Jump to content

Ahlak ve Suç


KATA

Önerilen Mesajlar

öncelıkle hangı bir noktayı öne sürecegımı bılemedım,bir yerden baslanır ve devam ederız sanıyorum:)

 

 

http://www.gnoxis.com/forum/gnoxis-cafe/12546-turk-halkinin-ahlak-kodlari.html

 

tşk ler yougaar:)

 

din,hukuk,gelenekler,evrensel degerler ve ıdeolajıler...

 

hangısının işlevi hedefe ulasıyor ya da ulasır gözukuyor?Sosyoekomık koşullardan hangılerı bagımsız, yaptırım gucunu koruyabılıyor?

 

bır kaç alıntı(ahlaki bozuklukla sucu bıraz özdeşleştırerek)...

 

siyasal ideolojiler...

Birleşmiş Milletler Teşkilatının 1986-1990 yıllarını kapsayan dört nolu Rapor’unda yeralan verilere göre Dünya’daki suç oranı yıllık olarak % 5, nüfus ise % 1-1.5 oranında artmıştır. Bu konuda komünizmin merkezi olarak kabul edilen SSCB’de nüfusun 100 bini dikkate alınarak yapılan bir oranlamada, 60’lı yıllarda suç oranı gelişmiş ülkelere nazaran (Japonya’yı istisna ederek) 5-9 kat daha az olarak gerçekleşmiştir. Dünya ortalamasında 3-4 defa artmanın yaşandığı son 30-40 yıl içerisinde suç oranında 6-8 kat artış göstermiştir. Aynı dönemlerde sadece SSCB’de değil toplumun hareket ve faaliyetleri üzerinde topyekün devlet, polis, ideoloji veya din kontrolünü esas alan totaliter sistemlerde (faşizm, komünizm vd.) suç oranlarında düşme kaydedilmiştir

AKADEMİK ARAŞTIRMALAR DERGİSİ-MERKEZİ-Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Bazı Kütüphanelerde Bulunan İslam El Yazma Eserleri

 

sosyoekonomık duzeyle suç arasında şasırtıcı ters ilişki

Federal Hükümet’in suçun başlıca nedeninin güce dayandığı yönündeki

düşüncesi de aslında oldukça çelişkilidir. Eğer ekonomik güçsüzlük

suçun sebebiyse geçmiş yıllarda insanların daha yoksul olduğu dönemler

yasanmış ve toplumda daha fazla suç islenmesi gerekirken durum hiç de

öyle olmamıştır. Ayni bakış açısıyla bakıldığında yoksul

toplumlarda/ülkelerde suç oranının ABD’de olduğundan daha yüksek olması

gerekir. Daha da önemlisi, ABD tarihi ekonominin kotu gitmesinin suç

ürettiği ve ekonominin düzelmesinin ise suçu azalttığı

varsayımına karsı çıkıyor. Amerika’da suç oranı 1905 den 1933’e kadarki

ekonomik kalkınmanın olduğu donemde yavaş yavaş artmaya başlamıştır.

1929-1930 yıllarında kuzey Amerika ve Kanada’da yaşanan büyük ekonomik

depresyon döneminde suç oranı da düşmüştür. 1965 ile 1974 yılları

arasında ekonomik refahın arttığı donemde ise suç oranının hızla

yükseldiği görülmüştür. 1982’lerdeki ekonomik durgunluk zamanında da

suçlarda artma yerine çok az bir oranda da olsa azalma gözlenmiştir.

JTW Türkçe - Makale - Amerikan Hükümetinin Çocuk Suçlarını Önlenmedeki Rolü Ne Olmalıdır?[1]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Aslında ilginç olanı, hiç bir güç, hiçbir ideoloji ya da düşünce sistemi, bağımsız bir yapıya sahip değildir ki bunun içine anarşizmi de katmak gerekir. İnsanlık tarihi, ideolojilerin, gelişen toplumsal koşullar ve değişimle birlikte ortaya çıktığını ortaya çıkartmıştır. İnsana evrim süreci döneminden itibaren belli sınıflar ve topluluklar oluşmuş, bu topluluklar da kendi içlerinde bir yapıya sahip olmuştur. İnsanlık tarihi, doğru incelendiğinde, tek başına ideoloji veya düşünce sistemlerinin birşeyleri engelleyemediği görülecektir çünkü topluluk içinde gelişen ve zamanla gelenek halini alan hareketler zaten bu düşünce sistemlerine göre şekillenmekte, değişmektedir. İlk komün hayatından bugüne kadar ki süreçte, yaşanan bütün toplumsal değişimler birbirlerine bağlı bir biçimde hareket etmişlerdir. Gelenekler, günlük hareketlerin aynılaşması ile oluşmuş, bu gelenekler doğaya karşı olan korku ile birleşmiş ve din ortaya çıkmış, insanalr topluluklar halinde yaşaması ile de ideolojiler ortaya çıkmıştır.

Evet; SSCB gibi, komünist ülkelerde suç oranı yok denecek kadar az gözükmektedir ama bu komünizm'in başarısı değil, devlet aygıtının otoriterliğindendir. Devlet aygıtı, doğası gereği bir güç aygıtı olarak ortaya çıkmış, öyle de devam etmiştir. Kapitalist toplumlarda ise, komünist toplumda gözüken az suç dengesinin tam tersi bir durum söz konusudur. Bu da, kapitalizmin, güç olgusuna göre hareket etmesi, merkezine güç'ü almasıdır. Anarşizm' de ise varolan aşırı bireyci tutum, teoride doğru gibi gözükse de, aslında sadece kaos yaratmak için kullanılacaktır.

Burada, toplum içerisinde, hem geçmişten gelen gelenekleri, hem de geleceği birleştirip, anarşizm'deki birey vurgusunu, komünizm'deki toplum vurgusu ile birleştirip ortaya çıkan ve fikir babalığını Noam Chomsky, İmmanuel Wallerstein, Michael Albert, Michel Foucault gibi düşünürlerin yaptığı, bir toplum sistemi, belli bir düzenlemeyi yapacaktır.

Çünkü; ahlak ve suç gibi kavramlar, gelenekler ve ideolojilere göre değişkenlik gösterirler. Kapitalist toplumda varolan ve bacak arası ile sınırlanan ahalk kavramı ki en büyük güç olan para, bunu da yok ediyor, komünist ve anarşist toplumlarda, teorik olarak özgürleştiriliyor ama bunun pratik hayata geçmesi ise neredeyse imkansız bir hal alıyor. Kutsal güç devlet, olgusunu yenmeden ve erkek-egemen beyin yapısını değiştirmeden, sadece düşünsel anlamda gerçekleşen bu degişim, tek birşeyi ortaya çıkartır, o da, düşünmeyen, devlete katıksız itaat eden birey, ki zaten, devlet olgusunun aşılmadığı bir toplum, adı ne olursa olsun köle bir toplumdur ve burada ahlak ve suç olguları sadece egemenlerin istedikleri gibi olur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

kommun toplumların kapıtal toplumlardan daha az talepkar ya da tam tersı olarak ac gözlu olduguna ınanmıyorum, haklısın ıdeolojı ve arkasında devlet insan davranıslarına yön vermekte...ama burdakı sorun neyın daha ahlakı -aslında tam olarak dogru-oldugu:) kı dogru etkılı bırımlerın yoklugunda dahı ınsann dusuncelerınde kanıksanmıs ve dogal olarak davranıslarına da yön veren oluyor sanırım...

 

bu konularda donanımlı degılım soru merakım uzerıneydı..yıne de sunu acıklarsan sevınırım...

Burada, toplum içerisinde, hem geçmişten gelen gelenekleri, hem de geleceği birleştirip, anarşizm'deki birey vurgusunu, komünizm'deki toplum vurgusu ile birleştirip ortaya çıkan ve fikir babalığını Noam Chomsky, İmmanuel Wallerstein, Michael Albert, Michel Foucault gibi düşünürlerin yaptığı, bir toplum sistemi, belli bir düzenlemeyi yapacaktır

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Toplumlarda var olan, yoğunluklu olarak, toplumun geneliyle ilgilidir. Doğru kavramı ise, yine toplumlar, ideolojiler ve düşünce sistemleriyle ilgilidir. Bütün sistemlerin kendi doğruları, kendi yaşam kuralları vardır. Bu doğrular tamammen gelişen kurallara göre, değişir veya silinir.

Bu dünya üzerinde gelişen, bütün sistemlerde uygulanmaktadır. İdeolojiler ve düşünce akımları, her zaman kendilerine doğrular bulmuş ve bu doğrular üzerinden örgütlenmişlerdir. Bu temelde, insanların kendilerine - yaşadıkları sistemin- doğrularını temel almaları doğaldır. Yani kısacası, doğru göreceli bir kavramdır ve bunun karşısında "gerçek" durmaktadır.

"Doğru olan şeyler, gerçek değil ama gerçek olan şeyler, doğrudur." Felsefe'nin temellerinden biri sayılan bu düşünce'de de anlaşılacağı gibi "doğru" kavramı, hayatımızın temelinde değil ama temeline yakın bir yerinde bulunmakatadır. Ya da şu örnekle açıklarsak; Din gerçektir ama doğru olup olmadığı tartışılır. Ya da; İdeolojiler gerçektir ama doğrulukları tartışılmaktadır. vb. Bunu kısaca şöyle de ifade edebiliriz, dünyada herşey, sebep-sonuç ilişkisine dayanır. Herşeyin bir sebebi, her sebep'in bir sonuç'u vardır. Burada sebep, doğru olanı ifade ederken, sonuç, gerçek olandır.

Soruna gelirsek; insanlık tarihi boyunca ortaya çıkan bütün ideolojiler, birbirine bağlantılı ve ondan önce gelen ideoloji'nin küllerinden doğmuştur ki bu da birbirlerine olan bağımlılığı arttırmaktan başka hiçbir işe yaramamıştır. Yeni birşey yaratmak, geçmiş olandan yararlanmayı, onun hata ve doğrularını alıp, daha iyi birşey yaratmayı ifade ederken, ideolojiler , teorik olarak farklı olsa da, pratikte birbirlerinin tekrarı olmuşlardır. İçinde yaşadığımız kapitalist toplum, zaten geçmiş ideoloji ve düşünce sistemlerinin bütün kötü yönlerini içinde barındırarak gelişmiş ve bu boyuta ulaşmıştır ama buna alternatif olarak ortaya çıkan komünist ve anarşist ideolojiler ise teorik anlamda gösterdikleri farklılıkları, pratik anlamda gösterememiş, hatta bazı deneyimlerde, kapitalist sistemden bile daha geri bir konuma düşmüşlerdir. SSCB, dünyada ki sosyalist sistemler içerisinde ki en önemli deneyimdir. Resmi istatiklere göre, suç oranı yok denecek kadar az, yoksulluk oranı yine aynı, okuma oranı dünya ortalamasının çok üzerinde ama hayat bunların biraz farklı olduğunu göstermiştir. Lenin sonrası, reel sosyalist - devlet sosyalizmi- bir tavırla yönetilen Sovyetler, dünyanın en kanlı seri katillerinden birini çıkartmıştır. bazı Sovyet ülkelerinde, kiliseler, bazılarında camiler yıkılmış, din yasaklanmıştır. Ya da Komünist Parti içerisinde, önemli görevlerde olanlar ile alt kademe de olanlar arasında yaşam anlamında uçurumlar çıkmış, Stalin döneminde başlayan ve yoğunlaşan bir şekilde muhbirlik gelişmiş, birey düşünce üretmemeye, sadece devletin ürettiklerini tekrarlamaya başlamıştır. Zaten bu da, sonunda yıkımı gerçekleştirmiştir.

Anarşizm ise, İspanya, yunanistan gibi ülkelerde ufak komün grupları şeklinde örgütlenmiş ama ayağı yere sağlam basmaması sonuçu, çok ciddi birşeyler üretememiştir - ki önemli düşünürler yetiştirmiştir.- Devleti yok eden ve bireyi ön plana çıkaran anarşizm, bu ideolojik açılımı daha ileriye götürmemiş ve bir kaos sistemine dönüşmüştür.

Dün söylediğim söze gelirsek; komüzim'deki toplum ile anarşizm'deki birey olgusunu birleştirmek, bir nevi devleti yok etmektir. Çünkü devlet; kurulduğu sürece de bakarsak, efendileri, kölelerden korumak ve bir silahlı güç oluşturarak onların güçlü olmasını sağlamak içindir. Erkek-eğemen bir toplumda yaşadığımız da göz önüne alınırsa, devlet olgusunun önemi daha da artmaktadır. Zaten dikkat edilirse, devletler, belli toplulukların, kendilerini başka topluluklara karşı korumak için doğmuştur. Fransız burjuva devrimi ile tamamen sistematik bir hale gelen devlet'in varlık nedeni, insanların korkularıdır. Devletler, korkular yaratıp, o korkulara karşı örgütlenerek ayakta dururlar. Yaşadığımız kapitalist toplumda ise bu korkular çok önemli bir boyuta ulaşmış ve insanları kendi çemberine almıştır. Yaşanan reel sosyalist devlet deneyimleri ise, bunları yenmek yerine, bunun tuzagına düşmüş ve o da kendisine düşmanlar yaratarak, insanları korkutarak ve bu korkuların tek çözümünün kendisi olduğunu inandırarak ayakta durmuştur.

Burada şuna da değinmek istiyorum, senin dediğin gibi, komün toplumları daha az talepkar ya da daha açgözlü değildi. Çünkü, ilk komün toplumları, ana-erkil bir süreçte gelişti ve kadın-egemenliğinde örgütlendiler. Bu da,onların örgütlülüklerinde, herşeyin yetecek kadar alınması anlamına geliyordu. Ki, bu sistem, yani benim dün isimlendirmediğim ama savunduğum, demokratik,özgürlükçü, ekolojik, cins eşitliğine dayalı sistem, erkeklerin işin içine girip, kendi fiziksel güçlerinin farkına varması ile değişti. Zaten bu süreçte de topluluklar devletleşme süracine girdiler.

Bu konuyu kısa kesmek zorundayım, soruna gelirsek, benim söylemek istediğim; toplumu örgütleyen ama bu örgütlenmeyi yaparken, bireyin düşüncesini temel alan, ekolojik ve cins eşitliğine dayanan demokratik bir sistemdir. Birey, toplum içerisinde, olmazsa olmaz bir konumundadır, çünkü, toplumu oluşturan ana nesne bireydir. Bu temelde, sen birey'in düşüncesine önem vermeden, toplum üzerine karar verirsen bu sadece baskı uygulamak olur. Genel anlamda devlet gibi örgütlenen ama devlet olmayan bir sistemden bahsediyorum. Şu an, Küba, Venezüella gibi ülkelerde yaşama geçen bu sistem, toplumun tamamını, toplum üzerindeki bütün konular hakkında söz sahibi yapmaktır. Bir çöpçünün ya da bir çobanın, ülke'nin en önemli sorunu hakkındaki görüşlerini dinlemek ve dikkate almaktır, en basit analtımıyla. Bir piramit gibi örgütlenen ama temeli esas alan bir düşünce sitemidir benim bahsetmek istediğim.

Yani, kısa kesersem, bireyi öne çıkartan ama anarşistlik yapmayan, toplumu öne çıkartan ama reel sosyalist bir tavır takınmayan bir sistem. Demokratik komünalizm..

Umarım soruna cevap olabilmişimdir, hasta halimle yazdım, eksik yönler olursa uyar ben tamamlamaya çalışırım.:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

.

"Doğru olan şeyler, gerçek değil ama gerçek olan şeyler, doğrudur." Felsefe'nin temellerinden biri sayılan bu düşünce'de de anlaşılacağı gibi "doğru" kavramı, hayatımızın temelinde değil ama temeline yakın bir yerinde bulunmakatadır. Ya da şu örnekle açıklarsak; Din gerçektir ama doğru olup olmadığı tartışılır. Ya da; İdeolojiler gerçektir ama doğrulukları tartışılmaktadır. vb. Bunu kısaca şöyle de ifade edebiliriz, dünyada herşey, sebep-sonuç ilişkisine dayanır. Herşeyin bir sebebi, her sebep'in bir sonuç'u vardır. Burada sebep, doğru olanı ifade ederken, sonuç, gerçek olandır.

 

evet bu durumda düşücenin ancak uygulanır oldugu anda degerlendırmesı olanaklı ki baska turlu öngöruden ıbaret...hatta belkı bır sure sonra ancak degerlendırılmesı uygun bahsettıgın sıstem ıcınde belkı beklemek gerek...

gecmıs olsun yeterlı oldu benım ıcın...tşk ler:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...