Jump to content

Tekamül


nevermore

Önerilen Mesajlar

Konuya girmeden önce, fikirlerimizin daha açık olabilmesi için “kemal” ve “tekâmül” diye kullandığımız sözcüklerin, anladığımız anlamlarındaki karşılıkları üzerinde biraz durmak isteriz. Bizce bu şimdiye kadar görebildiğimiz kaynaklarda doyurucu bir şekilde açıklanmamış çok önemli bir konudur.

 

“Kemal” nedir? Her düşünüş şekline göre bunun ayrı bir tanımı yapılabilir. Fakat ruh varlıklarının evrenlerdeki yerlerini olabildiğince ve kapsamlı ilişkiler içinde belirlediğimiz oranda “kemal”in anlamını geniş bir ölçüde kavramak olanağını elde etmiş oluruz. Çeşitli kaynaklardan toplanmış bilgilere dayanarak edinmiş olduğumuz kanata göre, biz; ruhun hayatının maddesel evrende başlamadığından eminiz. Bu bakımdan da ruhların yaratılışı ve başlangıcı bizim duygu ve düşünce alanımızın tamamen dışında kalır. Ruhta gizli tüm melekeler ancak kendilerine uygun zemin buldukça ortaya çıkarlar. Bu sonsuz sayıdaki ruhsal melekelerin ortaya çıkıp gelişmesine elverişli sonsuz tezahür zemini vardır. Bu alanlar evren içinde evrenlerdir ki biz bunlardan ancak bir tanesini yarım yamalak anlayabiliyoruz ve buna madde evreni diyoruz.

İçinde bulunduğumuz halde, madde evreni hakkındaki bilgimizin ne kadar noksan olduğunu da biliyoruz. O kadar ki, içinde bulunduğumuz maddesel evrenin kapsamı içinde elbette sınırlı olması gereken ruhsal hayatımızı bile sınırsız kabul etmekten kendimizi alamadık. Oysa ki bu evrenlerden daha tükenmez, daha kapsamlı ruhun melekelerinin ortaya çıkmasına zemin olacak başka evrenler içinde bizim bu evrenimiz, sonsuza oranla bir hiç durumunda kalır.

Ruhlar, kendilerini Yaradan’a yükseltecek, yani O’nun yasalarıyla kendi varlıklarını bir kılıp, her alanda onlarla işleyebilecek duruma kendilerini aday kılan ve yönlendiren melekelerini geliştirmek zorundadırlar. İşte “kemal” dediğimiz şey, bu zorunluluğun gerçekleşmesidir. Bu nasıl olur? Bunun nasıl olabileceğini düşünmezden önce, İlahi İrade Yasaları’nın kapsamının derecelenmesini düşünmek gerekir:

Madde evreninde “doğmuş” olan bir ruh, ondan önce daha birçok evrenlerden geçmiş bulunuyor. Nasıl ki sonsuz gördüğümüz evrenimizi tamamladıktan sonra, o, başka evrenlerde de sonsuzluk içinde doğup yaşamayı sürdürecektir. Ruhun ebedi hayatı hakkındaki sezişlerimiz bize bu kanaati veriyor. Bunlar hangi evrenlerdir? Kim bilir! Şimdilik bize bunların ne adları, ne de şekilleri gereklidir. Çünkü madde evrenimiz henüz bize daha çok zamanlar barınak olmayı sürdürecek ve bize zaman kavramımızla ölçülemeyecek bir sonsuzluk içinde sayısız gelişim aşamaları hazırlayacaktır. Görülüyor ki ruhların bu evrendeki kemal derecelerini; ne önceki evrenlerdeki ve ne de gelecek evrenlerdeki durumlarıyla karşılaştırmak olası ve gereklidir.

“Ruhun kemali” deyince; aklımıza, onun melekelerinin maddesel evrenlerdeki melekelerinden ancak kavrayabildiğimiz kadarına ait kısımlarının ortaya çıkmış / görünen tarafları gelir. Ruhun bu evrenden önceki ve sonraki hayatı hakkında hiçbir bilgimiz ve tahminimiz de olmadığı için, ruhların oralardaki durumlarını “kemal” nicelik ve niteliğiyle oranlayamayız. Bu konuda üstad diyor ki;

“Ruhun maddelere bağlanmazdan önceki hayatında daha kâmil (olgun) durumda olup olmadığını soruyorsunuz. Bu sıfatlara gereklilik olmadığını söylemiştim. Daha önce de belirttiğim gibi ruhun maddelere bağlanması, görgüsünü arttırmak için tekamül aşamasına katlanmasıdır.”

 

Bu açıklamadan iyice anlıyoruz ki, tekâmül gidişi de bir araçtır ve asıl amaç, ruhun görgüsünü artırmasıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için ruhlar değişik tekâmül aşamalarını tamamlamak üzere maddesel evrenlere girerler ve elbette ki buraya ilk girdikleri zaman, maddenin değişik şekilleri karşısında tamamıyla görgüsüz ve deneyimsiz durumdadırlar. Bu maddesel formları doğa yasalarına göre kullanabilecek durumda değildirler. Çünkü bu işler için gerekli olan melekeler henüz ortaya çıkmamıştır.

İşte söz konusu melekelerin gelişmesine yarayacak şekilde, maddesel ortamda uygulamalar yaparak kudret sahibi olmak için, ruhlar geçici olarak daha yoğun maddesel ortamlara bağlanırlar. Ruh varlığı için bu “bağlılık” bir esarettir. Çünkü ruhun birçok melekelerini kararttığından (bu durum) onun serbestliğine engeldir. Fakat geçici olan bu esaret, kuşkusuz, daha geniş bir ruh serbestliği kazanmak için bir araç olacaktır. Şu halde ruhlar, görgüsüzlükleri oranında maddelere bağlanmak zorundadırlar ki, bu da o oranda onların serbestliğini ortadan kaldırır.

 

Öte yandan, ruhların bu yoğun maddelere esir bir durumda bulunmaları, kendilerinde; o maddelerin tabi bulundukları İlahi İrade Yasaları’na uygun olarak bir takım eğilim ve tutkuların doğmasına neden olur. Demek ki, maddesel eğilim ve tutkular genellikle zannedildiği gibi, esasen ruhun bünyesinde var olan bir eksiklik değil, maddesel bağlantıdan doğma, kendiliğinden olmayıp sonradan olan bir sonuç ve aynı zamanda da tekâmül amacına yönelik bir araçtır. Bu noktayı gözden kaçırmamak, tekamül konusunda da bizi birçok hatalı yollara sapmaktan kurtarır. Tüm bu gerçeklere göre ruhların “geri” eğilimlerden kurtulması, maddelere ve maddesel olaylara esir olmayıp, onlara egemen girebilmeleri ile baş başa girer ve bu da onların tekamül amaçlarına bağlı bir sonuç olur. Üstad’ı aşağıdaki söylemi bu fikrimizi destekler durumdadır.

 

“Ruh tüm maddesel etkinliklerini yerine getirmek ve bu etkinlikleri sayesinde tekâmülünü sağlayabilmek için maddesel ortamlarda bir süreç geçirir. Ruhun maddeye çekilmesini azaltıcı çareler, onun; maddesel bağlantını iradesiyle azaltabilmesi, yani takâmül edebilmesi için gerekli olan araçlardır.”

Bu sözlerin anlamı şudur: Ruhun tekâmül ettirecek araçlar, onun maddesel bağlarının çözülmesini beraberinde getiren maddesel etkinliğidir. Ruh, bu etkinliği göstermek için maddeye bağlanır.

Kısaca, tekâmül fikri; bugünkü anlayışımıza göre, ruhun maddesel evrelerdeki durumu ile ilgilidir. Maddeyi ve maddeyle ilgili tüm kavramları ortadan kaldırınca; ruhun, doğrudan doğruya kendi varlığı gibi, tekâmül fikri de ortadan kalkmış olur.

İçinde bulunduğumuz maddesel evrende hiçbir şeyi madde düşüncesinden ayıramazsınız. O kadar ki, en “maddesel olmayan” olarak tasavvur ettiğimiz saf ruhsal haller bile ancak maddesel kavramlarla idrak edilebilir. En saf ve en ilahi bir sevgi bile, asla unutulmasın ki, maddesel kavramla yaşayabilir. Bizi, maddeden ve maddesel bir kavramdan soyutlanmış bir ruhu sevemeyiz. Çünkü o bizim için bir yokluktur ve yoklu sevilemez. En saf sevdiğimiz şey, ruhun, hiçbir zaman değerlendiremediğimiz kendisi değildir; onun, çeşit çeşit maddeler arasındaki etkinliklerinin ortaya çıkışıdır. Biz bu gerçeği, hiçbir okulun hatırı için görmemezlikten gelemeyiz. Yalnız şunu takdir ederiz ki, ruh varlığının etkinliklerine zemin olan maddeler ne kadar seyyal (ince, latif, titreşimi yüksek) bir hal almış ise, onlara karşı gösterdiğimiz sevgi de o kadar yüksek bir karakter alır ve ilahileşir. “Maddesel olmayan” olarak kabul etmemize en uygun görünen sevgi hakkındaki bu düşüncemizi öteki duygularımı hakkında da belki daha kolaylıkla uygulayabiliriz.

Görülüyor ki, bizim bugünkü “yükseklik” derecemiz, ancak kendi evrenimizdeki görgü ve deneyimlerle elde edilmiş bir kazançtır ve tekâmülün halen geçerli olan klasik anlamı bu bakımdan genişletmek gerekir. Maddesel evrenlerde deneyimler geçirmekte olan ruhlar için, maddesel iletişim ve etkileşimden, maddesel bilgi ve görgüden ayrı bir “kemal” düşünülemez. Durum böyle olunca, bu evrenin dışındaki varlıklar hakkında bizim ulaşabildiğimiz en yüksek anlamdaki “kemal” (olgunluk) kavramının bile, asıl gerçekten ne kadar uzak kalacağını kabul etmekte gecikmeyiz. Çünkü bu kavram ancak ruhların madde evrenleriyle olan ilişkileri bakımından söz konusu olabilir.

Sık sık yinelediğimiz gibi, ruhun; “kötü” ve “geri” eğilimlerden kurtulması, maddesel tutkulardan arınması, olgunluğun nedeni değil, sonucudur, amacı değil, aracıdır. Aslında ruhun, “olgunlaşmak” sözcüğüyle ifade olunan yüksek amacına ulaşması, maddeler arasında baş gösteren “kötü” niteliklerden kurtularak “güzel” nitelikleri kazanmasıyla beraber yürür. Fakat bu “güzel nitelikler”i kazanmak, maddesel esaretten kurtulmanın; daha doğrusu, maddelere egemen olmanın olmazsa olmaz bir sonucudur.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

[TABLE=width: 99%]

[TR]

[TD=colspan: 2]Ruhlar tesirlik kudretlerini İlahi İrade Yasaları ile uyumlandırabildikleri oranda evrenlerde etkin durumlara zorunlu olarak girerler. Demek ki, ruh varlığının tekâmülü, evrenlerde İlahi İrade Yasaları’nı uygulamaya memur, doğal ve şuurlu bir yapıcı durumuna girmesi amacına yöneliktir. Bununla birlikte, böyle devâsa bir amaç hakkındaki bu söylemimiz ne kadar aciz ve noksandır! Bu noksanlığı belirginleştirmek için; yaratılmış olanların sayısızlığını ve uçsuz bucaksız evrenlerin her bir zerresinin bile bizler için gene sonsuz bir evren kadar anlaşılmaz bir büyüklüğü içerdiğini düşünmek yeterlidir.

Ruhsal olgunluğun maddesel ilişkilerle sürüp gittiğini kabul ettikten sonra; tekâmülün amacı konusunda maddesel elemanları göz önünde tutmak gerekir. Ruh varlığının evrenlerdeki kazançlarını maddeler dışında ve maddesel ilişkilerden uzak olarak düşünmek istersek onu bu evrene inmiş olmasının ne demek olduğunu anlayamayız. Eğer ruhların tekâmül amacı konusunda, maddesellik kavramını göz ardı edilirse, eğer ruhların bu evrende bir süre yaşadıktan sonra ayrılıp, onunla tüm ilgisini kestikleri varsayılırsa; yani daha doğrusu, tekâmülün amacı maddelerden ayrılmak, tüm maddesel ilişkileri ebediyen kesmek şeklinde kabul olunursa, o zaman ruh varlığının bu evrendeki kazançlarının yalnız kendi mânevi bünyesinde ortaya çıkmış bir değişimden ibaret olduğunu onaylamak zorunluluğu ortaya çıkar. Fakat böyle bir değişimi hiçbir insanoğlunun zihninde canlandırabilmesi olanak yoktur. Dahası, maddeyle ilgisi bulunmayan böyle bir değişimin maddeler aracılığıyla oluşması zorunluluğunu anlamak güç olur.

Bir ruh varlığının dünyalarda deneyim geçirmesi; bu deneyimlerin amacıyla, ona araç olan maddesel olguların uyumlu düşmesine doğru cehitler sergilemesi demektir. Bu fikre göre “dünyadan olgunlaşarak ayrılmış bir ruh varlığı” demek; oradaki maddesel koşulların üzerine yükselmiş olan, yani onun üzerinde tüm tesirlilik olanaklarını kullanabilecek bir duruma gelmiş bir varlık demektir. Bunu böylece kabul etmedikten sonra; ruhun ne dünyalara girmesinin, ne de tekâmül etmesinin mantıklı ve akla uygun anlamını kavramak olası değildir. İşte aramızdaki tekâmül aşamalarını tamamlayıp yükselmiş bir ruh varlığı karşısında yerkürenin bu durumu ne ise, evrenimizin tüm tekamül aşamalarını tamamlamış yüksek bir ruh varlığı karşısında da evrenin durumu, elbette ki daha geniş ölçekte olur.

Ruhlar değişik maddesel tekâmül yollarında yürüyerek, üç boyutlu alemin tüm realitelerinin üstüne çıktıktan sonra, tekâmüllerini daha yüksek bir düzeyde sürdürmek üzere dört boyutlu alemde birleşirler. Bu düzeye kadar yükselmiş ruhlarda, artık bizim evrenimizde olduğu gibi bedenler, şekiller vb. kalmaz ve bunun sonucu olarak, oradaki varlıklar hakkında ; ne cinsiyet, ne insanlık- hayvanlık- bitkilik ya da bizim evrenimizin dünyalarına özgü herhangi bir maddesel varlık durumu söz konusu olamaz. Üstad’dan aldığımız bazı bilgiler bizleri bu konuda aydınlatmıştır:

“Ben de insan âleminden geldim. Bu bakımdan kendime ‘insanım’ diyorum. Fakat incelerseniz, her gün sizin âleminizde olmadığımı anlarsınız. Bugün kendime ‘insanım’ dememin nedeni, sizin dünyanızdan geldiğimi anlatmaktır. ”

Ruhların, tekâmül ettikçe tesirliliklerinin artması da gene belki bizim tahmin bile edemeyeceğimiz büyük bir nedensellik ilkesine dayanmaktadır. Bu şekilde İlahi İrade Yasaları’nın gereklerinden olan, tüm yaratılmışların düzeni sağlanır. Daha önce de değindiğimiz gibi yaratma maddesel evrenlerin sayısız çeşitlerini meydana getiren oluşum durumlarından ayrı bir şeydir. Bizim evrenimizde; ne yoktan var olan, ne de yok olan bir şey vardır. bundan dolayı, “yoktan var olmak” anlamına gelen o mutlak yaratılış hakkında bizim hiçbir fikrimiz olamaz. Evrenimizdeki tüm olgular, maddenin durum ve şekil değiştirmesinden ibarettir. İşte bu durum da, İlahi İrade Yasaları’nın uygulanmasına memur ya da daha doğrusu; böyle bir etkinliğe bulunmayı hak etmiş yüksek varlıkların maddeler üzerindeki tesirlilik kudretlerini tüm kemaliyle kullanabilmeleri sayesinde olur.

Evrenlerin sonsuzluğu, ruh varlıklarının sonsuz alanlar içinde tekâmüllerini, sürdürmeleriyle büyük bir örtüşme ve uyum halindedir. Bu baş başa yürüyüşün sonunu görebilmek ve hatta bu konuda herhangi bir tahminde bulunabilmek, bizim gibiler için kolay olmayacaktır. O halde, ruhların tekâmüllerinin gerçek hedefleri hakkında kesin söz söylemek şöyle dursun, bir tahminde bile bulunmanın olanaklı olmadığını unutmayacağız. Bu konuda söyleyebildiklerimiz ancak, ruhların kendi âlemimizle olan ilişkilerine ait bilgi ve tahminden ileri gidemez. Ayrıca biz, kendi âleminizde cereyan eden, ruhların; yukarıda sözünü ettiğimiz etkinlikleri hakkında da ancak bazı gözlemlere sahip bulunuyor ve ona göre fikir yürütüyoruz.

Daha önce de söylemişti; bizlere ne kadar sonsuz ve kapsamlı görünürse görünsün yaratılmış olanlar, yalnız içinde yaşadığımız maddesel evrenden ibaret değildir. Dahası, ruhlar madde evreninin dışındaki bilmediğimiz başka varlıklar arasında, yine bilmediğimiz yollarla yaşamlarını sürdürürler. Bu arada uzun cehitlerle sağlamış oldukları madde evreni üzerindeki tesirlilikleri ebediyen sürdürürler. Ruhların evrenimizdeki tekâmülü, yaratılmış olanlar arasında İlahi İrade Yasaları’nın buyruklarını uygulamaya koyacak yüksek yapıcılar arasına girebilmeleri hedefine yönelmiştir. Ruhlar maddesel evrenin varlıklarına esir olmamak, orasını doğa yasalarına uyarak yönetmek amacıyla maddelere bağlandıktan sonra, orada uzun bir süre görgü ve deneyim yaşamı geçirirler. Bu durum onların yavaş yavaş madde evreni üzerindeki etkinlik ve tesirlilik bütünlüğünü geliştirir. Bu etkinliğin en üst düzeyine varmış varlıkların durumları bir insanın idrakine sığmaz.

Burada kolaylıkla söyleyiverdiğimiz, fakat gerçek ve yüksek içeriğinden haberdar olmadığımız bu idealin ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğini bilemeyiz. Çünkü bizim bulunduğumuz tekâmül derecelerinden başlayarak, bu amacın gerçekleşmesi için bir ebediyet kabul etmemiz gerekir.

Karıncaya enkarne olmuş bir ruh varlığı karınca bedenini oluşturabilecek duruma gelmiştir. Fakat o, henüz bir insan bedenini oluşturamaz. Bir karınca kendi basit yuvasını yapabilir ama insanların kurdukları şehirleri kuramaz. Nasıl ki, bir gül ağacına enkarne ruh varlığı da, gül ağacını oluşturabilir; ama ne bir karınca bedenini, ne de karınca yuvasını oluşturabilir. Bir insan yoğun maddeleri bir araya getirerek ya da onları dağıtarak birçok eser ortaya koyar. Taşlardan ve öteki maddelerden heykeller, abideler vb. yapar. Perakende sesleri bir araya getirerek, onlardan bir senfoni ortaya koyabilir. Tüm bunlar sanat âleminin birer dünyasıdır. Bununla beraber insanın eseri ne kadar yüksek olursa olsun, sonsuz tekâmül basamaklarında yükselmiş olan ruhların devasa eserleri yanında pek az bir şey kalır. Dört buutlu âlemdeki varlıklarla aramızda bulunan uzaklığın, insan ile hayvan arasındaki uzaklıktan karşılaştırma kabul etmeyecek kadar büyük olduğu göz önünde tutulunca, oralardaki etkinliğin birdekinden ne kadar yüksek olduğu düşünülebilir.

Dört buutlu ve ondan daha yüksek buutlu âlemdeki varlıklar, insanların yaptıkları gibi üzerinde işlenme kabiliyeti sıfır gibi olan yoğun taş parçalarından heykeller ya da sınırlı seslerden semfoniler yapmazlar. Onlar kozmik süptil (latif, titreşimi yüksek) maddeler üzerinde çalışarak bu maddelerden başkalarını ve onlardan da daha başkalarını oluşturarak âlemleri ve dünyaları kurup dağıtırlar. Fakat bu söz, ilk hamlede anlaşılabilecek kadar kolay değildir. Bu etkinlikler bizim idrak edemeyeceğimiz bir takım tesirlilik şekilleriyle ve idrakimiz içinde olan zaman – mekân kavramları dışında oluşur. Tüm bu işlerde yalnız Allah’a özgü “yoktan var edicilik” söz konusu olmayıp, O’nun yasalarına uyacak şekilde bir “kuruculuk durumu” vardr.

Özetle ruhlar “yükseliyor” ve “yükseldikçe” maddemin köleliğinden kurtularak İlahi İrade Yalarına uyum sağlıyor. Bu durum onların doğadaki tesirlilik kudretlerinin görece arttırılması zorunlu kılan bir yapıcıdır. Üstadlarımızın aşağıdaki tebligatı bu yolda bizleri aydınlatmaktadır:

“Doğa yasaları gereğince ruh varlığının tekâmülü, onun maddesel varlıklar içinde yaşamasına bağlıdır. Ruhun dünyada maddesel varlığı; az önce de belirttiğim gibi maddeye olan bağdan ibarettir. Maddesel etkinlikleriyle tekâmülünü sağlayabilmesi için; ruh, madde âleminde bir süre geçirir. Ruhun maddeye olan çekimini azaltıcı çareler, onun madde ile olan bu bağlantısını azaltabilmesine yardım eder. Bir ruh varlığının melekeleri başlangıçta kapalı değildir. Maddeye bağlılık melekeleri gölgelendirir. Bu bağlılık sürdükçe, bir yandan; ruh tekâmül eder, fakat maddeye bağlılık bu tekâmülün oluşmasına meydan vermez. Öte yandan, ruh maddeden kurtuldukça, bir gelişmişlik ortaya çıkar. ”

 

Şu halde, bizim idrakimize göre, ruh olgunluğunun zirvesi ve sonu yoktur. Bu tekâmül ebediyet içinde ve bilmediğimiz bir geleceğe doğru uzayıp gidecektir; sonsuzluk içinde sonsuzluk! İşte evren hakkında olduğu gibi, ruhların tekâmülü konusunda da duygu ve düşüncelerimizin varabildiği son nokta budur.

Dünyadaki Varlıklar Arasında Görülen Tekâmül Farklılıkları

Dünyadaki canlıları incelediğimiz zaman, onlar arasında bir takım tekâmül farklılıklarının bulunduğu göze çarpar. Canlıların birbirine göre olan bu ilerleyiş farkları; bitkilerde değişik türler arasında, hayvanlarda farklı türler ve fertler arasında, insanlarda ise ayrı ayrı türler ve bireyler arasında olduğu gibi, aynı bireyin değişik zamanlarda da kendini gösterir. Bitkilerde bir ot parçası bir küften daha tekâmül etmiş canlıyı oluşturan parçalara sahip olduğu gibi, bir gül ağacı da bu ot parçasından daha ileri durumdadır. Fakat bu güllerin, otların ve küflerin tüm bireyleri hiç olmazsa bizlerin takdirine göre hemen hemen aynı tekâmül derecesinde görünmektedir. Hayvanlarda bir köpek bir koyundan daha ileride görünmekle beraber, iki köpek de birbirine göre birçok noktalarda tekâmül farkı gösterir.

İnsanlara gelince, bunların hiçbiri ötekine benzemez. Bundan başka, insan yaşamının hemen her saatinde, bir önceki saatine göre az çok belirgin bir ilerleme vardır. En ileri olanlarından en yüksektekilerine kadar tüm insanlarda bir tekâmülün çabasını ve etkinliğini görmek olasıdır. Hatta şuursuzca ortaya çıkan tüm yaşamsal etkinliklerde bile tekâmül hedefi yolundaki tezahürleri görmemek olası değildir. Yaşam mücadelesi, dünyadaki varlığın sürüp gitmesi yolunda gösterilen içten gelen bir cehittir. Ayrıca bu da tekâmüle hizmet eder. Şahsın ve cinsin sürüp gitmesi için harcanan tüm emekler genel tekâmül yasasının zorunluluğudur.

Bir küften en tekâmül etmiş insana gelinceye kadar olan uzaklık, bir uçurum halinde değildir. Bu, belirsiz tatlı ve meyilli bir yol arz eder. Fakat bilgisizliğimiz bu yolu layıkıyla izlemeye olanak bırakmamaktadır. Ayrıca bu yol dünyamızda, bilmediğimiz bazı nedenlerden dolayı da bir iki yerinde kesilmiştir de… Örneğin, ileride de belirtileceği gibi, insanlarla hayvanlar arasındaki maddesel ve ruhsal bağlantıyı sağlayan varlıklar şimdilik bu dünyada yoktur.

Fakat ne olursa olsun, bu yolun iki ucundaki varlıklar arasında ortaya çıkan tekâmül farklılıklarını kimse görmemezlikten gelemez. Esasen dünyada eşit olmaksızın serpilmiş yaşam koşulları, bu tekâmül farklarının doğurduğu çokluk halinden ileri gelir. Dünyada ideal bir eşitliğin kurulabileceğini düşünmek hatadır. İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaybolması, onların her noktada birbirinden farksız bir halde birleşmiş olması demektir. Bu olası olabilir mi? Özellikle şahsiyetini kazanmış hiçbir varlık bir başkasına benzemez. Bunların birbirine benzediğini kabul etmek, ideal bir olgunluğa vardıklarını kabullenmekle bir olur. Oysa ki, dünyadaki tüm varlıklar böyle bir olgunluk düzeyinden çok uzaktadır.

Çevremize biraz dikkatlice bakarsak, varlıkların birbirine göre çok farklı bir yükseliş yolu izlediklerini görürüz. Bitkilerde olan her özellik ya da onun benzeri, hayvanlarda bulunur. Bununla birlikte, hayvanlarda bulunan birçok görünümü bitkilerde göremeyiz. İnsanlarla hayvanlar arasında da aynı durum geçerlidir. Bitkilerde hemen hemen göremediğimiz şahsiyet hayvanlarda kendini göstermeye başlamıştır. Bir kediyi bir başka kediye yeğleyebiliriz. Fakat aynı güzellikte açmış iki çiçeğin seçiminde bu kadara titiz davranamayız. Bunun nedeni, hayvanlarda bulunan şahsiyet bağlanmış olmamızdır. Hele dünyada şahsiyetin en yüksek derecesini kazanmış olan insanlar hakkındaki bu seçim konusu daha derin duygu ve fikir elemanlarına dayanır. Bitkilerde gelişmemiş olan şahsiyetin hayvanlarda ortaya çıkmaya başlaması, insanlarda en yüksek derecesini alması ve bu işlerin; yavaş yavaş, derece derece ve birbiri ardınca yükselmesi dünyadaki canlılar arasında çok büyük bir yükselişin var olduğunu göstermeye yeterli kanıtlardan biridir. Üstad’ın aşağıdaki sözleri bu durumu doğrular:

“Dünya üzerindeki en ilkel ruhun maddesel varlığı ile en tekâmül etmiş bir insan arasında geçen tüm tekâmül gidişi düzgün yükselen bir ilerlemedir. Bitkiler hayvanlardan daha geridir. Tekâmülde düzgün ve birbiri ardınca gelen bir ilerleme olduğuna göre, bir hayvanın bir daha bitki olmasına olanak yoktur. ”

Özellikle bu son ifadeden çıkan anlama göre, varlıklar arasında gerilemenin söz konusu olmadığını ve sürekli bir ilerleyişin bulunduğunu öğreniyoruz. Yalnız, burada konunun bazı yanlarını gözden uzak tutmamak gerek: Gerek dünyada geçirilecek deneyimlerin gereklerine, gerek bilmediğimiz bir takım nedenlere göre bir varlık kendi türünü değiştirmemek koşuluyla, bir öncekine göre biraz daha geri görünümlü bir durumda dünyaya gelebilir. Bu durumun, biraz önce sözünü ettiğimiz düzgün ve sürekli yükselişlerle zıtlık oluşturduğu hükmüne varılamaz. Çünkü, her şeyden önce bu ilerleyiş maddesel bakımdandır, ruhun yüksekliğinde bir alçalma anlamına gelmez. Ayrıca, bu maddesel ve görünüşteki gerileyişte de; gene, ruhun olgunlaşmasına, yükselmesine yardım edecek durum ve hareketler bulunur. Üstad’ın aşağıdaki ifadeleri bu fikri tamamlar:

“…Fakat belli bir tür arasında tekâmül etmiş olan bir bireyin, aynı türde daha az tekâmül etmiş olarak dünyaya gelmesi olasıdır. Çünkü belirli bir düzeye kadar yükselmiş olan bir ruh; gerek kendisinin maddeye bağlılık hissetmesi, gerek kötü ortamlarda buluna buluna oraların titreşimlerine uyması ile maddeye bağlılığını arttırabilir. Fakat bu, fazla bir aşağı iniş değildir ve yalnız ruh bakımından bir gerileme sayılmaz. Çünkü o, kendisi için kazanılmış bir yükseklik ve derecedir. Yani yükselmiş bir ruh için tam düşüş yoktur, ufak düşüşler vardır ki, o da madde âlemindedir. ” Canlılar ile Cansızlar Arasındaki Ayrılık

Madde ve ruh konumlarını okuyanlar, canlılarla cansızlar arasındaki ayrılıklar hakkında kitabımızda bazı şeyler söylenmiş olduğunu anımsarlar. İçinde bulunduğumuz konuyu bazı noktalardan ilgilendiren oradaki fikirlere yeniden ve kısaca döneceğiz.

Çevremizdeki varlıkların iki büyük gruba ayrıldığını görüyoruz. Bunlara “iki büyük grup” dememizin nedeni, çok belirgin özelliklerle birbirinden ayrılmış olmalarıdır. Birinci gruptakilerin belirgin özelliği tesirlilik kudretleridir. İkinci gruptakilerin belirgin özelliği ise etkilenme yatkınlığıdır. Yalnız şu var ki, bu tesirlilik ve yatkınlık özelliklerini ayırmak her zaman kolay ve hatta olası değildir. Bu durum da, olguların nedenleri hakkındaki bilgisizliğimizdendir.

Her olayda etkili görünen etmenlerin gerçekten etkin olup olmadıklarını kesinlikle belirleyebilmek için söz konusu bilgiye (bu konuda bilgili olmaya) kesinlikle gerek vardır. Bizler bu bilgisizliğimiz yüzünden, olaylara karışan etmenleri etkin etmenler gibi kabul etmek hatasına düşeriz. Bu gibi hatalardan sakınma bizler için pek olası değildir. Nasıl ki, bilgimiz arttıkça önce etkin gibi görünen bir etmenin başka bir etmen ile tahrik edilmekte olduğunu sonradan (iş işten geçtikten sonra) anlayabilmemiz sıkça ortaya çıkan durumlardandır.

Canlı varlık tesirlilik sahibidir. Buradaki “tesirlilik” sözcüğünün ifade ettiği anlamda; maksatlı bir takım sonuçlara doğru hareketleri tertipleyicilik bulunmaktadır. Cansız cisimlerde görülen atalet, bu özelliğin yokluğu ile ondan ayrılır.

İlmin öğrettiğine göre, maddenin en karakteristik özelliği, onun, ataleti ve oluş koşullarındaki kararlılığıdır. Bu özellik, daha ilk bakışta, tesirlilik fikrinden ayrılır. Çünkü kendi kendini değiştirmek kudretinden mahrum bir varlıkta, tesirlilik kudreti aranmaz. Madde ebedi varlığında kendiliğinden değişimler göstermez. Radyoaktif bazı maddelerde görülen değişimlerin bu sözünü ettiğimiz değişikliklerle benzerliği yoktur. Oradaki değişimlerde yine İlahi İrade Yasaları’nın çizmiş olduğu plan çerçevesinde ortaya çıkan atıl hareketlerdir ve o maddenin oluş koşullarına bağlı bir zorunluluk burada egemendir. Üstad ile aramızda geçen bir görüşmede; onun, ruh varlığına özgü bir tesirlilik melekesine ne kadar önem verdiğini anlıyoruz:

[/TD]

[/TR]

[TR]

[TD=colspan: 2]Ruh ve Kainat, Cilt 2, sayfalar 421-428

Bedri RUHSELMAN Bi kaç güne arkalara düşecek bir konu maalesef .. okumanızı tavsiye ederim ..[/TD]

[/TR]

[/TABLE]

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...