Jump to content

Osmanlıdan Günümüze Büyücülük ve Üfürükçülük Bağlamında Din Sömürüsü


nevermore

Önerilen Mesajlar

Din, esas ve ilkeleri bakımından değişiklikler gösterse de tarih boyunca insanların içinde yaşadıkları mekânı, fizik ötesi alemi, yaşamın anlamını kavramasına yardımcı olarak insanların bireysel yaşamlarını ve toplumsal ilişkilerini şekillendirmiş, toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Ancak insanlar üzerinde bu kadar etkili olan bu kavram, zaman zaman kötü niyetli kişiler tarafından saf, inandığı değerler konusunda yeterli bilince sahip olmayan kişilerin sömürülmesinde araç olarak kullanılmıştır. Tarih boyunca farklı bölgelerde farklı topluluklarda din konusundaki samimiyet yanında bilinç eksikliğini siyasi, ekonomik ve kişisel şehevi arzuların tatmin amacı olarak kullanıldığı çok sayıda örneği bulmak mümkündür. Dini değerlere geçmişten beri saygılı olan toplumumuzda da maalesef bu tür örneklerin yaşanmadığını söylemek mümkün değildir.

Diğer pek çok toplulukta olduğu gibi bizim toplumuzda da dini değerlere saygılı ancak bu değerler hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan kişi ya da gruplar, bu bilgi eksikliğini kullanarak yararlanmaya çalışan din istismarcılarının hedefi olmuş, maalesef günümüzde de olmaya devam etmektedir. Bu çalışmada Osmanlı döneminde olduğu gibi günümüzde de dini olduğu kadar toplumsal ve ahlaki bir sorun olan, din konusunda samimi ancak yeterli bilince sahip olmayan insanları büyücülük ve cincilik adı altında mağdur eden din istismarcılığının gelişimi, toplumuzdaki yansımaları, tekrar yaşanmaması için alınması gereken önlemler ele alınmıştır. Çalışma ile toplumumuzda hala çok önemli bir sorun olarak varlığını devam ettiren büyücülük ve üfürükçülük bağlamında din sömürüsüne dikkate çekmek, farkındalık oluşturmak amaçlanmıştır. Çalışmada Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet döneminde görülen büyücülük ve üfürükçülük olayları arşiv belgeleri ve telif eserlerden yararlanılarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.

İnsanlar, yeryüzünde yaşamaya başladığı ilk dönemlerde doğanın gücü ve karşılaştıkları zorlu yaşam şartlarıyla baş etmekte zorlanmışlardır. Bilimin yeterince gelişmediği bu dönemde insanlar, nedenini kavrayamadıkları doğa olaylarını insanüstü varlıklarla ilişkilendirerek açıklamaya çalışmışlardır. Rüyada iken ölmüş olan yakınlarını görmeleri, onlarla konuşabilmeleri insanlarda görünen fiziki alem dışında fizik ötesi bir alemin varlığı, bu alemde insan üstü varlıkların yaşadığına dair düşünceleri güçlendirmiştir. Bu düşünce zaman içinde güçlenerek farklı toplumlarda Animizm, Atalar kültürü,  Fetişizm ve Totemizm, Şamanzim5 gibi farklı inanç sistemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu aşamadan sonra insanlık, varlığını kabul ettiği bu fizik ötesi alem ve bu alemde yaşadığını, kendisinden güçlü olduğunu düşündüğü insan üstü varlıklarla 6 temas kurma arayışına girmiştir.
Anlayamadığı, baş edemediği doğa olaylarını, temas kuracağı doğaüstü varlıkları kontrol edebilmeyi, aleyhine gelişmeleri engellemeyi, yararına olacak şekilde yönlendirmeyi hatta onların yardımıyla gelecekten haber almayı amaçlamıştır. Toplumlarda ortaya çıkan bu ihtiyaca bağlı olarak sezgi gücüyle doğaüstü varlıklarla iletişim kurabildiklerini, tabiattaki bazı varlık ve nesnelerin durum ve davranışlarını yorumlama yeteneğine sahip olduklarını iddia eden, doğaüstü varlıklarla iletişim kurmayı, iletişim sürecindeki ritüelleri idare etmeyi meslek edinmiş, toplumda saygı gören rahip, şaman, kâhin, şifacı, sihirbaz, büyücü, falcı gibi kişiler ortaya çıkmıştır.

Fizik ötesi varlıklarla temas kurma arayışı farklı toplumlarda farklı şekil ve yöntemler kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Mesela doğaüstü, güçlü olduğu düşünüldüğü için kutsiyet atfedilen varlıkların tasvirlerinin, motiflerinin yaşam alanlarına, tapınaklara, insan bedenine, silahlar ve eşyalar üzerine çizilmesi, küçük tasvirlerinin kolye, bileklik gibi taşınması, heykelciklerinin yapılması, kurbanlar sunulması bu yöntemlerden yaygın olanlardandır.

Yüzlerce yıl boyunca doğaüstü güçlerle iletişim yöntem ve uygulamaları, bu süreçte ritüelleri idare eden kişiler kutsiyet kazanmış, toplumların günlük hayatının ayrılmaz bir unsuru haline gelmiştir. Yukarıda zikredilen inanç sistemlerine sahip olan ve bunları yaşamlarının bir parçası haline getirmiş olan toplumlar, tarihi süreç içinde İbranilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi ilahi dinlerle temasa geçtiklerinde hafızalarına kazınmış olan eski inançlarını terk etmeleri kolay olmamıştır. Bu topluluklar, bazen isteyerek bazen de farklı nedenlerle kabul etmek zorunda kaldıkları kitabi dinleri inanç sistemi olarak kabul ettiklerinde -en azından bir kesimi- eski inançlarını tamamen terk edememiş, yeni inanç sistemi içinde farklı motiflerle devam ettirme çabası içinde olmuştur. İnsanların doğaüstü varlıklara duyduğu ilgi, yazgısını değiştirebilme, gelecekten haber alma ümidi ve beklentisi devam etmiş, bu talebin sonucu olarak eskinin şamanı, büyücüsü, kâhini ilahi dinleri kabul ettiği görülen toplumlarda efsuncu, muskacı, okuyucu (üfürükçü) gibi farklı isimler altında işlevlerini -mesleklerini- devam ettirmişlerdir.

Büyücülük, tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işlerdir . Büyüler yapılış amacına ve yapılış şekline göre farklı isimlerle anılır. Günümüz toplumunda büyücülüğün en yaygın türü de cinciliktir. Cincilik büyücülüğün bir türü olup cinlerle temas kurulmak suretiyle yapılır. Cinlerle irtibatlı büyü yapmanın temel mantığı da cinlerin kullanılabileceği inancına dayanır . İslam’ın ana kaynakları olan Kuran’ı Kerim ve hadislerde ve diğer ilahi dinlerin kitapları ile bazı telif eserlerde cinlerin bazı özellikleri hakkında ipuçları bulmak mümkündür. Cinlerle herkes temas kuramayacağı için cinlerle temas kurma, kontrol altına alma yöntemlerini açıklayan Hüddam İlmi ortaya çıkmıştır .

Hüddamcılara göre; İlahi kaynağa dayalı sayfalar ve kutsal kitapların -Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an’daki her ayetin her bir kelimesinin dördü cin -süfli-, dördü melek -ulvi- cinsinden sekiz hadimi -hizmetçisi- vardır. Bu kelimelerin ebced hesabına göre farklı sayılarda tekrarlanması ya da tersten okunmasıyla kelimelerin hadimi olan cin ve ya cinler harekete geçirilir ve istenilen şey yaptırılabilir .

Eğer cinlerle temas kurmaya çalışan kişi, gereği olan formüllerden birini yapmaya kalktıktan sonra şu veya bu sebeple korkarak yarıda bırakırsa kendisi kontrol altına almaya çalıştığı cinlerin etkisine girerler. Cinleri çeşitli şekil ve kıyafetlerde görmeye başlar, duydukları sesleri veya aldıkları kokuları ya da gördükleri şeyleri bu konuyu bilmeyen kişiler içinde açarlarsa aklını kaçırır meczup olur .

Cincilere göre: Cinler tarafından büyülenmiş -halk deyimiyle cin çarpmasına maruz kalmış- kişide bazı belirtiler görülür. Diş gıcırdatma, korkunç rüyalar ve kâbuslar görme, uyku bozukluğu, uyku esnasında gülme, çığlık atma ya da ağlama, rüyada yılan, aslan, fare, köpek v.b. hayvanlar görme, uçurumdan düştüğünü zannetme , sıra dışı tavırlar, belli bir ağrıdan şikâyet etmek  bu belirtilerden bazılarıdır. Cinlerin yapabileceği olumsuz etkilerinden korunmak için de Kur’an okunması, cinlerle konuşarak ikna edilmeleri, bir kap içine konulmuş suya okunması ve bu suyun etkilenen kişiye içirilmesi, büyüye maruz kalmış kişinin evinde bulunan muskanın sirke, asit, liman suyu gibi sıvılar içinde eritilmesi tavsiye edilen yöntemlerdir.

Günümüz toplumunda cincilik ile uğraşan kişiler, insanları sözde afetlerden, zalimin şerrinden, şiddetli soğuktan, vebadan, hırsız ve katillerden, aşırı nefsani arzulardan koruma, işlerini kolaylaştırma, kadınların kısmetini açma, istenmeyen bir kişiyi uzaklaştırma, kadın ve koca arasındaki soğukluğu, korkuyu, kekemeliği giderme, hapisten, maddi sıkıntıdan, kulak ağrısından kurtarma, gaibden haber verme, işinde terfi ettirme, saralı hastadan cin çıkarma, kayıp olan bir şeyi bulma, görevinden azledilen kişinin göreve iadesini sağlama, birisine ölmüş bir akrabasını rüyasında göstermek gibi vaatlerle insanları istismar ederler .

Bu vaatlerini yerine getirmek adına kendilerine farklı malzeme ve yöntemlerle farklı büyüler yaparlar ve insanlardan da bunun için bir karşılık beklerler.

Günümüz de insanların saf dini duygularının istismar edildiği bir diğer faaliyet de üfürükçülüktür. Rükyecilik olarak da bilinen  üfürükçülük, hastalara okuyup üfleme anlamına gelmektedir.
Allah’tan şifa umarak hastalara Kur’an-ı Kerim ve şifa ile ilgili dualar okumak dinen serbest ancak halkı kandırmak ve gaipten haber vermek amacıyla üfürükçülük yapmak uygun değildir .

Aslında Rukyecilik cahiliyye dönemi geleneği olup put, cin, şeytan v.s. varlıklara ubudiyeti çağrıştırdığı için İslami dönemde yasaklanmasına rağmen  bazı kişiler kendilerini şifa dağıtan, gaipten haber alanlar olarak takdim etmek suretiyle insanların hem inançlarına zarar vermekte hem de maddi çıkar temin etmektedir.
Bu yazıda önce günümüz toplumunda önemli bir toplumsal sorun olmaya devam eden büyücülük ve üfürükçülüğün Türklerin tarihindeki kökleri, devamında da Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde arşiv belgeleri ve telif eserlerden tespit edilebildiği kadarıyla toplumdaki yansımaları ele alınacaktır. 

temel amaç ele alınan istismar olaylarıyla toplumuzda saf dini duyguların kötü niyetli kişiler tarafından nasıl kullanıldığı örnekleriyle göstererek bir farkındalık oluşturmak ve aslında bildiğimiz halde çoğumuzun önemsemediği ya da görmezden geldiği bu soruna dikkat çekmektir. Çalışmalarda söz konusu istismar olaylarını ortaya koymak için ağırlıklı olarak arşiv
belgeleri ve telif eserlerden yararlanılmıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

TÜRKLERDE BÜYÜCÜLÜK VE ÜFÜRÜKÇÜLÜK
Tarih öncesi ilkel toplumlarda görülen büyücülük Antik Mezopotamya, Mısır, Çin, Hint, İran ve Yunan medeniyetlerinde de yaygın şekilde kullanılmıştır. İslam öncesi Türk toplumlarında da büyünün kullanıldığı bilinmektedir. İyi ve kötü ruhların bütün alemi etkisi altında tuttuğu esasına dayanan Şamanizmin yaygın olduğu bölgelerde bu ruhlarla temas kurduğuna inanılan Şaman -Kam- önemli bir figürdü. Şamanlar, hayatı, sağlığı, verimliliği ve aydınlığı, ölüme, hastalıklara, kısırlığa, kötü ruhlara karşı savunur; görünmez alemin kötülüklere eğilimli sakinlerine karşı insanların arasından, onlarla ve daha genel olarak ruhlar alemi veya kutsal alemle, Tanrı ile teması sağlayabilir ve gerektiğinde de onlara yardım sağlar veya en azından haber getirebilirdi.
Türklerde göz değmesine karşı nazar boncuğu kullanılması, cin çarptığı düşünülen kişilerin tedavi için tütsülenmesi , yağmur, kar yağdırmak için yada Taşı kullanılması , bazı hastaları tedavi ve hastalığın teşhisi için kurşun eritilmesi, Budist Uygurların kitaplarında tılsımlı şekillerin yer alması doğa üstü güçlere olan inancın diğer örnekleridir.

″X. yüzyılda Türk boylarının büyük kitleler halinde Müslümanlığı kabul etmelerinden sonra da İslâm'ın şiddetle yasaklamasına rağmen büyü-sihir, İslâm'dan önceki devreden kalan âdetlerle, ayrıca eski İran, Mezopotamya, Mısır ve nihayet Anadolu kültürlerindeki katkılarla günümüze kadar varlığını sürdürebilmiştir. Türkler'in Müslüman olmaları sırasında bu geniş âlemin kamları, Budist ve Maniheist rahipleri yeni dinin yayılmasını önleyemeyince eski geleneklerini yaşatmak ve mesleki çıkarlarını korumak için kendi hurafelerini başka milletlerden öğrendikleri âdet ve inançlarla birleştirip bunlara biraz da dinî bir görüntü vererek cincilik, üfürükçülük, muskacılık ve afsunculuğa yeni bir şekil kazandırmışlardır.

Türkler arasında İslam öncesi görülen sihir ve büyü uygulamaları İslam’ın yasaklamasına rağmen İslam’ın kabulünden sonra da devam etmiştir. Türkler arasında İslam’ın yayılmasına engel olamayan Şaman, Budist ve Maniheist rahipler, eski geleneklerini yaşatmak ve mesleki çıkarlarını korumak için kendi hurafelerini başka milletlerden öğrendikleriyle -İran, Mezopotamya, Mısır ve Anadolu kültürlerinden öğrendiklerini- birleştirip bunlara dini bir görüntü vererek cincilik, üfürükçülük, muskacılık ve efsunculuğa yeni şekil vermişler, kendilerine hoca diyerek yaptıklarını dua, ibadet yardım isteme gibi dini ritüeller olarak kabul ettirmeye çalışmışlardır.
İslamiyet’in kabulünden sonra eski alışkanlıkların kolay terk edilememesi, insanların geleceği bilme, gaybden haber alma, metafizik varlıkların gücünden yararlanma beklentisinin devam etmesi, arz-talep dengesinin doğal sonucu olarak İslam öncesinde toplumda yaygın olan büyü, sihir, efsunculuk, cincilik, falcılık gibi uygulamaların İslami motiflerle süslenerek gizli de olsa devam etmesine neden olmuştur. Mesleklerini meşrulaştırmak için de bazı ayet ve hadisleri kullanmışlardır. Geçmişten gelen alışkanlıklar İslami motiflerle harmanlanarak metafizik varlıklara yönelik anlayış yeniden şekillenmiş, bu anlayışı yaşatmaya ve yaygınlaştırmaya yardımcı olacak Falnameler ve Muhammediyye, Envar’ül Aşıkın, Marifetname, İmaddü’l-İslam gibi metafizik alem ve varlıklardan bahseden eserlerden oluşan bir de literatür oluşturulmuştur  . Bu eserlerde metafizik varlıkların özellikleri, yaratılışları hakkında insanların ilgi çekici bilgiler bulmak mümkündür.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

OSMANLI DÖNEMİNDE GÖRÜLEN BÜYÜ VE ÜFÜRÜKÇÜLÜK İLE İLGİLİ ÖRNEKLER
Gerek İslam öncesi gerekse İslamiyet’in kabulü sonrası Türkler arasında görülen büyücülük, üfürükçülük, falcılık ile ilgili inanç ve uygulamaların Osmanlılar döneminde de yasak olduğuna dair İslam’ın kesin hükmüne rağmen devam ettiğini gösteren arşiv belgeleri ve telif eserlere yansımış çok sayıda örnek bulmak mümkündür. Bu dönemde büyücülük, cincilik, üfürükçülük uygulamaların sıradan halk arasında olduğu kadar, bazı yüksek dereceli devlet görevlileri, saray çalışanları hatta bazı haneden mensupları arasında da görülmesi ilgi çekicidir.


Hükümetin cincilik, falcılık, üfürükçülük yapanlara yönelik tavrına gelince: Bu kişilerin faaliyetleri halkı aldatma, dolandırma aşamasına gelmediği müddetçe yaptıkları fiilden dolayı takip edilmemişler, halkı dolandırma aşamasına geldiğinde engelleme ve cezalandırma yoluna başvurulmuştur .

Mesela 1791 yılında dışarıdan gelen üfürükçülerin sayısının arttığı, İstanbul’un muhtelif semtlerinde sokaklarda barınaklar inşa ettikleri görülmüştür. Bu tür kişilerin ve geçici kulübelerinin artması üzerine hükümet, Bahçekapı’daki meydanda Valide Sultan Camii Vakfı tarafından yaptırılmış olan kulübeler hariç üfürükçülerin inşa ettiği tüm kulübelerin yıkılması kararını almıştır. Bütün bu önlemlere rağmen bazen padişahların cülus dönemlerinde diğer suçlularla birlikte üfürükçülük yapmış suçluların da affedilmesi üfürükçülere yönelik mücadeleye sekte vurmuştur.

Mesela IV. Mustafa (1807-1808) cülusu esnasında üfürükçülük yaptıkları için İstanbul’dan sürgün edilen hoca ve şeyhler geçen zaman içinde nefislerinin ıslah olduğuna dair kanaat getirildiği gerekçesiyle affedilmişlerdir . 1859 yılında Bağdad, ve Mağrib’den gelen, dükkanlarda şurada burada kalan ve falcılık, sihirbazlık, muskacılık yaptığı öğrenilen bazı kişilerin toplanması, şehirden sürgün edilmesi, faaliyetlerinin engellenmesi kararlaştırılmıştır . 1884 yılında bu tür suçlardaki artış, ve verilecek ceza konusunda yaşanan tereddütler üzerine hükümet masum halkı üfürükçülük yaparak kandıran ve paralarını alanların dolandırıcılık, hilekârlık ve sahtekârlık suçları kapsamında değerlendirilmesini ve buna göre işlem yapılmasını istemiştir .

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yüksek Dereceli Devlet Görevlileri ve Hanedan Mensuplarının Müdahil Olduğu Büyü ve Üfürükçülük Olayları
Cinlerden, şeytanlardan, vebadan, sihirden ve felaketlerden korunmak için bazı Osmanlı sultanları ve hanedan mensuplarının yanında birkaç devlet adamının tılsımlı gömlekler kullandığı bilinmektedir. Bu gömleklerin üzerine üst üste binmiş iki eşkenar üçgen içeren altıgen yıldızdan oluşan Mühr-ü Süleyman’ın çizildiği, değişik ayet ve sureler, Esma’ül-Hüsna, bazı peygamberlerin, melek ve cinlerin isimlerinin yazılı olduğu anlaşılmaktadır. Saray çevresinde görülen üfürükçülük olaylarından birisi de Sultan İbrahim devrinde (1640-1648) İstanbul’da yaşanmıştır.


Şehzadeliğinde bunalımlı bir kafes hayatı yaşayan Sultan İbrahim, tahta çıktıktan sonra ruhi bunalımlar geçirmeye devam eder. Sultanın tedavisi için çağrılan hekimlerin, okuyucuların, müneccimlerin faydası olmamıştır. Padişahın durumu için endişelenen annesi Valide Kösem Sultan, bu duruma çözüm ararken aslen Kastamonu’lu olup genç yaşta İstanbul’a gelmiş olan ve geçimini sağlamak amacıyla büyücülükle uğraşan Hüseyin Efendi’nin ismini duyar, saraya davet eder . Hüseyin Efendi, Padişaha Surh-u Bad ve Kenzul Arş dualarını okur. Padişah da iyileşir.

Hüseyin Efendi’nin ismi de Cinci Hoca olur ve ünü daha da yayılır . Padişahın rahatlaması üzerine Hüseyin Efendi, padişahın iradesiyle medrese eğitimini tamamlamamış olmasına rağmen sırasıyla müderris, padişah hocası, İstanbul kadısı ve Anadolu kazaskeri olmuştur . Hüseyin Efendi, İlm-i Devlet’ten bir harf bile bilmemesine rağmen  padişah üzerindeki nüfuzu sayesinde devlet işlerine müdahale ederek istediklerini yaptırmış, irtikâp ve rüşvetle atamalara müdahale ederek yüklü bir servet biriktirmiştir. Ancak rüşvet ve irtikâp olayları konusundaki şikâyetlerin artması ve padişaha iletilmesi üzerine gözden düşmüş, kazaskerlikten azledilerek saraydan kovulmuştur .


IV. Mehmed'in (1648-1687) cülusu münasebetiyle kapıkulu askerlerine verilecek bahşiş için kendisinden 200 kese akçe talep edildiğinde vermeyince önce haksız olarak kazandığı serveti elinden alındı. Adamlarının Sultan Ahmed Camii Vak'ası olarak bilinen sipahi ayaklanmasına katılarak efendilerinin mallarının haksız yere alındığı yolunda ileri geri konuşmaları nedeniyle de 1648 yılında öldürülmüştür . 

1772 yılında Kaynarca’da yapılan ateşkes müzakereleri esnasında Osmanlı heyetinin başı olan Osman Efendi de Rusya adına görüşmeleri yürüten Romanov, Orlof ve Obreşkov ile yaptığı müzakerelerde Rus heyetini etkileyerek istediklerini almak için büyü yöntemini kullanmıştır. Birer muska hazırlatarak Rus temsilcilerin ayaklarını basacakları yerin altına onların olmadığı bir zamanda gömdürtmüştür. Bu şekilde karşı tarafı etkileyerek müzakerelerde elde edemediği taleplerini kabul ettirmeye çalışmıştır .

1796 yılında Anapa eski Muhafızı Mustafa Paşa da, Sarı Baba adında Hıristiyan bir büyücü ile işbirliği yaparak, devlet adamına yakışmayan hal ve hareketlerde bulunması, irtikâp suçu işlemesi nedeniyle vezirlikten azledilmiş, malları müsadere edilmiştir.
Görevden alındıktan sonra Sinop’a sürgün edilmiş, paşayı etkisi altına alan mezkûr büyücü ve işbirlikçilerinin yakalanarak idamına karar verilmiştir . 1877-78 Osmanlı Rus Savaşı sürerken Rus ordularının Tuna Nehri’ni geçerek Şumnu’ya -Bulgaristan’da bir şehir- doğru ilerlemesi, İstanbul’un tehdit altına düşmesine neden olmuştur. Bu gelişme üzerine askeri yöntemlerle durdurulamayan Rus güçlerini bazı sofular ruhani güçlerin yardımıyla durdurmaya kalkışmıştır. Sofular önce Şumnu’da şehrin etrafını dualar okuyarak dokuz defa dolaşmış, Rus ordusunun geçeceği yerlere Hilye-i Metn-i Takva bağlamışlardır. Sonra da Sofya’da gömülü olan velilerden Bali’nin türbesi ziyaret edilerek yardımı taleb edilmiştir.

1894 yılında Temyiz Mahkemesi üyelerinden Ahmed Paşazade Tevfik Bey’in Üsküdar’ın Tophanelioğlu Mahallesi’nde bulunan konağında memur Talat Bey, emekli Safvet ve Necib beyler, İzmit Naib Vekili Tevfik Molla’nın büyük kardeşi ile Enderun mezunu Hacı Ahmed Bey, toplanarak cin çağırma seansı yapmışlardır. Adı geçen kişiler fakir bir ailenin yirmi yaşındaki oğlunun elinin içine vefk yazarak cinleri davet etmişlerdir. Ancak seans esnasında yaşananlardan korkan çocuk çığlık atarak kaçmış ve korku içinde evine ulaşmış, çocuğun durumundan endişelenen ailesi de polis karakoluna giderek adı geçen adı geçen kişilerden şikâyetçi olmuşlardır.

Osmanlı döneminde toplumun farklı kesimlerinde olduğu gibi sarayda da yıldızların hareketlerinin insanları ve olayları etkilediğine inanılmış, bu inancın sonucu olarak astroloji, yıldız falcılığı gibi işlerle ilgilenen İlm-i Nücum oldukça rağbet görmüştür. Ehl-i Nücum ya da Müneccim denen kişiler yıldızların hareketlerini takip etmek suretiyle gelecek ile ilgi bilgiler verdiklerini iddia etmişler, toplumda oldukça saygı görmüşlerdir.

Osmanlı sarayında da bu ilme çok ilgi gösterilmiş hatta astronomi ve astrolojiyle ilgili işlere bakan resmi bir görevli Müneccimbaşılık -Ser Müneccim-i Sultani- makamı ihdas edilmiştir. Müneccimbaşının görevi önemli bir iş ya da resmi bir bina inşaatı başlamadan önce uygun, şanslı zamanı -vakt-i mesud- belirlemek için yıldızların belirli bir zamandaki yerlerini ve durumlarını gösteren çizelge -zayiçe- hazırlamaktır. İşe başlanmadan müneccimbaşıya şanslı zaman sorulur, onun belirttiği, uğurlu olduğuna inanılan zamanda işe başlanırdı. Mesela İlm-i Nücum’a meraklı III. Mustafa (1757-1774), Prusya Kralı II. Friedrich’in başarılarının sahip olduğu iyi müneccimlerden kaynaklandığını düşünmüştür.

Bu inancın sonucu olarak kraldan önemli işlerin başlangıcının belirlenmesi, değerli komutan ve devlet adamlarının tayini konusunda yardımcı olmak üzere bu müneccimlerinden üç tanesini kendisine göndermesini istemiştir. Padişahın bu talebine karşılık Kral, ″Benim tarih ve tecrübelerden istifade etmek, ordumu her zaman harbe hazır bulundurmak için talim yaptırmak, harb için hazinede para bulundurmak gibi üç müneccimim vardır ″ diyerek başarılarının müneccimlere değil, akılcı ve gerçekçi uygulamalara dayandığını ifade etmiştir.


II. Abdülhamid döneminde Arab Ebul Hüda, Nuruosmaniye Caddesi’nde falcılık ve üfürükçülükle hastaları tedavi etmek için bir dükkân açmıştır. Yaptığı işle ilgili halk arasında meşhur olan şeyh, rüyasında gördüğü Hz. Muhammed tarafından verilen bazı talimatları padişaha bildirmek üzere görevlendirildiğini iddia etmiştir. Süleyman Tevfik Özuğurlu’nun iddiasına göre, şeyh bu iddia sonrası saraya davet edilmiş, sarayda yaşamaya başlamış, padişah üzerindeki nüfuzunu kullanarak akrabalarını önemli mevkilere atanmasını sağlamıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Müslüman Halk Arasında Görülen Büyücülük ve Üfürükçülük Olayları
Belki büyücülük denemese de tarihin en önemli sahtekârlıklarından birisi 17. yüzyıl ortalarında İstanbul’da yaşanmıştır. 1648 yılında Yeniçerilerin çıkardığı isyanda Sultan İbrahim’in (1640-48) damadı ve sadrazam iri yarı yapılı Ahmed Paşa öldürülür ve cesedi At Meydanı’na atılır. Bundan yaralanmak isteyen bir şaki ″İnsan yağı eklem ağrılarına iyi geliyor’’ dedikodusunu yaymak suretiyle paşayı dilimleyerek her parçayı beşer onar kuruşa halka satmıştır. Bu yüzden de Ahmed Paşa Hazer Pare Ahmed Paşa diye bilinir .

1777 yılında da Sultan Bayezid’in türbesindeki türbedar, çevredeki insanlara muska yazıp vermiş, olay duyulunca da hükümetçe yasaklanan bir iş yapmış olması gerekçesiyle görevinden alınarak yerine Hasan bin Ömer türbedar olarak tayin edilmiştir .

1796 yılında Yedikule Semti’nde oturan Meryem adındaki kadının epilepsi hastası olan kızını tedavi ettirmek için çare aradığını duyan Mağribli Hacı Mehmed, Meryem’in evine gider ve kızını okuyarak tedavi edebileceğini söyler. Kıza okumak için eve giren Hacı Mehmed, eve girdikten bir süre sonra aileye ″evinizin altında gömülü bir hazine olduğunu görüyorum″ diyerek kandırır. Olay öğrenilince de İzmir’e sürgün edilir.


1811 yılında Zeliha Hanım adında bir kadının sihirbazlıkla uğraştığı ortaya çıkar. Kendisi şehirden sürgün edilecekken pişman olduğunu söyleyerek yalvarması üzerine affedilmiştir. Ancak bir süre sonra yine sihir işleriyle uğraştığı, müderris Şefik Efendi’yi sihir ile kendisine bağladığı şeklindeki şikâyet üzerine Limni’ye sürgün edilmiştir .

1813 yılında İstanbul Sipahi Pazarı’nda sakin Oturakçı Mehmed Ağa’nın üfürükçülük yaptığı tespit edilmiştir. Oturakçı Mehmed Ağa, yaptığı bu iş nedeniyle İstanköy Adası’na sürgün edilmiştir .

İstanbul Zindan Kapısı (İpçiler) Semti’nde bulunan Baba Cafer Türbesi halk arasında kutsal kabul edilmiş, bazı hastalıkların tedavisi için başvurulan mekânlardan birisi haline gelmiştir. II. Mahmud döneminde çocukları boncuk illetine tutulan, üç yaşına gelmesine rağmen emekleyemeyen, kemik hastalığına tutulan ve bacakları çarpıklaşan, çocuğunun karnı şişen kadınlar çare için bu türbeye gelirdi. Türbedar, bunların bazısına okur, bazısına da üstüne mühür basılmış tütsülendirilmek ya da içine atıldığı suyun içilmesi için kâğıtlar verir, gelenin haline göre kırk para, on kuruş çeyreği de cebe atardı .

1831 yılında Selanik şehrinde bir ilginç olay yaşanmıştır. Şehirde kuraklıktan muzdarip olan halk, yağmur yağmasını dört gözle beklerken Hacı Mustafa Efendi ortaya çıkmıştır. Hacı Mustafa, rüyasında Hz. Muhammed’i gördüğünü, Selanik’teki Ayasofya Camii’nde bulunan bazı taşlara dua edilirse yağmurun yağacağını söylediğini iddia eder. Hacı Mustafa Efendi, ahali ile birlikte belirtilen yerdeki taşlara dua ettikten kısa süre sonra yağmur yağmış, kuraklıktan mağdur olmuş ve bıkmış olan Selanik halkı da çok memnun kalmışlardır (BOA.HAT.651/31803). 1837 yılına ait bir arşiv belgesinde büyü ile ilgili ilginç bilgiler vardır. Belgeye göre: Edirne’de gömülü bir hazine olduğu, hazinenin Yunanca yazılarla büyülendiği, eğer büyü çözülmeden açılırsa hazinenin taş ya da toprağa dönüşeceği iddia edilmektedir .
Resmi bir belgede böyle bir inancın olması resmi çevrelerde dahi tılsım, büyü gibi inançlara duyulan ilgi ve saygıyı göstermesi bakımından önemlidir. 1840 yılında yine İstanbul’da büyücülük ve üfürükçülük yaptıkları tespit edilen Cinci Hoca Osman İzmit’e, Cinci İnce Mehmed ise Mihalıç’a sürgün gönderilmişlerdir . 1850 yılında Aksaray’da Kâtip Camii kapısında oturan Seyyid Mustafa Efendi, nefesi ile hastaları tedavi ettiğini iddia etmiştir. Şikâyet üzerine yapılan incelemede; adı geçen kişinin Erzincan sancağının Kemah kazasına bağlı Direk köyünden geldiği ve Kemah’da gömülü olan Şeyh Şerafeddin soyundan olduğu tespit edilmiştir. Kendisinin kimseye zarar vermediği, hastaları tedavi etme konusunda yeteneksiz olsa halkın da ona gitmeyeceği değerlendirilerek bir şeyhin soyundan gelmesine hürmeten uygunsuz bir iş yapmayacağına dair bir kefil göstermek şartıyla işine devam etmesine karar verilmiştir .

Bir başka ilginç üfürükçülük olayı da 1855 yılında Sayda eyaletine bağlı Sur kasabasında yaşanmıştır. Adı geçen kasabada yaşayan Hıristiyan Mihail Kattan’ın Suzan adında epilepsi hastası bekâr bir kızı vardı. Ali Tamsah adında bir sözde hoca bu Suzan’a tecavüz etmeyi kafasına koymuş olarak aileyle görüşür. Kızın ailesine bu kızın rahminde cinler var, ben onları çıkaracağım ve kızı tedavi edeceğim diyerek aileyi ikna eder. Kız ile bir odada yalnız kalması gerektiğini belirtir. Gece Ali Tamsah, kız ile aynı odada kalırken kıza tecavüz etmeye çalışır, direnen kızın sesi çıkmasın diye gırtlağını sıkar. Kızın feryadı üzerine ailesi odaya girer ve üstünde bir yorgan ile Ali Tamsah’ı kızın üzerine çökmüş, gırtlağını sıkarken görürler. Aile, Ali Tamsah’ı uzaklaştırıp yorganı kaldırdıklarında kızın vücudunun kanla kaplı olduğunu, tecavüze uğradığını fark eder. Bir süre sonra da kız maruz kaldığı fiilin etkisiyle ölür. Ali Tamsah kızın ailesi tarafından şikâyet edilir. Mahkemede yapılan sorguda Ali Tamsah, kızda iki cin olup birini gece çıkardığını diğerini çıkarırken odaya kızın ailesinin girdiğini, o sırada kızdan çıkan cinin ailenin oğlunun vücuduna girdiğini ve kızın canının da cin ile beraber çıktığını, odaya bir takım kadınların girmesiyle hararet-i esmadan dolayı bir sersemlik hasıl olduğunu kıza ne olduğunu hatırlamadığını iddia ederek kendisini savunmuştur.
Dava önce vilayet meclisine akseder. Daha sonra da Meclis-i Valay-ı Ahkâm-ı Adliye’de görülür. Dava sonunda sözde hoca beş yıl prangalı şekilde hapis cezasına çarptırılır . 

1859 yılında Bağdat ve Mağrib’den İstanbul’a gelerek büyü ile hastaları tedavi ettiklerini iddia eden, sokaklarda ve dükkânlarda kalan bazı kişiler tespit edilmiştir. Şeriata aykırı, aşırı davranışları nedeniyle haklarındaki şikayet üzerine Şeyhülislamlık makamının önerisi üzerine Vezir-i azam tarafından İstanbul’dan uzaklaştırılmışlardır . 1862 yılında Girit’te gerçekleşen bir üfürükçülük olayı kayıtlara geçmiştir.


Mirliva Mehmed Paşa tarafından 27 Nisan 1862 Tarihinde Girit valisine gönderilen rapora göre: Girit Eyaleti Hanya şehrindeki piyade alayında onbaşı olan Tiran’lı Ali, hamamda kendisini kesmek suretiyle intihar etmek isterken kurtarılır. Nedeni sorulduğunda Cinci Arab Mehmed Efendi’nin kendisini içkiye alıştırdığını, bir süre sonra da kendisinin bunalıma girdiğini, bunalımdan kurtulmak için Mehmed Efendi’nin bir muska yazıp kendisine sattığını, ancak sorunlarının çözülmediğini, parasının boşa gittiğini bu yüzden intihar etmek istediğini söylemiştir . 1884 yılında Aksaray’da sihirbazlıkla halkı aldatan ve parasını sızdıran Bağdad’lı Şeyh Abdurahman, şehirden sürgün edilmiştir. 1901 yılında da Nuruosmaniye Semti’nde üfürükçülük yaparak halkı dolandırmış olan Cezayirli Hacı Mehmet’den önce dolandırdığı kişilerden aldığı paralar geri alınarak sahiplerine iade edilmiş sonra da şehirden sürgün edilmiştir .

Bir başka sihirbazlık olayı da 1884 yılında Uzunçarşı’da ortaya çıkarılmıştır. Lohusa Hoca ismiyle bilinen bir kadın, kocası çok fakir olmasına rağmen sarayda çamaşırcılık yapan bazı kadınlarında dahil olduğu evine gelen kişilere sihir yaparak kandırmak suretiyle yüklü bir servet biriktirmiştir. Annesinin hareketlerinden rahatsız olan Lohusa Hanım’ın kızı Kadriye, annesini yaptığı işten vazgeçiremeyince yetkililere şikâyet etmiştir .


İstanbul’da yaşayan ve geçimlerini muska yazarak kazanan Mehmet Pertev Efendi ve bazı arkadaşlarının dükkânları 1890 yılında üfürükçülük yaptıkları gerekçesiyle hükümet tarafından kapatılmıştır. Mehmet Pertev Efendi ve arkadaşları hükümete verdikleri bir dilekçede uygunsuz bir şey yapmadıklarını, sokaklarda büyücülükle para kazanan çok sayıda kişi olduğunu belirterek kendilerine haksızlık yapıldığını, dükkânlarının açılmasını talep etmişlerdir . 1898 yılında Şehremini Semti’nde yaşayan İranlı Hasan adında birisinin üfürükçülük yaptığı ortaya çıkmıştır. Daha önceleri fuhuş yeri olan bir Acemin umumhanesinde hizmetçi iken oranın dağıtılması üzerine bir hana yerleştiği yine bir yandan fuhuş işlerine aracılık yaparken diğer yandan büyücülük yaptığı, karısının da falcılık ile meşgul olduğu anlaşılmıştır. Yaptıklarıyla toplumun ahlakını bozmaları, insanları aldatmaları nedeniyle ülkelerine gönderilmişlerdir .

1901 yılında Hacı Emin Efendi’den boşanmış Zübeyde Hanım ile Yazıcıoğlu kızı Huriye adında iki kadın Tacir Hüseyin Efendi adındaki şahsın kızını nişanlısından ayırmak için Kuran-ı Kerim’i kullanarak muska hazırlamış ve Tacir Hüseyin Efendi’nin evine yerleştirmişlerdir. Olayın duyulması üzerine üç kadın Rodos’ta bir kaleye sürgün edilmişlerdir .

1902 yılında Şehremaneti müfettişi olan Çerkez Salih, yetersiz bulduğu 600 kuruş maaşının 1.200 kuruşa çıkarılması için üstlerine başvurur ancak bir sonuç alamaz. Bunun üzerine ismini duyduğu Kudüslü Hacı İbrahim adında bir üfürükçüden yardım ister. Hacı İbrahim, Çerkez Salih’e yardımcı olabileceğini ancak bir süre evinde kalması gerektiğini söyler. Sekiz gün Çerkez Salih’in evinde kalan Hacı İbrahim, kaşıklara bazı şeyler yazarak Salih’in bahçesine gömer ve işinin olacağını söyler. Yardımının karşılığı olarak ta bir kurban parası ve iki mecidiye alarak Salih’in evinden ayrılır. Çerkez Salih, uzun süre maaşına zam yapılmadığını görünce Hacı İbrahim tarafından dolandırıldığını fark eder ve kendisini bulur, işinin olmadığını belirterek hakaret ve tehdit eder. Çerkez Salih’in tehditlerinden korkan sözde Hacı, güvenlik güçlerine şikâyette bulunur. Kendisinin ifadesi alındığında okuma yazma bilmediğini, fal bakmaktan başka bir şeyden anlamadığını, işsiz kalmasından dolayı birkaç kuruş koparmak için bu kaşıklara bir şeyler yazıp gömdüğünü belirtmiştir .

1904 yılında Selanik’ten İstanbul’a gelmiş olan Ömer adındaki bir kişi kendisini Medineli Şeyh Ömer olarak tanıtmış, fal bakmış, büyü ile hastaları iyileştirdiğini iddia etmiştir. Halkın saf dini duygularını sömürerek paralarını alması üzerine yapılan incelemede Medineli değil Selanikli olduğu ortaya çıkmış ve İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır.

1905 yılında Kudüs’lü İbrahim adında birisi İstanbul’a gelirken uğradığı İzmit’te sihirle bazı hastalıkları tedavi ettiğini söyleyerek saf insanların dini duygularını sömürerek paralarını almıştır. Olayı duyan İzmit valisi, Kudüslü İbrahim’in İstanbul’a geçişine izin vermemiştir .

1905 yılında üfürükçülük yaparak masum insanların paralarını alan, üfürükçülüğü bir meslek haline getirmiş olan Kudüs’lü İbrahim geri dönmemek üzere Kudüs’e sürgün edilmiştir .

1907 Hacı Seyyid ile biraderi Mahmut, üfürükçülük yapmaktan yakalanmışlar, yapılan yargılama sonunda yirmişer gün hapis cezasına çarptırılmışlardır.
Şam eyaletine bağlı Nablus kentinde telgraf memuru olan Mehmed Hayyar, 1908 yılında Baş telgrafçılık pozisyonuna geçebilmek için İstanbul’a gelir. Bu amacına ulaşmak için Telgraf idaresine gidip gelirken üfürükçülük, muska yazma, büyücülük işlerinde çok meşhur Şeyh Hasan Efendi ile karşılaşır. Derdini anlattığında Şeyh Hasan Efendi, aylık bin kuruş taksitle toplam kırk liraya bu işi halledebileceğini söyler. Şeyh Hasan Efendi’nin planına göre: Bir muska yazacak, muskayı Mehmed Hayyar, dönemin Harbiye Nazırı Ahmed İzzet Paşa’nın evine bir bahaneyle götürüp saklayacak, muskanın etkisiyle ev halkından birisi rahatsızlanacak, tedavi için Şeyhi çağırdıklarında Şeyh Hasan muskayı yerinden çıkarıp, paşanın ailesini rahatlattığında paşadan Mehmed Hayyar’ın işini halletmesini rica edecektir. Ancak böyle bir girişimin başına dert açmasından korkan Mehmed Hayyar, bir dilekçe ile planı güvenlik güçlerine iletir. Yapılan araştırmada palanın doğru olduğu, aslında nazırın evine yerleştirilmesi planlanan muskanın Şeyh Hasan ile işbirliği içinde olan Kastamonulu Şeyh Hafız Ali Rıza Efendi tarafından hazırlandığı, adı geçen kişilerin başkalarına da muska yazdıkları tespit edilmiştir.

1908 yılında Nuruosmaniye Semti sakinlerinden Fehmi bin Mustafa, bu dünyaya hürriyeti kendisinin getireceğini, Allah’ın emrini uygulamak isterken şehit olan Hz. Muhammed’in torunları Hasan ve Hüseyin’in yerine kendisinin yaratıldığını, yeryüzüne gönderildiğini iddia ederek hükümete verdiği bir dilekçede süvari alaylarından birine subay olarak atanmasını talep etmiştir .

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Osmanlı Vatandaşı Gayrimüslimler arasında Görülen Büyü ve Üfürükçülük Olayları


1795 yılında bu defa İshak adında bir Yahudi’nin üfürükçülük yapmak suçlamasıyla İstanbul’dan Selanik’e sürgün edildiği görülmektedir. Mahmud Paşa Çarşısı yakınında Hamam-ı Karib denilen yerdeki dükkânında akli yönden sıkıntıları olan hastalara okuyup, bazı nüshalar vererek dinlerine zarar verdiği yönünde şikâyetler alınmıştır. Bu şikayetler üzerine Yahudi İshak, Selanik’e sürgün edilmiştir .

1833 yılında Tırnova kasabasında -günümüzde Bulgaristan sınırları içinde kalmıştır- halk, kasabada yaşanan sözde lanetlenmiş kötü ruhların neden olduğu olağanüstü olaylar üzerine Nikola adında bir cadı avcısından yardım istemiştir. Nikola ile 800 kuruşa anlaşılır.
Nikola elinde bir ucu boyalı bir tahta ile halk ile birlikte mezarlığa gider. Nikola’ya göre elindeki tahtanın işaret ettiği ve lanetli ruhların bulunduğu iki eski yeniçeri mezarı açtırılır. Çıkarılan cesetlerin önce karınlarına birer kazık çakılır, kalpleri kaynar kazanda kaynatılır. Fakat olayların devamı üzerine Nikola, son çare olarak cesetlerin yakılmasını tavsiye eder. Cesetler yakılınca da sözde lanetli ruhların halka zarar vermesi önlenmiş olur. Bu arada kasaba halkının 800 kuruşu da üfürükçü Nikola’nın cebine iner.

1861 yılında Amasya’ya gelen Fransız George Perrot, şehirde muska yazan, hastaları şifalı olduğu kabul edilen bazı ayetleri kâğıda yazarak tedavi eden ve bunun karşılığında para alan sözde imam ve hocaların çok rağbet gördüğünü ifade eder . Hatta halkın bu cehaletinden faydalanan sahtekâr bir Yahudi’nin de hastaları iyi edeceğini, cinleri insanlardan uzaklaştırdığını iddia ederek cahil insanları kandırdığını, zavallı insanların paralarını aldığını yazmaktadır .

1865’de Bulgaristan’ın Silistre kasabasında Angel adında Bulgar bir kadın, kendisine rüya yoluyla hastaları iyileştirebildiğini, Allah tarafından hastaları tedavi edebilme becerisinin bağışlandığını, bu yetki sayesinde yazdığı muskaların içine atıldığı suyu içen her türlü hastanın iyileşeceğini iddia etmiştir. Olay şikâyet konusu olmuş, Angel sorgulanmak üzere İstanbul’a gönderilmiştir. Sorgusunda sahtekârlığı anlaşılan Angel, önce hapsedilmiş, sonra da Rodos Adası’na sürgün edilmiştir .

1894 yılında üfürükçülük yaptığı tespit edilen Tatyos adında bir Ermeni yakalanmıştır. Yapılan tahkikatta şu ilginç bilgilere ulaşılmıştır: Tatyos’un on altı sene önce Muş’un Ziyaret köyünden geldiği, fakirlik ve zaruretten Aksaray’da sakin olan Bağdad’lı Şeyh Hacı İbrahim adında birisinin konağına hizmetçi olarak sığınmıştır. Çarşamba günleri konağa mukabele için gelenlere hizmet ederken kendisinin kim olduğunu soranlara şeyh ‘’Bizim Girid şeyhlerindendir’’ diye cevap vermiştir. Bir süre sonra Tatyos, şeyhden kendisine gelenlere okuması için icazet vermesini isteyince şeyh on kaymeye razı olmuş, fakat sonradan Müslüman olmasını şart koşmuştur. Bunun üzerine Tatyos, şeyhden ayrılmış, Narek adlı Ermenice gizli bir kitaptan dualar okuyarak, fal bakarak geleceği okuyabildiğini, hastaları tedavi edebildiğini iddia ederek yalnız çalışmaya başlamıştır. Müslüman-Hıristiyan, erkek-kadın ayrımı yapmadan sorunu olanların evine gider ve evlerinde şikâyetlerini dinlemiş çözüm bularak ününü yaymıştır. Sıradan insanların yanında önemli kişiler de müşterileri arasında yer almıştır. Mesela evlenebilmesi, kısmetinin açılması için Otlakçılarda yaşayan Sakine Hanım’ın kızına, emekli saray baltacısı ve Feshane-i Amire’de ambar müdürü Hacı Ahmed Efendi’ye, onun karşısındaki evde ikamet eden eski Asakir-i Şahane askeri Bekir’in eşi Nergis Hanım’a okuduğu bilinmektedir. Yine Vefa’da yaşayan vergi memuru Fuad Efendi’ye ve ölmüş babasına ve son olarak da Komiser Kâmil Efendi’ye de okumuştur. Tatyos, kendisine okuması için gelen bir Arnavut’tan fazla para isteyince Arnavut tarafından şikâyet edilmiştir. Hakkındaki şikâyet üzerine faaliyetlerine ara vermiş ve ortadan kaybolmuştur .

1905 yılında Mitroviçe’li Kosti adında bir Hıristiyan, Priştina kazasına gelerek bazı köyleri dolaşmış, kendisinin falcı olduğunu söyleyerek Hıristiyan hanelerden beşer altışar metelik toplamıştır.
Yapılan incelemede adı geçen şahsın Mitroviçe’deki Rus konsolosu tarafından gönderildiği ve Kilise adına para topladığı anlaşılmıştır. Priştina Mutasarrıflığı ilgili şahsı görüldüğü yerde yakalamak üzere takip etmeye başlamıştır.

KAYNAKÇA
I- BOA (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi)
A.}MKT.MVL.(Sadaret Mektubi Kalemi Meclis-i Vâlâ): 31/64, 73/92, 133/69/ A.MKT.NZD. (Sadaret Mektubi
Kalemi Nezâret ve Deavi): 295/62, 296/89/ A.}MKT.UM.(Sadaret Mektubi Kalemi, Umûm Vilâyet): 533/89 / BEO.(Babıâli Evrak Odası): 1665/124833, 2319/173865/ C.AS. (Cevdet, Askeriye): 832/35452/ C.DH. (Cevdet,
Dahiliye): 210/10463/ C.EV.(Cevdet, Evkaf): 428/21697/ C.ZB. (Cevdet, Zabtiye): 13/619, 17/811, 27/1347,
49/2408, 79/3939/ DH.MKT.(Dahiliye Nezâreti Mektubi Kalemi): 1736/95, 2568/76)/ HAT. (Hatt-ı Hümayun): 1356/54143, 567/27827, 651/31803/ İ.DH. (İrade Dahiliye): 1295/102198/ ŞD.(Şura-yı Devlet): 2480/29)./ TFR.I.KV. (Teftişat-ı Rumeli, Kosova Evrakı): 69/6867/ Y.A.HUS. (Yıldız Sadaret Hususi Maruzat): 383/3)/ Y.PRK.SGE.(Yıldız Perakende, Mabeyn Erkanı ve Saray Görevlileri Maruzatı): 2/31/ Y.PRK.ZB.(Yıldız, Perakende, Zabtiye Evrakı): 12/93,14/60, 32/65, 38/37/ ZB. (Zabtiye Evrakı):  310/114, 444/62
II. Süreli Yayınlar
Takvim-i Vakayı, (21 Cemazielevvel 1249 /5 Ekim 1833). S. 68.
III-Araştırma Eserler
Ahmet Bican (1973). Envarü'l Aşıkın, C.I, İstanbul, Tercüman 1001 Temel Eser Serisi, Kervan Kitapçılık, İstanbul.
Arpaguş, H. K. (2000). ″İmad’ül-İslam″. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. XXII: 172-173, Ankara.
Ateş, S. (1975). Kuran-ı Kerim ve Yüce Meali, Kılıç Kitabevi, Ankara.
Atmaca, V. (2010). ″Hadisler Çerçevesinde Cahiliyyede Majik Tedavi Geleneği’nin Kavramsal Boyutu″, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10(1): 1-39.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...