Jump to content

Sümer Mitolojisinde Öte Dünya


nevermore

Önerilen Mesajlar

TANRI ANLAYIŞI


Sümer dini inanç yapısının temelini tanrılar panteonu oluşturmaktadır. Oldukça çok sayıda olan Sümer tanrıları bir sistem içerisinde düşünülmüştür, Sümerlerin zihinsel tasavvurları sayesinde bu tanrılar teolojik bir inanç olarak kalmayıp, kültür, edebiyat ve mitolojide köklü varlıklar olarak betimlenmiştir. Evrenin sürekliliğinin ve işleyişinin bu tanrıların denetimi ve idaresi sayesinde devam ettiği düşünülmüştür. Her tanrının kendi kült şehrinin olduğu, konumuna göre sayısal değerinin olduğu ve tanrılık alameti olarak çeşitli simge ve tasvirlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Sümerler tanrı anlayışlarını, o dönemin sosyal ve siyasi hayatlarından esinlenerek oluşturdukları görülmektedir.
Tanrı ve tabiat arasındaki ilişki dinin bütün unsurlarında kendisini hissettirmektedir. Tanrılar hakkında yazılmış hikayelerde, olağanüstü güçlere sahip olmalarına karşın, insani zafiyetler de gösterdikleri görülür. Nadiren hayvan şeklinde görülen tanrılar, insan şeklinde tasavvur edilirlerdi. Bu tanrılar; takı takarlar ve süslenirler, yıkanırlardı ve onlara kokular sürülürdü. Şehirde ve kırda görkemli törenlerle gezdirilirler, bir konuttan diğerine araba ya da gemiyle taşınırlardı. Zaman zaman birbirlerini ziyaret ederlerdi. Sıradan insanlar gibi sosyal yaşamlarını sürdürdüklerini görmekteyiz.

Sumerler bu tanrılarının her birini DINGIR kelimesiyle belirtmişlerdir. Sumer tanrıları, insan şeklinde tasavvur edilmiş ve ölüm dışındaki diğer insani vasıflar kendi inançları çerçevesinde bu tanrılara yüklenmiştir. Sumer metinlerinde bu tanrıların yeme, içme, evlenme, çoluk çocuk sahibi olma, hastalanma, yaralanma, savaşma, kızma, öfkelenme, kıskanma, nefret etme gibi insanın temel doğasında bulunan özelliklerin ve duyguların bulunduğu görülür. Ayrıca sahip oldukları olağanüstü güçlerin de belli bir takım kanunlara ve yasalara tabi oldukları anlaşılır. Aynı zamanda her istediklerine ulaşamadıklarını, bazen amaçları uğrunda çeşitli planlar kurup hile ve kurnazlık denilebilecek bir takım davranışların içerisine girdikleri görülür.


DINGIR kelimesinin yıldız benzeri bir işaretle temsil ediliyor olması nedeniyle tanrıların semavi birer varlık oldukları aşikardır. Hatta göksel olan bu varlıkların tüm metinlerde anılması ve dini metinler ile büyü metinlerinde ekseriyetle kullanılması göklerin yeryüzü üzerindeki hakimiyetinin Sumerliler’in bilinçaltında netleşmiş olduğunu göstermektedir. Yani adeta burada bulunan insanlar kendi kendilerine yaşamıyor, yalnızca tanrıların izinleri ve istekleri doğrultusunda bulunuyorlardı. Günümüzde de bir takım modern inançlar bu durumun bir başka inanç silsilesini ortaya koymuştur. İnsanlar arasında yaygın bir fikriyata dönüşmüş astroloji, tanrı inancı olmayan bireylerin inanç boşluğunu kullanarak yıldızların, gezegenlerin bizleri yönlendirdiğini hatta onların hareketlerini değerlendirerek önceden bazı tedbirler alarak geleceğimizi yönlendirebileceğimizi iddia etmektedirler. Yıldızlarla tanrılar arasındaki bu ilişkilendirme fikrinin Akadlar devrinde daha da kuvvetlendiğini görmekteyiz. İşte bu fikirler astrolojinin gelişme aşamalarına kaynak teşkil etmiştir.
Bir Sumer kentinin tanrısı, kenti korumanın yanı sıra tanrılar panteonunda kentin sözcülüğünü de yapmakta ve panteonda şehrin menfaatini korumaktaydı. Ancak bu kent tanrıları, büyük meselelerle ilgilenirler ve sadece büyük krallarla veya önemli rahiplerle iletişime geçerlerdi. Sumer teolojisinde, kent tanrılarının herkesle ilgilenebilecek kadar vaktinin olmadığı düşünülmekteydi. Kent tanrısı o kentte yaşayan bütün insanların sıkıntılarını ve durumlarını takip edemeyecek kadar meşgul olduğu için her ailenin de koruyucu ve sıkıntılarını giderici bir tanrısı bulunmaktaydı. Buna rağmen aile fertlerinin, ailenin tanrısının yanı sıra kentin tanrısına karşı da büyük sorumlulukları bulunmaktaydı. Sumerler’de her birey tanrıların barınma ihtiyacı için yapılan kutsal mabet ve zigguratların yapımında çalışmak, onlara adak sunmak, yapılan törenlere ve dini ritüellere katılmak zorundaydı. Ayrıca bu tanrıların her gün beslenmeleri ve övülmeleri gerekirdi.

Sumerler herhangi bir mesele konusunda tanrıların düşüncesini öğrenmek isterlerse ilk önce rahiplerin yanına gidip onlara tanrı ile kendileri arasında aracılık yapmalarını, kendileri adına tanrıyla iletişime geçip istek ve sıkıntılarını belirtmesini isterlerdi. Böyle bir durumda kurbanlar kesilir, kurbanın karaciğerindeki işaretlere göre bazı sonuçlar çıkarılırdı. Bu işaretlerin hangi manalara geldiği ise mabetlerde bulunan tabletlerden anlaşılırdı. Rahip genellikle bu izleri yorumlar ve gelen kişiyi izlerden çıkarmış olduğu yorumlara göre yönlendirirdi.


Sumer ilahiyatçıları Sumer panteonunu sistematik bir şekle sokmuş, ayin ve bayramlarda okunacak duaları tespit etmişlerdir. Bu sistem çok uzun yıllar kabul görmüştür. Sumer panteonunun en eski üçlüsünü cennet veya gökyüzü tanrısı An, yeryüzü veya fırtına tanrısı Enlil ve Ea ile bir tutulan su tanrısı Enki oluşturmaktadır.3 Ayrıca bu üçlünün makamları göklerin tepesidir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

YAZGI TANRILARI
Sumer panteonunda bulunan yazgıyı belirleyen yedi tanrı olan; An, Enlil, Enki, Ninhursag, Nanna-Sin, Utu ve İnanna bütün diğer tanrılardan farklı bir konuma sahipti. Evrenin oluşumu, yeryüzündeki yaşamın devamı, insanın kaderi, hava, su, toprak, tarım, verimlilik, yaratma ve ölüm gibi en temel hususlar onların sorumluluğunda ve kontrolü altındaydı.
Sumer inanışına göre tanrılar evreni, insanları yarattıkları gibi onların geleceklerini daha doğrusu kaderlerini de baştan belirlemişlerdir. Metinlerde bunu simgeleyen kelime nam: kader, nam.tar: kaderi belirlemek’tir. Buna göre tanrılar yaratılan bir insanın veya bir varlığın ne olacağını, ne olması gerektiğini belirlemiştir. Bu varlığa meydana gelir gelmez de bir ad vermeleri zorunlu idi. Bu ad verme simgesi de mu: isim, ad’dır. İsim verilmeyen hiçbir nesne var olmamış demektir. Yaratma konusunun geçtiği tabletlerde insanın kaderinden söz ediliyor. İlk yaratılan insanlar pek uygun çıkmamış; normal insan tipi birkaç denemeden sonra ancak çıkabilmiştir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

AN
Kült şehri Uruk olan An, ilk hareketin oluşmasını sağlayan tanrı olarak kabul edilmekte ve diğer tanrılarda bulunmayan soyut özelliklere ve güce sahip olduğu düşünülmüştür. Her tanrıya sayısal bir değer yükleyen Sumerler, An için çivi yazılı metinlerde en yüksek sayısal değer olan 60 rakamını izafe etmişlerdir.
Onun kendi şehri olan Uruk dışındaki tüm Sumer kentlerinde de tapınım görmesi, An’a verilen değerin ne denli büyük olduğunu ortaya koymaktadır. Buna karşın An Sumerler tarafından kavranılamaz, anlaşılamaz ve uzak gibi sıfatlarla nitelendirilmekteydi. Muhtemelen buna bağlı olarak da An’a ait tasvirlere ya da betimlemelere de pek rastlanılmamaktadır.
Tanrı listelerinin ilk sırasında yer alır. Çivi yazılı metinlerde tanrıların babası ismiyle vasıflandırıldığı görülmektedir. Tabi bu düşünceye kaynaklık eden şey An’ın çocukları; yani panteonda önemli mevki ve güçlere sahip Enlil, Enki ve İnanna’dır. Ayrıca rahipler tarafından göğün en üstünde olduğu çıkarımı yapılmaktaydı.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ENLİL
Panteonu biçimlendiren yönetici ve okur-yazar kesim, Enlil için çivi yazılı metinlerde 50 rakamını izafe etmişlerdir. Panteonun en yüce ismi olan An’ın bölgedeki etkisini yitirmesiyle birlikte yerine; Akad etkisiyle Sumer kentlerinde bilinirliği gittikçe artan, hava ve fırtına tanrısı olarak kabul edilen, ayrıca metinlerde rüzgarın efendisi olarak zikredilen Enlil baş tanrı olmuştur. Ayrıca An’ın aksine Enlil’in tasvirlerine ve betimlemelerine oldukça sık rastlanılmaktaydı. Mitoloji içinde ne kadar önemli bir figüre dönüştürüldüğü, günümüzde çok daha iyi bir şekilde görülmektedir.


Kült şehri Nippur’dur. Sumerler’e göre Enlil’in; gök ile yer arasındaki hava ve öz olduğu, evrenin düzenini ve her şeyin kök nizamını oluşturan şeyi ifade eden ancak günümüzde tam bir karşılığı belirtilemeyen tanrıların kutsal yasaları olarak kabul edilen ME’nin evren üzerinde yürütücü gücü olduğu düşünülmekteydi.
Sumerler, insanların huzuru ve mutluluğu için tohumları bulup onların büyümesini sağlayan, saban ve diğer tarım aletlerini yaratan Enlil’in, zengin ve mutlu bir şekilde yaşamalarına olanak sağladığı görüşündeydiler. Diğer yandan tufan yaratarak insanları yok etmeye kalkışan da bizzat odur. Ancak daha sonra insanlarla barışmıştır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ENKİ
Kült şehri Eridu olan Enki’ye panteon içinde 40 rakamı izafe edilmiştir. Kutsal şehri olan Eridu’da Enki’ye adanmış Apsu Tapınağı bulunmaktaydı. Tanrılar, kendi kutsal yasaları olan ME’yi ona emanet etmişler, o da bu yasaları denizin dibindeki Apsu Tapınağı’nda koruma altına almıştı ve orada uyurdu. Bu nedenle kimse onu rahatsız edemezdi. Tanrıların sırlarına vakıf olduğu gibi, âlemler arasındaki gizli yolları ve bu yollara giden kapıları da bilmekteydi.


Enki’nin en önemli özelliği tanrılar arasında en çok bilgiye ve akla sahip olmasıdır. Kendisine Kurnaz Tanrı Enki diye hitap edilmesinin sebebi meseleleri akıllılıkla ve kurnazlıkla hallediyor olmasıdır. Sumerler ona bilgelik, deniz ve ırmak tanrısı gibi vasıflar yüklemiş ve buna göre inançlarını şekillendirmişlerdir. Enlil’in evren hakkındaki fikirlerini ve planlarını yürüten ve uygulamaya geçiren aynı zamanda ilk insanı yaratan tanrı da kendisidir. Bu yüzden insanların kusurlarını örter, onların hatalarını giderir ve insanlara nasihatte bulunurdu. Hatta tufan olayında insanların ölümünü engellemek adına yardıma koşan tanrıdır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

NİNHURSAG
Tanrıça Ninhursag’ın kült merkezi Adab şehriydi. Kendisine, bu kentte bulunan E-MAH tapınağında ibadet edilir, ritüeller ve törenler düzenlenirdi. Sumerler Ninhursag’ı büyük toprak ana olarak kabul eder ve buna göre ibadet ederlerdi.
İnsanın yaratılışında da yer almakta olan Ninhursag, ulu hatun manasındaki Ninmah ve doğuran hatun karşılığındaki Nintu ismiyle de adlandırılmıştır. Dağlık ülkenin kraliçesi, dağın kraliçesi, doğurgan kraliçe ve soylu kraliçe gibi ifadelerle isimlendirilmiştir.

Sumer mitolojisinde tanrıların annesi olduğu ifade edilir ve birçok tanrı ve tanrıçayı onun doğurduğu belirtilir. Bu yüzden Mezopotamya bölgesinde hüküm sürmüş birçok kral, kendilerini Ninhursag’ın emzirdiğini ve annelerinin Ninhursag olduğunu söyleyerek siyasi otoritelerini hakim kılmaktaydılar.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

NANNA
Sumer’de ay tanrısıdır ve metinlerde Nanna, Nannar veya Suen isimleri kullanılır. Nanna-Sin’e verilen sayısal değer bir aydaki gün sayısı olan 30’dur. Panteonda Enlil’in oğludur. Sumer teolojisine göre, cehennemde doğduğu için karanlığı benimser ve gelen yardımlardan olabildiğince uzak durur. Ur kentinin koruyucu tanrısıdır. Sumer metinlerinde yer altı dünyasında ölüleri yargıladığı anlatılır. Zamanı belirleyen tanrı olduğu ifade edilir. Ona atfedilen en önemli özelliklerden birisi, yeryüzünde yaşayan kralların yapmış olduğu yanlış işler karşısında büyük bir intikamla hareket etmesi ve onları cezalandırmada önemli bir güç olmasıdır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

UTU
Nanna’nın oğlu ve güneş tanrısı Utu’ya sayısal değer olarak 10 sayısı verilmektedir. Kült kenti Larsa’dır ve burada kendisine adanan E-BABBAR yani Beyaz Tapınak bulunmaktaydı. Sumerler’e göre adaletin, hukuk ve kanunların, yeryüzündeki ve tanrılar âlemindeki düzen ve intizamın tanrısıydı. Güneşin aydınlığıyla ve onun parlak ışıltısıyla özdeşleştirilir.
İnsanların dünyasını aydınlatmak, bitkilerin büyümesini sağlamak ve bütün canlılara sıcaklık vermek için her gün doğu dağlarının açık kapılarından gelerek dünya üzerinde her yere ulaştığına, akşam olunca da ufkun batı tarafındaki paralel kapıdan ölüler diyarına gittiğine inanılırdı. Utu’nun her gün göklerde belli bir düzen ve istikamette ilerlemesinden dolayı her şeyi gördüğüne, bunun sonucunda da adalet, doğruluk, düzen ve haklılığı en iyi sağlayacak olan tanrı olduğuna inanmışlardır. Bu nedenle Sumerler’in inanç yapısında Utu, ilahi bir yargıçtır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İNANNA
Kült şehri Uruk olan İnanna’nın sayısal değeri 15’tir. Gökyüzü tanrısı An’ın, Enlil’in veya ay tanrısı Nanna’ kızı olduğu yazılıdır. Güneş tanrısı Utu ve yer altı dünyasının kraliçesi Ereşkigal, İnanna’nın kardeşleridir. Venüs yıldızını simgeleyen İnanna güzelliğin, çekiciliğin, şefkatin, hırsın, kavganın, önderliğin, kurnazlığın, bereketin ve çoğalmanın simgesi haline gelen bir tanrıça olarak düşünülmüştür.
Bereket ve aşk tanrıçası olan İnanna için savaş, oyun alanı olarak görülmüş ve Sumer silindir mühürlerinde genellikle baştan aşağıya silahlarla kuşanmış olarak tasvir edilmiştir. Kutsal evlilik geleneğinin oluşmasında İnanna en büyük faktördür. İnanna’nın merkezde olduğu kutsal evlilik ritüelleriyle şekillenen tabiat ve bereket tanrıçası olma özelliği diğer bütün özelliklerine baskın gelir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ÖLÜLER DİYARI
Sumerler için evren üçe ayrılırdı: tanrılar diyarı olan gök, ölüler diyarı olan yeraltı ve kendi yaşadıkları yeryüzü. Sumerler öte dünyanın yer altında olduğuna inanmakta ve buraya ölüler diyarı adını vermekteydiler. Kişinin buraya gidebilmek adına birtakım cenaze ritüellerinin yerine getirilmesi gerektiğine inanılmaktaydı.
Ölüler diyarında cennet-cehennem ayrımı olmadığı gibi sonsuza dek yaşanılacağı düşünülüyordu. Burada mitlerden anlaşıldığı kadarıyla Nergal, Ereşkigal, Namtar ve Ningişzida gibi tanrıların yanısıra ölümlerinin ardından Gılgamış ve Dumuzi hüküm sürmekteydiler. Ancak III. Ur devrine değin Mezopotamya’da güney ve kuzey bölgeler arasında ölüler diyarının tanrı panteonu farklılıklar göstermekteydi. Ayrıca tanrıların emirlerini uygulayan ve kötü yaratıklar olarak tasavvur edilen Galla adı verilen demonlar bulunmaktaydı.

İnanna’nın Ölüler Diyarına İnişi mitinde ruhların, karanlıkta ve tozlu bir yerde tüylerle kaplanmış oldukları yazılıdır:
Sin’in kızı İştar dönüşü olmayan ülkeye,
Ereşkigal’in mekanına gitmeye karar verdi:
Sin’in kızı gitmeye karar verdi,
Karanlık Konut’a, Lirkalla’nın Malikanesine;
İçeri girenlerden birinin çıkmadığı o Konut’a;
Dönüşü olmayan Yol’dan;
Girenlerin ışıktan yoksun kaldıkları Konut’a,
Sadece toprağın kaldığı, tozun bol olduğu yere,
Girenler karanlıklarda şaşkın, gün ışığını hiç göremez,
Kuşlar gibi tüy giysi giyerler,
Bu sırada kapıları kilitleri toz kaplar...


Bir başka mit olan Ningişzida’nın Ölüler Diyarına Yolculuğu’nda burada yiyecek ve içeceğin bulunmadığı dolaylı yollardan anlatılmaktadır. Hatta Ur-namma’nın Ölümü mitinde bu diyarda yiyeceklerin acı, suların ise tuzlu olduğu yazılıdır. Burada Ur-namma yanında getirdiği sığır ve koyunlardan oluşan bir ziyafet verir.

Ölüler diyarı hakkında ayrıca ‘Gılgamış’ın Ölümü”, “Nannaya’nın Ölümüne Ağıt”, “Gılgamış, Enkidu ve Ölüler Diyarı”, “Edina Uşagake”, “Lulil ve Kız Kardeşi” mitlerinden bilgiler sağlanmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

CENNET ve CEHENNEM
Sumerler için tanrılara karşı işlenen kusur ve günahlar dışında; yalan söylemek, kavga etmek, alışverişte müşteriyi aldatmak, tarla-bahçe gibi arazilerin sınırlarını başkaları zararına değiştirmek, komşu malına göz dikmek, komşu malından bir şey aşırmak, komşularına zarar vermek, zina etmek gibi bugün de hoş görülmeyen ve toplumun uyum ve huzurunu bozan esaslar tanrılar tarafından cezalandırılırdı.

Ancak Sumerler’e göre, insanlar dünyada işledikleri bütün günahların ve kusurların cezasını yine bu dünyada çekeceklerdi ve bu nedenle düzeni koruma işi tanrılara bırakılmıştı.

Sumer dininde hem mükafatlar hem de cezalar dünyaya özgü kavramlardır. Bu nedenle insan dünyevi hayat dışında bir şey beklememelidir. Tanrılarına karşı göstermiş oldukları sadakat ve dindar tavırlarla beklentileri yeryüzündeki hayatın düzeni ile ilgilidir. Çözümleyemedikleri kader yalnızca yeryüzündeki hayatla ilişkiliydi ve bu nedenle ölümden sonrası için beklentileri yoktu. Tanrılardan gelecek iyilikler ve kötülükler sadece yeryüzündeki geçici hayata ait olabilirdi.


Sumerler’in öteki dünya ve cennet ya da cehennemin varlığı ile ilgili düşünceleri “İnanna’nın Ölüler Diyarına İnişi” ve “Enki ile Ninmah” adlı mitlerden anlaşılmaktadır. Mitler sayesinde cennet-cehennem gibi kavramlara bakışları aşağı yukarı bilinen Sumerler’de yeraltı arkaik dönemde adeta tanımsız bir boşluk gibi görülürdü. Ancak her bir milenyumdan sonra Mezopotamya toplumunun ölüme bakışındaki değişikliklerle burası bugünkü manasına eşdeğer bir cehennem olarak lanse edilmeye başlanmıştır. İnanna’nın Ölüler Diyarına İnişi mitinde İnanna buradan kurtulmak için kendine ait özel tılsımlı takılardan oluşan kıyafetini parça parça vermek zorunda kalır. Nitekim buradan kurtulur ancak yine de uyulması gereken bir kural vardır: Buradan kimse çıkamaz. Bu nedenle İnanna kendi yerine başka birinin bu diyara girmesini sağlamalıdır. Nitekim İnanna kendisinin düştüğü bu durumuna üzülmediğini düşündüğü sevgilisini yani Dumuzi’yi oraya hapsettirir.

Cennet ise onlara göre yeryüzündedir ve günümüzde İran Körfezi’ndeki Bahreyn Adası olduğu düşünülen Dilmun kenti olarak metinlerde ifade edilmiştir. Enki ile Ninmah mitine göre bu cennette ilkin temiz su yoktur. Enki, güneş tanrısı Utu’ya talimat verir ve Utu burada temiz su yaratır. Nihayetinde o cennet bağlar, bahçeler, bitkiler, hurma ağaçlarıyla dolar. Bu cennette baldan da söz edilmektedir. Ninhursag burada sekiz çeşit bitki yaratır. Bunların tadını merak eden Enki ise hepsinden yer ve sekiz yerinden hastalanır. Enki, bu bitkilerden yediği için Ninhursag ilk önce onu lanetler; ancak daha sonra bağışlar ve her organı için bir bitki yaratarak onu iyileştirir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ÖLÜM, RUH ve RİTÜELLER
Eski Mısırlılar’da görülen iyiliklerle ölünün ruhunu kurtarmak, mumyalamak gibi yeryüzündeki varlığı devam ettirmek yolundaki davranışlara Sumerler’de rastlanılmaz.

Çünkü ölüm onlar için mecburi bir istikamet olarak kabullenilmekteydi. Bir kişinin ölümünde bedeninden bir rüzgar çıktığına inanan Sumerler, bu rüzgar için IM ifadesini kullanmışlardır. Ancak bu ruh yerine dile getirilen IM ölüler diyarına gittiğinde artık adı değişir ve ona GIDIM adını verirler. Ki bu kelime Sumerler ve Akad soyunda ruh-hayalet kelimelerini karşılamaktadır.
Ölü doğan çocukların ruhları öte dünyada rahat içinde olacaklardı. Ancak yaralanarak ölen veya cüzzamlıların, acılarını öte dünyada da çekecekleri düşünülmekteydi. Ana babalarına saygısızlık yapmış olan kişilere ise orada pis ve kötü su verileceğine inanılırdı. Utu’nun ölüleri yargıladığı ve Nanna’nın kaderlerini tayin ettiği bu yerde bulunan demonların, insan düşmanı olduklarının ifade edildiği metinlere bakılırsa, kişileri ölmeden önce biraz korkutmanın gerekli olduğu düşünülmüş olmalı.
Sumer inancına göre her ruh kendi kişisel tanrısının adıyla çağırılacaktır. İnanna’nın Ölüler Diyarı’na İnişi mitinde burası yedi duvarla çevrilmiş bir hisar gibi gösterilmiş ve her birinde bir muhafızın görevli olduğu anlaşılmaktadır. Diyarın yedi kapısının muhafızları, bir kere buraya giren insan ruhunun bir daha buradan çıkmasına müsaade etmiyorlardı. Buraya girenler ebedi bir ıstırap içine atılmış oluyorlardı. Bu durumdan dolayı Sumerler, bu ıstırap alemine mümkün olduğu kadar geç gitmeyi umut ediyorlar, bütün ayin ve ibadetleri yeryüzünde uzun bir hayat sürmek ve rahat yaşayabilmek adına yapıyorlardı.

Gudea Silindirleri diye bilinen eserde geçen Gudea’nın Gatumdug’a hitabı buna güzel bir örnektir:

"Kraliçem, berrak gökyüzünün kızı, ne iyi ise, sen onu tavsiye edersin ve onu gökyüzünün birinci katına kabul edersin, memlekete hayat veren sensin, sen Lagaş'ı meydana getiren kraliçesin, anasın! Senin gözettiğin halkın kuvveti artar; koruduğun dindarın ömrü uzar. Benim annem yoktur; Anam sensin. Benim babam yoktur: Babam sensin ... Beni mabette sen doğurdun. İlahem Gatumdug, sen bütün iyiliklere vakıfsın ... İçime hayat nefesini sen bıraktın. Anamın himayesinde, senin gölgen altında, saygı hisleri ile dopdolu kalmak istiyorum ..."

Elbette Sumerler yalnızca sağlık ve uzun yaşam dilemiyorlardı. Bu dünyada yaşanan sorunların başında maddi sorunlar ezelden beri insanlığın öncelikli problemi olagelmiştir. Bugünde sıkça görüldüğü üzere daha çok mal ve mülk üzerine istekler metinlere yansımıştır. Bu metinlere örnek olarak III. Ur Sülalesi devrine ait olan ve Urşaga adlı bir vatandaşın yazdığı mektup bir mabete verilerek kral aracılığıyla tanrıdan niyaz edilenin bildirilmesi amacıyla yazılmıştır.

"Kralıma, menevişli gözleri olan boğaya,
Lapislazuli-sakalı olana, söyle:
Altın Heykel, iyi bir günde yaratılan,
Sfenks, temiz bir ağılda büyütülen,

Sin’in kızı İnanna’nın kalbinde yerleşen!
Efendime, İnanna’nın yiğidine söyle:
Sen, An'ın bir çocuğu gibi bilgili yetiştirilen sen,
Senin sözün geri çevrilmez, bir Tanrı sözü gibi,
Senin vecizelerin, gökten inen yağmur rüzgarıdır,
Onu denetleyebilecek kimse yoktur!
Urşaga, senin kölen, şöyle konuşuyor:
Kralım bana hak verdi, ben Ur'un bir evladıyım:
Böylece Kralım ilahi Hükümdar (tıpkı: 'göğün') gibi gerçektir,
Baba evimi kimse ele geçiremesin,
Baba evimin temelini kimse elimden almasın!
Kralım bunu bilesin!"

Bütün insanların ruhları karanlıklar diyarına giderdi. Ancak insan ruhlarının her birinin oradaki görevleri birbirinden farklı idi. Bazıları eski elbiseler gibi, kurtlar tarafından delik deşik edilmişti. Bir çoğu da çöplüklerde toza toprağa bulanmış vaziyetteydi. Bununla birlikte daha iyi konumda olanlar da vardı. Bunlar memleketi savunurken savaş meydanında ölen şehitlerdi. Onlar anne, baba ve eşlerinin özenli davranışları arasında bir istirahat döşeğinde yatar ve temiz su içerlerdi. Evlatları ya da ailesi tarafından kendilerine her ay adaklar getirilenler, kimsesizler ya da evlatları tarafından unutulmuşlar olanlar gibi çöplükler içinde kırıntı toplamaktan kurtulmuş olurlardı. 

Ancak cesedi gömülmeyen kişinin ruhunun huzursuz olduğu ve kötü ruhlara karıştığı düşünülürdü. Kitabelerde ilahi cezaya mahkum olanlar hakkında “cesedi atılsın, mezar bulamasın” denilmekteydi.


Esasen ruhlar arasında herhangi bir eşitsizlik yoktur. Yani soylu, köle, kadın, erkek için öte dünyada aynı koşullar geçerli olacaktır. Ancak bir inanışa göre bu dünyada daha çok çocuk sahibi olanların Sumer teolojisine uygun olmasa da öte dünyada diğerlerine nispeten daha iyi koşullara sahip olacakları düşünülmekteydi. Muhtemelen bu düşünce rahip veya soylu sınıfın insanların çoğalmasının, iş gücünün sürdürülebilirliğine etki edeceği düşüncesi olabilir. Çünkü Sumer dininde eşitsizlik görülmemektedir. Tabi Gılgamış’ın Ölümü mitinde Ziusudra’nın ölümsüzlüğü elde eden tek kişi olduğu ayrıntısı unutulmamalıdır.

Ölümü zaruri ve kaçınılmaz bir netice olarak kabul etmişler ve bu nedenle cenazelerin gömülmesine büyük önem vermişlerdir. Cenaze töreni genellikle zahmetsiz olmakla birlikte ölünün servetine, sosyal konumuna göre değişmekteydi. 

Her bir kişinin cenaze ritüelinin eksiksiz olarak yerine getirilmesi gerektiği inancında olan Sumerler, aksi bir durum için günümüzde de yansımalarını gördüğümüz bir düşünceye inanıyorlardı. Bir ölünün ailesinin cenaze duasında bulunması oldukça önemliydi. Ritüelleri eksik olan veya hiç yapılmayan bir ölünün ruhunun rahatsız olduğu ve bu nedenle bu dünyadaki yakınlarının rüyalarına musallat olacağı düşünülürdü. Bu ruhların musallat oldukları kişilerin içine girebilmek ve rahatsız etmek için yeraltından nasıl çıktıkları bilinmiyor olsa da onların tanrıların elçileri oldukları ve tanrılar adına yeryüzündeki insanları cezalandırmak için geldiklerine inanılırdı. Birtakım büyü ve tılsımlı sözlerle bu musallat olan ruhların tekrar ölüler diyarına gönderilmeleri için din görevlilerine başvurulurdu.


Benzer bir durum ise ölünün mezar başında yaşanmaktadır. Her cenaze ritüelinde kişinin maddi durumuna bağlı olarak yemekler verilirdi. Burada bazı metinlerden tespit edilmiş Ağlama Adamları ve Ağlama Kadınları bulunmaktaydı. Bu kişiler için Harmut SCHMÖKEL kötü ruhların kovulmasında rol oynadıklarını düşünmektedir. Ancak günümüzde de islami gelenekte bu türden kadınlar ölü evine gelerek bu ritüeli gerçekleştirmektedirler. Her ne kadar meslek olarak yapılması bazı çevreleri rahatsız etse de uygulamanın islam öncesinden bugüne dek sürdüğü açıkça görülmektedir ve H. SCHMÖKEL’in dediği gibi kötü ruhların kovulmasından ziyade topluluk içinde insanların daha rahat ağlamalarını sağlamak ve kimsesi olmayanlara karşı bir sorumluluğun yerine getirilmesini sağlamaktadırlar.


Kişi öldüğünde yıkanır, yağlanır ve hasır yada kumaşla sarılarak yanında kişisel eşyaları, yiyecek-içecek ve hediyelerle birlikte gömülürdü. Ayrıca defin esnasında bir din adamı dualar okurdu. Bu hediyeler veya adaklar önce bekçilere sonra tanrılara sunulmak içindi. Yiyeceklerin ise ölüler diyarında kırıntılara mahkum kalınmaması içindi. Bu ritüelleri gerçekleştirmek ailede bulunan en büyük erkek çocuğun göreviydi. Eğer erkek çocuk yoksa kız, o da yoksa evlatlıkların görevi olurdu. Kralların cenazesinde normal birinden hariç olarak, heykelleri yaptırılıp tapınağa konur ve çok sayıda kurban kesilirdi. Hatta bununla ilgili bilgilere idari metinlerdeki masraf listelerinden ulaşılmaktadır.


Mezopotamya’da yapılan kazılarda, tarihi M.Ö. 2600’e kadar dayandığı düşünülen bir kraliyet mezarı bulunmuştur. Cesetlerinin çevresinde bulunan çeşitli hazineler arasında: zengin eşyalar, sandıklar, yataklar, müzik aletleri, oyunlar, değerli sofra takımları, silahlar, mücevherler, altın ve değerli taşlardan takılar, ayrıca tek bir mezar içinde yetmişi aşkın iskelet ortaya çıkarılmıştır. Krala öteki dünyada eşlik etmeleri için muhtemelen zehirle ve kendi rızalarıyla öldürülmüş askerler bulunmaktadır. Bu buluntu sayesinde kralların yalnız gömülmediği fikri ortaya çıkmıştır.

Bunca eşyanın mezara gömülmesi elbette önemli bir inancın ürünüdür. Bu konuda araştırmacılar genel olarak hemfikirdirler. Ölünün öte dünyada gerekli olabilecek eşyaları yanına alarak bu dünyada sürdürdüğü rahatı orada da sürdürebilmesi içindir. Elbette sınıfsal fark burada ortaya çıkıyor olsa da kralların mezarlarında bulunan askerlerin öte dünyada kralı koruyabilecekleri inancı temelde Sumer inancına aykırı görünmektedir. Öte yandan H. SCHMÖKEL’e göre taş baltalar, topuzlar ve kargılar, öte dünyaya giden tehlikeli yolda savunma amacı olarak konulurdu.


Daha sonraki dönemde ölü gömme ritüellerinde Asurlu kimselerin ya da Anadolulu kimselerin Anadolu’da bulunan mezarlarında bir takım ticaret aracı ya da gümüş bulunması temelde ölen kimsenin öte dünyada ticaretine devam edebilmesi içindi. Hatta ölünün evlatları ekonomik darlığa düştüğünde tekrar yerine koymak üzere defini açarak bir miktar sermaye alıyorlardı. Böyle bir inanca Sumerler’in de sahip olduğunu tespit edebilmek elbette elde bulunan yazılı kaynakların sınırlı olması nedeniyle mümkün görünmemektedir. Sumerler’e ait ticari bağlamda metinlerin azlığı nedeniyle ticarete ne denli haiz olduklarının bilinmemesi; eşyaların oraya konma sebebinin yalnızca öte dünyada rahat yaşam sürdürülmesiyle ilgili olduğu tezini şimdilik tek gerçek olarak karşımıza çıkarmaktadır.

KAYNAKÇA
Abdullah ALTUNCU, “Sümerler’de Tanrı Anlayışı ve Panteonu”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt-4, Sayı-7, Haziran 2014
Hartmut SCHMÖKEL, “Sümer Dini”, Çev. Mehmet Turhan Özdemir, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1971, C. XIX,
Jean BOTTERO-S.N. KRAMER “Mezopotamya Mitolojisi”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 3.basım Nisan-2019, İSTANBUL
Ömer KAHYA, “Ölüm Sonrası Hayat: Sümerce Metinlerde Öteki Dünya”, TAD, C.37/S.63, 2018, s. 49-76.
Özden Gül ÖTKER, “Sumerliler’in Dini İnanç ve Adetleri”, Yüksek Lisans Tezi 2006
Umut DİNÇ, ASEAD CİLT 5 SAYI 1 Yıl 2018, S 64-75

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...