Jump to content

Ahşap ve Deniz Kokusu


adEda

Önerilen Mesajlar

Aslında yazdıklarımı paylaşmayı pek sevmeyen birisi olsam da burada aradığım samimiyeti yakaladığım, vakit ayıracağım yeni bi uğraş edinmek istediğim ve devam etmek için geçerli bir neden aradığım için forumun yazar adayları arasında yer almaya karar verdim.

 

Burada paylaşacağım hikayeyi yazmaya üç dört yıl önce başlamıştım. Lakin (nedenini hikayeyi okurken anlayacaksınız) bu tarz bir şey yazarken bi çok konuda az çok bilgi sahibi olunması gerektiğini düşünmüştüm. Mantık hataları doğacağı için ben bunun altından kalkamam demiştim. Bi giriş yazıp da yarım bırakmıştım. Bugün çok da önemli olmadığına karar verdim, sonuçta hikaye yazıyorum ve bir şekilde sürüklemesi yeterli olacaktır. Hikaye eski bilgisayarda kayıtlı olduğu ve konuyu tamamen hatırladığım için yeni bir dille baştan yazmaya karar verdim.

 

Ana hatları ve vermek istediğim mesaj belli olsa da zamanla nereye varır bilmem.

 

Yıllar önce kumsalda Yosun adında küçük bir kızla tanışmıştım. Sadece bir kez görmeme rağmen çok sevmiş, hatta birbirimize benzediğimiz kanaatine varmıştım. Hikayede ana kahramanın adını da yosun koymuştum bu yüzden. Değiştirmedim. Umarım bu durum Witch of Rain'in de hoşuna gider.

 

Hikayenin ve kahramanların bir kısmını gerçek hayatımdan esinlenerek yarattım. Bir kısmı tamamen hayal ürünü. Madem üyelere hikayelerde rol vermek adetten oldu, ayrıca bana pek çok konuda esin kaynağı oluyorlar, karakterler tamamen üyelerden oluşmasa da yeri geldiğinde aralara serpiştirmeyi planlıyorum. Hem böylece okurken dikkatinizi biraz daha toplayabilir ve daha çok keyif almanızı sağlayabilirim. Kimin kim olduğunu direk belirtmesem de okurken "he, bu kesin benim işte!" diyeceğiniz şekilde yazmaya çalışacağım.

 

 

Mümkün oldukça mantık hatası yapmamaya ve eğlenceli bir hava da katmaya çalışacağım. Umarım başarılı bir şey çıkar ortaya. Teşekkür ederim. :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

-Hayyy ! Bu da ne şimdi ?

 

 

Henüz gözlerimi açamadan yüzümde yer edinen memnuniyetsizlik, bilincim yerine gelmeye başladığı anda sevince dönüştü. Başka birisi bu tarz bir sarsıntıyla uyanmaktan hoşnut olmayacaktır elbet ama çok uzun süre denizde kalmış olan biri için tekrar karaya ayak basacak olmanın heyecanı her seferinde bambaşkadır.

 

 

Yorganı üstümden atıp ayağa fırladım. Bu ani hareket yüzünden başımın dönmesini aldırış etmeden kamaramın kapısını açtım. Güverteye doğru koşarken sesimi kalınlaştırıp her seferindeki gibi bağırdım.

 

 

-Kara göründü kaptan !

 

 

Babam yine halatlarla savaşıyordu.

 

 

-Kara görüneli çok oldu, ayak basmak üzeresin. Uykucu seni.

-Tanrı aşkına, şuraya bak baba! Daha güneş bile doğmamış. Ablam nerede, yatağında yoktu?

-Annene yardım ediyordur herhalde.

 

 

Bakışlarımı limana çevirdim. Avlanmak için uygun saati bilen balıkçılardan başka pek insan yoktu. Onlar da sessizce denize açılıp geri dönüyorlardı. Sabahın beşi falandı zaten. Sahi sabahın beşiydi, bu yüzden hava oldukça serindi. Soğuktan dizlerimin titrediğini farkettiğimde kamaraya döndüm. Yatağa oturup defterimin sayfalarından birine attığım çizikleri saydım. Teker teker... Böyle daha heyecanlı oluyordu benim içi. Bitirince de altına not düştüm.

 

"Avusturalya'dan Madagaskar'a varmak için hint okyanusunu geçmek tam olarak 53 gün sürdü. ( 9 Kasım 2007 )"

 

 

Defteri kapatıp yastığımın altına geri soktum. Hırkamı giyip dışarı çıktım ve mutfak niyetine kullandığımız bölüme girdim.

 

 

-Günaydın...

 

 

Annem krep pişiriyor, ablam masayı hazırlıyordu. Dedem ise bir köşede oturmuş kalın bir kitap okuyordu.

 

 

-Dede, ne okuyorsun?

-Elimdeki okunmamış son kitabı. Yolculuk bir hafta daha sürseydi bu da bitecekti.

 

 

Ne hakkında olduğunu soracaktım ki aklıma dakikalarca anlatma ihtimali geldi . Çoğu zaman seve seve dinlerim lakin hala tam olarak ayılamamıştım.

 

 

Tezgahın üstünde duran sepette tek bir elma kalmıştı. Bezle silip ufak bir ısırık aldım.

 

 

-Kurtlanmış be bu !

 

 

Bağırmamla elmayı yere fırlatmam bir oldu.

O sırada babam gülerek içeri girdi.

 

 

- Desene tam zamanında vardık.

-Sen bunu dedeme sor.

-Elmayı kenara bırak balık yemi yaparız.

 

 

İşte, bayat bir espri daha. Gözlerimi devirip yerden elmayı aldım. Çöp sepetine doğru fırlattım. Ablam gülümseyip hafifçe enseme vurdu.

 

 

-Hiç fena değil ufaklık. Bi on yıl sonra beni geçebilirsin.

 

 

Ablam, beni her zaman en kolay güldürebilen insan olmuştur.

 

Nihayet kahvaltıdan sonra gemiden indik.

Aslında en başta pek bir fark olmaz. Hala sallandığınızı hissedersiniz. Tek fark adım attığınızda zeminden gelen sesdir.

Pazar yerine geldiğimizde elli üç günlük açığı kapatacak kadar çok insan gördüm. Yabancıların tuhaf bakışlarına maruz kalmak alışık olduğum bir durum neyse ki. Tezgahları bir bir geçtikçe annem ellerime kese kağıtları tutuşturuyordu. Tuhaf biblolar satan bir tezgah ilişti gözüme. Gidip göz atmak istedim. Tam geri dönecektim ki solumdaki ağaçta bir kıpırtı hissettim. Baktım, hiçbir şey yoktu. Kese kağıtlarını yerden almak için eğilmiştim ki ayağımın dibinde duran tuhaf hayvanı gördüm.

 

 

- Hey? Hey hey hey... Sen de nesin böyle?

 

 

Kediyle sincap arası bir şeydi bu. Gözlerinin içi parlıyordu resmen. O anda sıkı sıkı sarılasım geldi ona. Yavaş yavaş elimi uzatıp kafasını okşadım.

 

 

-Nasıl tatlı bir şeysin sen...

 

 

Arkamdan annem seslendi.

 

 

-Yosun! Haydi, geri dönüyoruz.

-Tamam, gidin siz. Geliyorum hemen.

 

 

Kese kağıtlarından birini boşalttım ve hayvana doğru uzattım. Hemen içine girdi. Şaşırmıştım. Nefes alabileceği gibi kıvırdım kağıdın ağzını. Yüzümdeki komik gülümsemeyle gemiye dönüyordum. Ama... bi' saniye. Gemidekiler kıyameti koparacaktı. Ya da... belki de şansımı deneyebilirdim.

 

Döndüğümüzde ne yapacağımı şaşırdım.

 

-Yok hayır hayır... Şuan değil. Saklamam lazım seni. Hatta geri götürmeliyim. Ama benimle kalmanı istiyorum.

 

Aklıma gelen tek yer kazan dairesi oldu. Oraya girmem yasaktı, hiç gerek de duymamıştım zaten daha önce. Gidip aşağı inen kapağı açmaya çalıştım ama o kadar güçlü değildim. Başka bir yere bakmaya karar verdim. Arkamı döndüğümde annemin göbeğiyle karşılaştım. Şüpheli gözlerle beni süzüyordu.

 

-Heyy! Anne, ben de tam seni çağıracaktım. Sesler geliyor aşağıdan. Yani bir bakın isterseniz.

-Babana söyleyeyim.

-Evet. Babama söyle.

 

Arkamı dönüp kamarama doğru yürürken derin bir nefes aldım, geri veremeden annem seslendi.

 

-Elindekileri de odana götürüyorsun galiba?

 

Birden bire kese kağıtlarını kucakladı ve mutfağa götürdü. Neye uğradığımı şaşırdım.

 

 

 

 

***Evet, şimdilik bu kadar. Ufak bir giriş olsun bu. :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

İyi görünüyor , ama bir lezzet eksikliği var nedir anlayamadım ya ,,Heh anladım. Biraz karakterleri tasvir edersen eğer harika olacak, onun dışında harika!

 

Bahsettiğin şeyi ben de fark ettim. Ama tek tek anlatmak yerine bunu zamanla, yavaş yavaş yapmaya karar verdim. Zaten Yosun'un hayatı şu üç kişiyle birlikte geçiyor, sürekli onlardan bahsedeceğim yani :D Yine de biraz daha bahsetmeli. Teşekkür ederim. :)

 

Güzel , ben beğendim devamını beklerim

 

Teşekkürleer :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ablam güvertedeki masada oturmuş bir şeyler karalıyordu. Ağır sandalyeyi çekip karşısına oturdum. Bi süre çizmeye devam etti. Yüzüne baktığımı anladığında o da benim yüzüme baktı ve hemen konuşmaya başladım.

 

 

-Pazar yerinde çok sevimli bir hayvan buldum, kese kağıdının içine sokup gemiye getirdim, sonra da annem kese kağıdını elimden alıp mutfağa götürdü.

-Bi saniye... Ne yaptım dedin?

-Pazar yerinde çok sevimli bir hayvan buldum, kese kağıdının...

-Amacın neydi ki?

-Onu boş ver şimdi. Eğer annem...

 

 

Tam o sırada annemin çığlık sesi duyuldu. Kafamı eğip alnımı masaya yasladım ve herkes başımda toplanana kadar bekledim. Hayvanları ne kadar sevdiğimi biliyorlardı. Salak değillerdi ya, anlamışlardı tabi. Annem susmak bilmiyordu.

 

 

-Demek gemiye gizlice lemur soktun ?

-Lemur muymuş adı?

-Ahh...

 

 

Bir yandan laf yetiştiriyor, bir yandan masanın üstünde pusmuş lemuru seviyordum.

 

 

-Bakın bence bizimle kalabilir.

-Hayır hayır...

-Neden bu kadar dert ediyorsun anlamıyorum.

-Olmaz Yosun !

 

 

Lemuru kucağıma alıp anneme doğru uzattım.

 

 

-Şunun gözlerine bakar mısın ?

 

 

Annem derin bir nefes aldı. Belli ki bir şey daha söyleyecekti lakin dedem araya girdi.

 

 

-Yosun...

-Efendim?

-Sence hayvanların da aileleri veya alışık oldukları kendilerine ait ortamları var mıdır?

-Vardır herhalde.

-O zaman onları özleyebilirler de, ha?

-Belki de...

-Onu alıp götürmeye hakkımız yok sanırım?

 

 

Yüreğime o anda bir şey oturmuştu. Mahcup hissediyordum. Bu yetmişli yaşlarındaki ihtiyar, on bir yaşındaki küçük bir kızı nasıl ikna edeceğini biliyordu elbette.

 

 

-Tamam öyleyse. Onu bulduğum yere geri götürürüm...

 

 

Başka bir şey söylemedi. Belli ki duymak istediği şey tam olarak buydu. Kucağımdaki lemurun kafasını omzuma yaslayıp memnuniyetsizce yürümeye başladım. Sıcaklığı çok saf bir güven veriyordu bana. Onu tam olarak bulduğum yere bıraktım. Gemiye kırmızı bir burun ve ıslak yanaklarla dönmüştüm.

 

 

Güneş batarken güvertede oturup uzun uzun limanı seyrettim. Etrafta ne var ne yok inceledim. Bütün gün orada olduğunu bile fark etmediğim deniz fenerinin ışıkları henüz yanmıştı. Aklımdan "Yarın gidip etrafa tepeden bakabilirim." diye geçirdim. Kafamı geriye doğru yaslayıp herzamanki gibi gök yüzünü seyretmeye başladım. Kasım ayındaydık. Hava kapalıydı ve yıldızlar gözükmüyordu. Ben de tüm dikkatimi zaman zaman bulutların arkasında kalan Ay'a verdim.

 

 

 

 

 

 

Sabah kamaramın tavanına vuran yağmurun sesiyle uyandım. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Hava oldukça sıcaktı. Ahşap ve deniz kokusu... Derin bir nefes alıp içime çektim.

 

 

Kahvaltıdan sonra babam, ablamla beni yanına çağırdı ve bir kese dolusu metal parayı ablamın eline tutuşturdu. Ne için olduğunu biliyordum. Pazarı gezecektik ve bulduğumuz en farklı, yöresel, antika veya az bulunur şeyleri satın alacaktık. Her zaman en keyifli aktivite olmuştur benim için.

 

 

-Unutma, eğer...

 

 

Sözünü kestim, ne diyeceğini adım gibi biliyordum.

 

 

-Eğer kurnaz bir satıcı herhangi bir şeyi satmak için ısrar ederse almayacağız, kesin yeterince iyi değildir.

-Evet. Ve...

 

 

Bu sefer cümlesini ablam devam ettirdi.

 

 

-Yabancı olduğumuzu anlayacakları için yüksek bir fiyat söyleyeceklerdir, pazarlık yapmayı unutmamalıyız.

-Evet aynen böyle.

 

 

Sırtımı sıvazlayıp iyi şanslar diledi. Ablam gemiden inerken ufak bir valiz almak için kamaraya uğradım. Kapıyı kapatır kapatmaz ablamın seslendiğini duydum.

 

 

-Yosun, şuraya bak!

 

 

Valizi yere bırakıp kafamı aşağı uzattım. Lemur geri gelmişti. O olduğuna emin olmak için uzun süre dikkatli dikkatli baktım. Evet, oydu. Yine gözleri parlıyor, bana bakıyordu. Hemen arkamdan annem de kafasını uzattı.

 

 

-Yosun, geri götürdüğünü söyledin.

-Götürdüm zaten.

-O zaman tekrar götürebilirsin.

-Tamam anne, tamam !

 

 

Lemuru tekrar aynı yere bıraktıktan sonra saatlerce pazardaki tezgahları inceledik. Kitapçının birinden, iyi bir pazarlıkla bolca kitap almıştık. Üzerinde uzun uzun düşünebileceğim detaylara sahip bıçaklar, kolyeler... Tam anlamıyla sanat eseri olan biblolar...

Bana göre alışveriş oldukça iyi geçmişti. Ablam da memnun duruyordu ama önemli olan babamın ne diyeceğiydi. Valizin metal tokalarını sıkarken aklımdan bunlar geçiyordu.

Limana döndüğümüzde babam hala gelmemişti. O gelene kadar deniz fenerine çıkıp etrafa bakınmaya karar verdim.

Dün akşam uzaktan bakarken alıp yerini değiştirebileceğim bir satranç taşı kadar küçük duran deniz fenerinin, aslında ne kadar büyük olduğunu şimdi görüyordum. Yaklaştım. Kapısı yoktu. İçeride kimse de yoktu sanki. Merdivenleri hızlı adımlarla çıkmaya başladım. Ayak seslerim bir bir yankılanıyordu. Nihayet en üste çıktığımda nefes nefese kalmıştım. Kafamı içeriye doğru uzattım. Benim yaşlarımda bir çocuk ahşap sandalyelerin birine oturmuş kitap okuyordu. Üzerinde okul üniforması vardı.

 

 

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Biraz daha yazsana ya tam dalmıştım okumaya bitti hadi hadi hadi D: D: :D

 

 

Bugün kafam donuyor, uykum var. Sabahtan beri ekrana, sınava bir gün kala konu anlatımına boş boş bakan öğrenci gibi bakıyorum. Bunu da kısa oldu diye paylaşmayacaktım da sen istedin diye atayım bari dedim. :D

Bugün için böyle yani. Daha uzun yazmaya çalışırım :D

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu da benden olsun... : )

 

https://www.youtube.com/watch?v=Sap_21gcA9M

 

Yosunlu Bank ve Sahil Kenarı

 

Yazın son günleri bir sonbahar klâsiği gibiydi... Fırtına yeryüzünü paralarken, dalgalar hışımla sahildeki kayalıklara saldırıyordu...

 

Eda, içinde çırpınan hareket etme arzusuyla ayağa kalkmış hazırlanıyordu... Bugün yalnızca ruhuna kulak vermişti... Ruhuna hizmet eden bir beden için ne gerekliydi peki... Saatlerce süren bir makyaj ritüeli mi, yoksa başkaları tarafından beğenilme arzusu mu? Hiçbiri... Sadece bedenini örten birkaç parça giysiyle beraber çantasını sırtlanıp atmosferin içinde ruhunu gezdirmekti tek düşüncesi...

 

Evde kimsecikler yoktu ve Eda'nın hazırlığı derin bir sessizlik içinde sürüyordu... Kapüşonunu sırtına geçirmiş, çantasına da en son okuduğu kitabını yerleştirmişti...

 

Kapının kapanma sesi binanın içinde özgürlüğün sesi gibi yankılanıverdi... Caddelerde yürüyen bu genç kızın biricik bir arzusu vardı... Şehrin içinde hesapsızca kaybolmak... Ne bir tanıdık yüz görmek istiyordu, ne de selâm vermek zorunda kalacağı bir arkadaş...

Öyle bunalmıştı ki imâlı gözlerden ve mânâlı sözlerden... İnsanlara ne olmuştu da; herkes egosunu yüceltmek için bir başkasının kişiliğine saldırmaya başlamıştı...

Çok ama çok yabancıydı bu yüzyıla... O hâlde hangi çağa ait olabilirdi O?

 

İnsanları kategorileştiren şey, içinde dünyaya gelinen yüzyıl mıydı?

 

Sanayi devrimiyle birlikte, insanlar da fabrika ürünleri gibi tek tipleşmişlerdi belki de... Sanayi toplulukları, özgün var oluşa şiddetle ve hiddetle karşı çıkıyorlardı... Bütünün içinde var olan her birey, standartlara uygun davranmalıydı, bunun aksine hareket edenler özenle imha edilirdi... Veyahut kusurlu bir ürün gibi ya iteklenir veyahut bir hasta muamelesi görerek tedavi edilmeye çalışılırdı...

 

Eda, bu genç yaşında varoluşunu savunabilmek adına elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu... Sahip olduğu renk, gökkuşağının renklerinden yalnızca biriydi... Üzerindeki baskılar, onu olmadığı birisine dönüştürmek için çabalıyordu... Ejderhalara karşı nasıl bir mücadele verebilirdi bir genç kız?

 

Bazen yalnızca dinlemekle yetinir ve sessizliğin kollarına bırakırdı kendini... Kimilerine göre hiçbir mücadele ve çaba göstermeyen bu kız, aslında kendisini şekillendiren düşünce devrimleriyle geleceğinin temellerini nakış nakış işliyordu kalbine...

Hayâlleri bir Anka Kuşu gibi alev alsa da, gelecekte bağımsızlığa kanat çırpan bir kuş gibi küllerinden yeniden doğacaktı...

 

Yüzüne bakan insanlar O'nda; bunalmış bir genç kızın portresini, bıkkın bir masumluğun ifadesini görüyordu... İçerisindeyse sade ve hareket dolu bir yaşamın düşlerini bulurlardı...

Ancak kaç insan, onun içine bakmayı yeğlemişti... Deneselerdi bunu bir, kendilerini kendilerine gösteren bir ruh aynasını da bulmuş olacaklardı elbette...

 

Oysa kalabalıklar, onun üzerinde uçuşan tozları bir kusur olarak görmüş, tozlara üfleyerek genç kızın tutkuyla parıldayan ruhunu daha da toza dumana katmışlardı... İşte bunun için sessiz bir silüet, anlaşılamayan bir varlık olarak akıllarda yer edinmişti Eda...

 

Zihninde uçuşan düşler ve düşüncelerle beraber nihayet kendini sahil kenarında bulmuştu... Ağır aksak adımları şimdi durağanlaşarak bedenini sabitlemişti olduğu yere... Etrafına bakındı, fırtınadan olsa gerek bomboştu deniz kenarı...

Denizin ve sahilin en güzel olduğu anlarda terk edilir miydi hiç bu kıyılar? Kalabalıklar, sadece Güneş'in varlığına mı borçluydu varlığını?

 

Eda, insanların lezzet hislerinin köreldiğini düşünüyordu... Şu an bu durumdan pek şikâyetçi de değildi aslında... Koca bir dilim deniz manzarasını, üzerine fırtına ve dalga sosları ekleyerek bir başına yedirecekti ruhuna... Onun için ne denli büyük bir zevkti bu...

Az ileride denizi seyreden ahşap bir bank ilişti gözüne... Yanına yaklaştı... Çiseleyen yağmur taneleri biraz ıslatmıştı onu... Epey eski bir banktı, ahşabı yeşil yosunlarla kaygan bir hâl almıştı... Üstüm başım ıslanır mı, leke olur mu...Gibi dünyalık kaygıları hiç umursamadan oturdu banka...

 

Kollarını birbirine kavuşturarak denizden bir yudum oksijeni ciğerlerine sundu... Ne leziz, sihirli bir tattı bu... Iyot ve yosun kokusu, genç kızın hayâl gücüne bir mücevher gibi armağan edilmişti adeta...

 

Eda, kendini bilincinin akışına teslim etmiş ve zihni nereye kanat çırpıyorsa uçmasına izin veriyordu özgürce... Bu hâldendir ki bir hüzünlü, bir neşeliydi O...

 

Düşünceleri kaç mil uçmuştu düşler diyarında? Bunu kestiremiyordu, kestirmek de istemiyordu aslında... Denizler, okyanuslar, ülkeler, coğrafyalar... Hayâlinde adı konmamış topraklar ve sular şimdi onun keşfine açılmıştı...

Hayreti arttıkça, Yaratıcı'ya olan saygısı, sevgisi ve aldığı haz da katlanarak artıyordu... İnsanların hayatında ki en önemli yoksunluklardan biri de buydu işte... -Hayret etme duygusunun körelmişliği...

 

Hayret edildikçe sıkıntılar kaybolur ve gizemlerle büyülenirdi insan...

Rüzgâr, Eda'nın kapüşonunun başlığını havalandırınca genç kız kendine geldi... Aydınlık yerini karanlığa bırakmış, soğuk şiddetini daha da hiddetlendirmişti... Genç kızın yanakları al al olmuş, saçları tele takılan uçurtmanın kuyruğu gibi çırpınıyordu...

 

Artık demir almalıydı deniz kenarından ve oturduğu bu yosunlu banktan...

 

Çok yüksek bir ihtimal, ıssızlığa terk ettiği ev şimdi kalabalıklaşmış, sorumsuz kız haber vermeden nereye gitti diye hâne halkı söylenmeye başlamıştı bile... Dönmeliydi bu dünyadan nihayet o dünyaya...

 

Bir başka fırtınada buluşmak ümidiyle Eda toparlanmaya başlayarak dünyanın bu köşesiyle vedalaştı...

 

Yürüdü, yürüdü ve adımları onu kentin kucağına teslim etti... Nihayet her şey sıradanlaşmış ve sıkıcı gelmeye başlamıştı... Kalabalık cadde ve sokaklar, mide kaldıran ışıklar... Bezgin simâlar... Ve hesap verilmesi gereken aile bireyleri...

 

Mücadelenin ilk saniyeleri mideye giren ağrı sinyalleriyle birlikte çoktan başlamıştı...

-Hayâl Gezgini-

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...