Jump to content

Sezai Karakoç Şiirleri


luciin

Önerilen Mesajlar

Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine

 

II

 

Gelin gülle başlayalım atalara uyarak

Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine

Bir anda yükselen bir bülbül sesi

-Erken erken karlar ortasında

Güneş dönmüş ışık saçan bir yumurta-

Bana geri getirir eski günleri

...Paslanmış demir bir kapı açılır

Küf tutmuş kilitler gıcırdarken

Ta karanlıklar içinde birden

Bir türkü gibi yükselirsin sen

Fısıldarım sana yıllarca içimde biriken

Söyleyemediğim ateşten kelimeleri

Şuuraltım patlamış bir bomba gibi

Saçar ortalığa zamanın

Ağaran saçın toz toprağını

Bana ne Paris'ten

Newyork'tan Londra'dan

Moskova'dan Pekin'den

Senin yanında

Bütün türedi uygarlıklar umurumda mı

Sen bir uygarlık oldun bir ömür boyu

Geceme gündüzüme

Gözlerin

Lale Devrinden bir pencere

Ellerin

Baki'den Nefi'den Şeyh Galib'den

Kucağıma dökülen

Altın leylak

 

III

 

Ölüler gelmiş çitlembikler sarmaşıklarla

Tırmanmışlar surlarıma burçlarıma

Kimi ırmaklardan yansıma

Kimi kayalardan kırpılma

Kimi öteki dünyadan bir çarpılma

İçi ölümle dolu

Dönen bir huni

Doğarken güneş

Kesilmiş ölü yüzlerden

Bir mozayik minyatürlerden

Dokunur tenimize

Soğuk bir azrail ürpertisiyle ay

Ve birden senin sesin gelir dört yandan

Menekşe kokulu sütunlardan

Komşu dağlardaki nergislerden leylaklardan

Gözlerine ait belgeler sunulur

Ey aşkın kutlu kitabı

Uçarı hayallere yataklık eden

Peri bacalarının yasağı

Gönlümün celladı acı mezmur

Bana bıraktığın yazıt bu mudur

Ölüm geldi bana düğün armağanın gibi

Senden bir gök

Senden yıldızlar ördüler

Ateş böcekleri

O gece dört yanıma

Ey bitmeyen kalbimin samanyolu destanı

Sen bir anne gibi tuttun ufukları

Ve çocuklar gülle anne arasında

Seninle güller arasında

Tuhaf bir ışık bulup eridiler

Çocuklar dağ hücrelerinde erdiler

Aramızdaki sırra

Bir de ay ışığında büyüyen fısıltılar

Gençlik monologları

Seni alıp kaybolmuş zamanın çağıltısından

Bana getiren

Yasamız vardı

Öfkeyle yazardın sen bir yüzüne

Ölür ölür okurdum öbür yüzünde ben

 

IV

 

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin

Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği

Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Uzatma dünya sürgünümü benim

Güneşi bahardan koparıp

Aşkın bu en onulmazından koparıp

Bir tuz bulutu gibi

Savuran yüreğime

Ah uzatma dünya sürgünümü benim

Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil

Ayaklarımdan belli

Lambalar eğri

Aynalar akrep meleği

Zaman çarpılmış atın son hayali

Ev miras değil mirasın hayaleti

Ey gönlümün doğurduğu

Büyüttüğü emzirdiği

Kuş tüyünden

Ve kuş sütünden

Geceler ve gündüzlerde

İnsanlığa anıt gibi yükselttiği

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Bütün şiirlerde söylediğim sensin

Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın

Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin

Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için

Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini

Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini

Ey gönüllerin en yumuşağı en derini

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta

Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında

Çatı katlarında bodrum katlarında

Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba

Hep Kanlıca'da Emirgan'da

Kandilli'nin kurşuni şafaklarında

Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında

Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Ey çağdaş Kudüs (Meryem)

Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)

Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında

Köle gibi satıldım pazarlar pazarında

Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında

Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında

Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında

Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda

Verilmemiş hesapların korkusuyla

Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layık olmasam da

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır

Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır

Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır

Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır

O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır

Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır

Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır

Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır

Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır

Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır

Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

 

Sezai Karakoç

--------------------

Anneler ve Çocuklar

 

Anne ölünce çocuk

Bahçenin en yalnız köşesinde

Elinde bir siyah çubuk

Ağzında küçük bir leke

 

Çocuk öldü mü güneş

Simsiyah görünür gözüne

Elinde bir ip nereye

Bilmez bağlayacağını anne

 

Kaçar herkesten

Durmaz bir yerde

Anne ölünce çocuk

Çocuk ölünce anne

 

Sezai Karakoç

--------------------

Balkon

 

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon

Ölümün cesur körfezidir evlerde

Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların

Anneler anneler elleri balkonların demirinde

 

İçimde ve evlerde balkon

Bir tabut kadar yer tutar

Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen

Şezlongunuza uzanır ölü

 

Gelecek zamanlarda

Ölüleri balkonlara gömecekler

İnsan rahat etmeyecek

Öldükten sonra da

 

Bana sormayın böyle nereye

Koşa koşa gidiyorum

Alnından öpmeye gidiyorum

Evleri balkonsuz yapan mimarların

 

Sezai Karakoç

--------------------

Hızır'la Kırk Saat

 

Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz

Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz

Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı

Günlere geldim bunu bana öğretmediniz

Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı

Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim

Bunu bana söylemediniz

İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler

Bunu bana öğretmediniz

Kardeşim İbrahim bana mermer putları

Nasıl devireceğimi öğretmişti

Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım

Ama siz kağıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini

nasıl sileceğimi öğretmediniz

 

Bir kentten daha geçtim

Buğdayları yakıyorlardı

Yedikleri pirinçti

Birbirlerine açılan borular gibi üfürüyorlardı

Sonra birbirlerinden borular gibi çıkıyorlardı

Pirinçler gibi çoğalıyorlardı

Atlarını yalnız atlarını cana yakın buldum

Öpüp çıkıp gittim yelelerini

 

Sezai Karakoç

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu şiirlerini bilmem de, şairin Mona Rosa adlı bir şiiri daha var. O hikaye'yi duymayanınız çok azdır sanırım. Bu şiirler bir fotokopi dükkanında tanışmıştım 98 yada 99'da. 50'li yıllarda yazılmış ve kitap haline getirilmemiş. Onlarca insan tarafından, sanki saklı bir sır'rı paylaşıyormuş gibi teksir edilerek yada fotokopi yoluyla dağıtılmış, bir efsane haline gelmiştir. Hikaye şu:

 

Mona Roza hangi dilde bilmem; ama Tek Gül anlamına gelir. Şimdi burada Sezai Karakoç bu şiiri neden, ne şartlarda yazdı sorusunun cevabını hatırladığım kadarıyla aktarmaya çalışacağım. Sezai Karakoç lisedeyken bir okul arkadaşına sevdalanır.. Fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılamaz.. Birgün cesaretini toplayıp aşkını Muazzez Hanım' a arzeder..Fakat reddedilince çok üzülür.. Neyse okullar tatil olur.. Muazzez hanım Geyve' de yazlıkta kalmaya başlar..Sezai Karakoç ta tam karşısındaki yazlığın bahçesinde bahçıvan olarak çalışmaya başlar.. Hergün karşılıksız sevgi duyduğu sevgilisini seyreder..ona şiirler yazar.. Mona Roza şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edersek Muazzez Akkayam ismi ortaya çıkar..Neyse gel zaman git zaman.. okul biter ve mezuniyet töreni yapılır.. Mezuniyet törenindeyse Sezai Karakoç Mona Roza şiirini okur.. Muazzez Akkaya ise tam karşısındadır. Şiiri bittikten sonra bir alkış tufanı kopar..Herkes bir daha okuması için ısrar eder..ve tam 3 kez Sezai Karakoç bu şiiri ard arda okur. Sahneden tam ineceği sırada Muazzez Hanım koşarak yanına gelir.. ve ona hala teklifinin geçerli olup olmadığını sorar..Sezai Karakoç kesinlikle hayır cevabı verince Muazzez Hanım bayılır.Ertesi gün ise Muazzez Hanım' ın intihar ettiği duyulur..Sezai Karakoç çok pişman olur.. Şair, hala evlenmemiştir.

 

Şiir'in "aşk ve çileler" kısmının metni ise şöyle:

 

Monna Rosa

 

I-AŞK VE ÇİLELER

 

Monna Rosa, siyah güller, ak güller

Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister;

Ah, senin yüzünden kana batacak,

Monna Rosa siyah güller, ak güller!

 

Ulur aya karşı kirli çakallar,

Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.

Monna Rosa, bugün bende bir hal var,

Yağmur iğri iğri düşer toprağa,

Ulur aya karşı kirli çakallar.

 

Açma pencereni, perdeleri çek:

Monna Rosa seni görmemeliyim.

Bir bakışın ölmem için yetecek;

Anla Monna Rosa, ben öteliyim...

Açma pencereni, perdeleri çek..

 

Zeytin ağacının karanlığıdır

Elindeki elma ile başlayan

Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,

Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,

Zeytin ağacının karanlığıdır.

 

Zambaklar en ıssız yerlerde açar,

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,

Işıksız ruhumu sallar da durur,

Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

 

Ellerin, ellerin ve parmakların

Bir nar çiçegini eziyor gibi...

Ellerinden belli olur bir kadın.

Denizin dibinde geziyor gibi,

Ellerin, ellerin ve parmakların.

 

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;

Saat on ikidir, söndü lambalar.

Uyu da turnalar gelsin rüyana

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;

Zaman ne de çabuk geçiyor Monna

 

Akşamları gelir incir kuşları,

Konarlar bahçenin incirlerine;

Kiminin rengi ak, kimisi sarı.

Ah! beni vursalar bir kuş yerine!

Akşamları gelir incir kuşları...

 

Ki ben, Monna Rosa bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında.

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışlar... Su kenarında

Ki ben Monna Rosa bulurum seni.

 

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa

Henüz dinlemedin benden türküler.

Benim aşkım sığmaz öyle her saza,

En güzel şarkıyı bir kurşun soyler...

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

 

Artık inan bana muhacir kızı,

Dinle ve kabul et itirafımı.

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı,

Artık inan bana muhacir kızı.

 

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.

Bir gün gözlerimin ta içine bak:

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.

 

Altın bilezikler, o korkulu ten,

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;

Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,

Bir tüy ki, kapalı geceye, güne

Altın bilezikler o korkulu ten!

 

Monna Rosa, siyah güller, ak güller

Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.

Kanadı kırık kuş merhamet ister;

Ah, senin yüzünden kana batacak,

Monna Rosa siyah güller, ak güller!

 

Sezai Karakoç

 

Not: Şiirdeki her kıtanın baş harfleri, "MUAZZEZ AKKAYA'M" ismini oluşturmakta...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

:S Ben hikayenin şu şekilde olduğunu sanıyodum:confused: sezai karakoç bu şiiri seminerlerine sürekli gelen bir kıza yazıyor.her katıldığı yerde bu kızı görüyor fakat bir türlü konuşamıyor,kızda mahçup biri olduğu için o da açılamıyor, aşkını anlatmak için böyle bir şiir yazıyor kıza, sonra bir şekilde kızamı artık dinleyicilere mi bilmem aşkını bu şiirle anlattığını ve her kıtanın ilk harflerinden kızın isminin çıktığını söylüyor.kız kendi ad ve soyadının çıktığını farkedince ağlayarak tuvalete gidiyor ve orda intihar ediyor.şair bu olaydan sonra hiç evlenmiyor, aslında bu şiirininde yayınlanmasını istemiyor...:ermm:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Pişmanlık ve Çileler

 

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür

Bir odun parcası aydınlatır ocağı

Annesi ateşin önünde perişan

Annesi ateşin içinde hür

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür

 

Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın

Kalbimi bin parçaya böldü divane sır

Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır

 

Benım boyum ufak onun da ufaktı

Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu

Onun bu ocakta yanan toprağı

Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı

Benim boyum ufak onun da ufaktı

Benim gözlerim yeşildir onun kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

 

Annesinin başi elleri arasında

Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük

Bir fotoğraf asılıdır duvarda

Aynaya, geceye, maziye dönük

Annesinin başı elleri arasında

 

Bir tüfeğin burnu havadadır

Ateş almak üzeredir mermisiz

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım

Siz beni ne anlarsınız... siz...

Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz

 

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların

Eteğini ben çektim

Neyleyim göğsümü Karacadağ'ın sert rüzgarı doldurmuş

Annemden ben ilk sütü Geyve'de içtim

Ankara'ya Çataldağ'a bir zindandan gül vurmuş

Az kalsın ben ölecektim

Bir saman çöpüne tutunmus kızların

 

Kediler halıları parçalıyor

Kırmızı bir ışık düşüyor yere

Annemin dizinde derman yok

Hükmedemiyor insan ruhuna ateş

Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere

Kediler halıları parçalıyor

Ateşte sarı gül açan saksılar

Kızarmış bir ekmek gibi duruyor

 

Kulağıma garip sesler geliyor

Kuş yumurtasından çıkan insanlar

Ahırda bir ata eyer oluyor

Kulağıma garip sesler geliyor

 

Ben bir şarkı bir türküyüm

Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm

Beni bir azizin nefesi uçurur

Kalbimde Allah'ın elleri durur

Cici ayaklarım ilikli bağlı

Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim

 

Ben azizin hasreti

Ben Meryem'in yanağındakı tüyüm

Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

 

Ocak sönüyor ateş kül oluyor

Annesınin saçları beyaz

Annesi saçlarını yoluyor

Ateşin içinde gül açılmış

Servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür

Annesi ruhunda ruhuma eğilir

 

Sineklerin kanadını ısıtan

Bir güneş toprağı yarıp çıkacak

Kadınlar sansa da yaşadığını

Sarkısız kaldıkça yaşayamayacak

Kadınları sarkılır, akrepler aydınlatır

Kadınları sarkılır, zahirlar aydınlatır

 

Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar

Hatıralarımı birer birer yakacağım

Entarimi parça parça edip

Zehirli kirpilere bırakacağım

Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp

Göğsüme siyah bir gül takacağım

Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp

Kendimi boşluğa bırakacağım

 

Ayaklarımın altından geçıyor bir deniz

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım

Siz beni ne anlarsınız... siz...

Artık ben gideceğim atım kişniyor

Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor

 

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz bir deniz

Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam

Benim gözlerim yeşildir ah... onun gözleri kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

 

Sezai Karakoç

--------------------

Ölüm ve Çerçeveler

 

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Garip bir yolculuk, tren ve geyve

Bir hançer bölüyor, ah... rüyalar

Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve..

 

 

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Gece kar yağacak sabaha kadar

Toprakta et, kemik çatırtıları...

Yarı ölüleri bir korku tutar,

 

Değince bir taşa kafa tasları,

- Ölüler ki yalnız tırnakları var,

Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...

 

 

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı,

Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları,

Sızıyor bir kapı aralığından,

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

 

 

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Açıyor elini göğe bir kadın

Uzuyor, uzuyor altın saçları

Uğrunda ölünen güzel kızların

 

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Çocuklara açar mağaraları

Güngörmemiş kuşlar ve örümcekler

İlân-ı aşktan dil balıkları

Aşina suları çabuk terkeder.

 

 

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bakıyor ateşe, küle böcekler.

Köpekler parçalar kanaryaları

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer

Baykuşlar ötüyor harabelerde

Yanıyor lambalar hafif ve sarı

 

 

Bir kaza kurşunudur her yerde

Süvarisiz şaha kalkan atları

Bir ruhun ışığı vardır göklerde

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Ötüyor baykuşlar harabelerde.

 

 

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer

Bekledi arzuyla karanlıkları

Anneler, babalar, erkek kardeşler:

Tâ içinden duyar ani bir ağrı

Bir hüzün şarkısı tutturur gider

Anneler, babalar, erkek kardeşler...

 

 

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş

Bir neşe şarkısı tutturur gider

Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş

Kurşunlar sıkılır göklere doğru

Serçe yavruları havada titrer

Lambalar yanıyor hafif ve sarı...

 

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

İnce yelkenleri alıyor yeller

Titretir kalpleri ve bayrakları

Gemiden toprağa uzanan eller...

 

 

Lambalar yanıyor hafif ve sarı

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gizli hazineler, su yılanları...

İnce yelkenleri alıyor yeller

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

 

 

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Beyaz pelerinli hür tayfaları

Kendine bağlar siyah kediler

Titriyor gönüller ve kara bayrak

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gemiden toprağa uzanan eller

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

 

 

Bir lamba yanıyor hafif ve sarı

Garip bir yolculuk, tren ve geyve

Bir hançer bölüyor, ah... rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el: ve, ve, ve...

 

Sezai Karakoç

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ben Kandan Elbise Giydim Hiç Değiştirsinler İstemezdim

Kendinden birşeyler kattın

Güzelleştirdin ölümü de

Ellerinin içiyle aydınlattın

Ölüm ne demektir anladım

 

Yer değiştiren ben değildim

Farklılaşan sendin

Sendin bana gelen aynalarla

Sendin bana gelen sendin

 

Artık ölebilirdim

Bütün İstanbul şahidim

Ben kandan elbiseler giydim

Bundan senin haberin var mı

Sezai Karakoç

Şu sıralar acayip bir Sezai Karakoç tutkunluğu başladı bende. Özellikle de Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine ve Mona Roza şiirlerinden sonra. Yazdığı her mısrada bir acı, bir kayboluş, bunalım ve her bunalımdan sonra yeniden bir diriliş var. Karışık duygularıma, anlamlandıramadığım hislerime deva oluyor yazdıkları. Bunalımlı anlarımda tekrardan diriliyorum ben de şiirleriyle.

Bazen ölüm koksa da içindekiler, bazen hüzün, kıskançlık da (Sezai ve Pinpon Masası) yansıtsa okurlarına, sonra tek bir haykırış oluyor her söz. Her biri bir diğerinden farklı ruh hallerinden geçiyor, farklı aşkların, çağların, çocukluk ve gençlik monologlarının çatışmasından sonra, tekrar Mona Rozası’nın hayali canlanıyor. Onun dilinden söylüyor bazen. Bir kız çocuğunun, annesinin, bakışı ve sözleriyle. Hikayesini okumuştum. Hangi insan, bu denli bir sevgiye layık olmak istemez ki... Kim onun Mona’sı kadar sevilmek, onure edilmek istemez ki... Onun gibi sevebilecek bir insana kim gönül vermek istemez ki…Ölümü sewdiğiyle güzelleştirip kanlı elbiseleri ruhuna geçiren ve hayatla birlikte acılarına meydan okuyan kaç kişi var ki aramızda...

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

sezai karakocu bende cok severim heleki su siirini:

 

DONUK AŞK

 

Yine akşam oldu,

Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine,

Uzaklık aynı gerçi,

Heryerdeyken olan uzaklığın pek değişmedi,

Yine akşam oldu orda olduğu gibi,

Görebiliyorum seni burdan da,

Aynısıydı ordayken de,

Uzaklıktan korkmuyorum belki de,

Orada da aynıydı uzaklık gerçi

Donuklaşmış oldu artık bu,

Bir o kadar da hüzünlü romanlar gibi,

Galiba ben baştan kaybetmişim,

Belki de ben baştan kazanmışım, insanlık kaybetmiş..

 

saol bless :thumbsup:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yitik Cennet'ten ;

 

" ah! düşüşsüz insan! benden övgü bekleme. düşüşün tadını almayan insan! senin, yücelerin serinliğinden, arılığından ne haberin vardır? ruh gecesinin yedi katlı karanlığına batmamış yürek! sana ışıklar ve aydınlıklar ne der ? ey zindanda bir gece geçirmemiş dost, güneşe doğru çılgın koşuyu yapacak çocuk olabilir misin? ey yükseklerden büyük seslerle düşen su, bu yalçın kayalara bir şelale borçlu olduğunu biliyor musun? sessiz ve dilsiz duran mezartaşı! kitabendeki çizgiler, iniş ve çıkışı derinleştikçe seni tarihin içine yerleştirir, farkında mısın? "

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ve bu siiri...

VEDA

 

Silahlara veda

Geceye rüyaya ve sana

Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden

Düzenlerin çıkmazına

 

Çizdiğim resmin

Saat kulesi ağlıyor

Ağzım o çeşit yok

Şişe bu çeşit var

 

Sen bir gece gelsen

Güneş doğmasa

Gitmeden yine gelsen

Bu yeni geleni

Bu bize bakanı

Sana bir anlatsam

Güneş doğmasa

Sandıkların içini göstersem sana

Çizdiğim resmin

Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde

Bir rafa koyabilsen

Olup biteni ve onları

Sabaha kadar konuşsak

O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam

Ateşi karı tüfeği çeksem

Ocağa pencereye kapıya

 

Kemana veda

 

Yağmurda şeytan ve şapkası

Silahın ölümünü kutluyorum

 

Tren kaçırmış gibiyim

 

Sana veda

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Çizdiğim resmin

Saat kulesi ağlıyor

 

bu iki satırı defalarca okuyabilirim....hatta bu iki satır için şiiride okurum defalarca...sanırım izmit-saat kulesi-özlem ve alkol kelimelerini bir anda beynimde oluşturmaya yettiği için olabilir.......çizdiğim resmin saat kulesi ağlıyor.....bu cümle kesinlikle iyi.....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ve izin verirsen her okudugumda farklı anlamlar cıkardıgımve herkesin okumasını sitedigim bi siirini daha paylasmak istiorum:) biliorum cok oldu ama idare et blessim dayanamadım:)

 

MASAL

 

Doğuda bir baba vardı

Batı gelmeden önce

Onun oğullari batıya vardı

 

Birinci oğul batı kapılarında

Büyük törenlerle karşılandı

Sonra onuruna büyük şölen verdiler

Söylevler söylediler babanın onuruna

Gece olup kuştüyü yastıklar arasında

Oğul masmavi şafağin rüyasında

Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri

Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere

Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı

Öcünü alsın diye kardeşini yolladı

 

İkinci oğul Batı ülkesinde

Gezerken bir ırmak kıyısında

Bir kıza rastladı dağların tazeliginde

Bal arılarının taşıdığı tozlardan

Ayna hamurundan ay yankısından

Samanyolu aydınlığından inci korkusundan

Gül tütününden doğmuş sanki

Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu

Saçlarını güneş destelemiş

Yıllarca peşinden koştu onun

Kavuşamadı ama ona

Batı bir uçurum gibi girdi aralarına

Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr

Alıp götürdü onu

Ve ikinci oğulu

Sivri uçurumların ucunda

Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda

Baba yağmurlardan anladı bunu

Yağmur suları aci ve buruktu

İşin künhüne varsın diye

Yolladı üçüncü oğlunu

 

Üçüncü oğul Batıda

Çok aç kaldı ezildi yıkıldı

Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada

Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı

Fakat batinin büyüsü ağır bastı

İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı

Sonra büsbütün unuttu onları

Şef oldu buyruğunda birçok kişi

Kravat bağlamasını öğrendi geceleri

Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler

Patron oldu ama hala uşaktı

Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü

Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda

Ondan hesap sordu o da

Sırf utançtan babasına

Bir çek gönderdi onunla

Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi

Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı

Bu yüklü çeki

İyice yaşlanmıştı ama

Vazgeçmedi koyduğundan kafasına

Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya

 

Dördüncü oğul okudu bilgin oldu

Kendi oymak ve ülkesini

Kendi görenek ve ülküsünü

Günü geçmiş bir uygarlığa yordu

Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı

Batı bilginleri bunu kutladı

O da silindi gitti binlercesi gibi

Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle

Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan

 

Beşinci oğul bir şairdi

Babanın git demesine gerek kalmadan

Geldi ve batının ruhunu sezdi

Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır

Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair

Topladı tomarlarını geri dönmek istedi

Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini

Kum gibi eridi gitti yollarda

 

Sıra altıncı oğulda

O da daha batı kapılarında görünür görünmez

Alıştırdılar tatlı zehirli sulara

Içkiler içti

Kaldırım taşlarını saymaya kalktı

Ev sokak ayırmadi

Geceyi gündüzle karıştırdı

Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara

 

Baba ölmüştü acısından bu ara

 

Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara

Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda

Bir alinyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda

Bir de o talihini denemek istedi

Bir şafak vakti Batıya erdi

En büyük Batı kentinin en büyük meydanında

Durdu ve tanrıya yakardı önce

Kendisini değistiremesinler diye

Sonra ansızın ona bir ilham geldi

Ve başladı oymaya olduğu yeri

Başına toplandı ve baktılar Batılılar

O aldırmadı bakışlara

Kazdı durmadan kazdı

Sonra yarı beline kadar girdi çukura

Kalabalık büyümüş çok büyümüştü

O zaman dönüp konuştu :

Batılılar !

Bilmeden

Altı oğlunu yuttuğunuz

Bir babanın yedinci oğluyum ben

Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

Babam öldü acılarından kardeşlerimin

Ruhunu üzmek istemem babamın

Gömün beni değiştirmeden

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben

Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :

Karşınızdakini değistirmek

Beni öldürseniz de çıkmam buradan

Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

Fakat değişmeyecek ruhum

Onu kandırmak için boşuna dil döktüler

Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler

O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı

Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı

O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı

Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı

Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar

En onulmaz yarası olanlar

Ta kalblerinden vurulmuş olanlar

Yüreğinde insanlıktan bir iz tasıyanlar...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

MONA ROZA

 

Mona Roza, siyah güller, ak güller

Geyvenin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Ah, senin yüzünden kana batacak

Mona Roza siyah güller, ak güller

 

Ulur aya karşı kirli çakallar

Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa

Mona Roza, bugün bende bir hal var

Yağmur iğri iğri düşer toprağa

Ulur aya karşı kirli çakallar

 

Açma pencereni perdeleri çek

Mona Roza seni görmemeliyim

Bir bakışın ölmem için yetecek

Anla Mona Roza, ben bir deliyim

Açma pencereni perdeleri çek...

 

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi

Bende çıkar güneş aydınlığa

Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi

Seni hatırlatıyor her zaman bana

Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

 

Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ve vardır her vahşi çiçekte gurur

Bir mumun ardında bekleyen rüzgar

Işıksız ruhumu sallar da durur

Zambaklar en ıssız yerlerde açar

 

Ellerin ellerin ve parmakların

Bir nar çiçeğini eziyor gibi

Ellerinden belli oluyor bir kadın

Denizin dibinde geziyor gibi

Ellerin ellerin ve parmakların

 

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Saat onikidir söndü lambalar

Uyu da turnalar girsin rüyana

Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

 

Akşamları gelir incir kuşları

Konar bahçenin incirlerine

Kiminin rengi ak, kimisi sarı

Ahhh! beni vursalar bir kuş yerine

Akşamları gelir incir kuşları

 

Ki ben Mona Roza bulurum seni

İncir kuşlarının bakışlarında

Hayatla doldurur bu boş yelkeni

O masum bakışlar su kenarında

Ki ben Mona Roza bulurum seni

 

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Henüz dinlemedin benden türküler

Benim aşkım sığmaz öyle her saza

En güzel şarkıyı bir kurşun söyler

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

 

Artık inan bana muhacir kızı

Dinle ve kabul et itirafımı

Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı

Alev alev sardı her tarafımı

Artık inan bana muhacir kızı

 

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Meyvalar sabırla olgunlaşırmış

Bir gün gözlerimin ta içine bak

Anlarsın ölüler niçin yaşarmış

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

 

Altın bilezikler o kokulu ten

Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne

Bir tüy ki can verir bir gülümsesen

Bir tüy ki kapalı gece ve güne

Altın bilezikler o kokulu ten

 

Mona Roza siyah güller, ak güller

Geyve'nin gülleri ve beyaz yatak

Kanadı kırık kuş merhamet ister

Aaahhh! senin yüzünden kana batacak!

Mona Roza siyah güller, ak güller

 

özetle Mona Rozanın hikayesinide ekliyorum...

 

Sezai Karakoç lisedeyken bir okul arkadaşına sevdalanır.. Fakat kendisini yakışıklı bulmadığı için ona bir türlü açılamaz.. Bir gün cesaretini toplayıp aşkını Muazzez Hanım' a arzeder..Fakat reddedilince çok üzülür.. Neyse okullar tatil olur..Muazzez hanım Geyve' de yazlıkta kalmaya başlar..Sezai Karakoç ta tam karşısındaki yazlığın bahçesinde bahçıvan olarak çalışmaya başlar..Her gün karşılıksız sevgi duyduğu sevgilisini seyreder..ona şiirler yazar..Mona Roza şiirinin her kıtasının baş harflerine dikkat edersek Muazzez Akkayam ismi ortaya çıkar..Neyse gel zaman git zaman..okul biter ve mezuniyet töreni yapılır..Mezuniyet törenindeyse Sezai Karakoç Mona Roza şiirini okur..Muazzez Akkaya ise tam karşısındadır.Şiiri bittikten sonra bir alkış tufanı kopar..Herkes bir daha okuması için ısrar eder..ve tam 3 kez Sezai Karakoç bu şiiri ard arda okur.Sahneden tam ineceği sırada Muazzez Hanım koşarak yanına gelir..ve ona hala teklifinin geçerli olup olmadığını sorar..Sezai Karakoç kesinlikle hayır cevabı verince Muazzez Hanım bayılır.Ertesi gün ise Muazzez Hanım' ın intihar ettiği duyulur..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ve devamında...

MONA ROSA II-ÖLÜM VE ÇERÇEVELER

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Gece kar yağacak sabaha kadar.

Toprakta et, kemik çıtırtıları...

Yarı ölüleri bir korku tutar

Değince bir taşa kafatasları.

-Ölüler ki yalnız tırnakları var,

Ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Açıyor elini göğe bir kadın.

Uzuyor, uzuyor altın saçları

Uğrunda ölünen güzel kızların...

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Esmer delikanlı, hatıra ve kan.

Yeşil gözlü kızın hıçkırıkları

Sızıyor bir kapı aralığından;

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı.

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Çocuklara açar mağaraları

Gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.

İlân-ı aşk eden dil balıkları

Aşina suları çabuk terkeder..

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Bakıyor ateşe, küle böcekler.

Köpekler parçalar kanaryaları,

Mektupları bir boz ağaç kurdu yer.

Baykuşlar ötüyor harabelerde;

Yanıyor lâmbalar, hafif ve sarı.

Bir kaza kurşunu bulur her yerde

Süvarisiz şaha kalkan atları...

Bir ruhun ışığı vardır göklerde,

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Ötüyor baykuşlar harabelerde.

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

Titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.

Bekledi arzuyla karanlıkları

Anneler, babalar, erkek kardeşler.

Ta içinde duyar ani bir ağrı,

Bir hüzün şarkısı tutturur gider

Anneler, babalar, erkek kardeşler.

 

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı;

Her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.

Bir neşe şarkısı tutturur gider

 

Birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;

Kurşunlar sıkılır göklere doğru,

Serçe yavruları yuvada titrer.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı...

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı;

İnce yelkenleri alıyor yeller.

Titretir kalpleri ve bayrakları

Gemiden toprağa uzanan eller.

Lâmbalar yanıyor, hafif ve sarı,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gizli hazineler, su yılanları...

 

İnce yelkenleri alıyor yeller;

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

Beyaz pelerinli hür tayfaları

Kendine bağlıyor siyah kediler;

Titriyor gönüller ve kara bayrak,

Bir yosun köküne hasret kalacak

Gemiden toprağa uzanan eller

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı.

 

Bir lâmba yanıyor, hafif ve sarı,

Garip bir yolculuk, tren ve Gülce.

Bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:

Bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sewgili Boogee için bu ekleme de benden olsun:D Şairin bu şiirini çok sewdiğini bildiğim için sana armağan ediyırum:):):)

 

Pişmanlık Ve Çileler

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür

Bir odun parcası aydınlatır ocağı

Annesi ateşin önünde perişan

Annesi ateşin içinde hür

Rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür

 

Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın

Kalbimi bin parçaya böldü divane sır

Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır

 

Benım boyum ufak onun da ufaktı

Kıvırcık saçlarından öpmediğim için onu

Onun bu ocakta yanan toprağı

Her gece rüyamda avuçlarımı yaktı

Benim boyum ufak onun da ufaktı

Benim gözlerim yeşildir onun kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

 

Annesinin başi elleri arasında

Parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük

Bir fotoğraf asılıdır duvarda

Aynaya, geceye, maziye dönük

Annesinin başı elleri arasında

 

Bir tüfeğin burnu havadadır

Ateş almak üzeredir mermisiz

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım

Siz beni ne anlarsınız... siz...

Bir tüfek ateş almak üzeredir mermisiz

 

Bir saman çöpüne tutunmuş kızların

Eteğini ben çektim

Neyleyim göğsümü Karacadağ'ın sert rüzgarı doldurmuş

Annemden ben ilk sütü Geyve'de içtim

Ankara'ya Çataldağ'a bir zindandan gül vurmuş

Az kalsın ben ölecektim

Bir saman çöpüne tutunmus kızların

 

Kediler halıları parçalıyor

Kırmızı bir ışık düşüyor yere

Annemin dizinde derman yok

Hükmedemiyor insan ruhuna ateş

Rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere

Kediler halıları parçalıyor

Ateşte sarı gül açan saksılar

Kızarmış bir ekmek gibi duruyor

 

Kulağıma garip sesler geliyor

Kuş yumurtasından çıkan insanlar

Ahırda bir ata eyer oluyor

Kulağıma garip sesler geliyor

 

Ben bir şarkı bir türküyüm

Ben Meryem'in yanağındaki tüyüm

Beni bir azizin nefesi uçurur

Kalbimde Allah'ın elleri durur

Cici ayaklarım ilikli bağlı

Ben onun sılası kendimin gurbetindeyim

 

Ben azizin hasreti

Ben Meryem'in yanağındakı tüyüm

Benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

 

Ocak sönüyor ateş kül oluyor

Annesınin saçları beyaz

Annesi saçlarını yoluyor

Ateşin içinde gül açılmış

Servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür

Annesi ruhunda ruhuma eğilir

 

Sineklerin kanadını ısıtan

Bir güneş toprağı yarıp çıkacak

Kadınlar sansa da yaşadığını

Sarkısız kaldıkça yaşayamayacak

Kadınları sarkılır, akrepler aydınlatır

Kadınları sarkılır, zahirlar aydınlatır

 

Artık ben gideceğim ata eyer vuruyorlar

Hatıralarımı birer birer yakacağım

Entarimi parça parça edip

Zehirli kirpilere bırakacağım

Beyaz bir kayanın üstüne çıkıp

Göğsüme siyah bir gül takacağım

Batan güneşe doğru kurşunlar sıkıp

Kendimi boşluğa bırakacağım

 

Ayaklarımın altından geçıyor bir deniz

Ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım

Siz beni ne anlarsınız... siz...

Artık ben gideceğim atım kişniyor

Bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor

 

Ayaklarımın altından geçiyor bir deniz bir deniz

Beni onun gözleri çağırıyor duramam, duramam

Benim gözlerim yeşildir ah... onun gözleri kara

Ben günah kadar beyazım, o tevbe kadar kara

Sezai Karakoç

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

"Yağmurlar sırtıyla sırtım arasındadır

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın

Kalbimi bin parçaya böldü divane sır

Sesi geliyor sesi, günahkar çocuklarım

Şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır"

 

tesekkur ederim bless:) unutmamıssın

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ve Mona Roza

 

 

Peygamber çiçeginin aydinliginda ara

Sana dogru uzanan çaresiz ellerimi

Sirrimi söylüyorum vefakar baliklara

Yalniz onlar tutacak bu dünyada yerimi

Koyverip telli pullu saçlarini rüzgara

Bir çocugun ardina düsen heykellerimi

Peygamber çiçeginin aydinliginda ara

 

Bir çevre sag elimden bulanik suya düstü

Ve bogazimi sikti parmaklar ince uzun

Günahkar topragimin saçindan bir tel düstü

Sana ne olmus Roza, bir derde tutulmussun

Bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pisti

Noel agaçlari ve manolyalar kahrolsun

Bir çevre sag elimden bulanik suya düstü

 

Su sapkayi çikarip atiyorum irmaga

Her seyim sizin olsun,hep sizin, kesik baslar

Rüyasinda örümcek baslarsa aglamaya

Içine gül koydugum tüfek ölmeye baslar

Günahini sirtina yüklenen kaplumbaga

Gibi ölüm önünde özbenligim yavaslar

Öyleyse bu sapkayi atiyorum irmaga

 

Bu erkekler kokuyu kediler gibi alir

Ve kediler de her gece sürünür yastiklara

Denizleri bahtiyar eden günler kisalir

Satilmayan çiçekler zehirli ve kapkara

Unutulmus erkekler ve kadinlara kalir

Bir geyigin eriyen gözleri düser kara

Ve erkekler kokuyu kediler gibi alir

 

Ve yalnizlik, sigara külü kadar yalnizlik

Ve topragin rüyaya yilan gibi girisi

Sana da Mona Roza, tasbebegi biraktik

Ellerinde kiliçli baliklarin bir disi

Senin hatiran kadar büyük, yeni, karanlik

Senin hatiran kadar Allah ve seytan isi

Ve yalnizlik, sigara külü kadar yalnizlik

 

Bugün yalniz yagmura tahammül edecegim

Ta bogazima kadar çikan deli yagmura

Tüyüme horozdan çok itimat edecegim

Itimat edecegim su belali yagmura

Ruhumu bayrak yapip ben teslim edecegim

Asilmis bir adamin iki eli yagmura

Bugün yalniz yagmura tahammül edecegim

 

Bir tren isigina, günese çekmek seni

Ve bir sehir yaratmak ruhundan Geyve diye

Parçalanan gemiyi ve yirtilan yelkeni

Kativermek sessizce söylenen bir türküye

Ve sonra bir kösede öldürmek ölmeyeni

Ve son vermek bu bitmeyen sarkiya

Bir tren isigina, günese çekmek seni

 

Sana tavus kusunun içine girdigini

En son söz olarak söylemek istiyorum

Içimde tavuslarin kayboldugunu

Bana da bir çift ak kanat kaldigini

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum

Içime girdigini, tüyünü yoldugumu

Son, en son söz olarak söylemek istiyorum

 

Peygamber çiçeginin aydinliginda ara

Sana dogru uzanan çaresiz ellerimi

Sirrimi söylüyorum vefakar baliklara

Yalniz onlar tutacak bu dünyada yerimi

Koyverip telli pullu saçlarini rüzgara

Bir çocugun ardina düsen heykellerimi

Peygamber çiçeginin aydinliginda ara...

 

 

Sezai Karakoç

--------------------

BEN KANDAN ELBİSE GİYDİM HİÇ DEĞİŞTİRSİNLER İSTEMEZDİM

 

 

 

Kendinden birşeyler kattın

 

Güzelleştirdin ölümü de

 

Ellerinin içiyle aydınlattın

 

Ölüm ne demektir anladım

 

 

 

Yer değiştiren ben değildim

 

Farklılaşan sendin

 

Sendin bana gelen aynalarla

 

Sendin bana gelen sendin

 

 

 

Artık ölebilirdim

 

Bütün İstanbul şahidim

 

Ben kandan elbiseler giydim

 

Bundan senin haberin var mı

 

 

 

 

 

 

ŞEHRAZAT

 

 

 

Sen gecenin gündüzün dışında

 

Sen kalbin atışında kanın akışında

 

Sen Şehrazat bir lamba bir hükümdar bakışında

 

Bir ölüm kuşunun feryadını duyarsın

 

 

 

Sen bir rüya geceleyin gündüzün

 

Sen bir yağmur ince hazin

 

Sen şarkılarca büyük hüzün

 

Sen yolunu kaybeden yolcuların üstüne

 

Bir ömür boyu yağan bir ömür boyu karşın

 

 

 

Sen merhamet sen rüzgar sen tiril tiril kadın

 

Sen bir mahşer içinde en aziz yalnızlığı yaşadın

 

Sen başını çeviren cellatbaşının güne

 

Sen öyle ki sen diye diye seni anlıyamayız

 

Şehrazat ah Şehrazat Şehrazat

 

Sen sevgili sen can sen yarsın

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

sen benim üstüne titrediğim güzel ve yeni

saatim kadar saadetimin gözbebeği zamansın

ben bin parçaya bölündüm her parçasında

her parçasındayım kırkayak sesli boğuk arkadaşlığın

çalkantısız üniversitenin yalnızlığın ve ağlamanın

erkek ağlar mı diyeceksin

hayberin kapısı ağlar mı erkek ağlar mı?

ben yel gibi erkekler ağlar diyorum

bir dakika ağlar yılbaşı dakikasında

daha gözlerimin gerçek yaşları belirmeden

ağlamak diye bir şey yoktur diye bir şey

yüzme bilmeyen bir uyurgezer yüzer ya.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bütün şiirlerinde ama özellikle '' Ey sevgili '' şiirinde içimi acıtan bir huzur vardır..

 

 

EY SEVGİLİ

 

Senin kalbinden sürgün oldum ilkin

Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süregi

Bütün törenlerin sölenlerin ayinlerin yortularin disinda

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layikolmasam da

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Aşkın bu en onulmazından koparıp

Bir tuz bulutu gibi

Savuran yüregime

Ah uzatma dünya sürgünümü benim

Nice yoruldugum ayakabilarimdan degil

Ayaklarimdan belli

 

Lambalar egri

Aynalar akrep melegi

Zaman çarpilmis atin son hayali

Ev miras degil mirasin hayaleti

Ey gönlümün dogurdugu

Büyüttügü emzirdigi

Kus tüyünden

Ve kus südünden

Geceler ve gündüzlerde

Insanliga anit gibi yükselttigi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünüm benim

 

Bütün siirlerde söyledigim sensin

Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandim Salome'nin Belkis'in

Bosunaydi saklamaya çalismam öylesine asikarsin bellisin

Kuslar uçar senin gönlünü taklit için

Ellerinden devsirir bahar çiçeklerini

Deniz gözlerinden alir sonsuzlugun haberini

Ey gönüllerin en yumusagi en derini

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Yillar geçti sapan ölümsüz iz birakti toprakta

Yildizlara uzaniphep seni sordum gece yarilarinda

Çati katlarinda bodrum katlarinda

Gölgendi gecemi aydinlatan essiz lamba

Hep Kanlica'da Emirgan'da

Kandilli'nin kursuni safaklarinda

Seninle söylesip durdum bir ömrün baharinda yazinda

simdi onun birdenbire gelen sonbaharinda

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layik olmasam da

Ey çagdas Kudüs (Meryem)

Ey sirrini gönlünde tasiyan Misir (Züleyha)

Ey ipeklere yumusaklik bagislayan merhametin kalbi

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünümü benim

 

Daglarin yikilisini gördüm bir Venüs bardaginda

Köle gibi satildim pazarlar pazarinda

Günesin sarardigini gördüm Konstantin duvarinda

Senin hayallerinle yandim düslerin civarinda

Gölgendi yansiyip duran bengisu pinarinda

Ölüm düsüncesinin beni sardigi su anda

Verilmemis hesaplarin korkusuyla

Sana geldim ayaklarina kapanmaya geldim

Af dilemeye geldim affa layik olmasam da

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Uzatma dünya sürgünüm benim

 

Ülkendeki kuslardan ne haber vardir

Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardir

Ask celladindan ne çikar madem ki yar vardir

Yoktanda vardan da ötede bir Var vardir

Hep suç bende degil beni yakip yikan bir nazar vardir

O sarkiya özenip söylenecek misralar vardir

Sakin kader deme kaderin üstünde bir kader vardir

Ne yapsalar bos göklerden gelen bir karar vardir

Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardir

Yanmissam külümden yapilan bir hisar vardir

Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardir

Sirlarin sirrina ermek için sende anahtar vardir

Gögsünde sürgününü geri çagiran bir damar vardir

Senden umut kesmem kalbinde merhamet adli bir çinar vardir

Sevgili

En sevgili

Ey sevgili

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Doğuda bir baba vardı

Batı gelmeden önce

Onun oğulları batıya vardı

 

Birinci oğul batı kapılarında

Büyük törenlerle karşılandı

Sonra onuruna büyük şölen verdiler

Söylevler söylediler babanın onuruna

Gece olup kuştüyü yastıklar arasında

Oğul masmavi şafağın rüyasında

Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri

Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere

Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı

Öcünü alsın diye kardeşini yolladı

 

İkinci oğul Batı ülkesinde

Gezerken bir ırmak kıyısında

Bir kıza rastladı dağların tazeliğinde

Bal arılarının taşıdığı tozlardan

Ayna hamurundan ay yankısından

Samanyolu aydınlığından inci korkusundan

Gül tütününden doğmuş sanki

Anne doğurmamış da gök doğurmuş onu

Saçlarını güneş destelemiş

Yıllarca peşinden koştu onun

Kavuşamadı ama ona

Batı bir uçurum gibi girdi aralarına

Sonra bir kış günü soğuk bir rüzgâr

Alıp götürdü onu

Ve ikinci oğulu

Sivri uçurumların ucunda

Buldular onulmaz çılgınlıkların avucunda

Baba yağmurlardan anladı bunu

Yağmur suları acı ve buruktu

İşin künhüne varsın diye

Yolladı üçüncü oğlunu

Üçüncü oğul Batıda

Çok aç kaldı ezildi yıkıldı

Ama bir iş buldu bir gün bir mağazada

Açlığı gidince kardeşlerini arayacaktı

Fakat batının büyüsü ağır bastı

İş çoktu kardeşlerini aramaya vakit bulamadı

Sonra büsbütün unuttu onları

Şef oldu buyruğunda birçok kişi

Kravat bağlamasını öğrendi geceleri

Gün geldi mağazası oldu onu parmakla gösterdiler

Patron oldu ama hâlâ uşaktı

Ruhunda uşaklık yuva yapmıştı çünkü

Bir gün bir hemşehrisi onu tanıdı bir gazinoda

Ondan hesap sordu o da

Sırf utançtan babasına

 

Bir çek gönderdi onunla

Baba bu kağıdın neye yarayacağını bilemedi

 

Yırttı ve oynasınlar diye köpek yavrularına attı

Bu yüklü çeki

İyice yaşlanmıştı ama

Vazgeçmedi koyduğundan kafasına

Dördüncü oğlunu gönderdi Batıya

 

Dördüncü oğul okudu bilgin oldu

Kendi oymak ve ülkesini

Kendi görenek ve ülküsünü

Günü geçmiş bir uygarlığa yordu

Kendisi bulmuştu gerçek uygarlığı

Batı bilginleri bunu kutladı

O da silindi gitti binlercesi gibi

Baba bunu da öğrendi sihirli tabiat diliyle

Kara bir süt akmıştı bir gün evin kutlu koyunundan

 

Beşinci oğul bir şairdi

Babanın git demesine gerek kalmadan

Geldi ve batının ruhunu sezdi

Büyük şiirler tasarladı trajik ve ağır

Batının uçarılığına ve doğunun kaderine dair

Topladı tomarlarını geri dönmek istedi

Çöllerde tekrar ede ede şiirlerini

Kum gibi eridi gitti yollarda

 

Sıra altıncı oğulda

O da daha batı kapılarında görünür görünmez

Alıştırdılar tatlı zehirli sulara

İçkiler içti

Kaldırım taşlarını saymaya kalktı

Ev sokak ayırmadı

Geceyi gündüzle karıştırdı

Kendisi de bir gün karıştı karanlıklara

 

Baba ölmüştü acısından bu ara

 

Yedinci oğul büyümüştü baka baka ağaçlara

Baharın yazın güzün kışın sırrına ermişti ağaçlarda

Bir alınyazısı gibiydi kuruyan yapraklar onda

Bir de o talihini denemek istedi

Bir şafak vakti Batıya erdi

En büyük Batı kentinin en büyük meydanında

Durdu ve tanrıya yakardı önce

Kendisini değiştiremesinler diye

Sonra ansızın ona bir ilham geldi

Ve başladı oymaya olduğu yeri

Başına toplandı ve baktılar Batılılar

O aldırmadı bakışlara

Kazdı durmadan kazdı

Sonra yarı beline kadar girdi çukura

Kalabalık büyümüş çok büyümüştü

O zaman dönüp konuştu :

Batılılar !

Bilmeden

Altı oğlunu yuttuğunuz

Bir babanın yedinci oğluyum ben

Gömülmek istiyorum buraya hiç değişmeden

Babam öldü acılarından kardeşlerimin

Ruhunu üzmek istemem babamın

Gömün beni değiştirmeden

Doğulu olarak ölmek istiyorum ben

Sizin bir tek ama büyük bir gücünüz var :

Karşınızdakini değiştirmek

Beni öldürseniz de çıkmam buradan

Kemiklerim değişecek toz ve toprak olacak belki

Fakat değişmeyecek ruhum

Onu kandırmak için boşuna dil döktüler

Açlıktan dolayı çıkar diye günlerce beklediler

O gün gün eridi ama çıkmadı dayandı

Bu acıdan yer yarıldı gök yarıldı

O nurdan bir sütuna döndü göğe uzandı

Batı bu sütunu ortadan kaldırmaktan aciz kaldı

Hâlâ onu ziyaret ederler şifa bulurlar

En onulmaz yarası olanlar

Ta kalblerinden vurulmuş olanlar

Yüreğinde insanlıktan bir iz taşıyanlar

 

Sezai KARAKOÇ

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Kapalı Çarşı

 

Kendi yastıklarına gölge salmasın

Çocuklarının öpüşleri onlara anlat

Onlara anlat yağmur karşılıklı yağar

Ruhların içindeki müzikle karşılıklı

Kapalı çarşı içinde bir sigara

Bir keman kılıfı senin saçlarına sürünen yağ

Onlara anlat kadınların gözlerinin içinden geçer

Kapalı çarşı ve kapalı çarşıyı götüren saat

 

Bir inci gerdanlık dumanları içinde kapkara

Anlamağa başladığı ağır ve çekilmez kelimeler içinde dağ

Senin resmin ince gerdanlığın siyah parlaklığı içinde ışıklı

Işıklı ışıksız yandan ve önden ışıksız arkadan ve içten ışıklı

Onlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadı

Tüyler içinde gelen yeni dünya

Bir sandalye kadar hür olduğu gün

Sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat

 

Benim aynamı küçültüp büyülten onlar

Benim aynamı aynalıktan çıkaran

Kapalı çarşılar içinde fikre ve gerçeğe

Neler neler etti anlarsın onlar

Şemsiyeler gibi

Felaketlerin en şakacısına açılıveren onlar

Kendi yastıklarına düşmesin

Dostlarının kadınları üstündeki gölgesi onlara anlat

Kapalı çarşılar içinde

Aslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiir

Kapalı çarşı içerisinde

Açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleri

Kapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşıları

Kapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları

 

Kapalı çarşıya gittiğin zaman

Bir yangın sonrasının gazetelerini okudun

Bir gazete uzun ve kul olmuş bir gazeteydi kapalı çarşı

Mavi gözlü bir gazete

Kapalı çarşı içinde bulutların en senin olanı

Sen bana kapalı çarşı

Şüphesiz o kadar satılan ve alınanlar var ki

Şüphesiz bir harita kırığı

Bir yapma deniz parçasıyla kapalı kapalı çarşı

 

Sen kapalı çarşılar üstüne yağmur yağanı

Yağmurun iyi ve doğru yağmadığını onlara anlat

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...