Jump to content

Ölümün anlamı (Arthur schopenhaur )


sidar

Önerilen Mesajlar

Arthur Schopenhauer – Ölümün Anlamı

 

http://ankakedisi.files.wordpress.com/2012/04/arthur-schopenhauer-olumun-anlami-say-yayincilik-dusunce.jpg?w=605

ÖNSÖZ (J. Glenn Gray)

 

  • Tanrı veya Tabiat bir kere gerçek mevcudiyete ermiş herhangi bir şeyde en küçük bir kayba meydan vermeyen, her şeyi ayakta tutan zorunlu güçtür.
  • Hayat tamamlanması mümkün olan bir şey değildir. Bazıları kendilerini en azından sathi anlamda tamamlamaya çalışır; kimileri imkân halinde sahip oldukları şeyleri gerçekleştiremeden ölür; çoğunluk haddi zatında hiçbir zaman gerçekten “kendilerine gelemeden” sadece tüketilip berhava olmuş yaşamların ardından ölür. Jaspers şöyle yazar:


  • “Hayatta erişilmiş her şey ölüme benzer. Tamamlanmış hiçbir şey yaşayamaz. Tamlık için çabaladığımız kadarıyla tamamlanmış, ölmüş olana doğru çabalıyoruz. … … … Başkaları için bir sahne oyunu olarak bir hayat tamamlanmış olarak görülebilir; ama aslında bu karaktere sahip değildir. Hayat gerilim ve gaye, yetersizlik ve tamamlanmamışlardır.” [Jaspers, Philosophie, s. 486]

Yukarıdaki kısım J. Glenn Gray’in The Journel of Philosophy’deki makalesidir.

Arthur Schopenhauer – Ölümün Anlamı

 

  • Hayatımız zamanda, ölümsüzlüğümüz ise sonsuzluktadır.
  • Tam bir bilinçsizlik durumu içinde katiyetle hiçbir zaman ölçüsüne sahip olmayacağımız için biz ölüm uykusuna yatarken bilinç dünyasında ha üç ay ha on bin yıl geçmiş bizim için hiç fark etmeyecektir. Çünkü kalktığımızda inanç ve güvene bağlı olarak birini de en az diğeri kadar kabule hazır durumda olmamız gerekecektir; dolayısıyla bireyselliğimizin ha üç ay ha on bin yıl sonra geri verilmiş olmasının sizin için fark eden bir tarafı olmayacaktır.


  • Uçacak, kendini savunacak, aldatacak, saklanacak hiç bir araca sahip olmayan ve her bakımdan her şeye karşı hazır bir av olan ahşap salyangozuna bakın. Henüz açık ağda başına geleceklerden habersiz oynayan balığa; tembelliği sebebiyle kendisini kurtarabilecek sıçramadan alıkonan kurbağaya; üzerinde süsülen şahinden habersiz kuşa; çalılıktan kurdun gözleyip fırsatını kolladığı koyuna bakın. Üzerlerinde ihtiyat ve teyakkuzun en küçük emaresini göremediğimiz bütün bu canlılar hayatlarını her an tehdit eden tehlikeler arasında saf saf dolaşmaktalar. Şimdi tabiat böylesi dile söze sığmaz bir maharetle vücuda getirdiği organizmalarını sadece daha güçlü olanın yırtıcı içgüdüsüne değil fakat aynı zamanda en kör kazaya, her aptalın keyfine, her çocuğun muzırlığına tasasız ihtiyatsız terk ettiği için bir olduğunu, bunun kendisine bir zarar vermediğini, dolayısıyla herhangi bir anlam ve öneminin olmadığını ifade etmiş olur. … Eğer yeteri kadar derin görmüş olsaydık kesinlikle tabiatla aynı fikirde olur, hayatı ve ölümü onun karşıladığı kadar kayıtsız karşılar, kayıtsız kabul ederdik. Bu arada tabiatın bireylerin hayatıyla ilgili bu tasasız ve kayıtsız tavrını böyle bir fenomenin yok olmasının hakiki ve gerçek iç varlığa zerrece zarar vermemesine bağlamalıyız.

  • Demek ki her şey bir müddet oyalanıyor sonra ölümün kollarına atılıyor. Bitki ve böcekler yaz sonunda; hayvan ve insan bir kaç yıl sonra ölüyor; ölüm bıkıp usanmaz hasadı kaldırır. Fakat bütün bunlara rağmen aslında durum hiç böyle değilmiş, her şey her zaman var ve yerli yerindeymiş, sanki hiçbir şey yok olmazmış gibi görünür. Bitki daima serpilir ve tomurcuklanır, böcekler vızıl vızıl çalışır, hayvan ve insan her dem taze ve gençtir ve daha önce binlerce kez tattığımız kirazları her yaz tekrar önümüzde buluruz. Her ne kadar zaman zaman adlarını değiştirseler de milletler de ölümsüz bireyler gibi var olurlar. … … … Oluş ve bozuluş diye bir şey yoktur, bütün sağlam ve sabit durur.


  • Ölümle asli tabiatımızın yok olmazlığına dair, ölüm yaklaşırken kaçınılmaz vicdan azabının doğruladığı gibi, herkesin yüreğinin derinliklerinde taşıdığı, derin kanaat bütünüyle bizim asli ve ezeli tabiatımızın bilincine dayanır; bu yüzden Spinoza onu şu şekilde ifade eder: sentimus experimurque nos aeternos esse. (Ölümsüz olduğumuzu hisseder ve tecrübe ederiz)

masal perisi tarafından düzenlendi
yazı biçimi
Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

"Ölüm yaşama iradesinin ve daha da özelde onun için temel ve elzem olan bencilliğin tabiatın akışı içinde aldığı büyük tazirdir ve varoluşumuz için bir ceza olarak düşünülebilir.

 

Ölüm maddi-hissi hazla doğumun birleşip oluşturdukları düğümün acıyla sancıyla çözülmesidir; o şiddetli yıkımdır ve hakiki tabiatımızın temel hatasını dışarıdan haykırır: Büyük uyanıştır ölüm."

 

Ölüm hayatın neresinde? Hayat ölümün neresinde?

 

Ölümü hayatın tam göbeğinden sürüp çıkarmanın ve başımızdan ustaca savuşturmanın en sofistike yollarını keşfetmek bize ve yaşadığımız dünyaya neye maloldu? Yaşadığımız hayatı kendi ellerimizle cehenneme çevirdiğimizi artık en ayak direyiciler bile itiraf ederlerken, bu cehennemde ölümü hayatın içinde tuttuğu yerden ve o yere bağlı olarak haiz olduğu ağırlıktan etmenin faturasını görmekte hâlâ ayak direyecek miyiz?

 

O halde ölümü yaptığımız hesaplarda sürekli göz önünde bulundurmanın verimli yolu hangisidir? Kendi ölümümüzü büyük ve önemli bir hadiseye nasıl çevirebiliriz? Bir son olarak değil, hayatın kurucu oluşturucu bir parçası olarak ölüme dair canlı bir kavrayışa nasıl sahip olabiliriz?..

 

Ölümü tekrar hayatın içine çekmenin bir yolunu mutlaka bulmalıyız.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...