. Ve bu şarkı hala günümüzde mixlenmektedir.

 

Şimdi veya daha sonrası içinde Trance’ın belkide en verimli figürü olarak söyliyebileceğimiz isim Oliver Lieb dir. Sayabileceğimiz diğer isimler ise; Paragliders, The Ambosh, Spice Lab ve LSG dir.

 

Lieb, 90lı yıllarda her trance prodüksiyonunu remixlemiş ve bugün bile çalışmalarına devam etmektedir. Albümleri çoğu tarzı kapsar; tribal etnik fusiondan tutun spacey trance’a den techno’a kadar.

Lieb, Paul Van Dyk gibi kişiler trance müziğinin tanrısı sayılan kişiler olarak düşünülmektedir.

 

Böyle düşünülmesini sağlayan çok fazla sebep vardır; neden çünkü bu kişiler sayesinde, tarz hala çok güçlü ve önemli olarak dünya dans kültürü içinde varolmaktadır.

 

Bütün tarzlar gibi, Ambient Trance da 90lı yılların ortalarında değişimler göstermeye başlamıştır. Artık daha sert ve daha progressive bir sounda sahip olmuştur.

 

Ama bunun yanında bir çok prodüktör hala aynı şekilde “intelligent trance” ile aynı çizgide devam etmektedirler. Bunların arasında Humate, Salt Tank, Lieb ve Paul Van Dyk sayılabilecek isimlerdir.

 

Bir çok dans müzik hayranı; Trance’ın ilk ve 90lı yılların ortalarına kadar olan dönemdeki en güzel ve en esaslı albümleri “good old days”/ “ eski iyi günler” hala günümzde hatırlanmaktadır.

Progressive Trance

Elektronik müzik nedir? (tRaNcE-tEcHnO-hOuSe-cHiLLoUT)

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

 

Elektronik müzik denince aklımıza dijital seslerden oluşmuş bir müzik harmanı geliyor.

Gerek içerisinde yaşattığı duygu yoğunlundaki hüzün,

gerekse hızlanan ritimle birleşmiş karmaşık ama eğlenceli bir yolculuk.

DJ ve Prodüktörlerin kaptan, mekanların uçak, bizlerin ise yolcular olduğumuz bu serüvenin öncesini merak

edenler için küçük bir elektronik araştırma yaptık. Merak edenlere elektronik müziğin dünü, bu günü.

Geleceği ise derin sularda yatan güzellikler gibi büyük bir soru işareti...

 

The Birth Of Synthesizer:

 

Elektronik müziğin ilk örneklerine Rusya civarında rastlıyoruz.

Bu müziğinin hükümdarı olarak bilinen 'Leon Theremin' ilk sentezlemelerini yapıp bu işe bir start verdi.

Hiçbir enstrüman kullanmadan müziğini harcında,

elektromanyetik dalgalar kullanarak müzikte yeni dizaynlar yarattı.

'Theremin'in enstrüman çalanların hareketlerine ve müziklerin ölçülerine bağlı olarak farklı

tonlarda ve yüksek seviyelerde üretimleri bulunuyor.

 

New Sounds(1960):

 

20. yüzyıla ait seslerle yep yeni üretimler başladı.

Eric Satie ve Arnold Schonberg tarafından elektro-müzikte yeni matematiksel kavramlar(vuruşlar)

oluşturmak için mekanik seslerin ustası olan Luigi Russolo ve Mauricio Kagel'e teklif götürdüler.

İkilinin mekanik sesleri gibi yeni konseptler hızla yayılmaktadır. Öncelikle Karlheinz Stockhausen

elektronik müzik yapma şansını yakalar. 1958'de ilk elektronik piyano ve 1965'te

ilk Analog Synthsizer'ın yapılmasından sonra elektronik sesler modern müzik alanında yayılır.

Ve 1960'lı yılların sonunda ilk elektronik müzik grupları ortaya çıkar...

 

Pink Floyd, Emerson Lake & Palmer, The Residents...

Soul-Disco-Funk(1970): 70'lere gelindiğinde soul ve funk akımı diskolarda ki hakimiyetine başladı.

Bununla birlikte 70'den önce yapılmış olan sentezlerle 'Giorgio Moroder', elektronik disko müziğinin

olmasını sağladı.

Ardından 'Gospel'in yüksek enerjili (Hİ NRG) çalışmaları gay clublarını aşarak, NY'de Sal Soul diye

isimlendirilmeye başlandı.

 

 

Kraftwerk :

 

Bu olaylardan 1 sene sonra il elektronik müzik grubu Kraftwerk kurulur.

Ralf Hutter, Florian Schneider'dan dan oluşan grup, ayrıca drum machine kullanan ilk grupta olur.

Davul seslerinin bu mekanikleşmiş hallerini ve elektronik conseptleri en üst seviyede tutmuş ve ortaya

'Autobahn'(1974), 'The Man Machine'(1978) gibi elektronik klasiklerini yarattılar.

1970'den itibaren Jean-Micheal Jarre, Tangerine Dream gibi genç isimler ortaya çıkar. San Francisco'da

ise Alan Vega ve Martin Rev, 80'lerden bugüne elektronik müziğin gelişmesine çeşitli katkıları

olacak "Suicide"ı kurarlar

 

New Wave:

 

70'lerde Kraftwerk tarafından ilk tohumlar atıldıktan sonra Throbbing Gristle,

Human League, Ultravox, Cabaret Voltaire, Devo, Yellow Magic Orchestra (from japon),

Simple Minds, Joy Divition , Pere Ubu ,Orchestral Manoeuveres In The Dark ve Gary Numan Krafwerk'in

yolunda listelerin zirvelerinde dolaşmaya başladı.

 

US Pre-House:

 

NY'de çalan club hitlerinde tiz notaları ve ritimleri terbiye edip büyüterek ortaya

insanları motive eden, hazırlayan bir tür çalınıyordu. David Moroles ve Tony Humphries gibi

ünlü DJ'ler Paradise Garage club'a gelerek günün trendini oluşturuyorlardı.

O sıralar Frankie Knuckles'da Chicago'da Warehouse'da DJ'lik statüsünü kazanmıştı.

Bu gelişmeler olurken Farley Keith ve Juan Atkins ortak üretim olan 'Hot Mix 5' i Detroit'de çıkarttılar.

 

The New Romantics:

 

1980'li yıllarda Elektro-Visage, Depeche Mode, Yazoo, Heaven 17, Yello, Klaus, Nomi, D.A.F.,

Japon yeni elektronik sitilleri olan yöresel müziklerine yatkın yeni jenerasyonun taze slow'larını yaratmışlardı.

Paradise Club'ın açılmasından iki yıl önce ünlü DJ Larry Levan tarafından '4 to The Floor' iyi bir biçimde sağlanmıştı,

Garage House'da.

Up tempo'nun versiyonlarını ve müziksel sitillerini NY Club House'da belirleyen David Moroles, Robert Clivilles,

David Cole , Musto&Bones ve Todd Terry gibi DJ ve yapımcılar oldu.

 

 

House’un ortaya çıkışı ve gelişimi

 

 

 

 

70'ler boyunca gittikçe bir çılgınlık haline gelen Disco 80'lerin başında kendini tüketti. Basın Disco'nun öldüğünü ilan etti ve bir "Disco Suck" kampanyası başlattı. İnsanlar tuhaf bir şekilde Chicago’da Komishi parkında biraraya gelip eski Disco plaklarını yaktılar. Oysa Disco ölmemiş, çıkış noktası olan underground'a dönmüştü.

 

Disco’nun ardından dans müziği New York’ta ve Chicago’da farklı yönlerde ilerledi. Bu dönemde Paradise Garage'ın efsanevi Dj'i Larry Levan, Funk, Soul, Disco ve biraz da New Wave etkileri taşıyan bir müzik çalıyordu. Yoğun ve güçlü baslar, Gospel etkisi taşıyan duygusal vokallerden oluşan bu müzik Garage sound'unun ilk örneğiydi. New York’ta gelişen Garage, Disco'nun devamıydı diyebiliriz.

 

Chicago’da ise vokal yerine daha elektronik seslerin yeraldığı House ortaya çıktı. Chicago sound’una Deep House da deniyordu. Disco'dan House'a geçiş oldukça yumuşak ve belirsiz oldu. 1987 Disco, Garage ve House'un aynı anda hatta birarada varolduğu bir yıldı.

 

Larry Levan gibi Dj'ler, Chicago, New York ve Detroit'ten gelen son house prodüksiyonlarını setlerine katıyorlardı. New York'taki Sound Factory Bar gibi mekanlarda Disco ve House birarada çalınıyordu.

 

HI-NRG ve arayışlar...

 

Disco ile House arasındaki geçiş döneminde Hi-NRG adı verilen bir müzik türü ortaya çıktı. Adından da anlaşılabileceği gibi oldukça hızlı bir dans müzik olan Hi-NRG'de arada yumuşama, durulma bölümleri yoktu. Hi-NRG tam da Disco'nun underground'a çekildiği bir dönemde ortaya çıktı. Gloria Gaynor'ın 'Never Can Say Goodbye'ı Hi-NRG etkisi taşıyan ilk parçaydı. Hi-NRG büyük ölçüde Cerrone ve Giorgio Moroder'in Euro-Disco sound'unun etkilerini taşıyordu.

 

Kısa süre sonra son derece hızlı, duygusallıktan uzak, monoton ve yoğun erotik göndermeleri olan bu müzik kulüplerde çalınmaya başladı. Hi-NRG prodüktörleri hem high-tech, ve bir o kadar da ilkel bir sound'un peşindeydiler.

 

Basit melodik yapılar hem insanların hoşuna gidiyor hem de kulüpteki herkesin bir bütün haline gelmesini kolaylaştırıyordu. 80'lerin ortasında House'un güçlenmesiyle Hi-NRG kulüplerden çekildi fakat 80'lerin pop müziği üzerindeki etkisi bir süre daha devam etti.

 

Disco'nun olanakları tükenmiş, prodüktörler ise kendilerini Hi-NRG'nin monotonluğuna kaptırmışken, Chicago ve New York'taki Dj'ler teknolojiyle duygusallığın biraraya geldiği, aşağı yukarı 120 bpm civarında bir müzik arayışı içindeydiler.

 

Bu arayışlar basit bas melodileri ve "four to the floor" ritmi üzerine Chicago'da teknik oyunlardan, New York'ta ise gospel ve soul etkisindeki vokallerden oluşan iki farklı yönde ilerledi. New York’ta Disco’nun çıkışında önemli rol oynayan Paradise Garage gibi , Chicago’daki Warehouse da House müziğin doğduğu yer oldu.

 

Warehouse ve Frankie Knuckles...

 

House'un ortaya çıkışındaki önemli isimlerden biri olan Frankie Knuckles, Larry Levan gibi, liste başı parçalar çalmak yerine underground alanlarda dolanan bir Dj'di.

 

1977'de Chicago'daki Warehouse'un açılış gecesine davet edilmişti. Sonraları House müzik adını bu kulüpten aldı. Knuckles bundan sonra birkaç kez daha Warehouse'ta çaldı. Warehouse'taki dinleyici kitlesi Knuckles'ın çok hoşuna gitmişti.

 

Chicago'dakiler New York'a göre daha hızlı ve sert bir sounddan hoşlanıyorlardı. Özellikle Warehouse'ta Avrupa kökenli avant-guarde çalışmalara yoğun bir ilgi vardı.Chicago gençliği Kraftwerk'i Barry White'a tercih ediyordu.

 

Funk, Avrupa dans müziği ve teknoloji faktörü House'un temelini oluşturdu. Bu dönemde çalınan parçalara "şarkı" yerine "track" demeye başladı. Bu terim şarkının tekbaşına varlığının yanısıra, Dj setinin bir parçası, bir birimi olduğunu da ifade ediyordu.

 

Disco ve Hip-hop gibi House da önce bir Dj tarzı olarak ortaya çıktı, daha sonra bu tarzda müziklerin plağa basılmasıyla bir müzik türü haline geldi. House’un ortaya çıkışıyla bilinen sounduna ulaşması da on yıllık bir süreci kapsıyor.

 

O dönemde basılan plaklardan hangisinin ilk House plağı olduğu konusu oldukça tartışmalı. Fakat birçok kaynağa göre Jesse Saunders’ın Mitchball’dan çıkan "Fantasy" ve "I Like To Do It In Fast Cars" ı ilk House parçaları sayılıyor. Şimdi kulağa oldukça eski gelen bu parçalar minimal ritm yapısı ve synthesizer cızırtılarıyla 15 yıl önce insanlar için son derece yeni ve inanılmazdı. Dinleyenler önce neye uğradığını şaşırıyor, bir süre sonra da dansetmeye başlıyorlardı.

 

The Music Box...

 

Bu dönemde Chicago’da "The Music Box" adlı kulüp açıldı. Aynı zamanda Frankie Knuckles da Warehouse’ta çalmayı bıraktı. Knuckles’ın sound’u House’un temellerini ortaya atmasına rağmen hala Disco etkileri taşıyordu. The Music Box’un en önemli Dj’i olan Ron Hardy ise House olayının patlamasına sebep olan ortamı hazırladı. Hardy’nin soundu güçlü ve cesurdu.

 

Alışılmadık ritm yapıları kullanıyordu. Chicago’da yetişen ikinci jenerasyon Dj’ler müzikal gelişimlerinin önemli bir kısmını The Music Box’ta yaşadılar. Cesur bir sound’un kendine yer edindiği The Music Box oldukça underground bir mekandı.

 

Kış ortasında bile tıkabasa dolu ve deli gibi sıcak olan mekanda insanlar tişörtlerini çıkarmış, terden sırılsıklam bir şekilde dolaşıyorlardı.

 

Dj. Farley ve "Hot Mix 5" adlı Dj kollektivitesi (Mickey Oliver, Ralphie Rosario, Mario Diaz, Julian Perez, Steve Hurley) WBMX gibi radyolarda House müziğin partilere gitmeyen insanlar tarafından da duyulmasını sağladılar. Larry Heard ve Robert Owens "Fingers Inc."yi kurdular. Adonis, Mr. Lee, K. Alexi, Marshall Jefferson gibi prodüktörler durmaksızın parça üretiyorlardı. Lil Louis kendi partilerini düzenliyor, bu partilerde çalıyordu.

 

Fingers Inc. Ve Steve Hurley gibi müzisyenler House konusunda araştırmalar, deneyler yapıyor, yeni sesler arıyorlardı. Biraz da diğer Dj’lerin hiçbirinde olmayan şeyler çalabilmek amacıyla yaptıkları prodüksiyonlar tutulmaya başlayınca Dj International Records’ı kurdular. Dj International ve Larry Sherman’ın kurduğu Trax Records dönemin en önemli iki plak şirketi oldu.

 

Bu dönemde prodüktörler ve plak şirketleri arasında sürekli "Sen benden çaldın, o benim parçamı sample etmiş.." gibi tartışmalar ve suçlamalar sürüp gidiyordu.

 

1987’lerde David Morales, Todd Terry gibi isimler duyulmaya başlandı. New York’ta kapanmış olan Paradise Garage’ın yerini Blaze aldı. Frankie Knuckles "Let The Music Use You" adlı vokal House parçasını yayınladı. Bu plak bir sene sonra İngiltere’de patlak verecek olan Summer of Love’ın vazgeçilmezleri arasında yeralacaktı.

 

87’de House artık New York ve Chicago’nun sınırlarını aşmış, Avrupa’ya ve dünyaya yayılmaya başlamıştı. Bu yaygınlaşma sürecinde popülaritesi artarken House müzik Pop’laşmaya, Pop müzik House’laşmaya başladı. Underground’dan popülere olan kaçınılmaz evrim gerçekleşirken Detroit’teyse içten içi birşeyler kaynıyor Juan Atkins, Derrick May, Kevin Saunderson gibi isimler Techno’nun temellerini atıyorlardı. Aynı dönemde Chicago’da Dj Pierre, Roland 303 adlı bir bas makinasının içinden Acid House denen şeyi çıkardı. Acid House ve Summer of love’la İngiltere, Punk’tan bu yana en büyük gençlik olayını yaşayacak ve rave kavramı ortaya çıkacaktı.

 

Chicago'daki Warehouse, Powerplant, The Music Box gibi mekanlarda New York'taki Paradise Garage'ın House versiyonu yaşanıyordu. Djler 10 saat süren setler çalıyor, insanlar güneş doğarken sürünerek evlerine dönüyorlardı.

 

Sosyal baskılardan uzak bir ortamda kendini müziğin hükümdarlığına bırakmak dönemin ve House'un temel duygusu haline geldi. House denen şey aynı zamanda dış etkilerden uzak, sıcak ve güvenli bir ev gibiydi. Warehouse'ta gecenin "peak" noktasında Frankie Knuckles kulüpteki bütün ışıklar kapatıp kulağı sağır edecek kadar yüksek bir volümde, son hızla giden bir tren sesi çalıyordu.

 

Pencereleri de siyaha boyalı olan Warehouse'ta tamamen karanlığa gömülen insanlar çeşitli uyarıcı ve uyuşturucuların ve son derece tuhaf bir tren gürültüsünün etkisiyle çığlık çığlığa bağırıyorlardı. House takipçileri bir süre sonra oldukça bilinçi dinleyiciler haline geldiler.

 

Dj kötü bir mix yaptığı zaman bağırıp dakikasında rezil ediyorlardı, çünkü dinleyicilerin neredeyse yarısı bu işlerin nasıl yapıldığını zaten biliyordu.

 

The feeling...

 

Disco son derece neşeli ve eğlenceli bir dans müziğiydi. Disco’dan türeyen House’ta ise herşeye rağmen melankolik bir hava vardı. Endüstriyel ve elektronik seslerin hüznü işin içine girdiğinden House hem eğlenceli ve hareketli, bir yanıyla da hüzünlü ve duygusal bir müzik oldu.

 

Garage vokallerindeki gospel etkisi de sadece müzikal değildi, Hristiyan geleneğine ait bazı kavramlar bu müzikte yeni anlamlar kazandılar. House sevgi dolu ve doğru bir dünyada yaşama isteğini dile getiriyordu. Fakat bu istek bir amacı, inancı, ütopyaları yansıtmıyordu.

 

House’un eğlenceli yanı bu isteği, hüzünlü yanı ise dünyanın içinde bulunduğu durumun bilincinde olma konumunu yansıtıyordu. Onların dünyayı değiştirmek gibi bir amacı yoktu. Birşeylerin, hatta birçok şeyin yanlış olduğunu biliyorlar, bulundukları yerde yani "ev"de, beraber oldukları insanlarla güzel bir anı paylaşıyor, güzel bir anı uzatıyorlardı.

 

Farkındalığın verdiği hüzün ve aynı zamanda içinde bulunduğu anı en yoğun ve güzel şekliyle yaşamak bir jenerasyonun temel duygusu oldu. Sürekli bir yabancılaşma duygusu artık, gülümseyerek danseden bir kalabalığın içinde paylaşılıyordu....

 

 

Techno

 

 

 

 

 

Makinelerin sesi...

 

Techno kasvetli, monoton bir endüstri şehri olan Detroit’te doğdu. Bu karanlık şehirde, dumanlar altındaki sokaklar fabrikalarla, fabrikalar durmaksızın bağıran makinelerle doluydu. Makinelerin sesi Kraftwerk’le beraber müziğin içinde duyulmaya başlamıştı.

 

Chicago ve New York’ta House’un ortaya çıkışıyla da yeni bir müzik anlayışı, yeni yapılar, anlatım biçimleri oluştu. Acid House’la müziğe giren cızırtılar ve tuhaf sesler Detroit’te gitgide saflaşarak, four-to-the floor beat’inin üzerinde yerlerini aldılar.

 

80’lerin ortasında, tamamen elektronik ve son derece soyut bir müzik olan Techno ortaya çıktı. Techno, makineyle insan arasındaki melez varoluş biçiminin bir ifadesi; en saf insani duyguları makinelerin sesleriyle anlatan yeni bir dildi.

 

Techno’nun ilk örneği 1985 yılında Juan Atkins tarafından üretildi. Atkins bu noktaya gelirken Kraftwerk, Parliament, Funkadelic ve Dj Electrifying Mojo gibi isimlerden etkilenmişti. Gençliğinde davul ve bas gitar çalan Juan Atkins’in, kendine 3070 adını veren Vietnam gazisi bir okul arkadaşı vardı.

 

Asıl adı Richard Davis olan 3070, Roland MSK-100 model bir sequencer kullanarak tekbaşına müzikle uğraşan, içine kapanık bir gençti. Atkins de elektronik müzik yapmayı kafasına koymuştu ama o zamanlar bunu yapmak için insanın elektronik mühendisi olması gerektiğini düşünüyordu. 1981’de Atkins ve 3070, Cybotron adlı iki kişilik grubu oluşturdular. Bu dönemde synthesizer beat’leri ve bas melodileri, Juan Atkins’i liseden arkadaşları olan Derrick May ve Kevin Saunderson’la biraraya getirdi.

Rec, Pause, Play...

 

Başlangıçta son derece ilkel şartlar altında deneysel çalışmalar yapıyorlar, parçalarını bir pikap ve kaset çaların "pause" düğmesiyle kurguluyorlardı.

 

Atkins ve May yaptıkları müzikleri "Deep Space Soundworks" adıyla bir partide çaldılar ve başarısız oldular. Kimse dansetmedi, insanlar ilgisiz birşekilde etraflarına bakınıyordu. Daha sonra bu isimler Detroit sound’unun kurucuları oldular. Bazen birarada, bazen de farklı isimler altında tekbaşlarına çalışmalar yaptılar.

 

[ Model 500 (Atkins), Reese, Kreem, Santonio, Inter City, Keynotes, E-Dancer (Saunderson), Mayday, R-Tyme, Rhytim is Rhytim (May) ]

Cybotron’un ilk plağı "Alleys of Your Mind" yerel olarak piyasaya sürüldü ve 15,000 sattı. Cybortron sadece bir müzik grubu değil, çok yönlü, fütürist bir projeydi.

 

Fütüroloji araştırmaları yapan Alvin Toffler’ın düşünceleri, Kabbala, bilgisayar oyunları gibi oldukça farklı kaynaklardan beslenen Cybotron, bir techno sözlüğü, yeni bir tecno dili gibi projeleri kapsıyordu. "Clear" ve "R-9" gibi ısınma çalışmalarından sonra Cybotron, 1985’te Fritz Lang’ın "Metropolis" filminden esinlenilerek ismi koyulan "Techno City"i yayınladı. Böylece bu yeni müziğin adı da koyulmuş oldu.

 

Aynı yıl Atkins Model 500 adı altında çalışmaya başladı. Metro-plex adlı kendi label’ından "No UFOs"u yayınladı. Bu dönemde Detroit üçlüsünden herbirinin kendine ait bir label’ı oldu.

 

Metroplex’in sublabel’ı olan Transmat Derrick May’e aitti. Saunderson’ın label’ı da kendi adını taşıyordu; KMS (Kevin Maurice Saunderson). Aralarında "Strings of Life", "Rock to the Beat", "When He Used To Play" gibi parçaların yeraldığı sayısız plak çıkardılar.

Detroit üçlüsü kendilerini, makineleri üreten sisteme, makinelerle karşı koyan bir güç olarak görüyordu.

 

Teknolojiyi kucaklayan, bir yanıyla da karanlık ve duygusal bir tavırları vardı. 120 bpm civarındaki, tuhaf, yabancı seslerden oluşan bu müzik, güçlü bir duygusal yoğunluğa sahipti ve yeni jenerasyonun ruh halini tam olarak yansıtıyordu.

 

Bu, arzu ve endişenin birleşip tek bir duyguya dönüştüğü, paranoyanın mutluluğun bir parçası haline geldiği, ünlemle soru işaretinin birleştiği bir noktaydı. Derrick May’in o sıralarda yaptığı bir parça bu duygunun adını koydu; "Is It What It Is?"

 

Bir sanayiden diğerine...

 

Techno, Chicago’da gelişen Acid House’la aynı dönemde ortaya çıkmasına rağmen uzun süre Detroit sınırlarını aşamadı. Amerika’da kabul görmeyen Techno, 90’larda Avrupa’ya sıçradı ve özellikle İngiltere’de büyük yankı uyandırdı.

 

Detroit’teki gelişmeleri takip eden Neil Rushton Transmat’la bağlantıya geçti ve Detroit üçlüsünün 12 parçasından oluşan "Techno! The New Dance School of Detroit" adlı toplama bir albüm hazırlayıp İngiltere’de satışa çıkardı. Bu albümle Techno İngiltere’de patladı ve Avrupa’ya yayıldı.

 

Bu dönemde elektronik ve bilgisayar teknolojisinde yaşanan gelişmelerle dijital müzik üretimi teknik olarak kolaylaştı ve ev stüdyolarında rahatlıkla gerçekleştirilebilir hale geldi. Böylece Techno, Detroit’li ustalardan esinlenen Avrupalı gençlerin eline geçti . Techno İngiltere’de Londra, Manchester gibi parti şehirlerinde değil, yine bir endüstri şehri olan Sheffield’de gelişti. 808 State ve A Guy Called Gerald gibi müzisyenler de Manchester’da kendilerine özgü bir Techno sound’u oluşturdular.

 

İkinci Detroit Harekatı...

 

90’ların başında Detroit’in en önemli Techno kulübü olan The Music Institute kapandı, Detroit üçlüsü farklı yönlere dağıldı. Onların ardından ikinci bir Detroit Techno hareketi yaşandı. Bu hareketin öncüleri +8, Underground Ressistance, Jeff Mills, Mike Banks gibi label ve producer’lar oldu. Electro, Synth Pop, Belçika kökenli EBM (Electronic Body Music) ve daha birçok endüstriyel etki altında gelişen bu yeni akım oldukça sert, öfkeli ve endüstriyel bir sound’un ortaya çıkmasına sebep oldu.

 

Underground Resistance birbiri ardına "Sonic", "Waveform", gibi sert ve iddialı EP’ler yayınladı. Aynı ölçüde sert ve hızlı prodüksiyonlar çıkaran +8 ise Richie Hawtin ve John Acquaviva’ya aitti. Hawtin ayrıca F.U.S.E. (Futuristic Underground Subsonic Experiments) adı altında tek kişilik çalışmalar da yapıyordu.

 

Bu dönemde iyiden iyiye ticari ve uyuşturucuya endeksli hale gelen Rave’ler Hawtin gibi müzisyenlerin kabusu haline gelmişti. Birçok Dj ardarda çaldığı için setlerin süresi kısalmıştı, Dj’ler insanları uzun ve konsantre bir yolculuğa çıkaramıyorlardı.

 

Uyarıcıdan gözü dönmüş bir kitle ne dinlediğinin farkında bile değildi. 180 bpm’e alışan Hardcore zombileri Hawtin’e yaklaşıp biraz daha hızlı çalmasını istiyorlardı. Daha hızlı, daha sert, daha daha daha derken müzikal anlamda birşeyler gerçekleştirmek isteyen Dj’lerin sinirini bozmaya başlamışlardı.

 

Durumdan rahatsız olan insanlar gitgide korkunçlaşan Rave ortamından kaçıp kulüplere sığındılar. +8 de sert ve hızlı takıntısından uzaklaşıp daha nitelikli arayışlara yöneldi. Hawtin, Chicago Acid sound’u ve Detroit Techno’yu sentezlediği ve "Kompleks minimalizm" adını verdiği bir alanda çalışmalar yapmaya başladı ve bunları Plastikman adı altında yayınladı.

 

Detroit’ten Berlin’e...

 

Bu sırada Speedy J gibi müzisyenlerle beraber Almanya’da da benzer yönelimler ortaya çıktı. 90’ların ortasında Detroit’li producer’lar Berlin’i mekan tuttular.

 

Underground Resistance, Alman label’ı Tresor üzerinden albümler yayınlamaya başladı. Tresor Berlin’deki aynı adlı kulübe bağlıydı. Juan Atkins, Eddie Flasin’ Fowlkes gibi isimler de Tresor’la çalışmaya başladılar. Tresor’dan çıkan toplama bir albümün adı bu ilginç ortaklığı yansıtıyordu: "Berlin-Detroit: A Techno Alliance". Underground Resistance’ın sert tavrı da Frankfurt’taki Force Inc. ve PCP gibi label’larla Avrupa’daki karşılığını buldu.

 

90’lı yıllar boyunca Techno’dan türeyen Hardore, Gabber, Ambient gibi sayısız müzik türleri ortaya çıktı. Richie Hawtin başta olmak üzere Joey Beltran, Jeff Mills, Robert Hood, Stacey Pullen, Kenny Larkin, Alan Oldham, Dan Curtin, Claude Young, Marc Kinchen, Blake Baxter gibi müzisyenler minimalist Detroit geleneğini sürdürdüler. +8 (Kanada), Djax-Up (Hollanda), Tresor, Labworks (Almanya) gibi label’larla Techno pürist ve avant-guarde bir yönde ilerledi. İngiltere’deyse Soma, Ferox, Ifach, Peacefrog gibi label’lar ve aralarında Dave Angel, Funk D’Void, Russ Gabriel, Luke Slater, Ian O’Brien’ın bulunduğu producer’lar Detroit etkisinde farklı Techno soundları oluşturdular.

 

Arzu ve Endişe...

 

House ve türevleri süslü melodiler, eğlenceli sound’larla insanları tavlarken, Techno son derece basit, keskin ve bir o kadar da soyut bir anlatım biçimiyle hareket ediyor, dolambaçlı yollar izlemek yerine direk sinyaller gönderiyor. Üretim süreci açısından tekolojinin sınırlarını zorluyor, postmodern kolaj anlayışını en tuhaf şekliyle gerçekleştiriyor.

 

Techno’nun minimalist, sabırlı, ağırdan alan tavrıyla yaratılan etki, müziğin basit olduğu ölçüde yoğun ve duygusal açıdan karmaşık bir hal alıyor. Üstelik bu etki, teknoloji toplumları için evrensel bir anlatım gücüne sahip.

 

Techno teknolojide duygunun, hızda tükenişin, ilerlemede yıkımın varlığının bir göstergesi oldu. Teknolojiyle içiçe yaşanan bir dönemin başlangıcında henüz adı koyulmamış kavram ve duygular bu müzikle ifade edildi. Arzu ve endişeyle...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

1990’ların başları ve ortalarına doğru, zamanın elektronik müzik producerları tarafından üretilen, yavaş tempolu ve hafif müziğe verilmiş olan genel isim…

 

İsimlerinde “chillout” ismi geçen albümler ilk olarak 90’ların ortalarına doğru yayınlanmaya başlanmıştı. Bu “chillout” ismi altında yayınlanan müzik, “downtempo” ve “trip hop” tan ayrı bi tarzdı. Fakat, bu diğer türlerle beraber de çalınabiliyodu. Sonuçta genel “sound” u belli olan, hafif tempolu bu tür zamanın ilerlemesi ile git gide daha çok kendi karakteristik özelliklerini kazanmaya başladı. 2000’lerin başlarında artık chillout müzik kendi içinde dallara ayrılan genel bi tarz görüntüsü almıştı. Bu kendi içinde yeni türemiş olan tarzlarların en önemlileri “Chill-house” , “Nu-jazz” ve “Lounge” olarak adlandırılabilir..

 

Bunların yanı sıra Chillout, içinde ayrıca “trance” , “ambient” ve “Idm*” (intelligent dance music) türlerinin bazı etkilerini gösteriyordu. “Balearic beat” denen, chillout tan farklı, başlı başına bir tür olarak kabul edilen bu türün ise, bütün özelliklerini içinde bulunduruyodu. (“Balearic Beat” ismi henüz chillout ortada yokken, Soul to Soul , Enigma gibi grupların yaptığı müziğe verilen tarzın ismi. Bu gün artık pek fazla kullanılmasa da hala kabul gören bir tarz olarak yerini koruyor.)

 

Chillout genelde rahatlatıcı, hafif tonlardan oluşan (veya çoğu zaman alıntı yapıldığı türler kadar sert olmayan ) bir müzik türüdür. “hard style” , “deep” veya “ hipnotik ritimler “ le çalınmaya uygun bi tarz değildir.

 

Dünyanın hemen hemen her yerinde Chillout, gerek crowd u, gerek mekanları ile kendine has bir tarz yaratmıştır. Chillout müziğin bir tarza dönüşmesinde Ingiltere’nin kuşkusuz büyük payı olmuştur. Seneler boyunca Londra’nın ünlü klübü Ministry Of Sound, Ibizia ve başka yerlerde chillout eventlerin organizasyonlarını yapmış, MOS Chillout Sessions adlı albümler hazırlamıştır. Ayrıca bu güne kadar başka label lar altından çıkan “chillout” veya “chill” kelimelerinin geçtiği yüzlerce albüm yayınlanmıştır. Bu gün “CHILLOUT” türü, dünyanın her yerinde otoriteler tarafından kabul edilen bir tarz olmuştur. Ayrıca Ingiltere BBC Radio1 ve Pete Tong’un yardımları sayesinde, bu tarzın gelişimine büyük katkılarda bulunmuş bi çok isim ortaya çıkmıştır. Pete Tong’un yardımlarıyla orataya çıkan en önemli 4 isim : Mr Scuff, Tim Love Lee, Lemon Jelly, Ewan Pearson .

 

Bunların haricinde söylenebilicek başka iki isim de : Chris Coco , ve Rob da Bank

 

Chillout türünün bu güne gelmesinin en önemli sebeplerinden olan DJ’leri şöyle sıralayabilirim.

 

Mixmaster Morris, Pete Lawrence, Jose Padilla.

 

-PETE LAWRENCE-

 

Müzik konusunda bi jazz bateristi olan babasının yolunu takip eden Lawrence, 80’lerde Cooking Vinyl plak label ını açana kadar çeşitli gruplarda performans sergiledi.

 

1993 senesinde tembel bir Pazar sabahı Lawrence, Big Chill festivali için ortaya bir fikir atar. Ve sonrasında zamanının en sükse yapan festivallerinden biri olan Big Chill için Katrina Larkin ile ortaklaşa çalışmaya başlar.

 

Son 10 sene içinde Lawrence Big Chill için 8 tane mix albüm yapıp yayınlamış, chillout un yayılmasında en önemli rollerden birini oynamış olan “On Magazine” e editörlük yapmış, Brezilyadan Avustralya ya, Japonya’dan Siberya’ya kadar dünyanın çeşitli yerlerinde ve 1996’da “Yakutsk” da ilk batılı dj ünvanını kazanarak Dj lik yapmıştır. Pete Lawrence’ın müziğine ilham olan tarzlar, Folk tan Funk a kadar uzanan Klasik müzikten World Music e uzanan, arada electronica ve ambient türlerinden de nasibini alan geniş bir yelpaze oluşturur.

 

1996’da Global Headz’den çıkan ilk albümü “Eyelid Movies” bugün koleksiyon parçası olmuş, Mixmag dergisinde ayın albümü seçilmiş, Melody Maker tarafından “gün doğumunu kafanızın içinde yaşatan bir albüm” olarak nitelendirilmiştir. 1997’de ise “Pipedreams” ile devam etmiş, 1999 da Big Chill organizatörlerinden olan Tom Middleton ile çalışarak “Enchanted 01” , yaz compilation ı olan “ Beach” , “Enchanted 02” (iki albümün de yayın tarihi 2000), “Glisten” (2001 Eylül), “The Big Chill Loves You” (Temmuz 2002) ve en son “iChill” (2003 yazı) albümlerini yayınlamıştır. 2004’te de Universal Records, Big Chill markasına 10. yıl hediyesi olarak “Big Chill Classics” adlı toplama bi albüm yapmıştır. 2006’da yeni bir Big Chill albümü daha çıkması bekleniyor.

 

-BIG CHILL-

 

Pete Lawrence ve Katrina Larkin tarafından 1994’te yapılmaya başlanan Big Chill, ufak bir organizasyondan, bugün herkes tarafından saygı duyulan bir festivale dönüşmüştür. Başlangıçta “Islington's Union Chapel” de, Pazar günleri tüm gün boyunca süren bir event olarak başlar. Bir sonraki sene Black Mountains on the Welsh eteklerinde açık hava partisine dönüşünce 700 kişiye ulaşan bi crowd yakalar. Big Chill, 1998 senesinde 'The Enchanted Garden' (büyülü bahçe) olarak bilinen Dorset’s Larmer Tree Gardens’a taşınır. Bu mekan değişikliğinden sonra da önündeki 5 sene boyunce en yaratıcı yeni eventlerden biri ünvanını kazanır. Bir zamanlar bir kaç yüz kişiden oluşan crowd, artık 5000 kişiyi geçmeye başlar.

 

2001 senesinde bir kereye mahsus olarak Dorset te, Lulworth Şatosunda yapılan organizasyondan sonra Big Chill, Herefordshire - Malvern Hills deki Castle Deer Park’a taşınır. Gitgide artan izleyici sayısı artık 27.000’lere ulaşmıştır.

 

Big Chill bugüne kadar 2000’den fazla Dj i ağırlamış ve bu gün Goldfrapp, Talvin Singh, Amy Winehouse, Gotan Project, Hexstatic, Röyksopp, Zero 7, Lemon Jelly, Kinobe gibi isimleri bünyesinde barındıran, izleyici sayısının 30.000’i geçtiği bir organizasyona dönüşmüştür.

 

Şu an Big Chill ismine ait olan kendi plak labelı ve dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan diğer partilere sağladığı büyük desteklerle, Big Chill bütün dünyada chill out u yaymaya devam etmektedir…

 

-MIXMASTER MORRIS-

 

Morris Gould, Dj lik hayatına 1982’de Londra “Kings College” da organik kimya öğrenciliği yaptığı sıralarda başladı. O dönem çaldığı tarzlar daha çok “indie” ve “Punk”dı. Morris dans müziği çalmıyordu hatta çoğu zaman çaldığı müziğin aksine daha yeni, ilginç “sound” lar yakalamaya çalışıyordu. Çaldığı setler, tarzında yaşadığı bu transformasyonun şahitliğini yapıyolardı. Rock müzikle büyümüş ordan da Batı müziği ile alakası olmayan “Sun Ra”, “Captain Beefheart” , “Miles Davis” gibi isimlerin temsil ettiği “Head Music” denen tarza geçiş yapmıştı.

 

Bu olaylardan kısa bi süre öncesinde Morris, Terry Riley ve Robert Fripp ‘ i örnek alarak, “Copycat tape loop echo machine” aletiyle, kendi looplarını hazırlıyıp, çoktan “tek kişilik elektronik show” unu sunmaya başlamıştı bile. Kısa zamanda Londra’nın korsan radyoları arasında yerini buldu ve “Matt Black” , “Jonatan More” gibi isimlerin de Dj lik yaptığı “Network21” denen radyo ile anlaştı. “Mixmaster Morris” lakabı kendisine burada verildi… Morris bu gün artık, onlarca radyo istasyonunda yayınlar yapmış, Derrick May ‘den Future Sound Of London ‘ a kadar bir çok ismi konuk etmiş bir kariyere sahiptir.

 

Okulu bitirdikten sonra bir kaç sene değişik işlerde çalışıp aynı zamanda Dj liğe devam etmiştir. 1985’te (Şu an bu isme sahip olan grupla alakası olmadan) Rythm Method olarak anılmaya başladı. 1987’de Des de Moor’la tanıştı ve bundan sonra olaylar ardı arkasına gelişmeye başladı. İkili 1988’de türünün ilk örneği olan “Madhouse” adlı live techno festivalini düzenledi. Meat Beat Manifesto turunu düzenledikten ve “I want to” single ını yayınladıktan sonra Morris ortaklıktan ayrıldı. 1989’da hem müzikal hem felsefi açıdan farklı bir yol izlemeye başladı. Faturalarını ödeyebilmek için UK’ı dolaşan “The Shamen’s Synergy” tour a katıldı.

 

Aralarda fırsat buldukça Londra ya dönüp underground partilerde, chillout room larda dj lik yapıyodu. 1990’da “The Orb” dan Alex Patterson’ ın kurduğu “White Room” u aldı. Mixmaster Morris için tipik bir set iyi bir canlı performans ve zaman zaman 12 saate kadar uzayan setler demekti. Morris, organizatörlerinden biri olduğu “Telephatic Fish” adlı Londra’nın ilk Ambient underground partisinde, Aphex Twin ile eşi benzeri olmayan bir 16 saatlik set çıkardı.

 

1992’de, bu gün bile hala gelmiş geçmiş en iyi ambient albümlerden biri kabul edilen “Flying High” adlı albümü çıkardı. Sonrasında “The Undergorund EP” , Pete Nalmook ile beraber “Dreamfish” , bazı toplama albümlerde yayınlanan parçalar , The Shamen , Barbarella , Rising High Collective, Higher Intelligence Agency, Aural Expansion, Transform ve Coldcut gibi isimlere remixler yaptı.

 

Morris 1994’te Global Chillage albümünü yayınladı. Flying High , (tavanı akan) Rising High ‘ ın felaket stüdyosunda aylar süren çalışmalar sonucu tamamlanmıştı. Global Chillage ise evinde kendi bilgisayarı ile 2 hafta süren bir çalışma sonunda bitmişti. Evinde bilgisayarıyla çalışmayı bundan sonra kendisine adet edindi ve stüdyolardan uzaklaştı. Kendisi ve bilgisayarıyla neler yapabileceğini denemeye başladı.

 

Global Chillage, Morris ‘in hayatının festivaller ve turlarla geçen 2 senesini yansıtır. Heryerde chillout ve ambient in “cheerleader” lığını yapmış ve mesajını vermeyi de iyi becermiştir. Love Parade’lerde, Glastonbury Festivallerinde ve yine Almanya ve Ingiltere’de diğer sayısız partilerde yer almış, “live arena” da “hypodrone rock” tarzı müzikler çalarak adeta bariyerleri yıkmıştır. Hala bu experimental havasını devam ettirmektedir.

 

Kendi müziğinin yanında IDM tarzı çalışmalar yapan biçok kişinin çıkışlarında büyük yardımları olmuştur. (Aphex Twin, Pete Namlook, Black Dog, Mu-Ziq, Spacetime Continuum, Global Communication…)

 

-JOSE PADILLA- ve -CAFE DEL MAR-

 

José Padilla, Café Del Mar’ın ünlü Dj i dir. Yıllardan beri Cafe Del Mar’da çaldığı müzik ve yayınladığı “Cafe Del Mar” albümleriyle Chillout müziğin yayılmasında en büyük pay sahibi olan kişi olarak kabul edilir. Çoğu yerde Chillout’un “Spitual Father” ı olarak geçer..

 

O, Barselona’nın dışlarında Gerona’da Fakir bi inşaat işçisinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Gençlik çağlarında İngiliz kızlarını kovalamak amaçlı Barcelona’ya gece alemlerine gidip gelmeye başlayınca Dj lik ten büyülenmeye başladı. 1975’te sorumluluklardan kaçmak için ibiza’ya kaçtı ve oraya yerleşti. Kariyerine ilk olarak garsonluk yaparak başladı. Sonradan Dj’liğe geçişi ve seneler boyunca çalışmalarının sonucu 1991 de Cafe Del Mar ın resident dj i “Jose Padilla” oldu. 1994’te “React” label ından, ilk Cafe Del Mar albümünü yayınladı... Meşhur seri şu an 12. sayısına ulaşmış, ayrıca bunun yanında bir çok değişik isimli albümler yayınlanmıştır. Şu sıralar, mekanın kendi adını taşıyan ayrıca bi plak şirketi de bulunmaktadır.

 

1998’e kadar her ne kadar Padilla’ nın şarkıları, yaptığı toplama albümlerde yer aldıysada, ilk kendi albümünü (Souvenir) 1998’de Mercury Records’dan çıkardı. CD nin yapımında Paco Fernandez, Lenny Ibizzare gibi diğer chillout producerları ile çalıştı. 2001’de 2. albümü olan “Navigator” ı yayınladı.

 

Padilla bugün hala Cafe Del Mar’ın resident lığını yapmakla beraber, aynı zamanda dünyanın heryerinde sahne alıyor. Ayrıca Cafe Del Mar serileri ile alakası olmayan “Bella Musica” isimli yeni bi seri yayınlamaya başladı.

 

Café del Mar :

 

Ibiza – San Antonio’da bulunmaktadır. Turistlerin yaz boyu o meşhur “sunset at the cafe del mar” gurusunu yaratmış olan Jose Padilla’nın müziği eşliğinde gün batımını seyretmek için deliler gibi akın ettiği yerdir. İlk olarak “Ramon Gurial” , “Carlos Andrea” ve “Jose Les” tarafından 1978’de “The sunset Bar” olarak açılmıştır.

 

Tarzının ambient, chillout, easy listening olduğu mekan kendi CD lerini yayınlamaktadır. Dünya çapında bu güne kadar 9 milyondan fazla albüm satılmıştır. 2005 yazında denizin önüne kurulmuş büyük bir stage ile Cafe Del Mar 25 th yıl dönümünü kutlamıştır. Partide yine CD lerinde parçaları yayınlanan “Tom Oliver” , “Paco Fernandez” La Caina” gibi dj lere yer verilmiştir.

 

 

__________________________________________________

 

__________________________________________________

 

 

 

^^^^ Trance müzik ve Tarihi ^^^^

 

 

 

 

80’lerden bu yana gelişen elektronik dans müzikleri arasında bu resme en son katılan renklerden biri olan Trance, 90’ların başında ortaya çıktı. Bir süre kenarda kaldıktan sonra 90 ortasında sağlam bir geri dönüş yaptı ve günümüzde bu türler arasında en çok tercih edilen müzik oldu.

 

Yeni arayışlar...

 

Disco’dan bu yana çıkan elektronik dans müziklerinin çoğu Amerika’da ortaya çıkmış ve Avrupa’da gelişmişti. Alman kökenli Trance bu noktada bir istisna oldu.

 

90’ların başında House ve Techno kendilerine belli bir yer edinmiş, Acid House’un ortaya çıkışından sonra Avrupa’da ve Amerika’da ardarda yapılan büyük rave partilerle dans müziği Hardcore etkisine girmişti. Arayış içindeki müzisyenler Hardcore’dan uzaklaşırken oldukça farklı yönlere gittiler.

 

Hardcore’a tepki sayılabilecek Ambient, IDM (Intelligent Dance Music) gibi türler ortaya çıktı, Techno avant-guarde ve minimal bir yola girdi. Trance de bu arayış döneminin bir sonucuydu.

Sihirli formül...

 

Trance, 20 yıllık bir elektronik dans müziği zincirinin son halkalarından biriydi. Electronic New Wave, Industrial, Techno, Acid House, 80’lerin psikadelik müzikleri gibi birçok kaynaktan besleniyordu. 20 yılın deneyiminden güç alan Trance, son derece özgün ve yeni, bir yanıyla da insanlık tarihi kadar eskiydi.

 

İlkel kabilelerden günümüze farklı kültürler ve dinlerde birçok noktada yeralan müzikle transa geçme geleneği, Trance müzikte teknolojiyle buluşuyor, kabul görmesi kaçınılmaz bir formül gerçekleşmiş oluyordu.

Hardcore ve Rave’in yaygın olduğu bir zamanda ortaya çıkan Trance, başlangıçta oldukça sert ve soğuktu. Tempo ve ritmik yapı olarak Techno’ya benziyordu.

 

Güçlü bas melodileri üzerine, Acid House’un ortaya çıkmasına sebep olan TBR-303 ve çeşitli synthesizer kaynaklı seslerden oluşan üst melodiler Trance’in belkemiğini oluşturdu. Bu dönemde Avrupa’da yaygın olarak dinlenen "Euro" ya da "Club" denen melodik bir House türevi de Trance’in gelişiminde etkili oldu.

 

Euro’da tekrar edilen canlı ve duygusal melodiler, Trance’te birtakım değişimlere uğrayarak neredeyse durmaksızın devam ediyordu. Genellikle parça beat seviyesinin düşmesiyle bir noktada duruluyor, dinleyici melodiye odaklanıp bekletildikten sonra, beat canlanmış ve yenilenmiş bir halde tekrar müziğe giriyordu. Böylece takip edilen melodi uzatılarak müzikte bir anlatı ortaya çıkıyordu.

 

Frankfurt Acperience...

 

 

1991 yılında Dj Dag Lerner ve Rolf Elmer’ın "dance2trance" parçası Trance müziğe adını verdi.

 

Bu sırada Frankfurt kökenli Harthouse, Eye Q Records, R&S gibi Label’lar Trance’in gelişiminde önemli rol oynadı. Harthouse’u kuran Sven Vath, Heinz Roth Mathias Hoffman bu yönde çalışmalar yaptılar. Lerner ve Rolf’un "We Came In Peace" ve Hardfloor’un "Hardtrance Acperience" adlı parçaları erken dönem Trance sound’unun belirleyicisi oldu.

 

Arpeggiators, Spicelab, Barbarella, Oliver Lieb, Cosmic Baby gibi isimler ardarda Trance prodüksiyonları yaptılar.

İngiltere’den Goa’ya...

 

Paul Oakenfold gibi Dj’ler sayesinde İngiltere’de popülarite kazanan Trance; Acid Trance, Hard Trance, Ambient Trance gibi alttürlerin ortaya çıkmasına sebep oldu.

 

Avrupa’dan Hindistan ve Tayland’a kadar ulaştı, Psytrance ve Goatrance gibi belirgin ve güçlü bir yola girdi. Fransa’da Robert Miles, BT ve Sash gibi prodüktörlerin çalışmaları; Almanya’da ise Dj Taucher ve Paul Van Dyk gibi Dj’lerin etkisiyle Trance bugün dinlediğimiz haline yaklaşmaya başladı.

 

 

Sasha ve John Digweed New York’taki Twilo adlı kulüpte Amerika’yı Trance’le tanıştırdılar. 90’ların sonuna doğru Vincent de Moor ve Ferry Corsten gibi isimlerle Trance mainstream chart’lara girmeye başladı. "Carte Blanche", "Out of the Blue" gibi parçalar dünya çapında hit oldu. İnsanların bir zamanlar burun kıvırdığı Trance tüm dünyayı sardı ve elektronik dans müziğine büyük ölçüde hakim oldu.

 

Trance yaygınlaştığı ölçüde kötü taklitler ve seviyesiz prodüksiyonlar da arttı. Toplama Trance albümleri kamyon dolusu satmaya başladı, her yıl yenilenen Anthem’leri televizyondaki programların jingle’larına kadar girdi.

 

Progressive yönelimler...

 

2000’lere doğru artık yılın Dj’leri sıralamalarında Sasha, Digweed, Paul Oakenfold, Paul van Dyke gibi Trance üstadları en üst sıralarda köşe kapmaca oynuyordu.

 

 

Onlar Trance’in temel özelliklerinden ayrılmadan tarzlarını geliştirmeye, farklı türleri de müziklerine katmaya başladılar. Ortalıkta dolanıp duran neşeli ve yüzeysel taklitlerin aksine, gitgide daha karanlık ve house’a yaklaşan soundlara doğru ilerlediler.

 

Progressive Trance’le beraber Trance, pop müziğin vokal gücünü de arkasına aldı. Yapılan her yenilik bambaşka bir sonuç ortaya çıkardığından birbirinden son derece farklı soundlar gelişti ve trance etrafında dolanan Dj’ler büyük ölçüde kişisel ve özgün tarzlar oluşturma imkanı buldular.

Resim yeniden boyutlandırıldı. Gerçek boyutunu görmek için bu alana tıklayınız. Resmin gerçek boyutu 1024x768 ve 85KB.

 

 

Tiesto, ATB gibi isimler boş kalan Anthem sahasını doldururken, Steve Lawler, Sander Kleinenberg gibi isimler Trance içinde farklı yönler çizdiler.

 

Hare hare...

 

Trance müziğin temelini oluşturan, insanı bir tür transa sokan yapı aslında müziğin temel özelliklerinden biri.

 

Bu özellik doğanın seslerinde de, hayvan seslerinde de, Reggae’de de, Bach’ın kanonlarında da var.

 

Bu özellik tekrara ve takip edilebilen bir melodiye bağlı. Tekrarlar sıkıcı görünse de insanı transa sokan şey, bu sıkıcılığın kendisi. Afrika kabile müziği, Sufi müziği, ve birçok dindeki ilahiler de bu özelliği taşıyor.

 

Budizm’deki mantralara, Hare Krishna’ların ayin müziklerine baktığımızda sürekli tekrarlar ve belli bir melodi üzerindeki varyasyonların insanları güçlü bir şekilde etkilediğini görüyoruz. Bu yapı dinleyicinin zihninde ayrıksı bir trans alanı oluşturuyor ve kişi varyasyonları takip ederken düşünme sürecine girerek bir iç yolculuğa çıkıyor.

 

Belli belirsiz sesler dinleyicinin dikkatinin hassaslaşmasına yolaçıyor. Müziği oluşturan seslere belli anlamlar, roller yükleniyor ve melodinin akışı içinde bir anlatı oluşuyor.

 

Kemerlerinizi bağlayın...

 

Diğer müziklerde melodi kısa tutularak tekrar edildiyor. Trance’te ise melodi bütün bir şarkıya yayıldığından parçanın içindeki anlatı kendi içinde giriş, gelişme ve sonucu olan anlatı bir öykü oluşturuyor.

 

Bu öyküler planlı bir set içinde anlamlı bir bütün olarak dizildiğinde ve işlendiğinde ise müzik dinleme deneyiminin kendisi bir iç yolculuğa dönüşüyor.

 

Üstelik malzeme aynı olsa da her dinleyici kendi zihninde kendi öyküsünü oluşturduğundan Trance etkileşimli olma özelliğini de taşıyor.

 

Bu nedenle partilerde ve kulüplerde kalabalığı yönlendiren, yolculuğa çıkaran Dj’lere halk arasında "pilot" adı veriliyor. İnsan psikolojisi, ortamın atmosferi, enerji etkileşimi Trance konusunda son derece önemli.

 

Dolayısıyla, kendini müziğe katmayı reddeden dinleyiciler Dj’i, suya götürüp susuz getiren Dj’ler ise dinleyicileri üzüyor. Pagan toplumlarında Şaman davullarıyla yapılan trans ayinleri günlerce sürerdi. Şimdi de kulüplerde ve partilerde teknolojinin şamanları olan Dj’ler iç yolculuklarımıza yön veriyor.

 

Olumlu şartlar altında gerçekleşen bir Trance partisinde ise bu yolculuğu kendine dair bir çok şey öğrenmiş, duygularına isim vermiş, hayat deneyimi edinmiş ve bunları tek bir söz söylemeden insanlarla paylaşmış olarak sonlandırmak mümkün.

 

Yapmanız gereken tek şey gözlerinizi kapayıp kendinizi açmak...

 

Trance; 1990lu yılların başlarında Avrupa’da gelecek vaad eden bir müzik türü olarak çıktı. Günümüzde de bu özelliğini devam ettiren, ümit verici mizik türlerinden biridir.

 

Trance Müziği çok geniş bir kapsama sahiptir; dinlendiği ve etkilediği alan düşünülürse, sınırlanın çok ötesine geçmiştir. Günümüzdeki popüler gruplar, sanatçılar, müziğin içinde bulunan kişiler arasındaki ortak görüş trance soundunun tüm albümlerin içine dahil edilmesinin çok doğru olduğudur.Trance başlangıçta ticari olmayan bir müzik türüyken; daha sonraları, her geçen gün daha fazla kişiye ulaşmaya başlayarak popüler bir müzik türü haline gelmiştir.

 

Artık, MTV ve Viva gibi popüler müzik çalan kanallarda ve basında çokça yer almaktadır.

 

Trance müziği; yetenekli Trance müziği Djleri, prodüktörleri ve büyük yapım şirketleri sayesinde popüler olmaya başlamıştır.Bu popülerlik sayesinde Pop ve Rock müziği yıldızları; Trance müziğinin bestecileri ve prodüktörleri ile iş birliği yapmaya başlamışlar ve bu soundu albümlerine katmaya başlamışlardır. Bu duruma en iyi örnek Madonna’nın “olgunlaşma çağından” olan albüm“Ray of Light 1998” dir. Bu albümün nerdeyse yarısında yüksek bir kaliteye sahip semi-trance soundunu hissedebilirsiniz.

 

 

Trance Müziğin Özellikleri

 

 

Belki de dans müziğinin en belirsiz tarzına sahip olan trance, melodik olarak tanımlansa bile sahip olduğu özgün müzik tarzıyla kısmen house müziğinden türemiş diyebiliriz.

 

Trance müziği için belirli kalıplar çizilmemiştir, bu tarzın şarkıları rengarenk ritim niteliklerine sahiptir. Bu tanımladığımızı aslında bir başlangıç noktası olarak kabul ederek bir trance albümünü; içinde bulunan bas çizgisinin varlığı ile davul ve bateri desenleri taşıyan, çoğu zamanda içinde trampet vuruşları ile önemli anları vurgulayan, çok nicelikli işitsel öğelerle müziğin dokusunu en iyi şekilde oluşturan ritim güzelliğine sahip bir tarz olarak kabul edebiliriz.

 

Buna rağmen, tüm trance müziği için aynı şeyi söyliyemeyiz. Tümü bu profilin içine sığmaz, çünkü şarkıların sınıflandırılmaları daha çok çalan kişinin çıkardığı sound ile ilgilidir.

 

Trance türünü/ tarzını en iyi şekilde açıklamak istersek; dans müziği içindeki ayrı noktaları birleştiren, ya çok enerjik ya da chill out olan diyebiliriz.

 

Trance müziği genelde major ve minor akortlarının oluşturduğu “epik”soundunda olup, bu açıdan klasik müzik aletleri ile çıkan soundlara benzerlik göstermektedir.

 

Çoğu Trance soundu 4/4 vuruşlu tempoda olup; canlandırıcı özelliğe sahiptir; hızlanarak canlandırarak ve çoğu zamanda enerjik bir sentez oluşturarak, vuruşlarla yükselerek ve genelde yavaş yavaş gelen uzun solo bölümleri ilebir gerilim yaratır ve dans pisti içinde bir beklenti yaratır.

 

Vuruşsuz bas çizgileri ile genelde major ve minor akordlarını kullanarak, trance müziği genel epik formu ile ticari trance formu ve yan tarzları olan, Euro (Epic) Trance, Goa (Psychedelic, Psy) trance, Hard Trance, and Progressive Trance olarak vardır.

 

Bloklar İnşa etmek

 

House ve Techno’u “güç sağlama” ya da Trance’in “yakıtı” olarak değerlendirirsek, trance’i en iyi şekilde anlatmaya çalışmış oluruz. Evet, bazı yönlerden Trance, House ve Techno’dan türeyen bir türdür.

 

Ama bu türemeyi sadece uygun güç sağlanması olarak nitelendirmeliyiz. Daha da önemlisi Trance’in ana çıkış noktası Batı ve Antik Batı kültürünün dinsel ve tinsel köklerinden türemiş olmasıdır. Aslında şaşıtıcıdır ki, bizi çevreleyen dünyada Trance Müziği uzun yıllardır varolmuştur.

 

Daha da açmak gerekirse bir müzik prodüktörünün başlangıç noktası aşağıda yazılı olan her maddenin oluşturduğu en basit Trance albümünde mevcuttur(solid, house-powered beat and energetic, techno-powered progressive sound).

 

İnişler ve çıkışlar

16. ve 32. notaların kısa örnekleri

İlahiler

Yüksek major ve minör akortları

 

Bu saydıklarımız trance için en gerekli olan öğelerdir. Hepsi o kadar önemlidir ki albümdeki soundu tamamen değiştirebilirler. Herhangi birinin eklenmesi ile soundu Trance’a çevirebilir.

 

 

Tarihçe ve Gelişim

 

 

Trance Müziğinde dini kökleri olan ruhsal ögelerden oluşan Şamanizim ve Budizm izlerini görmek mümkün.

 

Bu önemli bilgiyi göz önünde bulundurarak; Trance’ın yaşının yüzyıllar öncesine dayandığını tahmin edebiliriz.

 

Günümüzdeki Trance soundu 1990lı yılların ilk başlarında Almanya’da doğmuş olsa da ‘Trance Markasına’öncülük eden Dragon Fly gibi soundlar 1990lı yılların sonunda ortaya çıkmıştır.

 

Bu sound özelliğine sahip Goa Trance ve Psy-Trance tartışılır bir şekilde daha da eskidir.

 

Hindistan ve İsrail’de Clublara gidenler tarafından ortaya çıkan ilk Trance Albümleri ise kendilerinin oluşturduğu yeni bir stil ve dans pistleri için yeni bir sound olmuştur.

 

Yine tartışmaya açık olarak; Techno, Trance’ın ve House’un birleşimi, ilk zamanlar için tempolu ve ritmik özelliklerinden oluşan ama bunun yanında da daha yüksek soundlu melodileri ile popüler house stilinden esinlenmiş bir şekilde clublarda çalınmıştır.

 

Lakin, Trance’ın melodileri Avrupa/ Club House kültüründen farklılıklar göstermektedir. İkisi de duygulu- heyecanlı ve canlandırıcı özelliklere sahip olsa bile, House müziğinin yaptığı gibi ‘çevreyi zıplatma’ özelliğine sahip değildir.

 

Bu Erken-Trance olarak nitelendirdiğimiz Trance’ın ilk zamanları yukarıda da açıkladığımız gibi ‘İlahi Müzik’ özelliklere sahip olduğu söylenebilir ve türüne özgü olarak şarkının çözülme bölümleriile melodiye bir kaç saniye odaklanmadan önce yenilenen yoğun sound ile tempoyu getirir.

 

Böylelikle Trance Müziği Avrupa’da popüler olmaya ve çok hızlı bir şekilde yayılmaya başladı ki, kaçınılmaz bir şekilde Trance Stili gelişmeye ve her geçen gün daha fazla Dj ortak bir şekilde Trance Müziğini kullanarak daha büyük bir kesime hitap etmeye başlayarak, daha ticari bir müzik türü olmaya başladı. Gelenksel Trance Stilinden çıkmış artık daha fazla türevleri olan bir müzik türüne dönüşmüştür.

 

1990’lı yılların ortalarına doğru trance Müziği artık ticari olarak bakıldığında da dans müziğinin vazgeçilmez türlerinden biri olmuştu. Artık gayet popüler olan daha keskin hatları ile House’un yerine uygun bir şekilde doldurmaya başlamış, davul-bass kombinesinden daha sakinleştirici ve dinlendirici olmuş ve Techno ya kıyasla daha ulaşılabilir biz müzik türü olmuştur.

 

Günümüze kadar, Trance Progressive House ile eşanlamlı iki kelime gibi kabül görmüş, aslında aynı müzik içinde sınıflandırılmışlardır.

 

‘Progressive’ ticari başlığı ile Brian Transeau (BT), Paul Van Dyk, Ferry Corsten (Art of Trance/ Trance’in Sanatı) gibi sanatçılar ,ve Underworld; ilk prodüktörler ve remix ile uğraşan sanatçılar epik duyguları ve duygusallık içeren bir stili öne çıkarmışlardır.

 

Bu arada Paul Oakenfold, Sasha, ve John Digweed gibi djler de daha önceden kaydedilmiş olan mixlerin satışlarları ile, bu soundu dinletmeye başlamışladır.

 

1990’lı yılların sonlarına doğru Trance muazzam bir şekilde ticari bir müzik türü olarak devam etmiş; çok fazla sayıda çeşitli türlere de ayrılmaya başlamıştır.

 

Belki bir sonuç olarak, benzer şeylerde Djlerde de olmuştur. Örnek olarak , Sasha ve Digweed; Progressive Sound’u ön cephelere beraber taşıyan bu ikili, yükselen ‘Deep Trance/ Derin Trance’ stilini daha yükselen ‘karanlık mix’ yapmak yerine, bu sound ile ilgili herşeyi 2000 yılında bırakmışlardır.

 

1996 yılında ‘yeni Trance olgusu’ İngiltere’nin kalbinden gelerek İngiliz Clublarında ve daha sonra da ‘Clubberların Adası’ olarak bilinen Ibıza’da yeni ufuklara bir ‘fenomen’ olarak devam eder.

 

Epik kurulumlu albümler, muazzam bir çözülme gösteren ve canlandırıcı etki ile, en son noktaya ulaşan ATB ve Delirium Soundları...Robert Miles, Sash ve BT gibi çok tanınan prodüktörlerle beraber; bu soundlar müzikde yeni bir enerji ve heyecan arayan dinleyicilerin kalbini kazanmıştır.

 

Dünyanın her yerinde ağır adımlarla ilerleyen Trance Müziğinin etkisini incelemek çok ilginçtir.

 

İsrailliler ve İsveçliler yeni soundlar üretmeye devam ederken Amerika ve Doğu Avrupa marketlerinde Trance Soundundan; çılgın Avrupa marketinde absorbe olmuştur. Bu arada İngiltere ve Canada; Hard Trance sınırlarını zorlayarak, Hard House gibi bir anda ortaya çıkan yeni tarzlar oluştururlar, bu ortaya çıkan Trance ve House müziğinin bir birleşmidir.

 

Tarz içinde gösterdiği çeşitlilik insanı gayet tatmin ederek, kaçınılmaz bir şekilde kendi başarısının kurbanı olmuştur. Trance yapımı Djler mesela Paul Van Dyk; halen aynı tarzı icra eden bi Trance Dji olsada, eskiye göre kıyaslandığında, türü oluşturup daha sonra bir kağıt parçası gibi bir kenara atmışlardır.

 

Fakat bunun yanında, 1990lı yılların ortalarındaki ‘Gerçek Trance’ hayranları, tarzı tekrar eski yerine getirmek için çabalayıp, sonunda hakkettiği yere getirirler.: Akıldaki müzik olmak , kalabalık için değil ...

 

Ticari Trance Müziğinin bulunduğu rota ‘dans’ olarak geri dönmek veya Progressive veya ‘epik dans’ müziği olmuştur artık. Hangi rotayı takip ederse etsin, Trance; dans müziğinde bir Rönesans Dönemi olarak hatırlanacaktır.

 

Şu anda da hala geçerliliği olan Trance Müziği, içinde geniş bir yelpaze şeklinde bulundurduğu tarzlar ile genişlemeye devam ederek en parlak Djleri bünyesinde barındırmaktadır.

 

 

Euro Trance

 

 

Tam ortada Trance’ın merkezinde bulunan Euro Trance, Trance’in en doğal formunda, anlaşılması en kolay türüdür. Euro Trance genelde, hep canlandırıcı özelliği, çoğunlukla 140-145 Bpm de olan ve içindeki büyük ayrımlı Bass özelliği ile, genelde epey ağır ve bir bayan vokalli sounda sahip olan bir türdür.

 

İçinde büyük ayrımlar/ kıvrımlar/ inişler göstererek; Trance Müziğinin bu stili vokalleri ile birlikte ‘Ticari Trance’ türünü oluşturuyor diyebiliriz. Bu tarz Trance; ‘İyi hisset’-"feel good" kategorisine girer ve başlangıç noktası bu görüşdür. Keskin çizgileri ile Euro Trance, bazı şartlarda Hard Trance olarak da adlandırılabilir.

 

 

Goa Trance

 

 

 

 

Goa Trance; elektronik müziğin bir formu olup, Hindistan’ın bir bölgesi olan Goa’da ortaya çıkmıştır. Müzik; popüleritesini kökleri Goa bölgesindeki, 1960lı yılların sonları, 1970li yılların başındaki ‘hippi mecca’dan alır. Buna rağmen günümzdeki Goa Trance stili o zamanlardaki gibi aynı şekilde varolmamaktadır.

 

1970li ve 1980li yıllardaki turist akımından sonra, bir grup merkez olarak Goa’da kalmış, müzikdeki gelişmelere ve müziğin yanında diğer aktivitelerle; yoga, eğlenceler eşliğinde uyuşturucu kullanımı ve çeşitli ‘New Age’ akımlarına konsantre olmuşlardır.

 

Techno stiline giriş ve Goa Tekniği ile Goa Trance stiline dönüşmüş ve ilk öncüleri ile ‘Goa Gill’ ve ‘Mark Allen’ olmuştur. Bir çok ‘partiler’ (alemlere benzeyen) ile Goa döndürülerek tamamen bu tarz müziğin içine girerek diğer ülkelerde de bu ‘alemlerde’, festival ve partilerde de çoğu zaman çalınan, Trance’ın diğer stilleri ve Techno ile birleşme sağlamıştır.

 

Goa, esasen ‘Dance-Trance’ müziği olarak (oluşum yıllarında Trance Dance olarak işaret ediliyordu) enerjik temposu ile, genelde hep 4/4 ve 16.dan 32. notaya gider.

 

Türüne özgü bu sayı ile parçanın ikinci yarısında çok daha enerjik bir yapı kurulur ve sonra oldukça incelerek/ azalarak sona hızlı bir şekilde varır.

 

Genelde 8-12 dk. arasında sürer, diğer Trance türlerine göre farkedebilinen, daha güçlü bass çizgilerine sahiptir ve canlı soundları içinde bastırma özelliği vardır.

 

Goa Trance partilerinin farkedebilinen, ayırd edici bazı özellikleri vardır: “flouro (ışınır/floresan özelliği), kullanımı kıyafetlerde ve dekorasyonda görülebilir. Bu görüntüler genellikle Hinduluk ve diğer dini (özellikle doğu)ayinlerde rastlanan, mantarlar (ve diğer uyuşturucunun gösterdiği görüntüler) şamanizm ve teknolojik şeyler ile ilişkili olmuştur.

 

Goa Trance’ın İsrail’de önemli bir sayıda takipçisi vardır. Bunun sebebide ‘eğlence kabilinden’, bu bölgeye gelen askerlerdir. Şimdi Goa Trance’ın büyük bölümü İsrail’de prodükte edilmektedir. Ama bu prodüksiyon ve tüketim demin de söylediğimiz sebep yüzünden aslında global bir fenomendir.

 

Goa Trance etkilenmiş olarak 1990’lı yılların 2.yarısında sonra Psychedelic Trance’ a dönüşmüştür. Trance’ın diğer türlerine nazaran iki türde genellikle ticari olmayan ve pek de bilinmeyen türler olarak kalmışlardır.

 

Goa Soundu genellikle clublarda ve Ibiza gibi eğlence yerlerinde, partilerde ve festivallerde rastlanan bir türdür. Çok kısa bir dönem için 1990lı yılların ortalarında, Paul Oakenfold da içinde bulunduğu bazı Djlerin desteği sayesinde, anlamlı bir ticari başarı kazanmıştır. ‘Adı duyulmamış sanatçı’ muhtemel Goa Trance yıldızı olmaya en yaklaşmış kişidir.

 

 

Psychedelic Trance

 

 

 

 

Psychedelic Trance (genellikle Psy Trance isimiyle hatırlanan), Trance müziğinin bir başka türüdür ve 1990lı yılların sonuna doğru geliştirilmiştir.

 

Trance müziğinin diğer türlerindne olan house ve technoya nazaran daha hızlı bir tempoya sahiptir; dakikada 125-150 Bpm. Bu türün çok güçlü bir bass soundu vardır ve devamlılığı olan bu temposu ile diğer bir çok ritme göre farklılıklar gösterir.

 

Trance’in bu türü, İngiletere’de çok popülerdi. Ama doğru söylemek gerekirse global bir fenomendir; ve çok ilginçtir ki bir çok Amerikalı ve israilli sanatçı tarafından da temsil edilmektedir.

 

2002 yılında bir çok japon sanatçı, ingiliz djlerden etkilenerek bu türü kullanmaya başlamışlardır. Dünyanın her yerinde bulunan clublarda ve dans pistlerinde minimalist trance, progressive trance, ambient trance ve goa trance ile beraber psychedelic trance da çalınmaktadır. Goa ve Psychedelic trance müziğinin karışımı bir çok trance dinleyicisi tarafından çok popüler bir müzik türü olmuştur.

 

Psychedelic trance yapan bazı popüler sanatçılar arasında Astral Projection, Space, Tribe, Infected Mushroom, Atmos, Total Eclipse, Cosmusis ve Simon Postford’u sayabiliriz. Psychedelic trance genelde açık hava festivallerinde çalınan bir türdür.

 

Bu festivallere giden kişilerin "büyük bölümü", tartışmasız, Magic Mushroom (Sihirli Mantarlar) ve LSD kullanırlar. Festivaller genellikle min. 24 saat süren etkinliklerdir.

 

 

Ambient Trance

 

 

 

 

Progressive trance’in öncüsü olarak çıkan Ambient trance, trance türleri arasında; hayalci, hipnotize edici, kültürlü diyebileceğimiz bir stili vardır. Genellikle Alman yapımı olup atmosferik/ havadar mekanlarda epik melodik dizisi halinde ve bazende senfonik düzenlemelere sahip bir türdür.

 

Ticari olduğu düşüncesine kapılınmamalıdır, Ambient Trancedaki ortak görüşe göre ünlü sanatçıları olarak ATB veya Darude’i sayabiliriz.

 

Zaman zaman erken acid hareketinden bazı ögeler ödünç alarak; örnek olarak “rezzy 303 leads” ve minimal perkisyonu, kendine Goa Trance’in tinsel ögelerini ilk marka olduktan sonra içine alan Ambient Trance, genelde unutulmuş ama etkiliyici stili ve eğlendirici tarzı ile müzikte hep varolmuştur.

 

Bazen “old school trance’ı” olarak da adlandırılmıştır. Bunun da sebebi şimdi popüler olan daha sert tarzlara göre daha geride kalmış olmasıdır.

Ambient Trance, dans müziği tarihçesinde içinde spesifik ögeler olan bir tarz olarak varolmuştur.

 

Güncel club yönlü sesler ile, ambient albümleri; Orb ve diğer ilk dans öncüleri tarafından mix yapılan, bir çok prodüktörler ve Almanya ile İngilteredeki Djler sayesinde dikkat çekmeye başlamışlardır.

 

1990ın ilk yıllarında Alman müzik adamı Harold Bluchel (Aka Cosmic Baby) klasik piyano ve sintizayzır melodileri ile deneme yaparak techno ritimlerine kontrast oluşturmuştur; ve 1993 yılında, günümüzdeki en popüler trance şarkılarından olan “Cafe Del Mar” (pseudonym energy 52) ortaya çıkmıştır. Ve bu şarkı hala günümüzde mixlenmektedir.

 

Şimdi veya daha sonrası içinde Trance’ın belkide en verimli figürü olarak söyliyebileceğimiz isim Oliver Lieb dir. Sayabileceğimiz diğer isimler ise; Paragliders, The Ambosh, Spice Lab ve LSG dir.

 

Lieb, 90lı yıllarda her trance prodüksiyonunu remixlemiş ve bugün bile çalışmalarına devam etmektedir. Albümleri çoğu tarzı kapsar; tribal etnik fusiondan tutun spacey trance’a den techno’a kadar.

Lieb, Paul Van Dyk gibi kişiler trance müziğinin tanrısı sayılan kişiler olarak düşünülmektedir.

 

Böyle düşünülmesini sağlayan çok fazla sebep vardır; neden çünkü bu kişiler sayesinde, tarz hala çok güçlü ve önemli olarak dünya dans kültürü içinde varolmaktadır.

 

Bütün tarzlar gibi, Ambient Trance da 90lı yılların ortalarında değişimler göstermeye başlamıştır. Artık daha sert ve daha progressive bir sounda sahip olmuştur.

 

Ama bunun yanında bir çok prodüktör hala aynı şekilde “intelligent trance” ile aynı çizgide devam etmektedirler. Bunların arasında Humate, Salt Tank, Lieb ve Paul Van Dyk sayılabilecek isimlerdir.

 

Bir çok dans müzik hayranı; Trance’ın ilk ve 90lı yılların ortalarına kadar olan dönemdeki en güzel ve en esaslı albümleri “good old days”/ “ eski iyi günler” hala günümzde hatırlanmaktadır.

 

 

Progressive Trance

 

 

 

 

Trance’in bu tarzı “euro trance’dan” daha derin bir niteliğe sahiptir. Daha derin bir eğilimi olup ama daha az bir ticari anlayışa sahiptir. Genellikle 130-140Bpm den daha yavaştır ve içinde çok çeşitli soundları barındırır.

 

Bir çok progressive renk ile breakbeat ve tribal techno soundunu kullanır. Progressive müzikdeki bu ayrım Euro trancedakinden çok daha incelikli olup hiç bir zaman “uplifting” olmamıştır.

 

Progressive müzik daha ince bir yapı ve düşüşler ile dj tarafından tüm gece icra edilir ama bunun yanında Euro müzik ise kendi düzeninde inşa edilmiştir.

 

Son zamanlarda bir çok progressive tarz örneği albüm daha derin tribal soundlara ve “break”lere sahiptir. Bu daha çok “progressive house”olarak adlandırılır.

 

Hard Trance

Elektronik müzik nedir? (tRaNcE-tEcHnO-hOuSe-cHiLLoUT)

 

--------------------------------------------------------------------------------

 

 

 

 

Elektronik müzik denince aklımıza dijital seslerden oluşmuş bir müzik harmanı geliyor.

Gerek içerisinde yaşattığı duygu yoğunlundaki hüzün,

gerekse hızlanan ritimle birleşmiş karmaşık ama eğlenceli bir yolculuk.

DJ ve Prodüktörlerin kaptan, mekanların uçak, bizlerin ise yolcular olduğumuz bu serüvenin öncesini merak

edenler için küçük bir elektronik araştırma yaptık. Merak edenlere elektronik müziğin dünü, bu günü.

Geleceği ise derin sularda yatan güzellikler gibi büyük bir soru işareti...

 

The Birth Of Synthesizer:

 

Elektronik müziğin ilk örneklerine Rusya civarında rastlıyoruz.

Bu müziğinin hükümdarı olarak bilinen 'Leon Theremin' ilk sentezlemelerini yapıp bu işe bir start verdi.

Hiçbir enstrüman kullanmadan müziğini harcında,

elektromanyetik dalgalar kullanarak müzikte yeni dizaynlar yarattı.

'Theremin'in enstrüman çalanların hareketlerine ve müziklerin ölçülerine bağlı olarak farklı

tonlarda ve yüksek seviyelerde üretimleri bulunuyor.

 

New Sounds(1960):

 

20. yüzyıla ait seslerle yep yeni üretimler başladı.

Eric Satie ve Arnold Schonberg tarafından elektro-müzikte yeni matematiksel kavramlar(vuruşlar)

oluşturmak için mekanik seslerin ustası olan Luigi Russolo ve Mauricio Kagel'e teklif götürdüler.

İkilinin mekanik sesleri gibi yeni konseptler hızla yayılmaktadır. Öncelikle Karlheinz Stockhausen

elektronik müzik yapma şansını yakalar. 1958'de ilk elektronik piyano ve 1965'te

ilk Analog Synthsizer'ın yapılmasından sonra elektronik sesler modern müzik alanında yayılır.

Ve 1960'lı yılların sonunda ilk elektronik müzik grupları ortaya çıkar...

 

Pink Floyd, Emerson Lake & Palmer, The Residents...

Soul-Disco-Funk(1970): 70'lere gelindiğinde soul ve funk akımı diskolarda ki hakimiyetine başladı.

Bununla birlikte 70'den önce yapılmış olan sentezlerle 'Giorgio Moroder', elektronik disko müziğinin

olmasını sağladı.

Ardından 'Gospel'in yüksek enerjili (Hİ NRG) çalışmaları gay clublarını aşarak, NY'de Sal Soul diye

isimlendirilmeye başlandı.

 

 

Kraftwerk :

 

Bu olaylardan 1 sene sonra il elektronik müzik grubu Kraftwerk kurulur.

Ralf Hutter, Florian Schneider'dan dan oluşan grup, ayrıca drum machine kullanan ilk grupta olur.

Davul seslerinin bu mekanikleşmiş hallerini ve elektronik conseptleri en üst seviyede tutmuş ve ortaya

'Autobahn'(1974), 'The Man Machine'(1978) gibi elektronik klasiklerini yarattılar.

1970'den itibaren Jean-Micheal Jarre, Tangerine Dream gibi genç isimler ortaya çıkar. San Francisco'da

ise Alan Vega ve Martin Rev, 80'lerden bugüne elektronik müziğin gelişmesine çeşitli katkıları

olacak "Suicide"ı kurarlar

 

New Wave:

 

70'lerde Kraftwerk tarafından ilk tohumlar atıldıktan sonra Throbbing Gristle,

Human League, Ultravox, Cabaret Voltaire, Devo, Yellow Magic Orchestra (from japon),

Simple Minds, Joy Divition , Pere Ubu ,Orchestral Manoeuveres In The Dark ve Gary Numan Krafwerk'in

yolunda listelerin zirvelerinde dolaşmaya başladı.

 

US Pre-House:

 

NY'de çalan club hitlerinde tiz notaları ve ritimleri terbiye edip büyüterek ortaya

insanları motive eden, hazırlayan bir tür çalınıyordu. David Moroles ve Tony Humphries gibi

ünlü DJ'ler Paradise Garage club'a gelerek günün trendini oluşturuyorlardı.

O sıralar Frankie Knuckles'da Chicago'da Warehouse'da DJ'lik statüsünü kazanmıştı.

Bu gelişmeler olurken Farley Keith ve Juan Atkins ortak üretim olan 'Hot Mix 5' i Detroit'de çıkarttılar.

 

The New Romantics:

 

1980'li yıllarda Elektro-Visage, Depeche Mode, Yazoo, Heaven 17, Yello, Klaus, Nomi, D.A.F.,

Japon yeni elektronik sitilleri olan yöresel müziklerine yatkın yeni jenerasyonun taze slow'larını yaratmışlardı.

Paradise Club'ın açılmasından iki yıl önce ünlü DJ Larry Levan tarafından '4 to The Floor' iyi bir biçimde sağlanmıştı,

Garage House'da.

Up tempo'nun versiyonlarını ve müziksel sitillerini NY Club House'da belirleyen David Moroles, Robert Clivilles,

David Cole , Musto&Bones ve Todd Terry gibi DJ ve yapımcılar oldu.

 

 

House’un ortaya çıkışı ve gelişimi

 

 

 

 

70'ler boyunca gittikçe bir çılgınlık haline gelen Disco 80'lerin başında kendini tüketti. Basın Disco'nun öldüğünü ilan etti ve bir "Disco Suck" kampanyası başlattı. İnsanlar tuhaf bir şekilde Chicago’da Komishi parkında biraraya gelip eski Disco plaklarını yaktılar. Oysa Disco ölmemiş, çıkış noktası olan underground'a dönmüştü.

 

Disco’nun ardından dans müziği New York’ta ve Chicago’da farklı yönlerde ilerledi. Bu dönemde Paradise Garage'ın efsanevi Dj'i Larry Levan, Funk, Soul, Disco ve biraz da New Wave etkileri taşıyan bir müzik çalıyordu. Yoğun ve güçlü baslar, Gospel etkisi taşıyan duygusal vokallerden oluşan bu müzik Garage sound'unun ilk örneğiydi. New York’ta gelişen Garage, Disco'nun devamıydı diyebiliriz.

 

Chicago’da ise vokal yerine daha elektronik seslerin yeraldığı House ortaya çıktı. Chicago sound’una Deep House da deniyordu. Disco'dan House'a geçiş oldukça yumuşak ve belirsiz oldu. 1987 Disco, Garage ve House'un aynı anda hatta birarada varolduğu bir yıldı.

 

Larry Levan gibi Dj'ler, Chicago, New York ve Detroit'ten gelen son house prodüksiyonlarını setlerine katıyorlardı. New York'taki Sound Factory Bar gibi mekanlarda Disco ve House birarada çalınıyordu.

 

HI-NRG ve arayışlar...

 

Disco ile House arasındaki geçiş döneminde Hi-NRG adı verilen bir müzik türü ortaya çıktı. Adından da anlaşılabileceği gibi oldukça hızlı bir dans müzik olan Hi-NRG'de arada yumuşama, durulma bölümleri yoktu. Hi-NRG tam da Disco'nun underground'a çekildiği bir dönemde ortaya çıktı. Gloria Gaynor'ın 'Never Can Say Goodbye'ı Hi-NRG etkisi taşıyan ilk parçaydı. Hi-NRG büyük ölçüde Cerrone ve Giorgio Moroder'in Euro-Disco sound'unun etkilerini taşıyordu.

 

Kısa süre sonra son derece hızlı, duygusallıktan uzak, monoton ve yoğun erotik göndermeleri olan bu müzik kulüplerde çalınmaya başladı. Hi-NRG prodüktörleri hem high-tech, ve bir o kadar da ilkel bir sound'un peşindeydiler.

 

Basit melodik yapılar hem insanların hoşuna gidiyor hem de kulüpteki herkesin bir bütün haline gelmesini kolaylaştırıyordu. 80'lerin ortasında House'un güçlenmesiyle Hi-NRG kulüplerden çekildi fakat 80'lerin pop müziği üzerindeki etkisi bir süre daha devam etti.

 

Disco'nun olanakları tükenmiş, prodüktörler ise kendilerini Hi-NRG'nin monotonluğuna kaptırmışken, Chicago ve New York'taki Dj'ler teknolojiyle duygusallığın biraraya geldiği, aşağı yukarı 120 bpm civarında bir müzik arayışı içindeydiler.

 

Bu arayışlar basit bas melodileri ve "four to the floor" ritmi üzerine Chicago'da teknik oyunlardan, New York'ta ise gospel ve soul etkisindeki vokallerden oluşan iki farklı yönde ilerledi. New York’ta Disco’nun çıkışında önemli rol oynayan Paradise Garage gibi , Chicago’daki Warehouse da House müziğin doğduğu yer oldu.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Euro Trance

 

 

Tam ortada Trance’ın merkezinde bulunan Euro Trance, Trance’in en doğal formunda, anlaşılması en kolay türüdür. Euro Trance genelde, hep canlandırıcı özelliği, çoğunlukla 140-145 Bpm de olan ve içindeki büyük ayrımlı Bass özelliği ile, genelde epey ağır ve bir bayan vokalli sounda sahip olan bir türdür.

 

İçinde büyük ayrımlar/ kıvrımlar/ inişler göstererek; Trance Müziğinin bu stili vokalleri ile birlikte ‘Ticari Trance’ türünü oluşturuyor diyebiliriz. Bu tarz Trance; ‘İyi hisset’-"feel good" kategorisine girer ve başlangıç noktası bu görüşdür. Keskin çizgileri ile Euro Trance, bazı şartlarda Hard Trance olarak da adlandırılabilir.

 

 

Goa Trance

 

 

 

 

Goa Trance; elektronik müziğin bir formu olup, Hindistan’ın bir bölgesi olan Goa’da ortaya çıkmıştır. Müzik; popüleritesini kökleri Goa bölgesindeki, 1960lı yılların sonları, 1970li yılların başındaki ‘hippi mecca’dan alır. Buna rağmen günümzdeki Goa Trance stili o zamanlardaki gibi aynı şekilde varolmamaktadır.

 

1970li ve 1980li yıllardaki turist akımından sonra, bir grup merkez olarak Goa’da kalmış, müzikdeki gelişmelere ve müziğin yanında diğer aktivitelerle; yoga, eğlenceler eşliğinde uyuşturucu kullanımı ve çeşitli ‘New Age’ akımlarına konsantre olmuşlardır.

 

Techno stiline giriş ve Goa Tekniği ile Goa Trance stiline dönüşmüş ve ilk öncüleri ile ‘Goa Gill’ ve ‘Mark Allen’ olmuştur. Bir çok ‘partiler’ (alemlere benzeyen) ile Goa döndürülerek tamamen bu tarz müziğin içine girerek diğer ülkelerde de bu ‘alemlerde’, festival ve partilerde de çoğu zaman çalınan, Trance’ın diğer stilleri ve Techno ile birleşme sağlamıştır.

 

Goa, esasen ‘Dance-Trance’ müziği olarak (oluşum yıllarında Trance Dance olarak işaret ediliyordu) enerjik temposu ile, genelde hep 4/4 ve 16.dan 32. notaya gider.

 

Türüne özgü bu sayı ile parçanın ikinci yarısında çok daha enerjik bir yapı kurulur ve sonra oldukça incelerek/ azalarak sona hızlı bir şekilde varır.

 

Genelde 8-12 dk. arasında sürer, diğer Trance türlerine göre farkedebilinen, daha güçlü bass çizgilerine sahiptir ve canlı soundları içinde bastırma özelliği vardır.

 

Goa Trance partilerinin farkedebilinen, ayırd edici bazı özellikleri vardır: “flouro (ışınır/floresan özelliği), kullanımı kıyafetlerde ve dekorasyonda görülebilir. Bu görüntüler genellikle Hinduluk ve diğer dini (özellikle doğu)ayinlerde rastlanan, mantarlar (ve diğer uyuşturucunun gösterdiği görüntüler) şamanizm ve teknolojik şeyler ile ilişkili olmuştur.

 

Goa Trance’ın İsrail’de önemli bir sayıda takipçisi vardır. Bunun sebebide ‘eğlence kabilinden’, bu bölgeye gelen askerlerdir. Şimdi Goa Trance’ın büyük bölümü İsrail’de prodükte edilmektedir. Ama bu prodüksiyon ve tüketim demin de söylediğimiz sebep yüzünden aslında global bir fenomendir.

 

Goa Trance etkilenmiş olarak 1990’lı yılların 2.yarısında sonra Psychedelic Trance’ a dönüşmüştür. Trance’ın diğer türlerine nazaran iki türde genellikle ticari olmayan ve pek de bilinmeyen türler olarak kalmışlardır.

 

Goa Soundu genellikle clublarda ve Ibiza gibi eğlence yerlerinde, partilerde ve festivallerde rastlanan bir türdür. Çok kısa bir dönem için 1990lı yılların ortalarında, Paul Oakenfold da içinde bulunduğu bazı Djlerin desteği sayesinde, anlamlı bir ticari başarı kazanmıştır. ‘Adı duyulmamış sanatçı’ muhtemel Goa Trance yıldızı olmaya en yaklaşmış kişidir.

 

 

Psychedelic Trance

 

 

 

 

Psychedelic Trance (genellikle Psy Trance isimiyle hatırlanan), Trance müziğinin bir başka türüdür ve 1990lı yılların sonuna doğru geliştirilmiştir.

 

Trance müziğinin diğer türlerindne olan house ve technoya nazaran daha hızlı bir tempoya sahiptir; dakikada 125-150 Bpm. Bu türün çok güçlü bir bass soundu vardır ve devamlılığı olan bu temposu ile diğer bir çok ritme göre farklılıklar gösterir.

 

Trance’in bu türü, İngiletere’de çok popülerdi. Ama doğru söylemek gerekirse global bir fenomendir; ve çok ilginçtir ki bir çok Amerikalı ve israilli sanatçı tarafından da temsil edilmektedir.

 

2002 yılında bir çok japon sanatçı, ingiliz djlerden etkilenerek bu türü kullanmaya başlamışlardır. Dünyanın her yerinde bulunan clublarda ve dans pistlerinde minimalist trance, progressive trance, ambient trance ve goa trance ile beraber psychedelic trance da çalınmaktadır. Goa ve Psychedelic trance müziğinin karışımı bir çok trance dinleyicisi tarafından çok popüler bir müzik türü olmuştur.

 

Psychedelic trance yapan bazı popüler sanatçılar arasında Astral Projection, Space, Tribe, Infected Mushroom, Atmos, Total Eclipse, Cosmusis ve Simon Postford’u sayabiliriz. Psychedelic trance genelde açık hava festivallerinde çalınan bir türdür.

 

Bu festivallere giden kişilerin "büyük bölümü", tartışmasız, Magic Mushroom (Sihirli Mantarlar) ve LSD kullanırlar. Festivaller genellikle min. 24 saat süren etkinliklerdir.

 

 

Ambient Trance

 

 

 

 

Progressive trance’in öncüsü olarak çıkan Ambient trance, trance türleri arasında; hayalci, hipnotize edici, kültürlü diyebileceğimiz bir stili vardır. Genellikle Alman yapımı olup atmosferik/ havadar mekanlarda epik melodik dizisi halinde ve bazende senfonik düzenlemelere sahip bir türdür.

 

Ticari olduğu düşüncesine kapılınmamalıdır, Ambient Trancedaki ortak görüşe göre ünlü sanatçıları olarak ATB veya Darude’i sayabiliriz.

 

Zaman zaman erken acid hareketinden bazı ögeler ödünç alarak; örnek olarak “rezzy 303 leads” ve minimal perkisyonu, kendine Goa Trance’in tinsel ögelerini ilk marka olduktan sonra içine alan Ambient Trance, genelde unutulmuş ama etkiliyici stili ve eğlendirici tarzı ile müzikte hep varolmuştur.

 

Bazen “old school trance’ı” olarak da adlandırılmıştır. Bunun da sebebi şimdi popüler olan daha sert tarzlara göre daha geride kalmış olmasıdır.

Ambient Trance, dans müziği tarihçesinde içinde spesifik ögeler olan bir tarz olarak varolmuştur.

 

Güncel club yönlü sesler ile, ambient albümleri; Orb ve diğer ilk dans öncüleri tarafından mix yapılan, bir çok prodüktörler ve Almanya ile İngilteredeki Djler sayesinde dikkat çekmeye başlamışlardır.

 

1990ın ilk yıllarında Alman müzik adamı Harold Bluchel (Aka Cosmic Baby) klasik piyano ve sintizayzır melodileri ile deneme yaparak techno ritimlerine kontrast oluşturmuştur; ve 1993 yılında, günümüzdeki en popüler trance şarkılarından olan “Cafe Del Mar” (pseudonym energy 52) ortaya çıkmıştır. Ve bu şarkı hala günümüzde mixlenmektedir.

 

Şimdi veya daha sonrası içinde Trance’ın belkide en verimli figürü olarak söyliyebileceğimiz isim Oliver Lieb dir. Sayabileceğimiz diğer isimler ise; Paragliders, The Ambosh, Spice Lab ve LSG dir.

 

Lieb, 90lı yıllarda her trance prodüksiyonunu remixlemiş ve bugün bile çalışmalarına devam etmektedir. Albümleri çoğu tarzı kapsar; tribal etnik fusiondan tutun spacey trance’a den techno’a kadar.

Lieb, Paul Van Dyk gibi kişiler trance müziğinin tanrısı sayılan kişiler olarak düşünülmektedir.

 

Böyle düşünülmesini sağlayan çok fazla sebep vardır; neden çünkü bu kişiler sayesinde, tarz hala çok güçlü ve önemli olarak dünya dans kültürü içinde varolmaktadır.

 

Bütün tarzlar gibi, Ambient Trance da 90lı yılların ortalarında değişimler göstermeye başlamıştır. Artık daha sert ve daha progressive bir sounda sahip olmuştur.

 

Ama bunun yanında bir çok prodüktör hala aynı şekilde “intelligent trance” ile aynı çizgide devam etmektedirler. Bunların arasında Humate, Salt Tank, Lieb ve Paul Van Dyk sayılabilecek isimlerdir.

 

Bir çok dans müzik hayranı; Trance’ın ilk ve 90lı yılların ortalarına kadar olan dönemdeki en güzel ve en esaslı albümleri “good old days”/ “ eski iyi günler” hala günümzde hatırlanmaktadır.

 

 

Progressive Trance

 

 

 

 

Trance’in bu tarzı “euro trance’dan” daha derin bir niteliğe sahiptir. Daha derin bir eğilimi olup ama daha az bir ticari anlayışa sahiptir. Genellikle 130-140Bpm den daha yavaştır ve içinde çok çeşitli soundları barındırır.

 

Bir çok progressive renk ile breakbeat ve tribal techno soundunu kullanır. Progressive müzikdeki bu ayrım Euro trancedakinden çok daha incelikli olup hiç bir zaman “uplifting” olmamıştır.

 

Progressive müzik daha ince bir yapı ve düşüşler ile dj tarafından tüm gece icra edilir ama bunun yanında Euro müzik ise kendi düzeninde inşa edilmiştir.

 

Son zamanlarda bir çok progressive tarz örneği albüm daha derin tribal soundlara ve “break”lere sahiptir. Bu daha çok “progressive house”olarak adlandırılır.

 

 

Hard Trance

 

 

 

 

Geleneksel Trance soundu içinde, başlığından da anlaşılacağı gibi, Acid ve Techno’a göre daha sert ögelere sahip bir türdür.

 

______________________________________________

 

Elektronik Müzik Terminolojisi

Analog: Sürekli değişen elektrik sinyalleri oluşturan devre. Genellikle dijital ve sentetik seslere kıyasla daha “sıcak” tınlayan analog enstrümanlar ve bunlardan çıkan sesleri tanımlamak için kullanılır.

BPM: (beats per minute) dakikadaki vuruş sayısı... Davulun kicklerine göre sayılır. Bir nevi tempo anlamı taşır.

Crowd: Bir “event”teki dinleyici kitlesi. Bir DJ’in takipçileri anlamında da kullanılır.

Cümle: Sekiz ölçüden oluşan birim. (phrase)

Crossfader: Hangi kanalın (yani turntable’daki plak sesinin) daha çok duyulması gerektiğini ayarlayan ve iki plak arasında geçişi sağlayan buton.

Event: Parti ya da club performansı gibi elektronik müzik kültürü etkinliklerinin genel adı.

Jogging: Mixing sırasında ritmi hızlandırmak şeklinde vücut bulan hareket, plağı itmek şeklinde de uygulanabilir.

Label: Plak şirketi.

Platter: Turntable’ın üzerindeki dönen diske verilen ad. Bunun üzerine slipmat, onun üzerine de plak konulur. Profesyonel turntable’ların direct drive (kendinden motorlu) teknolojisiyle çalışan platter’ları vardır. Kalite açısından biraz daha “fakir” turntable’lar belt drive (kayış - kasnak sistemi) teknolojisiyle çalışır. Bunun dezavantajı “scratching” sırasında sorun yaratmasıdır.

Sample: Başka kaynaklardan devşirilmiş ses örnekleri. Parçaların arasına sıkıştırılması makbuldür.

Scratching: Turntable üzerindeki plağı sağa sola çekiştirmek, zaman zaman bastırmak suretiyle elde edilen “cızırtı”.

Sequencer: Üst üste kanal kayıt yapıp, kurgulama imkanı veren donanım / yazılım.

Set: Bir DJ’in, çaldığı süre boyunca oluşturduğu giriş, gelişme ve sonuç bölümlerine sahip bir paragrafa benzer yapıda ilerleyen parçalar toplamı.

Slipmat: Platter’ın üzerine yerleştirilen örtümsü kumaş. Düşük sürtünme özelliğine sahip olanları, üzerine plak konulmak suretiyle scratching’i kolaylaştırır.

Stylus: Tüm ekipmanlar arasında belki de en nazik yapıya sahip ayrıntı: plak iğnesi. Plağa kayıtlı müziği okur.

Ölçü: Dört vuruşluk birim.

Turntable: Özetle, plak çalmaya yarayan nesne.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...