Jump to content

Divan Edebiyatında Erotizm


nevermore

Önerilen Mesajlar

“Sanat yaratmaları içinde en geniş alana yayılı olan, en çok açılma olanağı taşıyan edebiyattır. Daha doğrusu edebiyat bir ulusun gören gözü, duyan kulağıdır. Sanat sazının en ince, en duygulu sesleri çıkaran teli edebiyattır. Ekonomi alanında, tarih alanında politika alanında görülen bütün titreşimler ilkin edebiyatçıların kulağına gelir. Ozanlar halkı uyarıcı, duygularını kamçılayıcı sanatçılardır.”

Dolayısıyla ozanların ortaya çıkardığı edebi eserler içi dolu, ozanın yaşam felsefesinin yanında dönemin de yaşam anlayışını yansıtan önemli belgelerdir.
Düşünce, duygu, olay ve hayalleri güzel ve etkili bir biçimde anlatan edebiyat sanatı, hayatın her alanını olduğu gibi, cinsel duygulanımları, cinsel istek ve tutkuları ve cinsel eylemi de yapıtlarda işlemiştir. Erotizm, sadece bedensel bir eyleme ve kaba saba anlatıma indirgenmediğinde, kadın-erkek (ya da erkek-erkeğe, kadın-kadına) ilişkileri açısından her dönemde edebiyatın ana konularından biri olma özelliğini sürdürecektir.

Divan edebiyatında gerek tasviri yapılan sevgilinin özellikleri gerekse de aşıkane yazılmış bazı şiirlerde erkek isimlerinin zikredilmesi, Divan şiirinde eşcinsel bir aşkın var olduğu iddialarına yol açmıştır.

Aslında bu, edebiyatta eşcinsel bir sevginin var olduğunu düşünenlerin haklılık payları yok değildir. Divan şiirinde ünlü-ünsüz birçok şair eşcinsel davranışlar gösterdiklerinden dönemlerinde şiddetle kınanmışlar ve birçokları şuara tezkirecileri tarafından eserlerine alınmamışlardır.

Kadının toplum yaşayışından uzak olduğu bu dönemde, hammamiyye’lerde hamamlarda rastlanan güzel delikanlılar betimlenmiş, onlara duyulan cinsel istek şiirleştirilmiştir.  Divan edebiyatının en yaygın nazım biçimlerinden biri olan “gazel”, Arapça’da “kadınlarla âşıkane sohbet” anlamına gelmektedir. Sevgiliye duyulan özlemi, aşkın acılarını dile getiren bu şiirlerde, soyut bir sevgiliden söz edildiğinden, ten hazları anlatılmamıştır. Burada bahsi geçen sevgili çoğunlukla erkek sevgilidir. Ancak kadınların tasvir edildiği, kadınlara duyulan aşkın, özlemin anlatıldığı gazeller de mevcuttur.


Galip Paşa’nın (Öl.1876) şiirlerinde erkeği (Kastamonu delikanlılarından)  Himmet, kadını da Kezban temsil eder. Aslında pek ‘kadın’ demez onun yerine ‘kancık’ demeyi tercih eder. Şiir uzayıp giderken Paşa bazen kendisi araya girer, ağanın oğlunu, köy hocasını, emmiyi yenge kadını da işin içine sokar ve 19. yüzyıl Anadolusunun cinsel geleneklerini renkli bir biçimde sergiler.

Kancık eline her ne zaman geçse y…

Ürkütme, mülayim söz ile okşayarak bas

Birdenbire eşşekcesine dikme y…ı

Önce kıçına, karnına sayhallayarak bas.
Gel tatlı kadın gel bir koyalım diye yalvar

Tutmazsa sözün sonra güzelce bi dayak bas

A.dan ta y…n kalkmaz olursa Tut kösleye delleklere varınca t… bas.

Galib sana benden öğüt olsun iyi dinle Kancık eline her ne zaman geçse y…. Bas 

Galip Paşa’ya göre Himmet, tek bir şey düşünmektedir: Kezban’a sahip olabilmeyi… Ama gözü yine Kezban’da olan bir başkası daha vardır ve kızı Himmet’le birlikte görünce, Paşa’nın deyimiyle “ayı gibi böğürür”, sonra da bir gazele konu olur.

Meclise gelip Kezban’ı Himmet ile gördü

Cinlendi teres ayyı gibi amma böğürdü.
Dikti göğe kafasını köpek gibi ürüdü

Cinlendi teres ayyı gibi amma böğürdü.

Köyde fakının üstüne sırtlan gibi saldım

Dört şaplak atıp yüzde guruş cermesin aldım

Sonra kanadından yapışıp hem yere saldım

Cinlendi teres ayyı gibi amma böğürdü.
Ak cinnu kızıl cinnuyu eşek gibi attık

Etten çomağı karna şagu sonra dayattık

Bir kızla göğüs göğse sabaha kadar yattık

Cinlendi teres ayyı gibi amma böğürdü.
Gökçen kadının aldatarak gönlünü ettim

Ondan geri kattım önüme dağa iliştim

Çaldım y…’ı kahbeye güm güm gümlettim

Cinlendi teres ayyı gibi amma böğürdü.

Galip Paşa aşağıdaki gazelinde, gerdek geleneğini saf ve samimi bir şekilde anlatmaktadır.
Önce yatsı namazı kılınır, bal şerbeti ve rakılar içilir, köçekler davul refakatinde oynar ve nihayet damat yumruklar altında zifaf odasına sokulur: 

Akşam odada çokluk ile yatsıyı kıldık

Yumruk yiyerek gerdeğe güç halle dikildik

Bal şerbeti geldi, bir buduc ortaya kondu

Çepçevresine gökçe sinek denli yığıldık

Başladı köçekler oyuna, çaldı davullar

Akcinnu yutup gakşek olup heyde yıkıldık

Ahret sorusundan da yamanmış aman emmi

Çekti bizi sorguya kadı eyce sıkıldık

Taktı bu gece sorguya Galib beni Kezban

A.la g.. arasında t…k denli kısıldık.

Galib Paşa’nın bir başka eseri olan aşağıdaki gazel de adeta bir kadınla yatma arzusunun dile getirilmiş halidir: 

Geldim Anuş yanına, iyilik eyle bana

Yalvarırım çok sana, tatlı kadın merhaba!
Gel bilece yatalım, yağı bala

katalım Şalvarımız atalım, tatlı kadın merhaba!
Bunu yalan belleme,

çıktı öfke kelleme Gayri bokun elleme,

tatlıkadın merhaba!
A…ğızın han mıdır, çevresi orman mıdır

Issı bi külhan mıdır,

tatlı kadın merhaba!

Engel ile gitme gel, bağrımı kan etme gel

Galib’in incitme gel, tatlı kadın merhaba! 

17. yüzyıldan kalma “Mecmua-i Saz u Söz” yani Saz ve Söz Mecmuası adlı el yazması kitap, bu gün Londra’da British Museum’dadır. Yazarı, Ali Ufki. 1610-1675 yılları arasında yaşamış olabileceği düşünülüyor. Aslen Polonyalı, Müslüman olmadan önceki adı Alberto Bobowski. Gençliğinde Osmanlılara esir düşmüş, İstanbul’a gönderilmiş, saray okulu Enderun’da eğitilmiş, saray tercümanlığı yapmış, musiki öğrenmiş şarkılar ve saz eserleri bestelemiş, dilciliğe ve tarihe de merak salmış, birçok gramer ve tarih kitabı yazmış, bu arada Tevrat ve İncili de Türkçeye çevirmiştir. Yüzlerce yıldan bu yana özellikle İstanbul beyzadelerinin elinde dolaşan bir şiir vardır. Söylenenlere göre 4. Murad (1623-1640) şairlerden birine, “Bana öyle bir gazel yaz ki, ilk mısralar çok ağır bir anlam versin, ikinci mısralar bu anlamı silsin ama şiirin metninde bir kesinti olmasın demiş.  Bu şiiri vezni bozuk bir şekilde de olsa Ali Ufki’de buluyoruz: 

"Ey büt-i şîrin dehan, kameti serv-i revân

Bir gececik gelesin bizim odaya hemân

Sen gelicek kapıya ite ite vereyim

Taşradan içeriye mahbubuın hub-u zeman

Sen geçip oturasın, ben durup az az koyam

Bir kadehin içine sağ-ımey-i erguvan

Serhoş olup yalasın dun ile kalkanı idem

Ekşilice çorbayısana mahmur ey civan

Şöyle uram içeru, hiç kalmaya dışaru

Düşmeninin bağrına hançer-i tiq-ıbürran

Gazelin sonraki yüzyıllarda elden ele dolaşan biçimi ise bir aşağıdaki gibidir:

Eğiliver sokayım iki tutam az mıdır

Lâle ile sümbülü başına ey nevcivan
Bizim eve gelesin, ben kuluna veresin
Selâmüke aleyküm, diyem aleykümselam
Bizim eve gelince ite ite girdirem
Dış kapıdan içeri izzet ile ve'l-ikrâm

Bacakların kaldıram, dibine dek daldıram

Ayağına çizmeyi, olasın yola revân

Önüne diz çökeyim, ılık  ılık dökeyim

Ol gümüş ibrik ile destine âb-ırevân

Ruhsatınla çıkarıp iki yana sallayım

Şu kılıcı kalmasın dünyada sana düşman

İzin ver de sarılıp kucaklayıp öpeyim

Eşiğinin taşını, toprağını ey sultân

Sen önümden gidesin, ben ardından sokayım

Ard eteğin beline, çamur olmasın ammân

Gel gidelim hamama, sürtüştürem ben sana
Kese ile sabunu, rahat etsin cism-ü can
Mest oluben içirem, tükrükleyip geçirem

Parmağına ey sultan, hâtem-i zerrîn-nişân. 

Divan şiirinde görülen erotik betimlemeler sadece 17.ve 18.yüzyıl eserlerinde görülmeyip 16.yüzyılda da karşımıza çıkar. Örneğin 16.yüzyıl ozanlarından olan Ali’nin aşağıdaki gazelinde gayet açık betimlemeler mevcut:

Benimle bir gececik camehaba girme misin
Yeter gunahıma girdin savaba girme misin

Saçınla gün yüzünü ruz-u şeb ne örtersun
Gelince hatt-ı siyahın hicaba girme misin
Beğim tenasub-i a’zını görmek olmaz mı

Peri isen n’ola ömründe aba girme misin 

(Evet, ey delikanlı kara sakalların çıkınca utanırsın sen de. Ne olurdu benimle yatağa girsen. A beyim peri misin gövde nin düzlüğünü  görmeyecek miyiz, sen soyunup da suya da girmezsin, yeter günahıma girdiğin, biraz savab eyle, gel yatağıma...) 

Enderun yetiştirmesi olan Fazıl’ın şiirleri konuyu anlamamız açısından son noktayı koyar. Öyle ki Enderunlu Fazıl kadınlara karşı inanılmaz bir nefret besler; onlarla ilgilenmediğini ve onlardan vazgeçtiğini, o bağa asla fidan dikmediğini (ilişkiye girmediğini) belirtip kadınla ilişkiye girmeyi şanına zarar verecek davranış olarak görmekte ve kadınları fahişe olarak kötülerken oğlancılığı alabildiğine yüceltmektedir.61 Bu durumu en iyi özetleyen şu dizeleridir:

Şairiz şeyn verir şanımıza

Giremez fahişe divanımıza.

Şair ve yazar Latifi, tezkiresinin ‘Fehmi’ maddesinde, şairin “mahmub” düşkünü olup kadınlar ve kadın düşkünlerini değersiz ve alçak yaratılışlı bulduğunu yazar. Hatta Latifi, şairin kadınlardan nefret ettiğini, kadının pişirdiği yemeği yemediğini, kadın seven terzinin diktiği elbiseyi giymediğini, annesi kadın olduğu için babasının evine dahi gitmediğini belirtir. Şairin mizacını daha iyi göstermek için Fehmi’nin yazdığı şu beyitlere de yer verir: 

Zen eger hüsn ile hurşid-i dırahşandan ise

Kaddi tuba vü haddi Gülşen-i rıdvandan ise

Har-perver gül-i hod-rudur ana virme gönül
Bedeni terlik ile berg-i gülistandan ise
(Kadın güzellikte parlak güneş gibi olsa da

Boyu tuba ağacı gibi ve derecesi de cennet bağı gibi olsa da

Yıkıcı yabani gül gibidir o sevilmemeli

İsterse bedeni gülistan yaprağı gibi nazik olsun) 

Görüldüğü üzere divan edebiyatında erotizm, özellikle homoerotizm oldukça fazla işlenmiş ve bu konuları işleyen ozanlar öyle sıradan ozanlar olmayıp Osmanlı sarayında padişahın kendisine şiirlerini sunmuş kimselerdir. 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Şehrengizler ve Şehir güzelleri

Türk edebiyatında “şehrengiz”, Fars edebiyatında ise “şehrâşûb” olarak adlandırılan bu edebî tür, kelime olarak “şehri birbirine düşüren, şehirde fitne çıkaran” anlamındadır. Bu anlamıyla “şehrâşûb” Fars edebiyatında “ma’şûk” ve “sevgili”nin sıfatı olarak kullanılmış, daha sonra ise nitelediği ismin yerini alarak “sevgili” anlamı kazanmıştır

Kelimenin edebî bir türü tanımlaması ise XVI. yüzyılın başlarıdır. Osmanlı edebiyatında şehrengiz, bu yüzyılın başından itibaren yazılmaya başlanmış, XVIII. yüzyılda türün son örnekleri verilmiştir. Agâh Sırrı Levend’in(1893-1978) tezkirelere dayanarak tespit ettiğine göre, on tanesi kayıp olmak üzere Türk edebiyatında toplam 46 şehrengiz belirlenmiştir. Ancak Levend’in çalışmasından sonra yayımlanan çalışmalar ve makaleler, Levend’in tespit ettiklerinin dışında da başka şehrengizlerin olduğunu göstermektedir.

Ferit Devellioğlu’nun hazırladığı Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat’te “şehrengiz”, kelime anlamıyla “şehri karıştıran”, edebiyat türü olarak ise “bir yerin tabiî ve sosyal özelliklerinden bahseden bir nazım türü” olarak tanımlanır. Bu türde yazılmış eserlerin pek çoğunun “sosyal hayat bakımından bir takım dedikodulara sebebiyet verecek mahiyette” olduğu ise parantez içinde açıklanır.

Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatında Şehr-engizler ve Şehr-engizlerde İstanbul adlı çalışmasında şehrengizlerin, “bir şehrin güzellerini tasvir etmek maksadıyla kaleme alındığını” söyler.

Ahmet Kırkkılıç ise “Edirne Şehrengizleri ve Şairleri” adlı makalesinde şehrengizlerin sadece şehrin güzellerini değil, güzelliklerini de övdüğünü belirterek bu türü şu şekilde tanımlar: “Şehrengizler bir şehrin güzelleri, güzel yerleri, ziyaretgâhları, mimarî eserleri, suyu, havası, hayat biçimi vb. hakkında tanıtıcı çizgiler veren ve yer yer bunları öven eserlerdir”

Nuran Tezcan’ın tanımına göre ise “şehrengiz, bir şehrin kendisine aşk duyulan güzel ve çoğu çarşı esnafından olan delikanlılarını tasvir eden ve öven şiirlerden oluşan eserlerdir”

Bu tanımlamalara baktığımızda ortak noktanın “güzel” ve “güzellik”te özellikle Tezcan’ın yorumuyla mahbub güzelliğinde kesiştiğini görürüz. Bununla birlikte yapılan tanımlamalarda vurgunun farklı noktalara kaydığı da açık bir şekilde anlaşılabilir. Devellioğlu ve Kırkkılıç’ın tanımında “şehrin güzelliği”, Levend ve Tezcan’da ise “güzellerin” vurgulandığı görülmektedir. Levend, bu eserlerde sadece güzellerin tasvir edildiğini söylerken, Nuran Tezcan bu güzellerin aynı zamanda “kendisine aşk duyulan” bir erkek sevgili olduğuna ve eserlerde tasvirin ötesinde güzellerin övgüsünün yapıldığına dikkat çeker. Tasvir edilen bu güzeller genelde çarşıda çalışan çıraklar ya da çoğu genç olan esnaflardır.

Konu hakkındaki en ilginç tanımlama şekli ise Mehmet Zeki Pakalın’a aittir. Pakalın Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğünde kelimenin sözlük anlamını kısaca verdikten sonra, genelleyici ama bir o kadar da türün gerçek yapısını ortaya koyar şekilde bir örnekleme yaparak tanımlar: 

“Ortalığa velvele salacak ve dedikoduya sebep olacak şeyler hakkında yazılan şiirlere verilen addır. Engiz; Farsça koparıcı, depretici, karıştırıcı demektir. Şair Sünbülzâde Vehbi’nin gençlere fazla iltifat eden zamanın Maliye Nazırı Defterdar Hilmi Paşa için “Şehrengîz berây-ı çend hûbân-ı meşhûr u melkûb İstanbul der-i defterdârî-yi Hilmi Paşa berây-ı latîfe nüvîşte-bûd” başlığıyla yazdığı […] manzume buna bir örnek teşkil eder.”

Şehrengiz türünün biçimsel özelliklerine bakacak olursak; Osmanlı edebiyatında, şehri ya da o şehrin çoğunlukla esnaf güzellerini mesnevi, kaside, gazel, kıt’a, rubaî, terkib-i bend gibi nazım şekilleri ile anlatan şiirler, şehrengiz türüne dahil edilmiştir. Fakat şehrengizlerin daha çok mesnevi nazım şekli ile yazılmış olduğu görülmektedir. Mesnevi tarzında yazılan bu eserler, kafiye düzeni ve biçim olarak klasik mesnevilerde olduğu gibi münacaâtla başlar.


Münacaâtı çoğu zaman na’t takip eder, peygamberin övgüsü yapıldıktan sonra ise eserin sunulacağı padişah ya da devlet erkânı varsa onun methiyesi yapılır. Sebeb-i telif bölümünde şair, eseri niçin kaleme aldığını belirtir ve bu noktadan sonra güzelleri tasvir etmeye başlar. “Hatime” bölümünde ise dua edilerek eser tamamlanır. Bu eserler yaklaşık 150-250 beyit arasında yazılmış olmakla birlikte, Lami’î’nin şehrengizinde görüldüğü gibi yaklaşık 900 beyit de olabilmektedir.

Bir tür olarak şehrengizlerin ilk örneklerine Fars edebiyatında rastlanır. Adnan Karaismailoğlu’na göre 12. yüzyılda Mes’ûd-ı Sa’d-ı Selmân’ın Divan’ında Sultan Şîrzâd b. Mes’ûd’un saray erkânını konu alan; Sultan Şîrzâd, Sultan Mes’ûd ve bir kısım saray erkânı ile neyzen, şarkıcı gibi müzisyenlerin anlatıldığı 371 beyitlik mesnevi, bu türün ilk örneğidir.

Türk edebiyatında ise bu türün ilk örnekleri 16. yüzyılda görülmeye başlar. Bu dönemde ilk olarak 1512 yılında Mesîhî ve Zâtî, Edirne için birer şehrengiz yazmışlardır. Bundan bir yıl sonra Kâtib, İstanbul ve Vize için; Taşlıcalı Yahyâ ise 1522-36 yılları arasında sadrazamlık yapan İbrahim Paşa’ya ithafen İstanbul için birer şehrengiz yazmıştır.

Şehrengizlerde genellikle adından bahsedilen şehirde yaşayan erkek güzellerden bahsedilmiştir. Bunun tek istisnası, Azîzî (öl. 1585)’nin İstanbul Şehrengîzi’dir. Şekil ve anlatım tekniği bakımından diğer şehrengizlerle aynı özellikleri taşıyan İstanbul Şehrengizi’nde, genel teamülün aksine kadınlar tasvir edilmiştir.

Şehrengizler, çoğu zaman kısa bir “münâcât”la başlar. Bu münâcât, Allah’ın sonsuz büyüklüğü karşısında kendi çaresizliğini gören kulun yalvarmasına pek benzemez. Burada asıl anlatılmak istenen düşünce, şairin gördüğü güzellere dinî görevlerini unutturacak derecede tutkun olması, bu yüzden kendini suçlu görerek affını istemesidir. Doğrudan “sebeb-i te’lif”le maksada giren şehrengizler de vardır. Bunların bazılarında gece ve gündüz tasvirleri yer alır. “Sebeb-i te’lif”te şair, güzellerini tasvir edeceği şehirden bahsederek dilberlerini över.
Tasvirlerini tamamladıktan sonra da “hâtime” bölümüyle eserini bitirir. Bu bölümde şehirde övülecek daha birçok güzel olmasına rağmen tanıdıklarını anlattığını söyleyerek hepsine birden dua eder. Bu arada kendini övmeyi de unutmaz.

Şehrengizlerde güzelliği övülen oğlanların kim oldukları, meslekleri ve hatta bağlı oldukları tarikatlar dahi açıklanmıştır. Örneğin Bursa’daki oğlanların mesleklere dağılımında dokumacılar başı çekerken bunları şu meslekler izlemektedir: Boyacı, Hamamcı, Kılıççı, Bıçakçı, Demirci, Berber, Terzi, Ütücü, Bakkal, Kuyumcu, Nakışçı, Nakkaş, Mekikçi, Kasap, Kadayıfçı, Nalbant.

Şehrengizlerde verilen oğlanların hayali olmayıp gerçek olduklarını, bunların baba adlarının da verilmesi açıkça ispat etmektedir. Bazılarının künyeleri şöyledir: Salihzade Hamza Bali, , Hacı Kasımoğlu Ahmed Çelebi, Haliloğlu Edhem Çelebi, Papaszade Luka, Beytülmal Emini İmam Oğlunun Oğlu, Kuyumzade Gül Mustafa, Mizan Eminioğlu Mim Çelebi, Şeyh Abdülmümin Müridi Hafız Mehmed Çelebi, Kebecizade, Keşti Mustafa Ağa…

 

SADEGÜL TAŞTAN

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...