Jump to content

Gizli Sırlar Öğretisi


nameste

Önerilen Mesajlar

Merhaba arkadaşlar, öncelikle selamlar..

 

Bu başlığı açma sebebim, tahminimce bir çoğumuzun okumadığı, Ergun CANDAN'ın, 1. baskısı Nisan 1998 olan Gizli Sırlar Öğretisi kitabında, büyük bir özen ve titizlik göstererek sunduğu araştırmaya açık başlıklardan bir kaçını, bu başlık altında tarafınızdan ve tarafımdan açıklığa kavuşturulmasını istediğimi düşünmemle gerçekleşti.

 

Bu başlık altında karşılaşacaklarınızı kesin doğrudur, ya da kesin yanlıştır diye bir ön yargıyla ele almadığımı bilmenizi isterim. Zira nihai karar sizlere ait.

 

Kararınız ne olursa olsun mutlaka araştırmaya dayanan bir düşüncenin sonucu olsun.

 

"Konuşan bir Türkiye.. Evet çoğumuz bunu istiyoruz. Ama konuşan bir Türkiye'nin oluşabilmesi içi gerekli olan şartları çoğumuz yerine getirmiyoruz.

Okumuyoruz,

araştırmıyoruz,

bildiklerimizle yetiniyoruz..

 

Tabulardan sıyrılarak, özgürce kendimizi araştırmacı ruhuna teslim etmiyoruz. Böyle olunca da, konuşan Türkiye'nin oluşmasına hiç bir katkıda bulunmuyoruz.

 

Müslüman olduğumuzu iddia ediyoruz. Ama bir kerecik bile inanmış olduğumuz Kur'an-ı Kerim'in türkçe tercümesini okumuyoruz. Okumuyoruz.. Kulaktan dolma bilgilerle yetiniyoruz. Ve bütün bu olup bitenlerin de, birilerinin işine geldiğini anlamıyoruz..

İnsanoğlu böyle koşa koşa nereye gitmektedir?

İnsanın kadersi, eserleriyle birlikte, hiçlikte ve unutulmuşlukta eriyip gitmekte midir?

Dünyada yaşamın gayesi nedir?

Ben kimim?

Yaşam talihin bir cilvesi ve rastlantıların bir sonucu mudur?

Varoluşun sırrı nedir?

Bu soruları çoğaltmak mümkün. Fakat bu ilk sorularda bile, insanoğlunun büyük bir bilmeceyle karşı karşıya olduğu ortaya çıkmaktadır.

 

İtiraf etmek gerekir ki, aslında bu sorular günümüzde pek fazla düşünülmemektedir. Çünkü hakim olan güç bizden böyle bir şey yapmamızı istemiyor. Hayat gayilesi adını verdiğimiz, bu yaşam çarkına kendimizi öyle bir kaptırmış gidiyoruz ki, bu hengamede, bu tür sorular çoğunlukla aklımızın ucundan bile geçmiyor.

 

Ara sıra bu soruları kendimize sorduğumuzda ise, haklı olarak hiç bir cevap bulamıyoruz. Klasik anlayışlarımız ve klasik inançlarımız bize yeterli olmuyor. Öyle bir dejenerasyonun içine gömülmüşüz ki, kardeşlik kavramı diye dillerden düşürmediğimiz o sözcük, kalplerimizden ziyade, sahte nutuklarımızda yer almaktan öteye geçememiştir. İhtiraslar sadece günlük yaşamın içinde değil, mabetlerde bile kendini gösterir olmuştur. Çünkü otomatik yaşamın kolaylığı bizlere aşılanmış durumdadır.

 

Şöyle bir benzetme yapacak olursak, ışık selinin ortasında ışıktan habersiz kalan körler gibi; bizlerin de harikalar okyanusunun ortasında, bu harikalardan habersiz yaşayıp gitmekte olduğumuzu söyleyebilirim. Neden mi? Nedenini en başta söylemiştim. Okumuyoruz, araştırmıyoruz ve hep aynı şekilde düşünme alışkanlığımızı terk etmiyoruz. Böyle olunca da gerçeklerle temas edemiyoruz.

 

Doğrusunu söylemek gerekirse, bu çelişkileri vebaplayabilmek için biraz cesaret gerektiği ortadadır.

Her şeyden önce kendi geçmişinden korkmayan bir uyggarlık düzeyinin ya da bir bilimsel zihiyetin egemen olacağı günlerin gelmesini sadece oturduğumuz yerde beklemek yerine; sizleri araştırmaya, okumaya, düşünmeye, düşüncelerimizi özgürce dile getirmeye ve çelişkilerin üzerine cesaretle gitmeye davet ediyorum..

 

Bu gün bilinmeyen yarın bilinecektir.. Ancak bugün bildiklerimizle yetindiğimiz sürece, gelecekteki; geleceği yakalayabilme şansımızın da, hiç bir zaman mümkün olmayacağını unutmayalım.

Ve yine unutmayalım ki; günümüzdeki tüm yenilikler; geçmişin sağladığı olanakları yeterli görmeyen ve sürekli gözlerini geleceğin sonsuz imkanlarına çevirmiş olan atılımcı, araştırıcı ve ilerici aydınlar tarafından gerçekleştirebilmiştir.

 

''İnsanların büyük bir çoğunluğu nehrin kıyısında bir aşağı, bir yukarı koşuşur durur. Oysa ki nehrin karşısına geçen için ıstırap yoktur...'' Böyle demişti, yüzlerce yıl önce Buda.. Peki ama nehrin öte yakasına nasıl geçeceğiz? Bunun tek cevabı var. ARAŞTIRARAK. Evet, sadece araştırarak.Aradığımız gerçeklere ulaşabilmek için tek bir altın anahtarımız var:

Araştırmacı bir ruha kendimizi teslim etmek..

Peki ama nereden başlayacağız?

 

Öncelikle şunu söyleyebilirim: Ne kadar ileriye gidebilmek istiyorsaki o kadar geçmişe geri dönme mecburiyeti vardır. O zaman aradığımız ırların büyük bir bölümünün, geçmişte gizli olduğunu görmemiz mümkün olacaktır.

 

Aradığımız gerçekler, aradığımız sırlar tarihinin çok eski dönemlerine kadar uzanır. Bu sıralar tarihin çok eski dönemlerine kadar uzanır. Bu sırlar tarihinin karanlıkkalmış noktalarında gizlidir. Örneğin mitolojilerde, eski uygarlıkların geleneksel kültürlerinde, felsefi çalışmalarında, mabetlerinde, gizli öğretilerinde..

 

Mitolojiler, insanlığın yüzyıllarca süren gerçeği aramasının ve bu gerçeklerle karşılaşanların, sembollerle bunu diğer insanlara anlatmasından doğan hikayedir. Ama o bildiğimiz hayali hikayerlerden değil.. İçindeki bilgelik izlerini takip edenlere, ifade ettikleri gerçekleri anlatabilmek için sessizce durup beklemektedirler. Hem de binlerce yıldır..

 

Bazı gerçekleri öğrenmeye karar vermiş birinin başvuracağı en önemli kaynaklardan biri mitolojilerdir.

Hadi! Şimdi binlerce yıl geriye doğru gitmeye başlayalım ve insanlığın bitip tükenmeyen bilgelik arayışının izlerini birlikte takip etmeye çalışalım..

 

Bu öyle bir yoldur ki, kimine karanlık, kimine alaca karanlık, kimine ise apaydınlıktır..

Bu insanlığın bitip tükenmeyen bilgelik aşkının öyküsüdür..

 

Işık ve sevgiyle.."

 

Diyor Ergun CANDAN bizlere, Gizli Sırlar Öğretisi adlı kitabının başında.

 

Arkadaşlar, aranızda arayış ve sorgulayış içinde yorulanların, bu kitabı kitapçılardan edinerek okumalarını tavsiye ederim. Eminim ki, bilgilerimiz, öğrendiklerimiz doğrultusunda oluşan ve hayatımızın oluşumuna yegane sebep tecrübe ve düşünce kalıplarımızı, algılarınızı bu kitap ile bir puzzlemış gibi, bir seviyede olsa geliştirebileceğimizi düşünüyorum. Bence hayatı sorgulayan, "neyiz, ne olacağız?", "nerden geldik nereye gidiyoruz?", "ne diye bu dünyada yaşıyoruz?", "yaşamak nedir?", "ölüm nedir?" gibi sorularla kara kara düşünenler için, en azından araştırmaya açık bir çok konuyu ortaya kanıtlarıyla koyarak Ergun CANDAN, çok hoş bir kitap yazmış.

 

Okuyan ve okuyacak arkadaşlar için bir bilgi alış-verişinde bulunmak isterim.

Bilgi birikimlerimizi ortaya koyarak, birbirimizde yeni algılar oluşturmalıyız diye düşünmek zorundayım. Ne yazık ki aslında insanların hepsinin de böyle düşünmesi gerekiyor. Nitekim böyle olduğumuz sürece on binlerce sene önceki uygarlıkların, atalarımızın, bizlerin, nasıl olduğumuzu, biyolojimizin ve beynimizin bizlere neler sunduğunu, neler yapabildiğimizi, ne kapıların aslında bizlere apaçık olduğunu anlayabilir, kavrayabilir ve bu algılarla temeli sağlamlaştırarak, üstüne yeni ve sağlam algılar oluşturabiliriz.

 

Ergun CANDAN kitabında; Atatürk ve Kayıp Kıta Mu arasındaki araştırma şebeke zincirini de yine kanıtlarla bizlere açıklıyor..

 

Konuyu açan olarak benim startı vermem gerekiyor sanırım.

 

Ben öncelikle Raul Emmanuel'in "Les Floralies de L'esprit" adlı ezoterik kitabında kısmen yer almış ve geniş yankılara sebebiyet vermiş olduğu şema hakkında kendimce naçizane olarak argüman desteklemeye çalışacağım. Bu şemayı çok iyi tahlil etmenizi öneririm. Bu şemada Raul Emmanuel'in açıklamadığı başka ezoterik sırlar da mevcut.

 

ŞEMA;

 

[ATTACH]13455[/ATTACH]

www.t2174a.com/wp-content/uploads/2014/06/Ads%C4%B1z5.jpg

 

 

Bu resmin neresindeyiz sizce?

Şahsi görüşüm de, kitaptaki algıyla bazı kilit noktalarla benzeşiyor. Elbette ki, Mu'dan, Atlantis'ten bu yana süregelen, varoluşa dokunan ilahi ellerden bu yana beklenen nihai son-başlangıç çağının içindeyiz. Buna örnek olarak Maya'ların takviminin geçtiğimiz 2012 senesinde sona ermesi, bunun beraberinde gelen bir çok soruya neden olmuştu hatırlarsanız.

 

Öyle ki

 

  • Julyen takvim ( 1582’ye kadar ) 365,240,00 GÜN
  • Gregöryen takvim ( 1582’den beri ) 365,242,500 GÜN
  • Maya Takvimi 365,242,129 GÜN
  • Kesin Uzay Bilimsel Hesaplama 365,242,198 GÜN

 

Bir takvim ancak belirli bir kıyas noktası ile başladığı zaman anlamlı olur.

Bizim takvimimiz yani batı Dünyasının takvimi, İsa’nın doğumunu sıfır noktası saymaktadır.

 

Peki Maya Takvimi'nin başladığı sıfır noktası neredeydi?

 

 

  • (M.Ö 1 AĞUSTOS 3114)

1) Mayaların Astronomik-Kronolojik Bilgisinin oldukça kısa bir süre içinde elde edilmesi ancak

Güneş,Ay,Gezegenlerin ve sabit yıldızların periyodiğinin iyi bilinmesinden dolayı

Küçük açıların ve küçük zaman bölümlerinin ölçülmesinde Kesin sonuçlu metodlar uygulanmış olması halinde mümkündür.

 

2) Mayaların açı ölçümlerini gerekli titizlikle yapabilmeri için gereken alet ve metodları bilmeleri olanaksız olarak görülmelidir.

 

3) Buna karşılık Binlerce yıl gerideki takım yıldız oluşumlarının türlerine ve günlerine göre maya uzay bilimlerinin önceki yaşanmışlıklarının getirisi olan yüz milyarlarca çekmecelik bilgi arşivinden geldikleri ilim sahiplikleri tarafından bilindiğinden hiç şüphe edilemez.

 

4) Eski Geçmişte, yani miladi zaman hesaplamasının başlamasından binlerce yıl önce,

Konuyla ilgili gözlemler herhangi birisi tarafından herhangi bir zaman diliminde yapılmasa ve sonraki nesillere güvenilir biçimde nakledilmeseydi bu anlaşılmaz olacaktı.

Bu denli bir başarı ve gelecek kuşaklara iletme arzusu, eski geçmişte de uzun süreli bir gelişmenin gerçekleşmiş olmasını şart koşmaktadır.

Yani Tarih ve Zaman; Maya'ların öncesinde de var olduğu gibi, mayaların takviminin bitişi olan

 

21 Aralık 2012 Tarihinden de sonra devam edecektir..

 

Zamanın ve Dünya’nın sonu Değil ;

Yeni bir dönem,

Yeni bir çağ başlayacak.

Zihinlerde uyanış,

Bir bilinçlenme dönemine giriyoruz.

 

 

 

Dünya Kardeşlik Birliği Vakfı Buca Şubesi Başkanı

Tülay Sakin'in konu hakkındaki yorumunu da sizlere iletmek isterim ;

 

 

"Muhteşem bir güç var.. Bir kozmik bilinç.. Çok güçlü bir enerji. Her şeyi var-eden.. Kimimizin, Allah'ın dediği. Herkesin kendi bilinci ile sevdiği-sarıldığı-dileklerde bulunduğu ve hep "tektir", "birdir" dediği.. Ama hala onun kelamları olan o muhteşem öğretici kelamların yazıldığı kutsal kitapların doğrultusunda insanların taraflara ayrıldığı, sanki her peygamberin her kutsal kitabın göndericisi ayrı bir Allah-mış duyguları ile dili ile söylediğini özüne mühürleyemediği bu ayrımın ötesine geçip tek Tanrı, tek düzen ve dört kitabı da tarafsız incelerse hepsinin tek bir bilgide birleştiğini görüp, tek kitap doğrultusunda birleştiği an Altın Çağ'a ulaşmış olacağız. Öylesine kolay ki.. İnsan kendisini ciddiye almayıp, eğlenmeseydi bu çağ çoktannnnn kurulmuş olacaktı.. 23. y.y.'dan sonra 7 asırlık bir dönemi kapsayacak ve bilinmeyenlere bilinçli olarak kanat açılacaktır.. 30. y.y.'dan sonra da ışık çağı devreye girecektir..."

 

Sormak istiyorum; hangimiz, ne kadar Altın Çağ'a girdiğimizin bilincindeyiz? Neyiz, ne olduğumuzun bilincindeyiz? Bilinç nedir?

 

 

İyi forumlar..

nameste tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Tüylü Yılan / Kukulkaan

Bazı Toltek, Aztek, Maya ve İnka metinlerine göre, insanlarla bir süre yaşamış, onlara doğru yolu gösterdikten ve uygarlığı öğrettikten sonra göklere geri dönmüştür. Kimi metinlerde ondan tek kişi olarak değil, bir ırk veya bir topluluk olarak söz edilir ve yeryüzündeki insan vücudunu onların imal ettiği belirtilir. Örneğin, ünlü Maya kutsal kitabı Popol-Vuh’ta şöyle denir: “Onlardır vücut veren, onlardır yaratan. Onlar yeşil ve maviyle çevrilidirler. İsimleri Gucumatz’dır.” Görüldüğü gibi, metinde “onlar” zamiri kullanılmakta olup, bir topluluk söz konusudur. Bu durumda yılanın bu varlık topluluğunu yalnızca simgelemek üzere, bir sembol olarak kullanıldığı düşünülebilir. Amerika’nın eski uygarlıklarının göksel olguları simgelemede büyük ölçüde yılan sembolünü kullandıkları görülmektedir. Tüylü yılan sembolizminde, tüy yeryüzündeki birçok tradisyonda (örneğin eski Mısır tradisyonu) görüldüğü gibi, burada da hakikatin, doğruluğun, hafifliğin ve -göğe çıkmada kuşlara en büyük yardımcı unsur olduğundan- yükselmenin sembolü olarak kullanılmış olmalıdır.

 

  • O zamanlar, atalar tanrılarla aynı dili konuşuyorlar ve birbirleriyle mükemmel biçimde anlaşıyorlardı.” (Popol-Vuh)
  • Atalarımız orada doğdu, Dünya’da yaşadılar.” (Bir Aztek şiirinden)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Haklısın celali, güzel bir yerden tutmuşsun :thumbsup:

 

Dediğine benzer olarak Oğuz Kağan'ın vücudunun, efsanede tüylerle kaplı olduğu söylenir. Bununla ilgili olarak, Eski Türkler'in kültür ve inançlarını anlatan tarihi kaynaklarda, ilk insanın tamamıyla tüylü olduğuna inanıldığı anlatılıyor.

Altaylar'da yaşayan bir çok efsanede, bu konu ile ilgili sayısız örneklere rastlanıyor açıkcası. Örnek vermem gerekirse;

 

"Tüylerle kaplı olan ilk insan, Tanrı'ya karşı günah işlemiş ve bundan dolayı da tüyleri dökülmüştü. Tüyleri dökülünce de insanoğlu, bir türlü hastalıklardan kurtulamamış ve ölümsüzlüğü elinden kaçırmıştı."

 

İnsanlığın mükemmeliyetten uzaklaşmakta olduğu yani aşağı inişini anlatan bölümleriyle efsane devam eder;

 

"Tanrı insanı yaratırken, şeytan gelmiş ve insanın üzerine tükürerek, her tarafını pislik içinde bırakmıştı. Tanrı da insanın dışını içine, içini dışına çevirmek zorunda kalmıştı."

 

Bu suretle insanın içinde kalan şeytanın pisliği, insanoğlunun ruhunu ve ahlakını olumsuz yönde değişikliğe uğratmıştı. İnsanın dışı gerçi Tanrı yapısıydı ama içi şeytab tarafından kirletilmiş ve şeytana benzer bir özelliğe bürünmüştü.

Burada, "Tüy"ün, Aztekler'de, Mayalar'da, Mısır'da ve bir çok eski mezopotamya uygarlıklarının mitlerine ve destanlarına göre, gerçeğin sembolü olduğunu da bildirmekte fayda var. Konuyla ilgili bulduğum bilgileri de sizlere sunmak isterim.

 

 

Kuş tüyünün özellikle eski Mısır, Maya, İnka, Amerika kızılderilileri ve Asya Şamanizmi tradisyonlarında önemli bir yeri vardır. Kuşlardaki tüylerin tüm özellikleri aerodinamik prensiplerine uygun olarak tasarlanmıştır. Teleğin borusunun içi boştur; bu, hafiflik sağlar. Birçok kuşta her tüycüğe gözle görülemeyecek daha küçük tüycükler bağlıdır.

Birçok tradisyonda ilahlar, krallar ve kahramanlar için kullanılan tüy, kuş sembolüyle birçok anlamı paylaşır ve genellikle, hakikatin, doğruluğun, ilâhî adaletin, hafifliğin ve göğe çıkmada kuşlara en büyük yardımcı unsur olduğundan yükselmenin sembolü olarak kabul edilir.

 

Tüy, eski Mısır yazısında tüy "j" sesini veren tek heceli işaretlerden biri olup, "hakikat"in hiyeroglifidir ve hiyeroglif yazısında hafiflik, yükseklik, uçuş gibi sözcüklerin oluşturulmasında kullanılan bir işarettir.

 

Eski Mısır tradisyonunda hakikatin ve doğruluğun ' nesnel objesi tüy, kişileştirilmesi ise ilahe Maat'tir. Dolayısıyla Maat sözcüğü hiyeroglifte tüyle temsil edilir ki, bu, genellikle beyaz bir tüydür. "Maat salonu"nda gerçekleşen, psikostazi denilen, ölümden sonraki tartılma ya da yargılanma sahnesi Mısır resimlerinde, bir kefesinde ölünün kalbi, diğer kefesinde tüyün bulunduğu bir terazi ile temsil edilir. Ölü, dünyada yaşarken neler yaptığını, hangi kuralları çiğnemediğini bir bir sayar. Bu sembolizmde de tüy sembolü hakikat, adalet ve doğruluğu simgeler.

 

 

 

Fakat tüy eski Mısır tradisyonunda yalnız Maat'te değil, diğer birçok ilahın başında bulunur. Tüyü olan her ilah bir hakikati, bir yasayı veya ilkeyi simgeler. (Kimilerine göre iki tüy iki hakikati simgelerdi.) Tüy Mısır'da ışıkla da ilişkilendirilir. Nitekim, karanlık hakikati gizlediğinden, hakikatler ancak ışık altında görülebilir.

 

 

Tüyün ışıkla ilişkilendirilmesine Amerika kızılderilileri tradisyonlarında da rastlanır. Amerika kızılderilileri şeflerinin tüylerden oluşan başlığında, İnka ve Maya başlıklarında da görüldüğü gibi, güneşin ışık ışınları gibi bir yayılma göze çarpar; kimi başlıklarda tepe üç tüyden oluşur. Tüy, Amerika kızılderililerinde kabile şeflerinin yanısıra, ilahların, kabile şamanlarının başlıklarında ve giysilerinde bulunur. Kuzey Amerika kızılderilileri kartal kemiğinden çıkarılan düdük sesi eşliğinde icra ettikleri "güneşe bakan dansları"nda kartal tüyü kullanırlar. Kartal tüyü kullanımı Asya Şamanizmi'nde de mevcuttur. Asya samanları, özellikle Samoyed ve Altay şamanları başlığına kartal veya kuğu tüyleri takarlar. Moğol şamanı ise omuzlarında kanatlar bulunan bir giysi giyer. Kartal tüyü kullanımı Hititler'de de mevcuttur. Hitit bayram-larındaki adetlerden kartal tüyü ile su serpmeydi. Tüy, şamanın "uçuş" denilen trans deneyiminde sık sık rastlanan bir öğedir, şa törenlerinde de kullanılır.

 

 

 

Çin tradisyonlarında göğe yükselme" "dönüşüp kuş tüyleriyle ölümsüz gibi yükseldi" deyimiyle ifade edilir. Tao'cu rahibin adı "kuş tüylü bilgin" ya da "kuş tüylü konuk"tur. Taoizm'de "son realite olan Tao taş kadar ağır, tüy kadar hafiftir, " denir. Tüy sembolüne Hint tradisyonunda yılanlar ırkının düşmanı "kuş tüylü ırk" öyküsünde (Vishnu-Purana) bir ırkın niteliği olarak, İzlanda tradisyonunda ise "hakikat ağacı"ndaki altın güvercinin tüyü olarak rastlanır. Tüyün sembol olarak kullanımına Afrika ve Okyanusya yerlilerinde ve diğer birkaç tradisyonda da rastlanmakla birlikte, tüyün en çok önem taşıdığı tradisyonlar, varlıklarını birbirinden uzak topraklarda sürdürmüş olmalarına rağmen, Şamanizm (Asya ve Amerika Şamanizmi) ve eski Mısır tradisyonlarıdır. Eski Mısır ilahlarının başlarını süsleyen tüyler Asya'da Türk samanların, Amerika'da ise önce Maya samanlarının, sonra torunları olan Kızılderililerin başlarını süslemiştir. Bu, birbirine uzak topraklarda yeşermiş üç kültürdeki ortak bir özelliktir.

 

 

Yitik Mu uygarlığı araştırmacısı James Churchward'a göre tüy sembolünün kökeni yitik Mu kıtasıdır. Sembol Mu kıtasından göçler ve Uygurlar yoluyla tüm dünyaya yayılmıştır. Churchward şöyle diyor: "Mu'da kraliyet tacını ve rahip-kral Ra-Mu'nun başlığını üç tüy süslerdi. Bu üç tüye Uygurlar'da da rastlanır. Mu'da sarı tüy kraliyet üyeleri, mavi tüy rahiplik kurumu, kırmızı tüy ise ordu üyeleri ve soylular içindi. Tüy takma alışkanlığını atalarından miras olarak almış bulunan Kuzey Amerika kızılderilileri savaşa gitmeden önce tüylerin uçlarını kırmızıya boyarlar. Tüyün Mu dilindeki karşılıkları ku, kuk ya da kukum idi ki, Mayalar'ın ilahı Kukul-Kan "tüylerle kaplı yılanların Efendisi" anlamına gelir. Eski Mısır'ın ilk zamanlarında da firavunun tacını ve baş rahibin başlığını bir tüy süslerdi. Mısır'ın ilk dönemlerinde devekuşu tüyü değil, düz bir tüy kullanılırdı, kıvrık devekuşu tüyü kullanımı sonradan, Menes döneminden itibaren başlamıştır. Nitekim, ilahlar için devekuşu tüyünün değil, düz tüylerin kullanıldığı görülmektedir. Tüyler Mısır'da genellikle' maviye boyanmıştır. "

 

 

Kahramanlara veya atalara ait insan kılları birçok tradisyonda kuş tüyü ile özdeş tutulmuş veya ilişkilendirilmiştir. Sümer ilahı Samukan'da, rüyasında kolları kuş kanatları gibi tüylenen Sümer kahramanı Enkidu'da ve Altaylılar'ın atalarının yılan ile köpeğin bekçilik ettiği yasak meyveleri yiyince tüylerinin dökülmesi öyküsünde bu ilişkiyi görmekteyiz. İlginçtir ki, Türkçemiz'deki "tüy" sözcüğü sembolün her iki kullanımını da ifade edebilen, iki anlamlı bir sözcüktür.

 

Kalem olarak kullanılan tüy, yani tüy-kalem ise kelâm'ı ifade eden bir semboldür.

 

 

( Kaynak: Ezoterizmin Işığında NeoSpiritüalist Yaklaşımla Semboller - Alparslan Salt )

 

 

***

 

KIZILDERİLİLERDE TÜY

 

Kuş Tüyü Şifası

 

Şifa malzemesi olarak kullanılan doğal maddeler, tıpkı kutsal çubuk gibi, içerdikleri özel ruhsal niteliklere göre seçilirler. Örneğin, bir kuş tüyü, kuşun, hava akımındaki küçücük farklılıkları kolayca seçebilmesine yarayan bir duyarga gibidir.Buna benzer şekilde, bir Şif acı Şaman da iyileştirme törenlerinde tüyleri kullanırken enerjiyi hissedip, yönlendirebilir. Tüylerin hava ve rüzgarla bağları olduğundan ve kuşların uçmasını sağladığından ötürü bunlar, kutsamaların ve duların ta Yüce Ruh'a kadar taşınmasında da kullanılırlar.

 

Popüler imgelemede, hiçbir hayvan tılsımı, Kızılderili kültürüyle kuş tüyü kadar bağıntılı değildir. Tüylü başlıklarıyla yaşlılar ya da başında tek bir tüy taşıyan bir savaşçı, dünya kültürünün arşetipik imgeleri olmuşlardır.

Ancak bu tüylerin birer süs olmaktan öte anlamları vardır. Tek tek veya toplu olarak kullanılan tüyler, fiziksel ya da ruhsal bazı başarıların belirtisidirler. Bu, özellikle kartal tüyleri için geçerlidir. Kartal, Kızılderili geleneklerinde kuşların en asili ve ruhsalı olarak kabul edilirdi ve kartal tüyleri, Kızılderililerin dans kostümlerinde başlık olarak kullanılırdı. Kullanıcı kendisini böyle büyük bir kuşla özdeşleştirdiğinde, en yüksek ruhsal güçle de özdeşleştirmiş olurdu.

 

Tüyler, büyülü koruyucular gibi iş gören fetişleri ve kalkanları süslemekte de kullanılırdı. Çağdaş bir Crow Şifacı Şamanı olan Thomas Yellowtail (Sarıkuyruk), büyülü bir tüyle Vietnam'a savaşa giden genç bir Crow savaşçısı için şöyle der: "Tıpkı eski günlerde savaşçıların savaşırken taşıdıkları şifa gibi..." Genç adam, yoldaşları öldürülmesine rağmen hiç yara almadan kurtulmuştu!

 

Dört Yönün Şifa Tüyleri

 

Bir tüy içerdiği büyüsel özelliklere bağlı olarak belirli bir amaç için seçilir. Bu da tüyün alındığı kuşun ruhsal özelliklerine bağlıdır. Terleme Kulübesinde kartal tüyü doğuya, baykuş tüyü güneye, kuzgun tüyü batıya, şahin tüyü de kuzeye olmak üzere, dört ayrı kuştan alman dört tüy dört yöne doğru yerleştirilir. Bu tüyler, Terleme Kulübesinin arınma ve dua için güçlü bir yer olmasına yardım etmek üzere, titizlikle orkestra edilmiş bir enerji simyası yaratarak, dört yönün sembolik özellikleriyle tınlar.

 

Kartal Tüyü

 

Kartal, gözleri çok keskin ve çok yükseklerde uçabilen bir kuştur. Bu nedenlerden dolayı, dualar onunla Yüce Ruh'a kadar taşınabilir. Şifacı Şamanların, Şeflerin, Savaşçıların bir onur madalyası gibi taktıkları kartal tüyleri Kızılderili kültürünün en bilinen işaretidir. Doğu'nun Ruhsal Koruyucusu olan Wabun altın kartalla temsil edilir. Onun altından tüyleri, gün doğumunun ışıklarını ve her günün yeni bir başlangıç olduğunu söyleyen bilgeliği temsil eder.

 

Baykuş Tüyü

 

Bazılarının "Ölüm Belirtisi" diye korktukları baykuş; bilgelik, algı, ayırt etme ve hileyi anlama özelliklerinin öğreticisi olarak düşünülür. Baykuşlar, güçlü birer düş ve görü getiricisidirler. Tüyleri başka kuşların tüyleriyle karıştırılmamalı ve sorumsuzca kullanılmamalıdır çünkü şifaları çok güçlüdür. Kırmızı bir beze sarılan baykuş tüyü şifasının, böylece diğer enerjilerden uzak tutulacağından ve etkisini koruyacağından söz edilir. Bazı Kızılderililer baykuş tüyüne dokunmazlar. Kadim dişil gizemlerle ilişkili olduğundan, şifasının çoğu gizlidir. Eğer yanıt istiyorsanız, baykuş tüyünün kullanıldığı törenlere katılın ama alacağınız yanıtlar yüzünden değişmeye de kendinizi hazırlayın. Baykuş, paradoks ve gizin; yaşam ve ölümün, dinlemenin, dişilliğin, karanlığın ve bilinmeyenin öğretmenidir.

 

( Kaynak: Kızılderili Bilgeliği - Wa'Na'Nee'Che' ( Dennis Renault ) & Timoty Freeke )

nameste tarafından düzenlendi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...