Jump to content

Önerilen Mesajlar

broken-isnt-bad.jpg?w=736

 

Uyandım. Duvarın kenarında, dolapla kapı arasında saklanmış, bacaklarını göğsüne doğru çekmiş üzgün bir vaziyette otururken gördüm onu. Korkuyla açılmış gözleri, paniklediğini, korktuğunu gösteriyordu. Uyandığımı görünce seslendi,

 

“Nasıl uyuyabiliyorsun? Dünya çöküyor… Yarattığımız dünya çöküyor. Nasıl uyuyabiliyorsun? En ufak bir rüzgarda yıkılacak barakan… Yapayalnızsın.”

 

Paniklemişti. Ona benden daha güven veren birinin sarılmasını, her şeyin geçeceğini, her şeyin düzeleceğini söylemesini istiyordu. Bu kaos ortamında oldukça güvensiz ve korkularla doluydu. Saklanmak ve sorumluluklarının bir başkası tarafından üstlenilmesini istiyordu. Kaçmak istiyordu…

 

“Neden bu kadar korkuyorsun?” diye sordum.

 

“Nasıl neden bu kadar korkuyorum? Görmüyor musun? Bugüne dek inşa etmeye çalıştığımız her şey iskambil kağıdından… En ufak bir rüzgarda yerle bir olması işten bile değil!”

 

Paniklemesini anlıyordum. Eskiden onu susturur, görmezden gelir ya da kendimi başka şeylerle oyalardım. Ama bunca yıl onunla ilgili edindiğim deneyimler sonucu artık onu umursamaz görünmeyi bırakmam gerektiğini öğrenmiştim. Onu bu ruh halinden çıkarmam gerekiyordu. Bu da üzerine düşünmesini sağlayarak mümkün olabilirdi ancak. Bu yüzden üzerine gitmeye karar verdim.

 

“Ne olur yıkılırsa?”

 

“Deli misin sen? Görmüyor musun? Aç kalırız, açıkta kalırız… Hiçbir hayalimize kavuşamayız.”

 

“Yaşam bir deneyimden ibaret ve açlık da buna dahil değil mi?”

 

“Ne diyorsun? Bunca zaman neyi inşa ettik o zaman? Ne için çaba verdik? Her şey bir yerlere gelebilmek içindi…”

 

“Evet, bir yerlere gelebilmek içindi. Ama beni yanlış anlamış ya da kendine göre yorumlamışsın hep… Gelmeyi tasarladığımız yer, bizden tarihler önce yaşamış olan insanların ördüğü duvarlar arasındaki o düz yol değildi ki. İnsanlar bağımlılıklarıyla ördü o duvarları… Yaşam standartları, konumlandırmalar, statülerle ördüler o duvarları. Bizim haritamızda ise dümdüz ovalar, sert kayalık dağlar var. Hiçbir zaman bu duvarlı yoldan yürümeye heves etmedik ki biz?”

 

“Bugüne dek hep o duvarlı yoldan ilerlemedik mi? Kimse bakmazken koşup dağlara kırlara gitmedik mi? Nasıl ayrılırız bu kervandan? Neler der insanlar?”

 

“İnsanlar da insanlar… Ne çok önemsiyorsun insanları… Onlar da en az bizim kadar bu dünyaya terk edilmemişler mi? Onlar mı biliyor yaşamanın nasıl bir şey olduğunu? Kendilerine kolay bir yol ve birçok yöntem inşa etmişler sadece. Bütün bunların yanılsama olduğunu göremiyor musun? Yoksa rahatın bozulacağı için şımarıklık mı yapıyorsun?”

 

“Rahatım bozulacağı için neden şımarayım?”

 

“Yeni yollar, bilinmezlik demek… Her adımına dikkat etmek demek. Sen çok alıştın insanların ördüğü ve belediyelerin asfaltladığı dümdüz yoldan yürümeye… Tembellik bu.”

 

“Ama burası ulaşılacak olan yere giden en kısa yol.”

 

“Sen öyle düşünüyorsun. Yolun ulaştığı bir yer olduğunu nasıl ezberledin bilmiyorum ama yolun sonu her an her yerde gelebilir. Bir dağa tırmanırken de yolun sonuna gelmiş olabiliriz. Ovada koşarken de…”

 

“Bu belirsizlik seni ürkütmüyor mu?”

 

“Asıl bu belirlilik ürkütüyor beni. Bir sığır sürüsü gibi, kimin ne zaman kurduğu belli olmayan bir patikayı kullanıyoruz. Bunca zaman milyarlarca insan yürüdü bu yoldan. Değişen hiçbir şey yok? Daha mı iyi dünya? Her şey aynı hızda kötüye doğru gitmeye devam ederken, yoldan kopmamak nasıl bir korku ve güvensizliğin eseri?”

 

Onu düşünmeye sevk etmek işe yaramıştı. Paniklemiş hali yerini daha düşünceli bir görünüme bırakmıştı. Değerlendirmeye çalışıyordu. Anlamaya çalışıyordu. Anlamak ise korkuyu yener her zaman.

 

“Bağımlılık bu… Başkalarına bakarak yaşamak. Başkalarında gördüğümüzü istemek. Belirli bir yaşam standardı yakalamak ve o kategori içinde sayılan değerlere, eşyalara ve özelliklere sahip olmakla mutluluğu elde etmek. Onlardan biri olmak.”

 

“Peki bu mantıklı mı sence? Kendi kurduğun hayali ihtiyaçlar için çabalayıp, onlardan biri gibi davranarak kendine, bana, özüne ihanet etmiyor musun? Hadi… Sen de biliyorsun. İçinde özgür kalmak isteyen bir kuş var. Yüreğinde. Çırpınıp duruyor…”

 

“Haklısın. Ama ya mutsuz olursak?”

 

“Mutsuzluk mu? Hala öğrenemedin mi? Sadece basit bir bakış açısı bu. Nereden bakmayı seçtiğine bağlı olarak değişiyor. Hiçbir kategoride değilsin, sil kafandan ihtiyaçlarını, bağımlılıklarını ve insanların ne düşüneceğini kontrol etmeye çalışmayı…”

 

Ürkek gözlerle bana baktı. Teselli edilmek istiyordu hala. Yanına gittim. Sarıldım.

 

“Hiçbir şey geçmeyecek. Hayat her zaman korku ve telaşlarla, kaygıyla dolu. Hep seninle yapayalnız olacağız. Bizi kimse teselli etmeyecek, edemeyecek. Kimse omzumuzdaki bu yaşam yükünü almayacak bizden. Alamayacak. Anlıyor musun? Bu yüke başka yükler eklemeyelim, ne olur… Bağımlılıklar, korkular… Bunlara gerek yok. Duvarın içinde kalmaya da gerek yok, ötesine geçmeye de gerek yok. Sadece ilerlemek gerek. Farklı fırsatları görüp sağa, sola, ileri ve hatta geriye doğru bile ilerlemek gerek… Korkularla büzüşüp saklanırsak duvarın kenarında, hiçbir fırsatı göremeyiz.”

 

Usulca kalktı oturduğu yerden. Korku bulutları zihninden dağılmıştı. Rahatlamış görünmüyordu. Zaten yaşamda rahatlamak diye bir şey yoktu…

 

Görsel: Broken isn’t bad

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

“Haklısın. Ama ya mutsuz olursak?”

 

“Mutsuzluk mu? Hala öğrenemedin mi? Sadece basit bir bakış açısı bu. Nereden bakmayı seçtiğine bağlı olarak değişiyor. Hiçbir kategoride değilsin, sil kafandan ihtiyaçlarını, bağımlılıklarını ve insanların ne düşüneceğini kontrol etmeye çalışmayı…”

 

Ürkek gözlerle bana baktı. Teselli edilmek istiyordu hala. Yanına gittim. Sarıldım.

 

“Hiçbir şey geçmeyecek. Hayat her zaman korku ve telaşlarla, kaygıyla dolu. Hep seninle yapayalnız olacağız. Bizi kimse teselli etmeyecek, edemeyecek. Kimse omzumuzdaki bu yaşam yükünü almayacak bizden. Alamayacak. Anlıyor musun? Bu yüke başka yükler eklemeyelim, ne olur… Bağımlılıklar, korkular… Bunlara gerek yok. Duvarın içinde kalmaya da gerek yok, ötesine geçmeye de gerek yok. Sadece ilerlemek gerek. Farklı fırsatları görüp sağa, sola, ileri ve hatta geriye doğru bile ilerlemek gerek… Korkularla büzüşüp saklanırsak duvarın kenarında, hiçbir fırsatı göremeyiz.”

 

Usulca kalktı oturduğu yerden. Korku bulutları zihninden dağılmıştı. Rahatlamış görünmüyordu. Zaten yaşamda rahatlamak diye bir şey yoktu…

 

... ... ...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

giovanni-esposito4.jpg?w=736

 

Bazı önemli kararları alırken zorlanıyorum. Bu kararlara ve düşüncelere başkalarının verdiği değeri vermek, bende korku uyandırıyor. Değer yüklemesi yaptığım olgular, sanki yüklendikleri ağırlıkla asla gerçekleşmeyecek birer engele dönüyor hayatımda. Sanki içimde bir başka ben sinsice ortaya çıkıp, bütün değerlerimi alt üst etmek istiyor.

 

Bu nedenle sigarayı bıraktığımı kendime dahi itiraf etmiyorum. Belki dile getirdiğim düşünceler bilincimin altında yaşayan o ürkek sinsiyi yeniden harekete geçirecek. Belki yeniden altüst edilmiş değer kırıntıları arasından cılız bir istek yükselerek dudaklarımın arasına o izmariti yerleştirecek, bilemiyorum. Ama zaten bu nedenle itibarsızlaştırma politikası uygulamıyor muyum? “Zaten öyle iddialı bir sigarayı bırakış değildi bendeki” diyerek kendime karşı gurur kurtarma çabası gibi… Bu nedenle bilmiyorum son izmariti ne zaman emerek dudaklarımın arasında öldürdüğümü… Önemsemiyorum da.

 

Aynı şeyi pek çok duruma uyguluyorum. İçimdeki sinsiden kaçınmak için geliştirdiğim bir tür savunma şekli bu. En sevdiğim insana en çirkin yakıştırmaları yapmam, kendimi de aynı şekilde yerle bir etmem hep bu yüzden. Bir çarkı döndürür gibi değiştirip bakış açımı, kendimi açıların en şekilsizine yerleştirip oradan izliyorum önümde uzanan manzarayı.

 

“Hoş bir adam ve bana bakıyor. Gözlerimin içine…”

 

“Giydiğin elbisenin davetkar kısalığı onu cezbetmiş olabilir.”

 

“Haklısın. Belki de birine benzetmiştir.”

 

“Ya da arkanda bir yerlere bakıyordur”

 

“Zaten bana baksa ne olacak ki?”

 

“Bu alkollü ortamda kendisini iyi hissettirecek herhangi bir nesne olmaktan çok daha ötesin sen”

 

“Üstelik bu eğlence türü beni yeterince mutlu etmezken, tanımadığım birini eğlendirmek için enerji harcamak çok gereksiz”

 

“Canı cehenneme”

 

“Canı cehenneme”

 

Ve değersizleşiyor, itibarsızlaşıyor hissettiğim, yaşadığım ne varsa. Özgürleşiyorum. Hiçbir yere demir atmadan… Yalnızlaşıyorum.

 

“Zeki görünmek zorunda mısın?”

 

“Neden?”

 

“Her şeyin satır arasını okumaya çalışıyorsun”

 

“Şaşırmanı istemiyorum. Tüm alternatifleri gör istiyorum.”

 

“Bazen şaşırmak iyidir.”

 

“Canın cehenneme”

 

“Canın cehenneme”

 

Görsel: Giovanni Esposito

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

broke-shaden13.jpg?w=736

 

Karanlık ve sıcaktı… Gözlerim karanlığa alışana dek nerede olduğumu anlayamadım. Ense kökümde hafif bir sızı vardı. İçimdeyse bir karanlık… Sanki boşluk. Anlamıyordum ne hissettiğimi. Tamamen uyuşmuş gibiydim.

 

Gözlerimi kısarak etrafın karanlığına alışmaya çalışırken bir yandan da doğrulmak kolumdan destek aldım. Hafifçe doğrulduğumda, odada yalnız olmadığımı fark ettim. Beni izliyordu. Sessizce… Saklandığı yerden bana bakıyordu. Bakışlarının tenimin üzerinde bıraktığı his öylesine netti ki, orada bir şeyin beni izlediğinden emindim. Sadece onu henüz göremiyordum. Gece rahatça kitap okuyabilmek için başucuma astığım lambanın düğmesine dokundum. Çıt! Beyaz ışık odaya yayılırken, karşımda hissiz bakışlarını yüzüme dikmiş duran kendimi gördüm.

 

“Ne yapıyorsun?”

“Hiç”

“Neden bakıyorsun?”

“Neden bakmayayım?”

“Neden benden ayrısın?”

“Neden senle aynı olayım?”

“Her soruma soruyla mı karşılık vereceksin?”

“Bilmem, sence ne yapmalıyım?”

“Belki de sorularıma nezaketle cevap vermelisin?”

“Belki sana ben sorular yöneltmeliyim?”

 

Küstah yanıtının ardından yanıma doğru birkaç adım attı. Zihnimden aynı anda birçok düşünce geçiyordu. Karşımdaki gerçekten ben miydim? Ya da benim görünümüme bürünmüş bir cin miydi? Ya da rüyada mıydım? Yoksa delirmiş miydim sonunda? Hiçbir sorumun yanıtını bulamıyor, gözlerimle onun yanıma doğru gelişini izliyordum. Konuşmayı onun yönetmesine izin vererek zihnimde dönüp duran sorulara cevap bulacağımı umuyordum.

 

“Neden kaçıyorsun?”

“Kaçmıyorum”

“Kaçmıyor musun? Sürekli ertelemiyor musun yaşamı? Yapmak istediklerin içinde tutkuyla yanıp tutuşurken…”

“Tutkular… “

 

Duraksadım. Gözlerini açmış, bana bakıyordu. İçimde yıllardır sönmüş bir alevi yeniden canlandırmak istediğini düşündüm. Oysa çoktandır yok olmuştu yaşama karşı umutlu bakmak ya da hayattan güzel şeyler beklemek… Yaşam, aldığımız ilk nefesle dahi bizi en büyük acılara boğarak öldürmeye programlanmış bir katildi. Yıllar önce bir defa sihir bozulmuş, bir daha da asla düzelememişti hayatım. Neyi istesem ya tam tersini elde ediyordum ya da istediğime pişman oluyordum. Konuşmaya devam ettim.

 

“Bir şeyi bu kadar çok istemek doğru gelmiyor bana.”

“Hiçbir seçim yapmadığında daha mı iyi olacak?”

“En azından kaderime düşeni yaşayacağım…”

“Kader yaşanmaz, yaratılır. İlmek ilmek örer insan kaderini yaptığı seçimlerle.”

“Seçimsizlik de bir seçim değil mi?”

“Değil… Seçim bilinçle yapılır, seninki tamamen bilinçsizlik. Tutkularını boğuyorsun. Daha içinde tütmeye başlamadan alevler, üzerini kumla örterek boğuyorsun içinde. Bu şekilde yaşadığını mı sanıyorsun?”

“Yaşamak umrumda değil… Ben bu dünyada sadece zaman geçiriyorum.”

“Peki, şöyle sorayım; zamanını boşa harcamaktan zevk alıyor musun? Yoksa sürekli bu hissiz halinle ağzın açık şekilde hala bir şeyler hissedebilen insanları izlemek hoşuna mı gidiyor?”

“İnsanlar, duygularının seline kapılıp giden, sürüklenen, ulaştıkları yerler hakkında hiçbir fikirleri olmayan zavallılar güruhu sadece.”

“Sen hiçbir şey istemeyerek ve hiçbir yere ulaşmak için kılını kıpırdatmadan yaşadığın şu yaşantında onlardan daha mı üstünsün?”

“Üstün olduğumu iddia etmiyorum. Sadece onlardan biri olmayı kabul edemiyorum.”

“O zaman sen onlardan daha sefilsin. Keşke onlardan biri olabilsen.”

 

Kibirimde boğulmuştum… Hep böyle olurdu. Tartışmayı kazanabilmek adına var gücümle elimdeki tüm savunma mekanizmalarını ortaya sererdim. Kazanma hırsım gözlerimi körelttiğinde, en uç noktalara giden zihnim, esasında yapmıyor olduklarını bile yapıyormuşçasına savunurdu… Derin bir nefes aldım. Önce kendime, sonra karşımda duran görüntüme dürüst olmalıydım.

 

“O kadar da değil… Çabalıyorum. Hayata tutunmak için çabaladığımı görüyor olmalısın?”

“İçini tutkuyla yakmayan bazı konulara el atıyorsun sadece. Delirmemek için vaktini biraz da hoşlandığın şeylerle geçiriyorsun… Ya tutkuların?”

“Benim tutkularım yok ki. Çoktan söndü hepsi?”

“Peki ya o?”

 

Neyi kast ettiğini anlamamıştım. Ruhumu yakıp geçen ne vardı ki? Öylesine uzaklaşmıştım ki kendimden, kendimin bana neyden bahsettiği konusunda hiçbir fikrim kalmayana dek soyutlamıştım ruhumu dünyadan. Başını yan çevirip gözlerimin derinliklerine baktı. Sanki gözlerimden ruhuma, oradan zihnime dalıyor, benim için yararlı cümleleri arıyor gibiydi. Sonunda dayanamadı.

 

“Bunu düşün istersen biraz… Bunu düşünmen önemli. Kendini yeniden bulmalı ve bu buz betonun içinden çıkmalısın,” dedi.

 

Neyi düşünmem gerektiğini dahi anlamamış bir halde, yatakta öylece durdum. O, yavaş ve yumuşak hareketlerle somutluktan soyutluğa doğru çözülüp giderken, öylece bakakaldım arkasından. Kendimden bihaber…

 

Görsel: Brooke Shaden Photography

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

42670233_713758835658436_395629907448692736_n.jpg?w=736

 

Son günler moral bozukluğu ve hastalıklar nedeniyle oldukça zor geçiyordu. Dünyasal yoğunlukların ve üzerime çullanan sorumlulukların da verdiği ağırlıkla kendimi bir an evvel haftasonuna atmaya çalışıyordum. Geceleri gözüme doğru düzgün uyku girmiyor, gündüzleri de kasvetli havanın da etkisiyle battaniyenin altından çıkasım gelmiyor, işe gitmek istemediğim halde giderek sürekli huzursuz bir ruh haliyle etrafta dolanıyordum. Yine içimdeki binlerce bakışaçısı toplaşıp kendi aralarında konuşmuş olacaklar ki, şefkatli olanla karşılaştım. Eksikliğini çok zaman hissettiğim şefkatli bir anne gibi usulca süzüldü odaya. Artık alışmıştım. Korkmuyordum, gerilmiyor ve paniklemiyordum. Aksine, onu gördüğüme sevinmiştim çünkü uzun zamandır kendimle bağlantı kuramıyordum adeta…

 

– Hoşgeldin…

 

– Hoşbuldum. Bu defa beni bu kadar rahat karşılaman hoşuma gitti. Demek ki sen de alıştın artık bizleri bastırmak yerine bizimle iletişim kurmaya… İçerde, çocuklarla birlikte senin için biraz endişelendik. Son zamanlarda iyice hissizleştin farkında mısın?

 

– Evet… O kadar yoğunum ki, hiçbir şeye ruhumu katamıyorum. İnsanları, duyguları hissedemiyorum…

 

– Biz de bu yüzden telaşlandık. Hayatının bazı bölümlerini o derece görmezden geliyorsun ki, gerçekten hissetmiyorsun. Seninle hiç iletişim kuramadığımız döneme dönme riski yüzünden telaşlanıyoruz biraz… Konuşmak ister misin?

 

– Ne kadar kibarsın… Size karşı tutumumu değiştirdiğimi biliyorsunuz. Sizi bir düşman değil, bir dost olarak görüyorum artık. Evet, çok ağır sözler söyleyenleriniz olabiliyor. Ama hazırım ben. Kendimi tanımak, kendimle birleşmek ve tam olmak istiyorum. Bunun da kendimi inkar etmekle değil, sizi tek tek tanıyıp, hepimize uygun bir yaşam kurmakla mümkün olacağının farkındayım.

 

– Yaşamındaki bu gelişme bizi çok mutlu ediyor. Elbette biz ne dersek hepsini yerine getirmeyeceksin. Bazılarımızı disipline edecek, bazılarımızı zaman zaman susturacaksın. Ama öncelikle doğamızı tanıman gerekiyor. Doğru yoldasın… Seni çok seviyorum.

 

Gözlerinin içi parlıyordu bunu söylerken. İnsan, manevi desteğe ihtiyaç duyduğunda ancak böylesi bir tatlılıkla kendisini güvende hissedebilirdi. Bana dokunulmasına alışkın değildim. Yavaşça uzanıp o düşünce bulutu içinden saçlarımı okşadığını fark ettiğimde irkilmiş olsam da, bu çok hoşuma gitti. Ani kriz anları dışında kendime karşı, başkalarına karşı olduğum kadar şefkatli ve kibardım artık. Tutumumdaki bu gelişme beni de çok mutlu ediyordu.

 

Yumuşak bakışlarındaki ışık yavaş yavaş yer değiştirmeye, muzip bir ifadeye bürünmeye başladığında şefkat ile konuşmanın sona erdiğini, bir başka duygunun benimle iletişime geçmeye başladığını fark ettim. Bu muzip bakışlar ve küçük kıkırdamalar gelen karşısında dikkatli olmam gerektiğini hissetmemi sağlıyordu.

 

– Kıkırdayan insanlara karşı savunmaya geçmekten vazgeçmelisin, dedi kıkırdayarak.

 

– Biliyorsun, o kadar çok alaya maruz kaldım ki hayatımda, fazla gülen insanlar bana tuhaf geliyor. Sanki her an beni yaralayabilecek cümleler dökülecekmiş gibi geliyor. Hemen taşlaşmaya başlamam bu yüzden…

 

Gözlerinde bir anlığına hüzün ve şefkat gördüm. Ancak bunları alt edip yine en üstte kalmayı başarmıştı kıkırdak duygular. Konuşmaya devam etti,

 

– Tek başına içinde kocaman bir evren taşıyorsun… Her şey senin içindeyken, aynı zamanda bir hiçsin. Bütün bunların farkındasın ve hala başkalarının kendi karmaşaları içinde sana neler söylediğini umursuyor musun? Bence boşver ve bu dünya denilen gökyüzünde özgür bir martı gibi süzül sadece… Önemli olan sadece sensin. Benim, biziz.

 

– Bu bencilce değil mi? Bütük kadim öğretilerde bencillik şeytansı bir durum olarak hakir görülmez mi? Bana neden böyle şeyler salık veriyorsun? Şeytansı bir duygu musun sen?

 

– Hadiii…. Bu kadar kör olamazsın… Okuduğumuz ve deneyimlediğimiz onca şeyden sonra bana gerçekten bunları soruyor musun? Yaşamın, evrenin, her şeyin tek olduğunu hala göremedin mi? Yoksa görmezden mi geliyorsun? Daha kolay değil mi günah keçisi ilan edip bir şeyleri, ezbere yollardan yürümek… Çalıştır şu aklını biraz. Bizleri inkar etme ve hepimizi tanı…

 

– Haklısın. Biraz fazla fevri davrandım ve ezbere konuştum sanırım. İyi ve kötü… Kavramlar ve tanımlar. Sınırlar… Sınırlar yok. Şeytan ve Tanrı bir.

 

– Artık karanlık yüzünle de tanışmaya başlamalısın…

 

Ürktüm. Karanlık yüzüm, bilinçaltım… Mitolojilerdeki yeraltı dünyası gibi geliyordu bana. İçimde kimseye göstermek istemediğim ve henüz görmediğim, farkında dahi olmadığım neler vardı?

 

Yüz ifademi görünce yine kıkırdamaya başladı. Tam olarak hangi duyguyu ifade ettiğinden emin olamıyordum. Tam olarak hiçbirine oturmuyordu. Muziplik miydi? Neşeden başka bir duygu olmalıydı. Neşe daha az düşünen, her an gülen bir tipti çünkü.. Muzip ise insanları düşündürmeyi, güldürmeyi ve tuhaf duygular yaşatmayı seviyordu. Sanırım hayatımda oldukça sık yeri olan bir duyguydu bu ve sonunda işverenini satmış bir tetikçi gibi beni vurmaya gelmişti. Ama haklıydı… Zaten insanları duygudan duyguya sürüklemesinin temelinde de bu haklılığın payı yok muydu? Bunları fark ettiğimde yüzümdeki panik maskesi düşmüş, ben de kıkırdamaya başlamıştım. Onunla bir olmak çok güzel bir duyguydu.

 

– Haklısın, dedim. Tamam. Pes. Kendimi arama yolunda daha beni ne kadar maymun edeceksiniz hiçbir fikrim yok, ama hazırım. Yeraltı dünyasına girip Hades olan benliğimle de tanışabilirim. Hiç sorun yok, dedim.

 

Kibirli bir tavırla elleriyle saçlarını geriye doğru atarken bana göz kırptı ve muzip bir kahkaha atarak yavaşça yok oldu… Yine beni neler bekliyordu?

 

Görsel: AurorA (PicsArt)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

 

İnsanın içindeki güçlü yanı kötüyse, haksızsa, art niyetliyse şayet, onu bilerek, duyarak yaşamak çok zor. Onun sesini, çığlığını duyup sağduyulu davranmak işkence âdeta. Mesela öfkeden su bardağını duvara geçiresin gelir ama yanlış olduğunu bilirsin, iradeli davranıp bu eylemi gerçekleştirmezsin. Sen sakin olursun, sinirin kalbinde patlar... İnsanların içine bu sesleri kim koymuş, biri çıkıp söylesin...

 

Doğuştan cömert olanın cömertliği mi daha erdemlidir yoksa doğuştan cimri olanın cömert olma çabası mı? Pozitif eğilimler ve negatif eğilimler... Sanırım savaş bundan ibaret...

 

Her insanın bir tarafı akıtır, bidonu delik olamayan insan yok yeryüzünde. Şu yüzyılda herkes kendini çok önemli, değerli sanıyor. Buna takılmadan yaşamak lazım... Benim hayatım, benim, ben, sahiplik... Hayır senin değil... Sen kelimesi dahi çok bencilce, hiç kelimesi de sahte bir tevazu... Mümkünse aklına bile getirme bu tarz kelimeleri. Kendine bir ad bile verme...

 

Kant diyor ki; mutlu olun...

“Mutluluk için 3 kural; bir şeylerle uğraşın, birisini sevin ve uğrunda umut edecek bir şey bulun…” Immanuel Kant

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

 

İnsanın içindeki güçlü yanı kötüyse, haksızsa, art niyetliyse şayet, onu bilerek, duyarak yaşamak çok zor. Onun sesini, çığlığını duyup sağduyulu davranmak işkence âdeta. Mesela öfkeden su bardağını duvara geçiresin gelir ama yanlış olduğunu bilirsin, iradeli davranıp bu eylemi gerçekleştirmezsin. Sen sakin olursun, sinirin kalbinde patlar... İnsanların içine bu sesleri kim koymuş, biri çıkıp söylesin...

 

Doğuştan cömert olanın cömertliği mi daha erdemlidir yoksa doğuştan cimri olanın cömert olma çabası mı? Pozitif eğilimler ve negatif eğilimler... Sanırım savaş bundan ibaret...

 

Her insanın bir tarafı akıtır, bidonu delik olamayan insan yok yeryüzünde. Şu yüzyılda herkes kendini çok önemli, değerli sanıyor. Buna takılmadan yaşamak lazım... Benim hayatım, benim, ben, sahiplik... Hayır senin değil... Sen kelimesi dahi çok bencilce, hiç kelimesi de sahte bir tevazu... Mümkünse aklına bile getirme bu tarz kelimeleri. Kendine bir ad bile verme...

 

Kant diyor ki; mutlu olun...

“Mutluluk için 3 kural; bir şeylerle uğraşın, birisini sevin ve uğrunda umut edecek bir şey bulun…” Immanuel Kant

 

İnsanın kendisini tanımaya başlaması önce dış dünyayı tanımlamaya başlamasıyla oluyor. Aslında kişi kendi içine dönüp önce kendini tanımlayarak başlamalı işe ve bu nedenle ilk etapta bencil olmalı. Tüm öğretilerde bu nedenle insanın kendini bilmesi teşvik ediliyor. Sonrasında kendisiyle diğerleri arasındaki tek farkın bir illüzyon olan beden olduğunu fark ettiğinde zaten var olan her şey ile bütünleştiğinde, bencillik tamamen son bulacaktır.

 

Şahsen mutlu olmakla ilgilenmiyorum. Mutluluk bana sahte geliyor. Yarattığımız her şey tersiyle birlikte hayatımıza giriyor. Mutlaka tersini de deneyimliyoruz. Bu yüzden tek tek duyguların peşinden koşmak gereksiz değil mi?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Mantık gereksiz dese de dünyayı maddi manevi şekillendiren insanların arzuları, istekleri yani duygularıdır. Sen farklı davransan da hissiyatın farklı olabilir. Bir insana duyguları biçim verir. Bir duygun aşırıysa bu o kişiye zarar verir. Kimisi kendini ele geçiren birkaç dengesiz salgı bezine esir olur, bazısında bazı salınımlar az olur hayatı altüst olur, bazısı içindeki iblisle savaş verir. Bu duygular insanın içinde birer sese dönüşür. Sonra aklınla, iradenle bir yol tutturmaya çalışırsın... Yani Nietzsche'nin kalbiyle beyin kimyası farklı dillerde konuşuyordu.

 

Sonra insanın ruhu bedenini iyileştirebilir mi? Bir ihtimal, belki...

 

İnsanın kendisini tanımaya başlaması önce dış dünyayı tanımlamaya başlamasıyla oluyor. Aslında kişi kendi içine dönüp önce kendini tanımlayarak başlamalı işe ve bu nedenle ilk etapta bencil olmalı. Tüm öğretilerde bu nedenle insanın kendini bilmesi teşvik ediliyor. Sonrasında kendisiyle diğerleri arasındaki tek farkın bir illüzyon olan beden olduğunu fark ettiğinde zaten var olan her şey ile bütünleştiğinde, bencillik tamamen son bulacaktır.

 

Şahsen mutlu olmakla ilgilenmiyorum. Mutluluk bana sahte geliyor. Yarattığımız her şey tersiyle birlikte hayatımıza giriyor. Mutlaka tersini de deneyimliyoruz. Bu yüzden tek tek duyguların peşinden koşmak gereksiz değil mi?

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Mantık gereksiz dese de dünyayı maddi manevi şekillendiren insanların arzuları, istekleri yani duygularıdır. Sen farklı davransan da hissiyatın farklı olabilir. Bir insana duyguları biçim verir. Bir duygun aşırıysa bu o kişiye zarar verir. Kimisi kendini ele geçiren birkaç dengesiz salgı bezine esir olur, bazısında bazı salınımlar az olur hayatı altüst olur, bazısı içindeki iblisle savaş verir. Bu duygular insanın içinde birer sese dönüşür. Sonra aklınla, iradenle bir yol tutturmaya çalışırsın... Yani Nietzsche'nin kalbiyle beyin kimyası farklı dillerde konuşuyordu.

 

Sonra insanın ruhu bedenini iyileştirebilir mi? Bir ihtimal, belki...

 

Elbette ister istemez bazı duyguları tadıyoruz. Ancak bunların peşinden koşmak yerine, geldiklerinde deneyimliyorum, dalgaya kapılıp gitmek yerine yerimde sıçrıyor, anı yaşıyorum. Çok itibar etmiyorum yani duygulara... Değişkenliklerini bilmek gerek çünkü. Hepsi farklı açılardan bakıldığında, farklı noktalara götürüyor insanı. İnsanın ruhunun -geç kalmadığı sürece- bedenini iyileştirebileceğine inanıyorum bu arada.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

43502986_257960681528298_4303031956091699200_n1.png?w=736

 

Gece tarafından sarmalanmış tüm o ölümlü bedenler gibi uykuya dalmak üzere uzandığım yatağımda uzanmış dururken, gözlerimi öylesine tavana dikmişken, son zamanlarda bana uygun olmadığını düşündüğüm ne çok tavır içerisine girdiğimi düşündüm. Bu davranışların bana uygun olmadığını düşünüyordum ancak yeri ve zamanı geldiğinde, kendimi bu davranışları sergilemekten alıkoymuyor, alıkoyamıyordum. Hangisi bendim?

 

Gecenin en koyu renginde buluyordum aydınlıklarda görmeye alıştığım yüzümü… En karanlık ve gizli kalmış fısıldayışların ortasında, alev gibi dans eden, kırmızı saçlarını savurup atan bir çingene kızı gibi… Hangisi bendim?

 

Gözlerini gözlerime anlamlı bakışlarla dikmiş, alev saçlarını yumuşak bir el hareketiyle omzuna doğru çeken, orada tutup saçlarının uçlarıyla oynayarak üzerime doğru gelen bendim. Tehlikeliydi… Ürkütücü. Ne çok acı vardı anlamlı bakan gözlerinde? Ne çok dibe vuruş. Ne çok güçlü duruş… Dudaklarının kenarlarındaki küçük kıvrımlar, üzerime doğru gelirken ürkütücülüğünün kendisine hoşnutluk kazandırdığını ifade ediyordu. Beni küçücük bir hareketiyle avcunun içine aldığının farkındaydı. Konuşmadan yüzüme doğru uzandı elleriyle. Yüzümü ellerinin arasına aldı. Sakladığı tüm sırları dudaklarımdan öperken bana bağışladı.

 

Titredim… Ürkütücü bir elektrik dalgasıyla sarsılırken ben, karşımdaki endamlı kadın, bütün kadınsılığından soyunuyor, eriyor, küçücük bir kız çocuğuna dönüşüyordu. Ürkek, mücadeleden korkan küçücük bir kız çocuğu… Korku dolu gözlerle bana çevirdiği gözleri yardım istiyor, karşılaştığı her şeye karşılık ne kadar güçsüz olduğunu hissettiriyordu. Sonrasında tekrar dönüşüyor, dönüştükçe ürkütücü, tehlikeli bir hale varıyordu… Hangisi bendim?

 

Kadının silüeti gözlerimin önünde yavaşça eriyip yok olurken, aniden her ikisinin de benim içimde var olduklarını ve birbirlerini var ettiklerini fark ettim. Birbirlerine dönüşüyor, birbirlerini dönüştürüyorlar, aynı anda var oluyorlardı bu yaşamda… Benimle tek cümle bile kurmamışlarsa da –zaten verdikleri sır cümlelerle anlaşılamazdı ki- tüm doğalarını anlamış, tüm karmaşayı görmüştüm gözlerimin önünde… Hangisi bendim? Hepsi… Karanlığım ve aydınlığım, birbirine korku ve tiksinmeyle bakan birer maske değil, dönüşen ve dönüştüren bir güç olarak içimdeydi… İçimdeki karanlık odada, yığılıp kaldığım yatağımın üzerinde, ilk defa bu kadar keskin hatlarla, bir daha asla inkar etmeyeceğim ve görmezden gelmeyeceğim şekilde çıkmıştım kendi karşıma…

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

picsart_11-02-08-57-44.jpg

 

Beni acımasızca eleştiren parçamın sesiyle uyandım bugün. Dünya'nın dışına atılan bir adım gibiydi cümleleri... Etrafımı yavaşça sarıp beni teslim alırken bütün gerçekleri tüm acısıyla yüzüme vurmaktan zevk alıyor gibiydi.

 

 

"Senaryolar... Zihninde uzun yıllardır gördüklerin, duydukların, okudukların, izlediklerinin etkisiyle oluşmuş senaryolar var. Dikkatli ol!" diyerek söze başladı.

 

 

Yarı aralık gözkapaklarımın ardından sabahın kör saatinde tepemde dikilip duran eleştirmene göz ucuyla baktım.

 

 

"Bu saatte ne işin var? Uyuyorum," dedim. Dinlemedi.

 

 

"Senaryolarına uygun insanları bulduğunda, rolleri dağıtıyorsun. Farkında mısın? Bu bir yanılsama. Bu özenti dolu bir ergenin bazı film sahnelerini taklit etmesi gibi..." dedi.

 

 

Gözlerimi açtım. "Ne anlatıyorsun sen?" dedim.

 

 

"Bunu artık öğrenmelisin... Aylardır süregelen yalnızlığının sonunda koridorun sonunda ışık görmeye başlaman bizi endişelendiriyor. Yalnızlıktan kurtulma çabasına girmemen takdire şayan bir durumdu ancak artık sanrılarla hareket etmeye başladığını düşünüyoruz. Geleceği düşünmeyi bırakıp şimdide yaşaman konusunda ısrarcıyız biz."

 

 

"Zerre anlamıyorum sözlerini..."

 

 

"Diyorum ki... Geleceği düşünerek zihninin saçma sapan senaryolarıyla gözünü boyamadan ilerlemelisin bu hayatta... Tanıştığın insanları belirli kategoriler halinde algılayıp, zihnindeki favori senaryolara oyuncu olabileceklerini değerlendirdiğin fikrindeyiz. Bu her zaman hayalkırıklığı demektir... Bu yüzden acilen yak o senaryoları..."

 

 

"Ben böyle yaptığımı düşünmüyorum. Elbette bir insanı tanımaya çalışırken başlangıçta, zihnimin önyargı bürosunda belirli kategorilere düşüyor insanlar. Tanımaya devam ettikçe önbüro onları farklı kapılara doğru yönlendiriyor ve sonunda çıplak gerçekle karşı karşıya kalıyorum. Bu bazen yıllar sürüyor, bazen de on dakikalık iş oluyor."

 

 

"İşte, diyoruz ki, önyargı bürolarını kapat. Ezbere olan her şey senin yıkımın. Çünkü o insanlar, odadan odaya geçerken, başlangıçta üstlerine yapışan tüm etiketlerden sıyrılıp, çırılçıplak şekilde karşında kalana dek, odalar değiştikçe değişen senaryolara bağlı beklentilerinin tatmin edilmesini bekleyerek kırılıyorsun."

 

 

"Peki ama o zaman nasıl tanıyabilirim insanı?"

 

 

"Adım adım... Sıfırdan başlayarak. Hiç kimse elindeki senaryolara uymayacak. Bunu bil istedik. Olması muhtemel olanlara kapılıp, asıl olanı kaçırmamalısın..."

 

 

"Bunu düşüneceğim."

 

 

"Bunu düşünmelisin."

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

43386627_248896865821110_1961503940516249600_n.jpg?w=736

 

Yoğun bir günün ardından eve varabilmiş olmanın huzuruyla odanın kapısını açtım. İçindeyken insanın bütün gün kaskatı durmasına neden olan tüm o ciddiyetle doldurulmuş kıyafetleri üzerimden çıkarıp atarken, gözüm hiçbir şey görmüyordu. Bir an evvel günün ve insanı samimiyetsizliğe iten gündüzün ağırlığından kurtulmaya çalışıyordum. Yumuşacık kumaşın içinden başımı çıkardığımda, saklambaç oynar gibi odanın köşesine sinmiş, korkulu gözlerle beni izleyen O'nu fark ettim. 6-7 yaşlardaki çocukluğum, dizlerini göğsüne doğru çekmiş, masanın altından korkulu gözlerle bana bakıyordu.

 

 

Tuhaf hallerimi tuhaf zamanlarda yanı başımda bulmak uzun zamandır ürkütücü gelmiyordu. Ama onun bakışlarındaki korku, oldukça endişe vericiydi. Uzun zamandır kendime şefkat vermeyi öğrenmiş olduğumdan dizlerimin üstüne çökerken, yüzümde küçük çocuklarla konuşurken takındığım "ben dostum" gülümsemesi vardı."Heyyy sen... Benden mi gizleniyorsun?" dedim. Başını "hayır" anlamında sağa ve sola doğru salladı. "Peki kimden saklanıyorsun?" diye sordum. "Hissettiklerimden" diye yanıtladı.

 

 

Yine kendimi karşıma alıp konuşmam gereken anlardan birindeydim. Dürüst ve şefkatli olmam gerekiyordu. Mükemmeliyetçiliğime odadan çıkmasını söylediğimde, bunu yaparken bile aslında mükemmeliyetçiliğime hizmet ettiğim düşüncesi zihnimde bir anda belirip yok oldu. Şu anda o düşünceye tutunmanın zamanı değildi. Küçücük bir çocuğun acilen yardımıma ihtiyacı vardı ve o çocuk bendim. Masanın yanında, yerde bağdaş kurarak oturdum. Küçük çocuklarla iletişim kurarken onların boylarına inmeyi severim. Böylece göz teması çocuğa küçüklüğünü hissettirmez ve çocuk kendisini daha rahat açar karşısındakine. Kollarımı iki yana açarak kucağıma gelmesini işaret ettim gülümseyerek. Çekingen bir tavırla, emekleyerek çıktı masanın altından ve ayağa kalkmadan kendisini benim yumuşacık kucağıma bıraktı. Sol bacağıma oturmuş, sırtını göğsüme yaslamıştı. Onu rahatlatmak için saçlarıyla oynamaya başladım.

 

 

"Çok güzel saçların var" dedim,

 

 

"Tararken canım çok acıyor" dedi.

 

 

"Bazen her şey daha kötü bir hale gelmesin, daha çok acı çekmeyelim diye biraz acı çekmek gerekebilir" diye yanıtladım. Çok iyi anlamış gibi başını salladı. Ona sımsıkı sarılıp, olumsuz duygularından korktuğunu anlatmasını bekleyerek "Hangi hislerinden korkuyorsun?" diye sordum. "Hepsinden" diye yanıtladı.

 

 

"Neden?"

 

 

"Çünkü hissetmek, acı verici. Sevgi reddedilmekle, istemek yoksun kalmakla eş" dedi.

 

 

"Peki hissetmemek?" diye sordum.

 

 

"Donuk bir şey o" diye yanıtladı ve devam etti. "Hisler içime dolduğunda, içime dolan duyguları anlamaya çalışırken bulutların içinde gibi oluyorum. Bunları tanımlamaya çalışırken, tepki vermek için çoktan zaman geçmiş oluyor."

 

 

"Onları senin için tanımlayacak bir büyüğün yok mu?" diye sordum. Oysa cevabı biliyordum. Sürekli yaşam savaşı içinde olan ebeveynler ve bebeklikten kalma travmalar sonucu kapalı bir kutuydu çocukluğum. Gözlerini devirdi.

 

 

"Senin için hissettiklerini tanımlamamı ister misin?" diye sordum kendime çevirdiğim çocuğun gözlerinin içine bakarak...

 

 

"Ben onları istemiyorum" dedi.

 

 

İçimde senelerdir kireçlenmiş bir tortu halinde varlığını sürdüren büyük bir tabaka yapıştığı duvardan ayrıldı.

 

 

"Aslında hislerini tanımlayabiliyorsun, ama hissetmek istemiyorsun" dedim. Başını "evet" anlamında öne arkaya doğru salladı. Saçlarını okşarken sesli bir şekilde anlatmaya başladım.

 

 

"Bu yaşımda, hala hissetmek istemiyorum çoğu zaman. Bu büyük bir yük insanın üzerinde. Ama yaşamak bu... Hissetmezsen, güçlü olamazsın." dedim. Bunun doğru olmadığını söylemek üzere kocaman gözlerini açtı, itiraz edecekti. Bir an durdu.

 

 

"Biliyorum, gülüyorlar. Alay ediyorlar. İnsanlar hissettiklerine karşı ne diyeceklerini bilemiyorlar. Kendileri de hislerinden kaçarak güçlü olmaya çalıştıkları için seni de bu şekilde duygusuz yetiştirmeye çalışıyorlar. Toplum duygusuzluğu yücelterek, duygularını hiçe saymanı bekliyor senden. Ama sen küçük bir tırtılsın. Vakti gelmeden kelebek olamazsın. Ve hiçbir zaman bir karınca olmayacaksın"

 

 

Sözlerimi dikkatle dinliyordu ama anlayıp anlamadığından emin değildim. Gözlerini çevirmeden gözlerimin içine bakıyordu. Bir sır verir gibi yüzüne doğru eğildim, gözlerinin içine bakarak fısıldadım, "Kendin olabilmen için, duygularını tanımlamalısın". "Kendim olmamın ne önemi var? Kendim olduğumda kimse beni sevmiyor" dedi çocukça bir şımarıklıkla. Nasıl anlatabilirdim ona içindeki boşluğun ve bütün olumsuz duyguların nedenini?

 

 

Bazı şeyler sözcüklerle anlatılamazdı. Küçücük çocuğun içindeki kocaman boşluğa sığınırcasına sarıldım ona.

 

 

"Ben varım ya!"

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...