Jump to content

Søren kierkegaard-Baştan Çıkarıcıdan Alıntılar.


sidar

Önerilen Mesajlar

Acaba günlüğün her şeye rağmen o şiirselliği nasıl izah edilebilir? Cevabı kolay, yazarın şiirsel mizacıyla denebilir, ama onun şair yanı şiirsel olanla hakikati birbirinden ayırt edebilecek kadar ne zengindi ne de fakir. Günlükteki şiirsellik esasen ondan notlara yansıyan bir şiirsellikti. Gerçeğin şiirsel anlarının keyfini artırmak için onun kattığı şiirselikle ilgiliydi. O bu şiirselliği daha sonra şiirsel tefekkür olarak geri almaktan zevk duydu, zaten yaşamı zevk almak üzerine kuruluydu. Onun için önemli olan önce o anın estetiğinden kendince keyif almak, sonra kendinin estetik keyfine varmaktı. İlkinden bencil bir haz duydu, bu biraz gerçek durumun ona sunduklarına, biraz da onun o anı düzenlediği şekline bağlıydı; sonrasında varlığı bulanıklaştı, hem yarattığı durumdan haz duydu, hem o durumu yaşarken kendinden. Ilk başta hakikate ihtiyacı vardı, bir uyarıcı unsur olarak; sonra o hakikat şiirselliğin içinde boğulmuştu. Ilk durum meyvesini günlükte sanki sonraki durumun meyvesiymiş gibi görünen, ancak aslında ilkine hakim ifadenin tasviri için kullanılan meyve kelimesinin burada taşıdığı anlam ilkinden farklıdır. Böylelikle o, şiirselliği her daim hayatın belirsizliğinde muhafaza etmiş oldu." Syf: 5

 

 

"O, yaşadığımız bu dünyada yapacak çok şeyi olsa bile bu dünyaya ait değildi. Hep ona doğru yöneldi, lakin tam kendini bırakacakken gördü ki onu aşıvermiş. Erdem değildi onu yaşadığımız dünyadan uzaklaştıran, ama kötülük olduğunu de söyleyemem şimdi o insanı hatırlarken. Aslında onun hafif bir rahatsızlığı vardı: exacerbatio cerebri 3, hakiki hayat onun için yeterli bir dürtü değildi, belki bir an için. O, hakikatle birlikte yükselemezdi, onu taşıyamayacak kadar çelimsizdi, hayır, çok güçlüydü; aslında bu güçtü onun illeti. Hakikat onun için dürtü olarak anlamını yitirince korumasız kalırdı, ondaki kötülük bunda gizliydi. O, dürtüyü hissederken bile bu durumun farkındaydı, kötülüğü de bu farkındalikta yatıyordu." Syf: 6

 

"Yine de talihsiz kız hislerinin girdabinda çifte acıyla kıvranıyor olurdu, yakınacak somut bir şey yoktu ortada, ama o bir cadı dansının gürültüsüne kapılmişçasına garip duyguların birinden diğerine süreklilir dururdu; suçlasa, affetse, dönüp yine suçlasa nafileydi, şüpheler içinde kıvranmaya mahkumdu, yoksa her şey onun bir tahayyülünden mi ibaretti? Sırrını kimseye açamazdı, anlatacak bir şey var mıydı? İnsanlar rüyalarını başkalarına anlatabilir, fakat onunki rüya değildi ki hakikatti; birine içini dökme, yüreğindeki ağırlığı biraz hafifletme ihtiyacı içinde buna tam karar verdiği an anlatacak hiçbir şey olmadığını görüverirdi. Bunu o da içinde derinlerde bir yerde biliyordu. Kimse anlayamazdı onu kendisi anlayamadıktan sonra, ama işte o hiçbir şeyin hazin ağırlığı üzerine çökmüştü. Onun gibi kurbanların ruh yapıları herhalde bu nedenle farklı oluyor. Öyle mutsuz değildirler, toplum onları dışlıyor diye veya dışlandıklarını düşünerek uyanıp üzüldüklerini sanmak da yanlış olur; arada bir, ola ki yüreklerindeki ağırlık fazla artarsa, ya nefret ederler ya affederler ve biraz rahatlarlar. Dışarıdan bakıldığında yaşamları herkesinki gibidir; sıradan ilişkiler içinde yaşarlar, beğenenleri ve takdir edenleri vardır, lakin kendilerinin bile zor fark ettiği, etraflarındakilerinse hep gözlerinden kaçan bir değişimden geçmişlerdir. Yaşamları dağılmış, parçalanmış değildir, ama kendilerine doğru bükülmüştür; başkalarında kaybettikleri kendilerini kendi içlerinde beyhude arar dururlar. Syf: 7

 

"Kafasından acaba neler geçiyordu? Başkalarına yollarını şaşırtan eninde sonunda kendi yolunu da şaşırır kanıma göre. O başkalarını dışarıdaki yollarda değil, içlerindeki yollarda şaşırttı. Yabancı bir gezgini yanlış yola yönlendirip onu orada tek başına bırakmak zalimce bir davranış da, insanın kendi içindeki patikalarda kaybolmasına neden olmak daha masum olabilir mi? Dışarıda yol alan gezginin

bir avuntusu vardır, ilerledikçe etraftaki görüntü değişir ve her değişmeyle içinde bir çıkış yolu ümidi doğar; kendi içindeki yollarda ilerlemeye çalışan biri için durum farklıdır, dar bir bölgeye sıkışmıştır;

dışına çıkamayacağı bir döngüye düştüğünü çabuk fark eder, onun durumu daha vahimdir. Daha

entrikacı bir kafa yapısı tasavvur edemiyorum, kendi derinliklerinde kaybolmuştur, vicdanı uyanmaya başlayıp bu dipsiz karanlıktan kurtulmak istediğinde ise, tüm algıları kendi iç dünyasına doğru

bükülmüştür bile. Bu tilki ininin bir sürü çıkış kapısı olabilir, ama bir işe yaramaz; korkuyla irkilmiş ruhu gözüne carpan her gün ışığını bir çıkış yolu sanır, ona yönelir ve hep bir giriş bulur, şüpheleri onu kovalarken dehşet içinde arar da arar; yeni bir çıkış arar, bir giriş bulur ve her defasında tekrar tekrar kendi içine doğru döner. Bu insana her zaman suçlu denemez, o da entrikacı mizacından hoşnut değildir, ama onu bir suçludan daha ağır bir ceza beklemektedir; bencilliğin çılgınlığına kıyasla pişmanlığın acısı bir hiçtir. Onun cezası tamamen estetik niteliktedir. Vicdanının kıpırdadığını bile söylemek çok etik bir yakıştırma olur onun durumu için; vicdanı ona kendini daha yüksek bir bilinç seviyesinde, kısır bir huzursuzluk şeklinde hissettirir, o kadar; vicdanı onu itham etmez, sadece uyanık tutar, lakin hep oradadır, rahat yüzü göstermez. Bu insana deli de denemez; zira mutlak düşüncelerinin çeşitliliği onların deliliğin derinliklerinde taşlaşmalarına mani olur." Syf: 8

 

"Genç kadının içinde bu çok dilli derin düşünceleri o uyandırdı. Kadının estetik yönünü artık tevazuyla bir tek sesi dinlemeyecek kadar o geliştirdi. Öyle ki şimdi genç kadın birçok sesi aynı anda duyabiliyor. O zaman ruhu hatıralarla uyanıyor, kötülüğü ve suçu unutuyor, yalnız güzel dakikaları hatırlıyor, tüm varlığı doğaya aykırı bir coşkunlukla uyuşturulmuş adeta." Syf: 10

 

"Lakin genç kızların faytona binmesi hep ürkütücü bir durum, sonra içinde kalıveriyorlar." Syf: 16

 

"Beni hala görmedi; tezgahın diğer tarafında duruyorum, çok uzaklarda, tek başıma. Karşı duvarda bir ayna asılı, o bunu hesaba katmıyor, fakat ayna onu hesaba katıyor. Oradaki aksine ne kadar sadık, muhabbetini sadakatle gösteren alçakgönüllü bir köle gibi, bir köle ki genç kız onun her şeyi olsa da o genç kız için bir şey ifade etmiyor, genç kızı sıkı sıkı kavramaya cüret etse de algılamaya cüret edemiyor. Mutsuz ayna genç kadının görüntüsünü yakalayabilir, fakat genç kadının kendisini değil, talihsiz ayna genç kadının görüntüsünü mahreminde tüm dünyadan saklayamaz, aksine başkalarına ve benim gibilere ifşa edebilir. Bir erkeğin de böyle bir yaradılışa sahip olması ne acı! Lakin bu yaradılışta bir sürü insan yok mu? Başkalarına gösterdiklerinin haricinde hiçbir şeye sahip olmayanlar. Sadece yüzeyi idrak edebilenler, özü değil. Ve öz kendini göstermeye yeltenince de her şeyi kaybedenler, tıpkı bu aynanın ona yüreğini bir solukta ifşaya hazır genç kızın görüntüsünü kaybedeceği gibi?" Syf: 17

 

"Sağ elindeki eldiveni çıkarıyor, elini uzatıyor aynaya doğru, beni göstermek için, beyaz ve biçimli bir el, antik bir heykel gibi, hiç süssüz yalın, ikinci parmağında bir altın yüzük bile yok - bravo!" Syf: 18

 

"Onu tekrar görebilecek miyim? Bir görebilsem, yüzlerce insanın arasında bile olsa anında ayırt edebilirim. Artık kaçtı gitti ve ben muhayyilemde onu içimdeki hasretin kudretiyle yakalamak için boşuna çabalıyorum." Syf: 26

 

"Bir genç kadının tabiiliği daha az, işvesi daha fazladır, ilişki onun için güzel değildir, ilginç değildir, piquant'tır ve piquant daima en son gelir." Syf: 27

 

"Sen ruhumun bütün içtenliğiyle sevdiğim, görüntüsünde kendimi yarattığım, neden ortaya çıkmıyorsun? Şöyle veya böyle kendini göster diye yalvarıp acz içinde yakarmıyorum; böylesi bir ibadet Tanrı'ya değil puta tapmak gibi olurdu, bu da senin için tatmin edici olmaz. Sana meydan okuyorum, gel boy ölçüşelim, neden ortaya çıkmıyorsun? Yoksa dünyanın yapısındaki keşmekeş mi dindi? Muamman çözüldü ve sen de sonsuzluk denizine mi daldın? Korkunç bir düşünce, o zaman dünya can sıkıntısından durdu demektir! Kahrolası tesadüf, seni bekliyorum. Seni ilkelerle yenmeyeceğim, yahut aptalların karakter dediği şeyle, hayır, senin şairin olacağım! Başkalarının şairi olmak istemiyorum; çık ortaya, seni besteliyorum, kendi şiirimi yiyorum ve o benim rızkım. Yoksa beni laik görmüyor musun?" Syf: 31

 

"Şaşırt beni, tükendim, takatim kalmadı, gel namus ve şeref için savaşalım. O kızı bana göster, olanaksız gibi görünen bir olanak göster bana, yer altı dünyasının gölgeleri arasında göster bana onu, alıp yukarı çıkarırım, bırak benden nefret etsin, beni aşağılasın, kayıtsız kalsın, bir başkasını sevsin, korkmuyorum; ama suları karıştır, sessizliği boz. Benden daha güçlü olduğunu hayal etmene yatıyor diye bana böyle sefalet çektirdiğin için alçaksın sen." Syf: 31

 

"Lisan denilen şey nasıl da belirleyici, nasıl da gebe: Çözmek, burada nasıl da bir ikilem var; bu kelimenin geçtiği tüm kombinasyonlar ne de güzel, ne de sağlam duruyor! Ruh zenginliği bir muamma olduğuna göre, dilin bağı çözülmedikçe ve dolayısıyla muamma çözülmedikçe bir genç kız da bir muamma kalır." Syf: 34

 

"Yusuf firavunun rüyasını tabir ederken şöyle eklemişti: Bir şeyin rüyasını iki defa görürsen, tez elden hakikat olacak demektir." Syf: 39

 

"Gerçekten aşık olduğumu anlayabilmemi sağlayan şeylerden biri de bu konuyu kendime karşı bile nasıl da bir sırmış gibi ele alışım." Syf: 41

 

"Kadın için en büyük nimet erkeğe refakat etmektir, lakin kendi cinsiyle fazlaca birlikte olunca düşünce yönü kendine çevrilir ve sosyete kadınlarının refakatçisi oluverir." Syf: 45

 

"Ne zaman ideal bir genç kız tipi düşünecek olsam, onu hep dünyada yapayalnız tahayyül ederim; böylece sırf kendine odaklanmış, fakat en önemlisi, hiç kız arkadaşı olmayan bir genç kız." Syf: 45

 

"Yanlış ellere düşmüş olsa bu ondaki kadınsı olmayan yanları yüzeye çıkarırdı, çünkü onun ruhu derin bir kadınsalıkla dolu." Syf: 46

 

"..., onunla karşılaşmıyorum, varoluşunun çevresinden teper geçiyorum." Syf: 47

 

"Karşısındaki kimse netliği ve şeffaflığı kaldıramayacak kadar narinse, haliyle insan o zaman belirsizliğin tadını çıkarır." Syf: 48

 

"- Anılar sırf bir koruyucu kılıf değil, aynı zamanda bir nevi şiddetlenme, genişleme ortamıdırlar, anıların içine işlediği her şey iki misli gibi görünür. - İnsan sık sık kitaplarda, bilhassa ilahi kitaplarında küçük bir çiçek bulur - onun orada muhafaza edilmesinin sebebi o anın güzelliğidir, ama anısı çok daha güzeldir." Syf: 50

 

"Onu görmek ile sevmek aynı şeydi." Syf: 50

 

"Utangaçlığı had safhada. Bu eğer yapmacık olsaydı, o zaman Edvard benim için tehlikeli bir rakip olurdu. Mahcubiyeti kullanmak güç bir sanat, lakin bir insan onun yardımıyla çok şey de kazanıyor.

(...) Mahcubiyet insana erkeklik itibarını kaybettirir, bu nedenle de karşı cinsle olan ilişkileri nötr hale getirmede yöntemler içinde en iyisidir, genç kızlar bunun bir dış görüntü olduğunu fark edince mahcup olurlar, içlerinden kızarırlar, şu veya bu şekilde sınırları aştıkları için kendilerini fevkalade hissederler; bir oğlan çoçuğa gereğinden uzun süre küçük bir bebekmiş gibi davranmayı sürdürdüklerinde olduğu gibi." Syf: 54

 

"Ben tam bir tezat geliştirmenin peşindeyim, daha derinden yaralayabilmek için aşkın yayını biraz daha geriyorum. Bir okçu gibi yayın kirişini önçe bir gevşetiyorum, sonra tekrar geriyorum, çıkan sesi dinliyorum, o benim savaş müziğim, ama hala nişan almadım, oku daha kirişe bile yerleştirmiş değilim." Syf: 56

 

"..., umutsuz birinin neye cüret edeceğini önceden kestirmek zor." Syf: 57

 

"Bir genç kızdaki gençleştiri güç ne muhteşem bir şeydir, ne sabah havasının o hoş tazeliği, ne rüzgarın o hoş fısıltısı, ne denizin o hoş serinliği, ne şarabın o hoş kokusu, leziz tadı bu güce sahip - yeryüzündeki hiçbir şeyde bu gençleştirici güç yok." Syf: 59

 

"..., aşkın yardımına koşan bir ilahi güç var" Syf: 66

 

"Aman tanrım! Bir insan bütün yaşamını etkileyecek bir adım atmaya bir kez cesaret etmişse, o zaman rüzgara karşı yürüyecek yüreği de olmalı." Syf: 67

 

"Cordelia benden hem nefret ediyor hem de korkuyor. Bir genç kız neden korkar? Manevi olandan. Neden? Çünkü maneviyat ondaki tüm kadınsal varoluşun reddi demektir. Erkekte yakışıklılık, çekici bir kişilik vs. iyi özellikler olabilir. Bir insan bu araçlarla da fethe çıkabilir, fakat asla tam bir zafer kazanamaz. Neden? Çünkü kişi, bir kızla onun kendi iktidar alanı içinde savaşır ve kadın kendi iktidar alanında hep en güçlüdür. Kişi elindeki araçlarla bir kızın yüzünü kızartabilir, başını önüne eğmesine neden olabilir, lakin onun güzelliğini ilginç kılan o tarifsiz, büyüleyici korku hissi uyandıralamaz." Syf: 72

 

"Kitap gibi konuşan birini dinlemek son derece sıkıcı olur; lakin bazen böyle konuşmak yerinde oluyor. Kitabın tuhaf bir vasfı var. Nasıl istenirse öyle yorumlanabiliyor. Insan kitap gibi konuşunca bu vasfı da kazanmış oluyor." Syf: 86

 

 

"Be de olsa bir genç kız nihayetinde yalnız bir kez aşık oluyor." Syf: 89

 

"Ben elini tutuyorum, düşüncesini bütünlüyorum, fakat o düşünce zaten kendi içinde bütünlüklü." Syf: 93

 

"Cordelia'm!

 

Hasret ne demek? Dil ve şairler bununla kafiyeli bir kelime bulmuşlar: hapis. Ne mantıksiz! Sanki yalnız hapiste yatanlar hasret çeker! Sanki özgürken hasret çekemez! Özgür kalsaydım, hasret çekmeyecek miydim? Ama diğer taraftan ben özgürüm, bir kuş gibi özgür, yine de nasıl hasret çekiyorum! Sana gelirken hasret çekiyorum, senden ayrılırken hasret çekiyorum, senin yanında otururken bile senin hasretini çekiyorum. Insan sahip olduğu bir şeyin hasretini çekemez mi? Tabii, belki bir an ona sahip olmayacağını aklından çıkarmazsa. Benim hasretim sonsuz bir sabırsızlık. Ilk önce bütün sonsuzlukları baştan başa yaşayıp, her anında bana ait olduğundan emin olunca, ilk kez o zaman sana döneceğim, bütün sonsuzlukları seninle yeni baştan yaşayacağım ve o zaman da bir an bile hasretini çekmeden senden ayrı kalmaya tahammül edemeyeceğim, ama yanında sakine oturacak güvenim olacak." Syf: 109

 

"Cordelia'm!

 

Kapının önünde küçük bir cabriolet duruyor, benim için tüm dünyadan büyük, çünkü ancak iki kişi alıyor; önünde atları doğa güçleri gibi delişmen ve ele avuca sığmaz, ihtirasların gibi sabırsız, düşüncelerin gibi yürekli. Seni uzaklara kaçırmamı ister misin - sevgili Cordelia'm! Ister misin? Emrini bekliyorum! Senin emrin bir sihirli kelime, hem dizginleri salıverecek, hem fırarın şevkini. Seni birilerinden alıp başka birilerine kaçırmıyorum, dünyanın dışına kaçırıyorum - atlar şaha kalkıyor, araba yaylanıyor; atlar adeta başımızın üzerinde dikine duruyorlar; bulutların arasından cennet katına dalıyoruz, rüzgar etrafımızda uğulduyor; biz mi hareketsiz oturuyoruz? Hareket eden dünya mı, yoksa bizim cesur firarımız mı? Başın dönüyorsa Cordelia'm, bana sıkıca tutun; benim başım dönmez. Insan sadece bir tek şeyi düşünür, dikkatini ona verirse, manevi anlamda da başı hiç dönmez ve ben yalnız seni düşünüyorum - maddesel anlamdaysa, gözleri tek bir cismin üzerine dikmek lazım ve ben yalnız sana bakıyorum. Sıkı tutun, dünya yok olsa, hafif arabamız altımızda gözden kaybolsa, biz birbirimize tutunuyor oluruz, kucak kucağa, ilahi uyumun içinde yüzercesine.

 

Johannes'in" Syf: 110

 

"Bir olayın hatırlanabilmesi için zaman çizgisinde bizden ne kadar uzaklaşmış olması gerek; hatırasındaki özlemin artık ona yetişememesi için ne kadar uzaklaşmış olmalı? Çoğu insanın bu bağlamda bir sınırı vardır; zamanca onlara çok yakın olanı da, zamanca çok uzak olanı da hatırlayamazlar. Ben sınır tanımıyorum. Dün yaşanılanı zaman çizgisinde bin yıl geriye itiyorum, hala sanki dün olmuş gibi hatırlıyorum." Syf: 112

 

"Seni sevmek dünyayı sevmek değil mi?" Syf: 11

 

"Ben ruh fırtınalarının hakimiyim. Tıpkı Aeolus gibi, onları benliğimin dağına hapsediyorum, ara sıra bir birini bir öbürünü salıveriyorum." Syf: 115

 

"Cordelia'm!

 

Konuş - seni dinliyorum, her arzun benim için bir buyruk, her duan kudretli bir sihirli formül, en gelip geçici arzularının her biri bana bir iyilik; çünkü sana senin dışında duran hizmetkâr bir cin gibi itaat etmiyorum ben. Senin her buyruğunda arzun da şekilleniyor ve onunla birlikte ben de; ve ben senden beklediği bir tek kelime olan bir ruhsal karmaşayım." Syf: 116

 

"Cordelia'm!

 

Biliyorsun ki kendi kendime konuşmayı çok severim. Tanıdıklarım içinde en ilginç kişiyi kendimde buldum. Bazen bu konuşmalara bir konu bulamayacağımdan korktum; şimdi hiç korkum yok, şimdi sen varsın. Şimdi ve ebediyen kendimle seni konuşuyorum, en ilginç nesne hakkında en ilginç kişiyle - heyhat, ben sadece en ilginç kişiyim, sen ise en ilginç nesne.

 

Johannes'in" Syf: 116

 

"..., senin gözlerin de bana kendimi kendimde bulmayı öğretti, bırakayım unutuş seninle ilgili olmayan her şeyi silip süpürsün, o zaman bir antik yazıda ilahi bir tazelik keşfederim ve o zaman sana olan aşkımın benim kadar yaşlı olduğunu keşfederim." Syf: 117

 

"Cordelia'm!

 

Bir krallık kendiyle ihtilafa düşerse nasıl ayakta kalabilir; kendimle ihtilafa düşen ben nasıl ayakta kalaçağım? Ne hakkında mı? Senin hakkında, sana aşık olduğum düşüncesinde belki sükun bulabilirim diye. Lakin bu sükuneti nasıl bulacağım? Zıt güçler fasılasız olarak birbirlerini en derin ve en içten aşık olanın kendisi olduğuna iknaya çalışacaklar; bir an biri, sonraki an öbürü. Bu beni pek fazla endişelendirir de diyemem, zira o ihtilaf benim dışımda vuku buldu; yani biri sana aşık olmaya cüret ettiyse, - veya olmamaya, fark etmiyor, suçun ağırlığı her iki halde de aynı; yine de kendi içimdeki bu ihtilaf beni tüketiyor, - bu tek ihtirastaki çift anlamlılık.

 

Johannes'in" Syf: 117

 

"Cordelia'm!

 

Seni bir unutabilseydim! O zaman aşkım bir hafıza işi mi demek olur? Zaman yazı tahtalarındaki her şeyi silmiş de olsa, silinmiş olan hafızanın kendi de olsa, sana olan ilgim dipdiri kalmaya devam ederdi, sen hiç unutulmazdın. Seni bir unutabilseydim! Ama o zaman neyi hatırlayacağım? Seni hatırlatmaktan kendimi bile unuturum; seni unutursam, tekrar kendimi hatırlayacağım, fakat kendimi hatırladığım an seni tekrar hatırlamak zorunda kalacağım. Seni bir unutabilseydim! O zaman ne olurdu? Eski zamanlardan kalma bir tabloda Ariadne mağarasından çıkmış, denizde pupa yelken son hız uzaklaşan teknenin arkasından kaygılı gözlerle bakarken tasvir edilir. Ariadne'nin yanıbaşında elinde kirişsiz bir yay, gözlerinin yaşını silen Cupido durmaktadır. Tam arkasında başında miğferiyle kanatlı bit kadın silüeti görülür. Insan onun Nemesis'i temsil ettiğini hemen anlar. Bu tabloyu kafanda canlandır, onu kafanda biraz daha değiştir. Cupido ağlamıyor ve yayı kirişsiz değil; yoksa ben çıldırdım diye sen daha az güzel, daha az muzaffer olurdun. Cupido gülümsüyor ve yayını geriyor. Nemesis yanıbaşında boş durmuyor, o da yayını geriyor. Aynı resimdeki teknede bir erkek figürü seçiliyor, bir şeyle meşgul. Theseus olduğunu farz ediyor insan. Benim kafamdaki resimde böyle değil. O orada, teknenin kıç tarafında durmuş, hasretle gerilere bakıyor, kollarını ileri doğru uzatmış, pişman olmuş, tövbe etmiş, daha doğrusu çılgınlığı onu terk etmiş, ama tekne onu uzaklara götürüyor. Cupido ve Nemesis birlikte nişan alıyorlar, her bir yaydan birer ok fırlıyor, hedefe tam isabet, bunu görüyorsun, theseus'un kalbinde tam aynı noktaya isabet etmelerinin neye işaret ettiğini anlıyorsun: Theseus'un aşk öç dolu Nemesis'e idi.

 

Johannes'in" Syf: 120

 

"Dünyanın kafir gözlerinde en büyük bencilliğin ifadesi olan şey, senin mahrem gözlerin için en saf sevginin ifadesi; dünyanın kafir gözlerinde en alelade yaşama içgüsünün ifadesi olan şey, senin kutsal bakışın için kendini yok edişin en coşkulusu." Syf: 120

 

Sırlarının üzerini sessizlik kaplamalı - ben istediğim sürece. Benim hükmüm altındalar, onları arzu ettiğim zaman ayırabilirim. Sırlarını biliyorum; bunu olsa olsa ya birinden ya diğerinden öğrenmiş olabilirim - genç kızdan mı, bu imkansız - öyleyse delikanlıdan - bu tikdindirici - bravo! Ve hatta neredeyse fesatlık. Bakalım, göreceğiz. Onda başka türlü elde edemeyeceğim belli bir ifadeyi bu yolla elde edebileceksem, olağan, dilediğim gibi, ö zaman yapacak başka hiçbir şey yok." Syf: 122

 

"Cordelia'm!

 

Ben yoksulum - sen benim zenginliğimsin; karanlık - sen benim ışığımsın; sahip olduğum hiçbir şey yok, hiçbir şeye muhtaç değilim. Zaten bir şeye nasıl sahip olabilirim ki? Bu kendi içinde bir tezat olurdu, kendine sahip olmayanın bir şeye sahip olması! Hiçbir şeyi olmayan ve hiçbir şeye sahip olmasına izin verilmeyen bir çoçuk gibi mutluyum. Hiçbir şeye sahip değilim; çünkü yalnız sana aidim; ben ben değilim, ben ben olmaya son verdim, senin olmak için." Syf: 122

 

Soreen Kierkegaard - Baştan Çıkarıcının Günlüğü ...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...