Jump to content

Atlantis ve onunla uzaktan yakından ilişkili bilgiler


Mystick

Önerilen Mesajlar

MÖ 360 civarında Timaeus ve Critias´da (ikincisinin bir kısmı vardır), Plato kendi yaşadığı çağın yani batı uygarlığının 9000 yıl öncesinde, Atlantis´in politik gücünü anlatıyordu. Öykü, Socrates ile yapılan bir söyleşi sırasında, Critias tarafından anlatılıyordu, Göreceli olarak Plato ile ilişkisi olduğu varsayılan 80 yaşlarındaki bir adam kaynak gösteriliyordu. Critias öyküyü anlatacağı günden önceki gecede, babasından dinlediği öykünün ayrıntılarını anımsamak için tüm belleğini zorlamıştı. Öyküyü on yaşındayken büyükbabasından işitmiş ve öylesine etkilenmişti ki, yıllar sonra bile anımsıyordu. Baba Critias ise öyküyü, Solon´un arkadaşı olduğunu söylediği babası Dropides´den dinlemişti, ona anlatan ise Solon´du. Ve kulaktan kulağa bugüne geldik peki ama Atlantis gerçekten var mıydı?

 

Solon, Atlantis ile ilgili bilgileri Mısır´dan aldığını söylemişti. Solon Atlantis öyküsü ile ilgili bir şiir yazmak arzusundaydı ama politik çalışmalarının yoğunluğu yüzünden bunu yapamamıştı. Solon´un orjinal öyküyü dinlediği yer Mısır´da Nil Deltası´nda önemli bir dinsel merkez olan Sais´di. Orada Solon, Mısırlı rahiplerle Eski Yunan´ın ve insanlığın geçmişine yönelik olayları, ilk insan Phoroneus´u, Tufan´dan kurtulan Deucalion ve Pyrrha´yı tartışıyordu. Tartışma ilerlediğinde, geçmişin kronolojisini yapan Solon´un sözü çok yaşlı bir rahip tarafından kesildi (Plutarch´ın "Solon´un Yaşamı" adlı kitabına göre, rahibin adı Sonchis´dir); rahip Yunanlıların Büyük Çağ´ı bilmediklerini söylüyordu. Gerçekten de Eski Yunanlılar´un tarihsel anılarında bazı çok büyük doğal afetlerin anıları vardı, örneğin Phaeton öyküsünde dünya ile göksel varlıklar arasındaki anlaşmazlık anlatılırken, Deucalion´dan söz edilerek küçük bir tufan deniliyordu ama hepsi bu kadardı. Büyük bir Tufan´la ilgili tüm anılar yitirilmişti, Mısırlı yaşlı rahip Yunanlılar´ın atalarının çok azı dışında sellerle yok olduklarını ama bunu unuttuklarını söylüyordu. Kurtulanların arasında, Mısırlılar´da vardı ve olanları yazarak Sais´deki tapınağa saklamışlardı (Gerçekten de, gezgin ve Plato yorumcusu Crantor, MÖ 300´de sözü edilen kaynakları gözüyle gördüğünü yazıyordu.) Mısırlılar´ın yüksek bölgelerde yaşayan ataları yani çiftçiler ve çobanlar sellerden kurtumuşlardı. Felaket, yaşlı rahibe göre 9000 yıl evvel yaşanmış ve bin yıl sonra da ilk Mısır uygarlığı kurulmuştu.

 

Akdeniz´in fethi

 

Rahip Tufan öncesindeki Atlantis´i ve politik gücünü anlatıyordu, Atlantis bir ada devletiydi, bulunduğu yer Akdeniz´le Atlantik´i ayıran ve şimdi Cebelitarık Boğazı olarak bilinen, Herkül Sütunları´nın karşısındaydı. Atlantis Devleti, adaların çoğunu, şimdiki Avrupa kıtasının bir kısmını ve okyanusu kontrol ediyordu, Akdeniz, o çağlarda Atlantik´in doğu kıyısındaki bir göl gibiydi. Atlantisli denizciler, Akdeniz´e giriyorlar, İtalya´ya (Thyrrenia), Afrika´da Libya´ya ve hatta Yukarı Mısır´a kadar geliyorlardı, Atlantis orduları Yunanlılar´ın ve Mısırlılar´ın atalarıyla savaşarak, Akdeniz´in doğusunu ele geçirmişler ama batı Akdeniz´de yenilmişlerdi. Savaşın bitişinin hemen ardından, dev bir deprem ve ardından gelen tufan korkunçtu. Bir gün ve gecede denizdeki tüm Yunan orduları yokolmuş, Yunan kentleri denizle yıkanmıştı. Atlantis merkezi olan Atlantea başta olmak üzere hemen tüm adalar deniz tarafından yutularak, kayboldular. Okyanusun suları geçit vermiyor ve çamurlu suların içinde adaların yeri bulunamıyordu. Böylece Atlantis Devleti yok oldu ve Batı Akdeniz´in coğrafyası tümüyle değişti.

 

Altın yok muydu yoksa önemsiz miydi?

 

Tüm bunlar, Plato´nun yazdığı Critias ve Timaeus´da anlatılıyor. Critias´ın söylevinde, Atlantis´in ve o dönemdeki Yunanlılar´ın politik konumlarının üzerinde öncelikle durulur ama yine de söylev Atlantis´le ilgili bilgileri geçerli saymak için de yeterlidir, Bir gecede Yunanistan´ın üçte ikisini sulara boğan ve efsaneye göre Deucalion´un bizzat yaşadığı tufan dev depremin ardından gelen akılalmaz bir Tsunami dalgası veya dalgaları yüzünden oluşmuştur. Bazı coğrafi kaynaklarda, Atlantis´in konumu verilir, yüksek ve görkemli dağlardan söz edilir, göller, nehirler, yemyeşil ovalar, zengin ormanlar vardı. Bahçelerden yayılan meyvelerin kokuları tüm adaya yayılır, evcil ve yaban hayvanlar çoktu ve de özellikle filler sayısızdı. Madenler boldu ve "orichalc" denen ateş gibi parlayan bir madenden söz edilirdi ve ilginçtir altının adı hiç geçmiyordu. Adanın güney kesiminde, tarım amacıyla kullanılan ve mükemmel bir kanal sistemiyle sulanan dikdörtgen biçiminde düz bir ova vardı. Bu bölge, kuzey rüzgarlarını engelleyen zincir biçiminde bir dizi dağ tarafından korunuyordu. Ovaya giden yolun yarısında daire biçiminde çapı on km´yi bulan ve kıyıdan uzaklığı 15 km olan bir göl bulunuyordu. Göl denize, bir kanalla bağlıydı, kanal 100 m. genişliğinde, 30 m. derinliğindeydi. Gölün ortasında bir km. çapında küçük bir ada vardı, tüm Atlantis Adası halka şeklinde iki kara parçasıydı ve aralarında sular yer alıyordu.

 

Devasa ölçüler

 

Küçük adanın tam merkezinde bulunan saray Atlantis´in her yerinden getirilen beyaz, siyah ve sarı taşlardan yapılmıştı. Dıştaki halkada, tapınaklar, bahçeler ve sportif yarışmaların yapıldığı alanlar vardı. Ortadaki göl aynı zamanda korunaklı bir limandı ve Atlantis´in egemenliğindeki her yerden gelen gemiler buraya kadar gelip demirliyorlardı. Kanal boyunca, ticari bölgeler ve halkın yaşadığı binalar konuşlandırılmıştı. Buradaki kent, Atlantis´in başkentiydi, 700 km2´lik bir alanı kaplayan Saray çapı 15 km.´yi bulan bir duvarla çevriliydi. Bu sayılar yaklaşık olarak bize, Atlantis´in boyutlarını verirler. Timaeus´da Atlantis´in tüm kara varlığının, o zaman bilinen Asya ve Libya´dan büyük olduğu anlatılır. Critias´da ise sulama alanları 3000 Stad uzunluğunda ve büyüklüğündedir yani bu ölçü 400-600 km. arasındadır. Bütün bunlar bize, Atlantis´in ortada büyük bir ada-kıta olmak kaydıyla yüzden fazla adadan oluştuğunu ima ederler. Plato´nun dışında, Atlantis´den söz eden başka kaynaklar da vardır; örneğin bibliografik olarak Bramwell, Spanuth, Pinotti, Zhirov ve kısmen de Kukal incelenebilir kaynak isimleri olarak verilebilirler.

 

Atlantis Ege´deyse, Platon neden bilmiyordu?

 

İkinci Dünya Savaşı öncesinde, Atlantik´de batık bir kıtayı düşündüren su altı dağları keşfedildi. Keşif, şimdi belirlendiği kadarıyla okyanus dibindeki sırtlar, 60,000 km2´lik bir alana yayılıyordu. Bir diğer ilginç yön ise, MÖ 2000´lerdeki büyük Santorini Volkanı patlaması keşfedildikten sonra Atlantis´in bir tsunamiyle yok olan Mineo-Girit uygarlığı olduğu kuramıdır (Carpenter ve Luce´ye göre). Santorini patlamasının kalıntısı bügünkü Santorini´nin volkanik bir çember şeklinde olmasından anlaşılmaktadır. Santorini kuramı çok ilgi çekmekte ve birçok uzman tarafından kabul görmekteri ama buna karşın eğer gerçek böyleyse Plato´nun yazdıklarında temelden değişimler gerekmektedir. Bu sorumluluğun alınması ise işin başka ve çok önemli bir boyutudur. Atlantik Okyanusu ve Santorini dışında Atlantis´i kuzeydeki Helgoland´a yerleştiren Spanuth ile Batı Anadolu´daki Tantalos Krallığı ile özdeşleştiren James unutulmamalıdırlar. Özellikle de Tantalos´un krallığının volkanik patlamalarla ve sellerle yok olduğu anlaşılmıştır. Barbiero ise, Atlantis´in Güney Kutbu´ndaki Küçük Antartika Yarımadası´nda olduğunu iddia edince tartışmalara neden oldu.

 

 

 

 

 

Buzul Çağı´nın marifetleri

 

Oysa temel olarak kabul edilmesi ve üzerinde durulması gereken tek senaryo doğruluğu yönünden sadece Plato´nun yazdıkları olmalıdır. Belki birkaç düzeltme yapılabilir, Atlantis kanallarının ölçülerini ve büyüklüğünü anlatan ölçüler baştan düşünülmelidir, sayılar doğru kabul edilebilirler ama değerlendirmelerde hata yapıyor olabiliriz. Elimizdeki metinlerin tam olmadıkları, bu yüzden eksik kanıtlara neden olduklarını düşünebiliriz. Bugüne gelebilen ve yokolmaktan kurtulabilmiş bu metinleri okurken, Critias´ın anılarında hatalar olabileceğini. ayrıntılarda hata yapmış olabileceğini de akla getirebiliriz. Critias anlattıklarını, 70 yıl önce dinlemişti yani anlattığında 80 yaşlarındaydı. Platon metinlerini yorumlamadan önce dünyanın yaşadığı son Buzul Çağı´na bir göz atmak yararlıdır. "Scientific American" dergisinde verilen Kukla imzalı haritada Kuzey Avrupa, Batı Sibirya ve Kuzey Amerika buzlarla kaplıdır. İklim, şimdiki Kutup çizgisinin içinde olduğu gibi soğuk ve kurudur. Mamutlar, büyük etoburlar, mağaralarda yaşayan insanımsılar ve insanlar yaşamaktadırlar. Daha alt enlemlerde yani bugün kurak olan Meksika, Büyük Sahra, Mezopotamya ve Hazar bölgelerinde iklim koşulları daha nemli olduğundan tarım ve hayvancılık yapılmaktadır.

 

Eski dünyanın coğrafyası

 

Şimdi dünyanın en büyük çölü olan Büyük Sahra´nın büyük bölümü dev bir yeşil alandır, ormanlarla dolu dağlar, yüksek çavlanlar, güçlü ırmaklarla sulanan büyük göller bulunmaktadır. Günümüzde bunların gerçek olduğu uzay mekiklerinde kullanılan radar fotoğrafçılığı sayesinde anlaşılmıştır. Batı ve Orta Asya´da iklim daha tercih edilirdi, Karadeniz büyük iç denizin bir parçasıydı ve Buzul Çağı´nda Akdeniz´le bağlantısı yoktu yani İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi yoktu. Hazar Denizi ile Aral Gölü, şimdiki Akdeniz büyüklüğünde ve bütündüler. Tüm Karaib yöresi, Afrika, Asya, Orta Çin ve Avustralya´nın çoğu yoğun bir bitkisel örtüyle örtülüydü. Buzul Çağı´nda dünyanın çok daha verimli veya konuksever olduğunu, çok geniş yeşil alanların varlığı nedeniyle kabul edebiliriz. Bugün Asya ve Afrika´daki çölleşmiş alanlar 20 milyon Km2´nin üzerindedir, şimdiki Amazonlar çok daha büyük bir yeşil alanın kalıntısıdır ve yapılan tortu araştırmaları Amazonlar´ın ortasında büyük bir gölün varolduğunu göstermektedir. Yine günümüzde, bitkisel yaşamın gelişimi gittikçe yavaşlamaktadır ve nedeni sıcaklığın gittikçe azalmasındandır.

 

Felaketin izleri

 

Eğer iklim değişikliklerini, 20.000 yıl boyunca sürdüğü varsayılan Buzul Çağı ile dengeler ve analiz ederek hemen sonraki dönemleri inceler ve uygarlıkların bildiğimiz gelişim süreçleriyle karşılaştırırsak sonuçlar elde edebiliriz. Yani bin yıllar içersindeki iklimsel değişimler uygarlıkların yükselmelerine ve batmalarına nedendirler, diyebiliriz. Hatta yaşananlar benzerdir dememiz de mümkündür. Öyleyse, günümüz uygarlığı 20.000 yıllık bir gelişimin ya da sürecin bir sonucu veya süregelen halidir. Atlantis öyküsünü ve diğer mitleri gerçekliğini varsaymamız halinde, uygarlığın hiçbir zaman tamamiyle yok olmadığını düşünebiliriz. Plato´nun anlattığı kıyamet benzeri doğal olaylar, yukarıdaki hipoteze göre buzulların erimesiyle oluşan okyanus taşmaları olabilirler. Atlantik´te oluşan çok büyük tsunamiler Amerika, Avrupa ve Asya´yı harap etmiş olabilir. Okyanus, büyük olasılıkla Amazon havzasına ve Sahra´nın içine binlerce km. girmiştir. Yıkım tüm Akdeniz´i etkilemiş, tsunamilere dayanabilen ama büyük zarar gören tüm kentler arkadan gelen depremlerle yıkılmıştır. Bir tsunami dalgası, bir kenti ezip geçebilir, düz alanlarda etkilidir ama dalga herşeyi beraberinde taşıdığı için geriye tek bir taş bile kalmaz yani iz bulmak mumkün değildir. Tufanı izleyen volkanik patlamaların ve mağmatik akıntıların etkileri ise, tufanın erişemediği Avrupa´nın birçok yerinde, Afrika´nın kuzeyinde ve Orta-batı Asya´da belirgindir yani izleri durmaktadır.

 

Zavallı Kuzey Yarıküre!

 

Sonuç olarak, buzulların erimesiyle denizlerin kabararak 60 metre yükseldiği ve bu dev etkiyle tüm kıyıların değiştiği tahmin edilmektedir. Bu görüş birçok bilim adamı tarafından ileri surulmektedir ve böyle bir durumda da Atlantis´ten geriye hiçbirşeyin kalmaması normaldir, okyanus herşeyi gömmüştür. Bunları hesaplayabilen günümüz uygarlığının benzer bir olaya ne oranda dayanabileceği hemen akla gelen sorudur. Soruyu cevaplayabilmek için, son Buzul Çağı senaryomuzu, Plato´nun öyküsü ile kurgulayabiliriz. Verilen tarih ortalama varsayımlara göre 11.600 yıl öncesidir, bu zamanlama buzulların çekilmeye başladığı dönem olaak kabul edilir ve tarihleme bazı uzmanlara göre 11.450 yıl öncesidir. Kesin belirleme, radyokarbon testlerinin ve tortu incelemelerinin yapılamaması nedeniyledir ama uzmanlara göre yanılgı payı % 5 oranındadır ve kabul edilebilir. Benzer bir tahmini araştırma Ganapathy tarafından bir yüzyıl önce yapılmış Antartika´daki erime oranı % 8 hata ile belirlenmişti. Buzulların birdenbire erimemekte ve şimdi İsveç´de izlendiği gibi katman katman erimektedirler ve bu da yüzyıllar sürmektedir. Buzulların kaybı, Kuzey Yarıküre´de oluşmaktadır ve bunun en belirgin nedeni insansal eylemlerin bu kürede daha yoğun olmasındandır yani doğaya verilen zarar Kuzey Yarıküre´de daha fazladır.

 

"Toprakların Anası"

 

Plato´nun referansına göre, Atlantis Devleti, Herkül Sütunları´nın ötesindedir ve okyanus denizcilik yapmaya uygundur. Atlantis ve adaları tümüyle okyanusla çevrilidirler. Bugünkü Karaib Adaları yani Colomb´un ilk yolculuğunda ulaşıp, Hispaniola adını verdiği yerler olan Haiti ve Dominik Adaları, Atlantis´in parçaları olabilirler. Oysa, Colomb yerlilerden adaların gerçek adının "Quisqueya" yani "Toprakların Anası" olduğunu öğrenmişti. Bu da bize, son Buzul Çağı´nda Amerika´da insanların yaşadıklarını gösterir; bu görüş arkeologlar tarafından desteklenmektedir. Atlantis´in ötesindeki Küba ve Jamaica gibi büyük adalar, Amerika kıtasının içindeydiler. Ayrıca son Buzul Çağı döneminde, Bering Boğazı´nda Asya ile Kuzey Amerika, yine Asya ile Avustralya birbirlerine bağlıydılar ve okyanus çevrelerindeydi. Plato´nun güçlendirdiği Atlantis tanımlaması yani görkemli yüksek dağlar, ırmaklar, nehirler, göller, verimli ovalar, ormanlar ve hayvanlar, Colomb´un Hispaniola´sına çok uygundurlar. Hispaniola´da dağlar 3.000 metrenin üzerindedir (Haiti´de Pico Duarte, 3175 metredir) ve kıyıya çok yakındırlar. Görkemli dağ kavramı Eski Yunan ve Mısır´da kıyıdan görülebilme olarak kullanılıyordu. Colomb´da Karaib Adaları´nın doğal güzelliğinden çok etkilenmiş ve güncesinde sık sık söz etmişti. Fillerden söz edilmesi Buzul Çağı felaketi öncesinde yaşayan mamutlarla, mastadonlar nedeniyle olabilir.

 

Denizciliğin düzeyi

 

Platon´un yazdıklarına göre Atlantis, Ön ve Ortadoğu Asya ile, Libya´nın toplamından büyüktür ve de kanalların suladığı ova, 400-600 km. uzunluğundadır. Burada hata olabilir hatta vardır çünkü bu çapta hiçbir kaybolmuş veya batmış bir kara parçası olamaz daha da ötesi böylesine bir alan gümünüzdeki imkanlarla dahi sulanamaz hatta daha öte imkanlarla bile neredeyse imkansızdır. Yani metinde bir hata vardır. Plato´nun ölçü hatalarını bir yana koymak kaydıyla Atlantis´in egemenliğinde Amerika kıtasının bazı yerleri de vardır ya da Atlantis İmparatorluğu Afrika, Asya ve Kuzey Amerika kıtalarına ulaşmıştır hatta belki Güney Amerika´ya da... Yani Atlantis Devleti, Roma, Osmanlı, İskender ve Moğol imparatorluklarından çok daha geniş bir alana yayılmıştır, Batı Akdeniz´de Mısırlılar ve Yunanlılar´ın atalarıyla yapılan savaşlar, Atlantis´in denizcilikte çok ileri olması nedeniyle olmuş olmalıdır çünkü denizcilikte ileri her uygarlığın karakteristik özelliği böyledir. Acaba ne tür gemiler kullanıyorlardı? Bunu bilemiyoruz ama umudumuz arkeolojik buluşlarda çünkü çok büyük uzaklıkları çok sayıda adam ve malzeme taşıyarak aşabilen bir uygarlık ilkel denizcilik yöntemlerini çok aşmış olmalıdır ama acaba öyle miydi? Bu tür deneyi göze alan İsveçli gezgin Thor Heyerdahl, Peru´dan Tuamotu Adaları´na balsa ağacından yapılmış bir salla gitmişti. Sal bin yıllık geleneksel balıkçılık ve denizcilik bilgilerine göre yapılmıştı, Heyerdahl, Polinezya´ya ulaştı ve yerel kültürden Tupac İnca´nın dev bir balsa filosuyla 20.000 insanı taşıdığını öğrendi. Demek ki, basit sallarla da büyük mesafeler aşılabiliyor ve ordular taşınabiliyordu. Ama bu Herkül Sütunları´nın yani Cebelitarık´ın ötesinde yapılabilir mi? Evet ama sadece bir yöne yani gidilebilir ama dönülemez. Gulf Stream akıntısı sayesinde Amerika´ya ulaşılabilir fakat akıntıya karşı geri dönmek olanaksızdır.

 

Aniden gelen felaket ölümü ve yokuluşu getiriyor

 

Buna karşın son Buzul Çağı sırasında eğer Atlantik Okyanusu, Yeni İngiltere-İrlanda çizgisinde farklı bir yönde akıyorsa iş değişir yani dev akıntının yönü ve konumu farklıdır, bu durumda da salla gidilip gelinebilir. Bu hesaplamalara göre Buzul Çağı´nda akıntı Cebelitarık´a göreydi ve iki kıta arasında deniz yolculuğu ilkel sallarla mümkündü. Plato´nun öyküsünde deniz araçlarının tanımları yoktur ama varsayımlar çıkarabiliriz. Felaket büyük bir olasılıkla baharın sonuyla kışın başlangıcı arasında olmuştur yani yazın öncesinde, sonunda veya içinde. Bu dönem klasik çağlarda askeri eylemlerin yapılmadığı bir dönemdi. Donmuş Mamut fosillerinin midelerinde taze çiçeklerin bulunmuş olması bir diğer önemli kanıttır. Güneşli bir günde veya aydınlık bir gecede kıyametin kopması ne korkunç bir olaydır?

 

Hesiodos ne anlatıyordu?

 

Anlaşıldığına göre Yunanistan ve Ege kıyıları en az 12 saat boyunca depremler ve dev dalgalarla boğuştular, Tsunami dalgaları tüm kıyı nüfusunu süpürüp götürmüş olmalı. O çağda haberleşme aracı olmadığını düşünürsek, Mısırlı rahibin kasdettiği Atlantis´le ilgili bilgilerin Yunanlılar tarafından unutulmuş olması doğaldır. Olası yaklaşımlar, belki de Hesiodos´un eserindeki Altın Çağ anlatımında saklıdırlar. Yunanistan ve Batı Ege felaketten etkilenmeyen Asya halklarının göçleriyle yeniden kolonize olmuş olabilir. Mısır ise tümüyle yokolmuş olmalı, Timaeus´da kasdedilen yüksek yerlerdeki çiftçiler ve çobanlar Etiyopya´dan gelenler olabilirler. Bunlar, kurtulabilen birkaç Mısırlı ve Sahra´nın eski sakinleriyle birleştiler. Sonraki bin yıllarda, Büyük Atlantis İmparatorluğu, Tufan ve kurtulanlarla ile ilgili anılar dönüşürken, asıllarını yitirdiler ve soluk hayallere dönüştüler. Ama bin yıl sonra Nil Vadisi yeniden gelişirken, Büyük Tufan´la ilgili kayıtlar saklandı ve korundu. Ne zamana kadar? Bilmiyoruz belki son ikibin yılda yokoldular veya hala duruyorlar ama bulunamadılar...

--------------------

Edgar Cayce´nin ruhsal kanal okumaları

 

İnanıldığı veya söylendiği gibi, bazı bilgiler zaman içersinde, ruhsal güçler aracılığı ile ve tabii gerekli saygınlık çizgisinde kalmak şartıyla elde edilebilir. İnsanlığın ahlaki düşüşünü düzenlemek için vazedilen öğretileri felsefi ve mistik birikimlerin yeterliliği nedeniyle bir yana bırakmak koşuluyla, geçmişle ilgili bilinmeyenlerin metafizik kanallar aracılığı ile bizlere aktarılması yararlı olabileceği gibi, yönlendirici de olabilir. "Uyuyan Kahin" adıyla tanınan Edgar Cayce´nin Atlantis okumaları buna iyi bir örnek olarak verilebilir.

 

Nedir Atlantis? Gerçekten böyle bir kıta var mıydı? Binyıllar akıp geçerken, neler unutuldu veya değişti? Orada yaşayanlara ne oldu? Az da olsa kaçabilen oldu mu? Atlantis uygarlığının karakteri neydi? Atlantis´in olası yeri bugünün insanlarını ilgilendirmelidir; Cayce böyle diyordu. Eğer insanlar bir hiyerarşi içinde dünyada doğup, evrimleşiyorlarsa veya Spiritüel inanca göre bireysel ruhsal algılama düzeylerine göre tekamül ediyorlarsa geçmişte yaşayan bir kıta dolusu insan ruhunun hala bizlerle beraber olduğu akla getirilmelidir. Eğer bu bakış açısı doğruysa, günümüzde olanlar için onlar kullanıldılar.

 

Phoenix Uçuşu

 

Edgar Cayce, Atlantis´in yerini özgün sözcüklerle tanımlıyordu. Cayce´e göre Atlantis, Mexico Körfezi ile Akdeniz´in arasındadır. Kayıp uygarlığın kalıntıları bir yanda Pirene Dağları ve Fas´da, öteki yanda İngiliz Honduras´ı, Yucatan Yarımadası ve Amerika kıtası arasında bulunacaktır. Tanımlanan bu alanın dışında kalan bölgeler de bulunabilir. Batı Hint Adaları´nı veya Bahamalar´ı örnek alabiliriz. Bimini Bölgesi çevresinde ve Gulf Stream boyunca yapılacak iyi bir jeolojik araştırma belirleyici sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Cayce, Atlantis´in varolduğu dönemdeki kıtaların, okyanusların ve coğrafi bölgelerin adlarının ne olduğunu, öğrenmemizin çok önemli olduğunu söylüyordu. Anahtar bu isimlerde saklıydı yani bugün kullandığımız adların kökeni Atlantis Çağı´ndan geliyordu. Cayce´in ruhsal kaynakları, 200.000 yılı aşan çok uzun bir dönemde isimler bir yana, dünyanın yüzeyinin büyük değişimlere uğradığını iletirken, 200.000 yıl evvel insanlığın ilkel bir yaşamın içinde olduğunu, kabileler halinde yaşandığını ve küçük el aletlerini daha yeni kullanmaya başladıklarını da hatırlatıyordu. Ama aslında, bu dönem yeni doğmuş bir dönemdi ve 200.000 yıl içinde de birkaç kez tekrarlanmıştı; buna "Phoenix Uçuşu" adı verilmişti. Phoenix, mitolojide yanarak öldükten sonra, kendi küllerinin içinden yeniden doğan kuştur.

 

Kutup neredeydi?

 

200.000 yıllık sürenin başlangıcının en uzun süren döneminde uygarlık, şimdiki Güney Amerika´nın güneyi ile Kuzey Kutbu yani Artrik Bölgesi arasındaydı, sonraki çağlarda bu bölge kayarak günümüzün Sibirya´sını oluşturdu. Phoenix, mitolojik anlamda su birikintilerinin veya çamurun içinde yanan ateşte yanar. Cayce´e göre burada Sibirya ve Kuzey Kanada kıyıları ima edilmektedir. Kuzey Kutbu, 60. ila 70. enlemler arasında, doğu-batı çizgisindeydi. Ama bu konum, ekvatora çok yakındı. Bütün bu karmaşık görünümü toparlayacak olursak, Kuzey Kutbu 200.000 yıl evvel Batı Afrika´da Victoria Gölü yakınındaydı; Güney Kutbu ise bugünkü Polinezya Adaları´nın civarında bir yerdeydi. Bunu daha iyi anlamak istiyorsanız çok kolay bir yol öğretebiliriz. En ucuzundan bir top alın, üzerine şu andaki kıtaları işaretleyin ve sonra Kutupların yerlerini yukarda verdiğimiz gibi değiştirin. İşte bu kadar; bu şekilde kutupların nereden nereye geldiğini görecek veya çok daha iyi anlayacaksınız. 200.000 yılın büyük bir bölümünde Victoria Kutup Bölgesi´nin yeri hiç değişmedi. Değişim son 80.000 yıl içinde başladı, Victoria Kutup Dönemi´nin ne zaman başladığını bilemiyoruz, aynen Atlantean döneminin ne zaman başladığını bilmediğimiz gibi... Cayce´nin tanımladığı Victorian Dönemi, aynı zamanda bize Atlantis´in varoluş sürecini de gösterir.

 

Efsane farklı olabilir ama...

 

Önemli bir diğer soru Atlantis´in hangi dönemde, ne büyüklükte olduğudur. Avrupa´yı Asya bölümüyle beraber düşünecek olursak, belki Atlantis hakkında fikir sahibi olabiliriz. İlk doğal afetler döneminden sonra elbette ki, jeo-coğrafik değişimler yaşanmıştır. Çünkü Cayce´in dışında birçok kaynak 12.000 yıl öncesinde volkanların peşpeşe patladıkları görüşündedir. Doğal afetlerin tam olarak ne zaman başladıklarını bilmiyoruz. Cayce, kendi içinde tutarlı mesajlarında, kutupların 50.000 yıl önce harekete geçtiklerini söylüyordu. Kesin mi, değil mi, bunu bilmiyoruz. Atlantis´in tek bir kıta mı yoksa bir grup ada mı olduğu bir diğer tartışma konusudur. Cayce, ruhsal kaynaklarının bunun çok önemli olmadığını söylediklerini söylüyor. Soruları daha fazla karıştırmanın anlamı var mı? Şu veya bu çapta yani ne büyüklükte olursa olsun, volkanik patlamalar değişimi yani yıkımı başlatmıştır. Cayce´nin bize söylediği Atlantis´in 50.000 yıl öncesinde büyük bir kıta olduğudur. Ayrıca, Güneş Sistemi´nin kozmolojik yapısının galaksiyle ilişkisi nedeniyle, bu tür jeolojik değişimlere neden olduğudur yani galaktik doğa sürekli değildir veya sürekli değişir.

 

Pleidas Takımyıldızı´na doğru gidiyoruz

 

Bunun anlamı, dünyanın şu andaki uzaysal pozisyonunun veya rotasının veya güneşe göre hareketinin ya da evrendeki konumunun Arcturus´a yani Pleiades Takımyıldızı´na doğru olduğudur. Kıtaların hareketi de böyledir, belli bir rota üzerindedir, mikro bir evren olarak benzer bir hareketi oluştururlar. Cayce bunu bir reenkarnasyon çarkına veya dönüşüne de benzetir, kozmolojik dönemlerin yeniden doğuşlarla ilgili olduklarını ima eder; kısacası, Güneş Sistemi´nin kendi içindeki kısa dönemdeki dönüşleri, dışındaki galaktik dönüşü ve galaksinin dönüşü arasında bir uyum ve senkronizasyon vardır, Cayce bunun ruhsal dönüşümle yani ölme-doğma-ölme çarkıyla simgesel ilişkisi olduğunu hatırlatır ve de sonuçta yeniden doğuşların evrimsel olduğunu açıkça vurgular. Dünyadaki bir enkarnasyon yani yeniden bedenlenme kozmik bir yenilenme veya evrimdir ya da gerekliliktir. Dünyanın değişimler göstermesi de Cayce´e göre benzer bir gereklilik yüzündendir. Tam burada üzerinde önemle durulması gereken şey; determinizma yani neden-sonuç ilişkisidir. Yani olayların nedenleri, sonuçları etkiler veya belirler. Öyleyse, neden olduğumuz olayların sonuçlarına katlanmak zorunda kalırız; buna göre Atlantisliler kendi sonuçlarını kendileri hazırlamış olabilirler, kısacası ekilen hasat biçilmektedir. Bu Güneş Sistemi, bu Güneş ve bu kozmik güçler çeşitli enerji küreleri oluştururlar ama Cayce´e göre ana enerji küresi veya merkez Pleidas Takımyıldızı yakınındaki Arcturus´dadır. Üstüste yığılı veya içiçe olan bu küreler, zamanın veya uzay-zamanın Eon´ları boyunca gelişen, evrimleşen, aktif güç alanları oluşturarak iç güçleri etkilerler, insanlığın bu iç gücü yaklaşık onbin yıllık bir dönemden sonra patlama noktasına birkez daha gelmiştir. Cayce´e göre Atlantis bu süreci yaşayarak yok olmuştur ve şimdi de sıra bugünün insanlığındadır yani yokoluş, değişim ve dönüşümün sonucu veya gerekliliğidir.

 

Sonun başlangıcı, yeni bir başlangıç mı?

 

Açıkçası, Cayce bize sonun başlangıç olduğunu söylemektedir. Bir diğer çağrışım, söz konusu kozmik periyodun astrolojik temellere dayandığı ya da astrolojinin periyodları gösterdiğidir. Yıldızların ve gezegenlerin çekim alanlarındaki fiziksel etkiler acaba zaman içinde değişiyor olabilir mi? Göründüğü kadarıyla bu dönemsel fenomenin temelinde, Güneş Sistemi´mizin Arcturus/Pleiades yönündeki hareketinin astronomik bir gerçek olduğudur. Özetle astronomik evrim, yeterli ipuçlarını vermektedir yani Cayce bu noktayı referans olarak göstermektedir. 120.000 yıl önceki Atlantis´e yönelirsek ve Cayce´yi dinlersek, Phoenix yeniden uçacaktır. Değişime hazır olmak, Atlantis´in yeniden doğacağına yani dünyanın ekseninin bir kez daha değişeceğine inanmak, Cayce için gerekliliktir. Cayce, Birinci Phoenix´in şimdiki Güney Pasifik´de bulunan Lemuria Kıtası ve uygarlığı olduğu görüşündedir. Lemuria´nın batışı, insanlığın anımsadığı ilk dünyanın batışıdır yani öte anlamda insanlıığın anımsadığı ilk uygarlık Lemuria´dır

 

Atlantis ve Mısır ilişkisi

 

Cayce Okumalarına devam ediyoruz; MÖ 10.700 Atlantis İmparatorluğu´nun güçlü olduğu son dönemdir. Bugün ulaşılamamış olan büyük bir güç boşa harcanmış ve Atlantis sosyal ve jeolojik yönlerden ölmeye bu dönemde başlamıştır. MÖ 10.600 kibrin ve gururun doruk dönemidir; kendisini yok etmeye yönelik sosyal politakalar sonucunda insanları kurban etme geleneğinden bıkan Atlantis´li gruplar, başlarına geçen bilim adamlarının rehberliğinde iklim değişiklerinden de etkilenerek, Asya içlerine ve en önemlisi de Nil Vadisi´ne göç etmeye başladılar. Göçler aslında kaçış şeklindedir; yani merkezi Atlantis yönetiminin izni olmadan yapılmış ve belki de yakalananlar yok edilmiş yani cezalandırılmıştır. Nil Vadisi boyunca Mısır´ın İlk Hanedanı´nın kurulması, Ibex-Ra inancı ile Hermetik "Birin Kanunu"nun ortaya çıkması bu dönemdedir. Birinci Hanedan tarafından yapılan tapınaklara, Atlantis´le ilgili kayıtlar yine bu dönemde saklanmıştır. MÖ 10.510´da Birinci Hanedan, Atlantis´ten yapılan bir saldırı sonucunda yıkılmıştır. Akdeniz´e giren İmparatorluk güçleri Ege´de Atina yakınlarına kadar yayılmış ve bu arada da tüm Mısır´ı işgal etmiştir. On yıl sonra, Atlantis´in ana kıtasının çökmesinin sonuçları büyüyünce, bir grup Atlantisli soylu Peloponez Yarımadası´nı işgal ederek, Cayce´nin sözünü ettiği İnsanlığın 4. Dönemi başlamıştır. Cayce aynı anda yani MÖ 10.499´da Mısır´da İkinci Hanedan´ın işbaşına geldiğini söyler. Bu dönem Hermes kültürünün yeniden etkili olması sonucunda, Ra inancının veya Ra Büyük Rahipliği´nin yeniden Mısır´da egemen olması demektir. Yeniden büyük tapınakların yapılması yine bu döneme raslar.

 

Büyük Piramit

 

Büyük Piramit´in Shemsu Hor adlı mimar-kral tarafından inşasına MÖ 10.490´da başlanmış, Cayce kayıtları bu dönemde Mısır´ı Ra-Hermes ve Isis kültürünün yönettiğini göstermektedir. Shemsu Hor, piramiti Atlantis teknolojisini kullanarak inşa etmiştir, inşaat 100 yıl sürmüş, sonunda "Kayıtlar Koridoru"na tüm geçmiş ve gelecek kaydedilmiştir. Ra Shemsu Hor´un ölümünden sonra mirası devralan Rostau, inşaatı bitiren kutsal kişiliktir. MÖ 10.291´de İkinci Hanedan dönemi son bulmuş ve çok uzun süren bir karışıklık ve belirsizlik dönemine girilmiştir. MÖ 3.000´de Narmer adlı kral dağınık kavimleri toplayarak, yeniden Akdeniz´de ticareti sağlayarak, Eski Krallık Dönemi´ni başlatmıştır. Bundan sonrasını biliyoruz.

 

Bunlar doğru mu?

 

Sonuç olarak, Cayce´nin okumaları yeterli bir kanıt olabilir mi? Elbette ki olamaz ama göz önüne alınması gereken şey, Atlantis´in zaten bir mit olduğudur; Atlantis bulunana kadar, Cayce´nin ruhsal bildirileri, Platon´un göndermeleri kadar geçerlidir. Şöyle veya böyle ortada henüz elle tutulur bir kanıtın olmaması, bu sonucu veya kararı kolaylaştırır. Eğer Edgar Cayce gerçekten geçmişi okuduysa, getirdiği öngörüler de geçerlidir ve uzak geçmişte Atlantis´i ne yok ettiyse ya da Atlantis kendisini nasıl yok ettiyse, bizler de benzer bir şekilde yok olabiliriz ama bu yokoluş topyekün olmayacaktır. Atlantis´de de böyle olmamıştı, kaçanlar, kurtulanlar yeni uygarlıkların temellerini atarak, bizlere ulaşan yeni Phoenix´i ateşin içinden yaratmışlardı. Kısacası, periyod tekrarlanmıştı. Cayce´nin tüm okumalarını gözden geçirirzek, kafamız daha çok karışacaktır çünkü okumalarda çelişkili ve karmaşıktır. Fakat bu da fazla birşey ifade etmez zira 20. Yüzyıl insanlığının modern arkeolojisi ve tarihi de çelişkili ve karmaşıktır. Gerçeği zaman gösterebilir ya gösteremeden yok olur ve işe yeniden başlarız. Ama galiba, asıl merak edilmesi gereken şey, ister galaktik, ister güneş sistemsel, ister gezegensel ve de ister ruhsal; hangisi olursa olsun evrimin neden bu yolu tercih ettiğini düşünmek ve anlamaya çalışmaktır. Asıl gizem burada saklı veya kitlidir. BOX 1

 

Rüyalarımızdaki Atlantis gerçek olabilir

 

Biran için Atlantis´in efsanevi başkenti Poseidon´u düşleyin yani 30.000 yıl öncesini ve yine düşünün ki, Atlantis bildiğimiz uygarlıkların zirvesiydi. Yerçekimine karşı uçabilen dev ticari gemileri, onlardan çıkan daha küçük araçları ve personellerini düşünün. Atlantis´in kanallarını, egzotik binalarını, onları çevreleyen piramidal yapıları, göklere asılı bahçeleri, Posedion´un ve öteki tanrılarla, tanrıçaların dev heykellerini düşünün. Ve daha sonra binlerce yıl öncesinde, tüm bu şaheserlerin çoğunun, kötü doğa koşulları ve dev gelgitler sonucunda battığını düşleyin. Düşünün ki, dev bir kentin kalıntıları bugün suların veya okyanusun altında saklı veya gömülü. Günümüzde, benzeri sahnelere filmlerde veya tv dizilerinde raslanır ama bu sahneler yeterince teknik ve estetik sayılmaz. Ama yine de insanlığın kollektif bilinci Atlantis´i anımsamakta ve anılarında kalan görüntülerden yola çıkmaktadır. İyi bir yönetmen, vizyon sahibi bir yapımcı ve yetenekli bir efekt ekibi uzak geçmişin harikalarını düşleyebilir ve gözlerimizin önünde canlandırabilir. Günümüzün harikası olan bilgisayar efektleri geçmişi aynen olmasa da canlandırabilirler. Üç boyutlu bilgisayar modellerinin yaratıldığı ve kullanıldığı ilk sinema yapıtı, "The Last Starfighter/Son Yıldız Savaşçısı" idi. Bunun için süper Cray bilgisayarı kullanılmış ve yapım yaklaşık 6 milyon dolara malolmuştu. Şimdi bu maliyetler çok düşmüştür çünkü dijital teknoloji çok büyük sıçrama yaparak eski optik metodları aşarken, bilgisayar programlarının çok hızlı evrimi sonucunda üç boyutlu animasyonlar neredeyse evde yapılır hale gelmiştir. Jurassic Park´ın dinozorları gerçekten korkutacak kadar canlıydılar ve gerçek insanlarla içiçe veya karşı karşıyaydılar. Yine benzer bir dijital uygulama sonucunda "Forrest Gump"da Tom Hanks şaşırtıcı işler yapmıştı. Bütün bunlara Oscar verilirken, ortaya özel efektler adlı yeni bir alanın çıktığının pek farkına varamamıştık. Artık senaryolar nasıl olursa olsun, uygulanabiliyordu, önemli maliyetlerdi. Dijital yaratımlarla Atlantis´in son günlerini, yetenekli sanatçıların imajları ve teknolojik mucizelerle izleyebiliriz. Sonuç bellidir ve inandırıcıdır, geçmişin masalları veya mitleri başka türlüsü düşünülemeyecek kadar gerçek görüntülerle karşımıza getirilebilir. İşin en garip yanı, bunu yapanların artık çok özel kişiler olması da gerekmemektedir çünkü bilgisayarların neleri yapabildiklerini tam olarak bilenlerin sayısı artık çok azdır. Yani siz de en saçma hayalinizi gerçekleştirebilirsiniz. Eski dönemin önemli yönetmenlerinden yapımcı George Pal, Atlantis çabaları içindeydi; yani geçmişin mitolojik kıtasını ve uygarlığını görüntülemek istiyordu. Bunun için modeller oluşturdu, döneminin yetersiz aygıtlarını kullandı. Pal, bugün olsaydı belki de çizgi ötesi veya şimdikilerin üzerinde yer alan hayallere imza atabilirdi. "Babylon 5", "Robo Cop", "Seaquest" ve "Unsolved Mysteries" gibisinden tv dizileri ve filmler neredeyse bizi içlerine çektiler; "Jaws" tarafından sömürüldük. Oysa bunlar düşük yetenekte Amiga bilgisayarlar tarafından yapılmıştı, çok az harcama yapılarak yayın kalitesi sağlanabildi. Bunun en iyi örneği George Lucas´ın "Star Wars" üçlemesiydi, eğer bu üç film Lucas´ın harikalar firması Industrial Light and Magic tarafından yeniden modern bilgisayarlardan geçirilip, dijitalize edilmesiydi, farkı göremeyecektik. Teknoloji artık kendisi konuşuyordu ve Atlantis yaratılabilirdi. Yeni Star Wars´da, yeni tipler vardı, yeni karakterler yaratılmış ve eskiler daha belirginleşmişti. Öylesine ki, onları artık kendimiz kadar gerçek sanıyorduk ve Atlantis mantığına göre de gerçektiler. Aynen Jurassic Park´ın dinozorları ve Forrest Gump gibi; T-Rex yaşıyor ve her an bir yerden çıkıp saldırabilir, Gump ise bir Amerikan vatandaşıydı, onun ev adresini isteyenlerin sayısı milyona ulaşıyordu. Atlantis´in gerçekleşmesi ya da Cayce´nin öngördügü gibi yeniden doğması artık mümkün. Yeter ki, vizyonu sınırsız olan bir yönetmenin kafasına girsin; "Titanik"in bir kez daha batması gibi, Atlantis uygarlığı binlerce yıl öncesinde olduğu gibi tekrar gözlerimizin önüne gelebilir. Belki onlar da binlerce yıl önce, öyle yapmışlardı. Kim bilebilir ki?

 

Edgar Cayce´nin Atlantis Okumaları´ndan alıntılar;

 

02/16/32 0364-003 Special Atlantis /1-2

02/16/32 0364-003 Special Atlantis /3

02/16/32 364-4 Special Atlantis /9

02/16/32 364-4 Special Atlantis /9

02/16/32 364-4 Special Atlantis /9

02/16/32 364-4 Special Atlantis /9

02/17/32 0364-006 Special /7

02/17/32 0364-006 Special /8

02/17/32 0364-006 Special /8

02/21/31 311-2 Life M 28

02/21/31 311-2 Life M 28

 

Millenium Kitapları

 

Son yılların en önemli ve en çok satan kitaplarının başında artık edebi eserler gelmiyor. Aralarında birçok uzmanın da bulunduğu çok sayıda, yazar ve araştırmacı 2000 yılı kitapları denen bu türe yöneliyorlar. Size Bunları satın almanız için bir grup örnek sunuyoruz.

 

When the Comet Runs/Prophecies for the New Millenium:

 

Nostradamus, Hezekiel, Hildagard of Bingen, Edgar Cayce, Mary Summer Rain, Gordon Michael Scallion, Abd-ru-shin, Mother Shipton, Paul Solomon ve Kızılderili şef Sun Bear.

 

Sacred History and Earth Prophecies

 

Yazarın amacı yaş, ırk, seksüel tercihler, dinsel inançlar, nasyonalizm, eğitim ve politik yaklaşımlar gibi konuların gelen yeni yüzyılda nasıl gelişeceğini araştırmak. Hem tarihi bir kez daha bu açıdan gözden geçirebiliyor, hem öngörülerin nasıl gerçekleştiğini sınıyor ve değişimin ve geçişin olasılıklarını tartışıyorsunuz.

 

A New Book of Revelations

 

Yazan: Tuella

 

Bu da bir kıyamet kitabı. Biraz da satanik yani şeytansı. Şeytanın sayısı olarak bilinen 666´nın gerçek anlamı, 13 sayısının gizemi, Tevrat´taki anlatıların içeriği, herşeyi yaratan tanrının varlıklarının neden uyumsuz oldukları çizgisinde araştırılıyor. Melekler ordusunun olası bir kötülükler saldırısında başlayacak savaşta nasıl davranacakları öngürülüyor. Ve kitap; "Şimde büyük değişimlere hazır olmanızın zamanı. Yaşamınızda farklı şeyler olacak." cümlesiyle bitiyor.

 

Beyond Prophecies and Predictions

 

Yazar: Moira Timms

 

Kitabın alt başlığı "Gelecek değişim için herkese rehber" şeklinde. Antik kehanetler ve modern bilim yeni bir yüzyılda, geleceği şekillendirecek mi? Acaba bir aydınlanma çağının mı yoksa yokoluş döneminin eşiğinde miyiz? Kitapta Nostradamus ve Cayce´nin 2012 yılı civarındaki dramatik kehanetleri ele alınırken kutupların yer değiştirebileceği iddiasına bilimsel bir gözle yaklaşılıyor. Ve sonuçta bütün bunların ilahi bir arınma ve şifa verme yöntemi olup, olmayacağı tartışılıyor.

 

Predictions for a New Millenium

 

Yazar: Noel Tyl

 

Yeni Millenium´a hazır mısınız? Özel bir dönemde yaşıyoruz; şimdi güçlerin çarpışmasının ve dengenin kurulmasının zamanı. Ülkeler ülkelerle, dinler dinlerle, milliyetçilik, küresel birlikle, terörizm tarihsel barışla savaşıyor. Kendimize soruyoruz; Hangi yolu seçeceğiz- Bir değişim için hazır mıyız? Kitap 58 kehanete yer vermiş. Politik, ekonomik ve sosyal değişimlerin 2012 yılında olup olmayacağı kehanetlerle karşılaştırılmış. Yeni Millenium´un getireceği kriz anında, dünyasal değişim stratejisini algılamış olacak mıyız? 21. Yüzyıl´a girerken yaşanacak önemli olaylar nelerdir. Bir ABD başkanının ölümü, Çin´in Komünizm´i yasaklaması ve Saddam´ın yeni bir felakete neden olması gibisinden örnekler, birer ön haberci olacak mı? Önemli ve ilginç kitap...

 

The Revelation

 

Yazan: Barbara Marx Hubbard

 

Yeni Millenium için bir umut mesajı bu. Yazar kitaba böyle başlamış. Sonra "Celestine Prophecy"nin yazarı James Redfield´e göndermeler yaparak, onun öngörülerinin bilinçsel bir evrim olabileceğini belirtiyor. Dünya çıldırmış gibi, büyük kentler şiddet dolu, küresel kirlenme hızla artıyor, nükleer tehlike başımızda sallanıyor. Kendimiz ve ailelerimiz için daha iyi bir yaşam aramalı ve bunun için mücadele etmeliyiz. Ama önce bilinçlenmemiz gerekiyor. Gezegeni kurtarabiliriz; İşte Barbara Marx Hubbard´ın yaklaşımları bi çizgilerde...

 

Kyron

 

"Zamanın Sonu"

 

İç barışın sağlanması için yeni bilgi paketi. Kyron bir seri ruhsal bilgi kitabının ilki. Tipik bir ruhsal bilgi veya Kanal kitabı.

 

Surviving Catastrophic Earth Changes

 

Yazan: G. Cope Schellhorn

 

Bu kitap biraz farklı; gerçek yaşamın ölümün ötesinde olduğu ve bu stratejik anda ölüme hazırlıklı olmamazın gereği hatta gerekliliği anlatılıyor. Bu öğretinin izinde kalındığı takdirde, yaşamın daha efektif ve yararlı olacağı öğretisi iletiliyor.

 

The Hopi Survival Kit

 

Yazan: Thomas E. Mails

 

Kitabın adı üstünde; öncelikle Hopi kehanetleri verilmiş, 8 ana kehanetin içeriği anlatılıyor. Apolakiptik yani İncil kökenli kıyamet öngörüleri ile Hopi kızılderililerinin kehanetleri karşılaştırılıyor. Hopiler´e göre dünya şu anda dördüncü döneminin sonunu yaşamaktadır. Bundan sonrası Yaratıcı´nın elindedir ve karar onundur. Yaptıklarımız arasındaki iyiliklerin dozu, geleceğimizi belirleyecektir. Kitabın en ilginç yanı binlerce yıllık Hopi söylencelerinin bugünü aynen tarif etmesi ve yaklaşan bir sonu öngörmesidir.

 

Earth Changes Update

 

Yazan: Hugh Lynn Cayce

 

Cayce ailesinden olan Hugh, geçmiş, şu an ve gelecekle ilgili tüm Edgar Cayce kehanetlerini eksiksiz olarak veriyor. Cayce, 1958-1998 arasını değişimin ön dönemi olarak belirtiyor ve küresel fiziksel değişimlerin başlayacağını olaylarla göreceğimizini söylüyordu. Yeni dönemin nelere gebe olduğunu göreceğiz. Klasik bir Cayce kitabı elbette ki bizlere iyi bir gelecek vaadetmiyor.

 

Millenium Prophecies

 

Yazan: A. T. Mann

 

En draje kitaplardan birisini, dünyaca ünlü astroloji uzmanı ve okült araştırmacı Mann yazmış. Yazar kısa ama kesin başlıklarla büyük kahinlerin ve mistiklerin gerçekten geleceği görüp görmediklerini soruşturuyor. Dünyanın sonuna geldik mi? Armageddon yani topyekün savaş yakın mı? Deccal gelecek mi? Uzaylılar bizi ziyaret ediyor mu? Önümüzde bir buz çağı mı var? ve yeni bir barış ve sevgi çağına giriyor muyuz? Mann´ın kitabı övgüye ve önermeye değer...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...