Jump to content

Eski / Yeni Türk Halk İnançlarında Büyü, Uygulamalar, Gelenekler


nevermore

Önerilen Mesajlar

Aşağıda ki Yazı uzun çooook uzun bir tez konusu aslında . Bir şekilde elime geçti ve çok fazla kısaltmadan biraz ekleyerek biraz çıkartarak size aktaracağım bir yazı olacak . Ana başlıklar ara başlıklar ve devamını takip ederseniz konunun bütünü de bozulmamış olur .

Yüksek lisans tezi'ni hazırlayan Abdülkadir Sipahi 'ki teşekkür ederim kendisine yazının ana temasını oluşturmuş . Ben bazı kısımları çıkartıp farklı kaynaklardan farklı bilgiler eklemeye çalıştım .

 

İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri bilinen ve uygulanan bir faaliyet olan büyü, dînî ve din dısı düsüncelerle yakın veya uzak bir iliski içerisinde olmustur.

 

“Türk Halk nançlarında Büyü ve Büyü ile ilgili uygulamalar” isimli çalısmamızı yapmamızın amacı, Türk halkının büyü fenomeni konusundaki tutum ve tavrını, büyü alanında yaptıgı çesitli uygulamaları objektif bir sekilde ortaya koymak, böylece insanlık tarihinin en eski devirlerine kadar uzanan büyü ve sihir uygulamalarını ilmî ölçüler çerçevesinde ele almaktır. Büyü, tabiat üstü güçlerle iliski kurarak tabiatın ve tabiattaki varlıkların etki altına alınabilecegi inancından kaynaklanmaktadır. Böyle bir durumda da büyünün, ruhlar ve diger varlıklar üzerine etki edebilecegine inanılmaktadır.

 

Büyücüler; ilim, fen, edebiyat, felsefe ve dinlerin kutsallarından faydalanmayı gayet iyi bilen kimselerdir. Bu sekilde, gerçek olmayanı hakikat zannettirebilecek bir biçimde insan ruhu üzerinde etkin bir rol

oynayabilmislerdir. Büyüdeki sırlar, sebebi gizli olan incelikler olması nedeniyle, herkesin merakını uyandırmıs, bu sebepten dolayı da her devirde aktüalitesini korumustur. Ancak bu konuda ülkemizde, Türk halk inançlarında büyü ve büyü uygulamaları ile ilgili bir çalısma yapılmamıstır.

 

İnsanlıgın kültürüne önemli oranda katkıları olan Türk halkının, büyü ve büyü amaçlı davranıslara yönelik tutumlarının bilinmesi, bilim ve bilimsel düsünceye yönelik tavrının da bir göstergesi olacaktır.

 

Türk halk inançlarında büyü ve büyü ile ilgili uygulamaların gerçekçi bir analizini yapabilmek için, konu ile ilgili kavramların iyi anlasılması gerekmektedir. Bunların ilki “büyü” kavramıdır. Sonra büyü ile ilgili diger

kavramlardır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BÜYÜ VE BÜYÜCÜ TERİMLERİNİN ANLAMLARI

Büyü kavramı, Eski Türk kültüründe kullanılmaktadır. Eski Türk dilinde büyü; “bügi”, “bügü” seklinde yazılmaktadır. Büyü anlamına gelen Almanca ve Fransızca Magie, ingilizce Magi, Magic (Spell, ncontation, Sorcery, Charm) kelimelerinin aslının Yunanca Magos’tan geldigi bilinmektedir.

 

Büyü; tabiatüstü gizli güçlerle iliski kurularak veya gizli güçler içerdigine inanılan bazı tabii nesneleri kullanarak belli birtakım amaçları gerçeklestirmek gayesiyle yapılan davranıslar olarak tanımlanmaktadır.

Tabiat üstü güçlerle tabiatın etkilenebilecegi düsüncesi insanlıgın en eski düsüncesi olarak bilinmektedir. Kimi bilim adamlarınca sanatın kaynagı oldugu ileri sürülen büyü, gerçekte üç ayrı düsünceyi içermektedir.

 

Birincisi;tabiat üstü güçlerin varlıgı,

ikincisi; bu güçlerden bir takım islemlerle yararlanılabilecegi,

üçüncüsü ise; bu güçlerle tabiatın insan iradesine baglanabilecegi inancıdır.

 

Büyü; insana ve tabiata iliskin olayları maddi dünyanın ötesindeki gizemli dıs güçler aracılıgı ile etkileyip yönlendirdigine inanılan törensel eylem olarak da bilinmektedir. Genis anlamda, dinî tören ve inançlardan, el

çabuklugu, gözü ve gönlü baglamaya dayalı gösterilere kadar pek çok uygulamayı kapsayan büyü, dünyanın her yerinde ve bütün dönemlerde rastlanan toplumsal ve kültürel bir olgudur.

 

Büyücü kelimesi, Arapça’da sâhir deyimi ile kullanıldıgı gibi, Arapça ve Farsça karısımı sihirbaz kavramıyla da kullanılmaktadır Büyü yapan kisiye büyücü denilmektedir. Büyücülük; büyü yapma meslegidir. Büyü, olaganüstü etkileyici bir güç veya bilgiye sahip olduguna inanılan bazı insanlara yaptırılır.

 

Bunlar büyücü, kam-saman, sihirbaz ve hekim gibi toplumlara göre isimleri degisen kimselerdir.

Türkçe’de büyücülük ile sihirbazlık aynı anlama gelmemektedir. Sihirbazlıkta gözü, görüntüyü aldatan, hokkabazlık, el çabuklugu ve renk yanıltmasına dayanan bir sanatı yürütme anlamı da vardır. Sihirbaz;

illüzyonizm, manyetizma, hipnoz ve telepati gibi teknikleri uygulayan kisidir.

 

Büyücü ise; iyi veya kötü varlıkların yardımını saglayan, büyü teknik ve usullerini, tılsımlı sözleri, iksirleri, uygun materyali, muska ve diger ilgili konuları bilen ve kullanan kimsedir.

 

Büyü ilahi olanla ve ahiretle çok fazla ilgilenmez. Allah’a yaklasma, Allah gerçegini tanıma ve günahlardan sıyrılma gibi arzular, büyü yoluyla tatmin edilemez. Kutsalla iliskisi bulunmaması ve ahlâkî amaç tasımaması

büyünün en temel özelliklerindendir. Baslıca gayesi ise, daima çıkar saglamaktır. Büyü; insan ve hadiselere etki ederek, tabiat olaylarını ve güçlerini kontrol altına alıp, kisi ya da kisilere iyilik veya kötülük etmek suretiyle bir menfaat saglama isidir. Büyünün, kutsalla ve din ile iliskisi olmadıgı için müsterisi, dinin ise ; inanan bir cemaati vardır.

 

Hemen kısa bir not geçeyim . Yukarı da özellikle son paragrafta oldukça yanlı bir cümle kurulmuş . Oysa bu kadar araştıran bir kimsenin daha objektif bir tutum sergilemesini beklerdim . O kısmı bilerek çıkarmadım . Ancak konunun başlığına ve ileri ki bölümlere baktığımda yanlı tutumun azaldığını gördüm :)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Gayet bilgilendirici olmuş,yazı için çok teşekkürler :)

Henüz yeni başladı :) teşekkür etmek için çok erken . Ayrıca notları dönüştürüp eklediğim için yazım hataları oluyor . Birde konu bir hayli uzun . O yuzden bitip bırakmayacağım bir kaç güne tamamen bitmiş olur .

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BÜYÜ İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

 

Büyü ve sihir uygulamaları ile ilgili birtakım kavramlar bulunmaktadır.

Bu kavramların, büyücülerin uyguladıkları teknikler, kullandıkları yöntemler ve malzemeler bakımından büyü ile yakın iliskisi oldugunu düsünmekteyiz. Bu kavramları maddeler halinde açıklayacagız.

 

a) Afsun :

 

Farsça bir kelime olup, okuyarak üfleme yoluyla yapılan bir büyücülük kavramıdır. Afsun, dilimizde üfürükçülük deyimiyle de kullanılmaktadır. Büyüye tutulmusları, hastaları ve “cin çarpmıs” sanılanları iyilestirmek amacıyla, ya kutsal kitaplardan bölüm ve duaları okuyarak ya da büyülü sözlerden ve formüllerden faydalanarak, okuduklarını hastaların yüzlerine üfleyen kimselere de üfürükçü denilmektedir.

 

Afsun kelimesini Orta Asya Türk lehçelerinde de görmekteyiz. Bugün ki Kıpçak lehçelerinde “arbav”, Dogu Türk lehçelerinde “arbıs” seklinde söylenmektedir. Yakut lehçesinde bu kelime “kötü ruhları aldatmak ve

dalkavukluk etmek” anlamlarına gelmektedir.

 

Afsunlama yöntemine Hıristiyan ülkelerde degisik sekillerde rastlanılmakla birlikte, bu usul slam ülkelerinde uygulanan bir çesit büyücülük seklidir. Afsun, her türlü kaza ve belalardan, nazar ve hastalıklardan, kötü düsünce ve zararlı varlıklardan korunmak için yapılmaktadır.

 

Kendilerinde yılanları, akrepleri v.b. zararlı varlıkları uyusturma kudreti bulunan bazı kimseler, bunların zehirlerine karsı afsunlama yaparak korunma yöntemi uygularlar. Bunu da belli bir bedel karsılıgında yaparlar. Bu maksatla vücudun belli bir organına afsun yapılır. Artık o organla çesitli zararlı

hayvanların tehlikesizce tutulabilecegine inanılır.

Dünyanın çesitli bölgelerinde de bu ve buna benzer uygulamalara rastlanmaktadır. Çesitli zararlı hasereler tarafından ısırılan veya sokulan insanlar afsunculara okutturulmaktadır.

 

b) Baglamak :

 

Her hangi bir seye dügüm atarak, bir kilidi kilitleyerek ve bir bıçagı kapatarak birilerini veya kötülükleri baglama büyüsüne olan inanca, baglama büyüsü denilmektedir. Bu büyünün çıkıs noktası insanların pratik tecrübelerine dayanmaktadır. Birtakım kötü kuvvetleri ve cinleri baglamak, onları zararsız hale getirmek, iplere dügümler atmakla mümkündür. Bu nedenle her çesit dügüm, insanlara büyülü görünmüstür.

 

Baglama büyüsü; insanların agzını, dilini ve uykusunu baglamak, cinsel gücünü yok etmek ve evcil hayvanlarını, kurtların ve yabani hayvanların zararlarından korumak için de yapılmaktadır.

Baglama her yastan her cinsten insanlar için geçerli olmakla birlikte, büyü yapmak veya yapılan büyüleri bozmak için de yapılmaktadır.

 

Kısmetlerinin kapalı olduguna inanılan bir genç kızın kısmetini açmak ya da kapamak, birbirini seven kimselerin kavusmalarını önlemek veya daha ziyade evlilik esnasında damat ve gelinin gerdek gecesinde birlikteliklerini önlemek için yapılmaktadır.

 

Baglama büyüleri genelde baglanmak istenilen kisilerin saçından veya o kisiyi temsil eden herhangi bir seyinden alınarak yapılmaktadır. Mesela ; baglanacak kisinin yedi adet saç teli gizlice alınıp yesil bir iplige baglanarak, o kisinin ismi bir kagıda yazılmaktadır. Saçlar bir kagıda sarılarak bal mumu ile kaplandıktan sonra üç gün bekletilmekte, daha sonra da o kisinin ismi yetmis defa söylenerek evine dogru üflenmektedir. Böylece baglanma isinin gerçeklesecegi düsünülmektedir.

 

c) Bakıcılık :

 

Bakıcı; Arapça’daki “nazır” kelimesinin karsılıgıdır. Bazen kâhin ve falcı ile es anlamlı kullanılırsa da, farklı bir kavramdır. Kahinler ve falcılar mutlak olarak gaipten haber verdiklerini iddia ederken, bakıcı özellikle görme

duyusunu kullanarak kehanette bulunur. Bunun için de çok defa aynaya, tırnaga, su dolu tasa veya zeytin yagı gibi seffaf maddelere, hayvanların yürek, ciger ve kemiklerine bakarak, bunların parlak veya saydam yüzeyinde gördügünü öne sürdügü hayali sekillerden hareketle yitik ve çalıntı esyalar

hakkında bilgi vermektedir.

 

Bakıcılık, gelecekten haber aldıgına inanılan bir çesit falcılıktır. Antik çag Yunanlıları bakıcı ya da bilicilere “bakis” adını vermektedir. Bakıcılara cinlerle iletisim kurdugu için cindar da denilmektedir. Bir çesit Samanlık

faaliyeti olarak bilinmektedir.

 

Bakıcı, çogu zaman bir kap içerisine konulmus olan sudan veya çizdigi daireden gelecegi görmek, hastalıkların sebeplerini ögrenmek, çalınan kıymetli bir yitigin kim tarafından çalındıgını tespit etmek ve düsmanlık eden kisilerin isimlerini söylemek gibi islemlerle ugrasan kimsedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

d) Fal :

 

Gelecekten ve bilinmeyen olaylardan haber almak için çesitli nesnelerden anlam çıkarmaktır. Arapça da fal (fe’l); ugur ve ugurlu seyleri gösteren simge anlamına gelmektedir.

Batı dillerinde genellikle gelecekten haber verme (kehanet) anlamındaki Grekçe Monteia (ingilizce’de Money,

Fransızca’da moncie) ekiyle yapılan ve fal türlerine göre degisen kelimeler kullanılmaktadır.

 

Fal genelde ya bazı alet ve araçlarla veya bazı yöntemlerle tahminlerde bulunma, içinde bulunulan zamanla ve gelecekle ilgili yorum yapma isine de denir. Kehanet ve bakıcılıkla ilgili ortak yönleri varsa da, fal özü itibariyle farklıdır. Falcı birtakım seylere bakar, belirli islemler yapar, özel alet ve araçlar kullanır. Falcı gaipten haber verdigini iddia eder. Bakıcı ise görme duyusunu kullanarak kehanette bulunur. Falcının farklı bir yetenegi uymak zorunda oldugu züht kuralları yoktur. Falcı, bazı teknikler, kurallar ve söz kalıplarıyla belirli seylerden anlamlar çıkararak, olumlu veya olumsuz sonuçlara ulasmaktadır.

 

Gelecekte olacak olayları önceden bilen kisiye kâhin, bu olayları bakıcılık ve cinler yardımıyla veya özel yeteneklerle icra etme isine de kehanet denir. Kahin, riyazet esnasında aç kalarak kendinden geçtigini ve vecde ulastıgı durumlarda da gözle görülmeyen varlıklardan özel olarak bilgi aldıgını iddia etmektedir.

 

Kahinlerin ilhamlarının kaynagı, cin ve seytanlara dayanmaktadır.. Kulak hırsızlıgı yoluyla gökten haber aldıgına inanılan cin ve seytanlar, dogru ve yanlıs ögrendiklerini arkadasları vasıtasıyla büyücü veya kâhinlerin kalplerine ulastırmaktadır.

 

Cahiliye Arapları, büyücü, kâhin, sair ve sihirbazların cinlerle irtibat kurarak, onlardan ilham aldıklarını kabul ediyorlardı. Böylece kulak hırsızlıgı yoluyla gökten haber çalan cinler, bu haberleri kâhin ve sihirbazlara ulastırdıklarında, onların ardından gök yüzünde kayan ısıklar atıldıgına inanıyorlardı nsanoglunun bilinmezi ve esrarengiz olanı kesfetmek için, çesitli yöntemler kullandıgı bilinmektedir.

 

Zaman içinde onun bu ihtiyacını karsılamak üzere bu isi meslek haline getirenler çıkmıs ve bunlar toplumda büyük itibar görmüslerdir. Büyücü, kâhin ve sifacı gibi isimlerle anılan bu kisiler, sezgi gücüne dayanarak, görünmez varlıklarla temasa geçerek ya da tabiattaki bazı varlık ve nesnelerin durum ve davranıslarını yorumlayarak söz sahibi olduklarını iddia etmektedir.

 

Falda, çesitli araç ve teknikler kullanıldıgından, degisik fal türleri ortaya çıkmaktadır. Baslıca fal türlerini su sekilde sıralayabiliriz. Yıldız falı, el falı, kagıt falı, iç organ falı, kum falı, zar falı, kitap falı, ates falı, su falı, rüya yorumu, astroloji falı, kahve falı vb. gibi fal çesitleri bulunmaktadır.

 

d) Hipnotizma :

 

insanların, ruhsal bir gücün etkisiyle uyutulabilecegi inancıdır.

Uykuya benzemekle birlikte kisinin etkinlikte bulunurken olagan günlük bilincinin dısına çıkmasıyla normal uykudan ayrılan, kendisine özgü fizyolojik belirtileri olan psikolojik bir durumdur. Bu durumda içe dönük yasantılar, tıpkı gerçekmis gibi algılanarak benimsenir ve cevaplandırılır.

 

Halk inançlarında bu basit telkin yöntemi tabiat üstü ve ruhsal bir gücün etkisine baglanmaktadır. Bu sayede insanların etki altına alınabilecegine inanılmaktadır.

 

Hipnozun yöntem farklılıkları bir tarafa bırakılırsa tarihi, büyücülük kadar eskidir. Bilimsel tarihi ise 18. yüzyılın sonlarında, hastalarını tedavi etmede hipnoz yöntemini kullanan Viyana’lı hekim Franz Mesmer ile

baslamaktadır. Mesmer “hayvansal magnetizm” adını verdigi hipnozu, dogru bir biçimde uygulayan kisiden hipnotize edilene geçen büyülü bir güç olarak tanımlamaktadır.

 

Tedavi yöntemi olarak hipnoz, tıp, psikiyatri, psikoloji ve dis hekimligi alanlarında yaygın olarak kullanılmaktadır. Mesela gerginlik, migren, ruhsal yapıyı etkileyen olumsuz yasantıların hatırlanmasında ve

savas nevrozu gibi bozuklukların tedavisinde de kullanılmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

e) spirtizma :

 

Ölülerin, ruhlarının yasadıgı ve onlarla konusulup, görüsülecegi yolundaki bos inanca ispirtizma denilmektedir. Ölülerle iliski kurarak onların sözlerini algılayabileceklerini iddia eden medyumlar, ölülerden aldıkları bilgilerle insanları etkileyebileceklerine inanmaktadır.

Ruhlarla, ispirtizmaya inanalar arasında aracı olan bu kisiler, ruh adına konusmaktadır. Bu insanlar ölüler adına davrandıklarına ve konustuklarına kendileri de inanmaktadır. Ölüler dünyasıyla aracılık ettigi iddiasında bulunanların tarihi, ilk çaglara kadar dayanmaktadır. Günümüzde de bu tür inançları yasatanlar bulunmaktadır.

 

f) Muska :

 

Muska, Batı dillerinde Latince amuletum’dan gelmektedir. Amuletler fonksiyonlarına göre iki gruba ayrılırlar; birincisi, insanları ve varlıkları zararlı dıs etkilerden uzaklastırmak, ikincisi ise; iyilik ve güzellik getirmesi için yapılmaktadır. insanları kötülüklerden koruyacagına inanılan nesnelere muska denilmektedir.

 

Genellikle olası bir hastalıktan korunmak ya da tedavi amacıyla yazılarak tasınan nesnelere verilen isimdir. Çogunlukla üçgen biçiminde olup, deri, gümüs ve altın muhafazalar içerisine konularak, boyuna veya kola takılmaktadır.

Yazıyı bilen topluluklar ve kültürlerde kutsal kitaplardan alınan cümleler, kutsal sözler, Tanrı, peygamber, aziz ve evliya isimleri, büyülü formüller kagıt, deri, altın, bakır vb. üzerine yazılarak muska olarak kullanılmaktadır.

 

Günümüz modern insanı muska diyebilecegimiz çesitli nesneleri üzerlerinde, son model arabalarında, dükkanlarında, bürolarındaki masalarında ve lüks apartmanlarında tasımaktadır. Aynı zamanda tasıyanlara güç verdigi, ugur getirdigi veya ugursuzlugu giderdigi kabul edilen nesnelere de fetis denilmektedir. Bu nedenle muskaların fetisle de ilgileri bulunmaktadır.

 

g) Nazar :

 

Arapça bir kelime olan nazar, sözlükte bakıs veya bakmak anlamına gelmektedir. Kiside kaza, hastalık, hatta ölüm gibi olumsuzluklara yol açtıgına inanılan bakıs ya da kem gözle yapılan kötülüklere denilmektedir.

 

Birisi hastalanıp yataga düsse insanların koyacagı ilk teshis nazardır. Bu yüzden halk arasında “nazar degdi, göz degdi,

nazara göze ugradı, göze geldi” gibi ifadeler yaygın bir biçimde kullanılmaktadır.

 

Nazar inancına hemen hemen dünyanın her tarafında rastlanmaktadır. Eskiden beri bu zararlı güce karsı konulmaya ve onun yıkıcı ve öldürücü gücünden korunmaya çalısılmaktadır. Nazarın psikolojik temelinde kıskançlık ve haset duygularının yattıgı bilinmektedir.

Nazardan korunmak için izlenen ve halk arasında yaygın olan iki yol vardır. Birincisi; nazarlık asmak, ikincisi ise; dua etmektir.

Peygamberimizin bu konuyla ilgili bir hadisinde; “nazar (göz degmesi) haktır” dedigi rivayet edilmektedir. Eskiden günümüze kadar örf ve adetlerle gelen ve göz degmesini önlemek için su nesneler kullanılmaktadır: Göz boncugu, mavi boncuk, hurma çekirdegi, igde dalı, sümüklü böcek, özerlik tohumu, çörek otu, kaya tuzu, at nalı, delikli tas, geyik boynuzu, koç kafası v.b. gibi. Ülkemizde bunlara nazarlık denilmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

h) Tılsım :

 

Nesnelerin tabiatüstü güç tasıdıgı inancına denilmektedir. ilk çaglardan beri ve hemen bütün toplumlarca bazı nesnelerin tabiatüstü güce sahip oldugu veya büyücüler tarafından kimi nesnelere bu gücün aktarılabilecegi inancından kaynaklanmaktadır.

 

Özellikle ilkel kabile mensupları, kendilerinin görünmez ve tabiat üstü kuvvetlerle kusatıldıklarına inandıklarından, bu görünmez güce “mana” ismini vermektedir.

Tılsımlar, insanları koruyabilecegine ya da ugur getirebilecegine inanılan, dogal veya insan yapısı nesnelerdir. Tılsımlar degerli tas, metal, hayvan disi ve pençesi, melek ve peygamber isimleri ve bitki gibi çok degisik türlerden meydana gelmektedir.

Tılsımların etkisinin tabiattaki güçlerle iliskilerinden, dini çagrısımlardan ya da ugurlu kabul edilen bir zaman diliminde törensel biçimde hazırlanmalarından kaynaklandıgına inanılmaktadır. Tılsım kullanmanın kökeni çok eski çaglara dayanmaktadır. Tılsımların en eski sekli eski Mısırlı’larda bulunmaktadır. Eski Mısır’da yetmis bes tılsım oldugundan söz edilmektedir.

Bunların en yaygın olanı ise; hem yasayanların, hem de ölülerin taktıgı yuvarlak böcek (Skarabeydi) oldugu ifade edilmektedir. Yine ölümden sonra dirilmeyi sagladıgına inanılan “dogan günes” tılsımı kullanılmaktadır. Eski Romalılar’ın zehirlenmekten korunmak için esrarengiz isaretler yazılmıs tılsımlar tasıdıgı bilinmektedir. Eski Türk topluluklarında tılsım kullanma adeti ve bu tılsımların her türlü bela ve afetlerden koruyacagı inancı yaygındı. Yahudiler arasında geç dönem kabbalistlerinin de onayıyla tılsım kullanımı varlıgını sürdürmektedir.

Hıristiyan din adamlarının orta çagda getirdigi yasaklamalar yavas yavas ortadan kalkarak, tılsım kullanımı varlıgını devam ettirmektedir. Tılsımlar, zararlı etkileri uzaklastırıcı olmaktan çok, tasıyıcısına mutluluk ve basarı getirecek bir ugur esyası olarak algılanmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BÜYÜNÜN TARİHÇESİ

 

Büyü, bir fenomen olarak, tarihin bütün dönemlerinde, bilinen bütün dinî sistemlerin bir parçası olarak, su ya da bu sekilde var olmustur. insanlık tarihinin en eski dönemlerinden beri var olan ve uygulanan bir faaliyet olan büyü, dinî ve din dısı düsüncelerle yakın veya uzak bir iliski içerisinde olmustur.

 

Yazıdan önceki dönemlerde, büyüye iliskin bilgiler, güvenilir verilerin eksikligi nedeniyle sınırlı kalmaktadır. Magara duvarlarındaki resimlerle oymaların, av için yapılan büyüye iliskin figürler içerdigi öne sürülmekle birlikte, bu bir varsayımdan öteye gitmemektedir. Antik çagdaki Ortadogu ve Yunan-Roma kültürleri, Hıristiyan Avrupa, Türk-slâm kültürleri ve çagdas yazısız toplumlarda büyüye iliskin bilgiler daha da kesindir.

 

Büyüdeki, “Benzer benzeri meydana getirir” seklindeki büyüsel anlayısla çizilmis kargı saplanmıs hayvan resimlerinin, çok eski dönemlerden kalma magara duvarlarında bulunması, büyünün tarihinin çok eski zamanlardan beri var oldugunu göstermektedir. Ayrıca o dönemlerden kalma, mumyalı cesetlerin, kırmızı boya ile kaplandıgı görülmektedir. Benzer benzeri meydana getirir inanısına uygun olarak, kana benzeyen kırmızı rengin ölü için bir hayat özü seklinde düsünüldügü, böylece kırmızıya boyanarak büyülenmis cesedin yeniden dirilecegine inanıldıgı sanılmaktadır.

 

Tarihin çesitli dönemlerinde bazı dinlerde din adamlarının aynı zamanda kâhinlik yaptıkları da bilinmektedir. M.Ö. 4000 yıllarında Mısır’da, Çin’de, Babil’de ve Kalde’de falcılık ve kâhinlik yapıldıgını bu gün bazı belgeler ortaya koymaktadır. Eski Mezopotamya ve Mısır’da, tılsımlı sözler ve büyülü formülleri ihtiva eden çok sayıda metin günümüze kadar gelmistir. O toplulukların törenlerinin çogunun büyüyle ilgili oldugu ifade edilmektedir. M.S. I-IV. yüzyıllara ait Mısır papirüslerinde hayvanlar ve insanlarla ilgili büyü formülleri, büyü törenleri ve büyünün tutması için malzeme usullerini içinde bulunduran büyü örnekleri bulunmaktadır.

 

Mezopotamya bölgesinde rahipler aynı zamanda büyü ile ilgili törenleri yürütmekteydi. Babilliler ve Asurlular’da kötü cinlerden korunmak için muskalar kullanılmaktaydı. Özellikle Babilliler’de toplum hayatı büyü üzerine kurulmustu. Sanat, ticaret, savas, din, av, v.b. faaliyetler hep büyü ile iç içeydi.

 

Eski Mısırlılar büyü yoluyla hayat ve ölümü etkileyebileceklerini sanıyorlardı. Mısır tanrıları aldatılabilir, zorlanabilir, itaat altına alınabilirdi. Büyücülerin, çesitli ayinlerle ölülere, iyi davranmayan tanrılara ceza verebilecegine inanıyorlardı.

 

Romalılar büyüyü bos ve anlamsız, büyücüleri de hilekâr ve yalancı saymakla beraber, onlarda da büyücülük genis çapta yer almaktadır.Mısırlılar’la, Kaldeliler’in büyülerinden etkilenmis olan Eski Roma’nın, büyücülerin merkezi haline geldigi bilinmektedir. mparatorlar da sık sık büyücülere basvurmakta ve onlardan medet beklemektedir.

 

Eski Yunan’da, Haketa adındaki sahsın sırlı bir kisilige sahip olduguna inanılıyordu. Bununla birlikte büyü ilâhesi olarak da benimsenmekteydi. Hatta içlerinde Parphyrius gibi kendini büyüye adayanlar da bulunmaktaydı. Büyücüler Pisagor’un rakamlarından faydalanarak, sayıları büyülü daireler içinde kullanmaktaydı. Pisagorcuların büyü nazariyeleri yanında büyü uygulamaları da yaptıgı ifade edilmekteydi.

 

Eski Çin’de büyü, Taoizm’le özdeslesmisti. Konfüçyüsçülük genelde büyüye karsı çıkınca eski büyücülerin islerini Taoist ve Budist rahipler sürdürdüler. Çin’de büyü, insanı hayatta ve ölüm ötesinde güçlendirmeyi, böylece ruhları, hatta tanrıları bile kontrol altına almayı gaye edinmisti. Bunun için büyü, hayatı sarmıs, halk dinini istila etmisti. Bu nedenle halk kültürü, büyüsel temalar ve ruhlarla ilgili alısılmısın dısındaki maceralarla dolup tasmıstı.

 

Hinduizm’de, büyücülük genis bir yer tutar. Vedalar’da büyü ile ilgili olanı ve ilgili olmayanı ayırmak zordur. Sonraki Vedik dönemde büyüye ilginin daha da arttıgı göze çarpar. Hindistan’da tıp ile ilgili uygulamalar büyü ile yakından ilgiliydi. Bu yüzden büyü hayatı sarmıstı. Zengin olsun, fakir olsun, herkes adak adayarak hastalıktan kurtulmak için büyüsel veya yarı büyüsel uygulamalara kadar bir çok büyü çesidine ilgi duyuyordu.

 

Eski iran’da, din ve büyü baska hiçbir yerde görülmemis ölçüde birbirine karıstırılmıstı. Zerdüst sadece tevhidi yerlestirmekle kalmamıs, aynı zamanda basta büyü olmak üzere çesitli batıl inançlarla da mücadele etmisti.

 

Zerdüst’ten sonra Avesta’nın Videvdat bölümünde, seytanlara karsı tılsımlar ve temizlenme kuralları ögretilmis, büyücüler ve cadılar lanetlenmis ise de,zamanla olusan yeni dini yapıda Zerdüst’den kalma telkinlerle halkın sürdürdügü ve içinde büyü ile ilgili elemanların da yogun olarak yer aldıgı

inançlar bir araya gelmistir.

 

Daha sonraki safhada da Mecusi diye bildigimiz dini sentez ortaya çıkmıstır. yiligin kötülüge galip gelmesi seklindeki esas gayeye uygun olarak, iyi cin ve ruhların yardımıyla, kötü cin ve ruhların zararlı etkileri giderilmek ve büyücülerin kötülükleri önlenmek istenmistir.

 

Zerdüst devrinin melekleri, ates, sıgır ve yer cinlerine dönüsmüstür. Kurbanlar büyü ayinine, dualar da efsunlara çevrilmistir. Böylece hastalıklardan ve kötü varlıklardan kurtulmak için, afsunlar ve büyüler yapılmistır.

 

Eski Türklerde de büyü ve büyücülük mevcuttu. Eski Türklerde, göz degmesine, cinlerin etkilerine ve kötü ruhlara karsı bag, bostan ve bahçelere korkuluk (abalcı) ve nazarlık (kösgük) dikilirdi. Cin çarptıgı sanılan kisinin yüzüne soguk su serpilir, sonra da kaç kaç (Kavuç, kavuç) denilerek üzerlik ve öd agacı yakılarak tütsülenirdi.

İslam’dan önceki Türk boylarında büyü, kehanet, falcılık ve cincilik vardı. Büyü isiyle ugrasanlar genelde Samanlardı.

 

şaman Türklerde kam kelimesiyle ifade edilirdi. Kamlar; ruhlar ve cinlerle iliski kurabildigine inanılan kisilerdi. Kamlar, büyü yapar, afsunlu sözler söyler ve kâhinlik yoluyla insanın içinden geçeni bilirlerdi. Aynı zamanda gaipten haber verir, cin çarpmasını ve hastalıkları tedavi ederdi. Anlasılmayan sözler söyler, üfürür, davul döver, kendinden geçerek görünmeyen varlıklarla iliskiye girerdi.

 

Eski Türk kültüründe her türlü bela ve afetlere karsı koruyucu etkisine inanılan muska ve tılsım adeti yaygındı. VIII – XIV. yüzyıllar arasında Dogu Türkistan’da, aralarında Budist ve Maniheist Türklerin de yasadıgı bölgede yapılan arkeolojik kazılarda, tılsımlar, muskalar, üzerinde afsunlu formüller yazılı levhalar ve tahta materyaller bulunmustur.54 X. yüzyılda Türk boylarının büyük kitleler halinde müslümanlıgı kabul etmelerinden sonra da, slam siddetle yasaklamasına ragmen büyü, islam’dan önceki dönemden kalan adetlerle devam etmistir. Aynı zamanda, Eski iran, Mezopotamya, Mısır ve nihayet Anadolu kültüründeki katkılarla günümüze kadar varlıgını sürdürebilmistir. Büyü gelenegi, günümüzde de ülkemizin çesitli yörelerinde degisik uygulamalarla varlıgını sürdürmektedir.

 

Hunlar’dan günümüz Türk topluluklarına kadar uzanan ve uzun bir gelisme çizgisi takip eden büyü, bugün Türkiye’de genellikle kötü niyetle yapılmaktadır. Karı koca veya baska kisilerin arasını açmak, insanın bazı kabiliyetlerini, dilini, bahtını, cinsel gücünü, idrarını baglamak, sakatlamak, uyutmamak, malına canına, hayvanına zarar vermek v.b. gibi kötü niyetli kara büyüler yapılmaktadır. Bunun yanında kisinin kendisini, ailesini, malını ve mülkünü koruma gayesine yönelik ak büyü örnekleri de görülmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

BÜYÜ ÇESİTLERİ

 

Büyünün, tarihî ve antropolojik arastırmalardan ayrı bir toplumsal olgu olarak ele alınmasının uzun bir geçmisi bulunmaktadır.

 

Büyü, insanlık tarihinde bilimsel ve teknik bilginin belli bir gelisim asaması kat etmesi ve bir kısım toplulukların dünya görüsünün bir boyutu ya da yansıması olarak bilinmektedir.

 

Büyü, temelinde yatan düsünce kalıplarına, psikolojik ve sosyal durumlara, bir de büyüsel islemlerin bünye ve gayelerine göre çesitlere ayrılmaktadır.

 

Bunları söyle sıralayabiliriz:

1. Sempatik büyü

a) Taklit büyüsü

b) Temas büyüsü

2. Ak büyü (pozitif büyü)

3. Kara büyü ( Negatif büyü)

4. Aktif büyü

5. Pasif büyü

 

1. Sempatik büyü :

 

Birbirinden uzak nesnelerin gizli bir sempati ile birbirlerini etkiledikleri inancına sempatik büyü denilmektedir. Her hangi bir varlıkta bulunan kuvvetin, o seyin nesnelerle temasından dolayı bir dereceye kadar geçmesi veya bulasmasıdır.

Bir defa varlıkların aralarında olusturdukları her hangi bir temas, o nesnelerin de birbirlerine sempatik kalmalarını saglamaktadır. Nesneler birbirlerinden uzak kalsalar da, aralarındaki gizli bir sempati ile etkilendiklerinden dolayı, bu büyü çesidine sempatik büyü denilmektedir. Sedat Veyis Örnek’in Frazer’den naklettigi bilgiye göre, Frazer, büyünün dayandıgı esas düsünceleri ve büyüde diger etkinlikleri hesaba katmadan ele alarak iki kısma ayırmaktadır.

Bunlardan birincisi;

benzer benzeri meydana getirir ilkesi, ikincisi ise; birbiriyle baglantılı ve iliskili olan seylerin, fiziksel temas ortandan kalktıktan sonra da uzaktan birbirlerini etkileyebilecekleri ilkesine dayandıgı düsüncesidir.Bu çesit büyülerle, büyü yapılan kisilerin her hangi bir uyarıcının etkisiyle etki altına alınabilecegine inanılmaktadır.

 

Sempatik büyü, taklit ve temas büyüsü olarak ikiye ayrılmaktadır.

a) Taklit büyüsü :

 

Bir seyin taklidini yapmakla, taklidi yapılan varlıgın esasını etkileme ve taklit yoluyla istenilen sonucu elde etme esasına dayandıgı için, bu sekilde yapılan büyü çesidine taklit büyüsü denilmektedir. Bu büyüye anoloji büyüsü de denilmektedir. Bir seyin benzeri ile taklidi arasında herhangi bir farkın olmadıgına yönelik ilkel düsünceden kaynaklanmaktadır. Halk arasında daha çok hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır. Hem iyi hem de kötü amaçlar için bas vurulmaktadır.

Hoslanılmayan veya korkulan bir kimsenin zarar vermeyecek hale getirilmesi için ilk akla gelen büyü taklit büyüsü olmaktadır. Bu islemin yapılabilmesi için, söz konusu edilen kisinin resmi yeterlidir. Bu resmin yakılmasıyla istenilen sonucun elde edilebilecegine inanılmaktadır. Taklit büyüsünde en çok kullanılan malzeme, iyiligi, kötülügü veya ölümü istenilen kimsenin resmi, tırnagı, saçı, kirpigi, kası ya da agaçtan, çamurdan veya bal mumu gibi seylerden yapılmıs olan figürleri gerekmektedir.

 

b) Temas büyüsü :

 

Bir insanla o insandan ayrılmıs olan bir parçanın arasındaki gizli büyüsel sempati uygulamasından kaynaklanmaktadır. “Parça bütüne aittir” ilkesi ile çalısan bir büyü çesididir. En fazla basvurulan büyü sekillerinden birisidir.

Bu büyünün çıkıs noktası olan düsünceyi söyle açılayabiliriz : Bir zamanlar birbirine baglı olan seyler, sonradan birbirlerinden ayrılmıs olsalar da, parçalardan birisindeki degisiklik, ötekini de etkilemeyi gerektirdiginden aralarında etkin bir baglantı olusmaktadır. Parça bütüne aittir ilkesi geregince, parçaya sahip olanın bütüne de sahip olabilecegi düsüncesini dogurmaktadır.

 

Buna göre; herhangi birisinin saçına, tırnagına, elbise parçasına, disine v.b. gibi seylerine sahip olan kimsenin, söz konusu sahıslar üzerinde olumsuz büyüsel bir etki yapma gücüne sahip olabilecegi düsüncesinden kaynaklanmaktadır.

 

Temas büyüsünde, insanın giyim kusam ve günlük hayatında kullandıgı esyalarının da büyüsel etkiyi ilettigine inanılmaktadır. Bu ilkel düsünceden hareketle Polinezyalılar, bir kimsenin ölümünü istediklerinde,

söz konusu sahsın elbisesinden bir parçayı mezara bırakmaktadır. Yerliler özellikle hayvanlardan gelebilecek tehlikeleri uzaklastırmak için, çekindikleri hayvanların boynuz, dis ve postunu zararlı hayvanlara karsı korunma amacıyla sempatik büyü objesi olarak kullanmaktadır.

Gerek taklit, gerekse temas büyüleri pratikte genellikle birbirlerine baglı oldukları için, bazen karısabilmektedir. Temas büyüsü taklit prensibini uyguladıgı gibi, taklit büyüsü de temas prensibini kullanmaktadır. Mesela bir insanda var oldugu düsünülen gizli bir güç, o insanın nefesinde, tükürügünde ve kanında da bulunabilmektedir. Bunlardan birisiyle yapılacak büyünün sahibini de etkileyebilecegine inanılmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

2. Ak büyü (pozitif büyü) :

 

Genel olarak fertlerin ve toplumun iyiligi göz önünde bulundurularak yapılan büyülere denilmektedir. Halk hekimliginde hastalıklardan korunmaya yönelik islemler ak büyü grubunda degerlendirilmektedir. Yapılan tıbbi müdahalenin ve kullanılan ilaçların bir faydası olmazsa, ak büyüye bas vurulmaktadır.

 

Ak büyü, hastalık, yaralanma ve ölüm gibi kisisel felaketlerle, sel, kuraklık gibi dogal felaketleri önlemeye, evi-barkı, malı-mülkü, hayvanları, korumasız çocukları, lohusaları, kötü ve dıs etkilerden korumaya yönelik de yapılmaktadır. Malinowski’ye göre de; “Komsunuzun sizden daha çok hayvanı ve gücü varsa, sizden daha saglıklıysa siz kendinizi bütün malınızla küçülmüs ve eksilmis sayarsınız. Bu nedenle de komsunuzla kendinizi karsılastırıp onu kıskanırsınız. nsanın istekleri, baskalarının engellemesi ve kendisinin daha da ileriye gitmesiyle tatmin olmaktadır.” diyerek, insanın arzu ettigi seyleri elde etmesi için, bu büyüsel yönteme basvurabilecegini dile getirmektedir.

 

Ak büyü genellikle dinden ve dinin kutsal bildigi seylerden faydalanılarak yapılmaktadır. Çogunlukla din alanında ve din adamları ile isbirligi yaparak uygulanmaktadır. Tıbbi olarak çaresiz oldugu sanılan hastalıklar ve hastalar üzerine ayet ve dualar okunarak yapılmaktadır.

 

Hastada titreme görülürse, hastalıgın bir cin çarpması sonucu oldugu kanaatine varılmakta ve büyü çözülmeye çalısılmaktadır. Bu büyü, faydalı ve gözle görülebilen kuvvetleri kendi alanına çekmeye gayret etmektedir.

 

3. Kara büyü (negatif büyü) :

 

Ak büyünün aksine birisine kötülük yapmak ve zarar vermek amacıylayapılan büyülere denilmektedir. insanların hayatına, sosyal statüsüne, kazancına ve hayvanlarına zarar vermek gayesiyle yapıldıgı gibi; sevgilileri, evlileri birbirinden sogutmak ve ayırmak, cinsel kudreti, konusma yetenegini ve uykuyu baglamak, düsman bildiklerini hasta etmek ve sakat bırakmak gibi durumlar için de kara büyüye basvurulmaktadır.

 

Ak büyü ile ugrasanlar, amaçlarına ulasmak için dinden ve dinî sistemlerden olumlu yönde faydalandıgı gibi, kara büyü ile ugrasanlar da olumsuz yönde faydalanmaktadır. Kara büyü ile ugrasanlar, dinin yasakladıgı seyleri yapmaktan çekinmemektedir. Kara büyücüler hedeflerine ulasmak için her yolu mesru görmektedir. stediklerini elde etmek için de çesitli tabiat üstü gizli kuvvetlere bas vurmaktadır. Bu tabiat üstü kuvvetlerin basında cinler, seytanlar ve kötü ruhlar gelmektedir. Dinlerin kutsal bildigi degerleri de saygısızca kullanmakta tereddüt etmemekte, kısacası dinî düsünce ve degerlerin karsısında olduklarını ortaya koymaktadırlar .

 

4. Aktif büyü :

 

Tabiat olaylarına etki ettikleri düsüncesiyle, insanları aldatmaya yönelik yapılan büyüsel islemlere aktif büyü denilmektedir. Bu büyüyü yapanlar, tabiat olaylarını yönetim ve denetim altına alarak, güçlü iradeleriyle onları diledikleri gibi etkileyebildikleri ve kullanabildiklerini iddia etmektedir. Büyücüler kendilerinin parapsikolojik bir hayatlarının oldugunu ve tabiat üstü gizli güçlerle donatıldıklarını telkin etmektedir. Özel birtakım tılsımlı sözler, tekerlemeler, dua veya beddualar ile büyü hazırlamak için elverisli bir durum meydana getirmeye çalısmaktadırlar.

 

5. Pasif büyü :

 

Zararlı etkenlerden kaçınmayı amaçlayan büyüsel islemlere pasif büyü denildigi gibi, zararlı ve kötü dıs etkileri uzaklastırmaya, bunların zararlarından kaçınmaya ve bunlara karsı savunmaya geçmeye de pasif büyü denilmektedir.

Birtakım büyülü güçlere sahip olduguna inanılan veya ugursuz oldugu zannedilen yerlerden, esyalardan ve insanlardan kaçınmak, bu büyünün esasını teskil etmektedir. Mesela, gebe kadınların bazı seyleri yememeleri, lohusaların kötü kuvvetlere karsı yanlarında uzaklastırıcı etkiye sahip oldugu sanılan birtakım büyüsel esyalar bulundurmaları; kutsal yazı, bıçak, makas, mavi boncuk ve çesitli nazarlıklar tasımaları, pasif büyünün özelliklerinden kabul edilmektedir. Pasif büyüde tehlikeli, kötü etkenleri uzaklastırıcı ve büyülü birtakım özelliklere sahip olduguna inanılan ugurluklar, muskalar ve nazarlıklar önemli bir rol oynamaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ESKİ TÜRKLERDE BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK

 

Eski Türkler tabiatta birtakım gizli kuvvetlerin varlıgına inanmıslardır.Bunu “yer-su” tabiri ile ifade etmislerdir. Türkler tabiatta gizli kuvvetlerin bulundugu düsüncesini, onlara sadece kutsallık atfederek ve tabiat olaylarını gördükleri gibi kabul ederek inanmıslardır.

Bu gizli kuvvetlerin kendilerine zarar vermemeleri için, kamların yaptıgı büyü ve kehanetten faydalanma yolunu seçmislerdir.

 

A. Büyünün amacı :

 

insanlar, varlıklar veya nesneler üzerinde istenilen davranıs degisikligini saglamak büyünün en önemli amaçları arasında yer almaktadır. Bu amaç hem iyi hem de kötü arzuları gerçeklestirmek amacıyla olabilmektedir. Bu nedenle birçok degisik düsünce ve istegi gerçeklestirme hedefi ve ümidiyle büyü yapılmaktadır.

Konusu itibariyle büyü, insanlara, hayvanlara ve diger varlıklara acı verme, hastalık ve sakat bırakma ve ölüm gibi olumsuz yönde tesir ederek ve istenilen seyleri hedefleyerek, etki bırakmayı düsünen bir uygulama olarak bilinmektedir.

 

Büyüler yapılıs amaçlarına göre üç kısma ayrılmaktadır.Birincisi; insan hayatına, saglık ve mutluluguna, evine barkına, malına mülküne zarar vermek amacıyla yapılan uygulamalardır. Altay Samanları ak saman ve kara saman olarak ikiye ayrılırlar. Kara samanlar kötü ruhların, cinlerin ve seytanların da yardımıyla göge çıkıp, yer altına inebilirler. Bu sayede, “Erlik” denilen kötülük tanrısının da yardımıyla her türlü kötülügü insanlara yapabilecek güçte olduklarına inanırlar.

 

ikincisi; uzaklastırıcı uygulamalar diyebilecegimiz, hastalıklardan, kötü ruhlardan, tabiat üstü gizli güçlerin etkilerinden, ölüm ve diger felaketlerden kurtulmak ve korunmak amacıyla yapılmaktadır. Orta Asya Samanları kötü ruhları kovmak için atesi, büyük bir temizleyici güç olarak görmektedir.

Samanların, hastalıga tanı koyan, hastanın canını kötü ruhlara karsı koruyan ve tehlikelere gögüs gerebilecek kadar azmi olan, gizemli bir kisilik tasıdıgına inanılmaktadır.

 

Üçüncüsü ise; yapılmak istenilen seylerle ilgili uygulamalardır. Uygun tabiat olaylarını insanların lehine veya aleyhine kullanarak, olaylardan ve benzer hususlardan herhangi bir seyin olup olmayacagına dair sonuçlar elde etmek ve yorumlarda bulunmak gibi uygulamalar bu kısma girmektedir.

 

Mesela; efsanelerde anlatıldıgına göre büyücü samanların, tabiat olaylarını bozmaya, soguk, yagıs, kar ve fırtına çıkarma gibi güçlere sahip olduklarına inanılmaktadır. Bütün bu efsaneler, tabiattaki olayları idare etmeyi mümkün kılan inançtan ileri gelmektedir. Bu büyüler, yagmuru ve karı yagdırmayı amaçlayan veya rüzgarı estirmeye imkan tanıdıgına inanılan “yada tası” ile yapılmaktadır. Tabiatüstü gizli güçleri elde ederek maddi ve manevi servete kavusmak gibi uygulamalar büyünün amaçları arasında yer almaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

B. Kam-Saman :

Saman kelimesi, Tunguz kökenli bir sözcüktür. Orta Asya’nın çesitli topluluklarında bu terim su sekilde kullanılmaktadır: Yakutlar oyun, Kırgızlar,Kazaklar ve Özbekler bahsı-baksı, Mogollar, böge, bögü, böö ve udagan kelimeleriyle ifade etmektedir.

 

Udagan kadın samana denilmektedir.Türkçe’de yaygın sekliyle kullanılan kelime kam’dır.

 

Eski Türk topluluklarının dinlerinin Samanizm olmadıgını basta Mircea Eliade olmak üzere, dinler tarihi arastırmacılarından Hikmet Tanyu, brahim Kafesoglu ve Bahaeddin Ögel dile getirerek, Gök Tengri Dini oldugunu ifade etmektedir. Buna karsılık Abdulkadir nan ve Fuat Köprülü ise; ilk Türk dininin Samanizm oldugunu söylemektedir.

 

Ancak Türk topluluklarında Samanizm’e benzeyen bir inancın varlıgına ihtimal verecek bir kayıt mevcut degildir. Altay Türkleri tarafından bugün saman manasında kullanılan Kam sözcügü 5. yüzyıldan beri kullanılmaktadır. Avrupa Hunları tarihinde atakam ve eskam isimlerinde iki seften bahsedilmektedir. Buradaki kam kelimesi eski Türk dininin temsilcisi manasını ifade etmektedir. Uygurlar ve Kırgızlarda kam yerine, Baksı-bahsı kelimesi büyücü ve sihirbaz anlamlarında kullanılmaktadır.

 

Samanlıgın dinden ziyade bir sihir sayılması gerektigini sezen, fakat Türklerin kendilerine has bir dinlerinin olması gerektigini düsünen Ziya Gökalp; “Samanizm Eski Türklerin dini sistemleri degil sihri sistemleridir.” ifadesini kullanmaktadır.

Türk toplulukları kendilerini samanist olarak nitelendirmemektedir. Eski Türkler dinleriyle iç içe bir hayat sürüyorlardı.

 

Türkler dinlerine bir isim vermemislerdi. Her ne kadar inançları animistik, totemistik ve atalara tapınma gibi birtakım özellikler tasısa da, bunu Samanizm olarak kabul etmek mümkün degildir. Ancak Gök Tengri etrafında sekillenen bir din oldugu için, tamamen kendine özgü bir monoteizm ve Gök Tengri (Tanrı) Dini olarak isimlendirmek mümkündür.Bu nedenle arastırmamızda saman kelimesi yerine, kam kelimesini kullanacagız.

 

Mircae Eliade, Kamlıgı vecd ve istigtak ( extase ) teknigi olarak tanımlamaktadır. Kam, her seyden önce, kendi özel usulleri sayesinde ulastıgı vecd ve kendinden geçme hali içinde, ruhunun göklere yükselmek, yer altına inmek ve oralarda dolasmak üzere, bedeninden ayrıldıgını hisseden bir askın (trans) ustasıdır. Ruhları hükmü altına alarak, ölülerle,tabiat ruhları ( cinler ve periler) ile ve seytanlarla baglantı kurmaga muvaffak olmaktadır. Ates üzerine hakimiyet kurması, hastalanan (Ruhu çalınan) kimselere sifa vermesi, ölü ruhlarının arzularını yerine getirerek zararlarını önlemesi, dertli insanların sikayet ve dileklerini arz etmek üzere, gökteki ve yer altındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilmesi, bu sayede mümkün olmaktadır.

 

Bu yetenekleriyle topluluk üzerinde korku ve saygı uyandıran, büyüleriyle varlıkları etkileyen Kam, sadece din adamı degil, aynı zamanda tabip, büyücü, üfürükçü, gelecekten haber veren bir kâhin vazifesini de görmektedir.

 

Kamlar, felaketleri insanlar ile görünmez dünyanın varlıkları arasındaki özel bir iliskinin neticesi olarak görmektedir. nsanlar çesitli ugursuzlukların kurbanlarıdır. Bu ugursuzluklardan kurtulmak için ugur getiren bir tılsım olarak, çift baslı kartalları ugurluk ve talih amacıyla kullanmaktadır. Bu ugursuzlukları dünyadaki gizli varlıklar tetiklemektedir.

 

Kamlar ise, bu iliskide arabulucu görevi üstlenmektedir. Kam olmanın genel olarak çesitli yoları vardır. Kamın diger insanlar üzerinde garip tesirler uyandıran davranıslarında basarı elde edebilmesi için

bazı sartlara ihtiyaç vardır. Bu sartlar saman olma konusunda kendini göstermektedir. Kam olacak kisi su iki degisik yolla bu meslegi elde etmektedir.

 

Birincisi ; Kamlık mesleginin babadan ogula mirasla geçmesi, yani kalıtımsal aktarım yoluyla meydana gelmesidir. Altaylarda kam olacak kisi daha çocukken hastalıklı, çekingen ve dalgındır. Ancak kam olacak olan kisinin babası, onu uzun bir süre bu göreve hazırlar, sarkılar ve ilâhiler ögretir. Kırgız ve Kazaklarda Bahsı-baksılık (kamlık) meslegi babadan ogula geçmekle birlikte, baba iki ogluna birden de bırakabilmektedir. Yakutlarda,Kamın ölümümden sonra Kamlık ruhu kaybolmamaktadır. Ailenin baska bir üyesinde yeniden ete kemige bürünerek ortaya çıkmaktadır. Kam olacak kisi çılgın öfke nöbetlerine kapılmaga baslamakta, birden aklını yitirerek ormana çekilmekte, agaç kabuklarıyla beslenmektedir. Kendini suya ve atese atarak, bıçakla yaralamaktadır. O zaman ailesi yaslı bir Kama basvurmakta; o da onu çesitli ruh türleri, ruh terbiyesi, ruhları çagırma ve onlara buyurma teknikleri konusunda egitmeye baslayıp, ona sırra erme sürecini ögretmektedir. Bu sayede Kam, büyü yapmayı, hastalıkları teshis ve tedavi etmeyi, iyi ve kötü ruhlardan yardım almayı ögrenerek, halkın gözünde ulu bir sahsiyet olmayı elde etmektedir.

 

ikincisi ise; tanrısal ya da kendiliginden gelen bir iç çagrısı veya klanın üyeleri tarafından seçilme Kam yoluyla olmaktadır. Fakat bu sekilde Kam olanlar, mesleklerini miras yoluyla elde etmis olanlara göre daha zayıf sayılmaktadır. Seçilme yöntemiyle Kam olanların, vecd (esirme) halini elde etmesi gerekmektedir. Belli bir Kamın egitimini aldıktan sonra ancak Kam olabilmektedir. Bu da çesitli rüyalar, kendinden geçmeler, Kamlık teknikleri, ruhların isim ve islevleri, soyagacı ve gizli birtakım dil v.b. gibi yöntemler ve sırra erdirme sürecine baglıdır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

C. Kamlıga ait kavramlar

 

Kamların mesleklerini icra ederken müracaat ettikleri tabiatüstü güçler,bazı ruhlar, birtakım teknik ve kavramlar bulunmaktadır. Bu kavramların neler oldugunu ve niçin kullanıldıklarını asagıda açıklayacagız.

 

a) yi ruhlar :

 

Türklerin eski inançlarının merkezinde Gök Tengri vardır. Bunu yardımcı ve koruyucu ruhlar, kötü ruhlar ve ata ruhları tamamlamaktadır.

 

Türklerin hayatında olaganüstü güçlere sahip varlıklarla, insan hayatı arasında aracılık yapan kamlar vardır. Hayatın çesitli dönemlerinde birçok fonksiyonu üstlenen kam, dini otoriteyi ve ruhlar arasındaki aracılık isini de yürütmektedir. Türkler, her varlıgın bir ruh tasıdıgını kabul etmektedir. İyiliklerin ve kötülüklerin de bu ruhlar tarafından meydana getirildigine inanmaktadır. Bu nedenle onları kızdırmamaya, onların yardımını kazanmaya ve onları memnun etmeye çalısırlardı.

 

Bu yüzden Tengri ve ruhlara ayinler düzenler ve bu ayinlerde kurbanlar kesip sükranlarını onlara sunarlardı. Kamların dua ve ayinlerde, hastalıkları teshis ve tedavide müracaat ettikleri iyi ruhların basında Ülgen gelmektedir. Ülgen, büyük ve ulu manasına gelmektedir. Ülgen, insanların iyiligi için çalısırdı.

 

Yardımcısı da Umay adı verilen ve melek kavramına benzeyen bir disi ruh idi. Çocukları dogum sırasında ve dogumdan sonra kötülüklerden koruduguna inanılırdı. Umay’ın koruyuculugu sadece insan yavrusuna yönelik degildi. O, aynı zamanda bütün canlıların yavrularını da büyüyünceye kadar korumak ve kollamakla yükümlüydü.

 

Türkler, Münker ve Nekir denilen iki melegin varlıgına ve onların insanı, bütün hayatı boyunca takip ettiklerine inanmaktadır. slâm’dan önce de Türklerde insanın sagında bulunan Yayuçi, solunda bulunan Körmös adı verilen iki melegin varlıgına inanılmaktadır. Kötü ruhların ebedi oldugu, iyi ve kötü ruhların da varoldugu kabul edilmektedir.

 

Bu yüzden Kam, kötülüklerin uzaklastırılmasında iyi ruhlardan yardım almaktadır. Türkler bunlardan baskan koruyucu ruhlar olarak, yer-su ile ifade ettikleri tabiat ve vatan ruhlarına, erisilmez yüksek dag ruhlarına, kaya, tas , orman, agaç ve bitki ruhlarına inanarak, onlardan yardım da istemektedir.

 

İyi ruhlarla desteklenen ve onlardan yardım almak için ruhunu göge çıkararak, yerin derinliklerindeki ruhlarla da iliski kurabilen Kamlara Türkler genelde ak Kam adını takmıslardır. Kamlar, bazen kısırlık tedavisi için, bazen dogumun kolay geçmesini saglamak, bazen ölenin ruhunun geri dönmesini önlemek amacıyla cenaze törenlerinde çagrılırdı. Evlenenleri kötü ruhlardan korumak için dügün törenlerinde bulunurdu. Çünkü Kamlar Ulu Tengri’nin bizzat birer koruyucu ruh gönderdigi güçlü sihirbazlardı.

 

b) Kötü ruhlar :

 

Türklerde ruhların ikinci kısmını kötü ruhlar olustururdu. Bu kötü ruhların baskanı da Erlik idi. Erlik karanlık dünyanın hakimi, her türlü kötülük ve hastalıgın sebebiydi. Kötülük ruhunu (Erlik) Abdulkadir nan su sekilde ifade etmektedir :

“ Erlik, insanlara her türlü kötülükleri yaparak, insanlara ve hayvanlara çesit çesit hastalıklar göndermek suretiyle kurbanlar ister, istedigi kurban verilmezse musallat oldugu obaya ve aileye ölüm ve felaket ruhlarını gönderirdi. Öldürdügü insanların canlarını yakalayarak yer altındaki karanlık dünyasına götürür ve kendisine usak yapardı”.

Kam, kötü ruhlarla mücadele edebilmesi ve hastalıkları tedavi etmesi için, kam olacak kisinin ruhunu seytanlar ve diger yardımcı ruhların bulundugu yer altına götürüp orada bir ile üç yıl arasında degisen bir süre içinde kapalı bir yerde tutardı. Daha sonra bedenini küçük parçalara ayırarak, her hastalık için bir parça olmak üzere düzenlerdi. Kam adayı da bu sayede tedavi yetenegi kazanırdı. Bundan sonra da kam, ruhunun yer altına inisinin ödülü olarak büyük bir güce kavusurdu.

 

Kötü ruhlara karsı yapılan ayinlerde kamlar, yer altına indiklerini ve orada gezdiklerini temsili birtakım hareketlerle sahnelerdi.

 

Bu dünyada kötülük yapan insanların ruhu, kötülüklerinin cezası olarak Erlik alemine , yer altına gönderildigine inanılırdı. Bu ruhlar bütün insanlara kötülük etmeye ve akrabalarından birini erlik alemine çekmeye çalısırdı. iste bu kötü ruhlardan insanları korumak için iyi ruhların yardımını saglayan Kamlara bas vurulurdu.

 

Altay Türklerine göre Erlik ve ona tabi olan bütün kötü ruhlara Körmös denilmektedir. Körmösler muhtelifn hastalıkları, genelde de insan ve hayvanları felaketlere göndermekle yükümlüdür.

 

Altay Türklerinin inançlarına göre Erlik, tabiatı geregi kendine arık,sakat ve hasta hayvanlardan kurban sunulmasını ister ve bundan hoslanırdı. Ayrıca Erlik ruhunun hizmetinde olan ruhlara Yek denirdi. Bu kavram seytan anlamına gelirdi.

 

Yakut Türkleri kötülüklerin kaynagı olan ruha abaası (kötü ruhlar) adını verirlerdi. Türk dünyasında bugün de yaygın olan inanca göre,daha çok, yeni dogum yapan kadınlara ve yeni dogan çocuklara musallat olduguna inanılan ve kötülüklerin kaynagı olan ruhlara albastı, al karısı ismini vermislerdi.

 

Altaylarda ve Kırgızlarda dogumun gecikmesi ve güç olması, albastı veya al karısı denilen kötü ruhun lohusa kadına musallat olmasına baglanırdı.

 

c) Arva-arvas :

 

Kamların, anlasılmayan sözler söyleyerek cin çarpmasına karsı afsunlaması, büyü yapması ve üfürükçülügüne arva-arbag ya da arvas denirdi. Afsun yapan büyücü Kamlara verilen ücrete de ürüng adı verilirdi.

 

Kamlar, kötülüklerin insanlar ile görünmeyen dünyanın varlıkları arasındaki özel bir iliski neticesinde meydana geldigine inanırlardı. Kamlar, ruhu cinler tarafından esir alındıgına inanılan insanların ruhlarını geri çagırmak için, yaktıgı atesin içine kayın agacının dallarını atarak davulunu dumana tutardı. Bu sayede cinler tarafından esir alınan ruhları çagırmaya baslar ve ruhların davula girmesini isterdi. Her ruha ismiyle seslenerek, “buradayım” cevabını aldıktan sonra çesitli ilâhiler ve anlasılmayan tılsımlı sözlerle birtakım hareketler ve ritüeller esliginde ruhu tekrar getirdigini tasvir eder, bu sekilde ruh yakalanır ve Kam, ardıç agacının dallarını yakarak onu tütsülerdi. Bay Ülgen’in gökteki sarayına kadar yapacagı yolculugu, kendinden geçerek vecd haliyle insanların huzurunda gösterirdi. Kam, atesin etrafında büyülü ve Kama ait güçlerini kisilestiren ruhlara, at eti sunarak gösterirdi. Çünkü ates kutsal güçleri simgeler ve büyük bir temizleyici ve kötü ruhlardan arındırıcı olarak kabul edilirdi.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

d) Irk :

Irk kavramı, Kamların falcılık yapması, kâhinlik yaparak gelecekten haber vermesi ve insanların gönlünden geçeni bilmesi için kullanılan bir kavramdır.

 

Irk; kehanet etmek anlamına geldiğinden, ”kam ırkladı” Kam kâhinlik yaptı, fala baktı demektir.

 

Türkler bir kehanet elde edebilmek için büyücü Kamlara başvurduklarında, büyücü her bir istikamete koşmaya başlıyor ve bayılıncaya kadar nefes nefese kalıyordu. Bu durumdayken hayalinin kendine gösterdiği şeyleri dile getiriyor ve orada bulunanlar, söylenilenlerin gereğini yerine getiriyorlardı. Kamların kelime dağarcıkları halka göre çok fazla olduğundan, bir kehanette bulunacaklarsa insanların anlayamayacağı ifadeleri kullanıyorlardı. Halk da “kam ırladı” diyerek, gelecek için kehanette bulunduğunu dile getiriyordu. “Irlamak”, aynı zamanda sihirli şarkı, büyülü ilahiler, büyüleyici ve büyülemek anlamına da gelmektedir.

 

Kam, Bay Ülgen’in sarayına kadar yapacağı yolculukta, ateşin etrafında davulunu döverek çeşitli hayvan sesleri (kaz, ördek, kuş ve at sesleri) çıkararak şu şekilde şarkı ya da ilahi okurdu :

“Ak göğün üstüne,

Ak bulutların ötesine,

Mavi göğün üstüne,

Mavi bulutların üstüne,

Yüksel göklere, ey kuş!”

Bu sesleniş ve çeşitli hayvan seslerini taklit etmekle, kehanetin veya kötü ruhlar tarafından ele geçirilen ruhların geri getirildiğini anlatmış olurdu.

 

Kamlar yaptıkları bu ve buna benzer ırk yöntemleriyle kendisinden yardım isteyen insanlara kâhinlik yaparak yardım ederlerdi.

 

e) Yat-yada : (Sitede http://www.gnoxis.com/yada-ta%C5%9F%C4%B1-ya%C4%9Fmur-ta%C5%9F%C4%B1-10233.html başlığına bakabilirsiniz )

 

Yat, yağmuru ve karı yağdırmaya veya rüzgârı estirmeye imkan sağladığına inanılan büyü aracına denilmektedir.

 

Bir başka ifadeyle de yada sözü, Farsça’dır ve sihirbaz anlamına da gelmektedir.

 

Bu nesne yada taşı diye de isimlendirilen bir çeşit taştır. Türklerin çeşitli fonksiyonlar yüklemek suretiyle inançlarının arasına kattığı varlıklar arasında yer almaktadır. Türkler arasında uzun asırlar olağanüstü nitelikleriyle varlığını sürdürmüştür. Türkler savaşlarda hasımlarını korkutmak amacıyla büyücülere başvururlardı. Büyücüler de yada taşının olağanüstü gücü ile gökyüzüne alevler gönderir, ateşten çeşitli şekillerde bulutlar ve rüzgar oluşur ve gökyüzünü kaplardı.

 

Diğer bir olayla ilgili hikâyede de; soğuk ve yağış getirebilen büyücüler, kar ve fırtına meydana getirerek düşmanın üzerine gönderir ve onları mağlup ederlerdi

 

Türkler, bu taşın Allah tarafından Yafes’e verildiğine inanırlardı. Yada taşının hayvanların, ineklerin ve atların midesinde bulunan bir salgıdan meydana gelebileceği düşüncesi de mevcuttur. Bu taş tabiat olaylarının ortaya çıkarılmasında da kullanılırdı. Bulutları dağıtmak, yağmur yağdırmak, kar ve soğuk fırtınalar koparmak veya bol miktarda yağmur, kar ve dolu yağdırmak amacıyla kullanılırdı. Ayrıca, gök gürültüsü, yıldırım ve tufanların başlaması gibi kötü hava koşullarının oluşturulması için de kullanılırdı. Büyücüler yat törenlerini genelde yaz aylarında yaparlardı.

 

f) Yel- yelpin :

Altay Türkleri arasında Yel, cin peri anlamına gelir, “er yelpindi” ifadesiyle, adama cin çarptı denilirdi. Yelpin, cin çarpmış kişiye denir ki, oğlan cine çarpıldı demektir. Büyük sihirbaz ve büyücüye de yelviçin denilirdi.

 

Türk boylarının çoğunda genelde şerir ruh anlamına gelen yel-yil kelimesi kullanılırdı. Altay Türkleri, insan yediğine inandıkları ve zararlı bir ruh taşıdığı sanılan yaratığa da yilbüke-yelbegün derlerdi.

 

Kamlar, cinlenme olayını öteki dünya ile bu dünya arasındaki bir iletişim neticesinde, tabiat üstü bir varlıkla ilişki sonucu meydana geldiğine inanırlardı. Halk da uzman bir kişinin bu varlıkları tespit ederek, cin kovma ayinine baş vurması gerektiğini düşünürdü.

Türkler arasında cin inanışı çok yaygındı. Özellikle Uygurlar, Kazak ve Kırgızlara göre cinler, bir meydanda tek başına duran ağaçlarda, ıssız evlerde, ahır ve küllerin atıldığı ortamlarda bulunurdu. Genelde sara hastalığına tutulan kimselere cin çarpmış denilirdi. Cin çarpmış kişiler Bakşı'lara tedavi ettirilir, onlar da önce muska verir, sonra da üflerdi. Üfleme söğüt dalı ile yapılır, okuyup üflendikten sonra bu dalla hasta olan kişiye vurulurdu. Ateşin uzaklaştırıcı etkisinden dolayı ateşle de tedavi ettikten sonra da fala bakardı.

 

Diğer bir tedavi yöntemi de “peri oyunu” yöntemidir ve şöyle yapılırdı :

 

“Türkistan'da evlerin damındaki pencereye “tünglük” denilirdi. Sara hastalığına tutulmuş olan hasta, eve getirilerek söz konusu pencerenin altına bir kazık çakılırdı. Kazıkla pencere arasına bir urgan gerilerek, hastanın bu urgana sıkıca sarılması söylenirdi. Bakşı (kam) dualar okumaya, tılsımlı sözler söylemeye başlar ve elindeki davula vurdukça hasta urgana sarılmaya başlardı. Davulun ritmi arttıkça hastanın hareketleri de hızlanır ve iple tırmanmaya başlardı. Eğer hasta dama kadar çıkarsa bu durum hastanın iyileşeceğine, eğer oraya kadar çıkamazsa kötüleşeceğine işaret ederdi. Daha sonra da hasta kişiyi alıp dışarıda yanan yedi ateşe götürürdü. Adamın başı örtülü olduğu halde, Bakşı yanan bu yedi ateşin etrafında döndürürdü. Adamın başı üzerinden de yedi defa ateşten geçirerek “cin olsan da git, peri olsan da git” diyerek söylenirdi.''

 

Bu ve benzer uygulamalarla Bakşılar (Kamlar) cin ve perileri kovmaya çalışırlardı.

D. Büyü ile ilgili uygulamalar :

 

Büyü, kendi alanında hedefine ulaşmak için, istediği sonuca göre ak büyü ve kara büyü olarak da uygulanmaktadır. Bu şekilde büyü yapan kişilere Türk toplulukları ak kam ve kara kam ismini vermektedir. İnsanların hayatına, sağlığına, malına mülküne ve hayvanlarına zarar vermek amacıyla kara büyüler yapılmaktadır. Toplumun ve insanlığın iyiliğini, sağlıklı yaşamasını, cinlerin ve şeytanların şerrinden uzaklaşmasını ve ölüm gibi kişisel felaketlerle, sel, fırtına, kuraklık v.b. gibi doğal afetleri önlemek için de ak büyülere baş vurulmaktadır.

 

Kamın varlığının amacı, sıkıntıları körükleyen kötü ruhlarla iyi ilişkiler sürdürerek bu sıkıntıları önlemek ya da aracılık yaparak bu tür sorunları çözüme kavuşturmaktır. Bu açıdan, kamın varlığı vazgeçilmez bir işleve sahiptir ve eylemlerinden topluluğun tümü faydalanmaktadır.

 

Kam, öncelikle zekasını ve hayal gücünü kullanır. Düzensizliklerin ve çekilen acıların sebeplerini söyler. Bunlara çare bulmaya çalışır. Kam, dünyanın dengesine ve insanların huzuruna musallat olan zararlı varlıklarla ilişki içerisine girerek sorunların üstesinden gelmek için harekete geçer.

 

Kam, her yeni durum karşısında hayal gücünü sergileyerek, birtakım ayinler düzenler. Kam yaşanan uğursuzlukları gidermeye yönelik toplantılar yapar. Genelde bu ayinleri karanlık gecelerdeki oturumlar şeklinde ve bir tiyatro inceliğiyle sergiler. Çünkü ruhlar geceleyin veya şafak vakti harekete geçerek insanlara ilişir. İnsanlar kaygı ve kuşkuya geceleri kapılırlar.

 

Ak kamlar sade elbiseler giyerler. Kafasında beyaz kuzu postundan bir şapkası, arması ve nişanları vardır. Bir hastalığın nedenlerinin araştırılması, iyileştirilmesi, ölünün ruhuna yer altı yolunda eşlik edilmesi ve evin kötülüklerden arındırılması gibi durumlarda, at kurbanı ve göğe çıkış seansı düzenlenir.

 

Bunun için bir akşam vakti tören hazırlamaya karar verilir. Kam bir çayırda uygun bir yer seçerek oraya yeni bir çadır kurar. Ortasına da dalları budanmış ve gövdesine dokuz çentik, basamak (taptı) oyulmuş genç bir kayın ağacı diker. Kayının üst budakları tepesinde bir bayrakla çadırın üstündeki delikten dışarı çıkar. Çadırın çevresine yine kayın sırıklarından bir çit çekilir. Girişine de ucuna at kıllarından bir düğüm atılmış bir kayın ağacı dikilir. Sonra doru bir at seçilir ve kam tarafından, tanrının hoşuna gideceğine karar verilir. Oradakilerden birine at teslim edilir. Bu kişiye görevi nedeniyle “baş tutan kişi” adı verilir. Kam, hayvanın ruhunu vücudundan çıkarmak ve Bay Ülgen’e doğru uçuşunu gerçekleştirmek için, atın sırtında bir kayın dalı sallar. Aynı işlemi baş tutan kişi üzerinde de yapar. Çünkü bu kişinin ruhu da atınki ile birlikte gök yolculuğu boyunca eşlik edecektir. Bu yüzden kamın elinin altında bulunması gerekir. Kam çadırın içine girerek, yaktığı ateşe kayın dalları atarak davulunu dumana tutar. Ruhları çağırmaya başlar, davula girmelerini buyurur, çünkü göğe yükselirken hepsine ihtiyacı olacaktır. Adıyla çağrılan her ruh “buradayım” diye cevap verir. Kam da davuluyla ruhu yakalamak ister gibi hareketler yapar. Böylece ruhları topladıktan sonra çadırından çıkar. Birkaç adım ötede kaz biçiminde bir korkuluk hazırlanmıştır; şaman ona biner ve uçmak ister gibi ellerini hızla sallarken bir yandan da dualar, güzel sözler ve ilahiler söyler :

 

“Kabul et şu parçayı, ey Kayra Han ( Bay Ülgen)!

 

Altı yumrulu davulun efendisi,

 

Gel bana tıngır tıngır!

 

Çok! Dersem eğil!

 

Ma! Dersem bunu al!... ”

 

Kam, Bay Ülgen’e at etini sunar, töreni düzenleyen yurdun sahibinin kutsal güçlerini simgeleyen ateşin efendisine de seslenir. Sonra da at etinden parçalar keserek ruhları temsil eden yardımcılara dağıtır. Kam Bay Ülgen’den kurbanın kabul edilip edilmediğini öğrenir. Yeni hasadın nasıl olacağına dair bilgiler alır. Ayrıca Tanrı’nın başka nasıl kurbanlar istediğini de öğrenir. Bu olay trans (esirme) halinin doruk noktasını oluşturur. Kam bitkin düşerek yere serilir. Baş tutan kişi elinden davulu ve tokmağı alır. Kam, sessiz ve hareketsiz kalır. Bir süre sonra derin bir uykudan uyanıyormuş gibi gözlerini ovuşturarak kalkar, uzun bir yolculuktan dönmüş gibi orada bulunanları selamlar.

 

Bu ritüelden de anlaşılacağı gibi kam, iyi ruhların da yardımıyla birtakım uğursuzlukları, hastalıkları, kıtlık veya ürün bolluğu gibi isteklerini ortaya koymaktadır. Atı kurban etmekle de Bay Ülgen’in hoşnutluğunu kazanarak istek ve arzularını yerine getirmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Ak ya da kara kamların uyguladığı diğer bir büyüsel teknik de, yer altı dünyasına yolculuk uygulamasıdır. Ruhu cinler tarafından esir alındığına inanılan bir kişinin, ruhunu geri getirmek amacıyla düzenlenen bir kam ayinidir. Yer altı dünyasına yaptığı yolculukta kötülüklerin sahibi Erlik Han'la yaptığı çeşitli mücadeleler neticesinde onu memnun ederek hastanın ruhunu geri getirmeyi başarır. Türkler kötü ruhları ateşin mukaddes gücü ile kovarlardı. Çünkü ateşi büyük bir temizlik ve kötü ruhları kovma aracı olarak kabul ederlerdi.

 

Kam, kısırlığın giderilmesi için, çeşitli ayinler ve uygulamalarla öteki dünyadan gizlice ruhlar çalarak çare bulmaya çalışır. Kam, hastanın bedenini kaplayan hastalığın öteki dünyadaki kötü ruhlu bir varlığın çiftleşmesinden doğan karanlık ve ince bir katman olarak görür. Kam, hastanın iyileşmesi için bu katmanı yırtıp atmalıdır. Nitekim bu işin üstesinden gelmek için kaplumbağa, yılan balığı ve sincap gibi delici ve kemirici hayvanlardan faydalanır. Bu yüzden hastalık yapıcı öğenin bedenin dışına atılması sağlanırdı.

 

Türkler, doğum sonrası ve doğum sırasında kötülük etme gücüne sahip olduğuna inandıkları varlığa “albastı, albasmış, al karısı” derlerdi. Bu varlık tarafından, Lohusa kadınların ciğerinin sökülüp alındığına inanırlardı. Lohusaları bu varlıktan ancak kamlar kurtarabilirdi. Bu iş için Kama baş vurulur, Kam da çeşitli afsunlar okuyarak, lohusanın ciğerini bu kötü ruhun elinden koyun ciğeri ile aldatarak kurtarırdı.

 

Kamlar, 7 ve 9 sayılarının büyüsel-sihirsel bir güç taşıdığına inanırlardı. Dolayısıyla üzerinde yedi veya dokuz çentik atılmış bir ağaç ya da direğe tırmanarak Bay Ülgen'e ulaşırlardı. Bu sayılar gök katlarını sembolize ederlerdi.

 

Kamların önemli uygulamalarından biri de medyumluk, kâhinlik, gelecekten haber verme ve falcılıktı. Eski Türk topluluklarında kısmet, şans ve kehanet başvurulan uygulamalardandı. İnsanların kendi geleceklerini öğrenmek için başvurdukları çeşitli yöntemler vardı. Türkler doğacak çocuklarının cinsiyetini önceden tahmin etmek için ateşle kehanet ederlerdi. Gelecek hakkında bilgi edinmek için söğüt dallarından kestikleri çubukları kullanırlardı. Bu çubukları havaya atarak kaderlerini öğrenmek isterlerdi. Bir kişinin iyilik ve kötülüklerini öğrenmek için, aşık kemiğini yere veya davulun üzerine atarak onun hakkında bilgi sahibi olurlardı. Ölmüş varlıkların bağırsakları veya kavrulmuş kürek kemikleriyle kehanette bulunma yöntemi de yaygındı. Bunun için koyun, keçi veya geyiğin kürek kemiği kullanılırdı. Eti özenle kazırlar, dişlerle dokunmadan çıplak hale getirerek, hakkında bilgi sahibi olunacak şeyin, kürek kemiği kavrulurken düşünülmesi gerekirdi. Böylece kemiğin çıkardığı sese göre kehanette bulunulurdu.

 

Kamların yaptıkları bu ve benzer uygulamalar, Anadolu Türk halk inançlarına etki etmekte ve büyücülere ilham kaynağı olmaktadır. Bu sayede günümüzde yapılan büyü uygulamalarını da etkilemektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ANADOLUHALK İNANÇLARINDA BÜYÜ VE BÜYÜCÜLÜK

İnsanındoğumundan ölümüne kadar eşlik eden adet ve inanışlar, hayatınbelli dönemlerinde artarak devam etmektedir. Bu âdet ve inanışlar,özellikle evlilik, doğum ve ölüm gibi belli başlı dönemlerdeortaya çıkarak, sayısız büyüsel işlemin istilasınauğramaktadır. Bu bölümde, halkın hangi durumlarda büyüyeyöneldiğini, ne amaçla büyü ve büyücülere baş vurduğunu,büyüyü hazırlayan sebeplerin neler olduğunu, büyüde kullanılanaraçları ve büyü uygulamalarını örneklerle ortaya koyacağız.

 

  1. Büyünün amacı :

Büyününamacı, insan eşya veya varlıklar üzerinde istenilen değişikliğitabiatüstü güçlerin de yardımıyla elde etmeye çalışmaktır.Bu itibarla birçok değişik istek ve arzuyu gerçekleştirmekamacıyla büyü yapılmaktadır. Mesela; iki kişiyi birbirineyaklaştırmak ya da uzaklaştırmak için yapılan sıcaklık veyasoğukluk büyüleri; insanın bazı güç ve organlarını çalışmazhale getirmek amacıyla yapılan bağlama büyüleri; düşmanınıve sevmediği insanı hasta etme, sakat bırakma ve deli etmekgayesiyle yapılan düşmanlık büyüleri; kısmet açma, kısırlığıgiderme, çocuğun düşmesini önleme ve doğumu kolaylaştırmakgayesiyle yapılan ak büyülerdir. Ayrıca bu büyülerin etkilerinikaldırmak, birtakım kötülüklerden, cin çarpmalarından, gizligüçlerin saldırılarından korunmak amacıyla yapılan karşıbüyülerden oluşmaktadır.

Büyünündiğer bir nedeni de olayları kendi gönlünce oluşturma ve yönetmeözleminden kaynaklanmasıdır. Kişi istediğine ulaşamayınca,isteğini gerçekleştirmek için büyüye başvurur. İnsanlarözellikle kendilerini güçsüz ve çaresiz hissettikleridönemlerde, dış etkilerle ve tabiat kuvvetlerinden gelentehlikelerle karşı karşıya geldiklerinde, bu tehlikelere karşıkoymak için büyüsel çarelere başvurmak isterler. Genelde debüyücülere müracaat ederler. Büyücüler amaçlarınıgerçekleştirmek için, kutsal kitaplardan alınan cümlelere,kutsal sözlere, Tanrı, peygamber, aziz ve evliya isimlerine vebüyülü formüllere başvururlar.Görüldüğü gibi büyüler ne şekilde yapılırsa yapılsın,büyücü amacını gerçekleştirmek için, dinden, dinin kutsalsaydığı değerlerden ve din dışı olaylardan faydalanmaktadır.Büyücüler, arzu edilenleri elde etmek için de her yola başvurmakistemektedir.

Büyüyü hazırlayan sebepler :

Büyüyü hazırlayan sebepleri şu şekilde sıralayabiliriz :

  1. Büyüyü hazırlayan sebeplerin başında insan ve insanın psikolojik durumu yer almaktadır.Toplumdaki hastalıklar, yakınlarından birisinin ölmesi, geçirilen bir kaza, başa gelen kötü bir olay v.b. gibi durumlar insan psikolojisini etki altına almakta ve bu etkiden kurtulabilmek için de büyüsel işlemlere başvurulmaktadır. İnsanoğlu hayatının her döneminde çevresiyle ilgilenmiş ve özellikle etrafında olup bitenler insanın ilgisini çekmiştir. Anadolu insanı nedenlerini bilmediği tabiat olayları karşısında ister istemez ruhî olarak etkilenmiş ve bu etkiden de kendince büyü yoluyla kurtulmayı amaçlamıştır.
  2. Esrarengize ve bilinmeyene karşı duyulan merak, inanç boşluğu ve sağlıklı bir din anlayışından yoksunluk, manevi duyguları tatmin etme arzusu, ekonomik ve sosyal problemler gibi nedenler, büyüye götüren sebepler arasında yer almaktadır.
  3. İnsanların geleceği ve gaibi öğrenme konusundaki zaafları, onları çeşitli hayaller peşinde koşmaya itmektedir.Böylece insanlar çareyi büyüde aramakta; bir takım hayvanların organları, sesleri, hareketleri ve bazı nesnelerin durumundan, geleceğe dair bilgiler çıkarmaya çalışmaktadırlar.
  4. İnsanda var olan bazı kuşku ve korkular, tedavisi mümkün olmayan hastalıklar, üzücü olaylar ve çaresizlikler büyü yaptırmayı gerekli kılmaktadır.
  5. Cin peri ve dev inancının varlığı, insanı ve yakınlarını hayatın her döneminde korumak için bir kısım tedbirler almaya sevk etmektedir. Bu anlayışın varlığından dolayı, onların kötülüklerinden korunmak için uzaklaştırıcı büyülere başvurulmaktadır.Bu da büyücülerin ekmeğine yağ sürmekte ve bilinçsiz halk yığınlarının büyüye karşı beklenti içerisinde olmalarını sağlamaktadır.
  6. Eşyanın özelliğini ve tabiat kanunlarını bilmemek, tabiatta var olan bazı bitki, hayvan ve ağaçların insan sağlığına iyi geldiği düşüncesi, şifa arama konusunda insanları buraya yönlendirmektedir. Bunun sonucunda da bu varlıklardan büyüsel işlemlerle fayda beklenmektedir. Şu halde varlıkların mahiyetini bilmemek, insanı yanlış ve kısır birtakım batıl uygulamalara sevk etmektedir.
  7. Büyüsel uygulamalar ve batıl inançlarla ilgili yayınlar, büyü yaptırma konusunda etkili olmaktadır. Bugün dünyanın her yerindeki gazete, dergi, kitap ve televizyonlar çeşitli fal türleri ve astroloji ile ilgili yayınlar yapmaktadır. Bu sayede gelecekle ilgili yanlış ve zararlı bilgiler verilerek halkın ilgisi çekilmeye çalışılmaktadır. Bunun sonucu olarak da insanlar, merak ettikleri hususlarda büyüye başvurmaktadır. Sıraladığımız bütün bu nedenleri büyüyü hazırlayan sebepler olarak düşünmekteyiz.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Büyüde kullanılan araçlar :

 

Büyücüler, büyülerini yaparken birtakım materyal ve çeşitli araçlar kullanmaktadır. Büyü yapımında kullanılan araçları şu şekilde sıralamak mümkündür.

 

Muska ve tılsımlar

 

Bazı hastalıkların, kötülüklerin ve nazarın ortadan kaldırılması için kullanılan veya uğur getirdiği inancıyla üstte taşınılan nesnelere muska veya hamail denilmektedir.

Gizli ve sihirli olduğu kabul edilen, esrarlı bir kuvvet taşıdığına inanılan ve üzerinde çeşitli şekil ve harfler yazılı olan varlıklara da tılsım denilmektedir.

 

Bu nesneleri üzerinde taşıyanlar çeşitli hastalıklardan, bela ve musibetlerden korunacaklarına inanmaktadır.

 

Muska ve tılsımlar üzerine yazılan en meşhur eserlerden biri Ahmet b. Ali el-Bûni’nin “Şems’ül-Maarif’ül Kübra” isimli eseridir.

 

Bu kitapta birçok tılsım ve şekiller yer almaktadır. Bu kitabın Türkçe çevirisi niteliğinde olan Seyyid Süleyman el Hüseyni’nin “Kenz’ül-Havas” isimli eserinden bazı muska ve tılsımlardan örnekler vermek istiyorum:

“Bir kale, bir mesken veya herhangi bir yerin harap olmasını istersen, bir bal mumu üzerine “hayır hatemini” ve yine bal mumu üzerine “ şer hatemini” ismi verilen, sağında altı kollu yıldız ( Mühr-i Süleyman) ortasında çeşitli anlamsız şekiller ve solunda da yine altı kollu yıldız olan bir tılsım yazılır. Sonra harap olması istenilen yerin eşiğinin altına gömülür. Üzerine hamam suyu veya bulaşık suyundan biraz dökülerek, orasının ebedi olarak yok olması sağlanır” denilmektedir. Ne anlama geldiği tam olarak anlaşılmayan bu tılsımın başında ve sonunda yer alan Mühr-i Süleyman’ın varlığı, Yahudi büyücü ve gizemciliğinden etkilenmiş olabilir.

 

Bununla ilgili başka bir uygulamada ise, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri kullanılmaktadır. Bu ayetlerin birisi büyü yapmak amacıyla bir yere gömülmekte ve kimsenin haberi olmaksızın çiğnetilmektedir. Özellikle bu uygulama da şu şekildedir :

“Hicr Sûresi’nin 74. ayetini, Arap ayının son salı günü yedi kiremit veya taş üzerine yazarak, bunları harap olmasını istediğin bir yere atar veya gömersen, o hane veya o bölge harap oluncaya kadar ruhlar tarafından taşlanır” şeklinde bir ifade kullanılmaktadır.

 

Ruhların zarar vermesi düşüncesi, bize şaman kültürünün bir kalıntısı olduğunu çağrıştırmaktadır. Çünkü kara şamanlar tarafından kötü ruhlar davet edilmekte ve istenilen zarar verilmektedir. Bu maksatla da kötü ruhların her türlü etkiyi yapabilmeme gücüne sahip olduğuna inanılmaktadır.

 

Diğer bir örnekte el-Hüseyni ; bu hatem-i şerifi bir kağıt üzerine yazarak, üzerinde bulunduran ve üstünde taşıyan kimseye düşman tarafından hiçbir zararın isabet etmediğini ifade etmektedir. Altı kollu yıldız, Hz Süleyman’ın mührü olduğu için de cinlerin bundan çok çekindiklerini kaydetmektedir. Bu ifadeler, Hz. Süleyman’ın saltanatını büyü yoluyla elde ettiğini ileri süren peygamberimiz dönemi Yahudileri arasında yaygın olan düşünceden etkilenmiş olabilir. Yahudiler, Hz. Süleyman’ı bir kral olarak kabul etmelerine karşılık; Müslümanlar O’nun peygamberliğine inanmaktadır. Müslümanların bu inancının doğruluğuna Kur’an-ı Kerim açıklık getirerek; Hz. Süleyman’ın bir peygamber olduğunu, saltanatını da büyü yoluyla elde etmediğini ifade etmektedir.

 

Define bulmak için de yukarıda zikrettiğimiz “hatem-i şerif” ile Mühr-i Süleyman’ın bulunduğu tılsım kullanılmaktadır. Bunu da safran ile bir kağıda yazıp, onu bir horozun boğazına bağlayarak, bu hayvan define olduğu tahmin edilen yere bırakılmalıdır. O horoz herhangi bir yerde durup ayağı ile eşeler, gagasıyla kazar ve o yerin üzerinde öterse, define veya gömülü olan herhangi bir şey oradadır” denilmektedir.

 

Muska ve tılsımların yazılı olduğu kitaplardaki ifadelerin büyük bir çoğunluğu bazı ayet ve dualarla beraber, hiçbir dile benzemeyen kelimeleri de içermektedir.

 

Şemsü'l-Maarif ve Kenzü'l-Havas yazarları bu kavramlara “Nurani İsimler”

demektedir. Bu kavramlar şunlardır: “Tıhıf halışkathud hılşıkthur bahif tayhup hin lahştaf ifar kelşi li ismihi fe ecebe küllü hayyin lida'vetihi tırfıkış hışrat veytaş küllü şey'in hilnali'eşllimut hu'tşuhış”. Görüldüğü gibi anlaşılmayan kelimelerle konuya bir gizem katılmak istenmiş, inandırıcılığı kuvvetlendirmek için de biraz Arapça kelimelerin zamanla bozulmuş şekilleri serpiştirilerek büyünün bir uzmanlık alanı olduğuna ve gizli birtakım ögeler içerdiğine insanlar inandırılmaya çalışılmıştır. Daha birçok tılsımlı kelimelerden oluşan ifadeler bu eserlerde yer almaktadır.

 

Uğurluklar

 

Uğurluk, zararlı etkileri uzaklaştırmaktan çok, taşıyıcısına mutluluk ve başarı getireceğine inanılan bir uğur eşyasıdır.

 

Uğurluklar bir çeşit pasif büyü aracı olarak da kullanılmaktadır. Bir eşyanın veya herhangi bir nesnenin uğurluk olarak kabul edilmesi, genellikle bir rastlantı neticesinde ortaya çıkmaktadır.

Mesela; herhangi bir insan üzerinde bir objeyi taşımaya başlar, üzerinde taşıdığı andan itibaren işlerinin iyi gittiğin0i görünce de bu nesnede bir uğur olduğu hissine kapılır. Bunun sonucu olarak da taşıdığı eşyaya büyüsel bir anlam yüklemesi kaçınılmaz olur. Bu nedenle de uğurlukların çoğunun süs eşyası haline getirildiği görülmektedir.

Uğurlukların görüldüğü en eski dönem, Babil ve Eski Mısır'dır. Mısır'da hayvanların dişleri, kemikleri ve pençeleri ya boyuna asılır ya da ayak bağlarının üstüne bağlanırdı. Bundan başka Tanrı, cin, hayvan figürleri, el ve göz uğurlukları yaygın olarak kullanılırdı. Eski Mısır'da görülen bu uğurlukların bazıları Müslümanlara geçmiştir. İslam ülkelerinde ve Türkiye'de en fazla el ve göz şeklindeki uğurluklar nazara karşı kullanılmaktadır.

Müslümanlar bu el figürüne “Fadime Ana eli”, Ön Asya’da yaşayan Hıristiyanlar da “Meryem Ana eli” olarak inanmaktadır. Yahudiler, kötülüğü uzaklaştırıcı veya kişiyi her türlü zararlı etkiden koruyucu olarak kabul ettikleri “el”in resmini duvar veya kapılarının üzerine astıkları gibi, üzerlerinde de taşımaktadır ve “Tanrının eli” diye nitelendirmektedirler.

Uğurluklar içerisinde en yaygın olanı gözdür. Kuvvete karşı kuvvet ilkesince, kötü göze karşı çeşitli maddelerden yapılmış göz şeklindeki uğurluklar ülkemizde nazarlık olarak kullanılmaktadır.

 

İsim, sayı ve renkler

 

İnsanların kişilik özelliklerini yansıtan hususlardan birisi de isimlerdir. Bu nedenle yeni doğan çocuklara gelişigüzel bir isim verilmeyip, genellikle hayatı boyunca kişinin karakteri, geleceği ve başarısı üzerinde etkisi olacak isimler vermek adet olmuştur. İsim bir bakıma kişinin toplumdaki yerini ve varlığını da ifade etmektedir.

 

Mesela Gürbüz ismi verilirken, bu işin psikolojik temelinde isim verilen çocuğun güçlü kuvvetli ve sağlam bir yapıya sahip olacağı inancı yatmaktadır. Bu örnekleri; Demir, Kaya, Tayfun v.b. gibi isimlerle arttırmak mümkündür.

 

İsimler insanların bir parçasını oluşturduğuna göre, isimler üzerine yapılacak ak, kara veya sempatik büyünün, “parçanın başına gelen bütünün de başına gelir” ilkesince, ismin sahibine yapılacak büyünün, tesir etmesi düşüncesi etkili olmaktadır.

Bu nedenle büyücülükte isimler büyük bir rol oynamaktadır.

 

İslam ülkeleri ve ülkemizde yapılan büyücülükte, Allah’ın 99 ismi, peygamber, melek, cin ve şeytan isimleri de kullanılmaktadır. Halk inanışlarında Allah’ın isimlerinin büyüsel bir kudrete sahip olduğuna inanılmaktadır.

Bu maksatla, Arap alfabesindeki bir kısım harfleri de kullanarak, karelere ayrılmış bir dikdörtgen çizip, “Ya Allah, Ya Hakim, Ya Adl, Ya Settar, Ya Kayyum esması 278 veya 518 defa okunursa ya da bir yere yazılıp üzerinde taşınırsa, yüce Allah tarafından o kişinin her türlü tehlikeden korunacağına, her dileğinin de yerine getirileceğine inanılmaktadır. Hatta bir elbise üzerine çizerek üzerinde taşıyan kişinin hiçbir işinin geriye çevrilmeyeceği düşünülmektedir.

Görüldüğü gibi isimlerin büyücülükte önemli bir yeri vardır ve bu inanç halk arasında da büyük bir ilgi görmektedir.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Büyücülükte “cedvel” adı verilen, büyüsel geometrik şekillerden oluşan ve dört köşeli, çok köşeli bazen da yuvarlak simgeler kullanılmaktadır. Karelere bölünen bu şekillerin içlerine büyüsel güç ve özellik taşıdığı kabul edilen isimler ve işaretler yazılmaktadır. Bu cedvellerin içine Allah’ın isimleri, haftanın yedi günü, melek ve cin isimleri ve gezegen isimleri yazılarak bir takım etkiler elde edilmeye çalışılmaktadır.

 

Bu uygulamalar muska ve tılsımlar için kullanılmakta ve Eski Mısır, İran, Hindistan ve Yahudi kültürlerinden Müslümanlara intikal ettiği kabul edilmektedir.

 

Halk arasında cedvellerle büyü yaptırma anlayışı yaygın bir şekilde benimsenmektedir. Şu halde her şeyde bir esrar arayan insanoğlu, uygun bulduğu her türlü malzemeyi büyü yapmak amacıyla çekinmeden kullanmaktadır. Bu durum büyüyü, halkın nazarında etkili bir araç konumuna yükseltmektedir.

 

Büyüde sayıların rolü de çok büyüktür. Hemen her büyüsel inancın içerisinde değişik değerde sayılar vardır. Mesela, üç kere tükürmek, dört yol ağzına bir şeyler gömmek, yedi evden iplik toplamak, kırk gün yıkamak, kırk bir kere maşallah demek gibi ifadeler, sayıların büyüsel yönünü ortaya koymaktadır.

 

Halk inançlarında genelde 3, 7, 9, 40, 41 rakamlarında mistik bir yön ve büyüsel bir güç olduğu savunulmaktadır. Bu sayılardan 3 ve 7 yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Araplar, Hintliler, Çinliler, Ermeniler 7 sayısının mistik bir anlam taşıdığına inanmaktadır.

 

Mezopotamya, Babil ve Asur kültürlerinde rakamların psikolojik bir etki meydana getirdiğine inanılırdı. 3, 4, 5, 7, 15 sayıları uğurlu, 1, 2, 6, 10, 11, 12, 13 sayıları da uğursuz kabul edilirdi.

 

M. Eliade; Eski Türk topluluklarında 7 ve 9 sayılarına verilen mistik önemin, Mezopotamya'nın etkisiyle oluştuğunu düşünmektedir. Bu sebeple Kamlar göğe yükseliş ve yer altına iniş törenlerinde, yedi ve dokuz gök katını temsil eden bir ağaca yedi veya dokuz çentik atarak Bay Ülgen'in yanına yolculuk yaparlardı.

 

Kam, giysisine yedi göğü temsil eden yedi çıngırak takardı. Yedi sayısının gizeminden dolayı Kam adayı yedi gün yedi gece bilinçsiz bir şekilde yatardı. Bu sırada ruhlar da Kam adayının vücudunu parçalara ayırıp sırra erdirme sürecini yürütürlerdi.

 

Türk halk inançlarında rakamların büyülü gücüne olan inancın, eski kamlık düşüncesinin etkisi ve İslâm'ı kabul ettikten sonra Arapların alfabe düzenlerinde her harfe bir sayı değeri verdikleri “ebced hesabı”nın etkisiyle şekillendiğini düşünmekteyiz.

 

Büyüde, tabiat üstü ve esrarengiz bir kudrete sahip olduğu düşünülen, genellikle birçok kareden meydana gelmiş, tılsımlı dua ve rakamların bulunduğu vefk adı verilen geometrik cedveller kullanılmaktadır. Özellikle Yahudilerin, Kabbala adını verdikleri mistik ve gizemli felsefeleri sayesinde Yahudi alfabesindeki 22 harfin ve ifade ettikleri rakamların büyülü bir mahiyet taşıdığına inanılmaktadır. Kabbalistler falcılık, sihirbazlık, olacakları önceden keşfetme gibi işlerde kullanılan çeşitli garip formüller ve hesaplar geliştirmişlerdir. Kabalistler, Tevrat'taki Tanrı isimleri ve sıfatlarının harflerini iyi kullanmak suretiyle, harikalar meydana getirmenin mümkün olduğunu savunmuşlardır.

 

İslam dünyasında harflerin gizemini araştıran “Hurufiler” kabalistlerin etkisiyle, harflere tabiat üstü güçler ve anlamlar yüklemektedir. Ebced Hesabı yaparak, harflerdeki sayı değerinin tabiat üstü gücü ile, gelecekten haber verme, kolay doğum yaptırma, karı koca arasındaki sevgiyi artırma, şifa bulma, düşmanına zarar verme ve büyücülükte kullanmaktadır.

 

Bir dileği gerçekleştirmek için, bir karenin içine dokuz kare daha çizilerek, dört köşesindeki harflerin sayı değeri 2, 4, 6, 8 gibi çift sayılar olarak ortaya çıkarsa, iyi bir dileğin gerçekleşeceğine inanmaktadır. Harflerin sayı değeri 1, 3, 5, 7, 9 gibi tek sayılar kullanılırsa kötü bir dileğin gerçekleşeceğini kabul etmektedir.

 

Bu ve benzeri uygulamalar, sayıların büyücülükte önemli bir araç niteliği taşıdığını göstermektedir. Türk halk kültüründe 3, 7, 9 , 40 gibi rakamlardan özellikle kırk rakamının önemli bir yeri vardır. Kırk günlük, kırklamak, kırk yıllık v.b. gibi sürelerin oynadığı rolün önemine binaen, bu rakamın mistik bir kuvvet kazandığına inanılmaktadır.

 

İsimler ve sayılarda olduğu gibi renklerin de büyülü bir takım güçler taşıdığı kabul edilmiştir. Özellikle beyaz, sarı, kırmızı, mavi, yeşil ve siyah büyülü renkler olarak kullanılmıştır. Türk milletinin de eski devirlerden başlayarak tarihi seyir içinde renklere çeşitli anlamlar ve manevi değerler kazandırdığı görülmüştür.

 

Diğer milletlerde olduğu gibi, Türkler yeşili, dirilik, tazelik ve gençlik; sarıyı merkez ve hükümranlık; kırmızıyı da Tanrı, koruyucu ruh, ocak, dirlik, bağımsızlık sembolü olarak kullanmışlardır.Ak (beyaz) renk, eski Türk inançlarının etkisiyle ululuk, adalet ve güçlülük anlamlarını kazandığı görülmüştür. Al (kızıl- kırmızı) renk, “ Al ruhu” veya “Al ateş” isimleri verilen bir ateş tanrısı veya koruyucu bir ruhun varlığını sembolize etmek için kullanılmıştır. Yeşil renk ise, koruyucu ruh olarak inanılan Bay Ülgen’in yedi oğlundan birinin adıdır. Yaşıl (yeşil) Kaan olarak da kabul edilmiştir. Bitkilerin yetişmesi ve büyümesini düzenlediğine inanılmıştır. Türkler yeşil rengi hem eski inançlarından dolayı, hem de İslâmi inançlarından dolayı kullanmışlardır. Türkler Kam törenlerinde, bir ip üzerine asılmış gök (yeşil), kırmızı, sarı, ve beyaz bezlerin Kama gök yolunu gösterdiğine de inanmışlardır. Bundan dolayı mavi rengin büyülü kudreti ile kötülükler ve nazardan korunacaklarını düşünmüşlerdirSarı renk, Türklerde dünyanın merkezinin sembolü olarak kullanılarak, Kam törenlerinde hayır ilahı Bay Ülgen’in altın kapılı sarayı ve altın tahtını sembolize etmektedir. Kara, kuzey yönünü, çetin ve zorlu kış şartlarını, toprağı ve kötü ruhları temsil etmektedir. Görüldüğü gibi renkler de büyücülükte önemli bir araç olarak kullanılmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Yahudiler cinleri uzaklaştırmak için mavi rengi kullanmışlardır. Mısır, İran ve Hindistan’da kötülük ve nazarı uzaklaştırmak amacıyla mavi rengin büyülü gücüne başvurmuşlardır. Çin, Hindistan ve Avrupa’da kırmızı renk kötü ruhları, kötülüğü ve nazarı uzaklaştırmak için kullanılmakla birlikte, sarı, siyah ve beyaz renklerin büyülü gücünden de faydalanılmıştır.

 

Kutsal Kitaplar

 

Bütün ilâhi dinler büyü ve büyü ile ilgili uygulamaları yasaklamaktadır. Buna rağmen büyücü, amacına ulaşmak için dinin kutsal saydığı değerlerine, peygamberlerine, azizlerinin isimlerine ve kutsal kitaplarına başvurur ve onlardan yardım almaya çalışırlar. Gerek Müslüman, gerek Yahudi, gerekse Hıristiyan toplumlarda büyücülükle uğraşanlar, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, Tevrat ve İncil gibi kutsal kitapların cümlelerini ve burada geçen isimleri, büyü formüllerinde ve işlemlerinde kullanmakta tereddüt etmezler.

 

el-Hüseyni Kenzü’l-Havas isimli kitabının giriş kısmında bu konuyu şu şekilde ifade etmektedir :

 

İndirilmiş olan kitapların sırları cem etmesi, bütün şifa ve rahmetin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in her bir ayeti, hatta kelime ve harfi bir fena bulmayan, fani olmayan havas hazinesi olup, bunlardan bin üç yüz küsür seneden beri istifade olunduğu, fayda görülüp feyz alındığı bilinmektedir. Bu sayede ne büyük azim ve harikalar meydana geldiği görülmektedir. İslâmiyetin zuhurundan evvel kâhin rahipler Tevrat ve İncil'in cümleleriyle keramet ibraz etmeye muvaffak olmuşlardır ki, bu iş erbabınca malumdur. Yazılan isimler, vefk ve tılsımlardan istenilen faydanın elde edildiği görülmüştür”.

 

el-Hüseyni'nin bu görüşüne göre, Kur'an-ı Kerim'in sûre ve ayetleri, bir kısım hocalar tarafından bugün de, her türlü çareye baş vurduktan sonra iyileşmeyen hastalara, şifa bulmak amacıyla okunmakta veya muska olarak yazılmaktadır. Özellikle nazar isabet ettiğine inanılan kimselere nazar duası olarak; Fatiha, İhlas, Felak ve Nâs Sûreleri, Âyetü'l- Kürsî ve Kalem Sûresinin 51 ve 52. ayetleri hem okunmakta, hem de muska olarak yazılıp taşınmaktadır.

 

Ancak el-Hüseynî'nin, Kur'an'ın gizli bazı özellikleri (havassı) olduğunu, bunların okunması ya da vefk ve tılsım şeklinde yazılmasıyla büyü kapsamına giren bazı işlerin yapılabileceğine dair sözlerini doğru kabul etmek mümkün görülmemektedir. Büyücüler, çoğu kez farkına varmadan, kimi zaman da bilinçli olarak diğer dinlerin kutsallarını büyü aracı olarak kullanmaktadır. Müslüman toplumlardaki bir büyücü, Hıristiyanlığa ait bir aziz veya meleğin ismini büyü formüllerinde kullandığı gibi; Yahudi büyücüsü de İslâm'ın kutsal kabul ettiği bir isim veya ayeti hiç çekinmeden kullanmaktadır. Büyücüler için yabancı bir din pek söz konusu değildir. O, elde etmek istediği bir şeye ulaşabilmek için her türlü aracı hiç çekinmeden kullanmaktadır. Nitekim el-Hüseyni'nin yukarıda kaydettiğimiz sözleri; büyücülükte Kur'an-ı Kerim'in ayetleri, Tevrat ve İncil'in bölümlerinin baş vuru kaynağı olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Kur'an-ı Kerim'in Arapça nazil olması, Arapça'nın halkın nazarında kutsal ve büyülü bir özellik kazanmasına sebep olmuştur. Bu da, Allah'ın isim ve sıfatları, peygamber ve meleklerin isimleri ebced hesabına göre harflerden ve rakamlardan meydana getirilen cedvel, vefk ve büyülü tılsımların güç ve kudretine inanmayı gerekli kılmıştır.

 

Bir sûrenin veya bir ayetin kutsal gücünü rakamlarla anlatmaya çalışmanın nedeni, kanaatimizce büyünün herkes tarafından anlaşılmasını önlemektir. Diğer bir yönü de, ak büyü ile uğraşan kimselerin bu kutsal kelamı olduğu gibi yazıp, saygısızlıkta bulunma endişesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü içinde sûre ve ayetlerin yazılı olduğu muskalar, bazen bir cinsel iktidarsızlığı gidermek amacıyla, yazılan kişi için uygun olmayan vücudun bir yerinde taşınmakta, bazen de yazılışlarındaki gayeye göre ayakkabı ökçesinin içine, eşik altına ve duvar deliğine de konulmaktadır. Bu ve benzeri örnekleri, araştırmamızın büyü ile ilgili uygulamalar bölümünde geniş bir şekilde ele almayı ve değerlendirmeyi düşünüyoruz.

 

Cinlerle İlişki Kurma

Cin kelimesi; örtmek, gizlemek, kapatmak ve saklamak anlamına gelen “cenne” kökünden türemekte ve görülmeyen varlıklara bu isim verilmektedir.

 

“Cân” kelimesi de cin ve şeytan anlamında kullanılmaktadır. Cahiliye döneminde yaşayan Arapların meleklere de cin dediği bilinmektedir.

 

Aynı zamanda cinin; Latince “Genius” kelimesinden elde edildiği ifade edilmektedir. Cinlerin tek ferdine “cinnî” denilmektedir. “Cân” kelimesi de cin ile eş anlamlı olup, Gûl ve İfrit, cinlerin çeşitli şekilleri olarak kabul edilmektedir.

 

Cinler; bedenleri dumansız ateş, hava, rayiha gibi maddelerden oluşmuş, akıl ve irade sahibi görünmez varlıklardır. Bu özelliklerinden dolayı da duyu organlarımızla algılanamazlar. Hayırlılarının ve şerlilerinin bulunması açısından da insanlarla benzerliği bulunmaktadır. Bu yüzden insanlar gibi inananları ve inkâr edenlerinin bulunduğu zikredilmektedir.

 

Câhiliye Arapları, tabiatın cinlerle dolu olduğuna ve bunların özel yöntemlerle kendi hizmetlerine alınabileceğine inanırlardı. Onlara göre, çöller ve yüksek dağlar cinlerle doluydu. Her cinin belirli bir yeri olduğu ve kayaları, ağaçları, putların içini mesken tuttuğu kabul edilirdi. Her kabilenin veya birkaç kabilenin özel bir cini, bir kayası, veya bir ağacı bulunur ve dînî görevlerini burada yerine getirirdi. Aslında bu düşünce sadece Arapların değil, bütün Sâmi topluluklarla, ulu ağaçları, pınar başlarını ve büyük kaya parçalarının bulunduğu yerleri, ruhlar ve cinlerin meskun olduğuna inanan Türk topluluklarının da inancıdır.

 

O dönemde İnsanların cinlerle ilişki kurduğuna inanılmaktadır. Her putun bir cini olduğu kabul edilmekte, putların içinde bulunan cinlerin de kâhinlerle konuşup onlara gökte neler olup bitiyorsa haber verdiğine inanılmaktadır. Cahiliye Arapları putların içinde bulunduğunu iddia ettikleri cine “Hatif” adını vermektedir.

 

Bazı hadislerde, Câhiliye döneminde cinlerin dünya semasında “kulak hırsızlığı” yaparak, meleklerden bir kısım haberleri alelacele kapıp çeşitli yalanları da ekleyerek dostları olan büyücü ve kâhinlere aktardığına inanılmaktadır. Bu sebeple de kâhinlerin söylediklerinin bazılarının doğru çıktığı nakledilmektedir.

 

Kur’an-ı Kerim cinlerin haber çalmak için göğe çıktıklarını, ancak üzerlerine delici ve yakıcı ışınlar gönderilmek suretiyle buradan uzaklaştırıldıklarını anlatmaktadır.

 

Bu konu ile ilgi diğer bir husus da şudur; Cahiliye dönemi insanları, büyücülerin, kâhinlerin ve şairlerin cinlerle irtibatlı olup, onlardan ilham aldıklarını kabul ediyorlardı. Cinlerin de gökten haber çalmaları dolayısıyla, onların ardından gökte kayan yıldızlar ve ışıklar atıldığına inanıyorlardı.

Cinlerin kulak hırsızlığı yoluyla haber çalmaya çalıştıklarını anlatan bir kısım rivayetler vardır. Hz Aişe’den nakledilen bir hadise göre: “Birtakım insanlar Rasûlullah’a kâhinlerin mahiyetini sordular. Hz Peygamber: “ Onlar hiçbir şey değildir” dedi. Oradakiler: “Ya Rasûlallah! Onlar bazen bir şey söylüyorlar da hakikat çıkıyor” dediler. O da: “Bu söz cinden işitilmiştir ki, cinler o sözü kulak hırsızlığı yapıp süratle kapar ve daha sonra dostunun kulağına, tavuğun tekrar tekrar seslenmesi gibi eğilip boşaltır. Onlar da bu sözün içine yüzlerce yalan karıştırırlar” buyurdu.

 

Buraya kaydettiğimiz ayet ve hadislerden anlaşıldığına göre; geleceğe ait konularda cin ve şeytanlarla iletişim kurarak bazı haberleri, müneccim, kâhin, büyücü, bakıcı ve falcıların gönüllerine yerleştirdiklerini görüyoruz. Büyücüler de, insanlara kendi inandırıcılıklarını ortaya koymak için cinleri vesile yaptıklarını her seferinde dile getirmektedir.

 

 

Anadolu halk kültüründeki yaygın inanışa göre, cinler çoğu kez insanların aklını alıp onları şaşkın ve perişan eden, hastalıklara yol açan ve büyücülere aracılık ederek kötülüklere sebep olan varlıklar olarak bilinmektedir. Cinlere kurnaz ve sakınılması gereken varlıklar olarak inanılmaktadır. Bunların daha çok ıssız ve karanlık yerlerde yaşadıkları kabul edilmektedir. Anadolu'nun pek çok yöresinde, cinlerin kötü etkisinden korunmak için, hava karardıktan sonra ağaç altına kirli su dökülmez. Çünkü cinlerin ağaç kovuklarında oturduklarına inanılmaktadır. Akşam olduktan sonra hamamda fazla kalınmayarak, gece vakti cinlerin hamamlarda toplanıp eğlence düzenlediklerine inanılmaktadır. Karanlık çökünce eski veya terkedilmiş evlere, harabe yerlere ve değirmenlere girilmez. Çünkü buralar tekin yerler değildir.

 

Halk inançlarında cinler, insanlara görünmek istediklerinde bazen iri yarı bir zenci, bazen de kara bir köpek, keçi veya tavuk şekline girmektedir. Kendilerine iyiliği dokunan insanları ödüllendirmekte, saygısızlık yapanları cezalandırmaktadır. Bazı insanları etkisi altına alıp, kendi isteklerine alet etmekte veya kötü işler yaptırmaktadır. Hatta bazı insanlara aşık olan cinler, onlarla evlenmekte ve çocuk sahibi olmaktadır.

 

Halkımız bu ve buna benzer düşüncelerin etkisinden kurtulmak için, hizmetinde iyi huyluMüslüman cinlerin olduğuna inandıkları “cinci hoca”ya gitmektedir. Bu sayede de cinlerin kötülüklerinden kurtulacaklarına inanmaktadır.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...