Jump to content

Modern Bilim Ve Büyü Arasındaki İlişki


nevermore

Önerilen Mesajlar

Okültizm, Orta Çağ, Rönesans ve Aydınlanma Çağı boyunca insanların dikkatini çekmiş ve onları mistik ile metafizik olana ulaşmaları konusunda yardımcı olan pratik bir alan olmuştur. Okült, bilimsel yolların dışında gizli bilginin araştırılmasıdır. İnsanlar çağlar boyunca gizli olana erişme ve var olanı değiştirme konusunda meraklı ve istekli olmuştur.

 Latincede gizli ve sırlı anlamına gelen occulta kelimesinden türetilen okültizm kavramı Orta Çağ, Rönesans ve Aydınlanma Çağı boyunca insanların dikkatini çekmiş ve onları mistik ile metafizik olana ulaşmaları konusunda yardımcı olan pratik bir alan olmuştur. Okült, bilimsel yolların dışında gizli bilginin araştırılmasıdır ve Eski Yunanca da karşılığı ezoteriktir. Eski Yunan kültüründen Ptyhagorascılık’tan, Platonculuk’tan hatta İslam’daki Sufizm’den psikolojiye kadar geniş açıda yeni fikir bağlamlarını açmıştır. Astroloji, simya, büyü modern zamana kadar bilim sayılmıştır. Modern zaman da yine kuşkulu bir şekilde yaklaşılan alanlar olan parapsikoloji, hipnoz, telepati vs. okültün kapsamına girer. Aslında numeroloji, astroloji, kâhinlik, falcılıkta okültün bağlamındadır. Bu anlamda görüyoruz ki okültizmin amacı gizli öğretileri hayata aktarmak ve doğa yasalarının insan hayatına nasıl katkı sağlayıp tekâmül de bulunacağı bağlamında çalışmalar yapıp ilahi bilincin gücü ile ruhu ve enerjiyi harekete geçirip kendini bilinçlendirmektir.

Rönesans’ta okültizm ile ilgilenen kişilere bakacak olursak aslında bunlar bu alanın terimleriyle doğrudan ya da dolaylı olarak ilgilenmiş ve gerçekte yahut eserlerdeki kurgu kişilerdir.  

Okültistler Listesi:
    • Abramelin, Büyü kitabı (Grimoire) yazmış kişidir.
    • Ali Puli, 17. yüzyılda simya ve hermetizm ile ilgili kitaplar yazmış anonim yazardır.
    • Heinrich Cornelius Agrippa, Okült filozof, astrologdur.
    • Roger Bolingbroke, Astrologdur ve "ölü dirilten" (necromancer)kişidir.
    • Olaus Borrichius, Danimarkalı simyacıdır.
    • Sir Thomas Browne, Hermetik yazardır.
    • Giordano Bruno, Okült filozoftur.
    • Benevenuto Cellini, Ruh çağırma ile ilgili olduğu düşünülen heykeltıraştır.
    • Christina (İsveç Kraliçesi), Amatör olarak simya ile ilgilenmiş kraliçedir.
    • Arthur Dee, Hermetik yazar ve John Dee'nin oğludur.
    • John Dee, Kraliçe Elizabeth'in saray astroloğudur.
    • Gerhard Dorn, Belçikalı filozof, fizikçi ve simyacıdır.
    • Faust, Şeytanla anlaşma yapmıştır, ayrıca bkz: Doctor Faustus
    • Marsilio Ficino, Astrolog ve "Corpus Hermeticum"'un çevirmenidir.

    • Robert Fludd, Okült filozof ve astrologdur.
    • Edward Kelley, John Dee'nin yardımcısı bir medyumdur.
    • Athanasius Kircher, Büyü ile ilgili yazılar yazmış Cizvit bir rahiptir.
    • John Lambe, 1. Buckingham Dükü George Villiers'in astroloğudur.
    • Nostradamus, Kâhin, astrologdur.
    • Paracelsus, Tıp öncüsü ve okült filozoftur.
    • Henry Percy, 9. Northumberland Earl'i, "Büyücü Earl"
    • Giovanni Pico della Mirandola, Neo-platonist İtalyan filozoftur.
    • Sir Walter Raleigh, Simya üzerinde çalışmıştır.
    • Johannes Reuchlin, Melek çağırdığı söylenen Alman kabalist büyücüdür.
    • II. Rudolf (Kutsal Roma İmparatoru), Simyacılara iş vermiştir.
    • Ursula Southeil
    • Johannes Trithemius, Kriptocu ve büyü yazarıdır.
    • Johann Weyer (ya da Johannes Wierus), Alman fizikçi, okültist ve "şeytanbilimci" (Demonologist)

Günümüz anlam biçimiyle baktığımızda okültizm terimi doğaüstü güçlerin etkilerine inanma ve onları bilinenin dışındaki araştırma yöntemleri ile ele almadır. Bahsettiğimiz gibi batıl inançları içerisine alan bu okült, bir bakıma kötü çağrışım yapıyor gibi görünse de Rönesans dönemin de bu durum biraz farklıdır, felsefenin önüne gelecek bir sıfat misali onurlu sayılır. Rönesans’ta bu alan adına incelemeler yapacak olursak göreceğimiz önemli ve ünü yaygın ilk kişi Agrippa olacaktır. Okült problemine giriş mahiyetinde eser veren Agrippa doğal ve daimonik büyü arasında ayrım yapar. 


Doğal büyü aşağı varlıklar ve yukarı varlıklar arasında bağlantı kurduğunu öne sürer ve astrolojiyi belirsiz olmakla suçlar. Sihir veya daimonik büyü ile doğal büyü, horoskopik astroloji ile ay üstü – ay altı âlem arasındaki ilişkileri inceler ve ayrıma gider, İslam düşünürleri de bunu gezegen ve yıldızlar bilimi olarak adlandırarak ayırım yapar.  Agrippa için gezegen ve yıldızlar bilimi olan astrolojiyle ilişki içinde olan doğal büyü bir yanıyla pratik sanattır ve nedensellik içerip, deney ve gözlemi vurguladığı için bilimsel bir kimliğe sahiptir ancak büyü teoriği de içermesiyle doğa araştırması bağlamında analitik temeli de bulunur. O halde Rönesans’ta kültürlü insanlar büyü içinde evrene dair spekülatif yanıtlar bulmakla beraber pragmatik yanıtlarla da karşılaştığından dolayı onu doğa felsefesinin zirvesine konumlandırmışlardır. Dolayısıyla doğa felsefesinin doruk noktası olan doğal büyünün yanı sıra halk kitlesince kullanılan daimonik büyü kötü ruhların, cinlerin ve hayaletlerin kullanılmasıyla kötü amaçlar sergilemek için kullanılan bu büyü Rönesans düşünürleri tarafından doğal büyü ile arasına bir sınır çekilmesi amaçlanan alandır. Bulanık görünümde olan okült başlığı altında büyü, sihir, gezegen ve yıldızların bilimi, doğaya gömülü güç, fal, astroloji vb. batıl inançların tamamını kapsamaktadır. Bu durum ilkel topluluklardan bu yana baş gösteren Rönesans ile beraber yeniden doğan düşünce yapılarıdır. 


Büyü için net bir tanım yapmak devirler boyunca zor olmuştur. Ancak ortak olan husus büyünün daima ayrıcalıklı kişiler tarafında yapılmış olduğudur. Bazen doğaya bazen de doğanın üstü bir varlığa atfedilen bu güç tasarımı aslında doğayı ya da doğa olaylarını kontrol altına almayı amaç edinmiştir. Bunu kendilerine bir görev olarak büyücü kimseler bu gücü özel tekniklerle elde edip iyi yahut kötü amaçlar doğrultusunda bunu kullanmışlardır. Büyünün temeli de bu güç tasarımı ve güç tasarımını kullanmaya yönelik tekniklerle oluşmuştur. Aslına bakılırsa bu durumda büyü için dinden farklı olarak bir amaca aracılık eden saf pratik eylem diyebiliriz. İnsanın varoluşu kadar eski bir geçmişe dayanan büyü tarihi için bir başlangıç yoktur, onun doğması ve ortaya çıkması insanın var olmasıyla aynı yaştadır. Büyü insan menfaatlerinin farkına vardığı zamanda, çıkarları adına ussal olan çabalamaların yanı sıra pratik bir eylemle onu tamamlama ihtiyacı hissetmesiyle kendini ortaya çıkarmıştır.

Dolayısıyla büyü için genel bir tabir vereceksek bu şu şekilde olur: Büyü, tekil ve özel bir kudret olmakla birlikte yalnız insanın içinde bulunan ve büyü sanatıyla icra edilen, ayinin uygulanmasıyla aktarılan bir güçtür. Buradaki büyünün işlevi, insanın iyimserliğini ayinleştirmektir. Haliyle büyünün ne olduğun dair genel bir tasvir yapmış olduğumuzu düşünüyorum şimdide büyünün Geç Rönesans’taki anlamı ve etkisine değinerek ardından bunun Modern Bilime yansımalarını ve değineceğim bazı filozofları ele alalım. 

Geç Rönesans’a baktığımızda ilk göze çarpan kişi Paracelsus’tur. Paracelsus sözel bilimlere karşı çıkarak kendisine doğanın hakiki bilgisini verecek bir felsefi sisteme inanır. Hatta Paracelsus’a göre bir şeyin içsel doğasına büyü ve sezginin ruhsal gücüyle erişebiliriz. Paracelsus, kendi sistemine etkisi olacağı inancıyla büyüyü, büyünün gücü ve deneysel zemindeki durumu ile bağdaştırarak onu desteklemiştir. O, doğanın ve kutsal kitabın dilinin aynı olduğu inancıyla doğal büyü sayesinde sisteminin bir güç kazanacağına ve büyünün de itibarının artacağına inanmıştır dolayısıyla onun sistemi deneysel olmakla beraber inanç sistemi üzerinde şekillenen bir felsefe olarak karşımıza çıkmıştır. O bu tavrıyla beraber Kilise’nin doğaya karşı olan tutumunu devrimci bir edayla yıkmıştır. (Kilise, doğanın öğretilerinin bizi Tanrı’dan uzaklaştıracağına inanmıştır.) Paracelsus, doğa bilimi ve dini bir nevi barıştırmıştır.


Bruno’ya gelecek olursak O, doğal mucize ve okült güçlere inanan biridir. Sonsuz evrende boşluk yoktur ve değişmez bir yapısı vardır. Evrenin ruhuyla beraber çeşitli tinsel varlıklarında var olduğuna karşı inanç besleyen Bruno için Tanrı ve aşağı varlıklar arasındaki aracı olarak etkileşimi sağlayan şey büyüdür. Aslında Bruno, kendisine kadar gelen okültist geleneği özetler ve büyüyü ilkin bilgelik anlamında ele alır ardından doğal büyü, sempati ve antipati ilişkileri, matematiksel büyü, sihir, muska, fal vb. Büyü, büyücünün kendi ruhuyla Tanrı’ya doğru yükselişe geçer ve insan ile Tanrı arasındaki ilişkiyi tesis eder ayrıca büyücü bu yolla Hristiyanlığa bir alternatif üretirken kendisi de İsa’ya karşı bir alternatif olur. Dolayısıyla büyü insana hakikati bulmak ve Tanrı’ya ulaşmak için kapıları aralar bunun ardından dindarlığıyla beraber özgürlüğünü de kurmak için çabalamış olur ayrıca Bruno büyüyü ayrıcalıklı insanlara atfetmiştir.

Campanella, okült bir olayı mekanik bir temasa ve maddi güce indirgemeye çalışarak doğa – insan, insan – doğa ilişkilerini büyüsel – işlemsel bir model ortaya koyarak açıklar. Ona göre büyücü doğanın mekanizmalarını taklit etmez, bizzat doğayı taklit eder. Dahası Campanella’nın sisteminde (Güneşler Ülkesi’nde de göreceğiniz üzere) mekanik işleyişe sahip bir dünyayla birlikte peygamberler ve mucitleri özdeşleştirmiştir bu da bir nevi mekanik ve büyü arasındaki ilişkiye örnek olabilir. Ayrıca Campanella büyüyü ayrıcalıklı insanlara atfetse de büyüyü yeni bir toplumsal düzenin kurulmasında araç olarak görür.


Francis Bacon bir Rönesans insanıdır ve kendisine veri sağlayacak olan bilim üzerine düşünebilir. Dolayısıyla O, büyücüleri, simyacıları vs. doğayı işletmek amacıyla ele aldıkları için az emek harcamaları ve başarılarının yetersiz olması konusunda teorilerini eksik bulmuştur. Fakat büyüsel sanatları başarısız bulmamış faydalı olduğunu belirtmiş ancak eksik olduklarının altını çizmiştir. Bacon doğaya egemen olmayı amaçlamıştır. Doğanın insana hizmet edecek düzeyde dönüştürülmesi gerektiğine dair olan inanç büyünün doğayı insana faydalı amaç doğrultusunda kullanılmasında tekrar tekrar gündeme gelmiştir. Bacon için büyü uzun süredir kötü bir anlam ithafı yüzünden sorun yaşamaktadır bu yüzden ona eski anlamı tekrar kazandırılmalıdır. Onun için büyü doğada gizli olan form bilgisinin keşfi ve açığa çıkışıdır, metafiziğin pratik kısmı ve işlemsel tezahürüdür. Ayrıca Bacon okült varlıkları reddetmese de onların gizemli olmaları hissinden hoşlanmaz ve görüngülerin mucizeler gibi yansıtılması varlıkların içerisindeki gizli oluşumlarından kaynaklanır. Bir diğer önemli hususta büyünün etiksel boyutu ve Bacon’un buna itirazıdır. Bu itirazın sebebi büyünün insanı faydalı bilgiden uzaklaştırmasıdır. O metafiziğin dalı olan büyüyü reddetmese de mekanik sanata karşı onu tercih etmiştir.


Şimdi gelelim Modern Bilimdeki büyünün yerine. Bacon’dan sonra modern bilimin tamamlanışı Galelio ile tamamlanmıştır. 17. Yüzyılda da eksik oluşuyla gündemde olan doğanın matematikselleştirilmesi sorunu yine gündemdedir. Bu süreçte Galelio ile tekrar başlayıp Descartes ile felsefi düzlemde sonuçlanır.  Rönesans’ta gördüğümüz okültizm izleri Galileo’da da kendini göstermiştir. Galelio için doğanın yasalarını matematiksel olarak inşa etmek Tanrı’nın yöntemiyle aynıdır dolayısıyla onun bilimsel keşfi Tanrısal vahiyle uzlaşı sağlar. Bunun devamında da doğa yasalarının böylesi bir düzlemde ele alınma isteği yani Galileo’nun matematiksel fiziği Descartes’te temellenecek mekanist felsefeye bir temel inşa edecektir ve bu düalizme yol açacaktır. (Töz anlayışındaki ruh ve beden ikiciliği) Bunların sonucunda Rönesans’taki makrokozmos ve mikrokozmos benzerliği yıkılacaktır. Doğanın böylesi determenist bir tutumla ele alınışı ve içindeki ruhun boşaltılmasıyla içerisindeki aktif ve gizli güce yer kalmayacaktır. Bu tutumun neticesinde Tanrı’nın evreni insanın anlayabileceği düzeydeki yasalarla yarattığı fikri açığa çıkacaktır. Descartes’in perspektifinden bakılınca onun gençliğinde okültizme dair kitaplar okuduğunu biliyoruz ancak daha sonra büyü ve bu okült geleneğine karşı olduğu da apaçık aşikârdır. Descartes, Bacon’un büyüye karşı olan tavrını daha da ileri götürmüştür. Bacon büyünün ve büyücünün başarısının rastlantısal olacağından bahsederken Descartes büyücüleri sahtekârlıkla suçlamıştır. Descartes’in Meditasyonlar Üzerine Konuşmalar adlı eseri Rönesans okültizmine ve onun kavramlarının çürütülmesini sağlayan bir yapıt olarak okunabilecek bir yapıttır. Çünkü Descartes dünyadaki maddi varlıkları matematikselleştirerek maddi nitelikler olarak açıklama cihetine girişmiştir.
Genel olarak baktığımızda anlıyoruz ki Rönesans aslında modern bilim ve modern insanı değil yeniden doğuşun tarihsel anlamındaki büyücü – filozof doğasına dönüştür. Bu da Ortaçağ sonrası insanın ve kozmosun arasındaki ilişkinin yeniden sorgulandığı bir dönemdir. İnsan ve doğa arasındaki ilişkiyi inceleyen bu yeni çerçevede bilimsel temeli de olan okültizm dönemin skolastik düşünce zemininden kaynaklı olarak büyü ve astroloji içinde temel bir çatı mahiyetindedir. Filozoflarca farklı amaçlara hizmet ettiği düşüncesiyle ele alınan ve ayrışan büyü anlayışı genel olarak bir yaşam pratikliğidir. Hümanizmden türeyen ve özgür insan eylemine kaynak teşkil etmekle beraber insanı doğayı inceleme ve deneyimlemeye de teşvik eden doğal büyüyle, empirik biliminde önemini açığa çıkarmıştır. Bacon’da da gördüğümüz üzere devrimi tetikleyen şeyin büyüden bilime doğru bir geçiş olması ve modern bilimin oluşması için de bir basamak teşkil ettiği aşikârdır.  Doğal büyüye eşlik eden mistik inanış bir nevi onun farklı yönlere çekilmesine neden olmuştur. Aslında doğal büyü ile makrokozmos ve mikrokozmostaki gizli olan şeylerin keşfi ile bir deneyimleme ve tecrübe alanı ortaya çıkıyordu. Bana kalırsa bu modern bilime yönelme alanında büyük bir adımı teşkil eder. İnsanların doğayı ve gizli hakikati arama ve buna ulaşma konusundaki çabaları mistik olsun ya da olmasın bir nevi deneyi teşkil etmektedir. İnsan bu süreçte Tanrı’nın amaç ve çalışmaları anlamlandırmaktadır bununla birlikte onun bilgisini de paylaşabilmek insana kendisi adına özgüven ve özgürlük sağlamaktadır. Dolayısıyla bu bağlamda bilim insanın doğayı, kendini, evreni anlama ve gizli olan güçleri açığa çıkarma çabalarından ibarettir.

İşte tam da bu devirde (yani Rönesans’ta) bilim ve büyü iç içe geçmiş bir haldedir, ayrışması da pek mümkün gözükmemektedir. Bacon bu durumu aşmak için doğal bilim adına nesnel bir ölçüt ve Tanrı’dan bağımsız bir real dünyanın varlığını açığa çıkarmak için adım atar. 17. Yüzyılda giderek rasyonelleşen tutumla birlikte doğanın matematiksel olarak ele alınıp ifade edilmesi Galileo ve Descartes’in çabalarıyla gelişmiştir. Rönesans’lı filozofların büyüye ve onun olumlu sonuçlarına inanma tutumlarının ardında tarihsel geleneğin ve kadim bilgeliklerin büyüye atfettiği güçlerin, empirik kanıtların, psikolojik – astrolojik ve ontolojik nedenlerle ilintili olduğuna inanan Koyre, entelektüellerin büyüye inanışını bu nedenleri referans göstererek açıklamaya çalışır.

Rönesans’taki tutumla doğa felsefenin pratik yanı olarak görülen büyü bir bakıma modern bilim için bir merdiven görevi görmektedir. O dönemdeki theoria ve praksis ayrımı ve tekniğe olan karşıt tutum modern bilimle dönüşmektedir. İnsan akılla açıklayabileceği şeylere yönelmiş ve bunları matematik yardımıyla temellendirmeye çalışmıştır ancak bunu Rönesans’taki gizli sırlara olan merakına borçludur. Bu merak insanları modern bilimde epistemolojik ve metodolojik bir yöntem arayışına itivermektedir. Ruhu çıkarılan doğa bilimi artık insanları kaderciliğe sevk etmektense bilimsel bir edayla ele alınabilir konuma erişmiştir. Büyüyü mümkün kılan animist ve panteist anlayış yaşanan Kartezyen devrimle doğayı bilimin kollarına atmıştır. Bilimsel bir kimlik kazanan doğa dinin hizmetçiliğinden kurtulmuş olur.

Görüyoruz ki büyü aslında çok eski bir kimliğe sahip olmakla temelleri çok derinlerdedir. İnsanlığın varoluşuyla aynı düzlemde yer alan bu etkinlik insanın kendinden başkasıyla olan ilişkileri de etkilemekte ve onun otoritesini destekleyecek pratik bir yana sahiptir. Tarihin ilerleyen yapısıyla insanların beklenti ve istekleri, merakları ve yaşayışları, tutumları ve daha nice şey de değişime maruz kalmaktadır. Büyü burada her daim insanın yardımcı gücü olmaktadır. Bu güç doğadaki şifreleri açıklamaktan tutunda hakikatin ve gizli varlıkların açığa çıkarılmasıyla ve nice türlü amaçlarla insanın varoluş serüvenini desteklemiştir. Bu gücün sahibi olan büyücü yeri gelmiş yönetici kimliğine bürünmüş yeri gelmiş hakikat öğreticisi haline gelmiştir. Elbette bu anlayışta zamanla kimlik değişiminden kaçamamıştır. Ruhsal varlıkların açıklanması ve sahip olduğu gizem kimi zaman filozofları korkutsa da zamanın akışı içerisinde bundan kopmak elbette kolay olmamıştır. Ancak doğanın ve yaşamın getirilerinin yarattığı problemlere her daim Tanrısal anlamda açıklamalar bulmak soruların cevabının yeterince tatminkâr edemeyeceğini gözler önüne sermiştir. Bu yüzden insanlar bu okültizm zeminindeki büyüyü değişimdeki geçiş evresi olarak kullanarak farklı bir perspektifle doğaya bakmayı akıl etmişlerdir. İşte bu akıl etme sonucu doğa rasyonel ve nesnel bir kimliğe bürünüp bilimselleşme cihetine girmiştir. Dolayısıyla burada rastlantısallık, mucize ya da tesadüf yerini temellendirmelere ve kanıtlara bırakmıştır.

Aslında bu zamanda dahi Tanrıya olan inanç desteklenmiştir. Çünkü Tanrı’nın evreni insanın anlayabileceği düzeyde yarattığı anlayışı destekçi bulabilmiştir. Bu kimlikleşme doğayı fizikle ve mekanikle de buluşturup onu teknik ve teknolojinin kucağına itmiştir. En baştaki teori ve pratik ayrımındaki bilgi ve bilme edimi şuan bambaşka evreye doğru yol alırken geçmişin omuzlarımızdaki gelenekselci tavrı bir bağlama insanların zihnindeki Rönesans kalıntılarıyla yaşamasına ve yaşantılarını etkilemesine sebep olurken bilimselleşmeyle beraber devrimsel bir atılım gerçekleşmiştir. Artık rasyonel akıl hâkimdir ve insan doğa ile iş birliği yapma yerine ona hükmedecek aklının farkına varmış ve Rönesans’ın o mistik büyülü uykusundan uyanmıştır Modern bilim sayesinde. İnsanın büyüyü kullanmasındaki amaç yaşama dair ümidi içinde barındırsa da bilimselleşme yolunda bu ümit yerini amaçları doğrultusunda çabalamaya ve düşünmeye sevk etmiştir insanı. Menfaat kökenli büyü insandaki ümit duygusuyla tutunduğu pratik eylemken daha sonra bu yerini amaç doğrultusunda temellendirilen düşünme yetisi ve nesnel bir çabaya bırakmıştır. İnsan varoluşunu ve isteklerini artık doğanın kanıtlanabilir yasaları ve deneyimlenebilme ölçütü ile anlamlandırma çabasına girişmiştir.  Günümüze geldiğimizde halen her iki inanış ve anlayıştan insanlarda mensuptur. Dini ve okültü iç içe gören ümit ve menfaatlerinin kurbanı olarak büyüye başvuran insanlar 21. Yüzyılda da ne yazık ki mevcuttur. Dinlerin büyüye olan yaklaşımları bir yana dursun, insanın orta yolu bulma ve yaşamındaki dengeyi sağlayabilme konusundaki başarısızlığı gözler önündedir. Rasyonalizmin veya mistisizmin içine körü körüne dalan bir varlık olmaktan kendini alıkoyamayan bu insan en başta menfaatlerini dizginlerse hakikate ulaşabilecektir. Evrenin sırrı ya da bilimin sınırı bu dengeyi bulmada saklıdır bana kalırsa. Evrendeki muntazam düzeni anlamlandırabilmek için din ve bilimi ayrı kulvarlar da ele almak elzemdir. Problemi, çözümü, yöntemi, kavramları kısacası doğaları farklı olan bu iki alan birbirlerine karıştırılmamak zorundadır. Unutmamamız gereken temel husus; bilimsel perspektif metafiziğe kör, sağır ve dilsizdir. Bilimde fiziğin ötesine erişemeyecek kadar buradadır. Doğayı hangi kulvardan ele almak istediğiniz size kalmıştır. Mühim olan sınırları fark edebilmektir…


Sonuç olarak büyü, modern bilimin oluşması anlamında temel teşkil etmiştir ancak yeni bir bakış açısı kazanan doğa ve insanlık eskinin öğretilerinden sıyrılarak yeni bir kimlik edinme ve bir çağı oluşturma sürecinde görevlidir. Büyü, Rönesans ve öncesinde insan ile Tanrı arasındaki iletişim aracıyken Modern bilimde eskinin sırt çevrilen sahte bir öğretisidir artık. Fakat insanların var olanı değiştirme isteği ve gizli olanı açığa çıkarmaya dair olan merak dürtüsü halen can bulmaktadır. Mistik ve gizli olana dair istek her daim çağlar boyunca insanda zuhur edecek bir dürtü olarak varlığını sürdürecektir.

KAYNAKÇA

    • Çörekçioğlu, H. Rönesans’ta Büyü Ve Bilim İlişkisi. İzmir: Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Tarihi Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 1997.
    • Hikmet, T. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. 6. Cilt, s. (501 – 506)
    • Https://indigodergisi.com/2013/01/okultizm-ve-enerji/
    • Https://tr.wikipedia.org/wiki/Okültistler_listesi#Rönesans
    • Https://tr.wikipedia.org/wiki/Okültizm
    • Malinowski, B. (1990) Büyü, Bilim ve Din. (Çev.) Özkal, S. Kabalcı Yayınevi, İstanbul.


GAYE KARALAR
 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...