Jump to content

Atatürk'ün Birkaç Anısı


SpawN

Önerilen Mesajlar

ATA'NIN ANAFARTALAR'DAN BİR ANISI

 

Atatürk Anafartalar'da düşmanı şaşkına çevirirken gerektikçe hısımının durumundan bilgi edinmek için "Bir dil yakalayın!" der, Mehmetçikler de ne yapıp yapıp karşı taraftan asker yakalar getirirlermiş.

 

Bir gün getirilen dilden gerekli bilgiler alındıktan sonra Ata sormuş:

 

- Peki, sen Yeni Zelandalısın madem, Türklerden ne kötülük gördün ki vuruşmak için ta oradan buraya gelmişsin ?

 

Zelandalının bunu sırf spor için yaptığını ve kendisinin sportmen olduğunu övüngen bir tavırla söylemesi üzerine Ata:

- İyi ama, sportmenliğin ne işe yaradı ? Baksana, bir erimizin önüne düşmüş, kuzu kuzu buraya getirilmişsin! deyince tutsak şu karşılıkta bulunmuş:

- Sizin eriniz spor kurallarını çok kaba bir şekilde çiğneyince ben ne yapabilirdim? Sportmen olmayan hasımlarla karşılaşacağımı bilseydim hiç gelmezdim!

 

Meğer Mehmetçik, Zelandalıyı en can alacak bir yerinden yakalayarak sıkıp bayıltmış, avını ayılıncaya dek sırtında taşımış, sonra da elini çekmeden Türk siperlerine deyin sürmüş.

 

Ata bu öyküyü anlatır. Zelandalının sportmenlik anlayışına, Mehmetçiğin de kullandığı pratik (!) usule gülerdi.

 

--------------------------------------------------------------------------

 

MUTLU BİR DALGINLIK

 

Savaşın sıkışık zamanlarında orduya bozgun yaratabilecek davranışların komutanların hemen o anda kendi elleriyle ölümle cezalandırılmaları bir görenektir. Birinci cihan savaşında gerekli gereksiz bu yola sapan bir komutan dile düşmüştü.

 

Bir gün Atatürk'ün sofrasında bu konu ele alınmış, tartışılıyordu. Kendisi bu çareye hiç bir zaman baş vurmadığını, bu yola sapanların çoğunlukla beceriksiz ve duygusuz kişiler olduğunu söyleyerek:

 

- Bir kez, az kalsın birini öldürüyordum, fakat umulmadık bir unutkanlık beni bu kara lekeden kurtarmış oldu. Diyerek olayı anlattı:

 

Kurtuluş savaşının başında, herkesin kendisini sorumsuz birer baş saydığı o günlerde bir tanıdığının, hiç bir hoşgörürlükle bağışlanamayacak ağır, çok ağır bir suç işlediğini haber almış. O denli üzülmüş ve öfkelenmiş ki ne olursa olsun, o herifin cezasını kendi eliyle vermek için önüne geçilmez bir hırsa kapılmış. Hemen arabasına binerek suçlunun kırdaki evine koşmuş. Yolda giderken de, pantolonun arka cebinde duran tabancasını, kolaylık olsun diye paltosunun cebine aktarmış.

 

Arabayı uzaktan görüp tanıyan adam konuğunu buyur etmek üzere evin kapısını açarken Ata da bahçe kapısından içeri giriyormuş. Hemen o anda tabancasını çekmek için elini arka cebine atmış, cebi boş!

 

Tabancanın yerini değiştirmiş bulunduğunu hatırlayıncaya dek adam işi anlamış, hemen geri dönerek arka pencereden atlamış ve o semtin bağları içinde görünmez olmuş.

 

Ata onu adaletle karşı karşıya bırakmaktan başka bir şey yapamadığını anlattıktan sonra sözünü şöyle bitirmişti:

 

- İşte elimi kana bulamak gibi bir kara lekeden beni bu mutlu dalgınlık kurtarmıştı.

 

--------------------------------------------------------------------------

 

MUSTAFA KEMAL VE GENERAL TOWNSHEND

 

Birinci Dünya Savaşında Irak'ta İngilizlerle savaşıyorduk. Bir aralık ele geçirdikleri Kutülemara kalesini az sonra bizim ordu çevirmiş, epey uğraştıktan sonra düşürmüş, içindekileri de komutanları general Townshend ile birlikte tutsak etmişti. Komutan İstanbul'a getirilerek savaşın sonuna değin Heybeliada'da gözaltı edilmiş, bırakışma olunca da yurduna dönmüştü.

 

Anadolu'da Kurtuluş Savaşı başladıktan sonra General Townshend'in güney kıyılarındaki limanlardan birine geldiği ve Mustafa Kemal ile görüşmek istediği bildiriliyor. Ata onu Konya'da kabul ediyor, ama ikisi karşılaşınca general şaşkın şaşkın duraklıyor ve şöyle bir konuşmaya yol açıyor:

 

- Af edersiniz, görüyorum ki işin içinde isim benzerliğinden doğan bir yanlışlık var, ben sizi başka kemal sanmıştım.

 

- Nasıl bir Kemal ?

 

- Kutülemara'da ordumla birlikte çevrilmişken karşı tarafta Kemal adlı çok centilmen bir komutan vardı. Onunla hasım olmakla birlikte aynı zamanda çok da dost olmuştuk. Bu işin başına onun geçtiğini sandım da...

 

- Onunla dost olduğunuz gibi benimle de dost olabilirsiniz. Buyurun, oturun.

 

General oturur. İki insan birbirini anlamakta gecikmezler. Biri karşısındakinin nasıl kutsal bir dava peşinde olduğunu, öbürü de ötekinin hala hasım durumunda olan bir devletin generali olmakla birlikte ne denli insanca düşündüğünü görür.

 

General hayran kaldığı yeni dostuna birkaç gün konuk olduktan sonra ayrılmak için izin isteyince Paşa şöyle bir öneride bulunur:

 

- Ben Ankara'ya döneceğim. Orada içlerinde sizin doğrudan doğruya kendi dilinizle konuşabileceğiniz kimseler de bulunan arkadaşlarım var. İster misiniz birlikte gidelim? Onlarla da tanışmış olursunuz.

 

Ankara'ya dönüyorlar. General orada yeni tanıdıklar ediniyor. Yurduna dönmek üzere vedalaşırken Paşa ona soruyor:

 

- Arkadaşlarımı nasıl buldunuz?

 

- Çok centilmen insanlar, ancak korkarım ki içlerinde sizi benim anladığım ölçüde henüz anlamamış olanlar vardır.

 

Paşanın karşılığı şu olmuş:

 

- Bunu biliyordum; fakat bu halin size de sezdirecek derecede olduğunu şimdi anlamış oluyorum.

 

--------------------------------------------------------------------------

 

SAKARYA SAVAŞINDAN DÖNÜŞ

 

Sakarya Meydan Savaşı Türk silahları utkusu ile sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönüyormuş. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başbuğuna törenli bir karşılama düzenlemişler,Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yarısında sıra ile dizilen hükümet ve meclis üyeleri, öğrenciler, esnaf ve halk, Gazi gittikçe alkış tutuyorlar ve arkasına takılarak büyük bir alay halinde ilerliyorlarmış.

 

Meclis binasının önüne gelinmiş, gazi bakmış ki alayın başında bulunanlar yukarıya doğru yol almakta. Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: "Cemaat" halinde Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun "yüksek maneviyatının yardımıyla" kazanılan bu büyük utku için orada dua edilecek, sonra Meclis'e dönülerek nutuklar okunacak.

 

Gazi:

 

- Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! deyip doğruca Meclis binasına sapmış.

 

Ata bu olayı anlatırken sözüne şunu da kattı idi:

 

- Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yetersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilen gücün evliyaların, yatırların "maneviyatı" olamayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.

 

--------------------------------------------------------------------------

 

BEKLENİLMEYEN BİR YANIT

 

Atatürk sofrada her akşam ya önemli bir konuyu ele alarak konuklarıyla tartışır, yada savaş anılarından söz açar, gözlemlerini anlatır, çeşitli yönlerden eleştirmeler yapardı.

 

Bir akşam, Birinci Dünya Savaşında Dördüncü Ordu komutanı bulunan rahmetli Cemal Paşa'nın yanlış tutumları üzerinde duruyor ve yurda çok pahalıya mal olan bu tutumları üzüntü ile anlatıyordu.

 

Bir aralık, konuşmaları herkes dikkatle izlerken, Ata arkadaşlarından birinin uyumakta bulunduğunu görür. Bu sofra toplantıları gecenin geç saatlerine dek sürdüğünden, ara sıra, istemeyerek bu duruma düşen arkadaşlar görülürdü. Ata bu hali anlayışla karşılamakla birlikte uyuyanı uyarmak için adıyla seslenerek ona konu ile ilgili bir soru yöneltirdi. bu kez de öyle yaptı:

 

- Abdülkadir, sen ne dersin ?

 

Kendisine seslenilen, Dil Kurumu başuzmanlarından Abdülkadir İnan'dı. Hemen gözlerini açarak hiç beklenilmeyen şu yanıtı verdi.

 

- Ben onun büyüklüğünü bir sözünden anlamıştım.

 

Ortalıktaki havaya hiç uymayan bu karşılık herkesi şaşırttı. Atatürk alaylı, birazda öfkeli bir sesle:

 

- Ya öylemi ? diye sordu. Anlat bakalım, ne imiş o söz ? dedi. İnan, hiç telaş etmeden anlatmaya başladı:

 

- Çarlık yıkılmış, biz de Türkistan'da bir Cumhuriyet kurmaya çalışıyor, bir yandan da komünistlerle uğraşıyorduk. Cemal Paşa oraya kadar gelmiş, bilir bilmez işlerimize karışmaya koyulmuştu. Bir gün sabrımız taştı, kendisine şöyle dedik: "Anadolu'daki kardeşlerimiz ölüm kalım savaşlarında. Türkiye kurtulmazsa Türkistan'ın bağımsızlığı neye yarar ? Siz buralara gelebilmek için orasını nasıl bırakabildiniz ?"

 

Cemal Paşa bu kınayıcı çıkışımıza kızmadı, gülümseyerek güvenli güvenli "Orada Mustafa Kemal Paşa var." dedi. İşte o söz...

 

Merak edilen o sözü açıklayıncaya dek güvensizlikle dinlenilen İnan, açıklamasını umulmadık bir şekilde bağlamış ve uyuklama suçunu Ata'ya bağışlamıştı.

 

--------------------------------------------------------------------------

 

YUNANİSTAN'DA DİL DAVASI

 

Bir akşam konuklar için, başbakanlıkça bir şölen düzenlenmişti. Yemek sırasında Atina Üniversitesinin bir yüzyıl boyunca gördüğü hizmetler övüldü, birçok söylevler söylendi. Bu arada Yunanlı bir profesör, başbakan Metaksas'tan bir dilekte bulunarak:

 

- Çözülemez sanılan nice sorunları kolaylıkla çözüverdiniz; şu dil işimizi de yakında mutlu bir sonuca bağlamanızı istemek hakkımızdır, demişti.

 

Yemekten sonra takım takım tanışmalar, konuşmalar olurken profesörden dil davalarını bana açıklamasını rica ettim. "Yazı dilini halkın anlayacağı bir dil haline koymak davası." Diye açıklamış ve "Ne yazık ki eskiye çok bağlı kalmış birtakım filologların direnmesi yüzünden bu haklı davamızı yürütemiyoruz." diye yakınmıştı.

 

Ben kendisine Türkiye'de de aynı davanın bu gibi engellerle birlikte yine de pekala yürüdüğünü söyleyince profesörün yanıtı şu oldu:

- Yürür; çünkü sizde Atatürk var.

 

arkadaslar Atatürk'ün anılarını bu baslık altındapaylasabilirsiniz!

 

Tsk!

saygı ve sevgilerimle!!!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İNANMAYANLAR DA HAKLIYDILAR

 

Mustafa Kemal realist bir liderdi. Lekelemelerin politika kadrosunu nasıl daraltacağını ve kendisini bir avuç partizan takımı elinde bırakacağını düşünerek, açıkça bir suç işlemiş olanlar dışında yalnız kişisel değerlere saygı gösterdi. Sicil yoklamalarına rağbet etmedi. Bir gün bana:

- Kuva-yı Milliye'ye inanmayanlar da inananlar kadar haklı idiler, demişti.

 

Falih Rıfkı ATAY

 

YANINA ALDIĞI İLK ER

 

O ,Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er gördü. Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu. O'na sordu:

- Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?

Er irkildi, başını kaldırdı. Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi. Hemen doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı.

- Söyle niçin ağlıyorsun?

İç Anadolu'nun yanık yürekli çocuğu içini çekti:

- Düşman memleketi bastı, hükümet beni terhis etti. Silahımızı elimizden aldı. Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:

- Üzülme çocuğum, dedi. Gel benimle!

Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu.

 

Burhan Cahit MORKAYA

KAHRAMAN TÜRK KADINI

 

17 Mart 1923 Tarsus:

 

Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı.

 

Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın, Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu:

- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!"

Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar.

 

Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi:

 

- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."

 

Taha TOROS

 

NEDEN KASTAMONU?

 

Şapka giymek için neden Anadolu'nun en çok bağnaz görünen bir bölgesini seçtiğini sormuştum.

 

Dedi ki:

 

- O tarafa ilk defa gidiyordum. Halk o kadar beni görmek merakında idi ki, başımda ne ile görse öyle kabul edecekti. İzmir tarafına gitseydim, yalnız şapkamı görürlerdi.

 

Falih Rıfkı ATAY

 

ELİF, LAM, MİM NE OLACAK?

 

Atatürk, Kur'an'ın Türkçe'ye çevrilmesine karar verdikten sonra Kâzım Karabekir Paşa kaygıya düşmüştü. Büyük bir heyecan ve şaşkınlık içinde bir gün dayanamayarak Atatürk'e sordu:

- "Kur'an'ın Türkçe'ye çevirisini emretmişsiniz."

- "Evet."

- "Peki, o zaman elif, lam, mim ne olacak?"

 

Atatürk hayretle Karabekir'in yüzüne baktı ve en kolay bir şeyin cevabını verir gibi:

- "Ne olacak, elif, lam, mim yine elif, lam, mim olarak kalacak" dedi.

 

Hamdullah Suphi TANRIÖVER

 

MİLLETİMİN ŞEREFİNE İÇİYORUM

 

Bir akşam, birdenbire Saray'dan kalkarak Gülhane Parkı'nda Halk Partisi'nin verdiği bir açık hava toplantısına gittiğimiz zaman, orada toplanan on binlerce insana harf devrimini müjdelemiş ve bu sırada ayağa kalkarak millete hitaben:

 

"Arkadaşlarım, bu elimdeki rakıyı evvelce padişahlar da, halifeler de içerlerdi. Fakat onlar saraylarında, dört duvar arasında içiyorlardı. Ben ise sevgili milletimin önünde ve onun şerefine içiyorum."

 

Diye kadehini kaldırdığı zaman halkın alkış tufanı arasında Sarayburnu dakikalarca çınlamıştı.

 

Ali KILIÇ

 

ANADOLU'NUN MÜZİĞİ

 

Atatürk söylüyor:

- Montesquieu'nun, "Bir milletin musikicilikteki akışına önem verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olamaz" sözünü okudum, doğrularım. Bunun için, musikiciliğe pek çok özen göstermekte olduğumu görüyorsunuz.

- Biz Batılılara göre, doğu musikiciliğinin kulaklarımıza gelen tuhaflık yönünden söz ettim ve dedim ki; Doğunun tek anlayamadığımız bir tarafı varsa,o da onun musikiciliğidir.

 

Gazi, itiraz ederek şöyle demiştir:

- Bunlar hep Bizans'tan kalma şeylerdir. Bizim gerçek musikimiz Anadolu halkında işitilebilir.

- Bu ezgilerin geliştirilmesi mümkün değil midir?

- Batı musikiciliği bugünkü durumuna gelinceye kadar, ne kadar zamanlar geçti?

- Dört yüz yıl kadar geçti.

 

 

- Bizim bu kadar süre beklemeye zamanımız yoktur. Bunun için, batı musikiciliğini almakta olduğumuzu görüyorsunuz.

 

Emil LUDWIG

Kaynak: Emil Ludwig - Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri

 

 

 

 

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk'ün bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:

 

Çankaya Köşkü'nün bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağaç Ata'nın geçeceği yolu kapatıyordu. Ağacın bir yanı dik bir sırt, diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata, havuz tarafındaki kısma yaslanarak karşıya geçti. Derhal atıldım:

 

- Emrederseniz derhal keselim Paşam!

 

Bir an yüzüme baktı, sonra:

 

- Yahu, dedi, sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!

 

***

 

Atatürk, 1936'da bir lise öğrencisine şunları yazdırmıştır: "Garb senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün garb, nihayet teknikte bir tefevvuk gösteriyorsa ey Türk çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir."

 

***

 

Birgün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır'da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti. Kendisine:

 

-"Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz?" diye sordu.

 

Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:

 

-"Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü?" diye sordu.

 

Adamcağız yüzüne bakakaldı.

 

-"Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonumuzun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya..."

 

-"Benimle olmaz beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne vakit halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse, o zaman gelip beni ararsınız."

 

***

 

Düşman 18 Mart 1915' te donanma saldırısında başarısızlığa uğraması üzerine karadan zorlama yapmak üzerine boğaz dışındaki adalara yığınak yapmaya koyuldu. Bu haber alındıktan sonra 22 Mart 1915' te Çanakkale bölgesinde beşinci ordu kuruldu. Bütün kuvvetler ordu emrindeydi. Ordu onbeşinci kolorduyu Maydos çevresinde bırakarak 19. tümeni 19 Nisan' da yedek alarak Biga' ya geldi. 25 Nisan 1915' te tanyeri ağarırken Arıburnu ve Seddülbahir bölgesine ilk düşman birlikleri çıktı. Arıburnu' na cıkan kuvvet gözetleme taburunu püskürterek, sonradan Kemalyeri adı verilen yere kadar ilerledi burada arkasından koşup gelen 27. Türk alayı ile karşılaştı. Düşman çıkarmasını haber alan Mustafa Kemal, Conkbayırı yönünde yürüyen düşmana karşı ordudan emir almayı beklemeden kuvvetlerini harekete geçirdi. Birliklerine kendisi yol bularak Kocaçimen tepesine vardı. Askerlerine orada kısa bir dinlenme vererek, Alata gidilmediği için yanındakilerle yaya olarak Conkbayırına geldi. Orada cephaneleri bittiği için ve düşmanca kovalanan bir gözetleme bölüğüne rastladı: - Niçin kaçıyorsunuz? Dedi. - Efendim düşman... - Nerede düşman? - İşte... diye 261 rakımlı tepeyi gösterdi. Gerçekten de düşman birinci avcı hattı 261 rakımlı tepeye yaklaşmış, serbestçe ilerliyordu. Askerleri dinlenmeleri için bırakmış ve düşman da bu tepeye gelmişti. Düşman ona kendi askerlerinden daha yakındı. Bulunduğu yere gelseler kuvvetleri pek kötü duruma düşeceklerdi. O zaman bir mantıkla mı yoksa içgüdüsel olarak mı bilinmez kaçan erlere: - Düşmandan kaçılmaz, dedi. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephanemiz yoksa süngümüz var, dedi. Ve bağırarak: - Süngü tak! Dedi. Yere yatırdı. Aynı zamanda Conkbayırı' na doğru ilerleyen piyade alayı ile Cebel bataryasının erlerini marş marşla bulunduğu yere gelmeleri için emir subayını yoladı. Erler yere yatınca, düşmanda yere yatmıştı. İşte savaşın kazanıldığı an bu andı...

 

***

 

YENİ TÜRK ALFABESİNİN KABULU Atatürk 1928 yılı Haziran' ında, yeni Türk Alfabesi' nin tespiti ile ilgili bir komisyon kurulmasını istedi. Çalışmaların sonucu olan alfabeyi Ata'ya Falih Rıfkı Atay getirdi. Atatürk bunları uzun uzun inceledi ve sordu:

 

- Yeni yazıyı uygulamak için ne düşündünüz?

 

Falih Rıfkı: - Bir onbeş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa süreli iki öneri var dedi.

 

Öneri sahiplerine göre ilk zamanlar iki yazı bir arada öğrenilecekti. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardı. Daireler ve yüksek okullar içinde bazı yöntemler düşünülmüştü. Atatürk Falih Rıfkı'ya baktı: -

 

Bu, ya üç ayda olur ya da hiç olmaz, dedi.

 

Hayli radikal bir devrimci iken Falih Rıfkı dahi şaşırmış ve bakakalmıştı. Atatürk devam etti ve:

 

- Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. İşte bu yüzden olmaz, dedi.

 

***

 

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

 

10 Ağustos 1915. Conkbayırı' nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen kalkmış, tan ağarmak üzereydi. 8. tümen komutanı ve diğer subaylarını çağırdım:

 

- Mutlaka düşmanı yeneceğinize inanıyorum ancak siz acele etmeyin, evvela ben ileri gideyim, size ben kırbacımla işaret vediğim zaman hep birlikte atılırsınız. Bu durumdan askerlerini de haberdar etmelerini istedim. Hücüm baskın şeklinde olacaktı. Sakin adımlarla ve süzülerek düşmana 20-30 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu Conkbayırı' ndan ses çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstüne kaldırıp çevirdim ve birden aşağı indirdim. Saat 4.30 da kıyametler kopmuştu. İngilizler neye uğradıklarını şaşırmıştı. ^^Allah Allah^^ sesleri bütün cephelerde, karanlıkta gökleri yıkıyordu.

 

Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın topçu ateşi büyük çukurlar açıyor, her tarafa şarapnel ve kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine çarptı, sarsıldım, elimi göğsüme götürdüm, kan akmıyordu. Olayı Yarbay Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması bütün cephelerde panik yaratabilirdi. Kalbimin üzerinde bulunan saat param parça olmuştu. O gün akşama kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpmıştım. Yalnız bu şarapnel vücudumla kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi bırakmıştı.

 

Aynı günün gecesi, yani 10 Ağustos günü, beni mutlak ölümden kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşa' ya hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış, heyecanlanmıştı. Kendisi de alıp cep saatini bana hediye etti. Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve Çanakkale' nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular.

 

***

 

SAVARONA

 

Atatürk' ün İstanbul' daki mutluluklarından biri Florya' yı keşfetmesi oldu. Birkaç gidip gelmeden sonra buradaki plajı canlandırmaya karar verdi. Deniz köşkü, alaturka deniz hamamı gibi birşeydi. Atatürk denize o kadar ihtiraslı bağlanmıştı ki yıllarca yaz aylarını adeta su içinde geçirdi. Yüzme ve kürek idmanları yapar ve burada da halktan ayrılmazdı. İlk projeye göre Atatürk Köşkü kumsalın sonundaki bir tepecik üstüne yapılacaktı, aşağıda da bir banyo yeri hazırlanacaktı. Kalabalıktan uzaklaşmayı istemedi. Yine ilk projeye göre demir yolu geriye alınacaktı:

 

Canım, dedi. Ankara' da dağ başında yaşıyorum, İstanbul' da Saraya hapsoluyorum; bırakın burada gelenleri gidenleri, hiç olmassa tren gürültüsü duyayım.

 

Son zamanlarda Şile' yi görmüş, pek sevmişti yaşasaydı orasını da canlandıracaktı.

 

Büyükçe tekne olarak emrinde Ertuğrul Yatı vardı. Marmara için yapılmış bu yatla bir defa Karadeniz' e çıkmıştı. Sert bir havada yat az daha batıyordu. Memleket kıyılarını dolaşmak üzere İstanbul' dan uzaklaşınca Denizyolları' nın bir yolcu gemisini seferden alıkoymak gerekiyordu. İşte Atatürk' e yeni bir yat alınması bu gereksinimden doğmuştu.

 

Amerikalı bir milyoner kadının yaptırmış olduğu Savarona, ileri sürülen bir düşünceye göre Amerika' ya sokulmadığı için, ucuza almıştı. Planlarını görmüş ve yatı çok beğenmişti. Ne yazık ki yat geldği zaman Atatürk'ün ölümcül bir hastalığı vardı. Pek sevdiği bu yatta çok zamanı yatakta geçirdi. Bir gün şöyle dedi:

 

-Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim? Atatürk' ü ölüm yatağına Savarona' daki kamarasından bir koltuğun içinde ancak götürebildiler. Yat Dolmabahçe Sarayı önünde boynunu bükerek Atatürk'ü boşuna bekledi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

bendende bi ekleme olsun izin verirseniz:)

SAKAL UZERİNE...

 

Atatürk Amasya ziyaretinde.. Vali konağında yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karşısında oturan birine takılır gözleri. Yaşı ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakalıyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanındaki valinin kulağına eğilip sorar;

 

- Kimdir bu?

 

Vali cevap verir;

 

- Efendim kendisi Şıh'tır. Yörede çok hatırlısı vardır.

 

Atatürk Şıh'ı yanina çağırır ve;

 

- Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan der ve eliyle de boyunaltı hizasini gösterir.

 

Şıh;

 

- Emrin olur Paşam diyerek yerine çekilir.

 

Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh ı hatırlar ve Vali'yi telefonla arayıp durumu sorar. Vali Şıh'ın sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını anlatır. Atatürk telefonu kapatır, kağıdı kalemi eline alır ve az sonra yaverini çağırıp, yazdığı yazıyı Amasya Valiliği'ne tebliğ etmesini ister.

 

Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Şıh Efendi Ata'yı görmek üzere Ankara'ya doğru yola çıkmıştır diye ...

 

Şıh gelir, Ata'nın karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış, kılık kiyafet baştan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünülmüştür. Atatürk'ün mesai arkadasları bu değişimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar;

 

- Aman Paşam, o Şıh ki sakalına el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?

 

Ata gülümser, sonra da yanındakilere dönüp;

 

- Dün akşam Amasya Valiligi'ne bir yazı gönderdim ve Şıh'ı Afyon'a vali atadığımı bildirdim der.

 

Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bu yazıyı da Şıh'a vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır;

 

- Inancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım. Kal sağlıcakla....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ATATÜRK SORUYOR !

-Bu villa kimin?

-KIRKOR EFENDI'NIN PASAM!

 

-Su Kösk?

-DIMITRI EFENDININ PASA HAZRETLERI!

 

-Ya su ilerideki konak?

-SALAMON EFENDI'NIN!

 

ATATÜRK bu kez, az ötedeki toprak damli, virane bir evin sahibini ögrenmek için sorunca, ADANALI gazi cevap verdi:

-RECEP ÇAVUS'UN PASAM!

 

ATATÜRK bu duruma biraz üzülmüs, biraz da sinirlenmis idi. Yanindakilere emir verdi:

-ÇAGIRIN SU RECEP ÇAVUS'U!

 

RECEP ÇAVUS gelince bir asker selamindan sonra, "EMREDIN PASAM" demisti.

 

Ata, bu kez Recep Çavus'a sormaya basladi:

-Bu villa KIRKOR Efendinin, bu kösk DIMITRI Efendinin, su konak SALAMON Efendinin, o virane de senin! Bu ERMENILER, RUMLAR, YAHUDILER SU BINALARI DIKERKEN SEN NEREDEYDIN?

 

Recep Çavus yillarca savas meydanlarinda kosturmanin verdigi gönül yorgunluguyla cevap verdi:

-SIZINLE BERABERDIM PASAM! TRABLUSGARP'TA, ÇANAKKALE'DE,

SAKARYA'DA!..

 

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, bu cevap karsisinda gözyaslarini yanaklarina degil, yüreginin derinliklerine akitir! RECEP ÇAVUS HAKLIDIR.

 

Trablusgarp'ta, Çanakkale'de, Sakarya'da TÜRK'ÜN istiklalini korumak için savasirken Adana'da toprak damli bir kulübe yapmayi ancak becerebilmistir.

 

RECEP ÇAVUS, TÜRK'ÜN YALNIZ ISTIKLALINI DEGIL; NAMUS VE SEREFINI DE

KORUMUSTUR. MEMLEKETIN BÜTÜN ZENGINLIKLERINE SAHIP OLAN AZINLIKLARDA PARA VE MÜLKLERININ ÜSTÜNE YENILERINI YIGMAKLA MESGUL OLMUSLARDIR.

--------------------

Atatürk ün Arap kralına müthiş lafı

 

Atatürk siyasi bir görüşme için Arabistana gider.Arabistan kralı kendi yaverinden kahve yapmasını ister Atatürk de aynı şekilde kendi yaverinden.Kısa süre içerisinde Arap yaver kralına kahveyi taktim eder ve uzaklaşır.

 

Hemen ardındanda Türk yaver gelir ama gelirken ayağı takılır ve kahveyi yere döker.

 

Arap kralı alaycı bir şekilde Türk yaverin bir kahveyi bile getiremediğini kendisinin ne işe yarayacağını söyler ve kendi yaverini üstün gösteren sözler söylemeye başlar..

 

Atatürk Arap Kralının sözünü bitirmesini bekler ve bu olaya müthiş bir cevapla karşılık verir.

''BEN HALKIMA HİÇBİR ZAMAN HİZMETÇİLİK YAPMAYI ÖĞRETMEDİM'

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...