Jump to content

İlk İnsanlar, Törüngey


reincarnated

Önerilen Mesajlar

http://www.bilinmeyenturktarihi.com/wp-content/uploads/2013/02/ilk-insanlar.jpg

 

Törüngey, Türk ve Altay mitolojisinde ilk insan, Adem. Türüngey (Torongay) olarak da bilinir. Yeryüzünde yaratılan ilk kişi olduğuna inanılır. İnsanların atasıdır. Gökte yaşamaktadır. Ne bir ulusa ne de bir boya (kabileye) sahip değildir. İlk önceleri eşi de yoktur. Sonradan yeryüzüne gönderilmiştir. Yeryüzüne gönderilirken Ulukayın (veya Ulu Ata) tarafından kendisine Su, Ateş ve Demir verilmiştir. Karısının adı Ece (Eje)’dir. Elli kapılı, kırk pencereli, çatısı otuz kirişli bir evi vardır. Öküzleri tarla sürmede kullanan kişidir. Köten (saban) sürmeyi bulan kişi de odur. Kımızı bulan da odur. Kımız içme töreni ona aittir. Bazen göklerden mi indiği yerden mi çıktığı belli olmayan kişi olarak betimlenir. Bazen de gökten düştüğü söylenir. Ateşi elde etmiştir. Ve kendisi yurdundan kovar, bu durum kovulma motifiyle de bağlantılıdır. İslam, Hristiyanlık ve Museviliğin etkisiyle çamurdan yaratıldığı inancı yerleşmiştir. Karısıyla birlikte adları Ecey (Ece) ve Elley (Ele) şeklinde de geçer.

 

Türk Mitolojisinde İlk İnsanlar Törüngey ve Eje’nin Tanrı Katından Kovulması;

 

Erlik Han lanetlenmiştir, Tanrı Ülgen “fenalık ettin, senin halkın da hep hileciler, fenalık düşünenler olsun der.” ve yarattığı karada dokuz dallı çam ağacının dokuz dalından kendi halkını türetir. Erlik bu halk benim olsun der tanrıya, tanrı da ona git kendi halkını kendin bul deyip Erlik’i geri çevirir. Tanrının halkının bu ağacın yalnız doğuya bakan 5 dalından istifade etmelerine izin verilmiştir. Kalan dört dal yasaklamıştır. Erlik gidip bu halkı baştan çıkarır. Erkek olan Törüngey ile dişi olan Eje, Erlik’in şu sözüne kanarlar “Bu dört dal aslında size yasak değildir, meyveleri de pek tatlıdır. Dilediğinizce yiyin.” Erlik sonra ağaca bekçi bulunan yılan uyurken ağzına girer ve ağaca çıkar, Ece’ye müsaade ettiğini söyler. Bunun üstüne Ece meyveden yer, Törüngey’in de ağzına sürer. Tanrı durumu fark eder ve Erlik’i yer altına gönderir. Eje’ye “Sen benim sözümü tutmadın bundan sonra gebe kalasın ve doğum sancıları çekesin” der. Yılana “Sen benim sözümü tutmadın, bundan böyle Şeytan diye bilinesin, herkes seni ezmeye öldürmeye çalışsın” der. Törüngeye “Sen benim sözümü tutmadın, 9 kızın 9 oğlun olacak ve hepsinden sen sorumlu olacaksın, insan neslini sen çoğaltacaksın” der. “Hepinizi hanemden kovuyorum, dünyaya gönderiyorum, burada sizi ben beslerdim, ben korurdum, artık kendinizi besleyip koruyacaksınız, bir daha da sesimi duymayacaksınız” diye ekler. Böylece Erlik insanoğluna ilk kötülüğünü etmiş olur.

 

Sogotoh Han

 

Sahaların (Yakutların) atasıdır. Sokotoh (Soğotoğ) Han olarak da söylenir. Bazen yeryüzündeki ilk insan olarak da anılır. Kimi yönleri Oğuz Han ile benzerlikler taşır. Sogotoh’un karısının adı Tunalıkan, kayınbabasının adı Omogoy Han’dır (Yakutça: Омоҕой, Rusça: Омогой). Sözcük; tek, yalnız, yalın, saf, beyaz anlamlarına gelir. Yakutçada Soho kil demektir.

 

Etimoloji

(Tör/Tür) kökünden türemiştir. Türemek kökünden gelir. Töre/Türe/Törö sözcüğü adalet ve hukuk anlamı da taşır. Türk kelimesiyle aynı kökteştir. Tör/Törü/Türe/Törö/Turo/Turu sözcükleri Moğolcada da emir, düzen ve bunun yanında evlilik ve doğum anlamlarını bünyesinde barındırır.

 

 

Ece ve Törüngey Prof.Dr. Fuzuli Bayat'ın "Ezoterik Bilgi Kaynağında Yasak Meyve" makalesinden.

 

Türk mitolojisine de giren yasak meyve olayı bütün yönleriyle Tevrat’ta tasvir edilen cennetten kovulma motifini hatırlatır. Türk kozmogonisinde ilk yaratılanlardan olan Törüngey ve Ece’yi de yer altı düyasının hakimi Erlik kandırır. Yaratılıs mitinin W. Radloff varyantında rast geldiğimiz Havva ile Adem’in benzeri olan Törüngey ile Ece, ilk insanların vücutlarının tüylerle kaplı olması, yasak meyve motifi, çiftin yer üzerine atılması vs. V. Verbitskiy varyantında yoktur. Kovulma motifinde Ece, Erlik’in sözleri üzerine yasak meyvelerden birini ısırır, meyve kendisine çok tatlı gelir. Isırdığı meyveyi kendisi yemekle kalmaz, kocasına da yedirir. Her ikisinin yasak meyveyi yemeleriyle o ana kadar çıpaklıklarını koruyan tüyler aynı anda dökülür ve çıplak olduklarının farkına varırlar. Tanrı bu çifti koruyamayan yılanı lanetler ve gördüğü yerde öldürülmesini ister. Törüngey’le Ece ölümlü kılınır ve Erlikle mücadele etmek için orta düyaya gönderilirler. Bu mitte Kuran’daki Seytanın yerinde Erlik görülür.

 

Ancak Tevrat’ta mevcut olan yılan motifine burada da rastlamak mümkündür. Yasak meyvenin yenilmesinden sonra insanın ölümlü olması ve insan neslinin türemesi olayları gerçekleşmistir. Nitekim yasak meyvenin yenilmesinden sonra Tanrı kadına doğurma cezasını vermistir. Simgesel olarak insan soyunun artması ve tarihi zamana geçiş yasak meyvenin yenilmesiyle belirlenir. Türk mitolojisinde ilk yaratılan Ece ve Törüngey yasak meyveleri yemeleri sebebiyle ebedi ışıklı düyadan karanlık dünyaya kovulmus olurlar ve yaratma sona erer, bundan sonra üreme baslar. Burada Tevrat’taki iyi ve kötüyü bilme ağacı değişik bir şekilde işlenmistir. Nitekim meyveyi yedikten sonra Törüngeyle Ece çıplaklığı, yani kötülüğü fark ederler veya kötülükle tanışırlar. İnsanları yasak meyveden koruyamayan yılan lanetlenir. Yaptığı suçan dolayı Ece, Tanrı tarafından çocuk doğurma ve doğum sancısı çekme cezasına çarptırılır. Törügey’e ise ceza olarak kazanarak hayatını kurmağı verir. Mitte bilinçaltında yatan yaratılmadan üremeye geçiş ve ölüm kavramları yasak meyveyle eşleştirilir. Kovulma üremeye, yasak meyve de ölüme transformasyon edilir.

 

(Derlemedir.)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Altay Yaratılış Destanı'ndan Bir Bölüm:

 

"...Bir ağacın meyvesiyle beslenen bir topluluk vardı. Ağacın bir tarafındaki meyveyi yiyorlar, diğer tarafındakileri ağızlarına almıyorlardı. 'Erlik' bunun sebebini sordu. İnsanlar da ona cevap verdiler: 'Tanrı bize bu dört dalın meyvesini yemeyi yasak etti. Güneşin doğduğu yanda bulunan beş dalın meyvelerinden yemeyi buyurdu. Yılan ile köpeğe bu ağacın dört dalından yemek isteyenleri bırakma diye emretti. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş dalın meyveleri bizim aşımız oldu.' dediler. Erlik bunları duyduktan sonra, Tanrı yalan söylemiş. Siz bu dört dalın meyvelerinden de yiyiniz dedi. Sonunda Törüngey ile karısını kandırıp yasak meyvelerden onlara yedirdi. O an da her ikisinin de 'tüyleri' dökülüverdi. Derken Tanrı geldi. Törüngey'e şöyle dedi: Beni dinlemedin ve şeytanın sözüne kandın. Onun sözüne kananlar onun ülkesinde yaşayacaklar, benim 'nurum'dan mahrum olacaklar, karanlık dünyada bulunacaklardır." (Altay Efsanesi'nde Yerin Yaradılışı Bölümünden)

İnsanlığın kökeni denildiğinde, hep bir cennetten kovuluş mizanseniyle karşılaşırız. Bu dinlerde böyle olduğu gibi, mitolojilerdeki anlatımlarda da böyledir. Tüm eski yazıtlar insanın kökenini cennete bağlar. Niçin cehennem değil de, cennettir acaba insanlığın kökeni... En büyük sırlardan biri, belki de burada yatmaktaydı...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Altay Yaratılış Destanı'ndan Bir Bölüm:

 

"...Bir ağacın meyvesiyle beslenen bir topluluk vardı. Ağacın bir tarafındaki meyveyi yiyorlar, diğer tarafındakileri ağızlarına almıyorlardı. 'Erlik' bunun sebebini sordu. İnsanlar da ona cevap verdiler: 'Tanrı bize bu dört dalın meyvesini yemeyi yasak etti. Güneşin doğduğu yanda bulunan beş dalın meyvelerinden yemeyi buyurdu. Yılan ile köpeğe bu ağacın dört dalından yemek isteyenleri bırakma diye emretti. Bundan sonra Tanrı göğe çıktı. Beş dalın meyveleri bizim aşımız oldu.' dediler. Erlik bunları duyduktan sonra, Tanrı yalan söylemiş. Siz bu dört dalın meyvelerinden de yiyiniz dedi. Sonunda Törüngey ile karısını kandırıp yasak meyvelerden onlara yedirdi. O an da her ikisinin de 'tüyleri' dökülüverdi. Derken Tanrı geldi. Törüngey'e şöyle dedi: Beni dinlemedin ve şeytanın sözüne kandın. Onun sözüne kananlar onun ülkesinde yaşayacaklar, benim 'nurum'dan mahrum olacaklar, karanlık dünyada bulunacaklardır." (Altay Efsanesi'nde Yerin Yaradılışı Bölümünden)

İnsanlığın kökeni denildiğinde, hep bir cennetten kovuluş mizanseniyle karşılaşırız. Bu dinlerde böyle olduğu gibi, mitolojilerdeki anlatımlarda da böyledir. Tüm eski yazıtlar insanın kökenini cennete bağlar. Niçin cehennem değil de, cennettir acaba insanlığın kökeni... En büyük sırlardan biri, belki de burada yatmaktaydı...

 

 

 

paranormalfikir'in alıntıladığı Ergun Candan'ın Gizli Sırlar Öğretisi adlı kitabında da şöyle devam ediliyor, eklemeye değer;

 

 

 

 

 

 

"İşte ilk bulmaca ve bulmacanın ilk ip uçları... Yukarıda size aktarmış olduğum dinsel ve mitolojik metinlerde, insanın kökeninin cennete bağlandığı görülmektedir. Cennet sembolüyle bir mükemmelliyet ortamı kastedildiği dikkate alınırsa, konunun daha hemen başında, mükemmelliyetin başlangıçta olduğu meselesiyle karşı karşıya kaldığımızı görürüz. Peki mükemmelliyetin başlangıçta olması ne anlama gelir? Bunu biraz açmamız gerekecek... Adem’le sembolize edilen başlangıç, hangi devrin başlangıcıydı? Bunu daha iyi ortaya koyabilmek için dünyanın ezoterik geçmişine çok kısa olarak bir göz atalım ve böylelikle insanlığın nereden gelip, nereye gitmekte olduğunu daha iyi gözler önüne sermeye çalışalım...

 

Mükemmelliyetin başlangıçta olduğu hayli yaygın ve hayli eski köklü bir anlayışın ifadesi olarak inisiyatik öğretilerdeki ezoterik çalışmalarda karşımıza çıkmaktadır. Bununla beraber, yine çok yaygın olmak üzere, kaybedilen “Altın Devrin” yeniden yaşanacağına dair de, bütün geleneklerde atıflar mevcuttur:

 

Grek Geleneği’ne göre: Altın Çağ bir nevi cennet hayatıydı. İnsanlar uzun yaşarlar ve hiç

ihtiyarlamazlardı. Mevcudiyetleri de Tanrı’nınkine benzerdi. Zamanla insanlığın aşamalı olarak aşağı inişinin başlamış olduğu söylenir.

 

Mısır Geleneği’nde ise: İnsanların tanrılarla birlikte yaşadıkları dönemlerden bahsedilir.

 

Hint Gelenekleri: İnsanlığın zaman içinde yavaş yavaş aşağı inmekte olduğunu ve her geçen asırla birlikte insanlığın biraz daha mükemmelliyetten uzaklaştırmakta olduğunu söyler. Hint ezoterizmi bunu envolüsyon ve evolüsyon yani aşağı iniş ve sonra tekrar yukarı çıkış olarak dile getirmiştir. İnsanlık önce Altın Çağı yaşamış sonra zaman içinde aşağı inerek Demir Çağı’na kadar ulaşmıştır. Demir Çağı’na Hint gelenekleri Kali - Yuga adını vermişlerdir.

 

Musevi ve Hristiyan Gelenekleri’nde de buna benzer fikirlerle karşılaşmaktayız: Büyük tufandan sonraki kozmos, yine Tanrı’nın, zamanın başlangıcında yarattığı kozmosun aynı olacak. Temizlenmiş, tasfiye edilmiş, ıslah ve ihya suretiyle yenilenmiş ve ilk günlerin mükemmelliyeti iade edilmiş olarak sona ulaşılacak...

 

Roma gelenekleri: Saturnalia Bayramı’ndan söz eder: Bu bayramlarda ışıklar söndürülür ve yeniden yakılırdı. Daha sonraları yeni yıl kutlamalarına dönen bu bayramlar yine aynı tema üzerine kurulmuştu. Peki mükemmelliyetten uzaklaşılış niçin kutlanmaktaydı? Çünkü uzaklaşıldıkça yeniden yeni bir mükemmelliyete doğru da aynı zamanda yaklaşılmakta olduğu bilindiği için, her geçen zaman bu kavuşmayı da beraberinde getirmekteydi. İşte kutlanan da buydu... Mükemmelliyet yeniden kavuşmaya doğru gidildiğini göstermek içinde ışıklar söndürülüp yeniden yakılırdı. Yani karanlıklardan aydınlığa geçişin bir sembolü olarak...

 

Müslümanlar'da da başlangıçların mükemmelliyetine rastlıyoruz: Adem ile Havva cennetten yani mükemmelliyeti ifade eden bir ortamdan kovulmamışlar mıydı?

 

Örnekleri çoğaltmak mümkün. Kısaca toparlayacak olursak; hemen hemen tüm toplumların

geleneksel bilgilerinde, mükemmelliyetin başlangıçta olduğu, sembollerle çeşitli mizansenler içinde

dile getirildiğini söyleyebiliriz."

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Türk mitoljisinin doğuşu kutsal kitaplardan öncemi acaba ?

 

"Buradan görülmektedir ki İnsanlar önce bir ruh olarak yaratılmış olan ve sonra tanrının kutsal makamı olan gökten kovularak yeryüzüne gönderilmiş, bu iki ruh insan olmuş ve tüm insanoğlu bu iki insandan türemiştir. Açıkça görülmektedir ki Türkler tıpkı semavi dinlerde olduğu gibi İbrahim’i bir inanç benimsemişlerdir. Türklerin tanrı inançları Hz. İsa ve Hz. Musa’nın dünyaya gelmesinden çok öncede benimsenmiş olması ise oldukça şaşırtıcıdır. Zira Türklerdeki bu semavi inanç sisteminin üç semavi dinden sonra meydana gelmiş olması durumunda Orta Doğu ve Mezopotamya bağlantılarını sorgulayabilir, bu inancın bir şekilde Orta Doğu’dan Asya’ya ulaştığını düşünebilirdik."

 

bunu bir yazıdan alıntıladım. Kökene indiğimiz zaman aslında bir çok etmenden söz edebiliriz. Bana kalırsa bu gibi benzer anlatımlarda bir Mu mitine yönelme oluyor. Doğrulayıcı nitelikte bir çok benzer olgu var ama tabi kültürel etkileşimin sınırı yok.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...