Jump to content

Arif Nihat Asya şiirleri


Dolunay

Önerilen Mesajlar

AĞIT

 

 

 

Ağlayın, parmakları nur

 

Sularından kınalı kızlarım

 

Ağlasın Meraga göklerinden

 

Meraga'ya bakıp yıldızlarım

 

 

 

Yollara Kürşadlar uzanmış ölü

 

Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü

 

Yiğitlerim uyur gurbet ellerde

 

Kimi Semerkant'ta bekler beni

 

Kimi Caber'de

 

 

 

Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok

 

Ben nasıl varım?

 

Ağla ey Tanrı dağlarıdan

 

İndirilmiş Tanrım

 

 

 

Şu yakın suların

 

Kolu neden bükülmez

 

Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin

 

Benden doğar, bana dökülmez?

 

 

 

Ben ki ataeşle konuşurdum.selle konuşurdum

 

İdil'le Tuna'yla Nil'le konuşurdum

 

''Sangaryos''u ''Sakarya'' yapan

 

''İkonyom''u ''Konya'' yapan

 

Dille konuşurdum

 

 

AĞRI

 

 

 

Bir âbide istersen eğer, Ağrı'ya git!

 

Yükseklerden gelen büyük çağrıya git!

 

Çıkmışken yolcu, Ağrı'nın zirvesine,

 

Dönmek ne demek? Kanatlanıp Tanrı'ya git!

 

 

 

ALPARSLAN-II

 

 

 

Torunlarım dört yana, kol kol, gitsin;

 

Malazgird'den İstanbul'a yol gitsin!

 

Gelip sana çarpan gücü, yavaştan

 

Anlamazsa, haritadan sil, gitsin!

 

 

 

Şehidlerim, Tanrı'ya, al al, gitsin,

 

Yaralıma su verene bal gitsin!

 

 

 

Taclarını bir şey sanan gururlar

 

Tahtlı gelip, taclı gelip kul gitsin!

 

Fakat, harb bu: kalmak da var, ölmek de;

 

Esir olup kalmaktansa öl, gitsin!

 

 

 

Şehidlerim uçmağa, al al, gitsin,

 

Yaralıma su verene bal gitsin!

 

 

 

Çekilirmiş gibi davran merkezde

 

İki yandan sağ yürüsün, sol gitsin!

 

Olsa da son saatin son dakkası,

 

Senden aman dileyeni sal, gitsin!

 

 

 

Şehidlerim, Allah'a, al al, gitsin,

 

Yaralıma su verene bal gitsin!

 

 

 

Ve gönlünden kopup, bize bir yaprak,

 

Bir tomurcuk gönderene gül gitsin.

 

Düğünlerde tadı gelsin barışın:

 

Kızlarıma duvak gitsin, tel gitsin!

 

 

 

Şehidlerim Huzura, al al, gitsin,

 

Yaralıma su verene bal gitsin!

 

 

ANNE

 

 

 

İlk kundağın

 

Ben oldum, yavrum;

 

İlk oyuncağın

 

Ben oldum.

 

 

 

Acı nedir

 

Tatlı nedir... bilmezdin

 

Dilin damağın

 

Ben oldum.

 

Elinin ermediği

 

Dilinin dönmediği

 

Çağlarda, yavrum

 

Kolun kanadın

 

Ben oldum

 

Dilin dudağın

 

Ben oldum.

 

 

 

Belki kıskanırlar diye

 

Gördüklerini

 

Sakladım gözlerden

 

Gülücüklerini...

 

Tülün duvağın

 

Ben oldum!

 

 

 

Artık isterlerse adımı

 

Söylemesinler bana

 

'Onun Annesi' diyorlar...

 

Bu yeter sevgilim bu yeter bana!

 

 

 

Bir dediğini iki

 

Etmiyeyim diye öyle çırpındım ki

 

Ve seni öyle sevdim sana

 

O kadar ısındım ki

 

Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim

 

Gün oldu kırdın...

 

İncinmedim;

 

İlk oyuncağın

 

Ben oldum.. Yavrum

 

Son oyuncağın

 

Ben oldum...

 

 

 

Layık değildim

 

Layık gördüler

 

Annen oldum yavrum

 

Annen oldum!

 

 

AYAK İZLERİ

 

 

 

Varlığından şu güzel ülkeyi kurtarsak da;

 

Adımından kalan izler, lekedir toprakta!

 

 

BALIKLIGÖL

 

 

 

Senin ey gönül, siyah balıklarına

 

Yem atar yolcular, gelip, burdan

 

Ver derinden bakanların gözüne

 

Görünür bir beyaz balık, nurdan.

 

 

BAŞÖRTÜSÜ

 

 

 

Ne demekmiş

 

“Yasak! ”

 

İşiniz mi kalmadı

 

Yapacak?

 

 

 

Ne diye karışırsınız

 

Saçımıza-başımıza,

 

Bizi oyuncağınız mı sandınız

 

Bakıp yaşımıza?

 

 

 

Sebebini anlatamayacağınız

 

Çocukça bir devrin hevesinden

 

Karşınızdaki en güzel portreleri

 

Mahrum ettiniz çerçevesinden!

 

 

 

Kim demiş, ki:

 

“Başörtüsüydü o! ”

 

Başımızın -renk renk-

 

Süsüydü o!

 

 

 

Altında saçlarımız,

 

Arkadan, ne hoş sarkardı;

 

Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır...

 

Kimimizde, su olup akardı!

 

 

 

 

 

 

 

Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş

 

Bulundunuz, tezelden;

 

Ne olurdu, anlasaydınız biraz da,

 

Güzellikten, güzelden!

 

 

 

 

 

 

 

Siz, bizden değilsiniz,

 

Tanımıyoruz hiç birinizi,

 

Çekin başımızdan

 

Ellerinizi!

 

 

 

Bir gericilik tutturmuşsunuz;

 

Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu...

 

Üstelik, ninemizin başımızda

 

Taşıdığımız hatırasıdır bu!

 

 

 

Dediniz: “Çıkacak başınızdan

 

Başörtünüz! ”

 

Alın -öyleyse- onunla

 

Yüzünüzü örtünüz!

 

 

BAYRAK

 

 

 

Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,

 

Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü!

 

Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

 

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

 

 

 

Sana benim gözümle bakmayanın

 

mezarını kazacağım.

 

Seni selamlamadan uçan kuşun

 

yuvasını bozacağım.

 

 

 

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...

 

Gölgende bana da, bana da yer ver !

 

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.

 

Yurda ay yıldızın ışığı yeter.

 

 

 

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.

 

Kızıllığında ısındık,

 

Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.

 

Gölgene sığındık.

 

 

 

Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;

 

Barışın güvercini, savaşın kartalı...

 

Yüksek yerlerde açan çiçeğim;

 

Senin altında doğdum,

 

Senin dibinde öleceğim.

 

 

 

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:

 

Yer yüzünde yer beğen !

 

Nereye dikilmek istersen,

 

Söyle, seni oraya dikeyim !

 

 

BİR BAYRAK RÜZGAR BEKLİYOR!

 

 

 

Şehitler tepesi boş değil,

 

Biri var bekliyor.

 

Ve bir göğüs, nefes almak için;

 

Rüzğar bekliyor.

 

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;

 

Yattığı toprak belli,

 

Tuttuğu bayrak belli,

 

Kim demiş meçhul asker diye?

 

Destanını yapmış,kasideye kanmış.

 

Bir el ki;ahretten uzanmış,

 

Edeple gelip birer birer öpsün diye faniler!

 

Öpelim temizse dudaklarımız,

 

Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız.

 

Rüzğarını kesmesin gövdeler

 

Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar,kasideler.

 

Geri gitsin alkışlar geri,

 

Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri!

 

Ona oğullardan,analardan dilekler yeter,

 

Yazın sarı,kışın beyaz çiçekler yeter! Söyledi söyleyenler demin,

 

Gel süngülü yiğit alkışlasınlar

 

Şimdi sen söyle söz senin.

 

Şehitler tepesi boş değil,

 

Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için;

 

Rüzğar bekliyor!

 

Destanı öksüz ,sükutu derin meçhul askerin;

 

Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye

 

Yattığı toprak belli,

 

Tuttuğu bayrak belli,

 

Kim demiş meçhul asker diye?...

 

 

ÇOCUK VE AĞAÇ

 

 

 

Çocuk, çok sevdi ağacı...

 

Verirdi ona, her kış

 

Çiçekleri olaydı!

 

 

 

Ağaç, çok sevdi çoçuğu...

 

Öperdi altın saçlarından

 

Dudakları olaydı!

 

 

 

Ve ona öptürmek için,

 

Eğilirdi yerlere kadar;

 

Yanakları olaydı!

 

 

 

Dökerdi önüne hepsini

 

Gümüşten, altından, sedeften

 

Oyuncakları olaydı!

 

 

 

Ve çoçuk gittikten sonra,

 

Böyle kalır mıydı ağaç?

 

Ne olurdu onunda

 

Bacakları olaydı,

 

Ayakları olaydı!

 

 

DAĞLAR

 

 

 

Çekmece'den Maltepe'den ileri

 

Gitmemiş Sâdâbâd çelebileri

 

Alem tepesine Alemdağ derler...

 

Böyle bilmiş böyle yazmış eserler.

 

 

 

Dağlar var karanlık, dağlar var beyaz.

 

Korka korka eteğinden öper yaz;

 

Ağrıdağ, Babadağ, Gâvurdağ, Ilgaz

 

Kubbelerdir...dolaşır, aşılmaz.

 

 

 

Tendürük'te, Kop'ta Palandöken'de

 

Kurtların payı var gelip geçende...

 

Ki alırlar vermek istemesen de!

 

 

 

Dağlar var, tahtından inmeyen sultan

 

Dağlar var, yapılmış bundan, buluttan...

 

Dağlar var ki Bingöl, Binboğa, Süphan,

 

 

 

Medetsiz'ler, Mor'lar, Nur'lar, Yıldız'lar;

 

Karalar, Kızıllar, Bozlar, yağızlar...

 

Karla dolar 'İmdat' diyen ağızlar;

 

Yollar kesen, haraç alan dağlar var.

 

 

 

Bolkarda çamların sakızı damlar...

 

Ve bir yıldız düşer, tutuşur çamlar...

 

Bir kızıl şehrâyin olur akşamlar...

 

Tacı olan, tahtı olan dağlar var.

 

 

 

Tüter Sarıçiçek, burcu burcudur,

 

Akşamlar ya mor, ya turuncudur.

 

Ve kışın dünyanın öbür ucudur...

 

 

 

Sarkarken Cudinin karları dal dal

 

Bağdaş kuradursun yollara Karhal!

 

'Ferman padişahın, dağlar bizimdir;'

 

Dedi yerde bir kurt, gökte bir kartal.

 

 

 

Dönmez misiniz ey yolda kalanlar;

 

Yolcular, garipler, garip çobanlar;

 

Allahüekberde tekbir alanlar?

 

Ovalar, konaklar, yollar aşırı

 

Birbirini selamlayan dağlar var.

 

 

 

Dağlar var, batının yangınında kor...

 

Dağlar var; adları Nemrut, Balahor...

 

Kayışdağ kim, alemdağ kim oluyor?

 

 

 

Lakin ufukları görünce yoksul

 

Dağ yerine kubbe yapmış İstanbul;

 

Kurşun şamdanlarda mumlar fildişi...

 

Ki pırıltıları sularda pul pul.

 

 

DAĞLARA

 

 

 

Doruk beyaz, dere mavi;

 

Etekler, yeşil çuhadan..

 

Dağlar, koskoca dünyayı

 

İkiye böler ortadan...

 

Ki nesi kalır dünyanın

 

Dağları çeksen aradan?

 

 

 

Kartal, süzülür yuvadan;

 

Yuvası vardır kayadan.

 

Dağlarda kartopu diye

 

Birbirine ay atan

 

Kızlar... ki dudakları al...

 

Alları, değil boyadan.

 

 

 

Dağ uykulariyle mahmur

 

Yüzlerini, gün doğmadan,

 

Seyrederler, ya suyun ya

 

Ayın tuttuğu aynadan.

 

 

 

Yaratırken şu dünyayı

 

Yeri, göğüyle yaradan,

 

Dağı sahiden yaratmış,

 

Geri kalanı şakadan!

 

Kurtlarına helâl olsun

 

Ne alırlarsa ovadan!

 

 

DUA

 

 

 

Biz,kısık sesleriz... minareleri,

 

Sen,ezansız bırakma Allahım!

 

Ya çağır şurda bal yapanlarını,

 

Ya kovansız bırakma Allahım!

 

Mahyasızdır minareler... göğü de,

 

Kehkeşansız bırakma Allahım!

 

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,

 

Müslümansız bırakma Allahım!

 

Bize güç ver... cihad meydanını,

 

Pehlivansız bırakma Allahım!

 

Kahraman bekleyen yığınlarını,

 

Kahramansız bırakma Allah'ım!

 

Bilelim hasma karşı koymasını,

 

Bizi cansız bırakma Allah'ım!

 

Yarının yollarında yılları da,

 

Ramazansız bırakma Allah'ım!

 

Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,

 

Ya çobansız bırakma Allah'ım!

 

Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız;

 

Ve vatansız bırakma Allah'ım!

 

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,

 

Müslümansız bırakma Allah'ım!

 

 

GERİCİ

 

 

 

Tarihlere, destanlara yol bulabilsem

 

Hiç durmadan düşünmeden geri giderim...

 

Buna şaşma ki geçmişte yaşamayı ben,

 

Gelecekte yaşamaya tercih ederim.

 

 

GÜZELLİK

 

 

 

Hastalık, sevgisizlik, öksüzlük...

 

Neler geçirdim ben!

 

Çıkabilseydi bir, 'güzel' diyecek

 

Güzelleşirdim ben!

 

 

 

HİSSE

 

 

 

Onlar, almakta parsadan hisse...

 

Bize kalmakta kıssadan hisse!

 

 

İKİZLER

 

 

 

Biz böyle bir gün için gelişmiş ikizleriz;

 

Boyundan öpme çürür, öpülecek bizleriz

 

 

İNANMAK

 

 

 

Bardaktan seni içmek

 

Seni teneffüs etmek havada...

 

Dolaşmak, dolaşmak sana dönmek

 

Seni bulmak yuvada...

 

 

 

Yolumuzda aylar, yıllar

 

Basamak basamak...

 

Basamakların çıkamadığı yere

 

Kanatlarınla çıkmak...

 

 

 

Boşaltmak takvimden günleri

 

Günlerin üstünden yollara bakmak

 

Rüzgarla esmek, sularla akmak...

 

 

 

Baharı yollamak yollara

 

Alıkoymak bir nisanın tadını...

 

Dışarda herkes gibi seslenmek sana

 

Ve koynunda söylemek asıl adını...

 

 

 

İnanmak, inanmak, inanmak

 

Ninnilerinle uyuyup, türkülerinle uyanmak...

 

 

KANATLAR

 

 

 

Yaşamaktan mı yorgunum,bilmem

 

Seni günlerce beklemekten mi?

 

Yine yoldan geyik geyik sekişin

 

Gün sönerken mi,ay batarken mi?

 

 

 

Söyle: Memnun musun uzaklarda

 

Yuvan aydın gönülcüğün şen mi?

 

 

 

Yine kalsın mı, dizlerimde başın

 

Yine koynumda can çekişsen mi...

 

Kim sorar, ey hayat, kim düşünür

 

Ki vakit geç mi yoksa erken mi?

 

 

 

Söyle: Memnun musun uzaklarda

 

Yuvan aydın gönülcüğün şen mi?

 

 

 

Gökte kanatlar bizimdi... bilmezdik

 

Bu hafiflik kanat mı yelken mi;

 

Anlamaz, anlamazdık Allahım

 

Böyle yekpare can mıyız ten mi?

 

 

 

Söyle: Memnun musun uzaklarda

 

Yuvan aydın gönülcüğün şen mi?

 

 

 

Bilemem: Gizli gizli'gel'dediğin

 

Başka bir aşina mıdır, ben mi;

 

Kadehinden mi sarhoşum hala

 

Kadahlerinden mi?

 

 

 

Söyle: Memnun musun uzaklarda

 

Yuvan aydın gönülcüğün şen mi?

 

 

KATİL

 

 

 

Sende bilirsinki, iki kurşunla;

 

Bana kolay kolay gelmezdi ölüm.

 

İstedimki sana 'kaatil' desinler:

 

Bunun'çin öldüm.

 

 

KUBBELER

 

 

 

Dün başlar seferber, eller seferber;

 

Kurşun eritildi, mermer çekildi.

 

Bunlar, bu kubbeler, bu minareler

 

Akçayla olacak işler değildi.

 

 

 

Böyle bir gemide yendi suyu NUH.

 

Ve bu yelkenlerde kanatlandı RUH.

 

 

 

Taşıtıp kalyonla pırlanta, inci

 

Abide haline koydu sevinci

 

Gergefle işleyip bir inci sultan

 

Ki çiçek verirdi saksıya koysan,

 

 

 

Bulabildinse ey yolcu yerini

 

Hepsinin alnında altından bir ay.

 

Seyret İstanbulun camilerini

 

Minare minare, kubbe kubbe say!

 

 

 

Açılır masmavi burda gökyüzü,

 

Gümüşten sütunlar üstünde durur...

 

Kimin gölgesi dinlenir yerde,

 

Kiminin beyazı sulara vurur.

 

 

 

Allaha giden yol buralardadır,

 

Kapılar açılır şerefelerden,

 

Burdan uğurlanır mubarek aylar,

 

Bayram burda başlar arifelerden.

 

 

 

Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış,

 

Sultanı, çerisi, piri, veziri,

 

Nesilden nesile götürsün diye

 

Kanatlar üstünde şanlı Tekbiri.

 

 

 

Nice başbuğların açtığı yerde:

 

Biri yardan geçmiş,öteki serden,

 

Yolcular gidiyor yarına doğru,

 

Kafile kafile bu köprülerden.

 

 

 

Kuşun uçuş, gülün açış saati,

 

Tanrının fermanı yüce kubbede

 

Duyulur uyanık Fatihin 'Uyan!'

 

Dediği uzaktan Sultan Ahmede.

 

 

 

Diken dikmiş, yakan yakmış mumunu,

 

Şamdanlar şamdanlar, ulu şamdanlar.

 

Ki aydınlığıyla, asırlar boyu

 

Yolunu bulurdu yolda kalanlar.

 

 

 

Burda kubbe, kemer ve mihrap olmuş,

 

O kıvrak şekli ki serhadde yaydı;

 

Atlas bayrakların dalgalarında

 

Rüzgarla öpüşen ince bir aydı.

 

 

 

Kimi yıkanırdı şadırvanlarda

 

Tekbire HU HU katıyor kimi;

 

Beyazıt önünden güvercinlerin

 

İncidir yemi...

 

 

 

Söyleyin ey nazlı haber kuşları:

 

Tuna boylarından müjde geldi mi?

 

 

 

Uzaklarda kırık minarelerden

 

Gökte bir kapıyı vurur leylekler;

 

Bir gün açılacak o büyük kapı

 

Ve kanatlar yere inmeyecekler.

 

 

 

Taraf taraf, kol kol şu yamaçlardan

 

Açtıkça fetihler tarihi Türkün

 

Kubbeler erecek bir gün murada

 

Ve minareler dal verecek bir gün.

 

 

 

Geçerken altından bu loş kemerin

 

Menekşe menekşe gül güldür içi..

 

Kapanmaz kapısı Allah evinin

 

Ki beş vakit gürül gürüldür içi.

 

 

 

Çinliler çinliler taze çinliler:

 

Boyası göz nuru, fırçası kirpik...

 

Ey sanat ' Kuruyan dallarımıza

 

Bir yeşil yaprak ver ' demeye geldik.

 

 

 

Biri hattın; biri mermerin, tuncun,

 

Kurşunun sırrını aramış bulmuş;

 

Yesari elinde 'Lafza-i Celal'

 

Sinan'da kubbeyle minare olmuş.

 

 

 

İşte bir kubbe ki söyler saati...

 

Yolcu ilk, dalgalar son cemaati,

 

Mavidir çinisi, yenidir adı;

 

Mermerini sisler karartamadı.

 

 

 

Şahzade, Laleli, Haseki Sultan...

 

Hepsinin üstünde Süleymaniye...

 

Süleymaniyeden, Ayasofyadan

 

Yollar iner dal dal Yenicamiye.

 

 

 

Yelken yelken, seren seren geiler;

 

Yamaçta, kıyıda, yolda Camiler,

 

Bu Horasan, mermer kurşun dağları

 

Omuzunda taşıdığı çağları.

 

 

 

Taşıyacak daha çağlar boyunca

 

Ve yer çekmeyecek, yere koyunca.

 

Yolları arkada bırakan hızla;

 

Kanatlarımızla, atlarımızla

 

Aşarken toprağı, taşı, denizi

 

Bu kurşun memeler emzirdi bizi.

 

 

 

Böyle bir gemide, yendi suyu Nuh...

 

Ve bu yelkenlerde, kanatlandı Ruh...

 

 

KUBBE-İ HADRA

 

 

 

Kimi, boşlukta sızar asude;

 

Kimi, bekler gecelerden seheri..

 

Farkı yoktur gecenin gündüzden,

 

Ne çıkar yanmasa ufkun feneri

 

Tunç taslarda içerler kaderi

 

Bu ecel şerbetinin bekrileri.

 

Kim bilir, belki giden yolcuların

 

Bu sefer son seferi

 

Sisli gözlerde cihetler silinir,

 

Kimsenin kimseden olmaz haberi

 

Ne semavatı görürler, ne yeri

 

Bu ecel şerbetinin bekrileri.

 

İçlerinden biri vardır ki aba

 

Bilerek sırtına çekmiş kederi

 

Yolda lakin onu dimdik yürütür

 

Belde imanının altın kemeri

 

Gecenin, gölgelerin şaheseri

 

Bu ecel şerbetinin bekrileri.

 

Seslenir da’veti bir meçhulün;

 

Bir nida der: İleri!

 

Ki nihayet bir ilahi gecenin

 

Kapısından süzülürler içeri

 

Ve aşarlar o karanlık kemeri

 

Bu ecel şerbetinin bekrileri

 

 

 

 

MARŞ

 

 

 

Gök mavi, başak sarışın...

 

Tadı ne güzel barışın.

 

Karları ılık olacak

 

Yarın yuvalarda kışın.

 

 

 

On altı yaş kucağına

 

Koşabilir yirmi yaşın

 

Kanatları üzerinde

 

Aşkın, dileğin, alkışın.

 

 

 

Gök mavi, başak sarışın...

 

Tadı ne güzel barışın!

 

Fakat senin on savaşa

 

Değer, ey yurt, bir karışın!

 

 

MAVİ

 

 

 

Kayıklarla kayıkçılar

 

Dalgıçlarla balıkçılar

 

Bilirsin:ne ister,deniz!

 

 

 

Kendini bu isteklerin:

 

Yelkenlerin küreklerin

 

Altına seriver, deniz!

 

 

 

Balıkların,kandillerin

 

Ne varsa olsun ellerin

 

Bana mavini ver deniz!

 

 

MİSAFİRLER

 

 

 

'Tanrı misafiriyiz.' deyip kondular Tanrı'm!

 

Benim evimi senin evin sandılar, Tanrı'm!

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Adamlar Bilirim

 

Adamlar Bilirim çoşkun,

Adamlar bilirim durgun.

Adamlar bilirim adları,

Boylarından uzun.

 

Adamlar bilirim iri,

Adamlar bilirim ufak.

Adamlar bilirim ki sözleri,

Eserlerinden parlak.

 

Adamlar bilirim sönük,

Adamlar bilirim çürük.

Adamlar bilirim rozetleri,

Yüreklerinden büyük.

 

Adamlar bilirim anl...amamış,

Anlamayacak ne olduğunu,

Adamlar bilirim dolduramamış,

Dolduramayacak koltuğunu.

 

Adamlar bilirim yamuk, eğri,

Adamlar bilirim maskara.

Adamlar bilirim elleri,

Eldivenlerinden kara.

 

Sabahlar bilir, öğlenler,

İkindiler, akşamlar bilirim.

Ve günlerin gecelerin

Dışında yaşayan adamlar bilirim.

 

Arif Nihat ASYA

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...