Jump to content

Oduncu Yunus


paranormalfikir

Önerilen Mesajlar

67_1838yunus_2.jpg

 

Yoksul Yunus, sırtıyla 40 yıl dağdan odun indirdi. 40 yıl sabretti yüreğine aydınlığın doğacağı günü bekledi. Sivrihisar'a bağlı Sarıköy adında bir köy vardı. Burada Yunus adında (Yunus Emre) genç bir adam yaşıyordu. Taptuk Emre adında bir yol göstericinin kapısına sığınmıştı. Başka insanlarda vardı burada. Taptuk Emre Yunus’u dağdan odun getirmekle görevlendirmişti.

Erenler yurdunda himmete ulaşmanın ilk şartı teslimiyet ve hizmete talip olmaktır. Bu Yunus için de böyle oldu. Şeyhine; "Ne hizmet varsa yaparım." dedi. Taptuk Emre de, Yunus'u dergâhı'ndaki odunculuğa tayin etti.

Kimi işler, görünüşte sıradandır. Onun neden yapılacağı, manevi olgunlaşma sürecinde nasıl bir sonuca yol açacağı önceden bilinemez. Ama hepsinde temel gaye "Nefsi Kırmak" ve manevi rehbere bağlılığı sınamaktır. Mesela Mevlevi Dergâhlarında da mutfak hizmeti bu yolda ilk adımdır.

(Söylenceye göre Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre'yi yetiştirme işini Taptuk Emre'ye bırakır.)

 

Yunus her gün dağa gitti, odun getirdi. Bunlar öyle odunlardı ki oklava gibi dümdüzdüler. "Niçin hep düzdün odun getiriyorsun? Ormanda hiç eğri odun yok mu?" diye soranlara "Taptuk'un kapısına eğri odun yaraşmaz." karşılığını verirdi.

1yıl değil, 5 yıl değil, yoksul Yunus tam 40 yıl her gün dağdan odun taşıdı. Durumundan kimseye yakınmadı, yazıklanmadı. Zaten bu süre içinde sesini çok az sayıda insan duymuştur. Konuşmadan geçen tam 40 yıl...

40 yıl geride kalmıştı. Bir akşam Taptuk Ocağında kalabalık bir topluluk yer almıştı. İlâhiler okunacak, şiirler söylenecekti. Yunus da dağdan yorgun argın gelmiş, kapı ardında bir yere ilişmişti. Taptuk Emre'nin dergâhı arasında Yunus-ı Güyende (Söyleyici Yunus) adında bir şair vardı.

 

Taptuk Emre ona: "Yunus, Haydi bir şeyler söyle de dinleyelim." dedi.

Güyende, mırın kırın etti, birşeyler demek istedi, ama başaramadı.

Ak sakallı Taptuk Emre, topluluğa bakındı. En arkada kapı dibinde ki Yunus Emre'yi gördü.

"Haydi oduncu Yunus, sen söyle!"

Yunus bir anda gözlerinden bir perde kalkmış gibi içinin aydınlandığını hissetti. Her şeyi daha bir duru duru görmeye başladı ve nihayet dili çözüldü. O gece orada öyle güzel şiirler söylendi ki, dinleyenler âdeta kendilerinden geçtiler.

Ertsi gün Taptuk Baba, Yunus'u yanına çağırdı:

"Artık aradığını buldun. Çilen doldu, tamam oldu. Bundan böyle bu kapıya odun getirmen gerekmez." dedi.

Yunus Pir'inin elini öptü. Sırtında aba, ayaklarında çarık, omzunda çıkını, elinde sopası yollara düştü. Dağlara taşlara, uçan kuşlara, tarlalarda çalışan insanlara, atlarının üstünde kurumlu kurumlu giden eli kanlı beylere şiirler söyleyerek yıllarca dolaştı. Yolu bir gün Konya'ya düştü. Büyük şair ve bilgin Mevlana'nın yanına vardı, elini öptü.

Mevlana kendisine yeni yazdığı altı ciltlik Mesnevi adlı kitabını gösterdi. Yunus baktı, karıştırdı: "Uzun yazmışsın, ben olsam, 'Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm.' derdim, olur biterdi."

Yunus, bütün Anadolu'yu Suriye'yi, Azerbaycan'ı içine alan bu uzun yolculuğundan dönünce, gene Taptuk Emre'nin yanına vardı. Taptuk Baba, artık iyice yaşlanmış, iki gözü de görmez olmuştu. Yunus'a:

"Yunus'um, iki güneş bir arada barınmaz, şimdi bir ok atacağım. Bu oku ara, onu nerede bulduysan oraya yerleş, kal." dedi.

Ok vınlayarak bulutların arasında kaybolup gitti. Yunus tam beş yıl bu oku aradı. Sonunda oku doğduğu Sarıköy’de buldu. Oraya yerleşti ve orada öldü. Şimdi mezarı Sarıköy'dedir.

Yunus Emre, Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden birisidir. O zamanki Türk Aydınları, Türk dilini hor görüyor, Arapça, Farsça yazmayı üstünlük sayıyorlardı. Yunus emre halkın konuştuğu Türkçe’yi şiir dili yaptı. Üstün şairlik yeteneği ile dilimizi içlere işleyen akıcı ve sıcak bir ses hâline getirdi.

Türk halkı onu 700 yıldır hiç unutamadı. Kimi kentli şairler onu küçük gördüler, yazdıkları kitaplarda adını anmadılar ama köylünün, kasabalının, hatta dağ başında ki çobanların dilinden hiç düşmedi.

Şiirlerinde hangi dinden, hangi ırktan olursa olsun, insanları sevmek gerektiğini, barış içinde yaşama dileğini dile getirdi.

Derler ki, Yunus 3000 tane şiir yazdı. Şiirlerinin yazılı bulunduğu defter, Yunus öldükten 100 sonra Molla Kasım adında bir Ham Sofunun eline geçti. Defteri yanına alıp, ırmak kıyısına vardı. Sağ yanında bir ırmak akıyordu, sol yanına da bir ateş yaktı. Başladı şiirleri okumaya. Dar kafalı Molla, şiirleri okuyor, hiç birisini beğenmiyordu. Bunları dine aykırı buluyordu. Okuduğu sayfayı koparıyor, kimini yanı başında sessiz sessiz akıp giden ırmağa atıyor, kimini de oylum oylum yanan ateşte yakıyordu. Tam 2000 şiiri yok etmişti. Birden eline 2001. şiir geçti. O şiirin sonunda şöyle deniliyordu:

"Derviş Yunus, bu sözü eğri büğrü söyleme.

Seni sorguya çeken bir Molla Kasım gelir."

Molla Kasım böğründen kurşun yemişe döndü. Dili dişi kitlendi. "Ben ne yaptım da iki bin şiiri yaramaz diye yok ettim." diye dövünmeye başladı.

Ama dövünmesi gereksizdi. Çünkü o şiirlerin hiç birisi boşa gitmedi, yok olmadı. Halkımızın inancına göre bugün ırmağa atılan 1000 şiiri denizlerde balıklar, yakılan 1000 şiiri gökyüzündeki kuşlar, kalan 1000 şiiri de insanlar okuyor.

Şimdi siz; "Bunun aslı var mı?" diye soracaksınız. Aslı olmasa da bir büyük şaire halkın verdiği değeri göstermesi bakımından çok güzel bir hikâye... Büyük şairler, çiçeklere benzer, halk toprağında her yıl yeniden açıp dururlar...

 

Kaynak: KIRK YIL SIRTINDA ODUN TAŞIYAN ŞAİR :: "Hayata açılan bilgi limanı"

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bizim Yunus mu?

 

Dergahı terk etmiş, suçlu bir halde dönmüştüm. O gün kabul edilmiştim dergaha ama şimdi ne olacaktı? Kestiremiyordum. Dış avlunun kapısından girer girmez bazı dervişler gördü beni. Fakat hiç oralı olmadılar. Bu şekilde şeyhime varacak yüzüm olmayışını düşündüğümden akşamın olmasını bekledim. Gecenin karanlığından da yararlanıp doğruca Ana Bacı’ya gittim. Olan biteni bir bir anlattım. Boynum bükük, şeyhim beni tekrar kabul eder mi diye sordum.

 

- “Sen kapı eşiğine yat, şeyhin sabah namazı için kalktığında ayağı sana takılır, sonra “kim o?” diye sorar. Ben de O’na seni söyler, Yunus derim. Eğer “Hangi Yunus?” derse var git, seni gönlünden çıkarmış; lakin “Bizim Yunus mu?” derse ayaklarına kapan, kendini affettir.” dedi.

 

 

 

Sabah ezanıyla uyandım. Gözyaşlarımı damlalar halinde toprağa salarken kalbinde sevgi ve merhametten başka bir şey olmadığını kesinlikle bildiğim şeyhim, kolunda Ana Bacı olduğu halde dışarı çıktı. Gözleri görmez olmuştu. Kalp gözü her daim açıktı. Kapı gıcırtısının kesilmesinin hemen ardından şeyhimin ayaklarını hissettim böğrümde. Keşke ayağının değdiği yerde başım olsaydı da yüzüme bassaydı. Ayak izlerinden arta kalan toz kara yüzümü ak çıkarırdı belki. “Kim o?” diye sordu, tevazusu denizleri yarar gibi. Ben ise kör pişman:

 

- ” Yunus” diyebildim.

 

Şeyhim sesimi duyunca durdu. Zaman da onunla beraber durdu. Ağzından çıkacak bir kelime beni ya uçuracak ya öldürecekti. İçime döndüm, özümü tuttum. Beklediğim sözü duymamsa fazla uzun sürmedi, kırk asır geçerken gözlerimin önünden.

 

- “Bizim Yunus mu?”

 

dedi ve beni yeniden hayata bağladı. Beni unutmadığını, kalbinden silmediğini gösterdi.

 

Ayaklarına kapandım, ellerini öpüp alnıma götürdüm..

 

Kaynak: Aşka Ağlayan Derviş

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...