Jump to content

Hayalet hikayeleri


biggang

Önerilen Mesajlar

Buraya yazdiklarimi bir internet sitesinden alip tercume ettim.

 

Bir Haziran gunu, arkadasim ve ben pizzaciya gittik.

 

Kiz kardesi ve erkek kardesi, arbada on koltukta oturabilmek icin arabaya dogru kostu.

 

Arkadasim anne ve babasiyla yavas yavas yuruyordu. Evsiz gorunuslu biri onlerinde belirdi. Ac gorunuyordu, ve artiklarini istedi, onlarda arta kalanlarini adama verdiler. Adam tesekkur etti ve yurudu, arkadasim ve ailesi de yurudu. Arkadasim cok mutlu oldu. Daha sonra omzunun arkasindan baktiginda adam havadaydi.

 

-Kaitlyn

 

 

 

Tamam, Benim Adim Ian. Amcam Jack 5 yil once kalp probleminden oldu.

 

Bir gece, Odamdaydim saat 22 :00 civariydi, kitap okuyordum, koridorda bir ses duydum. Annem bodrum kattaydi, babam ve kardesim ise yataktaydi. Bende kim oldugunu anlamak icin kalktim, ve karanli bir figur orada duruyordu. Sonra bana bakip kayboldu.

 

Sabah kalktigimda onun amcam Jack oldugunu anladim.(cunku bana baktiginda yuzunu gordum ve amcam, Jack'e benziyordu )

 

- Ian B. 11 yasinda

 

 

bunlarda bir turk sitesinden

 

 

TAVLA

 

Genç bi kiz ailesinin evde olmadigi bi aksam arkadaslarini davet etmis. kiz kiza yemisler, içmisler, derken içlerinden biri Hadi cin cagiralim demis. Ev sahibi kiz da hiç inanmazmis böyle seylere ama arkadaslarina ayip olmasin diye kabul etmis. Harfler kesilmis, fincan ortaya konmus ve elele bir masanin etrafinda daire olunup cin çagirma olayina girilmis. Cin gelmis gelmesine ama bizim kiz hala fincani arkadaslarinin ittigini dusunuyormus. Bi ara fincan hizli hizli harflere giderek soyle demis: Içinizde bana inanmayan biri var. Yarin saat 4’te o kisiyle tavla oynamaya gelecegim. Kizlar feci tirsmislar ama ev sahibi kiz hala dalgasindaymis isin. Saat çok geç olmadigi halde seans hemen bitirilmis ve kizlar evlerine dagilmis. Bizimki zaten o tür þeylere hiç inanmadigindan cin olayini ertesi sabah unutmus bile. Öglene dogru telefon çalmis. Arayan, kizin çok sevdigi, çok iyi anlastigi teyzesi

 

, Bugün içimde bi sikinti var, evdeysen bi ara sana ugruycam. Dertleselim biraz demis. Kiz da sevinmis teyzesini görecek diye, Hemen gel, ben de seni çok özledim demis. kiz, teyzesini hakikaten dertli ve solgun görmüs. Hosbes etmisler ama teyze hala dalginmis. Kiz, Teyzecim sen konustukça daha kötü oldun, istersen baska brey yapalim dems. Teyzesi de O zaman tavla oynayalým. Ne zamandir seninle oynamadik. Kafam dagilir biraz demis. Kýz tavlayi almaya giderken bi gece önceki olay aklina gelmis, Meger benim teyzem cinmis deyip gülümsemis. Kizla teyzesi güle oynaya tavla oynarken bi ara teyze tuvalete gitmek için kalkmis. O içerdeyken telefon çalmis Arayan kizin babasiymis Adamcagiz çok üzgün bi sesle konusuyormus: Kizim teyzen öglen bi trafik kazasi geçirdi. Durumu çok iyi degildi ama Allahtan ümit kesilmez deyip sana haber vermedik ama az önce teyzeni kaybettik, basimiz sagolsun

 

 

RUH

 

Öncelikle merhaba demem gerekiyor sanırım. Size yazacagım olay teyzamin basından geçmistir. Benim bütün teyzelerimin basından böyle seyler geçmistir hepsini yazmak isterdim ama sadece bir kaç tanesini yazacagım. Bir gün Ankara'ya gittigimde teyzemlerde kalmıstım.ben teyzem ve 2 kuzenim. Teyzem böyle seyleri konussmamızı istemiyordu ama biz yinede konusuyorduk. Kuzenim teyzemin (onun annesi oluyor) basından geçen bir olayı anlatıyordu. Vede sunu belirtmem gerek bu teyzem böyle seylerden hiç korkmaz yine sorarsın hiç ürkmedin mi diye hayır der. Yani gecenin 3 ünde yatırlarıyla ünlü bi köyde dısarı çıkma cesareti bile gösteriyor. Açıkca söylemek gerekirse ben asla çıkamazdım. Herneyse benim ölen bi kuzenim daha vardı. Ben hiç görmedim onu çünkü ya dogmamıstım yada 1 yasında bile degildim. Bir gün teyzem onun ölümünden sonra gece yatagında onu düsünmeye baslamıs öbür tarafta nasıl acaba? Diye kendi kendine soruyor ve aglıyrmus her gece oluyormus bu her gece istemeden aglıyormus. Bir gece yine onu düsünürken (normal olarak gözleri kapalı) bir karartı fark etmis ve gözlerini açmıs karsısında ölen kuzenim duruyormus. Bir süre teyzeme gülerek bakmıs ve el sallayıp gitmis. Sonra teyzem anlamıski öbür tarafta mutlu. O günden sonra hiç düsünmemis onu. Vede sadece kuzenim annesine yani benim diger teyzeme anlatmıs bunu vede o 2 kuzenimde gizli gizli dinlemisler. Vede bana anlattılar. Haa aklıma gelmisken bu teyzemin basından bir olay daha geçmis. Yine gece tuvalete gitmis sonra odasına geldiginde bi dedenin teyzemin sandıktaki geceligini giydigini görmüs sonra teyzem 'kısa gelmis dur çıkarda uzatayım'demis ve egilmis geceligin ucuna sonra dede kaybolmus elbisede yere düsmüs. Aslında bu anlatıkları bana biraz saçma geldi ama teyzem dogru oldugunu söylüyor (bizim ısrarımız üzerine anlatmıstı bunu). Zaten teyzemin yalan söyleyecegini sanmam. O gece 2 kuzenimle beraber hiç uyuyamadık çünkü hepside dogruydu bu anlatılanlarından sonra uyurken hep tıkırtılar duyduk vede sesler. Ama sabah kalktıgımızda komik geldi çünkü hepimiz korktugmuzda psikolojik olarak böyle seyler uydurabiliriz yada bazı esyaları ruha cine cadıya falan benzetebiliriz. Yazacagım o kadar çok sey varki artık onları da baska yazılarımda sizlere aktarırım.

 

TEHLIKELI YOLLAR

 

Izmir'in oldukça islek olan Inönü Caddesi'nde kaza eksik olmaz. Fakat bu kazaların nedeni sürücülerin ve yayaların dikkatsizligi degilmis. 1960'larda yapılan bu cadde, bazı yerlerde mezarlıgın üzerinden geçirilmis. Çanakkale'de Jandarma Kampı'nın önünden Izmir'e giden yol, civardeki en çok trafik kazası olan yolmus. Bu yolda haftada en az bir kere kaza oluyormus. Kazalar genelde kampın önünde olurmus. Çünkü geceleri savasta ölen askerlerin ruhları askeriyeyi ziyaret edermis. Bu görüntüden tırsan sürücüler direksiyon hakimiyetini kaybedermis.

 

Alıntı:efsaneler.com

 

UST KATTAKI KATIL

 

Büyük bahçeli bi villada yasayan genç bi çift, çocuklarını bakıcıya bırakıp dostlarının verdigi bi partiye gitmis. Bakıcı kız çocukları yatırdıktan sonra televizyon seyretmeye baslamıs. Bi ara telefon çalmıs. Kızcagız telefonu açtıgında karsısında hırıltılı bi sesle konusan biri varmıs: “Su an üst katta çocukların basucundayım. Sen de gelsene buraya. Huhahuha!” Kız feci korkmus haliyle. Ama kendini “Kesin salak bi telefon sakası bu” diye düsünüp sakinlestirmeye çalısmıs ve televizyonun sesini sonuna kadar açmıs. Telefon tekrar çalmıs. Aynı hırıltılı ses yine o histerik kahkahasını attıktan sonra, “Çocukların yanındayım. Hadi sen de gel yukarı” demis. Kız daha da korkmus ve santrali arayarak durumu anlatmıs. Santralde iyi bi kadın varmıs, “Adam sizi aradıgında bi’kaç dakika konusturun. Numarayı tespit eder, sonra da polise bildiririz” diyerek kıza yardımcı olmus. Bakıcı kız telefonu kapatır kapatmaz hemen çalmıs telefon. Aynı ses yine aynı sözleri tekrar etmis. Kız konusmayı uzatmaya çalısmıs ama sapık anlamıs bunu ve hemen telefonu kapatmıs. Bi’kaç dakika sonra tekrar çalmıs telefon, arayan santral memuresiymis ve panik durumdaymıs: “Hemmen kaç oradan! Arayan numaranın da adresi aynı. Yukarıda bi telefon hattı daha var demek ki!” Kız kossa kossa kaçmıs evden. Bu arada santraldeki kadın, polisi olaydan haberdar etmis bile. Polisler bi’kaç dak’kada adrese gelip eve girmis. Gerçekten de üst katta elinde kocaman bi kasap satırı olan bi katil yakalamıslar. Üst kat pencerelerinin birinden eve giren sapık katil iki çocugu öldürdükten sonra o telefonları etmeye baslamısmıs.

 

MEZARLIKTAKI YANGIN

 

Su an 17 yasındayım ve olay bundan 3-4 sene evvel YASANMISTIR. O yaz en büyük zevkimiz arkadaslarla gece asagı inmek idi ve hemen hemen indigimiz her gece birbirimize korku hikayeleri anlatırdık. Anlattıgımız hikayeler genelde kendi hayal ürünümüz olurdu fakat anlatırken sanki yasamıs gibi anlatırdık ve kendi uydurdugumuz hikayeye o ortamın verdigi gerilimle kendimiz de inanır ve korkardık. Içimizde en çok hikaye anlatan Nedim diye bir arkadasımız idi. Nedim yasça bizden büyüktü ve bizi korkutmayı iyi basarıyordu açıkçası. Yine böyle bir gecede Nedim bize çok ilginç bir hikaye anlattı. Hikayeye göre bazı insanlar sebepsiz yere içlerinden gelen bir atesle küle dönüsecek kadar yanıyorlarmıs. Bu yanma o kadar çabuk gerçeklesiyomuski, kendisini kurtarmaya zamanı olmuyormus kurbanın. Ayrıca bu olay kurban yalnızken gerçeklesiyormus, yani görgü tanıgı olmuyormus hiçbir zaman. Bu anlattıgı hikaye ilginç oldugu kadar inandırıcı gelmemisti çogumuza. Fakat Nedim evinden getirdigi ansiklopedi de yazılanları bize gösterince tüylerimiz diken diken olmustu hepimizin. Bu olaylar gerçek yasanmıs olaylar olarak anlatılıyordu ansiklopedide kanıtları ile. O gece eve kosar adımlarla çıktım ve bütün gece gözlerime uyku girmedi. Ertesi gün ise belki hepimiz için hayatımızın en korkunç günü olmustu. Gelen habere göre Nedim bir sokak arasında ölü bulunmustu ve isin ilginç yanı Nedim'in gömüldügü mezarlıkta 1 hafta sonra yangın çıkmıstı ve bütün mezarlar yok olmustur.Inanmayan arkadaslar eski gazeteleri karıstırabilirler. Tarih: 3 Eylül 1997, Mersin mezarlıgı orman tarafında onlarca mezar yanmıstır.

 

 

 

SEYTAN

 

Yıl 1994 temmuz ayı cumartesi aksamı.. Ben ve kardesim o aksam yemek yiyorduk ve aniden zil çaldı, kapıyı annem açtı.Kapıda olan kisiler arkadaslarımdı ve bizi asagıya çagırıyorlardı saat 10.00'na geliyordu sofradan kalkar kalkmaz asagıya indik arkadaslarımızla her gece korkunç hikayeler anlatırdık, (Gece dedim çünkü sabahlara kadar oturur hikayeler anlatır oyun oynardık) her kafadan bir hikaye çıkardı ortaya ama birbirimizi korkutmak için yarıs yapardık.O aksam herkez hikayesini anlattıktan sonra oyun oynamaya karar verdik, o zamanlar 11 yasındaydım ve saklanbaç oynamayı çok seviyordum. Ebe saymaya basladıgında herkes yerini almıstı ve bende, tabiki ben o anki olacak olaylardan haberdar degildim, kim bilirdiki seytanı karsımda görecegimi neyse konuya geçelim ben yerimde ebenin saymayı bitirmesini bekliyordum ebenin saydıgı binanın yan tarafındaydım ebebin sayması bitmedigi için sıkıntıya girmistim o, an arkamı dönmemle dona kalmam bir olmustu simdi seytanla karsıkarsıyaydım o herkesin bildigi gördügü bir tipten degildi (tabiki görenler için..) 2 metre boyu,yumrugum kadar iri ve kıpkırmızı gözleri çatal biçiminde uzun asası 2 adet iri buynuzları ve üstünde siyah birseyi vardı ama ayakları yoktu evet yanlıs okumadınız ayakları yoktu adeta uçuyordu o, anda vücudum çözülü vermisti hemen bahçenin ortasındaki kuyunun arkasına saklanmıstım ebe agladıgımı duyunca hemen arkadaslara haber verdi bu seytanı yakın arkadasımda görmüs ve oda çok korkmustu. (ismini vermeyecegim.) Ve bu olaylardan sonra her pisligin yanında cinlerin olduguna saitlik ettim. Ertesi sabah seytanı gördügüm yere geldik orada bulunan ev bombostu evin içinde bir el vardı ve sanki el bizi seyrdiyordu önce inanmadık sonrada banyoda gördük ev zemin kattaydı banyonun penceresinden içeri yumurta kartonu attık ve karton geri geldi ve bu olay bi kaç defa gerçeklesti ne zaman oraya gitsek üst kattakilerin kızını yerde baygın buluyorduk ve bu olaydan sonra bisey farkettimki ne zaman korkunç hikayeler anlatsak ozaman kötü seyler oluyordu ama anlatmayıda seviyorduk. Bu yüzden siz siz olun sakın korkunç seylerden bahsetmeyin eger cinlerden bahsedecekseniz kötü varlıklar diye konusun, bunu sakın unutmayın...

 

ekte size bir kac resim ve video ekledim... umarim hosunuza gider

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

http://88.198.45.22/pic/g/gizliilimler/dog.jpg

 

Cinlerin insanlar tarafından görüldüğüne ilişkin olarak Anadolu'da da pek çok hikaye anlatılır. Darb-ı mesel halini alan rivayetlerin toplanması sonucunda büyük bir külliyât oluşması işten bile değil. Anadolu'nun pek çok kazasında cinlerin yaşadığına inanılan muhiller vardır. Bu nedenle halk arasında geceleri bu muhitlerde bulunulmamasını dair ciddi telkinler yapılır.

 

 

 

 

Askerde...

 

İnanmayan arkadaşlara örnektir. Bu olay, askerde başımdan geçti. Askerde çavuştum, yani nöbet tutma olayım yoktu. Askere yeni gelen Adana'lı bir çocuk vardı. Çok sakin ama neşeli bir çocuktu. Geldikten yaklaşık bir ay sonra arkadaşa nöbet yazılmış. Ama taburun en sakin, karanlık yerinde, adamı kesseler farkında olmaz kimse. Yanına da üst devre bir arkadaşı vermişler. Tabi üst devre arkadaş başlamış uyumaya, bunu da dikmiş nöbete. Bir saat sonra taburda bir karışıklık, bir panik, silah sesleri geliyor onun tuttuğu nöbet kulesinden. Çocuğu zar zor getirdiler koğuşa. Bağırmalar, titremeler gözlerini dikip bir noktaya bakmalar. Ne olduğunu soran yüzbaşımıza cinlerin düğününü gördüğünü söylemiş tepenin eteğinde. İlk anda hava değişimine gitmek için numara yapıyor dedim tâ ki gözlerimle bir şeyleri görmeden önce. Çocuk cılız zayıf bir şey ama 3 kişi yatakta zor tutuyoruz. Kendini boğmaya çalışıyor acaip acaip bir şeyler mırıldanıyor, gözleriyle odada sanki bir şey varmış gibi onu takip ediyor. Ama ona gerçekten inanmamın tek bir sebebi vardı. Uyumaya başladığı zaman aniden ellerini boğazına götürdü. Kendini boğmaya çalışıyor. Nerden esti bilmiyorum içimden 3 kulluvallah bir elham okudum ama kimseye farkettirmeden. Çocuğun gözleri kapalı elini dudaklarına götürdü ve bana sus işareti yaptı. Başımdan sanki kaynar sular döküldü. O gün bugündür yatmadan önce mutlaka bu duaları okurum.

 

 

 

Bataklıkta Uyanan Genç

 

1985-1986 yıllarıydı. Pazarcılık yapan bir arkadaşımın başından enteresan bir olay geçmiş. Arkadaşım, bir akşam üstü evinde otururken kapı çalınıyor. Bir arkadaşı ağabeyinin askerden gelmek üzere olduğunu ve birlikte karşılamaya gitmek istediğini söylüyor. Arkadaşım da hazırlanarak iniyor ve birlikte yola çıkıyorlar. O zaman yan tarafı bataklık olan bir yol vardı. Yolda ağabeyinden bahsediyorlar. Adam, "Burası daha kestirme..." diye onu bir başka yola çekiyor. Tam o sırada akşam ezanı okunmaya başlayınca adam kayboluyor. Arkadaşım uyanıyor, kendini dizlerine kadar bataklığın içinde buluyor, çok korkuyor. Doktorlara, cinci hocalara gitti. Üç-dört ay kadar tedavi gördü.

 

 

 

Beni Kurtarın!

 

Bir köyde karı-koca birlikle yürürken caminin hemen yanında biri eşarplı digeri açık iki genç kız görürler. Eşarpsız olan kız diğerini çekiştirerek "Sen evden kaçtın, annem babam seni bekliyor, eve götüreceğim." diyerek dağa doğru götürmek istiyor, orada da hiçbir ev yok. Karı-koca şaşırdık diyorlar. Eşarplı kız ağlıyor. "Bırak beni, ben kaçmadım." diyor. Eşarplı kız onları görünce yardım istiyor, onlar da kıza yaklaşıyorlar. Eşarpsız kızın gözlerindeki ışıla dikkatlerini çekiyor ve korkuyorlar. Eşarplı kız, "Bu Cinlidir. Beni kurtarın!" diye yalvarıyor. Gözleri ışıltılı olan açık kız ise, "Sen karışma, bu evden kaçtı, geri götüreceğim." diyerek karşılık veriyor. Onlar, "Ama orada hiç ev yok ki!" diyorlar. Adam, kız olduğu için müdahale de edemiyor. Son olarak Caminin bitişiğinde oturan imama sesleniyor. İmam gelerek onlara bir şeyler okuyor. Kızın ailesi gelinceye kadar onları evinin bir odasında tutuyor.

 

 

 

Bir Yurtta Bütün Öğrenciler Birden Mehmet Ali Ağca Olursa Ne Olur?

 

Edirnekapı Öğrenci Yurdu'nda anlatılan bir diğer öykü de Mehmet Ali Ağca ile ilgili. 12 Eylül öncesinde bir ara askere tahsis edilen Edirnekapı Öğrenci Yurdu'nda Ağca'nın bir süre tutuklu kaldığı iddia ediliyor. Aradan yıllar geçtikten sonra Ağca'nın yurtta kaldığı odaya bir öğrenci yerleşiyor. O akşam çocuk, yan ranzada aşina olduğu bir yüz görüyor. Yakından baktığında ranzadaki öğrencinin Mehmet Ali Ağca olduğunu fark ediyor. Büyük bir şaşkınlık geçiren çocuk, diğer ranzadakilere sesleniyor, onlar da dönüyorlar Bir de ne görsün, onların da hepsi Ağca. Korkuya kapılan çocuk eşyalarını toplayarak ayrılıyor yurttan. Bir daha uğramak mı o yurda? Tövbeler olsun!!!

 

 

Cin Kılığına Girmiş Bir Keçi Gördünüz mü?

 

Olay, bir köyde geçiyor. Köylünün biri, sabaha doğru bir işini halletmek üzere at arabasıyla komşu köye gidiyor. İşini halledip köye dönerken yolda meleyen bir keçiye rastlıyor. 'Herhalde köydeki birine aittir, kaçmıştır' diyerek arabasının arkasına alıyor. Bu arada enteresan bir gelişme oluyor. At, bir türlü gitmiyor. Dehliyor, kırbaçlıyor, ama at bir adım dahi atmıyor. Aklına birden keçi geliyor adamın. Arkasına döndüğünde keçinin kıpkırmızı ve ışıldayan gözleriyle karşılaşıyor. Hemen dua okuyor, can havliyle keçiye bir tekme atarak yere düşürüyor. Keçi düştükten sonra at zembereğinden boşalmış yay gibi yerinden fırlıyor. Adam kendini eve zor atıyor. Ertesi gün köylüler olayın olduğu yere gidiyorlar. Tekerlek izleri keçinin alındığı yere kadar normalken, arabaya alındığı yerde derin tekerlek izleri olduğunu görüyorlar ve sonra yine normal tekerlek izleri... Adam, o gün bugündür, yanına kimseyi almadan köy dışına çıkmıyor.

 

Cinlere Namaz Kıldıran İmam

 

Tokat'ın bir Kazasında anlatılan bir hikaye halk arasında cinlerin görünebilir olduklarına bir örnek olarak anlatılıyor. Hikaye şöyledir: Ulucami imamı, bir sabah namazını kıldıktan sonra dua etmek için arkasını döndüğünde hiç tanımadığı bir grup tuhaf insanla karşılaşır. Alnından soğuk terler akan imam, cesaretini toplayarak, onlara kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini sorar. Aralarından biri hocaya, "Biz Oğlan Deresi'nde yaşayan Müslüman cinleriz. Oğlan Deresi'nden Güvercinlik Çalı'na gelin götürüyoruz. Geçerken, sabah ezanı okunduğunu duyunca namaz kılmak için camiye geldik." diyor. Oğlan Deresi ve Güvercinlik Çalı. cinlerin yaşadığına inanılan iki yerdir.

 

Çoban Köpeği

 

Akrabamın anlattığına göre çobanın biri varmış. Bu adam, geçimini yetiştirdiği koyunlardan sağlıyormuş. Tabii bu adamın

bir de köpeği varmış. Koyunlara bekçilik eden bu köpek, koyunları sabah çıkarıp otlatmaya götürüyormuş. Akşam olunca da eve getiriyormuş. Adam, köpeğinden çok memnunmuş. Adamın bir tek merak ettiği birşey varmış, o da köpeğinin koyunları akşam eve getirdikten sonra yemeğini bitirip ortadan kayboluşuymuş. Adam, en sonunda şüphelenip köpeği takip etmeğe karar vermiş ve ertesi gün adam, köpeği koyunları eve getirdikten sonra yemeğini vermiş ve izlemeğe başlamış. Köpek, yemeği bittikten sonra ormana doğru gitmeye başlamış. Adam, takip ederken köpeği gözden kaçırmış. Ertesi gün yine takip etmiş, bu sefer daha yakın olarak. Köpek, uzak bir yol aldıktan sonra bir mağaraya girmiş. Adam dayanamayıp arkasından mağaraya girmiş ve ne görsün: cinler! Köpeğine, "Hoşgeldinnn kara oğlannn!" dediklerini duymuş. Adam, hemen oradan kaçmış. Ertesi gün, köpek koyunları otlatmaya geldiğinde adam, köpeğe "Hoşgeldin kara oğlan." dediğinde, köpek deliler gibi koşmaya başlamış ve bir daha geriye dönmemiş.

 

Çöl Cini

 

Arkadaşlar, bu anlatacağım hikaye bir kitaptan alıntıdır. Sizi temin ederim ki gerçektir.... Bir tüccar gurubu, mallarını satmak için develerle çölü geçmekteydiler. Vakit akşam olunca çölün aşağı yamaçlarında bir yerde konaklamaya karar verdiler ve çadırlarını kurdular. Çölü iyi bildiklerinden nerde konaklayacaklarını ve nerede su olduğunuda iyi biliyorlardı. İçlerinden biri, arkadaşlarına dönerek, "Şu tepenin arkasında su var. Ben, biraz su alıp geliyorum." diyerek aralarından ayrıldı. Aradan belli bir süre geçti ki ne gelen var ne giden. İçlerinden bir diğeri, "Ben ona bakmaya gidiyorum. Başına bir iş gelmiş olmasın." diyerek tepeyi aştı ve gözden kayboldu. Bir süre sonra o da geri dönmeyince, diğerleri de gittiler; fakat giden geri dönmüyordu. En sonunda kervanda bulunan genç ve güçlü bir tanesi, yanına kılıcını ve bir arkadaşını alarak tepeyi aştı. Arkadaşı, ''Aman Ya Rabbi!'' dedi. ''Bir kadın var çırılçıplak ve çok güzel. Bizim arkadaşlar da orada eğleniyorlar. Ben de yanlarına gidiyorum.'' dedi ve hızla güzel kadının yanına koştu. Genç ve güçlü olan onun peşinden ağır adımlarla gidiyor ve onu engellemeye çalışıyordu. Adam, kızın yanına vardığında herkesin parçalanmış ve organlarının etrafa saçılmış olduğunu gördü. O güzel, çıplak bayan da baş uçlarında oturuyor ve cesetlerini kemiriyordu. Adam, öyle korkmuştu ki bir anda dizlerinin üzerine düştü. Bunu farkeden kız, arkasını döndü. Ağzının kenarları kanlı, gözleri ateş kızılıydı. Tırnakları ise bir deveninki gibiydi.. Uzun saçları adamı ensesinden kavradı ve bir hamlede eliyle ciğerini söküp yanına bıraktı.. Kuvvetli olan, bu vahşet sahnesi karşısında sanki kılıcını kaldıramaz duruma gelmişti.. Sonra kız, gözlerini ona dikti. Ayakları yere basmıyor ve inanılmaz hızlı hareket ediyordu. Yaşadığı şoktan eli ayağı tutmaz duruma gelen genç, son söz olarak kendisine yaklaşan cine karşı Allah'a dua etti. Elinde birdenbire bir dua belirdi.. Genç, hızla duayı okudu. Duayı okumasıyla birlikte gökten bir yıldırım indi. Kıza öyle bir çarptı ki; kız, avret yeriden alnının çatısına kadar yarıldı.. Genç, şok içerisinde kervana döndü ve elindeki kağıtta yazan duayı kervancıbaşına gösterdi. Olan biten herşeyi de anlattı. Kervancıbaşı, pek dini bütün bir insandı.. Çöl cinlerini de duymuş olacaktı; ama inancı ve bilgisi zayıf gencin ona sorduğu soru farklıydı.. "Ey kervancıbaşı, bu dua nedir neyin nesidir?" Kervancıbaşı, duayı görünce gözleri faltaşı gibi açılıverdi.. "Ey genç insan, işte kasların ve gençliğinin yetmediği bu hususta sana yardımcı olan dua, bir Kur'an ayetidir. Bu, Bakara Suresi 255'nci ayettir. Yani Ayet El Kürsi...!"

 

Flaşı Patlatan Genci Cin Çarpıyor

 

Geçtiğimiz günlerde Web sitelerinde dolaşan bir Cin resmiyle karşılaşanlar şaşkınlığa düştüler. Bu bir şaka mıydı yoksa gerçek miydi? Cin resmini yayınlayan dergiye göre olay şöyle gelişti: Birleşik Arap Emirlikleri'nde tatil yapan bir grup Suriyeli genç, kamp kurdukları bir dağın eteğinde duydukları ürkütücü bir ses üzerine gittikleri mağarada Cin olduğunu sandıklan esrarengiz bir varlıkla karşılaştılar. Gençler, mağaranın kapısında rastladıkları yaşlı adamın. "Bu ses, şeytani bir cinin sesidir ve o, bu mağarada yaşıyor, mağaraya girmeyin!" uyarısını dinlemeyerek mağaraya giriyorlar. Mağarada dolaşan meraklı gençlerden biri. önünü görmek için fotoğraf makinesinin flaşına basmasıyla birlikte yere yığılıyor. Korku ve panik içerisinde dışarıya fırlayan arkadaşları polise haber veriyorlar. Mağaraya giden polis, gencin cesediyle karşılaşıyor. Daha sonra gencin ölüm nedeni 'kalb durması" olarak kayıtlara geçiyor. Ancak, gencin makinesinden çıkan filmde ilginç bir görüntü bulunuyor. Fotoğraf, web sitelerinde dolaşıma açılan "Cin"di. Pakistan'da okuyan bir grup Türk öğrenci, olayı yaşayan öğrencilerle karşılaştıklarını, öğrencilerin olayı doğruladıktarını, Amerika ve Avrupa'da laboratuvarlarda incelenen fotoğrafın montaj ya da başka bir teknik hileyle gerçekleştirildiğinin kanıtlanmadığını anlattıklarını aktardılar. Dört yıl önce bir mağarada bir can feda edilerek çekilen bu esrarengiz fotoğraf, cinlerin varlığı ve resmedilebilir varlıklar olup olmadığı konusunu yeniden tartışmaya açtı.

 

Gece Ormanda

 

Yaşlı bir kadın, hava karardıktan sonra misafir olarak gittiği köyden kendi köyüne gitmek üzere yola cıkmış. Ormanda tanımadığı başka bir kadınla karşılaşmış. Esrarengiz kadın, yaşlı kadına, aç olup olmadığını sormuş. Yaşlı kadın, aç olduğunu soylemis. Bunun üzerine esrarengiz kadın, ormanda bir kutlama olduğunu ve istiyorsa gelebileceğini söylemis. Yaşlı kadın da kabul etmiş ve beraber ormanın içine dogru ilerlemeye baslamışlar. Kutlama yerine geldiklerinde, ortada büyük bir ateş ve bir sürü yemek varmış. Yaşlı kadını baş köşeye oturtmuşlar ve ona yemek ikram etmişler. Kadın, yemeği yemeden önce besmele çekmiş ve sonra etrafına baktığında herkesin yok olduğunu, büyük ateşin yerinde küller oldugunu görmüş.

 

Gözümüzdeki Perde

 

Başımdan geçen ilginç bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir gece rüyamda beyaz saçlı bir kadın, "Seni oglumla evlendirecegim." dedi ve gitti. Ben de uyandım, umursamadım; ama daha sonra bu rüyayı defalarca üst üste görünce korkmaya ve endişelenmeye başladım. Her gözümü kapattıgımda, o kadın geliyor ve "Seni oğlumla evlendireceğim." diyor ve gidiyordu. Ben, çok korkmuştum artık anneme babama anlattım. Babam da ''Benim tanıdığım bir hoca var, ona sorarım.'' dedi. Sonra babam sormuş, hoca da, ''Kızınla evlenmek istiyorlar.'' demiş. Babam, "Kim evlenmek istiyor kızımla?" diye sorunca hoca da, ''Bunların kim olduğunu sana söyleyemem. Söylersem, beni bu gece dövmeye gelirler.'' demiş. Babam, bunu bana anlatınca korkum daha da arttı. "Neler oluyor!" diye soruyordum kendime. Sonra, bir gece rüyama o kadın geldi ve yine ''Seni oğlumla evlendireceğim.'' dedi. Sonra oğlu geldi, ''Bak, oğlum budur.'' dedi. Ben, oğlunu görünce, rüyamda ağlamaya başladım ve yine uyandım. Kalktım, babama anlattım. Babam da, ''Bu böyle olmaz, ben yine hocaya sorayım.'' dedi. Sonra hocaya sormuş. Hoca da, ''Kızını yanıma getir.'' demiş. Neyse, babamla yanına gittik. Eline bir kağıt aldı ve ''Bu kagıda iyice bak; ama gözünü bir yere dik ve oraya dikkatlice bak.'' dedi. Ben de baktım ve o beyaz saçlı kadını gördüm. Hoca: ''Gördüğün kadın bu mu?'' dedi. ''Evet'' dedim. Sonra hoca kağıdı aldı ve yırttı. ''Bu kadın kim?'' dedim. Hoca, ''Zamanı gelince söyleyeceğim.'' dedi. Bir ay kadar sonra dayımın oğlu beni istemeye geldi, beni dayımın oğluyla nişanladılar. Sonra yine rüyamda o kadın geldi. Bana, ''Sen evlenemezsin, sen oğlumunsun.'' dedi ve elimdeki nişan yüzüğünü çıkarttı. Uyandığımda yüzük elimdeydi. Sakinleşmeye çalıştım. Aradan bir ay geçti ve nişan bozuldu; çünkü dayımın oğlu, yani nişanlım trafik kazasında öldü. Kazadan altı aya yakın zaman geçti, herşey düzene girmeye başlamıştı ki yine o rüyalar başladı. Ben de gece yatağıma geldiğimde rüyamda o kadının geleceğini, aynı sözleri söyleyecegini biliyordum. Yatağıma uzandım, gözümü kapattım. ''Gel oğlunla evlenmeyi kabul ediyorum.'' dedim. Daha fazla dayanamayacaktım. Sonra uyudum ve kadın geldi. Bana ''Senin göz perdeni kaldıracağım ve bizi tam olarak göreceksin.'' dedi. Elini gözlerimin üzerinde gezdirdi. Olanları babama anlattım ve tekrar hocaya gittik. Hoca bana, ''Kızım, sana cinlerin rüzgarı değmiş ve senle evlenmek istiyorlar.'' dedi. Dua etti ve bana muska verdi. ''Boynunda taşı.'' dedi. Gece yatmak için odama gittim. Tam yatağıma uzandım, tepemde bir bayan gördüm, yataktan fırlayarak kalktım. Bana, ''Korkma, ben boynunda taşıdığın muskanın için burdayım.'' dedi. Ne kadar dua etsem de gitmedi. Olanları babama anlattım, babam da hemen hocaya gitti. Hoca, olanlara şaşırmış. Benim hiçbir şey görmemem gerektiğini söylemiş. O bayanı her zaman görmeye başlamıştım ama eskisi kadar korkmuyordum. Rüyalarımda rahatım artık. Beş ay geçti ve ben bunları yazıyorum. Bunları yazarken bile o bayanı görüyorum.

 

Hiç Ayakları Ters İnsan Gördünüz mü?

 

Edirnekapı Erkek Öğrenci Yurdu'nda kalan bir öğrenci sabah erken saatlerde hamama gidiyor. Hamamda birkaç kişi yıkanıyor. Çocuk, bir süre sonra çevresine bakıyor, kimse kalmamış; ama yan taraftaki bolümden hâlâ gürültüler geliyor. "Hamamın kapanmasına daha var demek ki." diyerek yıkanmaya devam ediyor. Yan taraftaki gürültüler giderek artınca merak edip bakıyor. Gördüğü manzara karşısında çocuğun aklı başından gidiyor. Sekiz-on kadar tuhaf adam, birbirlerine su serperek, eğleniyorlar. Adamların ayakları ise ters. Çocuk, korkuyla hamamdan kaçıp merdivenlere yöneliyor. İkinci katın merdivenlerinde düşüyor. Üç kişi, çocuğu kaldınp, "Ne oldu?" diye soruyorlar. O da hamamda gördüğü tuhaf adamlardan söz ediyor. "Hepsinin de ayaklan tersti." diyor. Bunun üzerine üç kişi birbirine bakıyor ve gülümseyerek, "Nasıl yani, bizimkiler gibi mi?" diye ayaklarını gösteriyorlar. Çocuk, o gün apar topar yurttan ayrılıyor.

 

Mezarın Üstündeki Tuvalet

 

Şimdi, şehrin birinde bir ev varmıs. Ev sahibi, kiralık baska yerde yaşarmış; yani o evde yaşamıyomuş. Ev, dışardan bakılınca cok güzelmiş. Her zaman çorap değistirir gibi evden de kiracı değişirmiş. Evin sahibi, sorar kıracılara, "Neden gidiyorsunuz efendim? Evimi mi beğenmediniz yoksa rahatsız eden birilerimi var?" Kiracılar, "Yok efendim, ev güzel de işte, evde huzur yok." demişler. Ev sahibi, "Nasıl yani huzur?" demis. "Evde birilerı dolasıyor. Geceyarıları ilginç giden birşey var. Tuvaletten falan acayip acayip sesler geliyor." demişler. Ev sahibi, anlamamış. "Nasıl yani?" demiş. Onlar da, git kendi gözünle gör." der. Ev sahibi, birgün gider bakar, birşey yok. İki gün gider bakar, birşey yok. Anlayamamıs durumu. Sonrasında bir kiracı daha gelir eve. Anlaşırlar ev sahibiyle, tamam der. Ama ev sahibi, önceki olan olayları söylemez. kiracı da hocaymış. Yani, din hakkında bilgisi çokmuş. Gece olur, hoca yatağa yatar. Uykuya dalar. Geceyarısı, acayip sesler duyar. Uyanır, çıkar bakar, ses tuvaletten gelırmiş. Hoca, tuvalete dogru gıderken orda bir adam çıkar karşısına. Hoca, tabii korkmaz. Hocaya sadece şu kelimeyi söyler: "Mezarımın üstünden tuvaleti kaldırın." "Ne tuvaleti, ne mezarı?" derken, adam kaybolur. Hoca, düşünür ve tuvaletin altında mezar olduğunu anlar ve yarına tuvaletı oradan kaldırır. Artık huzur, yerini bulmuştur.

 

Nasıl, Böyle mi?

 

Daha o zamanlar, fazla korkmazdım cin hikayelerinden. Yanılmıyorsam orta ikinci sınıftayım. Hep olur ya hani, yurtta anlatılır özellikle gece yarılarından sonra. Bizi de uyku tutmamıştı o gün. Herkes bildiğini anlatıyordu. Geceleri bizim yurt çok sessiz olurdu… Bir tıkırtı. Ürpermiştim. Anlatılan hikaye şöyleydi: Bir çocuk, zemin katta banyo yapar ve birini görür. Gördüğü kimseye yurtta daha önce hiç rastlamamıştır. Selam vermek istemiştir ama o da ne?? Arkadaşının bacakları tersti. Bildiğine göre cinler, insan kılığına girdiği zaman bacakları ters olur. O korkuyla merdivenlerden avazı çıktığı kadar bağırarak hocam hocam diyerek koşar ve hocayı bulur. der ki ‘Hocam, hocam…’ ‘Evladım, ne oldu niye bu kadar telaşlısın?’ ‘ Hocam, aşağıda ayakları ters olan birini gördüm.’ Hoca, hiç tavrını bozmaz ve soğuk bir sesle öğrenciye dönerek ‘nasıl böyle mi?’ (hocanın ayakları terstir.)

 

Oğlak Olayı

 

Küçükken Kıbrıs'ta idim. Bir gece teyzemlerde kaliyordum. Evin yanında koyunlar için bir ahır vardı. Gece, ''mee mee'' sesiyle uyandık. Teyzem, diğer teyzeme koyunlardan birinin dışarıda oldugunu soyledi. O da "Sakın bakma ona, kapat pencereyi!" dedi. Sonra ne konustular bilemiyorum; ama sabah olduğunda "Oglaktı o!" filan diyordu. Çok iyi bilirim, eskiden Kıbrıs'ta oğlak olayları cok olurdu. Yani bu ismi nerden bulup da koymuslarsa...

Dip notta verilen bilgiye göre, bu oğlak yada koyun kılığına giren cinmiş. Buna benzer bir olayı ben de duymuştum.

 

Samsun'daki Esrârengiz Olay

 

Samsun Orman İşletme civarındaki derenin yanında mağara vardır. Orda başımıza çok acayip bir olay geldi. 3 kişiydik. Bir müddet geçtikten sonra, arkadaşım Serkan mağaranın girişinde uçuşan ışıklar gördüğünü söyledi. Mağaranın içinden sesler gelmeye başladı. Arkadaşım Hakan hiç tereddüt etmeden mağaraya girdi. Hava iyice karardı ve yatsı ezanı okundu.

Hakan mağaranın içinde çakmak yakarak biraz da olsa etrafı aydınlattı. Daha sonra Hakan mağaradan çığlıklar atarak, ''Kaçın, çabuk kaçın!'' diyerek çıktı. On metre gidip durdu ve bana, ''Ömer, mağaranın içine ışık tut!'' dedi. Ben, Serkan'la beraber yaklaşıp çakmağı yaktım. Birdenbire iri yapılı, beyazımsı bir varlık bize doğru yürümeye başladı. Beyazımsı varlık üzerimize bizim hızımızda geliyordu. Ne yaklaşıyordu ne de uzaklaşıyordu. Ama yerden tahmini 30 cm kadar havada geliyordu. Ben, arkaya baktığımda hala peşimizdeydi. Daha sonra evlere yaklaştığımızda peşimizdeki varlığın yok olduğunu fark ettik.

 

Üç Harfli

 

Bazı insanlar vardır, cinlerin varlığına inanmazlar. İnanmadıkları gibi bir de dalga geçerler. Ben de bunlardan biriydim, tâ ki bu olay başıma gelene kadar. Ramazan ayındaydık ve ben bir cemaat evinde kalıyordum. Bu evde sesli bir şekilde müzik dinlemek yasak olduğu için kulaklıkla müzik dinliyordum. Evimizde son zamanlarda hep cinlerden bahsediyorduk. Ablamız onlardan bahsetmememizi söylemesine rağmen, onu dinlemeyip ''Kuran okunan yere gelemezler.'' diyorduk. Üstelik dalga geçip arkadaşlarla birbirimizi korkutuyorduk. Bir gece bütün arkadaşlar odalarına çekilmişlerdi. Ben ise kulağımda kulaklık, arkadaşımla birlikte oturma odasında oturuyorduk. Bir ara arkadaşım, telefonla konuşmak için odasına geçti. Ben, odada tek kalmıştım. Yüzüm balkona doğru bakıyordu. Bir ara balkon kapısının önündeki perdenin oynadığını gördüm. Kapıya doğru baktım, balkon kapısı kapalıydı.Sonra gözlerimi kapatıp müzik dinlemeye devam ettim.O sırada balkon kapısı açılmıştı ve perde havalanıyordu. Arkadasımın balkona çıktığını düşündüm ve arkadaşıma seslendim. Ses gelmemişti. Ayağa kalktığımda balkon penceresinden siyah birşeyin bana baktığını gördüm. Korkunç birşeydi. Pencereden bana bakıyor ve perdeyi aralıyordu. Sanki içeri girmeye çalışıyordu. Benim çığlıklarıma arkadaşım kosarak geldi ve ben donakalmıştım. Konuşamıyor, dua edemiyordum. O siyah varlığı gördüğümde besmele çekmeye çalıştım fakat olmadı. Hiçbirşey söyleyemiyordum. Bütün arkadaşlarım başıma toplanmışlardı. Kuran okudular ve ben kendime geldiğimde herkes halüsilasyon gördüğümü zannediyordu. Ta ki balkonun kapısını onlar da açık görene kadar. Sizlere tavsiyem, varlıklarına inanın ve yanınıza yaklaşamayacaklarını düşünmeyin. onlar her an yanınızda olabilirler.

--------------------

http://88.198.45.22/pic/g/gizliilimler/demon-cat.jpg

 

Cin ve Hayalet Hikayeleri 2

 

 

 

1994 Yılında Muğla Üniversitesi'nde Yaşanan Bir Olay

 

Ben de size başımdan geçen bir olayı anlatacağım. 1994 senesinde Muğla Üniversitesi'nde okuyordum ve üniversitenin bahçesindeki yurtta kalıyordum. Üniversite, şehirden 10 dakikalık bir mesafede, yüksekçe bir alana kurulmuştu. Kız ve erkek yurdu yanyana uzanıyordu. Kız yurdundan bir arkadaşım vardı.Gerçek ismini buraya yazmıyacağım. Kendisinden Sibel diye bahsedeceğim. Yurta sürekli garip olaylar oluyor. Geceleyin derinden gelen tefli çalgı sesleri duyuluyor; ama nereden geldiği anlaşılamıyırdu. Sürekli kafayı yiyenler çıkıyordu. Odalar, 6 kişilikti.Sibel'in oda arkadaşı her gece uykusundan, "Geldiler, geldiler!" diye çığlıklar atarak uyanıyordu. Rüyasında insana benzeyen ama bacakları keçi bacağı gibi olan kişilerin onu uyandırdığını söylüyordu. Kız, artık uyku uyuyamıyordu. Altı -yedi gündür uyumamıştı. Ne zaman göz kapaklarını indirse, o adamlar onu kolundan tutup karanlık bir çimenliğe doğru çekiyorlardı. Müzik sesleri, en çok Sibellerin odasından duyuluyordu. Tam da sabah ezanı zamanı. Günün ilk ışıklarla aydınlanmaya başladığı alaca karanlıkla da kayboluyordu. Çarşamba akşamı saat 23:00 civarında, Sibel'in arkadaşı, "Geldiler!" diye çığlık atarak yurdun üçüncü katından aşağı atladı ve öldü. Bu olay Hürriyet Gazetesi'nde yurtta intihar diye de çıkmıştı. Bunu üniversitenin büyük bir kısmı ve ben gördüm; çünkü ikinci öğretimler o saate dersten çıkıp durağa doğru yurtların önünden yürüyordu. Bu olay arkadaşımı çok sarstı. Uzun süre kendisine gelemedi. Yurtta cuma günleri banyo gününür. Saat 22'de başlar ve 23'te su soğuduğu için kendiliğinden biter. Sibel, saat 23'te banyoya gitmiş. Uzun bir koridor gibi ve sağlı sollu duş bölmeleri var. Yalnız kapısı yok, girişler perdeli. Sibel de benim gibi ikinci öğretim. Su bitmesin diye hemen yurda geliyor. Odaya gidiyor kimse yok. Hemen malzemelerini alıp banyoyo gidiyor. Banyoda 3 kabin dolu. 8 sağda 8 solda toplam 16 kabin var. Sibel de birine giriiyor ve duş alıyor. Su ılımış bile. Hızlıca banyo yapıyor. Yavaş yavaş, diğer kabinlerden gelen su sesleri kesiliyor. Su, buz gibi oluyor. Sibel, havluya sarılıp çıkıyor. Son kabinden hala su sesi geliyor; ama su buz gibi olduğu için Sibel, herhalde açık unutulmuştur diye kabine gidiyor ve perdeyi açıyor. Şok oluyor; çünkü belden aşağısı keçi bacaklı olan bir kız yıkanıyor. Sibel, "İmdat!" diye bağırarak odasına koşuyor. Odada diğer bir arkadaşı banyodan yeni çıkmış kurulanıyor. Olanları ona anlatıyor kız arkadaşı anlamsızca gülmeye başlıyor ve "Böyle mi?" diyerek birden havlusunu açıyor. Sibel, dona kalıyor; çünkü onun da bacakları keçi bacağı gibi!.. Çığlıklar atarak televizyon odasına kuşuyor. Diğer kızlar, onu sakinleştirmeye çalışıp odasına ve banyoya bakıyorlar; ama kimse yok. Daha sonra Sibel'in oda arkadaşı, diğer arkadaşlarıyla birlikte sinemadan geliyor. Son iki derse girmeyip sinemaya gitmişler ve daha yeni gelmişler. Kız arkadaşım, bundan sonra okulu bıraktı ve memleketi olan Manisa'ya giti.

 

Cin Düğünü

 

Merhabalar, ben Murat. 17 yaşındayım ve büyük dedemin başından geçen ilginç bir olayı anlatmak istiyorum. Dedem, köyde yaşayan bir insan olduğundan mısır unu yapmak için değirmene gitmiş. Fakat sırayla yapıldığı için dedem en sona kalmış ve gece değirmene gitmiş. Sabah 4 civarlarında, mısırı öğütüp eve dönmek icin yola koyulmuş.Ama yolculuğu sırasında yolda bir düğüne rastlamış. "Bu saatte düğün olur mu!" diye düşünmüş ve korkmaya baslamış. Bir süre sonra içlerinden biri, dedemin kolundan tutarak halayın içine almış. Oynamaya başlamışlar. Çuval da sırtında bu arada... Bir fırsat bulup dedem adamların ayaklarına bakmayı başarmış ve ayaklarının ters olduğunu fark etmiş. Korku içinde, çaresizce oynamaya devam etmiş. Bu arada aralarından bir kişi, dügün topluluğunun içine gelip ''Kara horoz ötmeye başladı." demiş. Sonra, hepsi dağılmaya başlamış. Dedem de sırtında yükün ağırlığı ve korkunun etkisiyle yere yığılmış. Sabah oldugunda kalkmış ve koşa koşa evinin yolunu tutmuş. Eve geldiğinde, olanları teker teker anlatmış. 3 gün boyunca yataktan kalkamamış.

 

Cin Efsanesi

 

Bu efsane, 80'li yıllarda dilden dile dolaşıyordu. Gazi Kız Öğrenci Yurdu'nda bir grup kız, eğlence olsun diye cin çağırmaya karar vermiş. Bir odaya toplanıp başlamışlar seansa. Cin çağırmadaki en önemli husus da, cini geri göndermekmiş. Kızlarımız cini çağırıp bi güzel eğlenmişler. Hatta dalga falan bile geçmişler, gülmekten yerlere yuvarlananlar olmuş. İşleri bitince cini göndermek istemişler; ama cin gitmiyomuş. Saatlerce uğraşmışlar. Sonunda cin gitmiş. En azından öyle sanmışlar. Gece yarısından sonra ise katlardan tuhaf tuhaf gürültüler gelmeye başlamış. O aralarda da bir sapık hadisesi yaşanmışmış yurtta. Cin olayını bilmeyen diğer kızlar, korku içinde gürültüleri yurt idaresine haber vermiş. Yine sapık geldi sanılmış ve yurt didik didik aranmış; ama bi'şey bulunamamış. Herkes, tekrar odasına çekilmiş. Ancak o tuhaf gürültüler, hala devam ediyomuş. Bu kez, polis çağırılmış. Bütün kızlar dışarı çıkarılıp bir de polis didik didik etmiş yurdu. Ama yine nafile. Hiiiç bi'şey bulunamamış. Bu esrarengiz gürültüler durmuyomuş. Cin çağıran kızlar, olayı kendi aralarında konuşurlarken birisi, "Yaa, yoksa bizim cin mi gitmedi mi, o çıkarıyor olmasın bu gürültüleri?" demiş. Aynı cini tekrar çağırmaya karar vermişler. Evet, gerçekten de önceki cin kendisiyle alay edildiği için gitmemiş ve cini kim çağırdıysa ancak o ikna edip gönderebilirmiş. Cini çağıran grubun başındaki kız, panik olmuş. Çok da iyi bilmezmiş bu işleri. Ertesi gün, bilenlerden cinlerle ilgili bi'şeyler öğrenerek cini göndermeye çalışmış. Ama o gürültüler durmamış. Cinin gidip gitmediği tam anlaşılamamış. Ancak o günlerde Gazi Yurdu'nun üst katlarından atlayarak intihar eden kızın, işte bu kız olduğu söyleniyormuş.

 

Cinle Tavla

 

Üniversiteye giden bir genç kız varmış. Birgün okuldan çıkışta arkadaşları, "Ruh çağıralım, cin çağıralım." demişler ve kızı ikna etmişler. Kızımız, burada arkadaşlarının şakasına kurban gideceğini düşünmektedir.

Klasik, bildiğimiz gibi fincana parmaklarını koyuyor 6-8 kişi ve "Ey ruh, geldiysen 3 defa vur." ile başlıyorlar. Gerçekten 3 defa vuruyor. Kız, inanmıyor halen. Sonra, "Buraya gelirsen sana sorular sorabilir miyiz?" falan diyip ikna edip odaya getiriyorlar. Herkes, onla korka korka konuşuyor. Sıra kıza geliyor. "Sen bana birşey sormayacak mısın?" diyor. "Ben, bunların baştan beri oyun olduğunu biliyorum ve gerçekte de öyle birşey yoktur." diyor kızımız. "İyi, senle karşılaşacağız." dedikten sonra merasim bitiyor ve herkes, o akşam dağılıyor. Akşam 11'de çıkıyorlar. Kız, halasının evine gittiğinde saat 12 oluyor. Halası, ona yemek hazırlıyor. Yemekten sonra da halasını da onu da uyku tutmuyor ve gece 3 'e kadar tavla oynuyorlar. Sabah 11'de kız uyanıp telefonunu açıyor kız. Babası, 10 dakika sonra arıyor. "Kızım bütün gece nerdesin sen?" "Baba, halamla akşam geç saatlere kadar oturduk." "Kızım, yalan söyleme! Dün akşam saat 11'de halan hastalandı. Onu geldik aldık. Gece 3'te halan vefat etti..." Kız, tabii gece kiminle tavla oynadığını , "Yeniden görüşüceğiz." diyen kişiye ait olduğunu anlıyor...

 

Çoban

 

Büyükbabam köyde oturduğu için, köyde her zaman olan şey ahır veya ağıldır. Bunları da otlatmak için bir çobana ihtiyaç vardır. Birgün, büyükbabam bir çoban almış yanına. Çoban da kamburmuş. "Sen, bu işi yapamazsın." "Yaparım." der demez büyükbabam bunu yanına almış. Büyükbabam, bunu işe aldığının 7. gününde, bu çoban rüyasında aynen şimdi anlatacaklarını görmüş.. 7 tane cin, bizim evin tam ortasında "Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..." diye kendi kendilerine oynuyorlarmış.Bizim çoban da, onlarla beraber oyuna katılıp "Çarşambadır çarşamba." diye oynamış. Cinlerin arasından birisi, demiş ki: "Bu, bizim sözümüzü dinliyor. Buna bir iyilik yapalım." demiş. Diğer cinler de "Tamam." der demez cinlerden biri, bu çobanın kamburunu düzeltmiş. Düzeltir düzeltmez, çoban uykudan kan-ter içerinde kalkıyor ve bir de bakıyor ki kamburu yok. Çok seviniyor tabii garibanım... Kamburu yok oldu ya, bunu anlatıyor işte büyükbabama. Ertesi gece, bu çoban tekrar yatağına yatıyor. Aynı rüyayı tekrar görüyor. Fakat bu sefer cinler, o günün perşembe olmasına rağmen yine,"Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..." oynuyorlarmış. Çoban, yine girmiş aralarına ve aynen şöyle demiş: "Tamam, dün çarşambaydı ama bugün perşembe. Hadi, perşembe diye oynayalım." Cinler, hiç oralı bile olmadan, "Çarşambadır çarşamba... Çarşambadır çarşamba..." diye oynamaya devam etmişler. Çoban iyice ısrar edince böyle yapalım diye, cinlerden biri aniden adamın yanına gelmiş ve,"Demek sen bizim dediğimizi demezsin ha! Al sana bir mahluk!" deyip tekrar eski haline, yani kambur haline getirmiş. Tabii sabah kalktığında da aynı eski haline dönmüş.

 

Evliyanın Yumruğu Sert Olur

 

Başımdan geçen ilginç olayı sizlerle paylaşmak istedim. 6 sene önce, askeriyede çalışıyordum. Bir akşam göreve gittik. Görev yerim, Bingöl -Sütlüce Köyü yakınında bir tepe. Ben, her zamanki gibi öncüydüm. Araçlardan indik. Ben önden, yaklaşık 4 saat yürüdük. Ortalık bayağı kararmıştı. Bölük komutanımıza sorduğumuzda bize bir açıklama yapmıyordu. Neyse, vara vara bir tepeye vardık. Ben giderken bir duvar yakınından geçtiğimi iyi hatırlıyorum. Neyse, biraz oturup mevzilerimizi yaptık. Daha sonra her mevziye 2 kişi gelecek şekilde girdik. Sayımız az olduğu için diğer arkadaşlarımı zor görüyordum. Aralar bayağı açıktı. Gece saat 1-3 nöbeti geldiğinde, arkadaşim beni uyandırdı. Ben de kalktım, nöbet yerine gittim. Nöbet yeri de mevzinin yaklaşık 7 metre falan uzagındaydı. Dedim kendi kendime, "Bir tuvalet ihtiyacını göreyim." Neyse, onu hallettim geri geldim. Hava da esiyor diye kafamı taşın arkasına biraz eğdim. Sen misin başını eğen! Bana bir taş mı yoksa yumruk mu, ne olduğunu anlayamadiığım sert bir sey, fena vurdu. Bir sıçradım, arkama bir baktım kimse yok. Gece görüşle diğer arkadaşlara bakıyorum, onlar uyuyor. Tek tek, herkese sordum; kimse birşey bilmiyor. Kaş yarık, surat kan içinde, bölük komutanına olayı anlattım. Bana neler yaptığımı sordu. Ona sadece küçük tuvalet yaptığımı, sonra da nöbet yerine döndüğümü anlattım. Bana, "Nereye?" dedi. Ben de gösterdim. Bana bir güldü. "Sabah, anlarsın" dedi. Sabah oldu, bir de ne göreyim: Önümüzde kocaman bir Yatır! Eski ismi tekke denilen, eski evliya mezarı gibi birşey. Meğer, her sene insanlar oraya adak kesmek için gelirmiş. Biz de emniyet için gitmişiz. Tabii bu arada benim kaş, oldu yumruk gibi şiş. Anladım ki dünya boş değil.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Falcı

 

1999 yazında gerçekleşmişti. Ben, bu tarihte Erdek'te bir otelin barında çalışıyordum. Bu nedenle geceleri geç yattığım için öğlen kalkıyordum. Yine böyle gece, geç saatlere kadar çalıştığım bir günün ertesi, öğlen saat 4 gibi kalktım ve her zaman yemek yediğim yer olan otelin karşısındaki büfeye gittim. Orada otelin güvenliklerinden biriyle karşılaştım ve beraberce bir masaya oturduk. Yemeğimizi yerken yanımıza benim arkamdan biri yanaştı ve aynen şu cümleyi söyledi: "Falına bakmamı ister misin?" Ben, bu lafın bana söylenmediğini düşünerek tostumu yemeğe devam ederken sesinden kadın olduğunu anladığım o şahıs aynı soruyu tekrarladı: "Falına bakmamı ister misin?" Bunun üzerine dayanamayıp arkamı döndüm. Ben de herkes gibi, döndüğümde o tipik falcı kılığındaki birini göreceğimi sandığımdan hızlı ve sinirli bir dönüş yaptım -ki bunun bir diğer nedeni o güne kadar fala inanmıyor olmamdı-. Kadınla göz göze geldik ve kadın az önce sorduğu soruyu benim ona herhangi bir şey söylememe fırsat vermeden yineledi: "Falına bakmamı ister misin?" Ben de üzerimde neden olduğunu bilmediğim o bir anlık şaşkınlığı atarak hızlı bir şekilde, “Hayır!” diyerek arkamı döndüm. Bunun üzerine yanımdaki güvenlik arkadaşımın kadına, "Benim falıma bak." dediğini duydum. “Duydum...” diyorum; çünkü o 3-5 saniye arası, sanki yaşanmamış gibi geliyordu. Arkadaşım, kolumu tutarak benim de baktırmamı, parasını kendisinin vereceğini söyledi. Ben de gayri ihtiyari, sanki bunu yapınca rahatlayacakmışım gibi kafamı olur anlamında salladım. İşte tam bu sırada falcı kadın, arkadaşıma onun falına bakmayacağını söyledi ve benim yanıma gelerek sanki bir “Rıdvan” (cennetin bekçisi) gibi tepemde dikildi. Bunun üzerine ben de ne istediğini, istediğinin para mı olduğunu sordum. Falcı kadın, aynen şunları söyledi: "Falına bakıcağım!" Ben de sanki bu bir oyunmuşçasına, "Niye?" dedim. Kadın, buz gibi donuk sesiyle, “Çünkü az önce istediğini söyledin." dedi. Az önce kaynağını bilmediğim, o irkilme sebebim gibi görünen kadın, bana bir anda çekici gelmeye başladı. Aklımdan "Neden olmasın ki, ne kaybedersin ki zaten." denen o en tehlikeli düşünce geçti. Falcı kadına, “Tamam.” dedim. Kadın, hiç duraksamadan yanıma oturdu ve kafasını yere doğru eğerek bana sağ elimi uzatmamı söyledi. Ben de biraz yaramazlık olsun diye aklımdan sol elimi uzatmak geçiyordu ki, falcı kadının ağzından beynimdeki tüm kanı donduran şu sözler döküldü. “Sakın ha, yanlış elini uzatmak gibi haylazca bir şey yapma!” İşte o an kendimi felç olmuş gibi hissettim. Oradan gitmek istiyordum; ama mümkün değildi. Ayaklarım, sanki yere mıhlanmış gibiydi. Ben, bu korkuyla karışık durumda sağ elimi kadına uzattım. Kadın, parmaklarımın arasına bir bezden sıktığı sıvıyı sürdü ve sağ elimi sol elimle kapattı. Sonra sanki bana acırmışçasına baktı. Ardından elimi açtı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı. Bir an sustu ve bana kelimelerine hiç aralık vermeden şunları söyledi: “Bir kağıt alacaksın ve bu seni büyük bir topluluğun içine sokacak. 3 gün içerisinde çok sevdiğin iki insanı kaybedeceksin. Şu an sıkıntıların var; ama yarın bunların hepsi sona erecek. Annen, çok uzaklardan bir haber alacak." Ve en son söylediği söz ise şuydu: "2 abinden büyük olanı, küçük olanından daha uzak bir yere gidip sizden ayrılacak." Olayın hikaye kısmını geçerek size o hafta olan olaylardan bahsedeyim. 2 gün sonra üniversite sınav sonuç kağıdım geldi ve ben artık bir kalabalığın içinde olmaya hak kazanmıştım. Bundan bir gün sonra, kuzenimin intihar ettiği haberini aldık ve aynı gün dayım, kalp krizinden öldü. Ortanca abim, aniden askere gitmeye karar verdi ve diğer abim de üniversite için Avusturalya'ya gitti. Ben, bu olayın üzerinden yaklaşık 3 yada 4 ay sonra tesadüfen tekrar Erdek'e gittim. Aklıma bu kadın geldi ve aramaya karar verdim. Ancak tüm aramalarım boşa çıkmıştı ki, son bir kez uğradığım benzin istasyonundakilere sorarken birisi bana, o kadını tanıdığını ancak o kadının yaklaşık 3 sene önce öldüğünü söyledi. Benim o anki halini tarif edemiyeceğim için bu tarifi size bırakıyorum. Daha sonra adama olayı anlattım.Adamın bana inanmamış olduğunu anlasam da, kadının yaşadığı yeri bilip bilmediğini sordum. Bana kadının evini tarif edebileceğini söyledi. Ben, tarif doğrultusunda eve gittim. Ancak gittiğim yer, bir ev değil harabeydi. Yanmış, yıkık dökük içinde, şarap içenlerin olduğu yıkıntı bir yerdi. Ben, evin içine girdim, biraz dolaştım. İçerde şarap içen insanlara böyle birini görüp görmediklerini sordum. Kimse görmediğini söyledi. Ben de ümidimi kesmiş evden tam ayrılacağım sırada, az önce çıktığım merdivenlerin üstünde kadının benim elimin üstüne sıktığı bezi gördüm. Diyeceksiniz ki aynı bez olduğunu nerden biliyorsun. Çünkü o günden sonra, sağ elimdeki koku hiç çıkmadı!

 

Garip Yılbaşı

 

2003 yılının yılbaşı gecesiydi. Gayet soğuk bir havada eve doğru gidiyordum. Markete uğradım. İçki, çerez, sigara aldım. Yolda yürümeye başladım. Yola şöyle bir baktım, son derece ıssız ve sessiz oldugunu gördüm. O anda bir şeyler olacağını sanki anlamıştım. Yolun iki yanı agaçlarla çevriliydi. Son hızla yolda yürümeye basladım. Karımın işyerinden arkadaşları, ailesiyle yılbaşı kutlaması yapacaktık. O insanları sevmiyordum. Zorla ayaklarım beni eve götürüyordu. Misafirlere katlanmamın tek sebebi, yılbaşını mutlu bir şekilde geçirmek istememdi. Yolda hızlı bir şekilde ilerlemekteydim. Yol, çok karanlıktı. Ansızın silah patlaması gibi bir ses geldi. Yukarıya baktım. Parlak bir ışık, sanki her saniye büyüyerek üzerime geliyordu. Ben de giderek küçülüyordum sanki. Ve o ışık bir an söndü. Kurtuldum diye rahatladım, koştum eve doğru. Bir de ne göreyim: Saat, sabaha karşı 5 olmuş. Hanım, beni kapıda karşıladı. Kan-ter içindeydim. sanki kıtalar arası koşmuş gibiydim. Hanım, cilveli bir sekilde, "Nerdeydin,sabaha kadar bekledim. Çok meraklandım." dedi... Bu olay, bir süredir kafamı karıştırıyor. Size yazayım dedim.

 

Gece Gelen

 

74'e 4 askerliğimi Kıbrıs'ta yaptim. Askerliğimin bitimine 5 ay ya vardı ya yoktu. Saat 24 devriye nöbetim vardı. Tamer Onbaşı'yla nöbet yerlerini gezerken, bakım çadırının ordan alarm verildi. İki nobetçi de son gaz tabur binasına koşuyordu. Ani müdahele mangası, biz ve nöbetçi komutanlar da hemen olay yerinde bittik. İlk başta Rumlar sızma yapti zannettik, çünkü tam sınırdaydik. Fakat hçc birsey yoktu ortada. Askerler cağrıldı. İkisi de çadırda uyuduklarini itiraf ettiler; ama uyandirilis sekilleri ilginçti. Çadırın taşlandığını, dışarı çıktıklarında da taşların hala arkalarından atıldığını ve 100 metre koştuktan sonra önlerine bir kadın yerde bagdas kurmuş, feryatlar içinde, "Yavrum, yavrum..." diye bağırdığını ifadelerinde söylediler. Daha sonra duyduklarım, daha da urperticiydi. Bunun ilk defa olmadığını, nöbet esnasında uyuyanların birçok kez bu şekilde uyandırıldıklarını çok komutandan duyduk...

 

Kahverengi Pijamalı Adam

 

Bunu bana teyzem kendi anlatmıştı.Dedem öldükten (daha doğrusu gömüldükten) sonra, teyzemler komşularıyla ona Kur'an okuyorlarmış. Bu arada bir komşusu, dua ederken karşı koltuğa bakıyormuş. Teyzem de bir yandan dua okuyup, bir yandan etrafına bakıyormuş. Teyzemin komşusu, dua ederken birden donakalmış. Kadın, koltukta geri geri gidiyormuş ve bembeyaz kesilmiş. Teyzem, duayı bitirdikten sonra kadının yanına gidip ne olduğunu sormuş; fakat kadın konuşamıyormuş. Teyzem, kadını dürttüğü anda kadın duayı bitirmiş. "Amin." deyip yüzünü sıvazlamış ve hemen ağlamaya başlamış. Teyzem, kadına "Niye ağlıyorsun?" dediğinde kadın, şok edici cevabı vermiş: ''Koltukta kahverengi pijamalı bir adam oturyordu, o da dua ediyordu. Adam, duayı bitirip kafasını kaldırınca baban olduğunu anladım.'' demiş. Kadın, devam etmiş: ''Kafasını kaldırdığında gülümsüyordu. Sonra bir anda kayboldu.'' Dedem, hastanede diyalize bağlı yaşıyordu ve son sözü ''Diyaliz.'' oldu. Hastanedeyken sürekli kahverengi pijama giyerdi. Teyzemin komşusu ise, dedemin ziyaretine hiç gitmemişti.

 

Mezar Ziyareti

 

Bundan bir yada iki ay önceydi. Mersin'de oturduğumuz için Mersin`in yerlileri olarak yaz geldi mi yaylaya gideriz ki serin havalarda rahat olalım diye. Bu yaz, yine yaylaya gitmiştik. Bizim ev, Namrun(Çamlıyayla)'da ve en guzel yerinde. Yalnız tek kötü yanı, evin yanında bir mezarlık vardı ve bazı geceler, mezarlığa bazı insanlar gelirdi. Olaylar şöyle başlamış: Bundan yıllar önce, bir araba dolusu genç, sürat denemeleri yaparken önlerine bir-iki çocuk çıkmış. E, bunlara çarpmışlar. Fakat ani manevra yaptıkları için, hem çocuklar ölmüs, bunlar da yol dışına çıkıp bir ağaca çarpmışlar. Bu gençler, birer yıl arayla ölmüşler. Her yıl, her ay, kazanın gerçekleştiği gün ve saat vakti gelince, mezarlığa gelirlermiş. Bunları bana köyün imamı anlattı. Yine bir gece, onları izliyordum ve birinin bana baktığını hissettim. Perdeyi hemen kapadım ve yatmak icin karımın yanına gittim. Ertesi gün, arabamın camının kırık olduğunu gördüm. Ama hiç bir yerde, cam parçası yoktu. Ertesi gece, yine izledim ve bu sefer iki tanesi bana bakıyordu. Çok korkmuştum . Ölenlerin ruhları için Fatiha okudum, dua ettim olmadı. Sabah kalktığımda, arabamın üstünde bir hırka buldum. Bu, o gün kazada ölen cocuklardan birine aitmiş. Aradan bir kaç gün geçti ve mezarlığa gittim. Mezarlarının üzerinde iki tane kutu vardı. Birinin üstünde benim arabanın kırılmış camları, birisinde ise benim saçlarım. Bu olayı hocaya anlattım. "Oğlum, sen büyük günah işlemişsin. Bu yaptığına kızmış olacaklar' dedi. Eve gittigimde, gördüklerim beni dehşete düşürdü. Arabamın el freni çekilmis ve mezarların üzerine itilmişti. Kapıların kilitli olduğundan adım gibi emindim. Anahtarlar cebimdeydi ve camları yaptırmıştım. Arabamsa, o iki çocuuun mezarlarının üstünde duruyordu. O günden sonra, bir daha ailemle oraya gitmedim

 

Mezardan Gelen Ses

 

Bir aile; anne, baba, bir kız ve erkek, bunlar evlerinin yanması sonucu ölmüşler. Hepsini aile olarak yan yana gömmüşler. Fakat her geceyarısı, mezarlıktan ilginç sesler geliyormuş. Bu, orada yaşayan birçok kişi tarafından duyulmuş, Sonra içlerinden bir tanesi, o seslerin nerden geldiğini anlamak için geceyarısı mezarlığa gitmiş. Yine başlamış sesler. Sanki kavga sesleri gibiymiş. Adam, seslerin geldiği yöne gitmiş ve sesler, o ailenin mezarından geliyormuş.Sonra mezarı kazıp bakmaya karar vermiş. Halk, mezarı açtıklarında çok ilginç bir manzarayla karşılaşmışlar. Annenin olması gereken yerde kız, erkek çocuğun olması gereken yerde de baba yatıyormuş. Herkes şaşırmış. Bunları yine eski yerlerine koymuşlar ve mezarı kapatmışlar. Fakat kavga sesleri, bitmek bilmiyormuş. Tekrar açıp bakmışlar, yine aynıymış manzara bu kez Düzeltmemeye karar vermişler. Sadece mezar taşlarının yerlerini değiştirmişler. O günden sonra, bir daha hiç ses gelmemiş.Oradaki halka göre o sesler, o ailenin yaptığı yer kavgasının sesleriymiş...

 

Mezarlıktaki Gelin

 

Bir akraba düüününden dönen Kemal ve arkadaşı Recep, 20 Kasım akşamı, yaklaşık 00.30 sularında, şehir mezarlığından otomobille geçiyorlardı. Her iki tarafı mezarlık olan, dar bir yoldu geçtikleri. Aniden soldaki duvarın üstünden, arabanın önüne beyaz bir şey atladı. İki arkadaş, bunun beyaz bir köpek olabilecegini düşündü. Ancak normal şartlarda ona çarpmaları gerektiği halde, her ikisi de çarpma sesi duymamış ve çok şaşırmşlardı. Arabayı durdurup arkalarına baktılar ama hiçbir şey görmediler. Her ikisi de, garip bir şeyler olduğunu fark etmişlerdi. Mezarlıktan çıkmalarına çok az kalmıştı ki, aracı kullanan Recep, bir çığlık attı. Dikiz aynasından bakıyordu. Bunun üzerine arkaya dönüp bakan Kemal, arka koltukta oturan gelinlik giymis bir kadın gördü. Kadın, sessizce iki arkadaşı izlemekteydi. Büyük bir korkuya ve telaşa kapılan arkadaşlar, mezarlıktan nasıl çıktıklarını ve arabadan nasıl indiklerini hala hatırlamıyorlar. Ön cama yapışmış bir şekilde arabayı durdurdular; fakat kadın artık orada değildi. Bunun üzerine olayı araştırmaya başlayan Kemal, aynı gün ölen bir kadın olduğunu öğrendi. Kadın, yakın bir köyde yapılan düğününden dönerken, trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Ve öldüğünde üzerinde gelinliği vardı. Ölen kadının yakınlarını ziyaret eden Kemal, kadının aynı kadın olup olmadığını öğrenmek istedi. Gittiği evde kendisine bir fotoğrafı gösterildi. Fotoğraftaki kadın, o gece otomobilin arka koltuğunda gördügü kadındı. Ölen kadının yakınları da olaya şaşırdılar. Bir daha o mezarlıktan geçemeyen Kemal ve arkadaşi, olayı bir süre daha irdelemelerine rağmen, o gün ölen kadının neden onlara gözüktüğünü öğrenemediler

 

Misafir Cinler

 

Çok güzel birgündü. En sevdiğim arkadaşlarımı evime çağırmıştım. "Beraber çay içeriz, oturup dertleşiriz." diye düşünmüştüm. Beklemeye başladım. Tabii boş durmuyordum. Müzik dinliyor, günün keyfini çıkarıyordum. Olacaklardan habersizdim. Her zamanki gibi, fondaki müzik her ne kadar hareketli de olsa içimde birşeyler oluyordu. Gündüzdü ama karanlıklar hissediyordum. Kapı çalındığında korkmadım desem yalan olur. Gelenler onlardı: arkadaşlarım. "En sonunda geldiniz." deyip eve konuk ettim onları. Bir kenara oturdular. Gülüp eğleniriz diye gelmişlerdi; ama suskunlardı. Konuşturmak için çok çalıştım ama çabalarım boşunaydı. İçeceğimiz bir bardak çayın bizi neşelendirebileceğini düşünüp oradan çay getirmek üzere ayrıldım. Garipti; çünkü birbirleriyle bile konuşmuyorlardı. İçimi tarifsiz duygular kapladı. Neler oluyordu acaba? Yanlarına çaylarla geldiğimde ikisi birden bana öyle bir baktılar ki, gözlerinde nefret vardı. Havayı dağıtmak istedim yine sustular. Tam o esnada arkadaşım, çayını upuzun tırnaklarıyla karıştırmaya başladı. Tırnaklarını gördüğüm an, üstüme sanki kaynar sular boşandı. Korkuyordum nasıl uzaklaşabilirdim... (Cinler insan kılığına girdiklerinde ya tırnakları uzun olur yada vücutlarının bir bölümü farklı olur) Son çırpınışlarımdı. Kaçmalıydım. Tam o esnada, bugüne kadar sesine sinir olduğum kapı zili, bana en güzel şarkılar gibi gelerek çaldı. "Müsadenizle..." diyip kapıya yöneldim. Sessiz durmaları, beni korkutmuştu; ama kapıyı açmak son çaremdi. Kapıya yöneldim. Kapıda abim vardı. Hızla olayı anlattım. "Hadi gidelim. Çabuk olmalıyız, kaçmalıyız." dedim. "İçerde cinler var." "Nerden anladın?" dedi. Kısaca önemsemeyerek, "Uzun tırnakları vardı." dedim. Abim, hızla yüksek sesle tırnaklarını gösterip, "Böyle mi!" dedi. O anda bayılmışım. Sonra geciken arkadaşlarım geldiğinde beni ayıltılar.

 

Onunla Karşılaşmak İstemezsiniz

 

1975 Haziran ayının başında bir olay yaşadım. Tam olarak ne olduğunun yorumunu hala yapmadım; ama benzer olay yaşayan biriyle karşılaşmak isterdim. O gün, her zamanki gibi büyükannem ve dedeme gitmiştim. Akşam üstü eve gitmek için kalktım. Dedem, eski tip asansörün kapısını açmak için anahtar aramaya koyuldu. Sabredemedim, en üst kattan merdivenlerden indim. Birinci kat merdivenlerine geldiğimde inerken apartmanin tamamen cam kapısında dıştan içeri doğru bakan fötr şapkalı bir adamın durduğunu gördüm. Olağan bir şekilde ilerleyip kapıyı açıp çikacaktım; ama adam yerinden kımıldamıyordu.Çekilip bir türlü yol vermedi. Döndüm baktım. Adamın arkasından batan güneşin kuvvetli ışığında yüzünü göremedim. Sadece sülieti gözüküyordu ve oldukça iri yapılıydi. Kenara çekilip bekledim girsin de ben çıkayım diye, gene çekilmedi. Kötü niyetli veya bana şaka yapan biri mi olduguna karar veremedim. Adını koyamadığım bir şekilde, sanki içim üşüyor ve ürperiyordum. Geri dönüyormuş gibi yaparak bir üst katta beklemeye başladım. Eve çıkıp dedemi de üzmek istemiyordum. Adam en az on dakika aynı noktada kımıldamadan durdu. Sonra kapıyı açtı, içeri girdi. Ben de durduğum yerden eğilirsem yukardan görebiliyordum. En sonunda gidiyor diye sevindim. Bir baktım ki adam robot gibi yürüyor. Asansörün önüne geldi. Aynı şekilde hiç kıpırdamadan on dakikada orada durdu. Ne oldugunu anlayamıyordum. Yukardan eğilerek kaçamak bakışlarla inceliyordum. Yaz olmasına rağmen kışlık elbise ve şapka vardı. Ayakkabıları bağcıklı, subay ayakkabısı şeklindeydi. Şapkadan yüzünü göremiyordum. İki basamak indim ve iyice eğilip yüzünü görmeye çalıştım ve şok oldum. Gözlerini göremedim ama yüzü porselen tabak gibi beyaz ve parlaktı. Artık panik oldum. Adam, o anda elini robot gibi yavasça kaldırdı, asansörün düğmesine bastı. Oh! Gidiyor derken elektrikler kesildi.

Adam, birden merdivenlere yöneldi, ben de yukarı doğru fırladım. heyecandan hızlı çıkamıyordum. Kesildim. Bana yetiştiğini görünce telaşlandım ve merdivenden yuvarlandım. Hiç gözümü açmadan bir süre oturdum. Yanıma geldiğini hissettim. Ağlamak istiyordum. Birden elektrik geldi. Gözümü açtım, kimse yok. Önünde oturduğum kapının ardında bir köpek havlıyor, karşi kapıdan anne-çocuk sesleri geliyor. Daha önce hiç ses olmadığını fark ettim.Ertesi gün tekrar geldim. Dedem, balkonda yarım saatten fazla beklediğini, ama benim çıktığımı görmediğini, merdivenlerden seslendigini ama cevap alamadığını söyledi. Ona dış kapıda duran şapkali biri olup olmadığını sordum. Bulundugu noktadan tüm kapı görünür; ama hiç kimseyi görmediğini söyledi. Ben de normal bir olayı kendim değişik yaşadım diyerek yıllarca kimseye anlatmadım. Yıllar sonra bir kitapta, aynı bu şekilde giyinmiş beyaz yüzlü, robot gibi yürüyen , gelince elektrik kesintisi olan varlıkların insanları ziyaret ettiklerini okudum. Bunun öyle bir olay oldugunu zannediyorum. Bir daha olmadı.

 

Otostopçu

 

Adamın biri, bir cumartesi gecesi evine dönüyomuş. Birden 15-16 yaşlarında sevimli bir kızın yolun kenarında otostop yaptığını görmüş. Adamın da aynı yaşlarda iki kızı varmış. Hemen arabayı kızın yanına yanaştırmış, “Gece yarısı böyle ıssız bir yerde n’apıyosunuz Allah aşkına? Bu saatte otostop mu yapılır?” demiş. Kız, “Uzun hikaye. Rica etsem beni evime götürür müsünüz? Buraya çok yakın. Bu iyiliğinizi ömür boyu unutmam.” diyerek arka koltuğa oturmuş. Kızın üzerinde cicili bicili, hoş bir elbise varmış. Evinin adresini vermiş. Gerçekten de yakınmış ev. Adam eve vardığında önünde durmuş, “İşte geldik küçük hanım.” diyerek arka koltuğa dönmüş; ama arkada hiç kimse yokmuş. Gözlerine inanamamış tabii. Hemen arabasından inip evin kapısını çalmış. Beyaz saçlı, çok yorgun görünen yaşlı bir kadın açmış kapıyı. Adam heyecanla, “Bana inanmayacaksınız ama yoldan küçük bir kız aldım. Bana buranın adresini verdi ama tam geldiğimizde...” Yaşlı kadın, adamı susturmuş: “Biliyorum, biliyorum.” demiş. “Sonra da ortadan kayboldu değil mi? Bu başımıza ilk defa gelmiyor. Her cumartesi akşamı, aynı şey olur...” Meğer, kız bir cumartesi gecesi diskodan dönerken trafik kazası geçirmiş ve oracıkta ölmüş. Şimdi her cumartesi gecesi, kazada öldüğü yerden otostop yapıp evine gelmek istiyomuş; ama bunu bugüne kadar başaramamış. Kadın bunları anlatırken adamın gözü piyanonun üzerindeki kızın fotoğrafına ilişmiş. Evet, kız aynı kızmış ve üzerinde de aynı elbise varmış.

 

Ölüler Sayılmaz

 

Birgün, üniversiteli beş kız, cin çağırmaya karar verirler. Çağırmak için hazırlıklar tamamdır. Seans başlar, cin gelir. Neyse, ertesi günlerde bu cin onlara musallat olur. Kızların gitmediği hoca kalmaz. Birgün, bir hoca tavsiyesiyle cini tekrar cağırırlar. Kızlardan birini dolaba saklarlar. Cin'e, "Kaç kişi olduğumuzu bilemezsen peşimizi bırakacaksın." derler.(dolaptakiyle 5 kişidirler) Cin, "4" der. Kızlar, sevinirler. "Bilemedin. Bir arkadaşımız dolapta." derler. Cin'in yanıtı: "Arkadaşınızı heba ettiniz Peşinizi bırakmayacağım." der. Kızlar, "Nasıl yani?" derler. Cin, "Ölüler sayılmaz. 4 kişisiniz." Kızlar, dolabı actıklarında o kızın kafasız bedeniyle kaşılaşırlar. Cin ise hepsine iğrenç oyunlar düzenlemektedir. Hepsi de tımarhanede, korkunç bir sekilde hayatlarını kaybederler...

 

Siste Önümüze Çıkan Kediler

 

Gençken, anneannemin evinde kedi ruhları görürdüm. Benim de Yoda isminde bir kedim vardı ve birbirimize çok yakındık. Birkaç yıl önce, Cadılar Bayramı'nda Yoda, o zamanlar ki erkek arkadaşım Jeff ve ben, bazı arkadaşlarımızı görmek için Kuzey’e gidiyorduk. Jeff, yolun yarısında kedim yüzünden mola vermek zorunda kalınca çok kızmıştı ve Yoda da arabadan kaçmaya çalışmıştı. Yoda, ikinci kez kaçmayı deneyince Jeff onu sertçe yakalayıp arabanın içine atmıştı. Ne yazık ki Yoda’nın burnu, hafif de olsa yaralanmıştı. Jeff’e bu davranışından dolayı çok kızmıştım. Yoda da ben de kızmış olsak da Kuzey’e doğru yolculuğumuza devam edecektik. Hava çok karanlıktı ve her yer sis içindeydi. Yolda giderken birden karşımıza yolun ortasına oturmuş kediler çıkıverdi. Hareket etmiyorlardı ve biz de mecburen durmak zorunda kaldık. Jeff, onların yanından her seferinde geçmeye kalktığında kedilerden bir kaçı arabanın önüne yönelip tekrar yola oturdular. Jeff, 7-8 kere benzeri denemelerde bulundu; ama sonuç hep aynıydı. Sonunda Jeff, yüksek sesle, “Tamam, mesajı aldım.” diye bağırdı. Yola baktık. Kediler yolda değillerdi...

Taksici

 

Bir gece Ali adındaki bir taksici, ekmek parasını kazanmak için geç saatlere kadar çalışmış. 4-5 tane müşterisini istedikleri yerlere bırakmış. Fakat o gece hava oldukça yağmurluymuş. Ali, tam eve gidecekken kaldırımda bir kadın görmüş. Ali de kadını evine bırakmak için arabasına almış. Daha sonra Ali Kadına şöyle söylemiş: "Sizi nereye bırakmamı istersiniz?" Kadın ise: "Hayalet Kasaba." demiş. Ali de biraz düşünmüş. İçinden ’’Bu kasaba yıllar önce bir depremde yıkılmıştı. Peki bu kadını oraya nasıl bırakacağım?’’ diye geçirmiş. Daha sonra kadının gözlerine bir bakmış. Çok şaşırmış; çünkü kadının gözleri kırmızıymış. Kadının bir cin olduğunu anlamış ve içinden Kelime-i Şahadet getirmiş. Cin ise bunu anlayıp hemen Ali’ye, ‘‘Dur!’’ emri vermiş. Ali ise, arabayı durdurup kadına:

"Niçin arabayı durdurmamı istediniz?" demiş. Kadın ise: "Ben bir cinim. Sana bir uçurumu, Hayalet Kasaba olarak gösterecektim. Sen de ölecektin. Ama içinden Kelime-i Şahadet getirip beni etkisiz halde bıraktığın için ölmeyeceksin." demiş ve oradan uzaklaşmış.

 

Undula Mezarlığı

 

Olay, geçen yüzyılın başlarında, Basmalkap'ın ücra bir kasabası olan Undula'da gerçekleşmiştir. Undula'nın bildiğiniz taşra kasabalarından bir farkı yoktur. Halk gündüzleri rutin işleriyle uğraşır. Akşamları herkes evlerine çekilince ortalık sessizleşir. Çok sıkıcıdır. Kış, dişlerini göstermeye başlamıştı. Hava rüzgârlı ve yağmurluydu. O gece, kasabanın barı tenhaydı. Demircinin kalfası Bot Mandaval, iki genç arkadaşıyla bir köşede oturmuş piyizleniyordu. Ordan burdan konuşuyor, ara sıra da gülüşüyorlardı. Gece ilerledikçe, mevzular tükendi. Geyik faslı başladı. Gençler, cesaret konusuna girmişlerdi. Mandıracının oğluyla, kumaşçının tezgahtarı birbirlerine girmişti bile! O arada Bot, biraz sonra geleceğini söyleyerek kalktı gitti. Az sonra elinde demir bir kazık ve çekiçle döndü. ''Bakın! Ben şimdi gidip bu kazığı Bady Badala'nın mezarına çakıp geleceğim!'' dedi. Aklınca en cesaretlinin kendisi olduğunu ispat edecekti. Yaşlı Bady Badala, geçen hafta ölmüştü. Bot, ona her zaman şakalar yapar, çok kızdırırdı. Undula Mezarlığı, kasaba dışında, insanların gündüz bile mecbur kalmadıkça geçmedikleri, uğursuz saydıkları bir yerdi. Arkadaşları, Bot Mandaval'ı gitmemesi için caydırmaya çalıştılarsa da fayda etmedi. Bot, pardesüsünü giydi, çekiçle kazığı alarak yola çıktı. Yağmur hızla yağıyor, rüzgâr ıslık çalarak esiyordu. Bot, mezarlığa yaklaştıkça korkmaya, kalbi küt küt atmaya başlamıştı. "Neden bu işe kalkıştım!" diye kendi kendine kızıp küfrediyordu. Bir an önce şu kazığı çakıp hemen bara dönmekten başka birşey düşünmüyordu. Daha geçen hafta geldiği için mezarın yerini kolayca buldu ve aceleyle kazığı mezara çaktı. Bu arada arkadaşları, Bot'un mezarlığa gidemeyip, yarı yoldan geri döneceğini konuşup gülüşüyorlardı. Ama aradan epey zaman geçip de Bot'un hala gelmemesi üzerine endişelenmeye başladılar. Bot, kazığı çaktı ve hemen arkasına dönüp oradan uzaklaşmak istedi. Ama o ne! Yerinden kıpırdıyamıyordu. Bady'ye yaptığı tatsız şakalar hızla aklından geçti. Bady, Bot'u sımsıkı tutmuş bırakmıyordu. Bot'un kalbi patlamalı motor gibi atıyordu. Korkudan dönüp arkasına da bakamıyordu. Şafak söküyordu. Bardakilerin merakı had safhaya gelmişti. Erken kalkmış kasabalılarla mezarlığın yolunu tuttular. Kasabalılar, önce mezarlıkta kimseyi göremediler; ama Bady Badala'nın mezarına yaklaştıklarında karşılaştıkları manzara korkunçtu. Zavallı Bot Mandaval'ın gözleri yuvalarından fırlamış, yerde cansız yatıyordu. Uzun süre tırmalamaktan toprakta çukurlar oluşmuştu. Evet, Bot kazığı çakmıştı çakmasına ama aceleden pardesüsünün eteğini de beraber !!!

--------------------

http://88.198.45.22/pic/g/gizliilimler/grudge-7.jpg

 

Cin ve Hayalet Hikayeleri 3

 

Cinli Ev

 

Birgün, işten eve geldiğimde annemi ağlarken gördüm. "Hayırdır anne, ne oldu?" dedim. Bana, "Kardeşin... Kardeşine bak, delirdi sanki..." diye korku dolu gözlerle bakınca yerimden fırlayıp kardeşimin bulundugu odaya girdim. Bana tuhaf gelen hiçbir şey fark etmedim. "Ahmet, birşey mi var kardeşim?" dedim. Bana, "Hayır abi, gayet iyiyim." dedi. Ben de fazla üstüne gitmek istemedim.

 

Ertesi gün yine eve geldiğimde, merdivenleri çıkarken sanki bizim evin kapısı uzaklaşıyormuş gibi tuaf bir korkuya kapıldım. Tam ne oluyor diye düşünürken, annemin çığlığını duydum. Hızlı adımlarla evin kapısına ulaştım. Elimi cebime atıp anahtarlarımı bulmaya çalıştım.

Birden içerden annemin hıçkırığının dışında, hırıltılı ama insana ait olamayacak bir ses duydum. Bunu duyunca, evde biri acaba anneme mi saldırıyor diye düşünüp eve hışınla girdim. Annem ve küçük kardeşim, holde bana bakıyorlardı. "Anne, ne oldu?" dedim. "Yine Ahmet çıldırdı. Küçük kardeşin Füsun'la bana saldırdı." Çok sinirlenmiştim. Ya annem bana yalan söylüyor, yada kardeşim delirdi diye düşünmeye başladım. Annemin suratına tekrar baktığımda, korku dolu gözlerle yine karşılaştım. Füsun da çok korkmuştu; ama hala şaka yapılıyor sanmıştı. (Füsun 5 yaşında)

 

Sinirlenmiştim. Tam hızla Ahmet'in bulundugu odaya girecekken, Ahmet birden kapıda belirdi. (İnanırmısınız, ufak kardeşimden ilk defa ürkmüştüm.) Bana bakıyordu sanki düşmanca. Sonra arkasını dönüp odasına girdi. Peşinden gidip "Ahmet!" dediğimde tekrar bana bakıp, "Beni rahat bırak abiiiiiiii!" diye bağırdı. Sinirlenmiştim. "Seni öldürürüm oğlum! Babam, az sonra gelecek. Ya anlatırsın herşeyi yada çok fena olacak. Babama anneme saldırdığını söylerim." "Tamam abi ama bana biraz zaman ver. Sana herşeyi anlatacağım." dedi. İlk defa kardeşimin bana yalan söyledigini hissettim.

 

O gece, herkes yatmıştı. Ben de kardeşimi izlemeye başladım. Odasına gittim, baktım uyuyordu. Tam arkamı dönmüştüm ki, sanki içimden bir ses, "Kardeşin sana bakıyor!" dedi ve aniden döndüm; ama bakmıyordu. Sonra, "Lan oglum, manyak mısın!" dedim kendi kendime. O gece yattım ama ne yatış! Sabaha kadar uyuyamadım. Sanki gözümü kapatınca Ahmet yanımda... Acıyorum. "Yok arkadaş, bu böyle olmuyacak." dedim. "En iyisi mi, yarın tüm günümü kardeşime ayırayım, onu sesizce takip edeyim." dedim.

 

Sabah olmustu. Ben, erken kalktığım için, anneme, "Ben, saat 10 gibi dönerim." deyip çıktım. Ahmet de uyanmıştı. Bana candan yakın olan kardeşim, şimdi çok uzaktı. Yanıma bile gelmedi. Tam çıkarken, "Gece iyi uyudun mu?" dedi. irkilmiştim. Ona bakmadan hemen çıktım ve kahveye gittim.

 

Saat 10'a gelince eve hızlı adımlarla vardım. Sessizce mutfağa girdim; çünkü ordan kardeşimin odası gözüküyordu. Beni görmesin diye, daha önceden mutfağın perdelerini sıkı sıkı örtmüştüm. Sadece minik bir delik kalacak şekilde bırakıp, odayı tamamen görür bir haldeydi. Kardeşim, odadaydı ve tek başına kanepeye oturmuş, dizlerini ovuyordu. Sonra birden durdu. Benim de kanım sanki cekiliyor gibi hissetmeye başladım. Sonra birden göz göze geldik. Aman Allah'ım! Minicik delikten baktığımı hissetmişti.

 

Çıldıracak gibi oldum. Hızlıca odasına girdim. Gözüm dönmüştü. "Lan noluyor!" dedim, hiç tepkime yok! Ona dokununca, kaskatı oldugunu hissettim. Anneme, "Anne, koş!" dediğim anda, elimi öyle bir tuttu ki kırılıyor sandım. Sonra hırıltılı bir sesle, "Seni öldüreceğim!" dedi ve yere düştü. Sallanıyordu yada titreme gibi birşeydi. Sesi değişmişti. Çıglık mıydı yoksa hırıltı mı, anlayamamıştım.

 

Annem, koşa koşa içeri girdi. "Ahmet, oglum! Ahmet'im!" Ben, donmuş gibiydim. Sanki ayakta öylece kalmıştım. Annem bana, "Oğlum, tut! Kendine zarar verecek!" diye bağırdıgında kendime geldim. Annemle bile tutamıyorduk sanki kardeşimi. Sonra birden kaskatı durdu. Sanki kilitlenmiş gibiydi. Kafası geriye düşmüş, gözü simsiyaha dönüşmüş gibiydi. Sanki, parmakları dönmüş, kırılmış gibi duruyorlardı. Bir noktaya bakıyordu.

 

Annem, "Dokunma!" dedi ve dua okumaya başladı. O arada bir defter fark ettim. Elime aldım. İçini açınca değişik bir yazı stili ile birşeyler yazılı olduğunu gördüm. Sonra, insana ait olamayacak bir sesle Ahmet bana birden, "Sakın dokunma!" diye bağırdı. Defter, elimden düştü. Korkmuştum. Bana saldıracak sandım. Nefes alıp verişi değişmişti. Bana bakıyordu. Gözlerinin beyazlığını fark edemiyordum.

Sonra kafasını sağa sola savurmaya ve garip ses yada cığlıkla, "Abi niye baktın, abi niye baktın!" diye habire birşeyler söylüyordu. Birden kaskatı kesildi. Kolunu yavaşca kaldırdı. İşaret parmagı ile pencereyi gösterdi. Sonra bana bakarak, "Geliyor, geliyor!" diye ağlamaya başladı. "Ne geliyor, neeeeeeeeeee!" diye bağırdım.

 

Annem, durmadan sureler okuyordu. Birden, "Allahu ekber, Allahu ekber!" diye hoca ezan okuyunca, kardeşim iyice çıldırdı. Sara kırizine benzer gibi yere düşdü. Sarsılıyordu. Hoca, her "Allahu ekber!"deyişinde kardeşim cığlık atıyordu. Ve bayıldı.

Annemle ben, şok içindeydik. "Ne yapabiliriz, ne!" diye düşünmeye başladık. "Babama söyliyelim." dedim. Annem, "Onun inancı yok ki, inanmaz!" "Anne, inanmıyor da bu ne! Hadi göstersin doktorluğunu!" dedim. Çıldıracağım!

 

Sonra kardeşim, "Abi, abi..." demeye başladı. "Ahmet'im, canım kardeşim! Ne oluyor sana? Ne olur söyle!" "Abi, ben yatakta değil miydim? Ne işim var burda? Bana ne olmuş ki???" dedi. "Hatırlamıyor musun?" dedim, "Hayır." dedi. "Abi, annem niye ağlıyor, niye abi?" dedi. O sırada kapı sesi duyuldu. Babam gelmişti.

 

"Anne, babama herşeyi anlatalım. Saklama!" O gece babamla konuşmaya karar verdik. Tuhaf olan şey, Ahmet hiçbir zaman babamın yanında garip olmuyordu. Gayet normaldi. O gece, babam viskisini yudumluyor, hasta raporlarını inceliyordu. Kapıya vurdum, yanına girdim. "Ne oldu Murat?" dedi. Babama, "Ahmet..." dedim. Ama bir kere nefes alıp verdim. (Babamla sakin konuşmak istiyordum. Yaşım 25 olmasına rağmen, hala ondan çekiniyordum.)

Babama, "Seninle birşey konuşmak istiyorum." dedim. O, "Şimdi olmaz. Önemli bir ameliyatım var ertesi gün. Raporları incelemem gerek!" dedi; ama ben anlatmaya kararlıydım. "Ahmet..." dedim.

"Lütfen baba, sadece dinle. Çok önemli..." deyince, "Tamam, ama kısa tut!" dedi. Babam, sakindi. Bugünki tüm olanı biteni anlattım. Beni sakince dinledi. Sonra birden, "Hadi ordan, ben öyle şeylere inanmam! Tamam, bu kadar yeter! Çık dışarı, çalışmam gerek!" dedi.

Çok sinirlenmiştim. Tam kapıya yönelmiştim ki, Ahmet'in odasından korkunç bir çığlık yükseldi. Evin ışıkları gidip gidip geliyordu. Ürkünçtü. Ev, sanki kolonlardan çatırdıyordu. Dönüp babama baktım. "Buyur baba, hadi açıkla bu olayı." dedim. "Kötü bir rüya görmüştür." dedi. Sonra Ahmet'in odasına yöneldik. Babama, "Peki ışıklar niye gidip geldi?" dedim. Bana,"Bu kadar salak olma. 21. yüzyılda yaşıyoruz." dedi.

 

Ahmet'in odasına yaklaştıgımızda, acık olan kapı birden kapandı ve içerden kilitlendi. Babam, "Neler oluyor böyle!" dedi. Sonra kardeşimin çığlıkları odadan yükselmeye başladı. Babamı ilk defa paniklemiş gördüm. Bana, "Kapıyı kır!" dedi. "Kır şu kapıyı, ne bakıyorsun!" Kapıyı kırdım.

 

İçeri girdiğimizde, Ahmet duvarın köşesine geçmiş, sırtı bize dönük oturuyordu. Hırltılı hırıltılı, "Sizi öldürecem, sizi öldürecem!" diyordu. Annem de gelmişti. Kadıncağız, sesli olarak sureler okumaya başladı. Babam, "Ne yapıyorsun sen!" dedi. Ahmet, sureleri duydukça cığlık atıyordu. Sonra sırtının üstüne yere düştü. Ağzından köpükler geliyordu. Babam, "Sara krizi geçiriyor." diye yanına gitti. Ben, Ahmet'i tutmaya çalışıyordum. Krizi geçmişti. Uyandı. "Baba, abi... Ne oluyor? Ne işim var benim yerde!" diye ağlamaya başladı. Babam bana, "Sen, bu gece kardeşinle yat. Yarın, bie psikoloğa gösteririz." dedi. Babama, "Baba, bu piskoloktan öte!" dedim. Bana, "Konuşma, ne o zaman söyle!" dedi. Onunla tartışmaya giremezdim.

Herkes odadan cıktı. "Ahmetim, canım kardeşim. Ne oluyor sana!" "Abi, bana birşey mi oluyor?" dedi. Unutmuş gibiydi. "Tamam, birşey yok." dedim; ama unuttugunu sanmıyordum. "Hadi gel, yatalım." dedim. Kardeşimi koynuma alarak yattık ve konuşmaya başladık. Ben, ona, "Hani bana herşeyi anlatacaktın." deyince, "Abi, sana herşeyi söylemek isterim; ama söylersem beni öldüreceklerini söylediler." "Kim onlar, kim?" dedim. "Lütfen abi, beni zorlama!" dedi. Yatmadan önce okulda ögrendigim duayı okudum. "Ah!" dedim. "Neden daha önce annemi dinleyip Kur'an ögrenmedim ki!" diye içimden geçirdim.

 

Kardeşim, uyumuştu; bense hala düşünüyordum. Bir ara gözümü kapattım. Odada sanki hafif bir rüzgâr estiğini hissettim. Korkuya kapılıp hemen sağa sola dikkat kesildim. Kardeşimin yere düştügünde işaret etigi pencere tarafına baktım. "Acaba açık mıydı?" diye. Açık değildi.

 

Odada sağı solu inceleye inceleye, aklıma güzel şeyler getirmeye calışarak ve yine sağa sola bakarak tam uyuyacaktım ki bir şey dikkatimi çekti. Kardeşimin duvarda bir resmi vardı. Güzel bir resim... Hep bir noktaya bakıyor gibi durur, yani yatarken gözlerine bakıyor gibi gözükmez; ama sanki beni izliyor gibiydi. Rahatsız olmuştum. Kalktım, resmi kaldırdım. Tekrar kardeşimin yanına yatarak bildigim duayı daha çok tekrar tekrar okudum.

 

Oda sessizdi. Gözümü kapadım. Sonra kapının açıldığını hissettim. Yine dikkat kesildim. Kapı yönüne baktım. Kapı, gercekten açıktı. Sonra yine dua okumaya basladım. Korkmuyacaktım; çünkü gücü kudreti sonsuz olana (Allah'a) sıgınmıştım. İnancım, o gece doruk noktasındaydı. İçimden bir şey, "Sakın korkma!" diyordu.

Sonra gözümü yumdum. Ayak tarafımda bir ağırlık hissettim. Sanki yatağa biri çıkmıştı. Yavaş yavaş göğsüme doğru çıkıyordu.Ama korkmuyacaktım. Sonra bedenimi sıkıştırdığını hissettim. Gözümü açtım ama kafamı çeviremiyordum.

 

Birden, "Senden değil, seni Yaratan'dan korkarım." dedim. Bunu deyince ağırlık sanki iyice arttı. İçimden, "Lütfen anne gel, lütfen anne gel!" diye ağlamaya basladım. Evet, içimden ağlıyordum. Sonra kapı açıldı. Ağırlık kayboldu. Kafamı kaldırdım ki annem. "Anne, anne! İyi ki geldin." dedim. Annemde ise hiç ses yok. "Anne," dedim. "Oğlum, sen istersen odana geç. Ben, kardeşinle kalırım." dedi. "Yok, ben kalırım." dedim. "Oglum," dedi. "Hemen kalk!" Şöyle bir anneme baktım; ama aman Allah'ım! "Annem olamazsın sen! Nesin sen? Kimsin sen?" Ses çıkarmadı. Öylece bakıyordu. Ayakları tersti. Dua okumaya başladım. Sonra nasıl oldu anlamadım, bir şekilde kayboldu.

 

Kardeşimi o gece yanlız bırakmamam gerektiğini anlamıştım. Ne yapmam gerektiğini düşünürken uyuya kalmışım. Çok ilginçti. Rüyamda, uzun karanlık bir koridorda yürüyorumdum. Sonra önümde Ahmet'in olduğunu fark ettim. Ona doğru koştukça, o uzaklasıyordu. "Ahmet, dur! Ahmet, dur kardeşim!" diye bagırıyordum. O, "Abi, yardım et abiiiiiiiiiiiii!" diye birden kayboldu. Ben, daha hızlı koşmaya basladım. Yetişemiyecegimi anlayınca durdum. İçimden bir şey, "Geriye dön!" diyordu. "Geriye dön..." Nefes nefese idim. Dönünce Ahmet birden boğazıma sarıldı. Sıkıyordu. Resmen boğuluyordum.

Gözlerimi açtığımda Ahmet'in beni boğuyor olduğunu ve annemin beni hıçkırıklar içinde kurtarmaya çalıştığını fark edince, Ahmet'i üstümden attım. Bana bakarak gülüyordu. "Seni boğacağımı söyledim, seni boğacağımı söyledim!" diye gülüyordu.

 

Duvara doğru dönerek duvarı tırnakları ile kazımaya başladı. Bunu görünce üstüne atladım. Anneme, "Onu yatağa bağlayalım." dedim. Annem'le kardeşimi yatağa bağladık. Kardeşim, iyice çıldırdı. Bana, "Pis homo, pis homo! Sakın hocayı getirme, sakın! Yoksa seni bec......im!" diyordu. Nerden anlamıştı hocayı?

 

Babam, sabah erken gitmişti işe. Saat 7:00 gibi ameliyata girecekti. Gitmeden anneme, "Ahmet'i hastaneye getir. Onu psikoloğa gösterelim." demiş. Anneme, "Ben şimdi geliyorum." diye evden çıktım. Bir hoca bulacaktım. Arkadaşımın tavsiyesi ile bir hoca buldum. Ona her şeyi anlattım ve bizim eve getirdim. Beraber merdivenleri cıkarken, hoca dua okumaya basladı.

 

Annem, bizim geldiğimizi gördüğü için kapıyı açık bırakmıştı. Biz kapıya yanaşınca, kapı birden kapandı. Annem, kapıyı tekrar açtı. Ben, içeri girdim; hoca ise girmedi. Bana bakarak, "Ben, ilk etapta giremem." dedi. "Neden?" diye sordugumda, "Bu ev, hiç hayırlı değil. Size burayı kim ve ne zaman sattı?" "Ne alakası var!" dedim. "Size burayı satan kişinin başına da aynı olaylar gelmişti." "Peki sen nerden biliyorsun?" dedim. "Satan şahıs, çok ucuza sattı." ve hiç bir şey demedi.

Bana, "Beni sana kim önerdi?" dedi. "Arkadaşım Dursun." dedim. "O zaman ara Dursun'u!" "Niye ki?" dedim. "Sen, ara Dursun'u!" Aradım. "Ya Dursun, bugün yanına ugradım ya," "Alo, evet dinliyorum seni..." "Bana bir hoca bul diye." Dursun, birden telefonda gülmeye başladı. Bana, "Sen içtin mi?" diye sordu. "Hayır, ne alakası var! Şimdi dedim ya!" "Arkadaşım, beni geçen sen memleketime ugurlamadın mı?" deyince şok geçirdim yani. "Sen hala gelmedin mi? Evet, o zaman ben kimle konuştum?" derken, "Ooooo, hadi işim var. Bitince ararım." deyip suratıma kapattı telefonu.

 

"Neler oluyor?" diye düşünürken, hoca hızla kardeşimin bulundugu odaya girdi. Ben, donakalmıştım. "Sen... Sen kimsin o zaman!" diyebilmişim sadece. Hoca girince kardeşim, "Sen, sen! Seni tanıyorum!" diye korkunç bir çığlık attı. Hoca, kardeşime, "Yaradan Rabb'in adına! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Seni zavallı!" dedi ve sureler okumaya başladı.

 

Ben, hâlâ neler olduğunu çözememiştim. Bu şahıs, kimdi? Sonra kardeşimle konuşmaya başladı. "Bu insanları rahat bırak!" dedi. Kardeşim, "Abi, abi! Çıkar onu odadan!" diye ağlamaya başladı. Ben, hala telefonun şokunu yaşıyordum. Sonra bu şahıs, bana, "Hadi kardeşini sıkı tut!" dedi. Annemi de çağırdı; ama tutmadan önce abdest almamızı istedi. Aldık. Yani annemin bana gösterdiği şekilde. Sonra kardeşimin yanına gittik. Hoca, baş ucunda Kur'an okumaya başladı. Bize, "Hadi, şimdi tutun!" deyince, annemle ben hemen tuttuk. Kardeşim, çığlık atıyordu. Gözleri, siyahla kan kırmızısı şeklinde değişip duruyordu.

 

Sonra yatağı sallanmaya başladı. Odadaki gardrop kapakları açılıp kapanıyordu. Mutfaktan tabak kırılma sesleri geliyordu. Lambalar açılıp kapanırken, bizim bulundugumuz odadaki lamba ise patladı. Sonra ani bi sessizlik oldu. Kardeşim, bayılmıştı. "Bitti mi?" dedim, hoca olarak getirdiğim şahısa dönerek. "Hayır, burada kaldığınız sürece hiç bitmez." dedi.

 

"Sizden önce, burda bir aile yaşardı. Çok güzel bir aileydi. Sonra küçük oğullarında paranormal bir durum meydana geldi. Başlangıcında, oğulları gece su içmeye kalkmış. Koridorda yürürken, şu an bulunduğumuz odanın kapısı acılmış. O zaman, bu odayı sadece misafirler için kullanırlarmış. Çocuk, kim açtı diye içeri girdiğinde, kapı birden kapanmış ve çocuğun içerden çığlığı yükselmiş." "Ve sonra?" dedigimde, "Tamam, bu kadar. Sonrası sondu zaten." dedi.

 

Bana, "Sen, Kur'an bilir misin?" "Hayır!" dedim. "Ya sen teyze?" dedi. Annem, "Biraz..." dedi. Bana dönerek, "Niye öğrenmedin?" dedi. Cevap veremedim. "Hayır ve şerrin Allah'tan geldiğini biliyor musun?" dedi. "Evet." dedim. "Babanın inancı nasıl?" diye sorunca yine cevap veremedim. Bana, "İşte, sizin zayıf halkanız bu!" dedi. "Burdan üç gün içinde taşının, yoksa ailenizden biri zarar görecek." dedi. "Ne! Taşınmak mı! Babama bunu nasıl kabul ettiririm?" diyince, "Bu, beni ilgilendirmez." dedi. Kapıya doğru yöneldi. Gidiyordu. Sonra bana dış kapıdan bakarak, "Hani su içmeye giden çoçuk vardı ya..." Hiçbir şey diyemedim. Sadece, "Evet?" şeklinde kafamı salladım. "O, bendim." deyip hızla uzaklaştı.Hızlıca ayağa kalktım. Kapıya koştum. Daha sorularım bitmemişti. Ama o çoktan gitmişti.

 

O gün hoca öyle diyince, annemle, "Artık bu evde kalamayız." diye konuştuk. Kardeşim de kendine gelmişti babamı zor bela ikna ettik. Hem de tam da üçüncü günde. (burda, babamın başına bişey geldi ve şimdi dini bütün bir insan oldu) Ve o evden taşındık.

Aradan üç yıl geçmişti. Birgün, o mahalleye işim düşmüştü. gittiğimde, "Eve de bakayım." dedim. Kocaman bir bahçesi vardı. Ev, üç katlıydı. Babam, orayı bir mütahite vermişti. Yıkılsın, evler yapılsın diye; ama mütahitin yıkım işlerinde hep aksilikler olmuş. İşcilerden biri, aklını kaçırmış, biri de ağır yaralanmıştı. Mütahit de yıkamıyacagını anlayınca, o ev öylece kaderine terk edilmişti.

 

Bahçe kapısına kilit vurmuşlardı ve "İçeri girmek tehlikeli ve yasaktır!" diye bir tabela asılıydı. Evin bahcesine bakarak geçerken, evin kapısının aralandıgını gördüm. Ev, sanki beni cagırıyordu. Arkama bakmadan dönüp gittim ve bir daha o mahalleye, hatta o evin bir mil yakınına bile yaklaşmadım.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

http://88.198.45.22/pic/g/gizliilimler/1159623349758ef2.jpg

 

Cin ve Hayalet Hikayeleri 4

 

 

Bir Cin Çağırma Hikâyesi

 

14 yaşımdayken birgün İsviçre'de arkadaşlarla cin çağıralım dedik ve bu konu hakkında bir sürü bilgi edindik. Yaklaşık 1 hafta sonra, ilk seansı denedik ve başarılı olduk. Bu seanslar, çok heyecanlı olmaya başladı ve biz bunu sürekli tekrarladık... Ben, bu konuyla arkadaşlarımdan daha fazla ilgilendiğim için onlara daha da yakınlaşmak istedim! Önceleri başarılı olamadım ve cinlere inancım azaldı. Derken, 15 yaşlarımda bu olayları rüyamda yaşamaya başladım ve gerçek hayata geçti. Yavaş yavaş sevmediğim insanlara küçük zararlar gelmeye başladı. Artık birşeyler olmadan önce, hissedebiliyordum bu da beni çok mutlu ediyordu ve ben, gittikçe kendimi onların yanında hissetmeye başladım! 16 yaşımda, Türkiye'ye temelli dönüşümde onlar da benimleydi. Bu şekilde çok güzel ve ilginç yıllar geçirdim ve 18 yaşıma geldiğimde bir radyoda DJ'likle uğraşıyordum. Bir gece nöbeti sırasında, yine yalnız değildim; ama bu defa bunu hissetmek, bana mutluluk vermiyordu. Aksine huzursuz olmaya ve boğulmaya başladım. Bir ses geçirmez stüdyoda, ilginç bir şekilde birinin nefesini ensemde hissettim ve tüylerim ürperdi. Hatta ilk defa korktum! Tüm bunların yorgunluktan ve uykusuzluktan olabileceğini düşünerek mutfağa bir bardak su almaya gittim. Tam arkamı dönüp ışığı söndürürken, biri arkamda adımı fısıldadı ve o an korkudan kanımın çekildiğini hissettim. En kötüsü de, radyonun olduğu binadaki daireler işyerleriydi ve gecenin saat 02:30 da benden başka hiç kimse yoktu! Tam bu sırada, bu düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan ikinci ve daha şiddetli bir sesle irkildim ve stüdyoya kaçıp (belki aptallık ama) kapıyı kitledim! Yerime oturdum, suyumu içtim ve müziği sonuna kadar açtım; ama yine de bu durumdan kurtulamadım, çünkü bu defa omzuma bir el hissettim!!! Dona kaldım... Hiç kıpırdamadan korkarak karşımdaki aynadan arkamda olup bitenleri kestirmeye çalıştım ve gördüklerim beni dehşete düşürdü!!! Arkamda bir takım gölgeler yer değiştirip duruyordu sanırım 7-8 tane! Panik halinde radyodan resmen kaçarak ve ağlayarak aşağı indim. Tek düşündüğüm, motoruma atlayıp ordan uzaklaşmaktı; ama motoru çalıştıramadım! Bir kaç kez denedikten sonra başardım ve süratle eve gittim. Tam eve yaklaşırken motor birden durdu. Motorun sesini duyan köpeğim ,koşarak geldi ve beni tanımamış gibi davranıp (ki bu hiç yapmadığı bişey) kaçtı! Ağlayarak hızla eve girdim. Annem büyük bir panikle uyandı ve sonra bir kaç arkadaşımı gecenin saat 03:00 ünde panikle eve çağırdım. O gece hiç birimiz uyumadık ve yalnız olmadığım için kendimi daha iyi hissettim. Ertesi gün farklı farklı hocalara gittik ve yapılması geteken ne varsa yaptılar. Ama tüm bunlar yetmedi ve peşimi bırakmadılar ve en kötüsü artık onlara alışmaya başlamıştım! Sonra sadece birisini çok net bir şekilde bulunduğum her ortamda görmeye başladım! Bir bayandı ve sürekli karşımda, yanımda, hep yakınımda bir yerlerde oturup gülerek beni izliyordu! Onun varlığı, artık bana korkudan çok rahatsızlık vermeye başlamıştı. Çünkü; elini tuttuğum veye dokunduğum kızların o an ya burunları kanıyordu, ya düşüp bir yerlerini incitiyorlardı, ya da bir yerleri ağrıyordu! Böyle devam edemeyeceğimi düşünüp onu ciddiye alıp dinlemeye karar verdim. Bu arada tekrar hocaya gidip bu konuyu danıştım ve benzer olaylarla karşılaşan insanlarla görüştüm. Onun beni rahat bırakması için tek bir isteği vardı o da; cinsel beraberlik! Ama ben bunun yalan olduğunu ve bir kez beraber olduktan sonra ömür boyu onun esiri olacağımı öğrenmiştim! Sürekli beni tahrik ediyordu ve kendime zor engel oluyordum. Bu sırada bana yardımcı olan bir hocanın tavsiyesiyle istanbul da bir medyuma gittim. 3 gün, onun evinde kaldım ve çok değişik yöntemler uyguladı. Sonuç mu: Bu başımdan geçen olayı kız arkadaşımla beraber hem de hiç bir yerine bir şey olmadan sizlere aktarabildik! Tek tavsiyem hayatınızı daha heyecanlı kılabilmek için bu olaylarla ilgilenmeyin. Çünkü kaybettiğiniz şey yine kendi hayatınız!!!!

 

Bir Ruh Çağırma Daveti

 

Merhabalar. Sizlerle bunda 18 yıl önce liseye giderken arkadaşlarımla beraber yaptığımız bir daveti ve sonrasında yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum. O zamanlar ilk yarı yıl tatili yaklaşıyordu. Dersler boş geçtiği için çoğumuz okulu kırıyorduk. 6 arkadaş birinin evinde toplandık 4 kız, 2 erkek olarak. Arkadaşımızın annesi, bizi rahatsız etmemek için başka bir yere gitti. Ev, bize kaldı. Bir süre muhabbetten sonra konu filmlere oradan da ruh çağırma olaylerına geldi. Daha önce İran'da yaşamış ama Türkiye'ye yerleşmiş olan Gita adındaki arkadaşımız bize nasıl ruh çağırılacağını, orada insanların yaptığını ve herşeyi sorup cevabını alabileceğimizi söyledi. Ben, bu işlerle ilgilenmeme rağmen arkadaşlarım bilmediği için işi makaraya aldım.Diğer arkadaşım da aynı benim gibi yaparak işi şakaya vurdu. Fakat kızlar, "İlla ki yapalım." diye ısrar edince, "Tamam." dedik.

Gita'nın istediği malzemeler masaya kondu (Davet yöntemini anlatmayacağım). Hepimiz masanın etrafına oturup el ele tutuştuk. Gita bazı şeyler söyleyip daha önce hazırladığımız malzemelerle davete başladı. Biz tabii hala işi şakaya vuruyoruz. Derken bir sessizlik çöktü üstümüze. Herkes el ele tutuşmuş sanki ağırlaşmıştı. Ama kızlardan bazıları resmen titriyordu. Yaklaşık yarım saat sonra masanın ortasında duran ayna sanki kararmaya başladı. herkes biribirine bakıp, "Tansiyonum falanmı düştü?" diye düşündü. Daha sonra aynada resmen dumanlar belirmeye başladı. Bu arada çığlıklar koptu tabii. Ama Gita, seansı bırakırsak başımıza bela olacağını söyleyip devam etmemezi sağladı. Aynada birimiz dışında hepimiz dumana benzer görüntü görüyorduk. Yalnız ev sahibi olan arkadaşımız, gülmeye başladı. Öyle bir gülüyordu ki, biz "Aklını kaçırdı..." dedik. Herkes de renk bembeyaz oldu. "Ya bize gele gele bu çocuk mu geldi!" deyince bizde iyice film koptu. O, aynada bir çocuk görüp duyuyordu ama biz sadece duman görüyorduk. Sonra konuşmaya başladı onunla. "Adın ne? Ben hangi okula gidiyorum? Tayfun beni seviyor mu?" falan.

Yanındaki kıza dönüp, "Baban iş için İzmire gidecek bu akşam." dedi. Kız dondu kaldı. Bana, "Kimyadan zayıf alacaksın." dedi. Kısaca, herkese bişeyler söyledi. Sonra da "Şimdi gidecekmiş; ama sonra yine gelecekmiş." dedi ve seans bitti. Hepimiz şok olmuş bir vaziyette "ya sen bizi kandırdın değil mi" falan dedik. O da bir sürü yeminler etti ve çok eğlendiğini anlattı.

Sabah okulda buluştuk. Kız arkadaşımızdan biri, "Babam akşam iş için İzmire gitti " deyince şok olduk. Ben o gün kimya sınavından zayıf aldığımı öğrendim. Diğer söylediği şeyler de çıktı. Bu sefer, biz ona yalvarmaya başladık, bir daha çağıralım diye. Onbeş gün sonra aynı grup yeniden çağırdık. Ama ilginç olan, sadece soruları o sorarsa varlık cevap veriyordu. Seanslar böyle devam etti. Biz, sınıftaki diğer arkadaşlardan iyice kopmuştuk. Her fırsatta "Ne soracağız, ne yapıcağız?" diye toplanıp düşünüyorduk. Birkaç seans sonra, varlık beni ve bir arkadaşımızı bundan sonraki seanslarda olmamamızı istemedi. Sebebini hiç söylemedi. Birkaç ay sonra diğer arkadaşlarımızı da istemedi ve seans yapma olayımız bitti. Ancak O arkadaşımız sürekli görüşüyordu. Hatta o varlığın sürekli onun yanında olduğunu ve onu koruduğunu söylüyordu. Kızın bakması, yürümesi değişmişti sanki. Birgün, dersin ortasında kalkıp yandaki çocuğa, "Sen, benim için nasıl böyle düşünürsün!" dedi ve saldırdı. Çocuğun hiçbirşeyden haberi yoktu. Disipline verdiler ve uyarı aldı.

Yine birgün, dersini yapmadı diye öğretmen ona kızdı. O da öğretmene, "Akşam, kocan eve gelmedi diye hırsını benden mi alıyorsun!" dedi. Öğretmen, dondu kaldı. Yine disipline verdiler. Bir hafta uzaklaştırma cezası aldı. Döndüğünde tamamen değişmişti. Hiçkimseyle konuşmuyordu. Sadece boşboş oturuyordu. Ailesini okula çağırdılar ve konuştular. Psikoloğa götürdüler. Daha kötü oldu. En kötüsü de bizi düşman ilan etti. İnsanların sırlarını açığa çıkarmaya başladı: Herkes ondan nefret ediyordu. Birgün, "Siz bu servise binin, hepinize soracağım." dedi. Yolda servisin tekerleği patladı, duvara çarptık. Birkaç kişi, hafif yaralandı. O kız, sanki tam bir şeytan olmuştu. O zamanlar öğrendiğimize göre evde anne ve babasına da böyle tehditler savurup korkutuyormuş. Aileside çaresiz kalmış. Doktorlar bir çare bulamamış.

Okulun kapanmasına birkaç gün kala, ailesi okuldan kaydını aldı. Taşınıyorlarmış. Zaten okula da gelmiyordu o aralar. Sebebini ve onu sorduğumuzda annesi, geçen gece, "Bu akşam ben uçacağım. Bana o zaman inanacaksınız!" dediğini ve üçüncü kattan aşağı atladığını, bacaklarının ve kollarının kırıldığını, herkesin dilline düştüklerini, o yüzden de taşındıklarını söyledi. İşte birebir yaşadığım bir olay. Arkadaşımın şimdi nerede ve ne yaptığını bilmiyorum. Davet yapmadan önce bir kez daha düşünün.

 

 

Cinle Dalga Geçme

 

17 yaşındaydım ve annemin memleketi olan Giresun'daydık. Döndü Abla, o sıralarda 22 yaşında falandı (annemin amcasının kızı). O'nu her gece cinler döverdi ve üzerinde taşıdığı Kurân'ı çikarması için baskı yaparlardı. Birlikte yatıyorduk onlarda kaldığım zamanlarda; ama sabahları vücudunun her yerinde morluklar oluyordu. Bendeyse hiçbir şey olmuyordu ve hiçbir şey de hissetmiyordum...

Bir gece, Döndü, ablası, ablasının akrabası Emine ve onun nişanlısı, epey geç saate kadar oturduk. Döndü'nün annesi ise saat 11 gibi yattı, uyudu başka odada. Biz, hala sohbet ediyorduk. Saat, gece 02.00 olmuştu.. Ben, cin cagirmayi önerdim. Bu, onlara da cazip gelmiş olacak ki kabul ettiler. KİKİ adında kibrit cinini hepiniz duymuşsunuzdur. Bir kutudan 4 tane kibrit çöpü aldık ve cin cağirdık dualarla. Bu islerden çok iyi anlıyordu Döndü. Sorular soruyorduk. Kibritler de sağa sola hareketle bize cevap veriyordu. Ben, yaşımın da küçük olmasından dolayı bayağı zirvalamaya baslamıştım. Cinle dalga geçiyordum. Yanımdakilerse iyice korkmuşlardı benim cine ileri geri konuşmamdan! Beni sürekli, "Sus!" diye uyarıyorlardı. Neyse, bir müddet sonra ışık, kendiliğinden kapandı. Kalktım, düğmesine bastım, açtım. Arkamı döndüm ki tekrar "Çattt!" diye düğmeden kapandı ışık.. Bulunduğumuz oda köy evi oldugundan, mutfak ve oturma odası bir kullanılan bir oda.. Mutfak dolabı, zangır zangır titremeye ve tabaklar birer birer yere dökülmeye basladı.. Hepimiz, korkudan sapsarı olmustuk. TV açık değildi. Birden TV açıldı. O zamanlar, sadece TRT 1 gösteriyordu köy yerinde. Bilmediğimiz yabancı kanallar, fişek gibi açılıp kapanıyordu.. Biz, bin bir dua okuyarak cini göndermeye çalışıyorduk. Artık yorulduk ve kibrit çöplerini masanın üzerine bıraktık. Aman Allah'ım! Cin, gitmemişti, ve masanın üzerindeki kibrit çöpleri, kendiliğinden hareket ediyordu. Döndü'nün akrabası olan kadın, bayıldı bayılacak...

Saat 04.00 olmuştu artık ve Döndü'nün akrabası olan Emine'nin nişanlısı eve gidecekti. Köy yerlerini bilirsiniz. Acayip sessiz ve ürkütücü olurlar. Evine gidecegi yol da ormanın içinden geçen ve derenin oldugu bir yer. Neyse, bu çıktı gitti ve biz, cini göndermek için uğraşmaya devam ettik.. Tabii ki başaramadık. Öyle kızdırmışım ki onu, her yeri darmadağın etti diyebilirim... Ve işin ilginç yani, yan odada yatan yengemin çıt bile duymamış olmasıydı.. Sabah ezanı okunurken, hepimiz korkudan ve uykusuzluktan uyuyakalmışız..

Yengemin sesiyle uyandık. "ORTALIGIN HALİ NE BÖYLE!" diye soruyordu. Ona anlattık. O da ürperdi ve kızdı bize.. Emine'nin nişanlısı da ertesi günü geldi ve gece eve gittiği yolda, onu taşlamıştı cinler. Bu taşlar, pek bir yerine isabet etmemişse de, omzuna ve alnına çarpmış ve oldukça morarmıştı.. Aynı gece, ben anneannemin evine gittim yatmaya ve o gece Döndü Abla'mı da çok sıkıştırmışlar ve acayip dövmüş cinler. Kız, günlerce vücudu ve yüzü morluklar içerisinde gezmek zorunda kaldı... Komşumuz olan bir hocaya olanları anlattık! Hoca bile dehşete kapıldı ve cinin, beni yaşım küçük olduğu için affettiğini, yoksa yetişkin bir insanın cinle o şekilde dalga geçse çarpılacağını, ağzının burnunun ters döneceğini söyledi...

 

Evde Tek Başına...

 

Bu hikayeyi bana kuzenim anlattı. Geçen yaz, başından geçmis ve benim haricimde kimseye anlatamamıs, inanmazlar diye…

Halamlar, yani kuzenimin ailesi Ankara’da, Ayrancı’da 6 katlı bir apartmanın en üst katındaki dairede yaşıyor. Yaz tatili için ailesi Bodrum’a gitmiş ve kuzenim de final sınavlarından sonra onlara katılacakmış. Evde yalnız kalmaktan korktugu için en yakın kız arkadaşını beraber kalmak için eve davet etmiş; ama arkadaşının ailesi buna karşı çıkmış, 2 kız tek başlarına bir evde kalamazlar diye. O da mecburen katlanmış evde kalmaya ve de sınavlarına çalışmaya.

Evdeki 2. yalnız gecesiymiş. Erkenden yatağına yatmış ve odasındaki televizyonu da açık bırakmış. Reha Muhtar’ın sesi kulaklarında

çınlayarak uykuya dalmış. Bir ara bedeni hafifçe sarsılarak uyanmış ve hemen ardından gecenin sessizliği yırtan uğursuz ezan sesi ile irkilmiş. Gözleri hala kapalıymış. Ezanı okuyanın sürekli olarak “Cin, cin el-Allah” dediğini farketmiş ve odasında ufak bir ses duymuş, imamın bağırışına karışan… Televizyonun sesidir diye aldırış etmemiş ve tekrar uyumaya çalışmış. Ses tekrarlanınca ve bu sefer ona biraz daha tanıdık bir ses olarak gelince, annesinin sesi sanmış. Evde kendisinden başka kimse olmadığını hatırladığı anda gözlerini açmış ve de kapkaranlık odaya

korku ile bakmış. Sese bir kez daha kulak vermis ve duydugu sey, ufak bir kiz çocuğununkini andıran ve arada bir yaşlı bir kadının sesine dönüşen, kesik ve kısık fısıltılarmış. O an, sırtından soğuk terler dökülmüş ve odasında başka bir varlığı hissetmesinin ona verdigi ürperti ile tüyleri diken diken olmuş. Yerinden kalkmaya çalışmışsa da, kıpırdayamamış. Çığlık atmış ama kendi sesini duyamamış. Sadece odasındaki o fısıltılar ve mırıldanmalar daha da güçlenerek, yüzüne dogru yavaş yavaş yaklaşmış. Artık kalbini saran dehşete ve kendisini felç eden, şimdiye kadar hiç hissetmedigi kadar güçlü olan bu korkuya dayanamayacağını düşündüğü anda, çalan kapı zili ile kendine gelmiş. Onun çıglıklarını duyan komşularının geldiğini düşünerek rahatlamış. Hemen yataktan fırlayarak, kapalı olan televizyonunun önünden geçip odanın ortasında bir ara durmuş ve karanlığa bakakalmış. Olanlara inanamıyormuş ve de sadece çok kötü bir kabus gördüğünü düşünerek, rahatlamıs. Birden, apartmanın içinde koşuşturma sesleri duymus. Bu sesler, kafese tıkılmış bir hayvanın ordan kurtulmak için delice koşarken çıkardığı toynak seslerini andırmış ona. Bu sesler, yavaş yavaş azalmış ve sonunda etraf, huzur dolu bir sessizliğe bürünmüş. Tam odasına geri dönecekken, sokak kapısından gelen şiddetli ve inatçı tekme sesleri ile istemeden de olsa kapıya yönelmiş. Kapı deliğinden bakmış önce, ama apartmanın içi zifiri karanlıkmış. Işığa basmış ama kapı önünde kimsecikler yokmuş. Komşular gitti heralde diye düsünmüs ve de kapıyı yavasça açmış… Ve gördüğü sey, hemen önünde duran ve ona kızgın gözler ile bakan kıllı bir keçi olmuş. Neye uğradığını şaşırarak korkuyla yerinden zıplamış ve de başından aşağı kaynar sular dökülerek, o an bilincini kaybederek bayılmış. Uyandığında ise yatağındaymış. Odasındaki garip kokuya aldırmayarak, mutfağa gidip, kendine bir kahve yapmak için doğrulmuş yatağından. Yatak altındaki terliklerini ararken, kendi kendine gülmüş boşu bosuna korktuğu için… Terliklerini bulmuş, onları giymek için ayağa kalktığı anda ise, kulaklarını tırmalayan “ONLARI GİYMEEEEEEEEEEEE!!!!!!!!!” diye bağıran bir cırtlak ses, onu tekrar bilinçsiz bir uykuya daldırmış, gerisini hatırlamıyor…

 

 

Hasan Amca ve Cinler

 

İzmir'in Bergama Semti'nde, 1962 yılında, o dönem bağlarda çalışan Hasan adında dedemin bir arkadaşı olayı yaşayan şahış.. 4 tane çucuğu varmış zamanında. Bağlarda çalıştığı için de eve uzak olduğundan dolayı, çalıştığı bağın hemen önündeki ufak kerpiç bir evde uyuyomuş. O dönemlerde, genelde insanların geçimi ya tütün kırmak, ya da bağ bahçe işleri. Kıt kanaat geçiniyolarmış.

Gecenin bir vakti, dedemlerin kapı çalınıyor. Şaşırıyorlar, "Kim bu saatte?" diye. Dedem, kapıyı açmış; gelen Hasan Amca... Kendi evi uzak olduğundan dolayı sanırım, ilk aklına gelen yer dedemgilin evi olmuş. Acayip perişan bir haldeymiş. O yaştaki adam, ağlıyomuş kapıda. Çok korkmuş. Neyse, içeri buyur etmişler. Anlatmaya başlamış. Uyurken, göremediği ama hissettiği birşey ona dokunmuş ve küçük kerpiç evde adını sölemiş. O da çok korkmuş, kaçmış. Dedem, inanmamış haliyle. Daha sonra, beraber gitmişler. Zorla götürmüş bizimkiler, "Yoktur öyle birşey." diye. Gidip bakıyorlar, hiç kimse yok etrafta. Yalvarmış resmen, "Sizin bahçede de yatarım; ama burda kalmayım!" diye.O geceyi bizimkilerde geçirmiş.

Daha sonraki gecelerde de aynı olay tekrarlanmış. Korkudan sanırım, deliriyor adam. Hemen hastaneye kaldırıyorlar. Çünkü yaz günü, kazaklar falan giyiyomuş. Birkaç hafta sonra, dedemlerin kapı yine çalınıyor gece. Dedem açıyor kapıyı. Karşısında en yakın arkadaşı. Hastaneden kaçtığını düşünüyor. Dedeme garip bi ses tonuyla, "Gel," diyor, "Gidelim." Korkup kapıyı kapamış dedem de. Çünkü yüzündeki ifadeyi hiç beğenmemiş. Birkaç gün sonra, hastaneden ölüm haberi geliyor. Neden öldüğünü bilmiyorum. Bergama'da, Ulucami'de naaşını yıkarlarken, imamın dediği olay ilginç. Kolunda arap hafleriyle yazılmış bir iz farkediyorlar.. Dedeme söylüyolar. Zaten en son gece eve gelenin de ne olduğunu hep sormuştur kendisine herhalde. Daha sonra bir çok gece, dedem rüyalarında arkadaşını görüyor. Dedem, vefat etmeden önce bana anlatırdı bunu. Ben de tırsardım. Şimdi ne zaman gecenin bir yarısı kapı çalsa, bu olay aklıma gelir.

 

 

Garip Bir Hikaye

 

Bu olayın tüm tanıklarıyla ayrı şehirlerde ve farklı zamanlarda görüşme olanağım oldu. Hepsi de, harfiyyen aynı şeyi anlattı bana. Ben de aynı garip olayı, olayın şahitlerinden birisinin ağzıyla size aktarıyorum;

«Babamız, evimizden uzaktaydı. Evimizde sürekli bir tedirginlik ve huzursuzluk vardı. Yedi kardeştik ve köy evimizde biz kızlar, annemizle birlikte aynı odada uyuyorken, abilerimiz yan odada uyuyordu. Ben, o devirde 13 yaşındaydım. Evimizin odası beyaz kireçti. Geceleri korkmayalım diye, bir gaz lambası, kısık ateşte sürekli yanardı. Ancak duvarlar beyaz olduğundan, az ışık da olsa odada herşey seçilebiliyordu. Ben, iki kız kardeşimle yer yatağında yatıyordum. Annem, divanda yatıyordu. Yatağa gireli bir kaç saat olmasına rağmen, ben uyuyamamıştım. Tavana bakıyordum. O sırada odamızın kapısı açıldı. İçeri kafasında şapka bir adam girdi. (Bu şapka dediği şey, örgü bere) Babamız evde olmadığı için, dayım köyümüze gelerek sık sık bizde kalırdı. "Yine geç vakitte dayım geldi." diye düşündüm. Ardından adamın arkasından odaya bir kadın girdi. Adam önde kadın arkada, gaz lambamızın asılı durduğu duvara yürüdüler. Adamda pantolon yerine, aşağıdan iple bağlanmış bir kapri vardı. Kadın, beyaz bir elbise giymişti. Siyah saçları beline kadar arkadan uzanıyordu. Hiç konuşmadılar ve lambanın yanında durdular. Her ikisi de bir süre lambanın fanusundan içeri baktılar. O anda, her ikisinin de yüzünü net olarak gördüm. Bu kişileri tanımıyordum. Dayım olmadığını anladığım da çok korktum. Heyecandan dilim tutulmuştu. Ardından adam, gaz lambasının ışığını biraz açtı. Herşeyi artık daha net seçebiliyordum. Işığı açtıktan sonra, yine adam önde, kadın arkada yürüyerek odanın duvarından dışarı çıktılar. İşte o anda, “Anneee !!!” diyerek sessizce ağlamaya başladım. Annem, hızla ellerimi tuttu. “Korkma kızım sende gördün mü?" dedi. Olaya odada bulunan annem, ben ve ablam, aynı anda şahit olmuştuk. Annem, sonra bizi şöyle teskin etti. “Kızlarım!!! korkmayın, bunlar bize zarar vermek için gelmedi. Hanemizin ışığını arttırdılar. Herşey daha iyi olacak.” O gece korkuyla biribirimize sarılarak uyuduk. Annem, o gaz lambasını korkudan bir daha söndüremedi. Onu yanık bir şekilde vitrinin üzerine koydu. Lamba, orada kendi kendine gazı bitene kadar yandı. Lambayı söndürmememiz içinde bize tembihte de bulundu. Sanırım, evimize gelenlerin açtığı ışığı söndürmeye korkmuştu…Bu olayı kimseyle paylaşmadık. Aile sırrımız olarak uzun süre içimizde yaşattık…»

Bu olayı, olayın tanıklarına ayrı zaman ve mekanlarda sordum. Hepsi, yaşanan bu olayı aynen teyit etti. Yaşları şu anda epey ilerlemiş bu sıradan kadınların, aradan yıllar geçtikten sonra böyle bir hikaye uydurmalarının hiç bir anlamı olmayacağı kanaati bende oluştu. Hatta, olayı duymuş olmama epey şaşırdılar. Sanırım, birbirlerine çok iyi tembihlemiş olacaklar veya bu sır dolu olayı unutmak istemelerinden de kaynaklanıyor olabilir. Genelde, olayı anlatışları yorumdan uzak, kısa ve özdü. Bu tip olayı anlatanların heyecanla, ballandırarak bezedikleri cümleler kurmadılar. "Yaşandı bitti! üzerinde durmuyoruz." havasındaydılar. Tüm bu izlenimlerim, bana bu olayın gerçekliliği konusunda daha da inandırıcı düşünmeme neden olmuştur.

 

Mezarlıktaki Heykel

 

Genç kızlar, korkunç efsanelerin çoğunda başroldeler. İngiltere’de yaygın olan bir hikayede anlatıldığına göre, bir grup kız, bir gece korkunç hikayeler anlatıyorlarmış birbirlerine. Laf dönüp dolaşmış ve gece mezarlığa girip giremeyecekleri tartışmasına dönüşmüş. Kızlardan biri, “Girmek ne ki, sabaha kadar bile otururum ben orada.” demiş.

Yaparsın, yapamazsın tartışması sürerken, korkmayacağını söyleyen kız, üzerine montunu alıp fırlamış dışarı. Giderken de, “Sabah beni mezarlıktan almaya gelirsiniz. Herhalde gündüz vakti korkmazsınız di’mi?” demiş gülerek. Kızlar, engellemeye çalışmışlar ama nafile, dönmemiş sözünden cesur kızımız.

Evde kalan kızlar, sabahın ilk ışıklarıyla arkadaşlarının yanına yani mezarlığa gittiklerinde, onu yanında mermer bir heykel olan bir mezarın üzerinde bulmuşlar. Kız, gözleri pörtlemiş bir halde cansızmış ve mezardaki heykelin elleri kızın boynundaymış. Sonradan öğrenmişler ki, mezarın sahibi, nişanlısı son anda evlenmekten vazgeçtiği için intihar eden bir gençmiş. Heykel, ölü kadınlardan intikamını işte böyle, kızı öldürerek almış.

 

Musalla Taşı

 

Köyümüz, Tipi Köy Iç Anadolunun en eski köylerindendir. Köyümüzün mezarlığı, evimizin tam karşisındaydi. Komşumuzun bize, "Orada garip seyler gördüm,." demesi, bizi ne kadar ürkütse de inandırmıyordu. Ta ki Burak arkadaşımın sünnet gecesine kadar. Birden, arkadaşımın hediyesini evde unuttugumu farkettim. Gece, garip olayların olduğunu bildigim için, eve gitmeye korkuyordum. Eve yaklaştığımda, bazı çığlıklar duymaya basladım. Musalla taşının üzerinde garip ışık büzmelerinin daire biçiminde döndügünü gördüm ve birden at sesleri gelmeye basladı. İleriye dogru baktığımda, atin üzerine binmiş bir gelinin hızla musalla taşına doğru geldigini gördüm. Gelin, bir süre musalla taşının etrafında dolaştıktan sonra, mezarlığa girerek ağıt yakmaya basladı. Ben, bu arada korkudan ne yapacağımı şaşırdım. Daha sonra, bir düğün alayının gelip gelini alarak oradan hızla uzaklaştığını gördüm. Ben de düğün yerine koşup olanları dedeme anlatmaya basladım. Dedem, bana inanmadı. Ertesi sabah, mezarlığa bakmaya gittiğimde, bir gelin duvağını bir mezara baglı olarak buldum.Bu duvaği dedeme gösterdigimde, dedemin ağladığını ve bu duvağın savaşta, gelinken sehit olan ablasına ait oldugunu ve mezarınsa sevdiğine ait oldugunu söyledi. Birkaç yıl sonra, Akşehir Gölü'nün taşmasıyla köyümüz sel altında kaldi. Bir daha böyle bir olay görülmedi.

 

Ölen Babaanne

 

Liseli bir genç kız, babaannesiyle yasamaktadır. Birgün, okuldan eve gelir. Babannesi, salonda oturmaktadır. Babannesi, genç kıza bakar ve kendisine su getirmesini ister. Kız da mutfağa doğru yürürken, telefon çalar ve arayan babaannesidir. Komşuya gittiğini, yarım saate kadar geleceğini söyler kıza ve kız hayretle sorar: "Babanne, sen evde değil misin? Burda, sana çok benzeyen biri var." der. Babannesi kıza, "Senden su mu istedi?" diye sorar ve kız, "evet!" der. "Derhal ona suyu ver ve evi 5 saniye içinde terket!" der. Kız, şaşkınlık içinde mutfağa gider ve suyu verip evi terkeder. Arkasına dönüp baktığında, ev yıkılmıştır ve ölen, kızın babannesidir.....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

http://88.198.45.22/pic/g/gizliilimler/blackcat2.jpg

 

Cin ve Hayalet Hikayeleri 5

 

 

Allahsız Osman

 

İstanbul'da 1800'lü yıllar... O zamanın ünlü kabadayılarından Ustura Kemal ve arkadaşları, Karacaahmet Mezarlığı'nın karşısında bir evin bahçesinde çilingir sofrası kurmuşlar. İçki masası muhabbeti tüm hızıyla devam ederken, laf dönüp dolaşıp mezarlık ve ölü konusuna gelmiş. İçinde zırnık Allah korkusu ve vicdan bulunmadığını iddia ettiği için lakabı Allahsız Osman olan bir kabadayı, "Ulan ölü ne ki be?! Sen sağ olanlardan kork, ölüden kimseye zarar gelmez" demiş. Ustura Kemal da muhabbeti koyulaştırmak için, "Ulan Osman, madem ölüden korkmuyosun, gel şunu iyiden iyiye ispatla bize!" diye dalga geçmiş.

 

Allahsız Osman, bunu nasıl yapacağını sorunca; Ustura Kemal, "Aha şu karşıdaki Karacaahmet mezarlığını görüyosun. Madem Allah'a inanmaz ve ölüden korkmazsın, bu gece 12'de mezarlığa girip sana vereceğimiz kazığı mezarlığa içinde bi yere çak. Sabah biz gidip, kazığın orada olup olmadığına bakarız. Eğer orada bi kazık varsa seni takdir ederiz" demiş. Allahsız Osman, aslında, gece mezarlığa girmek bir yana, yanından geçerken bile türkü söyleyen bir adammış. Ama yiğitliğe leke süremeyeceğinden, "Peki ama siz de benimle gece gelip, mezarlık çıkışında bekleyeceksiniz." demiş. Zaten bu konuşmalar akşam saatlerinde yapılıyomuş, gece yarısı kalkıp Karacaahmet Mezarlığı'na gitmişler.

 

Osman, gece karanlığında mezarlığın büyük kapısından içeri girmiş. Herkesin Allahsız Osman olarak bildiği o cesur (!) kabadayı, mezarlığın içinde salavatlar getirerek bi elinde kazık, bir elinde çekiç ilerlemiş. Bir mezarın yanına geldiğinde alelacele eğilip kazığı yere çakmış. Korktuğu için de hemen oradan uzaklaşmak istemiş. Ama birşey, giydiği setrenin, (o zamanlar erkeklerin giydiği uzunca eteği olan bi tür giysi) ucundan tutmuş. Allahsız Osman vargücüyle, "İmdaaat! Ulan yardım edin. Ölü beni tutuyooor!" diye feryat etmiş; ama kendinden epey uzakta olan arkadaşlarına sesini duyuramamış. Bağıra çağıra mezarın üzerine yığılıp, kalp krizinden oracıkta ruhunu teslim etmiş.

Uzunca bir süredir mezarlığın dışında bekleyen arkadaşları, Allahsız Osman'ın kendilerine oyun oynayıp, mezarlığın öteki kapısından çıktığını düşünüp dağılmışlar. Ertesi sabah ise, Ustura Kemal ve arkadaşları kazığın çakılı olup olmadığına kontrol için Karacaahmet Mezarlığı'na gelmiş. Bi bakmışlar ki, Allahsız Osman, kazıkla beraber setresinin ucunu toprağa çakmış durumda, bir mezarın üzerinde cansız yatıyomuş.

A-N-N-E

 

Anlatacağım olay başımdan geçtiğinde, Bursada Milli Piyango Anadolu Lisesinde lise 1. sınıf okumaktaydım. 7 kişiden oluşan bir arkadaş gurubumuz vardı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez ve ne yaparsak hep beraber yapardık. Okulda canımız çok sıkıldığında kimin evi boşsa o arkadaşın evine gider ve akşam okul çıkış vaktine kadar orada vakit geçirirdik.

 

Birgün gene, "Okuldan kaçıp ne yapalım?" derken; S. isimli arkadaş, evlerinin boş olduğunu, ailesinin Rusya'dan gelen akrabalarını almak için İstanbul'da olduklarını söyledi. Ve en erken 1 gün sonra geleceklerdi. Biz, her zamanki gibi makarna, patates vs. alıp onların evine gittik.

 

Yemek yeme faslı falan bittikten sonra oturup televizyon izliyorduk. Hepimiz, sıkılmıştık ve yapacak bir şeyler arıyorduk ki, arkadaşlardan biri, cin çağırmayı önerdi. İhtiyacımız olan şeylerse bir kahve fincanı ve alfabenin harflerini yazacağımız kağıt parçalarıydı. Geniş bir tepsinin üzerine bütün bir alfabeyi dairesel şekilde kağıt parçalarına yazdık ve fincanı ortasına koyduk. Yapmamız gereken, okumasını söylediği duaları okuyup cinle sohbet etmeye başlamaktı. Bu gibi olaylara o güne kadar kesinlikle inanmadığımdan dolayı ben hala işin ciddiyetinde değildim ve zaten bilmediğim için dua okumadım.

 

7 kişi birden parmağımızı fincanın üstüne koyup duaları okuduk sonra, cine, "Geldin mi?" diye sorduğumuzda, fincan, "Evet." yazısına doğru kaydı. Ben, hala inanmıyordum; ama ortam bozulmasın diye hiçbir yorum da bulunmuyordum. Yaklaşık yarım saat boyunca,"cin" e çeşitli sorular sorduk ve kimi zaman güldüğümüz, kimi zaman inanmadığımız cevaplar aldık. Ama bütün gülüşmelerimiz ve eğlencemiz, dehşet anını yaşadıktan sonra ortadan kayboldu!

"Cin" , sorularımızdan birini cevaplarken, birden fincan tepsinin ortasına geldi. 2-3 defa dairesel bir hareket yaptıktan sonra, sırasıyla "A", "N", "N", "E" harflerine gitti. Hiçbirimiz bi anlam veremedik. Ancak 1-2 saniye sonra evin kapısı açılıp S.nin annesi eve geldiğinde hepimiz şok olmuştuk!

 

Gece Müzik Dinlerken

 

Geçici bir süre için annemin babaannesinin şehir içindeki eski evine taşınmıştık. Evin bulunduğu bölge, diğer binaların arka kısmında kalıyordu ve evin ön tarafı bahçe olmakla birlikte yan tarafındaki okulun bahçesine bitişik olarak bir duvarla ayrılıyordu. Okulun bulunduğu bölge, uzun zaman önce mezarlıkmış. Kentleşme büyüdükçe, mezarlığı taşıyıp okul kurma kararı alınmış. Fakat "Sarı Kız" isminde bir yatırın mezarını bir türlü kaldıramamışlar. Buna yeltenen makinaların her biri muhakkak arızalanıyormuş. Bundan dolayı kaldığımız evin bahçesinden hemen çıkışında sol tarafta bu yatırın mezarı vardı. Temiz kalpli insanların bu yatırı gece yarısı saatlerinde bölgesinde bulunan eski bir çeşmeden takunyalarıyla giderek su aldığını gördüğü söylenir. Topuklarına kadar uzun sarı saçlarıyla genç bir kız görünümünde olduğunu duymuştum. Bu yatırın eve yakın olmasından rahatsızlık duyuyor ve geceleri evde rahat olamıyordum. Zamanla bir şey olmadığını görmüş ve rahatlamıştım haliyle. En büyük zevklerimden biri de müzik çalarken uyumaktı. Tarkan'ın ilk kaseti çıkmıştı ve ''Asla'' isimli parçasından çok hoşlanıyordum. Kaseti aldığımın ilk gecesiydi. Ve o şarkıyla uyumak üzere teybimi hazırlamış ve üstelik eğer uyuyamazsam tek kaset yetmez diye düşünerek ikinci bir kaset koymuş ve continue play durumuna yani ilk kaset bitince ikinci kasete başlaması için hazırlamıştım. 01:00 civarı yatağıma uzanarak müzikli düşüncelerle uyumaya çalışıyordum. Hava biraz soğuk olduğu için yorganıma iyice gömülmüştüm. Uykunun o ince çizgisine gelmiş ve müzikten dolayı iyice gevşemiştim. Artık uyku moduna geçtiğimi düşündüğüm bir anda, teybimden "çıt çıt" diye bir ses geldi. Bu ilk kasetin bittiğine işaretti. Fakat sessizlik olmamıştı; yani çalan parça, yarıda idi. Buna anlam veremeyerek gözlerimi açmıştım. Yanılmış olabilirdim. "İkinci kaset başlamalıydı bu sırada..." diye düşünürken tekrar "çıt çıt" diye gelen iki sesle ikinci kasetinde başlamadan önce kapandığını hissettim. Yıllardır kullandığım teybimi iyi tanıyordum. Bu şekilde kapanmasına mekanik olarak imkan yoktu -ki elektrikler gitmiş olsa bile otomatik olarak kapanmazdı-. Bu anlam veremediğim olaya karşı yatağımdan doğrularak yavaşça teybimin olduğu tarafa bakmaya çalıştım. İçerisi loş olduğu için teybimi seçemiyordum. Anlam veremediğim bu olaya karanlığın içinde öylece bakakalmıştım. İçimde kötü bir his belirmişti ve korktuğumu hissederek kımıldayamıyordum. Nitekim annemler de hemen yan odamda uyuyorlardı. Bu, bana az da olsa cesaret veriyordu. Fakat odada yalnızdım. Bu olanlar, bir kaç saniye içerisinde oluyordu. O doğrulmuş halimle yatağımda tuhaf bir sallanma olduğunu sezmiştim. Hafif bir biçimde sağa ve sola sallanıyordu bedenim. kalp atışlarımı da duyuyordum. Bu sallantı kalp ritmlerimdenmi kaynaklıydı çözemedim. Evin tavanı ahşap malzemedendi ve tam üstümden başlayarak gittikçe güçlenen bir gümbürtü diğer odalara kadar hızla ilerledi. Bu an, şok anımdı. Bir veya iki saniye gümbürtünün dinmesini bekledim. Ne annemlerin varlığı ne de yatağımdaki sallantı aklımdaydı. Mantıksız olaylar üst üste geliyor ve canıma okuyordu. Tüm bedenim kaskatı olduğu halde beynimden bir-iki saniye içinde sayısız dua döküldü. İşe yaramış mıydı bilmiyorum; ama o gümbürtü geri dönmemişti. Bundan istifade ederek yatağımdan dualarla birlikte fırlamamla hiçbir şey göremediğim o karanlık içinde lambayı yakmamı sağlayacak olan düğmeyi tek hamlede tokatlamıştım. Florasan olduğu için iki saniye daha beklemem gerekiyordu. İki gün gibi geçen o iki saniyeden sonra göz kırparak florasanın yanmasıyla içerini net olarak görebildim. Odamda hiçbir tuhaflık yoktu. Kalp atışlarımın gürültüsünden başka bir ses var mı, yok mu anlayamıyordum. Bir cesaret daha göstererek bilinçsizce kapımı açarak hemen yan odadaki annemlerin odasının kapısını araladım. Odamın ışığından yansıyan ışıkla annemin uyuyan yüzünü gördüm. Uyanmamışlardı. Hemen odaya daldım ve birkaç saniye başlarında sağa sola bakındım. Annem, tavşan uykusu olan biriydi ve benim odadaki varlığımı hissederek gözlerini açtı. Ne olduğunu sordu. O gümbürtüye uyanmamış olması, hayret verici birşeydi benim için. Anlaşılan benden başka bunu duyan olmamıştı. Annemi odama çağırdım ve ondan önce giderek az da olsa rahatlamış biçimde teybimi inceledim. Herşey normaldi. Beni asıl hayrete düşüren içindeki kasetin durumuna baktığımda iki kasetinde hiç ilerlememiş gibi en başında sarılı biçimde durduğunu görmem oldu. Kendimden kuşku duydum. Anneme de hiçbir şey ispat edemedim. Annemin yorumu, gece tavan arasında dolaşan kediler hakkında oldu. Ben de o gümbürtüyü bir kedinin yapabilmesi için ancak dört bacağını ve kuyruğunu altından toplayarak deli gibi poposu üstünde zıplayarak ilerlemesi gerektiğini söyledim. Bir kedinin işi olamazdı. Sanırım başka güçler tarafından uyarılmıştım. Kısık bile olsa müzikten rahatsız olan komşularım vardı. O evden taşındıktan sonra da müzik dinleyerek uyumayı denesem de uyuyamadığımı gördüm. Bir zevkimden daha mahrum bırakılmıştım.

 

"Gizli İlimler" Kitabı

 

Dershaneden tanıştığım Ramazan adında çok samimi bir arkadaşım vardı. Ramazan, bana birgün, "Bizim köye gidelim. Sana köyü gezdireyim Hem de ailemle tanışırsın." derdi. Ben de, "Tamam. Müsait bir zamanda evden izin alır gideriz." demiştim.

 

Neyse, ÖSS sınavına yirmi gün kala, yorgunluğumuzu atmak için kendi kendimize tatile girmeye, gezip eğlenmeye karar vermiştik. Ramazan, "Fırsat, bu fırsat," dedi. "Git babana durumu anlat...". Ben de durumu babama açıkladım. "Arkadaşımın köyüne gitmek için bana izin verir misin?" dedim. O da, "Tamam, üç-dört gün birlikte gezebilirsin." dedi.

 

Ramazan’ı buldum ve köylerine gittik. İşte, ailesiyle tanıştık. Çay filan içtik derken; Ramazan, "Gel dışarı çıkalım." dedi. Biraz gezdikten sonra tekrar eve döndük.

 

Ramazan’ın ailesi biraz zengindi. Bahçelerinde iki tane ev vardı. Evin birisi eski, diğeri yeni, yani oturdukları evdi. Ramazan, "Gel eski eve girelim, Eski eşyalara bakalım." dedi. Neyse, girdik eve. Eski gaz lambalarına, çakmaklara, tüfeklere baktık. Girdiğimiz odada eski kırmızı koltuklar, eski bir vitrin, dolaplar sandıklar vardı. Bir kaç eşyaya da baktıktan sonra, sandıklara geldi sıra. Ramazan ve ben, ayrı birer sandık aldık. Açtık sandıkları... İkimizinkinden de kitaplar çıktı. Kitapları karıştırırken içlerinden bir kitap gözüme çarptı. Kitabı elime aldım zor çıkardım sandıktan. Adeta dökülüyordu. Kitabın kalınlığı 30-40 cm vardı. Yeşil ciltli ve başlığı "GİZLİ İLİMLER" adlı bir kitaptı.

 

Kitabı aldım ve koltuğa oturdum. Karıştırmaya başladım. Kitabın içeriği cinler, ruhlar, dualar vb. korkutucu kavramlar. Kitabı okurken başım ağrımaya başladı. "Ramazan, bana bir hap bul, dayanamayacağım." dedim. Neyse, kitabı okuyorum... Hem korkutuyor, hemde heyecan veriyor. Bu arada Ramazan da başka şeylerle uğraşıyor. Kitap, cin çağırmadan ruh çağırmadan filan bahsediyordu. Bir saat kadar kurcaladım kitabı. Son sayfasına baktığımda, korkudan ölecektim. Ne mi yazıyordu? "Bu kitabı okurken başınız ağrıyabilir..." yazıyordu. Bir titreme geldi bana. Geriye yaslandım. Kulaklarıma uğuldama geldi. Ramazan'a gösterdim kitabı. O da inceledi. "Başınız ağrıyabilir." yazısını ona da gösterdim. Hayret etti. Kitapta yazanlardan, "Ruh çağırmayı yapalım." dedi. Ertesi gün, şehre dönüp yapacaktık.

Akşam oldu, yatma vakti geldi. Üzerimdeki yorgunluk gitmemişti. Ben, uyuyamadım. Korkuyordum. Ramazan, uyumuştu. Onu kaldırdım. "Ben uyuyum, sonra sen uyu." dedim. Işığı filan yaktırıp başımda beklettim. Ben uyuduktan sonra o da uyumuş. Sabah olunca şehre döndük. Bizim evde kitabı açtık, tekrar inceledik. Kitapta yazan "Ruh çağırma"yı yapacaktık. Ramazan, "Yalnız ikimiz olmaz. Bir kaç kişiye de söyleyelim." dedi. Bir arkadışımıza daha söyledik.

Kitabı açtık. Ruh çağırmayla ilgili gerekli eşyaları temin ettik. Eşyalar ise; yemek tepsisi büyüklüğünde cam parçası ve iki adet metal kapaktı. Karanlık bir odada cam parçasının üzerine kapakları koyduktan sonra iki kişi parmağını koyacak diğer kişi kitaptaki duayı okuyacaktı.

 

Kitap; yapılacakların aklı bilinci yerinde, korkusu olmayanların yapmasını söylüyordu. Gelecek ruhun söylediklerimizi veya soracaklarımızı yapacağını, daha sonra itaat etmeyip bizi korkutacağı söyleniyordu. Örnek olarak da; "Mesela, gece yolda gidiyorsunuz. Bir adam gördünüz. Adama doğru yaklaştığınızı farz edin. O, adam değil aslında ruhtur. O da sizi korkutacaktır." diyordu. Yani en sonunda kafayı bozdurur, diye yazıyordu. Onun için çok tereddütteydik.

Neyse, arkadaşlar, "Yapalım." dedi. Akşam, bizim evde toplandık. Işıkları kapattık. Eğer ruh gelirse, ya üniversiteyi kazanacak mıydık yada ÖSS soruları ne diye soracaktık. Cam parçasını yere koyduk. Kapakları da koyduk. Ramazan ve ben de parmaklarımızı kapaklara koyduk. Öbür arkadaşımız da kitaptaki duayı okumaya başladı. Korkudan terlemeye başladık. Öbür arkadaşımız kekeleyerek konuşmaya başladı. Yapamadık. Korkuyu yensek yapacaktık. Bir de karşımıza ne çıkacak, onu da bilemiyorduk. Başaramadık.

Ertesi gün, kitabı Ramazan’a verdik, "Git, götür." diye. "Ben, götüremem; sizde gelin." dedi. Biz de, "Gelemeyiz, sen götür." dedik. Sonra, Ramazan Köye gitti. Annesinin anlattığına göre, Ramazan, eve gelmiş ve eski eve çıkmış. Uzun bir süre gelmeyince o da meraklanmış, gidip bir bakayım demiş. Sonra gitmiş. Bizim Ramazan, odanın ortasında kitap önünde diz çökmüş ve gözleri kapalı bir şekilde duruyormuş. Annesi, "Ramazan!" diye seslenmiş. Hiç ses çıkmamış. Bir kaç dakika sonra, annesi Ramazan’ın aklını yitirdiğini anlamış. Evet Ramazan, aklını yitirmişti. Bu basit bir şey değil; koca bir insan telef olmuştu.

 

O günden sonra benimde uykularım bozuldu. 5-6 ay uyuyamadım. ÖSS yi de kazanamadım. Ara sıra Ramazan’ın yanına gidiyordum. Derdinin devasını kimse bulamamıştı. Sizlere tavsiyem; birgün, olurda "Gizli İlimler" adı altında bir kitap görürseniz yanına bile yaklaşmayın...

 

Kara Keçi

 

Kapı komşumuz Hüsnü bey amca anlatırdı... Urfa'da ki köylerinde bir zamanlar çok garip olaylar olmuş. Hala bu ürkütücü olayların devam edip etmediğini bilmediğini ama yine de emin olmadığını söylerdi bize. Çünkü köyüyle tüm ilişkisini koparmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla bu olanları sizinle paylaşmak istiyorum. Köylerinin adı "Karakeçi", nam-ı diğer "Cinli Köy". Çevre kasaba ve köylerin insanları, cinlerin musallat olduğu bu köyden ve orada yaşayan köylülerden olabildiğince uzak durmaya çalışırmış.

 

1900'lü yıllarda Karakeçi'nin çok dindar birisi olan çobanı İbrahim bir gün sürüyü salmış otlağa ve de oturmuş bir ağacın altına. Rehavet basmış ve de uyuya kalmış. Esen hafif rüzgar onun suratını yalayıp geçmiş, o esnada birkaç hınzır kıkırdama duymuş. Hemen gözlerini açmış. Gördüğü şey çevresinde toplanmış ve başında bekleyen, ona sinirli sinirli bakan ve bağırıp çağırarak ağıza alınmayacak küfürler savuran koyun sürüsü olmuş. Hızla ayağa fırlayarak köye doğru koşmuş. Bir yandan da omzunun üstünden arkasına bakıyormuş, korkudan tir tir titreyerek. Kan-ter içinde evine varmış ve ev ahalisine soluk soluğa olanları anlatmış. Tabii ki kimse ona inanmamış. Gerçi o zamanlar "Gul Yaban"i rivayetleri çok yaygınmış ama yine de İbrahim'in anlattıklarını çok saçma bulmuşlar. Hatta onun delirdiğini sanmışlar.

 

Olay bir süre sonra unutulmuş. Çoban, Hüsnü bey amcanın dedesiymiş. İbrahim, bir daha o otlağa gidememiş ve artık hiçbir koyuna bakamıyormuş. Bir gece, tuvaleti geldiği için evden çıkmış ve ertesi sabah boynu 180 derece dönmüş ve de gözleri çıkartılmış bir vaziyette, yerde yatarken bulunmuş. Bir kaç köpek, çobanın bomboş olan göz oyuklarını yalıyormuş ve de kalan et parçalarını kemiriyormuş. Tabiatı ile herkes onu köpeklerin parçaladığını düşünmüş.

 

Çobanın oğlu Hüseyin, bir kaç yıl sonra evde yalnız kaldığı bir zaman, namaz kılmaya karar vermiş. 2. rekatının ortasında, ev hafiften sallanmaya başlamış. Adam, yine de devam etmiş namaz kılmaya. Bu sırada evde başka birşeylerin varlığını sezmiş. Onu ziyarete gelenlerin, etten kemikten olmadıklarını hissetmiş ve de onları göremediği için de korkusu ikiye katlanmış. Dualara devam etmiş, belki bu ifritler, iblisler gider diye; ama her ne kadar Allah'a sığındıysa da varlıklar gitmemeye kararlıymışlar. Secdeye vardığı anda üstüne ağır bir şey atlamış ve de sırtına binmiş. Hüseyin, durmadan Kelime-i Şehadet getirmiş ve her Allah dediğinde, üstündeki şey daha da bir bastırıyormuş. Adam, yüzü tamamen seccadeye yapışmış bir halde dualar okuyormuş. Kendi arkasından gelen bazı koşuşturma ve de kağıt yırtılması sesleri duymuş. Ayağa kalmak istediyse de yapamamış, yerinde doğrulamıyormuş bile. Artık o kadar ağlamasının ve yalvarlarının ardından sırtına çok sert bir tekme yemiş ve onların gittiğini hissetmiş.

Bu olayı, akşam üzeri ailesine anlattığı zaman herkes ona inanmış, çünkü bir iki dakika önce her zaman evlerinin duvarına asılı ılan Kuran-ı Kerim'i paramparça bir halde dışarıdaki tuvalette bulmuşlar. Bütün köye ve de çevre köylere bu olay yayılmış ve köy bundan sonra "Cinli Köy" diye anılmış. Ama bu tip olaylar artık olmuyormuş. Hüseyin'de bu hadiseden sonra bir daha ağzına "Allah" lafını almamış. 10 sene sonra, Hüsnü bey amca 6 yaşındayken, babası Hüseyin yatağında ölü bulunmuş. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılmış ve de vücudu kaskatı kesilmiş. Köyün imamı gelmiş cesede bakmaya ve dualar okuyup üfledikten sonra, adamın ölmeden önce felç geçirdiğini ve de bütün ayak parmaklarının kırıldığını farketmiş. Ondan sonra bütün eve ve de ev halkına okuyup üflemiş ve de gitmiş. Hüseyin'in nasıl öldüğü anlaşılamamış, zira o gece yanında kimse yokmuş. Yalnız, Hüsnü bey amca, o gece babasının odasından bazı homurtu ve mırıldanmalar geldiğini duymuş ama önemsememiş.

 

Hüsnü bey amca büyüdükten sonra Ankara'ya taşınmış, evlenip çocuk çoluğa karışmış. Dindar ve çok iyi bir insandı, hepimiz onu çok severdik. Bazı tuhaf hareketleri oluyordu ara sıra ama hiç gözümüze batmıyordu. Hüsnü bey amcayı geçen baharda gömdük. Ölmeden önceki gece tuvalete kalkmış ve ertesi sabah, yan daireden gelen çığlıklar ile uyandık. Onu salonun ortasında elleri kolları arkasına bağlı bulduk. Allah rahmet eylesin.

 

Ruh Çağırma

 

Bu olayı anlatırken hala daha tüylerim kalkıyor ve ağlamamak için kendmi zor tutuyorum. Fakat bunu bilmenizi isterim ki benim başımdan böyle bir olay geçti ve ben bu olaydan sonra bir daha ruh çağırmamak üzere yemin ettim! İsteyen inansın istemeyen de inanmasın birini inandırmaya da zorlamıyorum zaten!! Adım belli, adresim belli, saklamıyorum onlar da yayınlansın!

 

Bundan beş altı yıl önce, ben daha o zamanlar 14-15 yaşlarında iken, bir yaz günü aynı mahhallede oturduğum bir arkadaşımın evinde 4-5 kişi ruh çağırmak için taplanmıştık. O zamanlar da bu ruh çağırma olayları çok moda idi. Herkes birbirine hikayeler anlatıyor, ruh çağırıyor, başından geçenleri anlatıyor ve çoğu zaman da korkutmak için kafadan atıyordu. Yani şahsen ben hiç inanmıyordum. Bir çok defa da ruh çağırmıştık ve hepsi fiyasko idi. Hatta bir çoğunda aramızdan birini kurban belirleyip onu korkutuyorduk. Ortada bir şey yokken ruh gelmiş gibi yapıp o seçilen arkadaşımızı korkutmak için ruh çağırıyorduk.

 

Herneyse, fakat bu son ruh çağıracağımız zaman gerçekten aramızda, ne seçilmiş bir kurban, ne de numara çeken biri vardı! Saat gecenin üçüydü ve arkadaşımızın anne ve babası uyuyordu. Biz de evin oturma odasına tam teşkilat yerleşmiştik. Gerçekten herkes o ortamdan biraz da olsa ürkmüştü ve herkes cidden ruh çağırmak istiyordu. Derken hazırlıklar bitmiş ve Klasik ruh çağırma olayı başlamıştı. Üzerinde harfler ve birtakım gerekli yazılar falan bulunan büyük karton kutu, üzerinde okunmuş fincan, dualar falan işte herşey hazırdı ve herşey ciddi bir şekilde yapılıyordu. Ben de biraz gerilmiştim artık çünkü herşey gayet ciddi ve bilinçli idi. Ne kadar da inanmasam böyle şeylere gene de ya gelirse diye bir heyecan vardı içimde.

Artık ruhun gelmesini bekliyorduk. Herşey yapılmış, ruh belirlenmiş, dualar okunmuş, herkesin işaret parmağı fincanın üzerinde bir hareket bekliyorduk. 10 dakika geçmeden fincan kıpırdamaya başladı. O anda herkes bir birine suç atmaya başladı, parmağınla kıpırdatma şu fincanı, ben kıpırdatmıyorum ya gerçekten kim kıpırdatıyor gibisinden ama kimse kıpırdatmıyordu! Derken sorular başladı ve fincan bize bu soruları cevaplıyordu. Yanıtların hepsi doğruydu! En son artık öyle sorular soruyorduk ki aramızdaki şahısların bilemeyeceği türden şahsi sorular, fakat onları da biliyordu! Çok korkmuştuk!

 

Evin sahibi olan arkadaşımızın böyle şeylere çok zaafı vardı ve çocuk birden ağlamaya başladı! Bu arada belirteyim ruh çağıranların ben dahil hepsi erkek. Çocuk çok kötü olmuştu ve kurban olarak seçilenin kendisi olduğunu sanıp bize yalvarıyordu. Artık oyun oynamamızı, çok korktuğunu, bu kadarın aşırı olduğunu söyleyip duruyodu ve ağlıyordı! İşte o an korkum 2 ye katlanmıştı. Atık ruhu göndermeye çalışıyorduk ama o da gitmiyordu. Ruh gitmeden de fincanı kaldıramıyorduk. Ev sahibi arkadaşımız git gide fenalaşıyordu ve resmen ağlıyordu haykıra haykıra, benim de gözlerimden yaş gelmedi desem yalan olur yani!!

Öyle bir an oldu, arkadaşımız dayanamadı artık ve herkese küfrederek fincanı kaldırdığı gibi pencereden dışarı yola fırlattı. Fincan kırılmıştı. Böylelikle ruh çağırma olayı da bitmişti tabii ama herkesin içinde bir endişe vardı ve o arkadaşımıza ne yapıyorsun sen gibisinden bakıyorduk endişeli gözlerle. Ev sahibi arkadaşımız hala daha sövüyordü ve siz arkadaş değilsiniz diye hem bize hem de ruhlara kadar sövüyordu. Allahtan anne babası gürültüye uyanmamışlardı. Bizde daha fazla gürültü rezalet çıkmadan yavaş yavaş evlere dağılmanın iyi olacağını anlamıştık. Öyle böyle herkes kendi evine gitti ve yattık uyuduk.

 

Ertesi sabah kalktığımda mahallede bir bağırışmanın olduğunu duydum. Bu sesler ruh çağırdığımız arkadaşımızın evinden geliyordu. Herkes ağlıyor, bağırıyor ve sağa sola anlamsızca koşuyordu! Ben resmen şok olmuştum! Ruh çağırdığımız evde oturan o arkadaşımızın babası uyurken sabaha karşı kalp krizi sonucu vefaat etmişti!!.....

 

Siyah Şey

 

Yaklaşık 6 sene önce, 15 yaşındaydım ve arkadaşlarla her zamanki gibi evin önünde oturup muhabbet edecektik. Aşağı indiğimde bir çocuğu korkutuyorlardı. Ben de buna katıldım ve, "Bu apartmanda gizlice biri öldü. Biz de onu duvarların arasına gömdük." dedik. Ruhunun hep gezindiğini ve herkesin çok korktugunu da söylemiştik. Tabii çocuk aklıyla inandı buna. Biz de bunu korkutmaya calışıyoruz... Bunlar, evin arkasında yürürlerken; ben, dışarı çıkardığım müzik setinin kolonlarıyla mikrofondan çıkardığım garip garip sesleri aşağıdakilere dinletiyordum. Çocuk, öylesine korkmuştu ki, bunu bilmeyen başka çocuklar da buna inanmaya baslamıştı. Biz de bunun devam etmesi için yan bloğun bodrum katına bir yer hazırladık. Sanki bir insan ölüsü varmış gibi duruyordu. Arkadaslar da duvarların arkasından yerlere camlar atıyor; içerde, çıkan sesler yankılanıyodu.

Artık bütün mahallenin çocukları buna inanmıştı. Hepsi de, "Olamaz böyle birseş!" diyordu. Sonunda bir aksilik cıkmadan akşamı getirmiştik. Bu arkadaslardan bir gurubu, yine aşağı ineceklerdi. İnanmışlardı ama gece ne olacagını merak ediyolardı. Biz, bunların gece oraya gideceğini öğrendik ve arkadaşlarla birşey yapamayacağımız için kara kara düşünmeye başladık. Çünkü oyunumuz ortaya çıkacaktı. Çardakta oturuyorduk. O sırada, kapkara birşey önümüzden geçti. Biz, "Ya kedi, ya köpek" dedik bunun icin. En sonunda karar aldık. Gizli saklanma yerimize gidecektik. Burası, boş bir evdi. Apartmanın zemin katı panjurundan giriyorduk. Eve girdik. Işıkları açmaya çalıştık; ama yanmadı ve birden önümüzden yine o siyah sey geçti. İnanamamıştık. Kedi değildi. Köpek olsa saldırırdı. Çok ürkmüştük. O sırada, çığlıklarla arkadaslar bizi aramaya basladılar. Biz, bize bir oyun oynadıklarını düşündük. Fakat, oyun degilmiş... Aşağı indiklerinde, bodrumun ışık alan camları kırılmaya baslamış ve duvarların içinden sesler gelmeye baslamış. Biz de buna inanmayıp aşağı indik. Gördüüğmğz şey, sonunda bizi de korkutmuştu. Orada, birşeyler fazlaydı ve bunu bir insan, bizden habersiz yapamazdı. Anahtarlar da bizdeydi.

 

Oradaki masa ve bıçak... Resmen kanlıydı ve o sırada içeriden yine o siyah şey dışarı çıktı. Artık altımıza kaçıracaktık. Kaçtık... En iyisi, herkesin evine gitmesiydi. Evlerimize döndük. Ben, durmadan dua ediyodum. En sonunda, anneannem bizde kaldığı icin salonda yatacağımdan, eşyalarımı aldım ve salona gittim. Uyumak icin gözlerimi kapadığımda hep bir ses duyuyordum. Bunlar, sanki birinin bana doğru yürüdüğü ve yaklaştığı ayak sesleri gibiydi. Gözümü açtım ve sesler kesildi. Tekrar gözümü kapadığımda, yine bir şeyler yaklaşıyor gibiydi. Hemen gözümü açtım. Dayanamıyordum... Çığlık atacaktım... En sonunda bildiğim bütün duaları okudum ve uyudum. Fakat çare etmedi. Resmen içimden bir ses, "Kesinlikle dua etme ve gözünü açma!" diyordu. Dayanamamıştım. Birden cıglık atarak kalktım ve içeriye koştum. O gün, abimin yanında yattım. Ertesi gün uyandığımda, buluşma yerinde birşeyler olmustu. Sabah, o ışık girmeyen evde onlarca göz ve insan gölgeleri görmüşler, sesler duymuşlardı. Hepimiz de delirmiş gibiydik. İyileşene kadar cıkamadık bir yere. Sonradan, bu oyunu yaparken birilerinin ruh çağırdııını ögrendik. Bir daha böyle birşey yapmamaya kendime söz verdim...

 

Yardımsever Zenci

 

Olayın geçtiği yer, Beyoğlu, Asmalımescit Sokak, 50 numaralı evdir. Olayın geçtiği tarih, 1912-1914 yılları arası; olayın kahramanı ise, bu yazarın (Giovanni Scognamilla) büyükannesi, adı ile Mariana Filipucci. Ailenin oldukça dar bir gelirle yaşamakta olduğu o yıllarda (Birinci Dünya Savaşı öncesi ya da başlangıcı) bir kış sabahı evin geniş avlusunu süpürmekte olan, kara kara düşüncelere dalmış büyükanne Mariana üst kat merdivenlerinden birinin inmekte olduğunu, yaklaştığını görmüş, dönmüş bakmış ve hayretler içinde kalmıştı.

Merdivenlerden inen ve yaklaşan, evde hiç görmediği bir zenciydi, alımlı, kır saçlı ve fesli. "Bir paşa gibi giyinmiş, sırmalarla süslenmişti" diye anlatırdı büyükanne. Zenci önünde durmuş, eğilip selam vermiş sonra da redingotunun cebinden bir kese çıkatıp Mariana’nın eline bırakmış ve kapıdan çıkıp gitmişti. Büyükanne, hayretten dona kalmış, bir süre sonra kendine gelmiş, keseyi açtığında ise içinin altınlarla dolu olduğunu görmüştü. Tam o sırada, sokaktan kızı (annemiz) Elisabetta gelmiş; büyükanne de sormuş ona sokakta böyle bir zenciyi görüp görmediğini. Hayır, kızı böyle bir kimseyi görmemişti, ne o ne de başka birileri. Sanki birden cisimlenmiş, büyükannenin parasal sorunlarını bir çırpıda halletmiş ve de kayıplara karışmıştı. Kesin olan bir şey varsa o da o gün, o evde herhangi bir zencinin kalmadığı, daha önce ve daha sonra hiç gelmediği görünmediğidir. Ancak o evde, dört-beş yıl sonra, bir ruh çağırma seansı esnasında üç bacaklı yuvarlak bir masanın dört kat merdiven boyunca indiği seansa katılanlar tarafından görüldü!

--------------------

Cin ve Hayalet Hikayeleri 6

 

 

Baba, Üstümü ört

 

Bu olay Bursa’da olmuş. 17 yaşında bir genç kız aniden ölmüş. Aile, perişan olmuş ama n’apsınlar, kızı defnetmişler tabii. Aradan birkaç gün geçmiş. Baba, kızını rüyasında görmüş. Kız sürekli titriyomuş ve, "Çok üşüyorum baba. Yalvarırım üstümü ört!" diyomuş. Adam, sabah kalktığında rüya aklına gelince hüngür hüngür ağlamış. "Gül gibi evladımı kaybettim. Rüyama giricek tabii." diye düşünmüş. Karısının üzülmemesi için de ona hiçbir şey söylememiş. Ama ertesi gece, sonraki gece, daha sonraki gece, hep aynı rüya: "Çok üşüyorum baba. N'olur üstümü ört!" Baba, bir gece yine aynı rüyayı görürken kan ter içinde uyanmış. Dayanamamış. Karısının, "Nereye bey bu saatte?" demesine aldırmadan sokağa fırlayıp soluğu mezarlıkta almış. Kızının mezarına gelince ne görsün? Mezar açık ve bomboş! Adam, ne yaptığını bilmez bir halde mezarlık bekçisinin kulübesine yönelmiş. Allahım, o an gördüğüne yürek dayanmaz. Bekçi, resmen kıza tecavüz ediyomuş! Meğer bu aşşağılık herif her zaman, yeni gömülen ölülere belli bir süre bunu yaparmış.

 

 

 

 

Cin Fikirli Mahkum

 

Amerika'da, müebbet hapis cezasına çarptırılan bir adam, sabah akşam hapishaneden kaçmanın yollarını düşünüyomuş. Birgün bahçede volta atarken, gardiyanların bir tabutu cenaze arabasına yüklediğini görünce, nihayet aylardır aradığı fikri oracıkta bulmuş. Burası, büyük bir cezaevi olduğu için her hafta mutlaka 2-3 kişi Tanrı'nın rahmetine kavuşuyomuş. Mahkum, gardiyanlardan birine, cenaze olduğu bir gün, tabuta konularak kaçırılması karşılığında epey yüklüce para teklif etmiş. Gardiyan, korktuğundan başta biraz mızırdanmış; ama sonra paranın cazibesine kapılıp kabul etmiş. Gardiyan, adama; gece cenazelerin bekletildiği yerin anahtarından yaptırıp vermiş. İlk cenazede, adam tabutun içine girecekmiş. Cenaze defnedildikten sonra da, gece gardiyan gelip adamı mezardan çıkaracakmış.

 

Plan aynen uygulamaya konmuş. Kaçma ateşiyle yanıp kavrulan mahkum, ölüye aldırmadan sıkış tepiş tabutun içine girmiş. Sabah da gardiyanlar tabutu cenaze arabasına yüklemişler ve mezarlığa götürüp laf olsun diye yapılan bir dini törenle gömmüşler.

 

Mahkum, tabutun içinde sabırsızlanarak gardiyanın gelip onu çıkarmasını bekliyomuş. Epey vakit geçtiği halde, gelen giden olmayınca biraz biraz endişelenmeye başlamış. Bayağı bir zaman geçip de hâlâ gelen olmayınca, bizimki hafiften tırsmaya başlamış. "Acaba kendim çıkabilir miyim?" diyerek etrafı araştırmak istemiş. Cebinden zar zor çakmağını çıkarıp yakmış. Tabutun üstünü incelerken gözü bir an yanındaki ölüye takılmış. Ve o an donup kalmış! Yanındaki ceset, anlaşmayı yaptığı gardiyanmış!

 

 

 

Ermiş

 

Daha henüz 9 yaşımdaydım. Fal, ruh, cin, şeytan vb. gibi şeylere inanmazdım. Yeni inşaa edilmiş bir eve taşınmıştık; ama nedense bir türlü gece banyodan ve sokak kapısından garip sesler geliyordu. Taşındıktan bir hafta sonra, seslerin nereden kaynaklandığını anlamak için ben, banyo; abim ise, sokak kapısının önünde bekliyordu. Fakat hiç bir şey gözükmüyordu. Ama ses vardı. Evimize hoca çağırdık. Dua okudu ve bize banyoya 1 kova su, takunya ve havlu bırakmamızı söyledi. "Neden?" diye sorduğumuzda ise, hiçbir şey söylemedi. Hocanın dediklerini aynen uyguladık. O gece, rüyama garip şeyler girmişti. Beyazlar içinde, elinde bir asa, yaşlı biri; el hareketiyle kızgınlığını anlatıyordu. Sabah kalktığımızda su bitmiş, takunyalar ve havlu ıslaktı. En ilginç olanı ise, kapının kilidi açıktı. Hocayı tekrar çağırdığımızda bize evin yapıldığı konumda çok ama çok eskiden bir mezar olduğunu söyledi ve rüyama giren kişinin bir ermiş olduğunu söyledi. Banyoda ise abdest almış. Ertesi hafta evden taşındık ve şu an orada hiç kimse oturmuyor. Ve tam 17 yaşındayım.

 

 

Falcının Cini

 

Bu olay, annemin ve annemin arkadaşının başından geçti. Bunların ikisi, fal düşkünüdür. Onlar bize geldiklerinde, annem bakar; biz onlara gittiğimizde de, o, anneme bakar. Tabii bunlar fal düşkünü ya. Birgün, bir falcı kadına gittiler. Fal baktıracaklar. Biz de her zamanki gibi evdeyiz. Onların gelmesini bekliyoruz. Aradan bayağı saatlar geçtikten sonra, kadının neler anlatıklarını bize söylediler. Akşam oldu. Tabii, biz de yataklarımıza yatacağız.

 

Ertesi gün annem, bize, "Gece, birtakım sesler duydunuz mu?" diye sordu. Biz de, "Hayır, duymadık." dedik. Annem, dün gece bizim hırsız alarmının çaldığını duymuş; ama alarmı açmadığından emindik. Annem de emindi. Biz, o gün annemin arkadaşına oturmaya gittik. Hep beraber oturmuş muhabbet ediyorduk. Annem, birden o gece duyduğu sesi anlattı.

 

Annem hepsini anlattıktan sonra, arkadaşı da bize, o gece kapı zilinin çaldığını anlattı. Kocasına, "Kapı çalıyor, aç." demiş. Kocası da, "Saçmalama, çalmıyor. Yat, uyu!" demiş... Ama biz bunları duyunca, hepimiz bir süre şoka girdik. Kısa bir süre, kimse kimseyle konuşmadı.Annemler tekrar falcıya gittiler ve başlarına gelen bu olayı anlattılar. Falcı kadın, iyi erkek cinin onları beğendiğini ve bu yüzden onlarla birlikte eve gittiklerini söylemiş annemlere. Falcı kadın, "İyi ki, size kadın cin peşinizden gelmemiş. Dua edin." demiş... Annemler de, meraklı tabii. "Neden?" diye sormuşlar. Kadın da onlara, "Eğer kadın cin gelseydi, siz, şu anda yaşamazdınız." diye cevap vermiş... İster inanın, ister inanmayın; ama cin diye birşey var. Bundan eminim...

 

Lanetli Cinler

 

Başımdan geçen garip; ama gerçek olan bir olayı sizinle paylaşmak istiyorum. Henüz çocuktum. 12 yaşındaydım. Ablamla aynı odayı paylaşıyorduk. Büyük bir oda ve karşı, karşıya yataklarımız, bir de büyük bir penceremiz vardı. Bir gece uyurken, bir el beni dürtükledi. Ben de bilinçsiz, uykulu uykulu gözlerimi açıp, hemen pencereye doğru baktım ve siyah bir gölge şeklinde bir cisim gördüm uzun kulaklı. Ablamın ayağının ucunda oturmuş, dışarıyı seyrediyordu. Baktım ablam uyuyor. Aklıma bir şey gelmeden, korkumdan gözlerimi yumdum. Yorganı çektim, Kur'an okumaya başladım uyuyana kadar.

 

Sabah olup bitenleri anneme, babama, ablama anlattım. Annem, "cin, şeytan" diye çok korktu. "Hocaya götürelim." dedi. Ama babam, bana inanmadı ve, "Ağaç gölgesidir." dedi. Halbuki, boş bir bahçeye bakıyor odamız ve ağaç falan da yok.

 

İkinci gün; ben, annem, ablam ve kundaktaki kardeşim Ozan, bizim odada yere yatak serdik ve uyuduk. Yine bir el beni dürtükledi ve benim gözlerim, yine cama gitti. Yine aynı şeyi gördüm ki, Ozan hemen ağladı ve ağlamasına annem gece lambasını açtı. Ama o, kaybolmuştu. Olaylar, büyümeye başladı.

Yatağımda uyuyorum. Uyandığımda kendimi bahçede, salonda, damda, annem'le babamın arasında buluyorum. Ama birgün uyandığımda, ağzım yamulmuştu!!!... Sanki yanağım, felç olmuştu. hissetmiyordum, oynatamıyordum. Yanağım ve ağzım resmen yamulmuştu ve benden korkmaya başladılar, "Seni cinler çarptı!" diye... Annem, beni doktora götürdü. Doktor, çok şaşırdı. Yanağıma tam 15 gün, elektirik verdiler ki düzeldim. Eve geldim ve o gece yine beni uyandırdılar; ama bu defa lanetli cinler değil, aynı şekilde bir cisim. Ama nur gibi, ışık gibi. Ben, yine korktum.

 

Ertesi gün annem, beni babamdan habersiz bir hocaya götürdü. Bütün bu olanları anlattım ve bana cinlerin iliştiğini, beni yanlarına almak, lanetlendirmek istediklerini söyledi. Başaramayınca (Kur'an okuduğum için) bana tokat vurduklarını; ama son gördüğüm şeyin beni koruması için Allah'ın gönderdiği bir melek olduğunu söyledi. Büyük bir Kur'an getirdi ve elini başımın üstüne koyarak okumaya başladı.O günden sonra da, hiçbir şey görmedim ve onların lanetinden kurtulduğum için mutluyum. Ayrıca Kur'an'ın, ayetlerin ne kadar önemli olduğunu da anlamış oldum. Şimdi, 19 yaşındayım ve ayet okumadan yatmam...

 

Siyah Pardesülü Adam

 

Bundan 4 sene önce, kardeşim, 5; bense, 14 yaşındaydım. Bir akşam, kardeşim benim yanımda yatmak istedi. Bir türlü uyutamadım. Sonra bir baktım ki uyumuş. Saat, 02:00'ye geliyordu. Bense kız arkadaşımla mesajlaşıyordum. Bir ara kardeşim, uykudan uyandı ve bana dünüp, "Sen, beni çocuk parkına götürmüyon!" deyip yanımdan kalktı ve annemle babamın odasına yöneldi. Bense şaşkındım. Aslında hep götürürdüm; ama rüyasında ne gördüyse... "Neyse," dedim. "Devam edeyim, kız arkadaşımla mesajlaşmaya."

Kardeşim, yatak odasının kapısını açar açmaz, "Annnneeee!" diye bir çığlık attı... Bense şoktaydım... Kardeşim, döndü ve yorganımın altına girip, "Abi, içerde bir adam var!" dedi... Ben, o an ne diyeceğimi düşünürken; bir anda, annem geldi odaya... Dili, bir türle dönmüyordu. Bana birşeyler anlatmaya çalıştı; ama anlamadım... Arkasından babam da gelip anneme bir tokat attı, kendine gelsin diye... Annem, babamla yalnız konuşmak istedi...Ama, ben de neler olduğunu öğrenmek istedim... Ben, annem ve babam, oturma odasına geçtik. Annem, anlatmaya başladı...

 

Kardeşimin çığlığından sonra annem, gözlerini açtığında, babamın yanında uzun boylu, siyah pardesülü bir adamın, babamın boğazını sıkar şekilde orda durduğunu görmüş... Babam, inanmadı; ama bense, şoktaydım hâlâ... Çünkü biraz önce kardeşim, bana aynısını anlatmıştı. Şimdi annem de anlattığında, çıkmaz bir sokaktaydım sanki ve o günden sonra ben, 4,5 ay, ışıksız yatmadım.... İşte bu kadar. Kusura bakmayın. Almanya'da yaşadığım için, Türkçem biraz kötü.

 

(Not: Bu sitede de yayınlanan hikâyeler dahil, internette yayınlanan tüm cin hikayelerini derlemekle ve imla hatalarını düzeltmekle yetindim....)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

aydin sehrinde istiklal savasi esnasinda, ki oralarda EFE devri oldugu icin, efe ler imam olarak, meclis basi olarak kabul edilinirdi..

 

bir gün aksam efenin evine bir kac kisi gelir ve derlerki

"bizim dügünümüz var, surda su vakitte diye. buyrun sizide davet ediyoruz.."

efe o günü dügüne gider, gittiginde baska bir tarz dügün oldugunu hisseder..

cinlerin dügünü oldugunu anlar. önüne efenin bir tepsi icinde meyve getirirler..

 

efe.de bicagini cikarir meyvelere sertce üstüne saplayinca görürki o meyveler meyve degil; AT BOKU'ymus..

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Teşekkür ederim Uhud Dağı. Sizden ricam, internette karşılaştığınız, burda olmayan hikayeleri burda bizlerle paylaşmanız. Büyüklerinizden dinlediklerinizi daha çok. Böylece folklorik bir kaynak oluşmuş olur. Türkiyede böyle bir kaynak henüz yok. Belki birgün kitap halinde bile basılabilir. Neden olmasın ;)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu olaylar eski evimizde meydana gelmiştir. Ev şehitliğe yakındı.

 

+Arkadaşımı eve davet etmiştim. O sıralar evimiz kiralıktı ve 4. veya 5. sınıfa gidiyordum. Arkadaşımı beklerken elimde bilinçsizce tuttuğum kolye ucunu farkettim. Masaya bıraktım ama kolye ucu elimden kaydı. Nasıl olduğu hakkında bir fikrim yoktu. Çokta korkmadım. Aldım ve huzursuzlanmaya başladım. Evde bulunan cevşenimi aradım ama bulamadım. Heryeri didik didik ettim. Cevşen o gün ortaya çıkmadı. Ta ne zaman sonra cevşeni bulabildim.

 

+Bir gün de mutfağa doğru koridordan geçerken siyah bir duman farkettim önümde duman gibi değildi ama yoğun gözüküyordu. Ben de ona yol verme amacıyla kenarı çekildim. Bu hareketimi bilinçsizce yaptım ve bu olaydan korku duymadım.

 

+Eski evimizdeki odamda yatmaktan korktuğum için annem ile yatıyordum. Odamda yattığımdaysa ağlamaya başlıyordum. Teyzem bizde kaldığındaysa dua okurdu ve birlikte odamda yatardık.

+++++++

 

+ Biz arkadaşlarla peri tarotu almıştık ve tarottan korktukları için tarotun bende kalmasını kararlaştırdık. Tarot bizim evde olduğu geceler 4 veya 5 gibi uyanıyordum. Ve neden bilmiyorum ama korkudan heryerim ter oluyordu. O kadar korkuyordum ki anneme bile seslenemiyordum.

 

aklıma geldikçe yazarım...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ılkokul 3 e gıderken ayrıyetten evdekıler dının ıncelıklerını ve bırazda arapcadan anlama ıcın yatılı kuran kursuna vermıslerdı benı bızım yatakhanede bı cocuk vardı ve cocuk uyurgezermıs dıye babası hocayı fılan uyarmıstı hoca efendı ıse gereknı yaparız dedıkten sonra gunde bırkac kere bıze gece arkadasınızı kollayın dıye hatırlatırdı gece yurtta sadece hoca efendı kalırdı kı her ne hıkmet ıse bır sure sonra kapılar eskısınden fazla kılıtlenırdı ama bızım oda arkadası nası becerır ıse becerır dısarıda alırdı solugu ve hoca efendının hıc hosuna gıtmezdı bır ıkı derken bırgun hoca efendı uyumamaıs ve cocugu takıbe almıs 9 yasında olmasına ragmen cocuk fatıh carsambadan eyube kadar yollanınca hoca efendı bu boyle olmaz dedı konuyu aılesıne actı ve cocugun ondan sonra bı daha denk gelmedım ama anlatıldıgı kadarıyle cınlıler uykusunda gezdırıyolarmıs dıye anlatmıstı hoca efendı

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

telefondaki esrarlı ses

 

bir gün okuldan eve gelmiştim.o gün arkadaşlarımla parti vermeye karar vermiştik.annem geceleri çalışıyordu.arkadaşlarım partiyi saat 8:30 verelim dediler.ve bizde vermeye karar verdik.Neyseki akşam olmuştu.arkadaşlarım(erkek kız karışık)gelmişlerdi.herşey çok güzeldi.saat 10:30 du.tam o sırada telefon çaldı.telefon çaldığını duymamıştık.volumü çok açmıştık .ikinciyide duymadık .derken tam arkasından 3.cü çaldı.ben baktım.esrarlı ses bana akşam yalnızmısın diye sordu ben şoke oldum.telefonu kapattım.herkes telaşlanmıştı.sağa sola gidiyorlardı.ben partiyi teyzemin3 katlı evinde verdiğim için yukarıdan sesler geliyordu.yani tavan arasından...kapı çaldı.korkudan kapıyı açmadım.telefon çaldı.esrarlı ses bana oyun oynamak mı istiyorsun!diye haykırdı.olanlar olmuştu şarter attı aniden. kapı çaldı. kapıya el yordamıyla açmaya çalıştım.nabzım küt küt atıyordu.ve açtım sonunda...cee diye bir ses geldi meğer teyzemmiş.arkadaşlarım ve ben bu partiyi aylarca konuşmuştuk.telefondaki esrarlı sese gelince bunu teyzem yapmadığını söyledi.o günden sonra ne parti verdik ne de teyzemin evinde sonuç teyzemin evi lanetliymiş .arkadaşlar inanmazsanız inanmayın.dört sene önce gaztelerde yayınlanmıştır.....

 

MEZARDAN UZANAN EL - 1

 

Serdar on iki yaşındaydı. Bir yıl vardı ki, mahalle arkadaşlarıyla şehir dışındaki top sahasında maç yapmaya gidiyorlardı. Birkaç günde bir öğleden sonra maç yapmaya giderken ağaçlıktan dolanıp top sahasına varıyorlardı. Aslında kestirmeden gitmek vardı ya o zaman da mezarlıktan geçmek gerekiyordu. Bu işe de pek istekli olan yoktu. Bazen maç uzuyor, karanlığa kalıyorlardı. Çocuklar evlerine geç kalmamak için, böyle durumlarda mezarlıktan geçiverelim diye maç bitiminde atıp tutuyorlardı ama mezarlık kapısına gelindiğinde sesler kesiliyordu.

 

Bir iki derken bu durum bir akşamüstü yine karanlığa kalınmıştı. Maç çok uzamış ve epey geç olmuştu. Dönüşü yok mutlaka mezarlıktan geçiyoruz diyenler yine mezarlık kapısına gelindiğinde susmuştu. Serdar duruma el koymak ihtiyacını hissetmişti. “ Arkadaşlar, arkamda tek sıra olun. Ben sizi mezarlıktan geçiririm “ dedi ve arkadaşlarının arkasında tek sıra olmasını sağladı. Hafif ay ışığı vardı ve kesme taşlardan yapılmış mezarlık içindeki dar yolu aydınlatıyordu. Etraf zifiri karanlıktı. Çocuklar sessizce Serdar’ın peşi sıra ilerlediler. Yolun yarısına gelinmişti ki yan taraftaki mezarlıktan bir el uzandı. “ Tut elimi, benim elimi tut “ diyordu derinden gelen bir ses. Serdar irkildi. Yüreği ağzına gelecekmiş gibi oldu. Çok korktu. Arkasına baktı. Kimse yoktu. Hani arkadaşları neredeydi? Gerisin geriye dönüp kaçmaya başladı. Hızla mezarlıktan çıktı. Hedefi top sahasıydı. Oraya ulaşmak istiyordu. İki kere arkasına da bakmıştı. Gördükleri tarifi imkansız şeylerdi. Peşinde ölüler vardı.

 

Serdar top sahasına vardığında bugünkü maçta gol attığı kalenin içine yattı. Arkasında kalenin filesi vardı. Uzanıp tutmaya çalışan olursa fark ederdi. Tehlike gelse gelse önden gelirdi. Böyle bir şey olursa o zamanda ona göre davranırdı. Serdar kalenin içine girdiği andan itibaren peşindekilerin kaybolduğunu anladı. Yine de her an tetikteydi. Gözleri dört bir yana fır dönüyordu. Serdar o gece sabaha kadar uyanık bekledi. Güneşin doğuşunu görmek kimseyi Serdar kadar sevindiremezdi. Derin bir oh çekti ve gerisin geri dönüp mezarlıktan geçerek evine vardı. O el uzanan mezar sessizliğin sesini dinliyordu. Bir hareket yoktu.

 

Yazan: Serdar Yıldırım

 

 

MEZARDAN UZANAN EL - 2

 

 

Eve giderken ilerde Namıkların evinin önünde bir polis arabası vardı. Galiba yirmi-yirmi beş adam ve kadın vardı. Polisler onlarla konuşuyordu. Eve girdi. Annesi, babası evdeydi. “Oğlum nerede kaldın? Bütün gece neredeydin? “ diye sordular. Serdar olanları anlattı. Babası öğretmendi. Polislerin yanına götürdü. Olayın tek görgü şahidiydi. Polisler, Serdar’ın anlattıklarını dinlediler. Zabıt tuttular. Daha sonra evine geldi. Yemek yedikten sonra uyudu. Ertesi gün kaybolan çocukların aileleri bir evde toplandılar. Serdar olanları onlara da anlattı. Sorulan soruları cevapladı. İnanan da vardı, inanmayan da. Şu bir gerçekti: Ortada kaybolan on dört tane çocuk vardı. İşte buna hepsi inanıyordu.

 

Mezarlıkta ve top sahasında yapılan araştırmalar sonuçsuz kaldı. Aradan bir ay geçti. Bir ateş yanmıştı ve alev alev yanan ateş sönmüştü. Olanlar unutulmaya başlamıştı. Araştırmalar sırasında Serdar’ın dikkatini mezarcı Mahmut çekmişti. Mezarcı Mahmut, Serdar’ın anlattıklarını doğruluyor ve daha önce de o mezarın yanında bazı çocukların kaybolduğunu söylüyordu. Serdar onun mezarlık içindeki evine gitti. Onunla uzun uzadıya konuştu. Mezarcı Mahmut o mezar alıcı dedenin mezarı diyordu. Doksan iki yaşında ölmüştü. Öteki kaybolan çocuklar geri gelmedi, bunlar da geri gelmez diyordu.

 

Serdar ve ailesi dört yıl sonra o şehirden taşındılar. Aradan uzun yıllar geçti. Namık, Hikmet, Vahdettin, Mesut…tam otuz beş yıldır yoktular. Serdar geçen yazın yıllar sonra ilk defa o mezarlıktan geçti. Mezarcı Mahmut çoktan ölmüş, vasiyeti üzerine alıcı dedenin mezarının üstüne gömülmüştü. Bu işlemden sonra burada hiç çocuk kaybolmamıştı. Serdar mezarlıktan ayrılırken, çocuk konuşmaları, gülüşmeleri duyar gibi olmuştu.

 

land of the death

 

Bir zamanlar bir evde yaşardım ormanlara açılan bir evde.orda zamanım çok iyi geçerdi...Ceylan avına çıkmıştım.Bir ceylan öğlesine koşuyordu ki vurmama imkansızdı.Arabama atlayıp peşinden gittim,arabamdanda hızlı olduğun farkettim.Yinede devam ettim.Sanki beni tuzağa çekiyordu.Cebimden sigara çıkarırken aniden bişeye çarptım ve ezdim.ona baktığımda bir ceset vardı.inanamadım.sonra o cesedi sürükleyerek torbaya yerlrştirdim küreğe ihtiyacım vardı.akşam olmuştu önümdeki yol kapalıydı.sağ döndüm tam önümde bir kürek.yanına gittim. almaya çalışıyordum çıkmadı.hemen hızla onu çektim ve ama o da ne kürek toprak ile birlikte çıktı ve içinden insan iskeleti çıktı.iyice kazdım.ceset kuruduğundan kokuyordu.sonra cesedi sımsıkı bagladım ve gömdüm.evimin yolunu hatırlamaz oldum.gün ışığı ne zaman çıkacaktı belki hiçbir zaman.hangi devirdeyim bilemiyorum.arabada uyukladım.normalde sabah saatlerinde uyanırım.polis sardı etrafımı. ve çık o araban dedi.şaşırdım polisin jobu yerine çok uzun br kılıcı vardı ürktüm ve gaza bastım.yol bomboştu hergün dua ediyordum buradan kurtulmak için.sonunda dua larım kabul oldu sabah oldu.gün ışığı beni aydınlattı polislerin oraya döndüm elinde jobu vardı.rahatladım bir anda zombiler dünyasındayım zannettim.polis beni uyardı bu evden ya taşın ya da öl dedi.

bu anı unutamam

 

bundan 2 yıl önce arkadsım ve ablamla oyun oynarken cık susamıştım ve su içmek için eve gitmiştim. asansörle yukarı çıkarken hersey normaaldı. fakat indiğimde asansörde bir yavaslama hisettm. 5 den sıfıra iniyodum fakat sanki 10 kat çıkıyomusum gibi yavas gitti ve daha sonra beni istemedipim katlara çıkardı çk korkmustum ve gözyasları akıtıodum farkına varmadan!. ve sonunda zemn kata indim . olanları ablama ve arkadasıma anlattım fakat bana inaanmadılar. bende gözü karattım ve onları hiç düşünmeden asansörle çıkarmak çiçn teklifte bulundun onlarda kabul ettiler. çünkü bna inanmiyolrdı. asansöre çıkarken arkadasımın babası işten geliyodu veonla çıktık fakat çok şaşrdığım bi durum oldu ama hiç anlamadım çünkü asansör gayet normal hareket ediyodu. arkadasımın babası bize gec olduğunu eve gitmemiz gerektiğinı söledi tabi biz ona bi yalan uydurup assağıda topumuzu untttupumuzu söledik .o da 15 dk sonra evimize gitmem,iz gerektiğini söledi. bizde salladım tamm dedik. ve sonunda beklenen an geldi ve indik .5 kattan 4 e kadar hersey normaldı fakat birden motor gibi bi ses çıktı ve asansör deprem gibi salanmaya basladı. sonra birden 7 den 10 a 10dan 3e gidip gelmeye basladı . arkadasım ve ben dayanamyp ağkadım ve bir yandan da çığlık atıyoruz . fakat ablam çaktırmamaya baslıyo ve bizi yatıstırmaya çalıso ama kim takar onu . biz ölümle pençeleşiorz . anlatıldığında korknç gelmeyebilir fakat bi onlar bide allah bilir nasıl kotktuğumu daha sonra asansör birden sıfırın altına indi biraz daha inse ölecektik nerdeyse ölüydum . belki asansörde ölmeye bilişrdik ama heralde ben korkudan kalpten gidicektim. daha sonra komsular gec olsa da duydular ve anahtarı getirip bizi o radan çokardılar . sonra en korkun an oldu . arkadasımın babası beni kızı zannetti ve bi okkalı tokat çaktı feleğim şaştı . ama yasadığım o maraton andan sonra o tokat fız gelir diebiliri. o günden sonra asansöre tek binmekten korkar oldum. ve büyüklerimin sözünden çıkmamaya karar verdim..

 

KAN DAMLALARI

 

Bunu anlatıp anlatmamam konusunda çok düşündüm ama anlatmak istiyorum. 19 yaşindaydım ve üniversiteyi kazandığım için başka kente gitmiştim. O gece yalnızdım ve korkuyordum tam 7 yıl önceki gibi içimi bir korku kaplamıştı bağırmak istiyordum ama olmuyordu birileri ölücekti evet bu gece birileri ölücekti bir kaç arkadaşımı çağirdım yanıma geldiklerinde ben titriyor ve ağlıyordum ağustostu ve ben üşüyordum arkadaşlarım beni öyle görünce çok korktular ve bende kaldılar yattık. Ben gece fena bi çığlık attım. Ve kalkıp üstümü giyindim bana engel olmaya çalıştılar fakat bana dokunamıyorlardı ateş gibi sıcaktım sanki yanıyordım sonra dışarı çıktım onlara gelmeyin dedim ama geldiler gelmemeliydiler ben yürüyordum ve ağlıyordum

''hayır hayır'' diyordum sonra bi araya girdim arkadaşlarım da peşimden geldiler artık sadece ağlıyorduk kimse konuşmuyordu arkadaşlarım da ağlıyordu çünki üstleri benimki gibi kan olmuştu nasıl oldu bilmiyorum ama sanki gökten kan damlıyordu ben sanki bişey aracasına o yana bu yana bakınıyordum artık resmen çığlık atıyordum tıpkı 7 yıl önce olduğu gibi. Bir araya daha saptım çıkmaz sokaktı ve duvarda bişey gördüm''ARADIĞINI BULDUN ONLARI SÜRÜKLEDİN VE ÖLDÜRDÜN MUTLU MUSUN ???''ben arkami döndüm ama arkadaşlarım yoktular evet artık anlamıştım yazı onları kastediyordu. Birden önüme döndüm ve onların 3 arkadaşımın cesetini gördüm paramparçaydılar ve yanlarında siyah çarşaflı bişey vardı ben iyice korktum ve ordan kaçtım peşimdeydi artık siyah çarşaflı şey. Ben koşarak eve gittim ve uyudum.Sabah kalktığımda heryer polis kaynıyordu ve annem yanımdaydı ne oldu dedim 3 genç öldürülmüş dedi ben hemen olay yerine gittim ve 3 arkadaşımın cesetlerini gördüm vahşice doğranmışlardı meğer onlar benim yanıma gelmemişler benim evimi aramışlar telefonla ve beni bulamayınca da korkup aramışlar çünki bana benzer bir cesedin bulunduğunu duymuşlar ve belki dışarı çıkmıştır belki ölen o değildir diye aramaya başlamışlar ve bişey onları öldürüp vahşice parçalamış bunları sonra öğrendim eve gittim annem ''oğlum bunlar niye kanlı'' dedi gömleğimi ve pantolonumu kastediyordu tıpkı dünki gibi KAN olaydan sonra psikolojim bozuldu 3 kez intihara kalkıştım ve tam 8 yıl tedavi gördüm ama olanları hala unutamıyorum onları öldürenin kim olduğu ortaya çıkmadı ve artık çıkmayacakta şimdi 29 yaşındayım ha bu arada sürekli diyorumya 7 yıl önceki gibi bu olaydan 7 yıl önce ben 14 yaşındayken yine böyle olmuştu 2 kuzenimin öleceğini böyle görmüştümartık olmuyor yani hiç olmadı belki bir gün tekrar......

 

NOT:Bu olaya inanmayanlar 12.08.1999 yılı gazetelerini bulurlarsa baksınlar orada yazılı''ÜÇ GENCİ VAHŞİCE KİM ÖLDÜRDÜ ?''

 

Yaşamış kişilerin anılarından alıntı ...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Bu arada, bu hikâyelerden kolay etkilenen arkadaşlar için bir uyarı. Bu hikâyeleri geceyarısından sonra hele de tek başınıza okumayın derim. Psikolojik olarak etkilenebilir, sanrı yada halisunasyonlar yaratabilirsiniz. (Korku, bizleri gerçek hayattan uzaklaştırır. Gerçek hayata dönmek için'se "gerçek hayatın argumanalrını kullanmak gerekiyor.) Böyle bir durumda, hemen en yakın bir arkadaşınıza telefon açıp onla sohbet edin. Havadan sudan konuşun.Winamp'ı açıp hareketli bir müzik seçin. Müzik dinlemek, en etkili yoldur. Başlığa (+18) ifadesini koymuştum; ama sanırım editlenmiş... Uyarımı burdan yapayım dedim... Hernan, özelliklede geceleri sen hiç okuma ;)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

olay bulgarıstanın rodop dagları yakında olmustur at cıftlıgı sahıbı olan adam her zaman kı ıslerını yapmıs ve ıstırat ıcın evıne cekılır ve bır kac saat sonra atların cıkardıgı garıp seslerden huzursuz olur ve camdan dısarı baktıgında beygırın dıger atların etrafından gereksız bır efor harcıyacak sekılde kosturdugunu gorur ve bu durum karsısında tufegını alıp atların yanına yaklasır ve agacların arasında normalden daha buyuk bı kertenkele fark eder ve atları hzuur edıyor dıye ates eder ama hayvan kacmaz ısın enteresan tarafı ıse her ates edıldıgınde kertekelnın baska bır hayvan kılıgına gırmesıdır

 

çorbada benımde tuzum olsun dedım ama fazla tuzlamayada gerek yok :):):)

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Paylaştıklarımın arasında kendi yaşadığım bir olay yok. O zaman bir tane de kendi yaşadığım iki olaydan alıntı yapayım. İlki, bu forumda yazdığım ilk yazımdı... Hatırası var ;)

 

1. Karabasan'la Yüzleşme

 

(NOT: Aşağıdaki olayların hepsi de bizzat gerçek hayatta yaşadığım olaylardır. "Fantasya" yada "kurgu" değildir...)

 

Çocukluğumun dokuz yaşına kadarki olan bölümü, şimdi adını tereddütle de olsa karabasan koyabileceğim olaylarla geçti. İnsanlardan uzak bir çocuktum. Müthiş bir okuma tutkum vardı. Daha ilkokula gitmeden okumayı öğrenmiş; yaşıtlarım oyun oynarken ben, sadece kendime ait olan odada hiç durmadan kitap okuyordum. Daha 8 yaşında, tüm odayı dolduracak kadar kitaba sahiptim.

 

Korkularım vardı gecelere dair. Henüz "karabasan"ın adını bile duymuş değildim. Ne hayâlle gerçeği ayırt edecek, ne kendime ölüm ve ruhlar âlemi gibi bir çok bilinmeyeni açıklayabilecek yaştaydım. Ama rüy'â ile hayâli karıştırmayacak kadar da olgun. 6 yaşında olgunluk nedir diyecekseniz, 13-14 yaşlarında yaşamam gereken herşeyi daha o yıllarda yaşadım. Erken yaşadığım daha bir çok şey gibi... Belki de buna sebep, yine kendi yalnızlığımla paylaştığım yada paylaşabildiğim rüyalarım ve uyanıkken yaşadıklarımdı.

 

Aynı yerde başlardı herşey. Aynı sahne, aynı renkler, aynı koku, aynı korku. Yıllarca hep o aynı rüy'ayı gördüm. Hiç değişmeden, bir tek sahnesi bile bozulmadan. Artık ezberlemiştim. An be an fotoğrafik bir hafızayla, rüy'anın nasıl gelişeceğini, "O"nunla nasıl karşılaşacağımı, içeri nasıl gireceğini, beni nasıl kovalayacağını, etimi yemek için dişlerini uzattığında nasıl uyanacağımı... Ben miydim "O"nun düşleri, yoksa "O" mu benim hayâlim; ayırt edilmez çizgiler, anlaşılmaz derinlikler... Uyanıkken gözlerimin önünden geçen siyah oyuncak trenler, küçük küçük varlıklar, adımı çağıran sesler...

 

Kim çağırırdı, beni nerden tanırdı, ismimi nerden bilirdi; düşündüğüm bunlar değil, sadece korkularıma gün geçtikçe alıştığım ve sanki doğal hayatın bir parçasıymışçasına kabullendiğim gerçeğiydi. Ama tek bir şeyi biliyordum ki, uyanıkken karşılaştıklarım, düşlerimdeki gibi düşmanca değil dostça davranıyorlardı hep. Sanki uykumdaki o varlıktan beni korur gibi...

 

Öylesine kitap okuma sevgisi içimde doluyken, tek bir kitaba elimi bile süremezdim. Eskilerden hâtıra kalan çok eski bir Kur'an mushafına... O çocuk saflığıyla, sanki ona dokunsam kirleteceğim, o kutsal, nûrlu sayfaların kutsiyetini bozacağım... O mushafa herhangi bir insanın değil sadece kitaplarda okuduğumuz evliyaların dokunabileceğini, bizlere yasak olduğunu ya da çok büyük bir günah olduğunu düşünürdüm. Ama saatlerce baş ucunda durur, insanın içine huzur veren o Kur'an kokusunu içime çekerdim. O koku, hiçbir yerde yoktu. Bulutta, gülde, aşk'ta, anne'de...

 

Geceleri o huzur, insanın içini ürperten, tüylerini diken diken eden ve senelerin katılaştırdığı korkulara bırakırdı yerini. Uyumak istemezdim... Korkularım katılaştıkça, "O"nun da katılaştığını, cisim aldığını fark ediyordum. Bir defasında henüz uyanıkken, başıma bürüdüğüm yorganımı çekmiş, bana (şimdi hatırlamadığım) bir duyguyla bakmıştı. Öfkeli mi, alaycı mı, belki de duygusuzca. İlk defa yüzünü bu kadar açık-seçik görmüştüm.

 

Yüzü, yüzlerce yerinden yontulmuş kaya parçaları gibiydi. Yüzlerce köşesi, ama beni korkutmayan bir çekiciliği. İskambil kağıtlarındaki karo şeklinden daha naif bir göz yapısı, rengi hatrımda olmayan ama iradeyi donduran bir göz rengi. Ya da gözlerinin içindeki o anlam...

 

Sabah, gözlerimi açamadım. Gözlerim yanıyor, ışığa bakamıyordum. İlk defa ağladım; ama acıdan... Babam, eczaneden aldığı damlayı gözüme damlattı, daha bir çok şey. "Geçecek, geçti çocugum..." diye beni sakinleştirmeye çalışıyorlardı; ama ben, ışığı gördükçe daha da kötüleniyordum. Annem, gözlerime belki üç-dört kat tülbent bağlayıp beni yatırdı ve o gün okula göndermedi. Belki üç-dört gün, gözlerimde o tülbentlerle sadece yattım.

 

O günden sonra, o dostça seslerin yanına sessiz; ama korkutucu görümler de karıştı. Delirdiğimi düşünüyordum. Aklımın bana oyunlar oynadığını... Ama Allah'a o kadar çok inanıyordum ki... O istemezse, hiçbir şeyin bana zarar veremeyeceğine sonsuz güvenim vardı. Artık, sekiz yaşındaydım; ama15'inde, 16'sindaki gençlerin rûh ve fikir yapısına erişmiştim. Korkuyordum; ama aileme zarar vereceklerini düşündüğümden.

 

Bazen, babamlarla beraber yatardım. Kendi gördüklerimi onların da görmesini dilerdim belki. Ne kadar suskun bir kaya olsam da, onlarla bu olanları konuşamasam da, en azından şahit olmalarını, tehlikede olduklarını bilmelerini belki de. Gecenin bir vaktinden sonra, yine aynı görümler başlardı. Ben, babamla karyolada; annemle kardeşlerim ise yer yatağında yatardı, onlarla beraber kaldığımda. Bazen annemgilin yataklarının arası olan boşluktan önce iki çift sahipsiz el çıkar, sonra kalkıp odanın içinde yürürler, kardeşlerimin yanına çömelip; şimdi hayal meyal hatırladığım, ama onlara kötülük etme yönünde olan şeyler yaparlardı.

 

Bir defasında yine aynı şey oldugunda, birisi ne yaptı hatırlamıyorum; ama kardeşime zarar vereceğinden korkup babamı dürttüm. Babamsa, derin uykudaydı. Gözlerimi kapadım: "Bu bir rüy'a, bu bir rüya! Uyan, uyan" ... Gözlerimi açtığımda yoktular, ama babam, uykulu gözlerle bana yan dönüp, "Ne oldu?" dediğinde âdeta kanım donmuştu. Çünkü, rüy'amda değil, derçekten onu dürtmüştüm "Baba, baba, uyan!" diye.

 

Bir keresinde, anneannem de bizde kalıyordu. Tuvalete gitmiştim gece, ama istemeye istemeye. İçimde garip bir his vardı; birazdan kötü bir şey olacak, kötü bir şeyler olacak deyip duruyordum içimden. Birden simsiyah bir kedi, gözleri alev alev, üstüme atladı ve ben işte o an korkudan var gücümle bağırdım. Kedi, mutfağın karanlığından süzülüp kaybolup gitti. Ben, konuşamıyor, yüzüm bembeyaz öylece kekeliyordum. Anneannem, "Korkmuş çocuk, su verin çocuğa" diyerek bir bardak su getirtti ve suyu içtim. Bütün ev, ayağa kalkmıştı; çünkü ilk kez benim böyle bir hâlime şahit oluyorlardı.

 

Hiç unutamadığım bir olaysa yine o yıllarda yaşandı. Hiç unutamadığım; çünkü bütün bu olayların sonunu getiren ana nedendi. Birgün sokakta oturmuş, oyun oynayan mahalle (yada akraba) çocuklarını izliyordum. Oturduğum yer, evimizin tam dış kapısının önüydü ve telefon direği tam karşımıza düşüyordu. Aslında izlemiyor, yüzümü yumruklarımın içine almış öylece düşünüyorum.

 

Birden, direğin yanında beni seyreden yeşil gözlü (yeşil gözlü; çünkü bu olay, belki de unutulmayacak en büyük hatıramdı, herşeyi nakış nakış işlemiştim yıllar sonra bile hatıralarıma) bir adamın dikkatle bana baktığını gördüm. Korkmuştum hafiften... Birden yanıma gelip beni omzumdan sarstı ve, "Korkma!" dedi. "Bir daha seni rahatsız etmeyecekler!" Ben donmuş kalmıştım. Öylece ona bakarken; o, döndü gitti. O günden sonra da bir daha hiç rahatsız edilmedim. Tâ ki beş yıl öncesine kadar.

 

Beş yıl önce, babamı bir trafik kazasında kaybettiğimde, büyük bir boşluğun içine düşmüştüm. Hayatta en çok değer verdiğim insan, avuçlarımın içinden koparılıp alınmıştı. Geceleri, onun hırkasına, başına taktığı beresine sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Özlemi yetmemiş, mezarından bir avuç toprak getirmiş; yatağıma serpmiştim, onun kokusuyla uyurum diye...

 

O gece, aynı olaylar tekrar başlamadı; ama, bu kez daha değişik şeyler yaşamaya başladım. O günden, yani mezar toprağını yatağıma döküp uyumaya başladığım günden sonra, her gece, aynı saatte uykumdan derin bir soluk alıp verme sesiyle uyanıyordum. Korkudan saçlarımın yandığını, diken diken olduklarını hissediyordum. Sabaha kadar gözümü kırpamıyor, öylece dualar okuyor, beni Yaradan'a sığınıyordum. Dua edince biraz rahatlıyor, o seslere de alışıyordum. Ama sabaha kadar da uyuyamıyordum tekrar.

 

İnsan, korkularına sevinir mi? Ama ben, korktuğum kadar da seviniyordum; çünkü korkularım, beni Yaradan'a daha çok yaklaştırıyordu. Ben korktukça O'na sığınıyor, O'na sığındıkça da korkumun yerini O'nun o "dostâne" varlığı dolduruyordu. Birgün, Kanada'da yaşayan Hıristiyan bir dostumla msn'de sohbet ederken ona bu yaşadığım olaydan bahsettim. Dostum, bu korkuları beynimizin yarattığına ve istediğimiz an korkularımızın üstesinden gelebileceğimize dair uzun benimle bir konuşma yaptı ve beni ikna etti.

 

O günden sonra, hayatımı cehenneme çeviren o en son korkumu da yendim ve korkularımın, bir daha benim iznim olmadıkça hayatıma girmesine müsade etmiyeceğime dair kendime söz verdim.

 

2. Rüya Günlüğüm'den..

 

Genelde rüya defteri tutuyorum. Rüyadan uyanınca hatırladığım bütün detayları en ince ayrıntısına kadar yazmaya çalışıyorum. Yaklaşık iki-üç yıl önce, gökyüzünde yürüyebiliyordum. Sonra eve geliyorum. Sevdiğim insanın öldüğünü söylüyorlar. Bunu bana söyleyense yeğenim. Gözlerinde hiç gözakı yok, simsiyah gözleri. Sonra sevdiğim insanın yanına varıyorum. O ölü, ama ruhuyla konuşuyoruz. Sonra gözlerim takvime takılıyor. Takvimde roma rakamlarıyla bir tarih var. Şifre gibi birşey. (Ama roma rakamı bilmediğim için de çözemiyorum. Uyandığımda da aklımda değildi hangi harflerden oluştuğu...) Sonra çevremde, ölünün başında bekleyenlere, "bizi biraz yalnız bırakın." diyorum. Hepsi tek tek çekiliyor. O kalana bakıyorum. Buz gibi varlığını içimde hissettiren bir sesle, "Ben bu ölünün bekçisiyim." diyor. Kapıya gidiyorum, kapı açılmıyor. Yani sanki ben kapıyı aralamaya çalıştıkça dıştan da birisi kapıyı çekiyor sanki. O an görmediğim varlıklar, parmaklarımı yemeye çalışıyor; ama bağıramıyorum bile. Sesim peltek peltek çıkıyor "İmdat yardım" edin diye bağırırken. O anda da uyanıyorum korkuyla.

 

Yine defterimden 1998'e ait bir rüya. O zamanlarda da konsantrasyon alıştırması yapardım uyumadan önce. Yaz olduğu için damda yatardık. Gözlerimi yıldızlara dikip, yıldız kaymalarını ve o an gökyüzünden geçen garip ışıkları yakalamaya çalışırdım. Uyumadan önce, sanki bir sudan kurtulma, yada vakum gibi bir ses duyuyorum o an. Karşımda binlerce görüntü, tam uyuyor değil. Dağlardan, denizlerden aşıyorum. Uykuda olmadığımın bilincindeyim; gözlerimi açar açmaz o görüntüleri kaybedeceğimi düşünerek açmıyorum. Sonra, eski Yeruşalim'de buluyorum kendimi. Yani tarih olarak o çağda yaşıyorum gibi. Ben, sanki sara krizine yakalanmış gibi titriyorum. Yardım istiyorum çevremdeki insanlardan; ama onlar, bana bakıp aldırışsızca çekip gidiyorlar yollarına. Sonra gökyüzünden bir kapı açılıyor; sürgülü, iki kanatlı bir kapı. Kapının iki yüzünde de farklı farklı iki işaret var. Biri, güneşi andırıyor. Hıristiyanların peygamberi, İsa Mesih geliyor yanıma. Omzuma dokunup, "Kalk oğlum, günahların affedildi." diyor.

 

Sonra bana Yeruşalim'i gezdirmeye başlıyor. (Kudüs'ü...) Sadece bedenini görebiliyorum beraber yürürken. Yada sadece ayaklarını. Yüzüne bakmıyorum hiç. Sonra bir kapıdan içeri giriyorum. Ardımı döndüğümde o yok. Etraf, zifirî karanlık. Bir yoldan geçiyorum; ama çok farklı bir yol olduğunu hissediyorum. Çevresinde altın çarmıhlar var yolu aydınlatan. En ilginci ise, yolun düzenli taşlardan döşenmesi. Yolun dışında kalan taşlar, gri yada renksiz. İçindeki, yani yolu oluşturan taşlarsa hepsi de rengarenk mozaiklerden oluşuyor. Yol bitiminde, ışık da bitiyor. Bir sürü yılan akrep gibi şeylerin üzerine basa basa karşıma çıkan basamaklardan ilerliyorum.

 

Sonra iki kişi beni yakalıyor. Deccal'in hizmetkarları olduklarını hatırlıyorum sadece. Beni testereyle ikiye bölüyorlar; ama ben onun Tanrı'lığını asla kabul etmiyorum. Sonra görüntü değişiyor... Bu kez herkes bir yana doğru koşuyor. Mehdi geldi, Mehdi geldi diye çığlık atan atana. Gökyüzüne bakıyorum. Yıldızlar, bir araya gelmişler; bir insan yüzü oluşturmuşlar. Yıldız değil de yıldırım gibi tuhaf ışıklar da olabilir. O yüz, bana gülümsüyor... Sonraki görüntüleri hatırlamıyorum.

 

Ama asıl ilginç olay ben uyanınca gerçekleşiyor. Yatağımın yanıbaşında, daha o yıllar 6-7 aylık yeğenim uyuyor. Onu seyrederken, birden göğe yükseliyor ve beni de gökyüzüne çekmeye başlıyor ağır ağır. Beni 1 metre yükselttikten sonra, yine damda yatan komşunun, korkulu sesini duyuyorum; "Aman Allahım! Tövbe tövbe..." diye. O ses'ten sonra, yavaşça yatağıma doğru geri iniyorum; ama zerre kadar korku yok. Ve gözlerim hala açık, hiçbir şey olmamış gibi yataktan kalkıp odama gidiyorum. Yani tek bildiğim şey, uykudan sonraki o olayı son ana kadar gözlerim açık izlemem.

 

Yine 97 yılından (ve 2007 yılında da tekrar eden) bir rüya. Ramazan ayındayız. Önce bir bebek getiriyorlar, yeşil bir kundakta sarılı. Bebeğin Hz.Muhammed olduğunu duyuyorum içimden. Sonra başka bir görüntü geliyor. Dünyayı sel basmış. Ben ve bir kaç kişi, altımızdaki kayıkla, Kabe'nin damına sığınıyoruz. Orda bize hurma ve zemzem ikram ediyor bir kaç hizmetkar. Görüntü yine değişiyor... Bu kez, köyümüzün yakınlarında bir yerdeyiz. Bir otobüs kalkacak. Üzerimde yeşil bir şalvar var. üstümdeki giysi de yeşil. Ben küçükken vefat eden abim diyor ki, "Bu yolculuğa sen bizimle gelemezsin. Senin gelmen yasak; çünkü sen yaşıyorsun." Yine vefat etmiş büyükbabam, "Hayır, o izinli. O da bizimle gelecek." diyor. Sonra otobüs hareket ediyor ve göl kıyısına iniyor. Hilali görüyorum. Kendi kendime diyorum ki, "Daha ramazan'ın ortasındayız." Sanırım bayram günü'nü görüyorum. Orda herkes, ağaçlıkların arasında birbiriyle sohbet edip konuşuyor. Sanki bugüne özel, onlara izin verilmiş; toplanmışlar hepsi de. Hepsi de eskiden vefat etmiş insanlar. Sonra abim, yanında iki kişiyle geliyor. Onlar beni alıp gölün başına götürüyorlar ve bir kayığa bindiriyorlar. kayık da değil. Sadece benim sığabileceğim, dikdörtgen bir kutu gibi. Ellerimi kürek gibi yapıp gölde ilerlemeye başlıyorum. Önümden bir köpekbalığı, bana kılavuzluk ediyor. çevremde ise biz ilerledikçe, yunuslar sanki hoşgeldin gibi iki safa ayrılıp yolu açıyorlar. Karşı kıyıya geldiğimde, önümde dik bir kayalık var. Kayalığa tırmanıyorum ve düz bir yere ulaşıyorum. Orda çevreme bakınıyorum: bir mekanizma gibi birşey var. Orayı açtığımda, önce bir arı sesi geliyor kulaklarımın iki yanından. Sonra gökyüzüne yazılmış Arapça bir dua ve "İlm-ü Ledün"le ilgili bir söz söyleniyor. O anda tüm görüntüler değişiyor. Saniyede onlarca, yüzlerce görüntü. Mısır piramitlerinden tutun, keşfedilmemiş onlarca mabed'e kadar. O anda da uyanıyorum...

 

 

Bu iki yazıyı tekrar alıntılamamın sebebi ise, şu an bu sitede bulunma sebebimin çözemediğim bu olaylar olması. Astral seyahat mi, onu bilmem. Ama astral seyahatte anlatıldığı gibi kordon olayı fln da yok. Yani resmen bedenim yükseldi ve indi. Gözlerimi giç kırpmadım bile...

 

Peki diyeceksiniz, komşuna ait olduğunu düşündüğün ses... Kiminse sorsaydın ona... 1. bizim orda erkeklerin yabancı kadınlarla öyle konuşması uygun değil. 2. kadın, aynı hafta (belki de o gün) beyin travması geçirdi ve bir süre de hastane de yattıktan sonra da vefat etti. Dedim ya, yaşasaydı bile soramazdım.

 

Rüyaları, rüya tabiri bölümüne yazdım tabir edecek bir kişi çıkacak diye; ama sanırım gözden kaçtı. Eğer rüya tabiriyle ilgili bilgisi olan arkadaşlarım varsa, buraya değil de özelime yanıt vermesini rica ediyorum. Ama kesinlikle buraya değil...

 

Dostça kalın...

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

olay bulgarıstanın rodop dagları yakında olmustur at cıftlıgı sahıbı olan adam her zaman kı ıslerını yapmıs ve ıstırat ıcın evıne cekılır ve bır kac saat sonra atların cıkardıgı garıp seslerden huzursuz olur ve camdan dısarı baktıgında beygırın dıger atların etrafından gereksız bır efor harcıyacak sekılde kosturdugunu gorur ve bu durum karsısında tufegını alıp atların yanına yaklasır ve agacların arasında normalden daha buyuk bı kertenkele fark eder ve atları hzuur edıyor dıye ates eder ama hayvan kacmaz ısın enteresan tarafı ıse her ates edıldıgınde kertekelnın baska bır hayvan kılıgına gırmesıdır

 

çorbada benımde tuzum olsun dedım ama fazla tuzlamayada gerek yok :):):)

 

okuduklarım arasında en ilgimi çeken bu oldu. ve gerçeğe en yakın olanı. :clapping:

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

öykülerin Bazilari Iyi Ama Eğer Folklorik Birşeyler Toplamak Isteniyorsa Hikayeler Içinde Edbi öğeler çikartilip Anlatilmali Ki Kendi özgünlüğünü Kaybetmesin. Belki Bi Ara Bende Bu Konuda Topladiklarimi Sizinle Paylaşirim Ama şu An Için Düzenlemelerini Yeni Yaptiğimdan Sirasi Değil Ama Paylaşim Için Teşekkürler.....

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

ben su ana kadar birebir yasamadigim icin icimde kucuk bir kusku bile yok desem yalan olur. Bu olayida annem duydum. Anneannemi yazin kaybettik ve annemin bu konu uzerinde yalan soylemeyecegine eminim. Annem daha 11 yaslarindaymis anneannem bu olayi sadece anneme soylemis sanirim kormayacagini dusunmus. Koy yeri ve kerpicten olan evlerin ustleri dam olur ve bunlarin damlarinda kenar kisimlari bahce kenari gibi toprak ve zehir cicekleri dikiliymis anneannem gece dama cikmis siyah bi cuce yani benim anladigim kadarı ile buna benzer birşey yakalamis ama elinde tuzla buz olup yok olmus. Son zamanlarda bu konularla ilgilendigim icin annele konusuyoruz bu olayi anlatti ve normalde eger o an korkmayip yakalarsan makas, bicak veya demir bir cisimle korkutursan elleri ayaklarina dolanirmis ve diledigini yaptirabilirmissin...

 

ne kadar dogru bilmiyorum ama Allah neden sadece bizi yaratsin baska varliklarda var ve onlarin yasamlarinida siniyor.

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sadece Merhaba Dedi

(Just Saying Hello)

Kocam'in dedesi 8 Aralik 1992 de oldu. Onun olumu hepimiz icin cok zordu, neden uzgun oldugumu anlamasam da, Bu duygu pek uygun sayilmazdi, esimin dedesini kendi dedem ve anneannem kadar iyi tanimiyordum sonucunda. Bu duyguyu uzerimden haftalarca atamadim. Bir gun ogle arasinda arabam ile bir yere gidiyordin, ve neden bu kadar uzgun ve bedbaht oldugumu dusundum, daha sonralari kendimi siyah bir Toyota'ni n arkasainda kirmizi isikta durmus buldum, Gozume arabanin arkasinda ki mavi sticker carpti uzerinde beyaz harflerle Kamahamea yaziyordu.

 

 

Aniden Anneanne dedim, Anneannemi o yilin Subat ayinda kaybetmistik ve bu kadar cok ozledigimin anneannem oldugunu farkina varmamistim. Anneannem ve Dedem, dedem emekli olduktan sonra ve Amerikaya donmezden once 6 ay Honolulu da yasadilar

 

Bana Kral Kamahamea'nin hikayesini o anlatmisti, o zaman daha kucuktum. Unutmusum,bana deli diye bilirsiniz ama

bunun anneannemce bir merhaba oldugunu dusunuyorum.

Andrea

--------------------

http://dddavidsghostcams.org/new.html

 

evin her biryaninda kameralar var hayaletler kamerya takiliyormus

Yorum bağlantısı
Diğer sitelerde paylaş

Sohbete katıl

Şimdi mesaj yollayabilir ve daha sonra kayıt olabilirsiniz. Hesabınız varsa, şimdi giriş yaparak hesabınızla gönderebilirsiniz.

Misafir
Bu konuyu yanıtla...

×   Farklı formatta bir yazı yapıştırdınız.   Lütfen formatı silmek için buraya tıklayınız

  Only 75 emoji are allowed.

×   Bağlantınız otomatik olarak gömülü hale getirilmiştir..   Bunun yerine bağlantı şeklinde gösterilsin mi?

×   Önceki içeriğiniz geri yüklendi.   Düzenleyiciyi temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...