Jump to content

Sinemanın İcadı


felidae

Önerilen Mesajlar

Hepimiz sinemayı günümüzün keyifleri arasına almış sayılırız...okul çıkışları iş tatilleri ve çeşitli nefes boşluklarımızda pek çoğumuz film seyreder, sinema salonlarına akın ederiz....sorulduğunda aslında pek çoğumuz sinemayı çok severiz...Peki gerçekten kaçımız sinemayı seviyoruz?....yada Kaçımız sinemanın nasıl icad edildiğini merak ettik?

 

merak eden arkadaşlar için işte özetle...

 

http://www.mescala.com/New%20pics%20for%20new%20site/clapper%20cut.gif

 

 

SİNEMANIN İCADI

 

Sanatın doğuşundan bu yana insanoğlu, gözleriyle algıladığı dünyanın görüntüsünü resim ve heykelle yakalamaya çalışmıştır...

 

http://library.thinkquest.org/C003873/images/camera%20obscura.jpg

 

 

Orta çağ'da ve daha sonra Rönesans'ta, Leonardo da Vinci'nin (1452-1519) "camera obscura"sı gibi karanlık oda yöntemleri

ile nesnelerin bir duvar üzerine görüntülerinin yansıtılması sağlanmıştır."Büyülü fenerler" her zaman insanı hayallere yöneltti.Bu gösteri, buluşların artması ile birlikte çeşitli sahnelerin daha nitelikli biçimde perdeye yansıtılarak seyredilmesine imkan verdi: 1798'de Belçikalı gölge oyunları ustası Robertson, küçük bir salonda" görüntü oyunları"nı.

Fransız Emile Reynaud (1844-1918) gibi mucitler sayesinde de sabit görüntüden hareketli görüntüye geçildi.

Nicephore Niepce (1765-1833) ilk fotoğrafla görüntüyü sabitleştirirken, 19.yy'ın sonundan itibaren de araştırmacılar hareketi aktarma çabasına giriştiler.Böylece görüntü kaydetme ve yansıtma araçlarının geliştirilmesinde ve film üretimi üzerinde çalışan insanların keşifci ve icatcı ruhları sayesinde Fransız,Alman ve Amerikan olmak üzere üç vatanlı ilk sinema makinesi sinematograf doğdu.

 

 

Teknik gelişmelerin sonucu olan sinematograf, kişilikleri ve olayları yansıtmadaki özgünlüğü sayesinde 20.yy'da 7. sanat haline gelecektir...Teknik ile sanatın birleşmesi, bir çeşit hokkabaz denilebilecek gölge oyuncuları tarafından sunulan panayır eğlencesinden, dünya çapında dev bir sanayinin yönettiği karmaşık ve kapsamlı yapımlara dönüşen yeni bir gösteri biçimi yarattı.

 

 

 

SABİT GÖRÜNTÜDEN KESİKLİ GÖRÜNTÜYE...

 

Bu cesur öncüler tıpkı sihirbazlar gibi önce cam, sonra kağıt üzerine aktarılan desenlerin boyalı görüntülerini aydınlatılmış bir duvar üzerinde göstermeyi başardılar...

 

Bu "Büyülü fenerler",insanları çocukluk anılarına geri götürür.Gene de, ilk gösterileri izleyen seyirciler, karanlık bir salonun ucunda beliriveren parlak görüntüler karşısında ürpermek veya hayallere dalmak için aileleri ile birlikte gelen yetişkinlerdi.Bu gösteri, fenerin sönmesi ile, oyuncuların içinde kaybolduğu bir tiyatro gibiydi.Birbirini izleyen sabit görüntüler insanları şaşırtıyor veya eğlendiriyordu.İki görüntü arasındaki bağlantıyı kuran ise, seyircinin hayal gücüydü.

1828'de Belçikalı fizikçi Joseph Plateau görsel etkinin belirli bir süre sürdüğünü keşfetti: bir ışık duyumu, bu ışığın yok olmasından sonra bile retine üzerinde hemen hemen saniyenin onda da biri kadar kalıyordu.Bu saptamadan sonra, bir mekanda geçen bir sahneyi anlatan kesikli görüntüleri art arda yansıtmayı sağlayan çeşitli araçlar üretilecekti.

Görüntüler, yeterince hızlı gösterilmeleri halinde, birbirini izleyen sabit görüntülere göre çok daha "canlı", genede göze kopuk kopuk glen görüntülere dönüşüyordu.

Plateau'nun buluşu olan fenakistiskop 1877'de, Emile Reynaud'nun praksinoskop için patent hakkı almasını sağlamıştır.Praksinoskopta, güçlü bir şekilde aydınlatılmış bir ayna çemberi önünden geçen kağıt şerit üzerinde, değişik görüntülerin birbirini dairesel oalrak izlemesi ile hareket oluşuyordu.Göz yanılması ancak silindirin bir dönüşü kadar sürmekte...ve yeniden bağlamaktadır...

Reynaud gösteriyi uzatmak amacıyla bir çıkrığa sarılmış ve art arda gelen delikler üzerinde bir çark aracılığı ile ilerleyen daha uzun bir şerit geliştirdi; filmin atası böylece doğmuş oldu...

1892'den 1900'e kadar Reynaud 10.000 den fazla hareketli küçük skeç gösterisi gerçekleştirecektir.Bu dahi öncünün son filmlerinden biri olan Autoure d'un Cabine, "Bir Kameranın Çevresinde", (1894) elle çizilmiş ve boyanmış toplam 636 görüntüden oluşuyordu....

 

HAREKETLİ GÖRÜNTÜ, BİR UZMANLIK DALI

 

(Gözün algıladığına yakın nitelikte hareketli görüntüler elde etme uğraşı,aynı dönemlerde değişik ülkelerd tutkulu araştırmalara yol açtı...)

http://www.masters-of-photography.com/images/full/muybridge/muybridge_galloping_horse.jpg

 

Amerikalı fotoğraf sanatcısı Eadweard Muybridge'in (1830-1904) ve Fransız fizyolog E.J.Marey'in (1830-1904), insan veya hayvan gövdesinin hareketini, fotoğrafla saptanan anlara bölmeyi başarması ile Fransa,Amerika Birleşik Devletleri,İngiltere ve Almanya'da ki mucitlerin yaratıcılığı da hızla gelişir...Marey bu görüntüleri bir şeride kayıt ederek filmi bulur ancak bu film hnüz delikli değildir ve hala kesik kesiktir.

 

-En iyi nitelikli görüntü nasıl elde edilebilir ve nasıl daha iyi kaydedilebilir?

-Hangi yöntem ışığın daha kolaylıkla geçişini sağlar?

-Görüntülr, nasıl yansıtılırsa, gerçeklik duygusu en iyi verilebilir?

 

Dünyanın dört bir köşesinde mucitler, sinema kamerasının ve projektörün yapımı üzerinde çalışırler ve; aynı zamanda araçların ve filmin de üzerinde araştırmalar yapmak ve çalışmak gerekmektedir.Filmelerin ısıya, tekrar tekrar gösterilmeye karşı dayanıklı olması sağlanmalıdır.

Buluşların patent hakları Avrupa'da ve Amerika Birleşik Devletleri'nde verilir.1889'da, G.Eastman selüloz nitratı esas alan esnek ve saydam bir film icad eder. 35 mm'lik film Eastman fabrikalarında üretilir ve 1891 yılında Edison, panayır ve sergilerde filmi tek kişinin seyretmesine imkan veren kinetoskobu gerçekleştirir.Charles Cros'un (1877)paleofonu ve gene kendi buluşu olan fonograftan(1878) sonra Edison, 1892 yılından itibaren görüntü ve sesi bir araya getirmeye çalışır.O sırada

Leon Bouly de "sinematograf" ismini bulmuştur.Almanya'da da biyoskobun mucidi Max Skladanowsky bir kasım 1895 tarihinde ilk gösterisini sunar: 48 görüntülü her filim aşağı yukarı 10 saniye sürmektedir.Fransa'da Louis Lumiere(1864-1948), saniyede 16 görüntüyü düzenli aralıkla yansıtan aracını geliştirmden önce gümüşlü jelatin-bromüre duyarlı bir plaka yapmış ve sınai üretimine geçmiştir.Louis ve Auguste Lumiere kardeşler 13 Şubat 1895 tarihinde patent haklarını alırlar.Aynı yılın 22 Martı'nda, ilk gösterim yapılır.28 Aralık'da ise Paris'te, Grand Cafe'de halka açık ilk "sinema" gösterimi, salonu dolduran seyircilerin şaşkın bakışları karşısında illüzyonist Georges Melies tarafından gerçekleştirilir.

 

 

 

yardımlarından ötürü anneme çok teşekkürler:)

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çok güzel ve gerekli bir konuya değinmişsin...Tebrikler... ..Turuncu turuncu da ayrı bir sanatsallık katmış...;)

 

Başka bir kaynak ;

 

Sinemanın İcadı

 

Sinema tam olarak bir tek kişi tarafından bulunmuş bir icat değildir. Farklı zamanlarda,farklı kişilerin aynı prensip doğrultusunda yaptıkları çalışmalar sayesinde sinema doğmuştur. Sinemanın icadına ortam hazırlayan bazı faktörleri şöyle sıralayabiliriz.;

 

· Büyülü fener

 

· Optik oyuncak

 

· Fotoğraf’ın bulunması

 

Büyülü fener adlı aygıtın çalışma prensibini, 16.yüzyılda Leonardo Da Vinci “camera oscura” (karanlık oda) fikrini ortaya atarak başlatmıştır. Bir asır süresince geliştirilen bu fikir son halini Avusturyalı Kircher tarafından almıştır. Büyülü fenerin çalışma prensibi şudur;cisimlere gönderilen ışık, bir mercek sayesinde perdeye büyütülmüş olarak yansıtılır. Optik oyuncakta ise,bir silindirin üstüne çizilen resimlerin açılan yarıklar vasıtasıyla,silindir hızla döndürülürken seyredilebilmesidir. Bunun mucidi Plateau’dur. Bu düzenek aynı zamanda çizgi filmlerinde ana mantığını oluşturacaktır.

 

Fotoğrafın icadından sonra yukarıdaki düzeneklerde gerçek resimler de kullanılmaya başlanmıştır. Sinemanın icadına hızla yaklaşılmaktadır.

 

İlk film gösterimleri

 

Bazı kaynaklar, sinemanın en basit haliyle, yüzlerce insana yapılan ilk gösteriminin Jean Leroy ve Eugene Lauste ikilisinin 5 Şubat 1895 te New York’ta yaptığını kabul eder. Çoğu kaynağa göre ise ilk film gösterimi Fransız Lumiere kardeşlerin 28 Aralık 1895 te Paris’te yaptıkları gösterimdir. Bunun yanı sıra Thomas Edison’un ilk gösterimi 23 Nisan 1896 da gerçekleşmiştir.

 

Thomas Edison

 

Thomas Edison bilim dünyası için elektrik, telgraf, ses kaydını sağlayan gramofon gibi birçok önemli buluşun mucidi olarak önemli bir yer tutar. Ancak çok az insanın bildiği bir şey vardır ki, Edison sinema sanatının teknik olarak temellerini atan kişidir. Örneğin 35 mm selüloidi kullanıp, geliştirmiştir. Kinemaskop adlı sinema aygıtını kullanarak film çalışmaları yapan Dickson ile bir ortaklığa giren Edison, görüntü ile sesi birleştirmek için çalışmalar yaptı.

 

Lumiere Kardeşler

 

Fransız Lumiere kardeşler icatları olan sinematograf adlı aletin patentini 13 Şubat 1895 te aldıktan sonra çeşitli basit ve kısa filmler çekmeye başladılar. Lumiere’lerin sinematografları saniyede 16 kare perdeye yansıtmaktaydı. Film gösterimleri uzun bir süre bu şekilde gösterilmiştir. Yani şimdikinden daha hızlı bir şekilde. Lumiere kardeşler İlk gösterimlerini 28 Aralık 1895 tarihinde Paris’te Grand Cafe’de gerçekleştirdiler. Bu ilk gösterimde en çok bilinen film,bir trenin gara girişini gösteren filmdir. İnsanların çoğu bu filmi seyrederken korkup salonu terk etmeye çalışmıştır. Lumiere’ler genel olarak bakıldığında,sinemanın doğuşunda ve film çekme mantığının gelişmesinde en önemli rolü oynayan sinemacılardır. Ancak ilginçtir ki,belli bir süre sonra sinemanın ticari olarak bir şey kazandıramayacağını sanıp,sinemanın gücüne ve gelecekteki başarısına inanmayarak sinematografı başka ellere teslim etmişlerdir.

Önemli filmleri; “Trenin İstasyona Girişi” , “Bahçıvan” , “Bebeğin Kahvaltısı” , “İskambil Partisi” , “Dalgalı Deniz”...

 

Melies

 

Sinemaya Lumire’lerden sonra en önemli katkıları sağlayan sinemacıdır. Fransız Melies sayesinde, ilk film teknikleri geliştirilmiş, filmi stüdyoda çekme usulü ortaya konmuş, sinema halka daha da yayılmıştır. Melies film çalışmalarına,bir İngiliz olan Robert Paul’un film alıcılarından birini satın alarak başlamıştır. 1896 yılında Avrupa’nın ilk film stüdyosunu kendi arazisine yaptırarak kurmuştur. Film çalışmalarının büyük bir çoğunluğunu burada gerçekleştirmiştir. Melies, sinema sanatının şu an kullanılan birçok tekniklerinin babası atfedilir. Bunları şöyle sıralayabiliriz;

· Filmin mekanlarını oluşturan dekor kullanımı

 

· Kamerasının tutukluk yapması sonucu şans eseri bulduğu üst üste bindirme tekniği

 

· Filmde gerçek boyutlarda kullanılamayacak kadar büyük cisimlerin maketlerinin kullanılması

 

· Bir cismin veya insanın yok olması veya değişmesi

 

· İki çekim arasında yapılan zincirleme geçiş

 

· Karartmayla yapılan açılış ve geçişler

 

Melies çalışmalarını 1912 senesine,yani filmlerinin artık insanlarca demode olarak görüldüğü zamana kadar sürdürmüştür. Ayrıca Pathe ile rekabet edememiş olması, Melies’in çöküşünü hızlandırmıştır. Son yıllarında hayatını tütün satarak kazanmıştır.

 

Önemli filmleri; “Manastırdaki Şeytan” , “Denizde Çatışma” , “Aya Seyahat” , “Jeanne d’Arc” , “Şeytansı Kiracı”...

 

Pathe ve Zecca

 

Pathe kardeşler sinemayı sanayi haline getiren ilk sinemacılardır. İlk kez pozitif film imaline girişerek dünyanın her yanına uygun fiyata satmışlardır. Pathe kardeşlerin kendi bünyelerinde çalıştırdıkları yönetmen Zecca, patronlarının kendisine sağladıkları sınırsız olanakları kullanarak, geçmişteki örneklerden daha uzun metrajlı filmler çekebilmiştir. Zecca dramatik türü “Bir Cinayetin Öyküsü” adlı filmiyle geliştirdi ve tüm dünyaya yayılmasını sağladı.

 

Pathe’ler sinemanın sanayileşme sürecinde bazı yönetmen ve yazarları kendilerine bağlayarak, seri film üretimleri yaptılar. Bazı yönetmenleri dünyanın farklı bölgelerin gönderip,onlara belge ve haber filmleri çektiriyorlar, daha sonra bu filmleri Pathe Stüdyolarında tamamlıyorlardı. Bu dönemlerde neredeyse bütün türlerde film çalışmaları yaptılar. Hatta ilk erotik filmler bu yıllarda,yani 1900’lü yılların başında türemiştir.

 

Önemli filmleri; “Bir Kumarbazın Yaşamı” , “Bir Cinayetin Öyküsü”(1901) , “Paris’in Ayaktakımı” , “Alkol Kurbanları” (1902)...

 

Edwin Surrey Porter

 

Sinemayı, tiyatrosal havadan kurtarıp,bugünkü sinema anlayışına götüren kişidir. Konulu filmin yaratıcısı olarak tanınan Porter’in sinema tekniklerine birçok katkısı olmuştur. Doğrusal öykü oluşturma, kontrast oluşturum, paralel kurgu ve çeşitli kamera hareketleri... Porter sinema sanatının sadece çekimlere değil, çekimlerin sürekliliğine dayandığını savunarak kurgu prensibini geliştirmiştir. Kurguya ait ilk önemli denemeleri yapmıştır. Bu tür ilkleri sayesinde D.W.Griffith’in 1908’de ortaya çıkışına kadar Amerika’da yegane isim olarak olmuştur. Filmlerinde Amerikan yaşamından kesitler sunmuş, ilk önemli senaryo çalışmalarını gerçekleştirmiştir.

Önemli Filmleri; “Büyük Tren Soygunu” , “Tom Amcanın Kulübesi” , “Sabıkalı”...

 

 

Nickel-Odeon (Bugünkü Sinema Salonları)

 

Avrupa’da 1908 senesin kadar filmler küçük cafelere kiralanıp gösterimler gerçekleştirilirdi. 2 Şubat 1908 tarihinde, Meelies’in başkanlık ettiği Film Yapımcıları Kongresinde, Amerika'daki gibi Nickel-Odeon adı verilen sinema salonlarının açılması kararlaştırılmıştır. Nickel-Odeon, adını, film gösterim ücreti olan Nikel paralardan almıştır. Nickel-Odeonlar Amerika’da yaklaşık 1905 yılında hizmete açılmıştır.

 

Fransa’da “Sanat Filmi” Kavramının Ortaya Çıkışı

 

Fransa’da 1907 yılında boy gösteren işsizlik krizi sonucu sinema izleyicisinde belli bir azalma olmuştu. Film yapımcıları, salonlara tekrar seyirci çekebilmek için çeşitli yenilikler yapmak zorunda kaldılar. Örneğin sinema salonlarını yenileştirdiler, filmin konularını farklılaştırdılar. İlkel konular yerine, ulusal edebiyatın ve tiyatronun önemli konularını ele alarak işledirler. Senaryoları daha iyi yazarlara yazdırdılar. Filmin reklamlarını geniş bir kitleye ulaştırdılar.

Tüm bunların oluşturduğu zemin sayesinde 1907’de,iki zengin kent soylu olan Lafitte Kardeşlerin kurduğu Film d’Art kurumu,sanat sineması akımın başlattı. Bu kuruluşun amacı şuydu; çok iyi yazarlar ve iyi tiyatro oyuncularının işbirliğiyle yüksek kesime hitap edecek filmler yapmak. 17 Kasım 1908’de, yüksek sosyeteye yapılan ilk gösterimde “Guise Dükünün Öldürülmesi” oynatıldı. Estetik açıdan birçok filmden iyi olan bu filmin en önemli yanı,aydın kesimin dikkatini sinemaya çekebilmesidir. Böylece bundan böyle sinemaya diğer sanat dallarının girişi hızlanacak,kültürel ve estetik değeri yüksek olan filmler üretilecektir. Ancak bu akımın olumlu yanları yanı sıra,tiyatro oyunlarının filme çekilmesinden doğan bazı hataları da vardır.

 

Cabiria Filminin Önemi

 

1912 yılında başlanıp 1914’te bitirilen “Cabiria” adlı İtalyan filmi, sessiz sinema döneminin en önemli filmidir. Filmin yönetmeni otuzlu yaşlarındaki Piero Fosce’dir. 3,5 saatlik filmin çekimleri, Torino, Sicilya, Alpler ve Tunus’ta, altı ayda gerçekleştirilmiştir. “Cabiria” sinemasal anlatım biçim ve tekniğinin bir başyapıtıdır. Filmin kameramanı İspanyol Segundo Chomon bir çok sinema tekniğini bu filmde kullanmıştır. Yapay ışıkların estetik kullanımı, maketlerin başarılı kullanımı (42 metrelik bir heykel), gerçek mekan ve objelerin kullanılması, o güne kadar el yardımıyla çalışan alıcı aygıtın küçük bir motor sayesinde çalıştırılması...vb.

 

İlk Şarlo Prototipi (Leon)

 

Leonce Perret

 

1880’de Fransa’da doğan Leonce Perret önceleri kısa dramatik filmlerde rol almıştır. Leonce Perret 1910 yılından itibaren, dünyanın en sevilen güldürü sanatçısı olan Charlie Chaplin’in canlandırdığı “Şarlo” tipinin öncüsü sayılabilecek bir tipleme yaratarak seri halde güldürü filmleri çekmeye ve oynamaya başlamıştır. Amacı halkın içinden bir tip yaratarak halkın beğenisini kazanmaktı. Bunda da başarılı oldu. “Leon” tipi, kaygısız, neşeli, zaman zaman aptal, küçük bir kentsoylu tiplemesidir. Ancak “Leon” tipi Şarlo veya Max Linder kadar toplumcu değildir. Hicivden yoksun, sadece seyirciye toz pembe bir dünyada yaşanabilecek, güldürü öğeleri bol olan filmler sunmuştur, Leonce Perret. Ancak onun önemi yarattığı tipleme ve konuların sunuluşuyla sinemaya verdiği katkılardadır.

Önemli Filmleri; “Leon Düğünde” , “Lon ve İlkbahar” , “Leon ve Aşk Derdi”..

 

Max Linder

 

Charlie Chaplin’in yegane hocası olarak kabul ettiği Max Linder,sinema tarihinde güldürü filmin babası olarak kabul görür. Filmlerinin büyük çoğunluğunun senaristi ve yönetmenidir. Yarattığı Fransız kentsoylu tipiyle, konuları birbirinden farklı olan ancak umulmadık, şaşırtıcı durumların her zaman görüldüğü filmlere imza atmıştır. Linder’in güldürücülüğü, yalnızca mimik, davranış ya da kahramanlarının diyaloglarıyla değil,tiplerin içinde bulunduğu olgusal durumlarla da açıklanabilir.

Dünya tarihinde, en çok sevilen sinemacı olan ilk insandır Max Linder. Bunun kanıtı şu vahim, aynı zamanda komik olayda görülür; Birinci dünya savaşında cepheye giden Linder, savaşta ağır yaralanarak geri döner. Ancak bir yanlış anlama sonucunda insanlar Linder’in öldüğünü zannederler ve haber tüm ülkeye yayılır. Durum ortaya çıkana kadar halk büyük bir yas havasına girer.

 

Max Linder bir dönem Hollywood’a gider. Umduğu başarıyı sağlayamayınca Fransa’ya geri döner. Film çalışmalarına kaldığı yerden devam ederek Fransa’nın gelmiş geçmiş en büyük güldürücüsü ünvanını sağlamlaştırır.

 

Önemli Filmleri; “Max’ın Evliliği” , “Max ve Kutlama Merasimi” , “Max’ın Düellosu” , “Max Boğa Güreşçisi” , “Max Moda Yaratıcısı”...

 

Emile Cohl ve Canlandırma Sineması

 

Reynaud’un optik tiyatro çalışmalarındaki devinimli resimler, Amerikalı Stuart Balckton yönetimindeki “Büyülü Otel” adlı canlandırma filmi gibi ilk canlandırma sineması örneklerine karşın bu işin ustası olarak kabul edilen tek isim Fransız Emile Cohl’dür. Hareketli resmin ustası Emile Cohl, aslen karikatür sanatçısıdır. 1907 yılında Gaumont’da çizgi filmler yapmaya başlar, 1908’den itibaren de çeşitli canlandırma filmlerine el atar. 1910’da Gaumont’tan ayrılıp Pathe’ye geçerek başarılı hareketli kukla filmleri hazırlar. O da bir çok Fransız sinemacı gibi bir aralar Amerika’ya gider, gelir. Amerika’da iken tarihin ilk çizgi film karakteri olan “Sncokums” tipini yaratır. Yurda döndüğünde “Komik Hayvanlar Serisi” adlı bir girişimde bulunmuş, ancak ilerleyen yaşından dolayı başarılı olamamıştır. Emile Cohl, Reynaud ve Melies gibi ilklerin sinemacısıdır. Ve acıdır ki, Emile Cohl’ün sonu da bu iki büyük ustanın sonuna benzer, büyük bir unutuluş ve fakirlik içinde ölüm.

Önemli Filmleri; “Tersine dönen Yaşam” (1907) , “Canlı Kibritler” (1908) , “Şen Mikroplar” (1909) , “Don Kişot” (1910) , “Şafakta Öten Horoz” (1911)...

 

Victorin Jasset ve Bölüklü (Dizi) Filmler

 

Fransa’da “Sanat Sineması” kavramı oluşurken bir yandan da bölüklü film modası doğuyordu. Bölüklü filmlerin dayandığı prensip ticari amaçlardan kaynaklanıyordu. Bu da geniş bir seyirci kitlesinin merakını dinamik tutmak için serüvenin en önemli noktasında filmin kesilerek,devamının gelecek haftaki gösterimde verilmesi ile sağlanıyordu.

Bölüklü filmlerin ilk yönetmenlerinden olan Victorin Jasset, Belair Yapımevinde bu işe başlamıştır. Jasset ilk polisiye dizi olan “Nick Carter” ın yaratıcısıdır. Nick Carter, sonraları çok kullanılacak olan, ağzından piposu eksik olmayan, kurnaz, soğuk kanlı ilk polis tiplemesidir. Bu dizi film başarılı olmuş ve Jasset’in adını tüm ülkede duyurmuştur. Ayrıca Jasset, sadece bir yönetmen değil, aynı zamanda sinemaya ilişkin kuramsal ve eleştirel sorunlarla da ilgilenen ilk sinema yazarlarından biridir.

 

Robert J. Flaherty ve Belgesel Sinema

 

Belgesel film çalışmaları neredeyse sinemanın ortaya çıkmasıyla başlamıştır denebilir. Çünkü çekilen ilk kısa metrajlı filmlerin büyük bir bölümü belge niteliğindeydi. Örneğin, Lumiere Kardeşlerin, alıcı aygıtlarını ilk kullandıkları zamanlarda çektikleri filmler belgesel formundaydı. Ancak bunlar, sadece film olgusunu geliştirmek için çekildiklerinden, şu an kabul görmüş nitelikte değillerdi. İlk ciddi belgesel film çalışmalarını Robert J. Flaherty gerçekleştirmiştir. Aslen kaşif olan Flaherty, Amerika sınırları içindeki buzul bölgelere yaptığı gezileri, yanına aldığı bir alıcı aygıtla kaydediyordu. Bu olayın ciddi biçimde ele alınmasını düşününce, 1919 yılında Hudson Körfezinde, bir eskimo ailesinin yaşamını anlatan “Nanuk” adlı belgesel filmi çekerek üne ulaştı. Güney Denizleri ve adalarındaki çalışmalarını 1925 yılında “Moana” adlı belgesel filmle anlattı. Daha sonra Güney Denizinde bir adada yaşayan Maori kabilesini anlatan “Beyaz Gölgeler” (1928) ve “Tabu” (1928) adlı filmleri yaptı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Muhteşem bir paylaşım teşekkürler..

Ben de kısa bilgi paylaşmak istiyorum bu konuda.

İlk sinema filmi 22 aralık 1895 te Paristeki gösterimiyle doğmuş..

Louis ve August lumiere kardeşlerin çektiği ilk film Bir trenin La giotat garına girişi..

Hatta bu film 1897 de Topkapı sayında da oynatılmıştır..

Türkiye de Sigmund Weinbergin (türkiye de ilk sürekli sinema salonunu açan kişi)sinemasında da oynatılmıştır..

Bu film pariste ilk gösterildiğinde seyirciler ilk defa sinemayla yüzyüze kaldıkları için tren la ciotat garına girerken,trenin kendi üstlerine geldiğini sanıp korkuyla bağrışarak salonu terketmişler:)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...